«TÜRKiYE'DE ÇAGDAŞ HABERLEŞMENİN TARİHSEL. Mehmet Ali KILIÇBAY ( *) (*) Asistan Dr., AlTtA Ekonomi Fakültesi.



Benzer belgeler
İktisat Tarihi II. 1. Hafta

İktisat Tarihi II. IV. Hafta

İktisat Tarihi I. 27 Ekim 2017

TÜFEK, MİKROP VE ÇELİK

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi II. 2. Hafta

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

İktisat Tarihi II. 13 Nisan 2018

BATI MÜZİĞİ TARİHİ 1. ÜNİTE İLK ÇAĞ DÖNEMİ MÜZİĞİ

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ÜNİTE:1. Sanayi Sonrası Toplum: Daniel Bell ÜNİTE:2. Alain Touraine: Modernlik ve Demokrasi ÜNİTE:3. Postmodern Sosyal Teori ÜNİTE:4

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

EĞİTİMİN TOPLUMSAL(SOSYAL) TEMELLERİ. 5. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

DERS ÖĞRETİM PLANI. İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü. Seçmeli Doktora

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere,

İktisat Tarihi II. I. Hafta

Helen Birliği/İskender İmparatorluğu

1- Aşağıdakilerden hangisi tarih çağlarının başlangıcında ilkel endüstrinin ve sermaye birikiminin temelini oluşturmuştur.

İ Ç İ N D E K İ L E R

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

Dünya Tarihi I (IR101) Ders Detayları

Urla / Klazomenai Kazıları

Kitabın çok sayıda tezi bulunmakla birlikte bence bunlar üçe indirilebilir:

Görsel İletişim Tasarımı Öğr.Gör. Elif Dastarlı

İktisat Tarihi II. XI. Hafta

BİLİM TARİHİ VE JEOLOJİ 6

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

TURİZM SOSYOLOJİSİ SOS1019U KISA ÖZET

Tıp Tarihine Yaklaşım

Bozkır hayatının başlıca ekonomik faaliyetleri neler olabilir

GÖÇ DUVARLARI. Mustafa ŞAHİN

İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

1.Tarih Felsefesi Nedir? 2.Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı. 3.Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri-I: Hıristiyan Ortaçağı ve Augustinus

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Editörler Prof.Dr. Ahmet Onay / Prof.Dr. Nazmi Avcı DİN SOSYOLOJİSİ

Bilgiye Erişim Merkezi

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016

İktisat Tarihi I. 6-7 Ekim

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

AST101 ASTRONOMİ TARİHİ

GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ

MODERN YÖNETİM TEKNİKLERİ Prof. Dr. Fatih YÜKSEL

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

ÖĞRETİM YILI DERS İNTİBAKLARI. I.YY ARY 105 Tarih Araştırma Yöntemleri 2+0 4,5 Z I.YY ARY 105 Tarih Araştırma Yöntemleri MS

Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer

İÇİNDEKİLER. Tarihteki Önemli Buluşlar Bilim, Türk ve İslam Devletlerinde yaşayan bilginler ile yükseliyor Coğrafi Keşifler...

İŞLETME N.Ö. Ders Adı

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ

EKİM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM YILI DERS PROGRAMI

Tarım Tarihi ve Deontolojisi Dersi 2.Hafta. Dr. Osman Orkan Özer

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

11/26/2010 BİLİM TARİHİ. Giriş. Giriş. Giriş. Giriş. Bilim Tarihi Dersinin Bileşenleri. Bilim nedir? Ve Bilim tarihini öğrenmek neden önemlidir?

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS Ön Koşul Dersler

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI

BÖLGE VE NÜFUSUN GENEL DURUMU. Doç.Dr.Tufan BAL

Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir.

Editörler Prof.Dr. Mimar Türkkahraman & Yrd.Doç.Dr.Esra Köten SİYASET SOSYOLOJİSİ

Prof. Dr. OKTAY UYGUN Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi DEMOKRASİ. Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutlar

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U)

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR

Uygarlık Tarihi (HIST221) Ders Detayları

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Dünya Tarihi I (IR101) Ders Detayları

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

Batı Toplumuna İlk Kez Rakip Çıkardık

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

KUZEY KIBRISTA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ MEVZUATI

Dersin Adı D. Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 IV Ön Koşul Dersler

Ders Adı : UYGARLIK TARİHİ Ders No : Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 5. Ders Bilgileri. Ön Koşul Dersleri.

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5

İktisat Tarihi I

ÇALIŞMA EKONOMİSİ II

MAYIS 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ...

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

YERYÜZÜNDE YAŞAM ANADOLU VE MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARI

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

Doğu ATEŞ ADRESE DAYALI NÜFUS KAYIT SİSTEMİ 2007 NÜFUS SAYIMI SONUÇLARI HAKKINDA İLK YORUMLAR

ÜNİVERS ALIST TARİH. Prof. Dr. Karam Khella. Tarihin Yeniden Keşfi. Avrupa Merkezci Tarihsel Bilincin Yıkımı. Çeviren: İsmail KAYGUSUZ.

GEÇMİŞTEN GELECEĞE İSTANBUL BALIK HALLERİ

İç Savaş Suriye Ekonomisini Nasıl Etkiledi?

