Durmuş Hocaoğlu. Siyâset ve Felsefe. Muhalif., Yıl: 1., Sayı: 17., 12.05.2000-18.05.2000., s.11. Durmuş Hocaoğlu, Muhalif Yazıları Sıra No: 16.



Benzer belgeler
DOĞRU DİYE BİLDİKLERİMİZİ SORGULADIK MI?

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması- SH. Bolay.Kültür Bak. Yay s.46-53

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T+U Kredisi Akts Felsefeye Giriş IV

Hürriyetlerin Korunumu Kaanunu

_MEYVENIN ÇEKİRDEĞİ AĞACIN ÇEKİRDEĞİN NE AYNDIR NE GAYRDIR..._

FELSEFİ PROBLEMLERE GENEL BAKIŞ

Yılmaz Özakpınar İNSAN. İnanan BIr Varlık

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

İSLAM AHLAK ESASLARI VE FELSEFESİ

AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO

GÜZEL SÖZLER. (Derleyen; Veyis Susam) * Ne kadar çok olsa koyunun sürüsü, Ona yeter imiş kasabın birisi. * Alçak, ölmeden önce, birkaç kere ölür.

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir.

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

Yazılı Ödeviniz Hakkında Kendinize Sormanız Gereken Bazı Sorular

İNSAN HAKLARı. Kısa Tarihi ve Felsefi Temelleri. Doç. Dr. Doğan Göçmen Adıyaman Üniversitesi-Felsefe Bölümü Adıyaman Üniversitesi 10 Aralık 2010

(1) BÜYÜK PEYGAMBER (S.A.A) KONULU, BÜYÜK YARIŞMA

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir.

Durmuş Hocaoğlu. 14 Mayıs Devrimi. Muhalif., Yıl: 1., Sayı: 18., , s.11. Durmuş Hocaoğlu, Muhalif Yazıları Sıra No: 17.

ALTININ DEĞERİNİ SARRAF, KELAMIN DEĞERİNİ ERBAP ANLAR!.. - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Türk Dili ve Edebiyatı Kaynak Sitesi

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

İçindekiler GENEL PRENSİPLER. Birinci B ö l ü m : HUKUK NİZAMI :

İletişim Yayınları SERTİFİKA NO Κρατύλος

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

İSMAİL TAŞ, MEHMET HARMANCI, TAHİR ULUÇ,

İkinci B ö l üm KİŞİLİK VE KARAKTER GELİŞİM SÜRECİ

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

İBN SİNA'NIN BİLİMLER SINIFLAMASI

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

Makamınız için en iyi ATATÜRK portreleri YETKİLİ TEDARİK FİRMASI

ESKİŞEHİR ATATÜRK MESLEK LİSESİ 2. DÖNEM 1. YAZILI YOKLAMA SORULAR.

ÖĞRETİM TEST USULÜ SINAVLARLA İLGİLİ BİR DENEME

FOCUS ON LANGUAGE and MULTI MEDIA LANGUAGE ASSISTANT

Ahlâk ve Etikle İlgili Temel Kavramlar

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

İkinci Basımın Ön Sözü

12. SINIF MANTIK DERSİ SÖKE ANADOLU LİSESİ 1. ORTAK SINAVI KAZANIM TABLOSU (Sınav Tarihi: 4 Nisan 2017)

ÖN SÖZ fel- sefe tarihi süreklilikte süreci fel- sefe geleneği işidir


KAVRAMLARIN ANLAMINI KARŞITLARI BELİRLER

ilgi ve dikkati zorunlu kılmaktadır. Tarihte felsefî bütünlüğü kurulmamış, epistemolojik, etik, estetik ve metafizik boyutları düşünülmemiş hiçbir

WILHELM SCHMID Arkadaşlıktaki Saadete Dair

Birinci İtiraz: Cevap:

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

İstanbul İmam Hatip Liseliler Derneği

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. HBYS Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

AVCILIK. İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir.

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf)

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

Hayatta gerek yaşayarak,gerek duyarak veya görerek,hiç kimse yoktur ki,etti de bulmadı,desin ve de denilsin.

