Yayın no: 304 RiSALE-i NUR DAN DERSLER-IV / Onuncu Risale, Şule ve Nokta Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Arapça Tashih: Salih Nur Çınar İç düzen: Durmuş Yalman Kapak: DY.Dizayn isbn: 978 975 261 223 5 Sertifika no: 14452 Zafer Yayınları, Zafer Yayın Grubu nun bir kuruluşudur. Mahmutbey Mh. Deve Kaldırımı Cd. Gelincik Sk. No:6, Ba cılar - İstanbul, Türkiye Tel: (0212) 446 21 00 - Faks: (0212) 446 01 39 www.zafer.com - zafer@zafer.com www.facebook.com/zaferyayinlari - www.twitter.com/zaferyayinlari copyright 2014 Zafer Yayın Grubu. Her hakkı mahfuzdur. 1. Baskı: Nisan, 2014 Bas kı-cilt: Altınoluk Matbaacılık, 0 212 671 07 07
Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu, Risale-i Nur'dadır. Kastamonu Lahikası
RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI içinde özel bir yeri olan Mesnevî-i Nuriye (El Mesneviyy-ül Arabi) adlı eser, Bediüzzaman Hazretleri nin, kendi ifadesiyle eski Said den yeni Said e geçtiği dönemin meyvesidir. Aslı Arapça telif edilen bu eser, yine müellifinin ifadesiyle Risale-i Nur un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Bu Arapça mecmua, daha sonra, Bediüzzaman ın küçük kardeşi ve kendisinden on beş sene ders almış olan Abdülmecid Nursî tarafından Türkçe ye tercüme edilmiştir. Mesnevi-i Nuriye, tevhide dair çok mühim meseleleri ihtiva eden LEM ALAR, REŞHALAR, LASİYYEMALAR, KATRE, HUBAB, ZEYL-ÜZ ZEYL, HABBE, ZÜHRE, ZERRE, ŞEMME, ONUNCU RİSALE, ŞU LE, NOKTA isimli bölümlerden meydana gelmektedir. Okuyucularımızın, özellikle NUR DAN KELİMELER ve CÜMLELER ve SORULARLA RİSALE-İ NUR DERSLERİ adlı kitaplarıyla tanıdığı Alaaddin Başar, Risale-i Nur un daha iyi anlaşılmasına yönelik bir çalışmayı daha istifadelerimize sundu: RİSALE-İ NUR DAN DERSLER. İsminden de anlaşılacağı gibi, yeni bir seri olmasını
düşündüğümüz çalışmanın bu dördüncü eseri, asıl risalemetni ile omuz omuza duran şerh kabilinden açıklamalardan oluşuyor. RİSALE-İ NUR DAN DERSLER in bu dördüncü kitabı, Mesnevî-i Nuriye den ONUNCU RİSALE, ŞULE ve NOKTA risalelerinin izahlarını ihtiva etmektedir. Hem Mesnevî-i Nuriye kitabının, hem de ONUNCU- RİSALE, ŞULE ve NOKTA risalelerinin seçilmiş olması elbette bir takım mühim maslahatlara binaendir. Bu maslahatların en birincisi söz konusu risalelerde geçen bahislerin Risale-i Nur Külliyatı nın umumu ile bağlantılı olmasıdır. Böylece, ONUNCU RİSALE, ŞULE ve NOKTA üzerine çalışılan bu derslerin, Risale-i Nur un bina edildiği temel meselelerin açıklanması yolunda önemli bir hizmet göreceğini ümit ediyoruz. Bu vesile ile en başta Üstad Bediüzzaman hazretlerini ve Risale-i Nur un neşrine çalışan ahirete göçmüş umum Nur talebelerini rahmetle anarken; yazarımız Alaaddin Başar gibi Risale-i Nur hizmetine, kalemi ve kelamı ile gayret edenlere de, avn-i Hüda ile feyz-i Peygamber dileriz... Kur ân-ı Hakîm in ummanından Selim GÜNDÜZALP
ONUNCU RİSALE ŞULE VE NOKTA ب س م الل ه الر ح م ن الر ح يم و ج ع ل ن اه ا ر ج وم ا ل لش ي اط ين İ LEM EYYÜHE L-AZIZ! Şu âyet-i kerîmenin yüksek semâsına çıkıp sırrını fehmetmek için yedi basamaklı bir merdiven kuruyoruz. Birinci basamak: Semâvatın, melâike ile tesmiye edilen münâsib sâkinleri vardır. Çünkü, küre-i arzın semâya nisbeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber zevilhayat ile dolu olması, semâvatın o müzeyyen burçları zevil-idrâk ile dolu olmasını tasrih ediyor. Ve kezâ, semâvatın bu kadar