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ... iii GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYOLOJİYE GİRİŞ

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Transkript:

ı:. «TÜRKiYE'DE ÇAGDAŞ HABERLEŞMENİN TARİHSEL KÖKENLERİ» GÜNDÜZ OKUNAN BİR KiTAP İÇİN GECE NOTLARI VEYA KİŞİSEL BİR YAKLAŞlM : Mehmet Ali KILIÇBAY ( *) Ülkemizde eleştiri yazmak son derece güç bir iştir. Herşey~ den önce eleştiri okuyucusu, eleştirmeni bir dedektif olarak görmek istemekte, bu bek~entinin farkında olan eleştirmen de, hiçbirşeyi gözden kaçırmamış görünme kay~ısıyla, çoğu zaınan eleştirilmesi gereksiz, hatta mümkün olmayan noktaları da eleştirrnek durumunda kalmaktadır. Diğer yandan, eleştirilen ise, yapılan eleştiriyi, bilgiyi v~ doğruyu ileriye doğru götürme yönünde bir çaba olarak algılamakt~ri çok, «harim-i ismet» ine bir saldırı olarak algılayarak,.. bu «kötü niyetli hareketi» hoş karşılamamakta ve belki çie bu konum gereği, yaniışiarına dahaıda fazla mahkum olmaktadır. İşte, bu ilişkilerin harekete geçiricilerinden biri olarak, «eleştiri kurumu» ülkemiz insanlarının birbirlerine karşı hoşgörüsüzlüğüne kaynaklık ederken, yanlışların da hergün yeniden.., üretilmelerine ve birbirlerini nadiren anlayan insanlardan. meydana gelen bir toplum olmamıza katkıda bulunmaktadır. Ancak, Aralık 1981'de yayınlanan bir kitabın giriş bölümünün son paragrafı olarak, ünlü bir düşünürün ünlü bir pasajının yer alması, yukanda andığımız ilişkilerin çözülmek üzere olduğunu müjdelemektedir. Böylesi11e önemli bir alanda at oynatmakta, çok güçlü ol. madığımı üzerime alıyorum. Başarılı ellerden, geniş bilgili olan.. lardan dilediğim odur ki, kitabıını eksikliklerini hoş görerek de- (*) Asistan Dr., AlTtA Ekonomi Fakültesi. 121

,, ' '' ' '. '., '; '. ğil de eleştirici bir gözle incelesinler. Buldukları eksiklikleri düzeltsinler ve böyle eksikliklerin olabileceğini düşünerek bağışlasınlar beni. Bilgi sermayesi, bilginierin ortak malıdır. Suçu ve eksiği boyuna olmak da kınanmaktan kurtarır kişiyi. Dostlardan güzellikle umulur» (1). Bizi bu eleştiriye yöneiten etken, «başarılı ellere" sahip olmamız veya «geniş bilgili kişiler»den olmamız değildir. Sadece «dostlardan güzellikler umulur» sözünün şiirsel çağrısına kendimizi kaptırmamızdır. Tarih yazmak ülkemizde geçmişi çok gerilere giden bir ey-. lemdir. Hatta, tarihçiliğin babası sayılan Halikarnassos'lu ünlü Heredotos da, bugün ünlü bir tatil beldemiz olan ve Bodrum adını gururla taşıyan bir Güney- Batı Anadolu kentimizde doğmuştur. Fakat, tarih yazmanın ülkemizde bu kadar eski bir geçmişi olmasına rağmen, bilimsel tarih yazma konusunda çok ilerilerde olduğumuzu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Bu geri kalmanın nedenleri üzerinde düşünmek ilginç olabilirdi, ancak amacımız sadece bir kitap eleştirisi yapmak. Bu nedenle, tarihçiliğimizin geriliğini şimdilik «Herodotos Geleneği» nin aşılamamış olmasına bağlayalım. Ama, hemen belirtelim, 1960'lı yıllardan itibaren ülkemizde tarih araştırmaları ve «tarihi araştırmalar» bilimsel bir raya oturmakta, bir ivme kazanmışa benzemektedirler. Korkmaz Alemdarın kitabı da bu ivme kazanmış bilimsel tarih araştırmalarının son halkalarından biri. Alemdarın kitabı çok rahat okunabiliyor. Yazarın kullandığı Türkçenin güzelliği, okuyucunun zaman zaman ana konudan uzaklaşarak, dilin akıcılığına kendini terketmesine neden oluyor. Ama silkinip bu yasak meyvadan uzaklaşmak zorundayız, 'çünkü yazarla uyuşmadığımız noktalar var. Bu uyuşmazlık noktalarından birincisi, yazarın tarihsel süreci algılamasına ilişkin. Alemdar, kitabının Birinci Bölümünün ilk paragrafında tarihsel sürece ilişkin kavrayışını sergiliyor: «Yazılı tarihimizin sadece elli yüzyıllık bir dönemi kapsamasına karşılık, insanın yeryüzünde belirip bugünküne benzer bir şekil alması ve dünyada egemen olmaya başlaması 5000 yüzyılı ~ ' { ' -_,T_. ~- ~ i ; ~- ' "~.,j.f(_. _. ~~...: ' ' ' ">'.t. 1 1'> ~. '. _fr_\ (1) 122 İbn Haldun, Mukaddimc I. Anluıı a, Oınır Yayınları, Hl77'dcn, Korkmaz Alemdar, Türkiye'de Ca~daş Haberleşmenin Tarih8cl Kökenleri. - Ankal'a, AlTlA Yayııı.ı, 198:1, s. ll 1