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

1.Tarih Felsefesi Nedir? 2.Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı. 3.Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri-I: Hıristiyan Ortaçağı ve Augustinus

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

LİVATA HADDİ (EŞCİNSELLİĞİN/HOMOSEKSÜELLİĞİN CEZASI)

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi

ALEXANDER RUSSEL WEBB-MUHAMMED

ÖDEV ETİĞİ VE İMMANUEL KANT

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ 1. BÖLÜM İSLÂM FELSEFESİNE GİRİŞ

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

EĞİTİMİN FELSEFİ TEMELLERİ. 3. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

ARALIK 2013 SAYI 2 12/17/2013 1

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

Değerler Değerlendirmeye Değer mi? 1

AÇIK AÇIK SÖYLEYELİM!

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Psİkolojİde Kavramların Değerİ ve Bİr Örnek Olarak Normalİn Ölçüsü ve Çeşİtlerİ. Osman Sezgİn Marmara Üniversitesi

Sayısı : VUK-40/2009-2/POS Belgesi -2, Katılım Payı -1. İlgili Olduğu Madde : Gelir Vergisi Kanunu Madde 61, 65 ve 94,

ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS

Hukuk Sosyolojisi Açısından Hukuk

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

P R O F. D R. Ö Z C A N Y E N İ Ç E R İ

BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ MATEMATİK BÖLÜMÜ DIŞ PAYDAŞ ANKET FORMU

Onlar konuşur, AK Parti yapar

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK İLKOKULU ETİK KOMİSYONU FAALİYET PROGRAMI

6 Sofistlerin O rtaya Ç ıkışın d a Etkili O lan Felsefe-D ışı N edenler ıo Felsefi N ed enler

Yakın Çağ da Hukuk. Jeremy Bentham bu dönemde doğal hukuk için "hayal gücünün ürünü" tanımını yapmıştır.

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

34 NOLU SÖZLEŞME ÜCRETLİ İŞ BULMA BÜROLARININ KAPATILMASI HAKKINDA SÖZLEŞME

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

Hıristiyanlar âlim olunca, Hıristiyanlıkla alakaları kesilir, Müslümanlar cahil olunca İslamiyet le alakaları kesilir. der Charles Mısmer.

MÂTÜRÎDÎ KELÂMINDA TEVİL

Türkiye de Toprak Kirliliği ile İlgili Gelişmeler Toprak Kirliliği, toprakların ve kalitesinin korunması açısından çevre koruma yaklaşımları içinde

DEVLET ve MEŞRÛİYET, KUT ve TÖRE

KATILIM BANKALARI Tespitler, Tenkitler, Teklifler

İSLAM AHLAK ESASLARI

LİMİTED ŞİRKET MÜDÜR VE ORTAKLARININ ŞİRKET AMME BORÇLARININ ÖDENMESİNE İLİŞKİN SORUMLULUKLARI

Transkript:

Durmuş Hocaoğlu Siyâset ve Felsefe Muhalif., Yıl: 1., Sayı: 17., 12.05.2000-18.05.2000., s.11 Durmuş Hocaoğlu, Muhalif Yazıları Sıra No: 16 Künye: Hocaoğlu, Durmuş., Siyâset ve Felsefe., Muhalif., Yıl: 1., Sayı: 17., 12.05.2000-18.05.2000., s.11 Bu sütûnu tâkip eden kıymetli okuyucularımın çok iyi hâtırlayabileceği üzere, bundan iki hafta önceki önceki yazımızda - Muhalif in önce 15 numaralı ve bilâhare yeniden ve düzenlenmiş şekliyle 16 numaralı sayısında yayınlanan Büyük ve Müebbed Ülke ve Doğu Türkistan başlıklı yazı- vermiş olduğumuz bir arı metaforunda şunu söylemiştik: Arı altıgen bal yapar; ama Geometri bilmez. Arı sâdece yapar, asla bilmez. İnsan ise, altıgen yapmadan önce zihninde altıgen tasavvuru oluşturur; işte bu, altıgen ideasıdır. Sonra bu idea irâde ile somutlaşır ve nesne olur. Bu tanım, öncelikle niçin her beşerî faaliyetin arkasında bir düşüncenin yattığını, yatması gerektiğini de hulâsaten îzah edebilmektedir: İnsan sâdece yapan ve eyleyen bir varlık değil, daha fazla birşeydir; düşünerek yapan ve eyleyen bir varlıktır. Fakat düşünce denen şey, naif (çocuksu) şekliyle her Âdem evlâdında mevcut olmakla berâber onun da kademeleri ve kategorik tasnifleri vardır ve dahi bu tasniflerin en üst seviyesinde, derinlikli, müetemmîlâne, virtüozca düşünme bulunur. İşte, İnsan ı yücelten ve yükselten asıl motor da budur: İnsan, daha açık ifâdesiyle, İnsanlık, ne kadar derinlikli, ne kadar müteemmîl, ne kadar virtüozca düşünürse o kadar yükselmekte, o kadar terfî etmektedir. Şu halde, yukarıdaki İnsan tanımlamasını biraz daha ileriye götürerek, şu hâle getirebiliriz: İnsan, sâdece yapan ve eyleyen değil, hattâ sâdece düşünerek yapan ve eyleyen de değil, daha-daha fazla bir şeydir: Derinlikli, mütemmilâne, virtüozca düşünebilen ve bu düşünceleriyle derinlikli, müteemmîl, virtüozca eyleyebilen bir varlıktır. İşte bu kabîl en üst düzeydeki düşüncelerin tümünün birden adına Felsefe tâbir etmekteyiz. Mütefelsifâne düşünebilme, tek başına, derinlikli, müteemmîl, virtüozca düşünebilme ile anlatılmak isteneni anlatmaya muktedirdir. Felsefe teriminin binbir türlü tanımı olmakla berâber, bütün bu tanımları çok kalın çizgilerle birkaç başlığa indirgemek kaabildir: Derinlikli düşünme. Gerçi, Türkiye gibi, geçirmiş olduğu tarihî değişim sürecinin talihsiz bir ürünü olarak, birçok kişinin hassaten dindar ve??? nazarında, Mukaddes Kitâb ın 833 yerinde düşünmenin, derinlikli ve mütefelsifâne düşünmenin ve akletmenin emrolunmasına rağmen, hâlâ evet hâlâ Felsefe teriminin çok sevimsiz ve antipatik karşılandığını bilmemek imkânsızdır. Ama bunu göze almak gerektir; düşünce sâhasında fütûhata çıkmaya, hakîkati zaptetmeye niyetlenen bir serdârın göze almak mecbûriyetinde kaldığı birçok şeyden birisi de