zînetlerle tezyin edilmesi, behemehâl zevil-idrâkin takdir ve istihsan ile nazar-ı hayretlerini celbetmek içindir. Çünkü, hüsn-ü zînet, âşıkların celbi içindir. Yemek ve taam da aç olanlara yapılır. Maahaza ins ve cin o vazifeyi îfaya kâfi değillerdir. Ancak gayr-ı mahdud oraya münasib melâike ve ruhânîler o vazifeyi îfa edebilir. İkinci basamak: Arzın semâvatla alâkası, muamelesi olup aralarında çok büyük irtibat vardır. Evet, arza gelen ziya, hararet, bereket vesâire, semâvattan geliyor. Arzdan da semâya duâlar, ibâdetler, ruhlar gidiyor. Demek aralarında cereyan eden ticarî muameleden anlaşılıyor ki; arzın sâkinleri için semâya çıkmaya bir yol vardır ki, enbiyâ, evliyâ, ervah cesetlerinden tecerrüd ile semâvata uruc ederler. Üçüncü basamak: Semâvatta devam ile cereyan eden sükûn, sükût, nizâm, intizâm, ıttıraddan hissedildiğine naza- 11
RİSALE-İ NUR DAN DERSLER MESNEVÎ-İ NURİYE /ONUNCU RİSALE, ŞULE VE NOKTA ran, semâvat ehli, arz sâkinleri gibi değildirler. Evet arzda bulunan nifak, şikak, ihtilaf, ezdâdın içtimaı, hayır ve şerrin ihtilatı gibi şeyler, semâvatta yoktur. Bu sayede semâvatta nizâm ve intizâmı bozacak bir hâl yoktur. Sâkinleri verilen emirlere kemâl-i itaatle imtisal ediyorlar. Dördüncü basamak: Cenab-ı Hakk ın iktizaları, hükümleri mütegayir bazı esmâları vardır. Meselâ: Bedir gibi bazı gazalarda Ashâb-ı Kiram a yardım etmek üzere küffar ile muharebe etmek için melâikenin semâdan inzâlini iktiza eden ismi, melâike ile şeyatîn -yani semavî olan ahyar ile arzî eşrar- arasında muharebenin vukuunu istib ad değil, iktiza eder. Evet, Cenab-ı Hak melâikeye bildirmeksizin şeytanları def veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haşmetinin iktizası üzerine bu kabil mücâzatın müstahaklarına ilân ve teşhiri, azametine lâyıktır. Beşinci basamak: Ruhânîlerin ahyarı, semâda bulunduklarından, eşrarı da letâfetlerine güvenerek onları takliden iltihak etmek istediklerinde, ehl-i semâ, onları şerâretleri için kabul etmeyerek def ediyorlar. Maahazâ, bu gibi manevî mübarezeleri âlem-i şehadete, bilhassa vazifesi şehadet ve müşahede olan insana ilân ve teşhirine recm-i nücum alâmet ve nişan kılınmıştır. Altıncı basamak: Kur ân-ı Mu ciz-ül Beyan, nev -i beşeri itaate irşad, isyandan zecr ve men etmek üzere kullandığı üslûb-u âlîsine bak: ي ا م ع ش ر ال ج ن و ال ن س ا ن اس ت ط ع ت م ا ن ت ن ف ذ وا م ن ا ق ط ار الس م و ات و ال ر ض ف ان ف ذ وا ل ت ن ف ذ ون ا ل ب س ل ط ان Yâni: Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semâvat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız. Kur ân-ı Kerim bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilân zımnında nida ediyor: Ey insan-ı hakîr, sağîr, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melâike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı Ezele isyan ediyorsun! Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahib olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret ediyorsun! Yedinci basamak: Yıldızların pek küçük efrâdı olduğu gibi, pek büyükleri de vardır. Semânın vechini, yüzünü ziyâlandıran her şey yıldızdır. Bu neviden bir kısmı, semâya zînet olmuştur. Bir kısmı da şeytanları recmetmek için semâvî mancınıklardır. Semâda yapılan bu recm, semâ gibi en vâsi dairelerde bile vukua gelen mübâreze hâdisesini insanlara göstermekle insanların mutîlerini âsilerle mübârezeye teşvik ile alıştırmaktır. BIRINCI BASAMAK: Semâvatın, melâike ile tesmiye edilen münasib sâkinleri vardır. Melekler nurdan yaratılmışlardır. Semâvât denilince hayalimizde öncelikle yıldızlar âlemi canlanır. O ışıklı âleme nurdan mahlûkların ne kadar münasip düştüğü malumdur. Denizleri balıklarla, toprak tabakasını insan, hayvan ve bitkilerle şenlendiren Cenab-ı Hak semâları da onlara münasip nurlu varlıklarla doldurmuştur. Yeme içme gibi cismanî ihtiyaçlardan uzak olan bu varlıkların bütün işleri Hakk ı tespih, emirleri icra ve eserlerini tefekkürdür. Çünkü küre-i arzın semâya nisbeten küçüklüğü ve hakare- 12 13
RİSALE-İ NUR DAN DERSLER MESNEVÎ-İ NURİYE /ONUNCU RİSALE, ŞULE VE NOKTA tiyle beraber zevilhayat ile dolu olması, semâvatın o müzeyyen burçları zevil-idrâk ile dolu olmasını tasrih ediyor. Güneş dünyadan bir milyon üç yüz bin defa büyük olduğu halde o muhteşem âlemde, Üstadımızın ifadesiyle, ziyadar bir kabarcık kadar küçük kalıyor. Dünyamızın bu kâinatta ne kadar küçük bir yer kapladığına bu noktadan bakılabilir. Bu küçük dünyamızda bugünkü tespitlere göre bir milyon altı yüz bin tür canlı yaşıyor. Bunlardan sadece birisi insanlar. Bu rakama bitki türlerini de kattığımızda bu küçük hanenin sayılamayacak kadar çok canlıyla adeta kaynaştığını görürüz. Dünyayı böylece şenlendiren Cenab-ı Hak, elbette semâvatın o müzeyyen burçları nı boş bırakmayacaktır. O âlemlerin nuranî sakinleri zevil-idrâk tirler. Yani, Allah ı tespih ve ibadet için yaratılmış bulunan bu varlıklar, kendi varlıklarını idrak ettikleri gibi, tesbihlerini temsil ettikleri varlıkları da tanırlar ve bilirler. Şu var ki, bütün meleklerin idrak seviyeleri bir değildir. Nur larda bir yağmur tanesine müekkel olan meleğin arşa müekkel melek cinsinden olmadığı beyan edilir. Meseleyi tefekkür yönüyle ele alacak olursak, bir yağmur tanesindeki İlahi sanatı tefekkür ve onun ibadetini temsil etmekle görevli olan melek, elbette arşı temaşa eden o mukarrebîn melekler cinsinden değildir. Nur Külliyatında nihayetsiz melaike envaı ve ruhaniyat ecnası olduğundan bahsedilir. Tasrih ediyor ifadesi, bu hakikatin çok sarih, yani çok açık olduğunu beyan için kullanılmıştır. Ve kezâ semâvatın bu kadar zînetlerle tezyin edilmesi, behemehâl zevil-idrâkin takdir ve istihsan ile nazar-ı hayretlerini celbetmek içindir. Bir demet çiçeği birlikte koparıp midesine gönderen bir büyükbaş hayvan, o çiçeklere sadece rızık nazarıyla bakar ve kendine mahsus bir şükürde bulunur. Ama, onlardaki harika sanatı takdir edemez, onların ne kadar güzel ve mükemmel varlıklar olduklarını düşünemez; onlarda sergilenen mucize sanatlara hayret edemez. Dünün suyunun ve toprağının bugün rengârenk çiçekler haline gelmesindeki ilim, kudret ve hikmet tecellilerini seyredemez. Hâlbuki bu güzel eserlerin de tefekkür edilmesi, onlardaki harika sanatlara da hayret edilmesi gerekiyor. İnsan nevi, hem sayıca az, hem çoğu zaman günlük işleriyle meşgul olduklarından, her tarafı kaplamış bulunan bu sayısız mucizeleri layıkıyla tefekkür edecek güçten ve imkândan mahrumdurlar. Bunun içindir ki, bütün çiçeklere, bütün ağaçlara ve hayvanlara müekkel melekler yaratılmıştır. Bu nuranî varlıklar o İlâhî eserleri takdir ve hayretle temaşa eder ve tesbihlerini temsil ederler. İnsanların ve cinlerin temaşa ve tefekkürleri bu küçük yeryüzüne bile kâfi gelmediğine göre, büyüklüğü rakamlara sığışmayan şu muhteşem sema âlemlerini temaşa edecek nuranî