aşan dönem öncesine gidiyor. O tarihlerden bu yana, insanın gerçekleştirdiği ilerlemenin sürekliliği de hayranlık konusudur. Süreklilik, sözcüğünün anlatmak istediği gibi kesiksiz değildir. Zaman zaman sıçramalar, duraklamalar, gecikmeler vardır, ama ilerleme devamlıdır. Bunu sağlayan, her zaman aynı coğrafi konumda yaşayan insan grupları da değildir. Bol sulu, verimli topraklar üzerinde gelişen uygarlık, saldınlara uğrayıp göçtüğünde yerini başka insan gruplarının geliştirdikleri alnıaktadır. Onun içindir ki bundan yüzyıllar önce Mısır, Sümer, Hint adıyla anılan uygarlık, bugün başka adlar altında, başka yörelerde gelişmesini sürdürmektedir.» (2) Alemdar biraz ileride de, «gelişmenin bir bütün» olduğunu söyleyerek, «İlerlemenin sürekliliği» kavrayışını genişletmektedir : «İnsanların gerçekleştirdikleri ilerlemeleri haberleşmenjn gelişmesine katkıları açısından sıralamak oldukça güçtür. Tarihler her zaman kronolojik sıra yapmaya elverecek kadar açık. değildir. Hangi gelişmenin önce, hangisinin sonra olduğunu ana çizgilerle belirlemek mümkündür. Ama ilk bakışta ikinci derecede önemli ya da sonuç gibi görünen bazı gelişmelerin genel gidişi hangi ölçüde etkilediği konusunda genelierne yapmak güçtür. Gelişmenin bir bütün olduğunu düşünürsek her öğenin ya da etkenin ilerlemeye beli~li ölçüde katkıda bulunduğunu kabul edebiliriz.» (3) «Gelişme» ve «İlerleme» kavramları artık modern tarihçiliğin kavram çerçevesinden hızlı bir biçimde uzaklaşmaktadırlar. Bununla birlikte, bizim bilimsel tarihçiliğimizin emekleme devresinde olmasından ötürü, bu kavramlar henüz sıklıkla kullanılmaktadırlar. Antik Dünyanın tarihe yaklaşımı, herşeyin yerli yerinde olduğu ve hiçbir şeyin değişınediği bir toplum düzeni algılamaktan öteye bir nitelik taşımıyordu. Antik Dünyayı aşan Rönesans insanı ise, bu mirası reddederken değişme kavramına bir yan - ürün olarak ulaşmıştı. Rönesans oluşumu içinde önce, toplum-. ları yoneten değişmez yasaların olduğuna dair antik dogma redctedilmeye başlandı. İlk kez Niccolo Macchiavelli'riin yapıtında ortaya çıkan ilerleme kavramı (4), Vico'nun Scienza Nuova'sını (2) Alemdar,op. cit., s. 13-14 Altını ben (izdim. ;\JAK. (3) Ihid., s. 17. Altını ben çizdim. MAK.. (lı) Niccolo Macchiavelli, Hükümdar, fstaı1bul, Remzi Kitnhcvi, t.y. 123

. \' yazdığı 18. yy.'a kadar tarihçiliğin vazgeçilmez bir kavramı haline gelemedi (5). Bury'nin belirttiği gibi, «Fikirlerin de entellektüel ortamları vardır.» (6) Feodaliteyi tasfiye ederek, modern devleti kurmanın entellektüel ortamı-içinde olan İngiltere ve Fransa'dan başka hiçbir Avrupa ülkesinde ilerleme düşüncesi taraftar bulmu-. şa benzememektedir, Bodin, Bacon, Descartes ve Montesquieu ~önesans mirasını sürdürmekte yalnızdırlar. -:.. -- '~.. ' ' Vico'nun ardı sıra, Alman düşünürleri ilerleme kavramını ' : 18. yy.'da, bu yalnızlık, Vico'nun çarpıcı bir ad altında yayınladığı kitapla sona ermeye başlar. Vico'nun temel tezi, insanlığın kendi kendinin eseri olduğudur (7). düşünce sistemlerine dahil ederler. Bunlardan en ünlüsü olan Immanuel Kant'a göre, «tarih bir idea'ya ulaşmanın çeşitli ev- : ; relerinden başka birşey değildir.» (8) ~- / 18. yy.'ın bu çekingen yaklaşımlarından sonra, iler~eme kav- :' ramı gerçek üstünlüğünü 19. yy. boyunca kanıtlamaya başlayacaktır. 19. yy. bilimsel alandaki devrimci bulgularıyla kendinden önceki yüzyıllardan.geniş ölçüde ayrılmaktadır. Bu bulgulardan bir tanesi de Darwin teorisidir. Darwin'in evrim teorisinin yanı sıra, antropolojinin insanın fizik bir evrim geçirdiğini kanıtlaması, tarih teorilerini de etkilemiştir. Sonuçta, insanın fizik anlamda evrilen bir varlık olması, onun tarihinin de sürekli bir gelişme olduğu_ inancını pekiştirmiştir (9). İnsan, H). yy. antropologlarına göre, toplum halinde yaşamak ve toplumsal açıdan sürekli gelişmek zorundadır. Çünkü, insan vücut ya-. pısı bakımından diğer hayvanlarla karşılaştırıldığında, «onun bir eksiklikler varlığı olduğu görülür; insan organıari belli bir işlev için özelleşmemiştir.-» (lo) Bu nedenle de insan çevresine uyamaz. Çevresine uyamayan insan, çevresini kendine uydur- (5) Giovanni Battista Vico'nun kitabının tam adı : Principi di una Scicn za Nuova d'lntcrno Allo Communc Naturc dcllc Razioni'dir. (6) J.B. Bury, The Idea of Pro~ress, New York, Dovcr, 1955, s. 7. (7) Ccınil Meriç'in heyecanla söylediğ-i g-ibi, «Y ci) i ilmin annhtaı ı şu : Insunlık kendi kendinin eseri; Tarihten lesadüfü kovan bir ihtilal. Büyük adam efsanesi Scicııza Nuova ilc tarihe kaı ışır. Cerrıil 1\-lcri~, Bu t:jlke, İstanbul, Otüken Yayıncvi, 1.979, s. 176. (8) Imm.anuel Kunt, La Plıilosoplıie de l'histoire, Paris, Goııthier, 1852, passını. (9) Charles A. Beard, «Introduction~, Bury, op. cit., s. XVII. (10) Takiyeltİn Mengüşoğlu, Felsefi Ant.ropologi, lsıanbul, l.fj. Ed. Fak. Yayını, 1971, s. 24. 124 ' '. '.