budur: Bizzat kendi cemiyeti! Nebîler Başbuğu nu ana yuırdundan kovanlar bizzat cemiyeti, hattâ kendi akrabaları değil miydi! Siyâset de İnsan Eylemleri nin en önemlilerinden birisi olduğuna göre, onun da arkasında, onu besleyen, yönlendiren ve dahi anlamlandıran bir platform, bir muharrik kuvvet menşei ve menbâı olmak üzere derinlikli, müteemmîl, virtüozca, yâni kısaca söylendikte, mütefelsifâne düşünceler olmalıdır. Bunların tümüne birden ise, umumî mânâdaki Felsefe den farklı olmak üzere, Siyâset Felefesi tâbir edilmektedir. Siyâset Felsefesi, bir tefekkür alanı olarak, alel-ekser, Siyâset Bilimi nden ayrılmaktadır. Siyâset Bilimi, siyâsî müesseselerin ve münâsebetlerin oluşlarını, teşekkül ve tekevvünlerini ve işleyiş tarzlarını konu edindiği halde, Siyâset Felsefesi, bu müesseselerin ve münâsebetlerin nasıl olması gerektiğini konu edinir. Yâni, daha açık bir tasvîr ile, Siyâset Bilimi (İlm-i Siyâset), olmakta olan ı konu edindiği halde, Siyâset Felsefesi olması gereken i konu edinir; Siyâset Bilimi olmuş ve/veya olmakta olan ile, şimdi ve burada olan ile, hâzır ve nâzır olan ile, kısacası real ile alâkadar olurken, Siyâset Felsefesi, daha ziyâde ve esas îtibâriyle ideal olan ile alâkadar olur. Bu sebeple, Siyâset Bilimi incelediği konulara, teknik tâbiri ile, siyâsî şeyler e, bir değer atfetmez; zira, real olan, sâdece var dır; ne iyidir, ne de kötü. Halbuki Siyâset Bilimi, real-olan ile değil de ideal-olan ile, olması arzu ve alep edilen ile alâkadar olduğu için, ele aldığı siyâsî şeyler e, birtakım değerler atfeder, onları iyi-kötü, doğru-yanlış, hak-bâtıl gibi değer kavramları altında tetkîk eder, değerlendirir ve hükümler verir. Bu sebeple de Siyâset Felsefesi aynı zamanda bir değerler felsefesi dir. Bu farkların her iki disiplini birbirinden radikal olarak koparıp attığı sanılmamalıdır: Hem umûmî ve geniş mânâda Tarih, hem husûsî ve dar mânâda Siyâsî Tarih, Siyâset Tarihi, Düşünce Tarihi gibi kısmî tarihler, bir laboratuar gibi çok dikkatle tetkîk edildiğinde görülmezlik edilemeyecektir ki, şâyet, Siyâset üzerine mütefelsifâne düşünceler üretilmemiş; hassaten ve bâhusus, Siyâset Felsefesi nin en önemli kavramı olan İdeal, ya da biraz daha genişletilmiş ifâdesiyle Siyâsî İyi İdeali üzerine denizler deryâlar mesâbesinde felsefî efkâr istihsal edilmemiş olsaydı, insanlığın anladığı ve tatbîk ettiği siyâset, mağara adamları ya da yamyamlar seviyesinden daha yukarıya ref olunamazdı. Meselâ, Hak, Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik, Adâlet, Meşrûiyet, Demokrasi ve benzeri kavramların Siyâset alanında git-gide artan nisbette değerler kazanmaları, bu konudaki en mümtaz örnekledir. Saydığımız işbu kavramlar öncelikle birer felsefî zihin egzersizi olarak, birer Siyâsî İyi İdeali olarak ortaya çıkmıştır; İnsanlık, binlerce yıldan beri geçirmiş olduğu tekâmül seyrinde bu kavramları kuvve den fiil e, düşünce den hayat a intikal ettirmiştir ve ettirmeye devam etmektedir. Yine vurgulayarak belirtelim ki, arkasında, kendi zamanlarında hemen dâima sözü dinlenmeyen, horlanan, tâkîbatlara ve hattâ işkencelere, zulümlere, yâhut alaylara, küçük düşürmelere mâruz kalan binlerce çilekeş düşünce adamı olmasaydı, Siyâset, bütünüyle bir Şeytânî San at veya Zenâat ve Arz da bütünüyle Şeytan ın Mülkü, Şeytan ın hükümranlık alanı, Augustinus un düşünce tarihine hediye ettiği meşhur ve mârûf kavramında ifâde edildiği veçhiyle, Şeytan Devleti (Civitate Satanis) olurdu. Fakat bu demek değildir ki, Siyâset, yâni bizzat fiilî, pratik siyâset uygulamaları filozoflar, mütefelsifler, düşünce adamları tarafından yapılsın; yâni bir memleketin yönetimi filozofların elinde olsun; ülkeyi feylesûflar, mütefelsîfler, müteemmîl ve müteabahhir âlimler, hakîmler idâre etsin. Hayır! Bu, Grek dünyasında Platon un, İslâm dünyasında ise Fârâbî nin fikri idi. Akademik İktidar, veya Elitist-Entellektüalist Despotizm, yâhut Elitist- Entellektüalist Jakobenizm olarak anılan bu fikrin doğru olmadığı tarihî tecrübe ile, ayne l-yakîn, sâbittir; hattâ bu fikrin ilk defa vâzıı olmakla aynı zamanda patentini de elinde 2