varlıkların bulunmasını İlâhî hikmet iktiza etmiştir. Biz yıldızların büyük çoğunluğunu çıplak gözle göremiyoruz. Astronomi bilginlerinin kısa süreli bakışları da bu işe kâfi gelmez. Görebildiğimiz yıldızları da küçük birer lamba gibi uzaktan uzağa seyrediyoruz. Bu kadar noksan bir nazar, o muhteşem eserleri temaşa ve tefekkür etmeye kâfi gelmediği gibi, hayretimiz de o nispette küçük ve sönük kalır. Çünkü hüsn-ü zînet, âşıkların celbi içindir. Bizim bu yetersiz tefekkürümüzün sema âlemindeki o harika güzellikleri seyir ve hayret etmeye yetmediği için o güzelliklerin âşıkları olan melekler yaratılmıştır. Onlar bu ulvî görevi hakkıyla yerine getirirler. Yemek ve taam da aç olanlara yapılır. 14 15
RİSALE-İ NUR DAN DERSLER MESNEVÎ-İ NURİYE /ONUNCU RİSALE, ŞULE VE NOKTA Melekler, bu güzel eserleri aşk ile seyrettikleri gibi, onları tefekkür etmekle de manevi açlıklarını giderirler. O nurani varlıkların gıdaları tesbih, hayret ve tefekkürdür. İKINCI BASAMAK: Arzın semâvatla alâkası, muamelesi olup aralarında çok büyük irtibat vardır. Evet arza gelen ziya, hararet, bereket vesâire, semâvattan geliyor. Arzdan da semaya duâlar, ibâdetler, ruhlar gidiyor. Demek aralarında cereyan eden ticarî muameleden anlaşılıyor ki; arzın sâkinleri için semaya çıkmaya bir yol vardır ki, enbiya, evliya, ervah cesedlerinden tecerrüd ile semâvata uruc ederler. Allah, Rabbü s-semâvât ü ve l arz dır, semâları da O terbiye etmişti, arzı da. Bu ikisi arasında yakın ilgi vardır. Üstat hazretleri Sema ve arz bitişik idi biz onu ayırdık. mealindeki ayeti açıklarken, yeryüzündeki bütün canlıların arz ve semanın izdivacıyla yaratıldıklarını da nazara verir. Duaların ve ibadetlerin semâya gitmelerini, levh-i mahfuzda ve âlem-i misalde kaydedilmeleri şeklinde yorumlayabiliriz. Semâvâtın ruhanîlerle dolu olduğu ve onlarla şenlendiği ifade ediliyor. Ruhanîler denilince cismanî olmayan bütün varlıklar anlaşılır. Bunlar da üç gruptur: Melekler, cinler ve vefat eden müminlerin ulvî âlemlere göçen ruhları. Enbiya, evliya, ervah cesedlerinden tecerrüd ile semâvata uruc ederler. cümlesi bu ruhların da üç gruba ayrıldığını ifade etmektedir. ÜÇÜNCÜ BASAMAK: Semâvatta devam ile cereyan eden sükûn, sükût, nizâm, intizâm, ıttıraddan hissedildiğine nazaran, semâvat ehli, arz sâkinleri gibi değildirler. Evet arzda bulunan nifak, şikak, ihtilaf, ezdadın içtimaı, hayır ve şerrin ihtilatı gibi şeyler, semâvatta yoktur. Üstad On Beşinci Söz de sema âlemindeki nizamı bozacak ve sükûneti ihlal edecek hiçbir sebebin bulunmadığını nazara verirken bu nizamın sebebini şöyle beyan ediyor: Zîrâ, memleket geniş, fıtratları sâfî, kendileri mâsum, makamları sabittir. Bu ifadelerle insanlar arasındaki kavgaların, çekişmelerin de dört sebebi ortaya konulmuş oluyor: Birincisi; memleket geniş değil. Arsa ve tarla kavgalarının altında bu sebep yatıyor. İkincisi; insanların fıtratları safi değil. Bu imtihan dünyasında insanlar hem hayrı hem de şerri yapabilecek bir yaratılışa sahipler. Üçüncüsü; kendileri masum da değiller. İradelerini yanlış kullanmakla çok günahları, haksızlıkları, zulümleri işleyebiliyorlar. Dördüncüsü; makamları da sabit değil. Aynı makama farklı kişilerin talip olması da önemli bir kavga sebebidir. Üstat Hazretleri bir risalesinde bu âlem için zıtların cevelangâhı ifadesini kullanır. Gece-gündüz, soğuk-sıcak, hayır-şer, iman-küfür gibi adalet ve zulüm de burada cereyan ediyor. Zıtların bu çarpışmaları semâ âleminde olmadığı için o âlemde sadece sükûn hâkimdir. DÖRDÜNCÜ BASAMAK: Cenab-ı Hakk ın iktizaları, hükümleri mütegayir bazı esmâları vardır. Cenab-ı Hakk ın isimlerinden bir kısmının hükümleri, tecellileri birbirine çok yakındır; Musavvir (suret veren, şekil giydiren), Müzeyyin (ziynetlendiren, bezeten, süsleyen), Mülevvin (renklendiren) isimleri gibi. 16 17