mak zorunda kalır. Bu da üretim demektir. 19. yy. antropolojisine göre, insan birkez üreticiliğe başladıktan sonra, sürekli ilerlemek zorunda kalmıştır. Böylece, 19. yy. tarihçiliği ve antropolojisi, ortaklaşa olarak, gelişmenin kaçınılmazlığı kavrayışına ulaşmışlardır. 19. yy. tarih yaklaşımının en ünlü temsilcilerinden biri Hegel'dir. Hegel'in tarih f~lsefesinin esası, tarihin mantığını bulmak, veya «değişmenin değişmez yasasını,. araştırmaktır ( 1 ı). 19. yy. tarihçileri bu bağlamda, Hegel felsefesinden hareketle, «tarihin bir anlamı olduğuna ve bu anlamın onun içinde saklı olduğuna» kesinlikle inanmışlardır (12). 19. yy.'ın diğer önemli bir tarih kurarncısı da Marx'dır. Hegel'den kaynaklanan marxist teorinin araştırma ve bilgi nesnesinin zaman olması, (13) Marx'ın yapıtları içinde tarih teorisin.e ilişkin bölümlerin ve kavramiaştırma çabalarının büyük yer tutmalanna yol açmıştır. Marx'ın kendinin, tarihsel yaklaşımında peşin bir tarih felsefesinin yerinin olmadığını söylemesine rağmen, gençlik yapıtı olan Alman ideolojisi'nde insanlığın belli üretim aşamalarından geçtiğini ileri sürmüş olması, (14) marxist tarih yaklaşımının birçok kimse ve özellikle marxistlerin çoğu tarafından bir tarih felsef~si olarak yorumlanmasına yol açmıştır (15). katı Oysa, kanimızca Marx'ın amacı sadece, kendi çağının toplumsal oluşumunu anlayabilmek için, bir yöntem olarak, tarihsel süreci dönemlere ayırmaktan ibarettir. Bu bağlamda, «tarihi dönemlere bölmek bir olgu. değil, gerekli bir varsayım ya da düşünce aracıdır, aydınlatıcı olduğu ölçüde geçerlidir.» (16) Böylece, tarihi dönemlere ayırınayı bir yöntem aracı olarak.. kullanan Marx'ın ~sıl sorunu, kapitalizmin ekonomi politiğini yapmaktır. Bu nedenle de toplumların değişme eğilimleri onun. ı, (11) (12) (13) (14) (15) (16) Hilmi Ziya t1lkcn, Millet ve Tarih Şuul'U, Istanbul, Dcrgah Y., 1976, s. 242. E.I-I. Cal'l', Taı ih Nedir, istanbul, Birikim Y., 1980, s. 28. Henri Lcfcbvrc, Marx'ın Sosyoloiisi, lstanbul, Oncü Kitabcvi, 1.968, s. 33.... Karl Marx, Friedriclı Engels, Alman Ideolojisi, Ankara, Sol Y., 1976, s. 4.2-47.. Marx'ın olgunluk yapıtlarında, özellikle son yapıtı o]an Kapital'de tarih görüşünü sergileyen bölümlcrin bolluğuna rağmen, marxist, ta-. rih görüşü!ıi.i. inceleyen yazarların çoğu!mn alıfları, Alman İdeolojisi' nin andığımız beş salıifesindedir. Carr, op. cit., s. 81... 125