bulunduran ve siyâset yapmak ve siyâsete katılmak her özgür yurttaşın (politikos) hakkıdır diyen Protagoras a îtiraz ederek, siyâsetin ancak derin bir uzmanlık olması hasebiyle derin bir felsefe gerektirdiğini ve binâenaleyh, aydınlanmış elitler, filozoflar diktatorya sını ısrarla müdâfaa eden Platon dahi, gençlik dönemi eseri olan Politei de (Devlet) ileri sürdüğü bu tezinden kemal dönemi eseri olan Nomoi de (Kaanunlar) rücû etmiş, iyi yönetimin bilfiil filozoflar eliyle yürütülen siyâset ile değil, iyi kaanunlar vaz etmek ve iyi uygulamak ile kaabil olabileceği tezine gelmiştir. Bu konudaki en mâkul ve en haklı fikri ileri sürenin ise Kant olduğunu söyleyebiliriz: Filozoflar memleketi yönetmemelidir; ama, yöneticiler de filozoflara kulak vermelidir. Evet: Kant da haklı, Protagoras da: Siyâset yapmak her özgür yurttaşın hakkıdır ve dahi, siyâset yapanlar, yâni makam-ı iktidar da mukîm olanlar da filozofları, yâni, derinlikli, müteemmîl, virtüozca, kısaca söylendikte, mütefelsifâne düşünceler üretenleri dinlemeli; lâf olsun diye değil, gerçekten ve can kulağı ile dinlemeli; onlarla hiç yüz-yüze gelmese dahi fikirlerini ciddiye almalıdır. Ama Platon da haklıdır Fârâbî de; Siyâset in çok yüce bir gayesi olmalıdır: Çok mükemmel bir üstün iyi ideali. Bu gaye, her İdea gibi bire-bir aynen tahakkuk etmeyebilir ve hattâ edemez; zira, o bir İdea dır; tahakkuk edebilseydi İdeal değil Real olurdu. Lâkin, aslî gaye bu olmalıdır. Tarih boyunca filozofların, hikmet âşıklarının ve sâhiplerinin fikirleri, her ne kadar onlar hayatlarında iken hem bizzat Toplum ve hem de Siyâsî Erk Sâhipleri tarafından küçümsense ya da ciddiye alınıp iltifat ve îtibâr edilmeyerek çok güzel bir Türkçe deyimle gel yukarı edilmeyip kendileriyle istişâre cihetine gidilmese de, zaman içerisinde onların üretmiş oldukları fikirlerin gücü karşısında boyun eğmek zorunda kalınmıştır. Bunun en aslî sebebi, siyâset gücünü elinde bulunduranların insâfa gelmeleri, bu konudaki eserleri okuyarak nedâmet getirmeleri değil bunu bugüne dek hemen-hemen hiçbir siyâsî güç sâhibi yapmamıştır ve bundan sonra da yapmayacaktır bu fikirlerin Toplum da yayılıp yaygınlaşması netîcesinde Toplum un onlara sâhip çıkmasıdır. Ancak, bu gelişmenin temin edilebilmesi için, an-şart, Toplum un kendisinin de kemal ve rüşt elde etmesi, bulûğa ermesi bir zarûrettir; yoksa, Cemil Meriç in hârikulâde ifâdesiyle düşüncenin kuduz köpek gibi kovulduğu bir ülkede böyle bir şey beklenemez. Aksi halde, insanların hâlâ kendi içlerinde Özgürlük ateşini tutuşturamadıkları, tutuşturmak istemedikleri; hâlâ özgürlüksüzlüklerinin farkında dahi olmadıkları, hâlâ kendi içlerindeki tutsaklıklarından memnun, mes ud ve bahtiyar oldukları; hâlâ omuzlarının üstünde taşıdıkları şeyin Arş ın Rabbi tarafından kendilerine ne için verildiğinin muhâsebesini yapıp, kendi beyinleri ile düşünmeye çalışmadıkları, hattâ buna ihtiyaç duymadıkları ve hattâ ve hattâ bundan rahatsız oldukları; kendi düşüncelerinin kendilerini alıp götürecekleri diyarlardan dehhâş bir sûrette ürperdikleri ve bu ürpertinin sâiki ile başkalarının kendi nâm ve hesaplarına düşünmelerine ve hüküm vermelerine izin verdikleri ve müsâade ettikleri; başkalarının, bir grubun, veya bir kişinin kendi vicdanlarına hükmetmelerine gönüllü olarak ve seve-seve rızâ gösterdikleri... hâsılı insanların kendileri olmaktan korktukları ve bu korkunun teşvîki ile kendileri olmak istemedikleri bir toplumda, elbette hâlâ zâlimler, diktatörler, despotlar, tiranlar için sürülecek çok saltanatlar, yenecek çok ekmekler vardır. Çünkü böyle bir toplum, hâlâ olgunlaşmamıştır; hâlâ kemalden, rüştten, buluğdan uzaktır; hâlâ kendisini çocuk gibi hissetmektedir; hayır sâdece hissetmekte değildir; o, hakîkaten çocuktur. O sebeple de her çocuk gibi, ayakta, kendi ayaklarının üstünde kendi gücü ile dikilerek duramayacak, kendi nefsi ile kaaim (kaaim bi-nefsihî) olamayacak ve mutlaka ve behemehal elinden tutacağı, yaslanacağı, dayanacağı ve gölgesinde huzûru bulacağı, kendisine velâyet ve vesâyet edecek bir velîye, bir vasîye; irâdesini huzûr-u kalb ile eline 3