RİSALE-İ NUR DAN DERSLER MESNEVÎ-İ NURİYE /ONUNCU RİSALE, ŞULE VE NOKTA Bazı esmânın ise hükümleri birbirine muğayirdir, çok farklıdır: Muhyi (hayat veren) ve Mümit (ölümü veren) isimleri; Kahhar (kahr eden, perişan eden) ve Latîf (lütfeden, ihsanlarda bulunan) isimleri, Muizz (izzet bahşeden) ve Müzill (zillete düşüren) isimleri gibi. Meselâ: Bedir gibi bazı gazalarda Ashâb-ı Kiram a yardım etmek üzere küffar ile muharebe etmek için melâikenin semâdan inzâlini iktiza eden ismi, melâike ile şeyatîn -yani semavî olan ahyar ile arzî eşrar- arasında muharebenin vukuunu istib ad değil, iktiza eder. Cenab-ı Hakk ın; Ehad, Samed, Kadîm, Bâki gibi zatî isimleri yanında sonsuz denecek kadar çok fiili isimleri de vardır. Her bir fiilin de birçok alt şubeleri vardır ve bunların her biri ayrı bir isim olarak kabul edilmiştir. Meselâ, Cevşen-i Kebirde Rab isminin farklı tecellileri de ayrı birer isim olarak kaydedilmiş bulunuyor; Peygamberlerin ve ahyarın Rabbi, nehirlerin ve eşcarın Rabbi, cennetin ve narın Rabbi gibi. İşte, küffara karşı ehl-i imanın yardımına melekleri göndermek de ayrı bir fiildir ve bu fiilin icra edilmesiyle ayrı bir isim tecelli etmiş olur. İşte o isim, şeytanları def etmek için mücadele eden meleklere de yardımı gerektiriyor. Semâya çıkmak için çalışan şeytanların yıldızlarla recmedilmeleri de meleklerle şeytanlar arasındaki bu mücadelenin meleklerin zaferiyle neticelendiğini göstermektedir. Üstadımızın ifadesiyle recm-i şeytan buna alâmet kılınmıştır; bir kaleye bayrak asılmasının, kalenin fethedildiğine alâmet olması gibi. Yoksa düşmanları mağlup edip kaleyi fetheden o bayrak değil, ordudur. Bayrak ordunun zaferinin bir nişanesi, bir alâmetidir. Semavî olan ahyar ile arzî eşrar- arasında muharebe ifadesinde geçen arzî eşrarlar, yani yerüzünün şerlilerinden maksat, esas olarak, yeryüzünde faaliyet gösteren cinnî şeytanlar olmakla birlikte, insanlar arasındaki iman-küfür mücadelesine de işareti vardır. Evet, Cenab-ı Hak melâikeye bildirmeksizin şeytanları def veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haşmetinin iktizası üzerine bu kabil mücazâtın müstehaklarına ilân ve teşhiri, azametine lâyıktır. Müstehaklara verilen cezaların teşhir ve ilan edilmesi de ayrı bir fiildir ve bu fiilin icrasıyla da yine ayrı bir isim tecelli etmektedir. Cenab-ı Hakk ın satvet ve haşmeti bu ismin tecellisini gerektirmektedir. BEŞINCI BASAMAK: Ruhanîlerin ahyarı, semâda bulunduklarından, eşrarı da letâfetlerine güvenerek onları takliden iltihak etmek istediklerinde, ehl-i semâ, onları şerâretleri için kabul etmeyerek def ediyorlar. Ruhanilerin hayırlıları yani, enbiyanın, evliyanın ve imanla göçen müminlerin ruhları semâda olduğundan, şerli kısmı da onları takliden semâya çıkmak istiyorlar. Ve o âleme kabul edilmiyor, tardediliyorlar. Kabir azabı gören müminlerin ruhları semâya çıkamayacağına göre, o âleme gitmek isteyen ruhanîler, cinlerin inanmayan ve henüz hayatta olan kısmı olsa gerektir. Cinlerin ömürleri insanlardan çok fazladır, ancak vadeleri dolduğunda onlar da bizim gibi ölümü tadarlar. Maahazâ, bu gibi mânevî mübârezeleri âlem-i şehadete, bilhassa vazifesi şehadet ve müşahede olan insana ilân ve teşhirine recm-i nücum alâmet ve nişan kılınmıştır. 18 19