araştırma nesnesını oluşturmaktadır. Darwin geleneğinin etkisinde bulunan ve kitabını ona adamayı düşünmüş olan 11arx için tarihsel hareket süreklidir. Tersine bir yaklaşım olarak tarihin sürekliliği yoksa, tarihte bir tutarlık aramak boşuna bir -çaba mıdır? Bir antropologumuzun sorduğu gibi, «Kainat, hayat, insan ve nihayet tabiat ve tarih bir kördöğüş müdür?» (ı 7). Bilim ancak bir düzen algılaınası içinde mümkündür. Bilimin olabilmesi için, nesnelerin kendilerinde düzenli olmaları mutlaka gerekme.z. Bizim onları belirli bir rationel içinde kavrayabileceğimiz çerçeveyi kurabilmek bilimin temel uğrl!şı~ır. Aksi olsaydı, yani kendinden varolan yasalar olsaydı ve bilimin görevi de bunları insan anlayışına sunmak olsaydı, en müsbet sayılan bilimlerde bile sıklıkla rastladığımız teorik çerçevelerin sık sık değişmesi olgusuna rastlamazdık çerçevede bilimin görevi kaos'u kosmos'a çevirmektir cıa>. Bu bağlamda, «tarih adına layık tarih, tarihin içinde bir yön duygusu bulan ve bu- ~u kabul eden kimselerce _y~zılabilir.» (19),. İşte Marx'ın tarih. anlayışı tam buradadır. Tarihsel tutarlık ar~rken a priori bir varsayımdan hareket etmez. Tarihin eğer bir yönü varsa, bunu bulmak ister. Ancak, araştırma nesnesi- nin tarihte bir yön olup olmadığının_ soruşturulması olması, bir süre sonra Marx'ı kaçınılmaz bir biçimde «yön» kabulüne götürür. _ Marx'ın hareket noktasından uzağa düşerek tarihin bir yö- nünün olduğunu kabullerrmesi 20. yy.'ın başlarında sert eleş- -tirilere yol açmıştır. ~u eleştirilerden en tanınınışı Bergson'a ait alanıdır. Bergsoiı'a göre, tarihçi içinde bulunduğu çağdan geriye bakarsa, kolaylıkla, daha önceki dönemlerin, buraya"' ulaşmak için zorunlu basamaklar olduğunu düşünebilir (20). ~,. / 20. yy.'ın başındaki bu tepkilerin yoğunluk kazanması, çağdaş tarih anlayışının iskeletinin oluşmasına yol açmıştır. Çağ- (t 7) Şevket Aziz. Kansu, «Bir Antropolojist Gözüyle Kainat,. Hayal ve İnsan Tarihinin Manası Hakkında», IV. Türk Tarih l{ongresi~ Ankara, 'ITK Yayını, 1952, s. 4GG. (18) Cemil Meriç, llimlcr ve Ideolojiler, Ankara, Umran Y., 1981, arka kapak. (19) Carr, op. cit.,s. 176. (20) Henri Bergson. Lcs Deux Sourccs de la Morale ct de la Rcligion. Paris, Alcan, 1954, s. 188-89..(' 126

daş tarih anlayışı, 19. yy.'dan 20. yy.'a geçerken yapılan tartışmalardan önemli ölçüde esinlenerek, tarihin bir yönü ve anlamı olduğu tartışmasını bir yana bırakmıştır. Artık, çağdaş tarihçi için önemli olan, geçmiş olay ve olgu bütünü içinden neyin tarihsel, neyin tarihsel olmadığını ayırabilmektir. Başka bir anlatımla, adına geçmiş dediğimiz oluşumun unsurlarından hangilerinin tarihte meydana gelen değişmeleri açıklayıcı niteliklerinin olduğunun saptanabilınesi uğraşısı, tarihçilik mesleğinin özünü oluşturmaktadır. Çağdaş bilirnde de gözlenen bu yönetsel ve karvamsal çerçeve,değişimi paralelinde, tarih bilimi de ilerleme ve yön kav-. ramlarını a prim i olduklarından ötürü yöntemsel çerçevesinden uzaklaştırmakta, tarafsız bir bilimsel araştırma kılavuzu aramaktadır. Bu kılavuz da tarafsız bir kavram olan «Oluşumıodur. Gramsci'nin ifadesiyle, «ilerleme bir ideolojidir. İlerleme, yapısına tarih bakımından belirli bir kültürün öğeleri giren belirli bir anlayışa bağlıdır. Oluşum bir felsefe kavramı olup, bunda ilerleme bulunmayabilir.» (21)., Fakat, tarih biliminden ilerleme ideolojisini çıkartmak pek de kolay değildir. B1.1 kavram, hala güçlü bir biçimde bir çok ya.: pıtta kendini göstermektedir. İlerleme ideolojisinin en yaygın dışavurma biçimi, Avrupamerkezci ( europeocentriquej tarih görüşüdür. Batı'da son yayınlanan tarih kitaplarından birinin adı «The Rise of the West» <Batının YükselişD ~ alt başlığı da «A History of the Human Community» <İnsan Cemaatinin Tarihi> dir (22). Bu 'çok tipik bir örnektir. Batı insan cemaatinin bütünü. olmayıp, sadece bir bölümüdür. Burada Avrupamerkezci tarih görüşünün temel varsayımı ortaya çıkmaktadır : Parça bütünün yerine konularak, Batının değişme sürecinin oluşturduğu çizgi, tarihin yönü olarak kabul edilmekte, bu değişme sürecini göstermeyen toplumlar ise sapma sayılmaktadırlar (23).. ). (21) Antonio Gramsci, Felsefe ve Politika Sorunları, lstuıibul, Payel Y.,. 1975, s. 66. (22) K.N. Cameroıı, Humanity and Society, A World History, New York, MRP, 1977, s. ix. (23) Ancak.sayıları giderek artan bir tarihçi. kitlesi, artık Batı tarih çiz gisini bir istisna. olarak görmektedider. ~ Sorular ıarihsel kaçını] ınaz1ık varsayımından hareketle ve bundan çıkarılan yasalar nçısın. dan sorulmaktadır~ Sözi.i edilen aşamaların Avrupa dışında ortaya çıkmaması, Avrupa tarilıini eg cmeıı taı ih halinden çıkarıp, istisna haline g'etirmektedir... Szymon Chodak, Societal Development, New York, Oxford Uııiversity, 1973, s. 35. 127