vereceği; kendi irâdesini irâdesinin potasında eriteceği; kendi zâtını onun zâtında fenâ ya erdireceği; ellerinde, gassâl elindeki meyyit gibi cansız, hayâtiyetsiz duracağı bir Üstün Güc e, bir Yüksek İrâde ye ihtiyaç duyacaktır. Böyle bir güç karşısına çıktığında, her gördüğü ulu şeye Tanrı sıfatını yakıştırıp secdeye kapanarak arz-ı ubûdiyet eden anakronik insanlar gibi bu velî ve/ya vasîleri kutsallaştıracak, secdeye kapanacak ve arz-ı ubûdiyet edecek, ya da, böyle bir güç bulamadığında, içindeki itâat ihtiyâcının dürtüsü ile kendi elleriyle yaptığı putlara tapan insanlar gibi kendi elleriyle bir put yapacak ve aslında kendi eseri olan bu puta, Eser in Müessir e nisbetle dâimâ tâlî bir ehemmiyeti hâiz olduğunu unutarak, onun kendi eseri olması hasebiyle kendisinden daha az mühim, ya da diğer bir ifâdeyle kendisinin ondan daha mühim olduğunu fehm ve idrâk edemeyecek ve ona tapınacaktır. Esâretinden, hürriyetsizliğinden rahatsız ve müştekî olmayan bir toplumun düstûru, Fuzûlîye nazîre yaparak söyleyelim, olmalıdır. Esâret derdinden hoşem, el çek ilâcından tabîb, Kılma dermân kim, helâkim, zehr-i hürriyetindedir Gelişmemiş bir toplum henüz kendi değerini de keşfetmemiş, içinde Hürriyet ateşinin tutuşmadığı, Esâret derdinden hoşnut olan, Hürriyet i bir zehir telâkkî eden bir çocuklar komünü dür. Böyle bir komün, sâdece kendi canı yandığı zaman ve sâdece canının yanmasıyla mahdut olarak Hak, Adâlet, Hürriyet talebinde bulunur. Bu, içgüdüsel (insiyâkî, instintif) bir davranıştır; halbuki beşerî olan düşünsel (fikrî, kogitif) oldukça gerçek anlamda insânî olur. Tekrar vurgulayarak belirtmeye gerek duymaktayım ki, içinde Hürriyet ateşi tutuşmamış, kendi değerini keşfetmemiş, kendisi olmaktan, kendi aklı ile tefekkür etmekten korkan bir cemiyet, henüz çocuktur ve her çocuk gibi mutlaka bir baba ya, bir Baba nın kudretli ellerine ihtiyaç duyar; ne gariptir ki, daha sahîh ve daha net bir ifâdeyle, böyle kemâlattan mahrum bir cemiyette her zaman da böyle Baba lar bulunur. Baba, evlâdına herşeyi vermeye muktedir olduğu gibi herşeyi elinden almaya muktedir bir üstün güç tür. Nasıl ki olgun bir kişi artık babasına ihtiyaç duymayan bir insan ise olgun bir cemiyet de Baba ya ihtiyaç duymayan, kendi-kendisine yeterli olabilen, kendi ayaklarının üstünde durabilen bir cemiyettir. Ve yine mükerreren belirtmek isterim ki, böyle bir cemiyette hâlâ zâlimler, diktatörler, despotlar, tiranlar için sürülecek çok saltanatlar, yenecek çok ekmekler vardır. Böyle bir ülkede hâlâ Siyâset, kendilerinden tam olarak ve hakikî mânâda hesap sorulması imkân hârici olan, Devlet gücünden pay aldıkça daha da durdurulamaz olan siyâsetçilerin bir ali cengiz oyunu, bir talan ve bir zulüm cihazı olmaya devam edecektir. Türkiye bu tekâmül çizgisinin neresinde deyû sual edilecek olursa, derim ki, muayyen bir hat aşılmıştır; ama yetmemektedir; bu hat, gereken eşik-değere yakındır, ama hâlâ onun altındadır. Çünkü, bu cemiyetin hâlâ içinde özgürlük ateşi tam yoktur, cılızdır, fersizdir, harlanmış değildir; bu ülke, hâlâ lâ-yüs el ve lâ-yemût sıfatlarıyla muttasîf, gayr-i kaabil-i tenkîd, dokunanı ânında yakıp külünü göklere savuracak kadar güçlü fetişlerin hükümranlık 4