RİSALE-İ NUR DAN DERSLER MESNEVÎ-İ NURİYE /ONUNCU RİSALE, ŞULE VE NOKTA Cenab-ı Hak şeytanların semâya çıkmalarına izin vermemiş ve meleklerinin onların uzaklaştırılmalarına da recm-i nücum alâmet ve nişan kılınmıştır. Şeytanların uzaklaşmasına âlamet olan, o kaydığını gördüğümüz yıldızın tamamı değil, ondan kopan bir parçadır. Şeytanlar da ateşten yaratıldıklarından o ateş parçalarının böyle bir görevde istimal edilmeleri hikmete en uygun olanıdır. Şu var ki, hakikatte şeytanları semâdan kovan o ateş parçası değil, Allah ın muti askerleri olan meleklerdir. Meleklerin bu zaferlerine alâmet olarak da yıldız kayması gerçekleştirilmiştir. Bu derste verilen çok önemli bir mesaj da bu hadisenin insanlar için bir ibret dersi olmasıdır. Şeytanların semâdan kovulmalarının hakikati, onların İlâhî rahmetten uzaklaştırılmalarıdır. İnsanlar da bu olayı çok iyi değerlendirip, kendilerini Allah ın rahmetinden uzak kılacak her türlü işten, davranıştan ve kötü ahlâktan uzak kalmaya dikkat etmelidirler. ALTINCI BASAMAK: Kur ân-ı Mu ciz-ül Beyan, nev -i beşeri itâate irşad, isyandan zecr ve men etmek üzere kullandığı üslûb-u alîsine bak: ي ا م ع ش ر ال ج ن و ال ن س ا ن اس ت ط ع ت م ا ن ت ن ف ذ وا م ن ا ق ط ار الس م و ات و ال ر ض ف ان ف ذ وا ل ت ن ف ذ ون ا ل ب س ل ط ان Yani: Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semâvat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız. Ayetten almamız gereken temel ders, Allah ın mülkünde O na isyan edilemeyeceği, O na itaat edilmesi gerektiğidir. Göklerin ve yerin Rabbi ve maliki Allah tır. O na isyan etmek isteyen kişinin bu mülkün dışına çıkması gerekir. Buna güç yetiremeyeceğine göre tek çıkar yol itaattir. İmtihan sırrına binaen insanın isyanına da müsaade edilmişse de, şu hakikat de gözden ırak tutulmamalıdır: Bu kâinatın haşmetli malikinin elbete cezası da dehşetlidir. Sultan, delil demektir, yani ancak Allah ın inayeti ve rahmetiyle semavat arzın haricine çıkabilir, yani dünya hayatını gerilerde bırakıp cennete varabilirsiniz. Bazıları bu ayetin fenlere de işaret olduğunu söylemişlerse de, kıyamet yaklaştığı halde henüz sadece aya gidebilmiş olmamız, Ay ın da dünyanın uydusu olup semadan sayılmadığı dikkate alındığında, temel mesajın insanlara ve cinlere, itaat dersi vermek olduğu çok daha iyi anlaşılır. Kaldı ki, ayette ins ve cin cemaatlerine birlikte hitap edilmektedir; Ay a gitmek ise insanlarla ilgili bir konudur. Bir sonraki paragrafta bu ders çok açık şekilde nazara verilmiştir: Kur ân-ı Kerîm bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilân zımnında nidâ ediyor: Ey insan-ı hakîr, sağîr, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melâike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itâat ettikleri Sultan-ı Ezel e isyan ediyorsun! Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sâhib olan bir sultana karşı isyan etmeye cesâret ediyorsun! YEDINCI BASAMAK: Yıldızların pek küçük efradı olduğu gibi, pek büyükleri de vardır. Semanın vechini, yüzünü ziyalandıran her şey yıldızdır. Bu neviden bir kısmı, semâya zînet olmuştur. Bir kısmı da şeytanları recmetmek için semavî 20 21