Bu Avrupamerkezci, naif ve şematik tarih anlayışı (24), toplumsal d~ğişmenin ancak Avrupa modeline göre olabileceği yanlış varsayımına dayanmaktadır. Bu anlayış, Avrupanın son ulaştığı aşamaya, ancak Avrupa gelişiminden geçilerek gelinebileceğine inanmaktadır (25). Fakat, tarihte bir toplumlar hiyerarşisi varsayan bu kavramlar yerine çağdaş bilimsel tarih yazınında, değişme kavramı ' yeğlenmektedir (26). Oysa, Alemdar, uygarlıkların bir u bayrak yanşı gibi sürdüğü ve bir uygarlığın çökmesiyle, onun kaldığı yerden bir başkasının devam ettiği inancındadır. Diğer yandan, zaman zaman sıçramaların, duraklamaların ve gecikmelerin olmasından söz etmesi, opa göre uygarlığın önceden belirli bir çizgi üzerinde ileriediği varsayımına dayanmaktadır. Gene Alemdar'a göre, gelışme bir bütündür ve tüm insanlık, yukarıda belirlenen. çizg~ doğrultusunda insanlığın gelişme- sine katkıda bulunmaktadır. Alemdarın insan top I umlarının evrim tarzı konusunda geliştirdiği anlayışa katılamıyoruz. Herşeyden önce, bu anlayış günümüzü düne taşımaktadır. Diğer bir anlatımla, çağımızda varolan «birbirinden haberdar toplumlardan oluşan dünya insanlık tarihinin her evresinde varolm u ş sayılmaktadır ki, bu gerçeklerle tamamen terstir. Bugünkü dünya, 16 yy.'dan sonra meydana gelen oluşurolann ü~nü olup, Avrupanın, Avrupa. yaşam biçiminin dünya çapında yayılması sonucu ortaya çikmıştır. Oysa, daha önceleri, yani insanın yeryüzünde iki ayağı üzerinde ilk mütereddit adimlarını attığı andan 16. yy.'a gelinineeye kadar, birbirlerini izleyen kültürlerden. sözetmek son derece güçtür. O çağlar için daha doğru olanı, birbirleri hakkında çok yüzeysel bilgilere sahip olan, _çoğu zaman da bu bilgilere bile sahip olmayan ve birbirleriyle kesişme noktaları olmayan kültü:rlerden sözetmek olacaktır. :, ~.,. \' (24) Ibid.,.s. 5. (25) Batı merkezci tarih göruşünün bayraklarlarından Oswald Spengler' in kuramı için Cemil Meriç, ~ Bu tarih alanına aktarılmış Batlamyus sistemidir» demektedir. Ccınil Meriç, Ururandan Uygarlığa, Istanbul, Otüken Y., 1977, s: 119. Spengler'in görüşleri için bkz.: Oswald Spengler, Batının Cöküşü, İstanbul, Dergah Y., 1.978. (26) S.N. Eisenstadt, H.cvolution and the Transformali on of Societics, New York, The Free Press, 1978. 128-

Alemdann andığımız çözümlemesinde bizce yanlış olan bir nokta da, insf,tn toplumlannın değişmesine ilişkin varsayımını mutlak zaman anlayışı içinde yapmasıdır. Yani, insan toplumlan belirli zamanlarda belirli aşamalardan geçmişlerdir. Oysa, tarihte mutlak zaman genellikle mikro analizlerde kullanılan bir araç olup, makro analizlerde, yani insanlığın tümüne ilişkin yaklaşımlarda, göreli zaman yaklaşımı kullanılmaktadır. Göreli zaman yaklaşımı~ Avrupanın bugüne ulaşmak için geçirdiği aşamalan kader olarak görmekten çok, belirli bir mutlak zaman kesitinde çeşitli insan toplumlarının birbirlerine göre konumlarını saptamakla yetinmektedir. Bu bağlamda, kanımızca, Alemdarın analizi Avrupamerkezcidir ve bu gelişme çizgisini tüm insanlık için kader olarak görmenin ötesinde, bu görüşe yöneltilen temel eleştiride olduğu gibi, örtülü bir biçimde de 9lsa, bir toplumlar veya uygarlıklar hiyer.arşisi görmektedir. Alemdarın «ilerlemenin bir bütün olduğu»na dair temel yaklaşımını saptadıktan sonra yazarın şu ifadesi anlam kazan-. maktadır. «Yeryüzündeki yaşamlannın çok uzun bir dönemini göçebe olarak yiyecek toplamakla geçiren ilk insanlar için zorunlu haberlerin av hayvanlarıyla ilgili olduğunu söylemek mümkündür. (27) 1'. İlk insanlar çoğu zaman sanıldığının aksine otoburdular. Tum diğer otobur hayvanlar gibi bağırsaklarının uzun olması. bunu kanıtlamak~adır (28). Bu neden1e -de insanın ilk besin kaynağı bitkiler olmuş ve yaşamının çok uzun bir dönemini toplayıcı olarak geçirmiştir. Ancak, toplayıcılık faaliyetiniri tüketici bir eylem olması (29), ilk insanların doğal çevrelerini sürekli olarak aşındırmalanna neden olmuştur. Bu durumda,. bazı top.. lurnlar yok olurken, bazı toplumlar otoburluktan etoburluğa, oradan da omnivore (herşeyi yiyen> 'Iuğa geçmeyi başararak hayatta kalabilmişlerdir. Bunun anlamı, insanın toplayıcılığın yanında avcılık da yapınağa başlamasıdır. Biyolojik işbölümüne, yani kadın ve erkek arasında işbölümüne yol açan bu yeni (27) (28) (29) Verviers, Mara- Alemdar, s. 14. -- Ashley Montagu, Lcs Prcmiers Agcs de l'hommc~ bout, 1964, s. 119. Ufuk Esin, İlk Urctimciliğc GeçiŞ Evrcsiı;ı.dc Anadolu ve Güneydoğu Avrupa, İstanbul, İ.U. Ed. Fak. Y., 1979, passim. 129