sâhasıdır. Hâsılı, küçümsenmemesi gereken bir hayli mesâfeler de kat edilmiş olmasına rağmen, hâlâ önümüzde çok uzun yollar bulunmaktadır. Bunun için de, derinlikli, müteemmîl, virtüoz düşüncelere ihtiyâcımız var. Fakat, böyle bir yola girenin, ilk olarak kabul etmesi gereken şey, kendisine iltifat ve îtibar edilmeyeceğidir. Ama, entellektüel demek, aynı zamanda, bugün diktiği ağacın meyvesinin yârın alınamayacağını; aynı zamanda, tarihe konuşan bir insan olmaya rızâ gösterilmesi gerektiğini; ve dahi, aynı zamanda, ileride, şairin dediği gibi seng-i kabri kalmamışsa nâmı kalmıştır denecek olan kişi olmayı; çok kişi ile ve çok şey ile hesaplaşmak mecbûriyetinde kalabileceğini; ve hattâ bizzat çok değer verdiği kendi milleti ile dahi kavgalı olabilmeyi ve îcâb-ı hâlinde O na meydan okumayı dahi göze almak gerekebileceğini peşînen kabul eden, gözü pek hakîkat araştırmacısı demektir. Daha çok işimiz var; daha aşılacak çok yolumuz var; Bilgi ye ihtiyâcımız var; Felsefe ye ihtiyâcımız var. Biraz Felsefe, Biraz Işık! Bırakınız, felsefe hakkında hâlâ ileri-geri konuşanlar konuşmaya devam etsin; Sokrates in dediği gibi, insanlar isteyerek kötülük yapmaz, Kötülük, Cehâlet ten neş et eder. Cühelâ taîfesi tarafından taşlanmanın bir Peygamber çilesi olduğunu da unutmayalım. Evet: Bir kere daha ve mükerreren, dostlar: Biraz Felsefe, Biraz Işık! 5