yiyecek bulma faaliyeti (30); insanın toplayıcılığa oranla daha dar bir alanda sabitleşmesine yol açmıştır (31). Aslında, toplayıcı ve avcı toplumlar sabit. bir coğrafya üzerinde ama nisbi anlamda geniş bir alanda yaşarlarken (32), gerçek _anlamda göçebe olan toplumlar, hayvan yetiştirdikleri için, ama bu hayvanların beslenebilmeleri için yem üretemediklerinden, doğaya karşı, toplayıcı ve avcı toplun1lara göre çok ' daha tüketicidirler. Bu nedenle de bilimsel adı pastaral nonıadism olan gerçek göçebelik, sabit bir yaşam alanından yoksun Iuğu ve sürekli coğrafya değiştirme zorunda olmayı ifade etmektedir (33). Önce toplayıcılık yapıp, sonra buna avcılığı da ekleyen, bundan sonra da hayvanları evcilleştirerek, tarımsal üreticiliğe geçen insanın öyküsü, genelde Avrupa gelişim çizgisinin başlangıcını temsil etmektedir (34). Diğer bir deyişle, bu anılan toplum biçimleri, her toplumsal oluşum için uzun soluklu bir evrimin zorunlu aşarnalari değildir. Örneğin günümüzde Avrupa sanayi toplumu haline gelmişken, Yeni Gine'de bazı Papu kabileleri toplayıcılıkta (35), Güney Afrika'da Hotanto ve Boşi-. manlar avcılık - toplayıcılıkta (36), Kuzey Afrika'da Tuaregler pastaral nomadism'de (37) ka.lmışlardır.. ~ Böylece, insan toplumlarının tümünü kapsamayan bir değişme modeli, Alemdar tarafından tüı:n insanlığa mal edilmektedir. -,'. (30) Jacques Maquct, Les Cicilisations Noircs, Vcrvicrs, Maruhou\, 19(:)(), s. GO ve Montagu, op. cit., s. 120. (31) Maquet, op. cit., s. GO - 81. (32) Marshall D. Salılins, Tribesmeıı, Englewood Cliffs,.N.J., Prcntice Hall, 1968, s. 39. Balıkçı toplumlarda yaşam alanı çok daha durdır. (33) lbid., s. 32-39. (34) Bu konuda bkz.: V. Gordoıı Chil de, L'Europc Prehistoricıue, Paris, Payot, 1962, passim.; Gralıamc Cll\rk, La Prehistoiı e de 1'1-Iumanitt\ Paris, Payot, 1962, passim.;, Stuart Piggott, Prehistoric Societies, Harınondswortlı, Penguiıı, HJ76, passim. Uu konuda ilgin~; olan, Chilele'ın 193G'da geliştirdiği ve ~<Neolitik devrim» adını ver diği ilk tarımsal üreticiliğe geçişin Kuzey lviezopolaın~ ada gerçek leştiği teorisi (V. Gordon Childc, Man Makcs Hiınsdm, New York, l\ientor, 1958, ilk baskı, 1936) bugün şiddetle rcddcdilıncktc ve ilk tarımsal ürctirric Avrupa topraklarının sahne olduğ u ileri sürlilmektcdir: Bu konudaki tartışmalar için bkz.: Esin. op. cit., s. 5-1 1. (35) J. ct P. Villcminot, La Nouvellc Guinee, Yervieı s, Mambout. 19GG. (36) Maquet, op. cit., s. 60. / (37) Attilio Gaudio: l.cs Civilisatioııs du Sahara, Vervicr, i\iaraboul, 1967. 130 \

Alemdar'ın, insan toplunilarını belirli bir hedefe yönelmiş olarak algılamasının ürünü olarak, bazı yerel oluşumlar, kanı. mızca hem tersinden görülmekte, hem de bu oluşumlar sahip olmadıkları bir işievle donatılmaktadırlar. M.Ö. 3.000 yılları Alemdar'a göre «büyük uygarlıkların ortaya çıkmaya başladığı dönemdir.» (38) Uygarlığın büyüğü, küçüğü olamıyacağı inancı ile biz bu sözü büyük imparatorluklar biçiminde algılamaya eğilimliyiz. Alemdar'a göre, bu oluşumların ortaya çıkmasına temel etken, özellikle akarsulardan düzenli bir biçimde yararlanabilmek için, kanallar açılması, sulama bentlerinin yapılması gibi faaliyetlerin «kabileler birliği» tipinde bir örgütlenmenin olanaklarını aşması ve bu işlerin yapılabilmesi için bir merkezi devlet örgütüne duyulan ihtiyaçtır. Bize göre bu yorum oldukça gayecidir. İnsanların birarada yaşamalarını bir toplumsal sözleşme ( contrat social) kuramıyla açıklayan J.J. Rousseau gibi, Alemdar d~, devletin ve özellikle merkezin, en azından Orta Doğu'da ortaya çıkışını, sulamanın organizasyonu ile açıklamak istemektedir. Bu açıklama, İktisat Tarihi yazınında «hidrolik toplum» del)ilen ve Wittfogel'e ait olan bir yaklaşımla ilgilidir-(39). Wittfogel'e göre, sulamanının organizasyonunun önem kazandığı ilk tarımsal toplumlarda, bu amaca ulaşmak için merkez örgütlen-. mesi ortaya çıkar ve despotik bir karakter kazanır. Gerçekte ise, örneğin Mezopotamyadaki gelişmelere ilişkin çok ünlü iki arkeologun vargıları, olayın böyle olmadığına dair ciddi kanıtlar oluşturmaktadır (40). Bunlardan Schmökel'e göre, arkeolajik bulgular, Mezopotamyada artığın organizasy.onunu sağlayabilmek için önce kent örgütlenmesinin ortaya çıktığını ve bu kent- devletç~likleri arasınciaki savaşların imparatorluğun yani merkezin oluşmasına neden olduğunu bildirmektedir (41). Bir diğer ünlü arkeolog olan Childe'ın ise, Mezopotamya'da yapılan kazı sonuçlarını derlediği kitapta ulaştığı kanı, sulama. ' ('. (38) Alemdar, s. 17. (39) Karl Wittfo~el, Oriental Despotism, New 1-Iaven, Yale University. 1964. (40) Bkz.: 1-Ienri Frankfort, The Dirlh of Civilization in the Near East. Sumericnııe, Paris, Payot, 1964. ( 41) Schmökel, op. Cit., s. 62. \., 131

\.,.. işlerinin düzene sokulmasının, devlet örgütlenmesinden önce olduğudur (42). Sümer metinlerinden bazılarının ineelenmeleri bu konuda daha da netleşmemize olanak verebilir. Mezopotamyada merkezi devletin ortaya çıkmasından önce, kent devletleri halinde yaşamlarını sürdüren Sümer sitelerinde, lugal adıyla anılan kent yöneticisi (43) aslında kent yaşamına geçilmiş olmakla beraber hala etkinliğini sürdürmekte olan kabile örgütlenmesindeki, kabile şefidir ve bu niteliğinden ötürü kentin de yöneticisidir. Bunun yanında kentin diğer siyasal ve toplumsal örgütleri, kabile örgütü temeli üzerinde devam etmektedir. Bu olgunun ışığında, kent devletleri dönemine ait şu metin açıklayıcı olmaktadır. c yaptı Eridu kenti k,ralı Tann Enki'ye apsu- pesir'i (parlak kanalı)» (~4) Siteler arasında meydana gelen savaşlardan sonra ortaya çıkan merkezi devlet ise, artık. kanaldan çok tapınak yapımıyla uğraşmaktadır. «ülkenin ve dört cihanın çobanı için kuvvetli kral Ur kralı dört ci~anın kralı... tapınağını Onun sevgili tapınağını Ona yaptı.» (45) Bunların yanında, hidrolik toplum teorisinde ve diğer Asya. Tipi Üretim Tarzı teorilerinde, Doğu toplumlarında özel mül- :1 ' -.. (42)' V. Goı dön Childe, Doğu'nun Prclıistoryası, Ankara,... Tl'K Yayını, 1971, s.116-17. (43) Bu yerleşim alanlarına çağdaş çağrışımlar açısıudaıı kent demek ha lalıdır. Bu ilkel k.entlerin büyücek köyler olduk1arını Li1direliın. Bu konuda bkz.: Lewis Mumford, 1lıc City in History, New York, Harcourt Brace Jovanovich, 1961, s: 29 46. (44) Mebrure Tosun, Kadriye Yalvaç, S!imcr Dili ve Grameri. 1. cilt, Siimcrcedeıı Orııeklcr, Aı~kara, TTK Yuyıııı, 1981, s. 'ı. (45) lbid., s. 19. 132 \ \

\. kiyetin olmadığı i_nancı vardır. Bu inancın dayanağı,. sulamanın merkezi organizasyonu nedeniyle, toprakların. da merkeze ait olması gerektiğini çıkarsainasıdır. Oysa, gerçekte sulama merkezin ortaya çıkmasından önce gerçekleştirilmiş bir faaliyet olduğu gibi, (aksi halde, kurak iklimli Mezopotamyada tarım mümkün olamazdı.) topraklar üzerinde özel mülkiyet tüm, eski Mezopotamya tarihi boyunca gözlenen yaygın bir olgudur.. Bu konuda bir örnek: «Eğer bir adamın ekime hazır tarlasını bir (başka> adam tarla olarak işler (ve) ekerse dava edildiğinde (mütecaviz) bunu dikkate alınazsa o adam masrafları ödeyecektir.» «Eğer bir adamın ekime hazır 'tarlasını bir (başka> adam su altında bırakırsa ı iku'luk tarla için 3 gur arpa ölçecektir.» «Eğer bir adam ekime hazır tarlasını ekmek için bir adama verirse (o adam) onu ekmezse işe yaramaz tarla haline getirirse tarlanın her iku'su için 3 gur arpa ölçecektir.» (46) Alemdarla uyuşamadığımız ikinci konu ise, tarihsel olgula:... ra ilişkin bazı yaklaşımları nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Yazara göre, «Hindistan hatta Çin'le ticari ilişkiler vardı, ancak buralardan gelen lüks mallar Roma dış ticaretinin açık ver~esine yol açıyordu. Bu açık altın ödenerek kapatıldı. Roma büyük zenginlikler yaratmıştı ama zenginliğin belirli eller-. de toplanması kölelerin önce ayaklanmalarına CSpartaküs M.Ö. 73-71), sonra da Hıristiyanlığı benimsernelerine yol açtı.» (47) Bu çerçevede Alemda:rın, Roma çözülme sürecine ilişkin olarak ileriye sürdüğü görüşlere katılamıyoruz. Roma İmparatorluğu aynı veya benzer toplumsal ve ekonomik koşulların her bölgesinde geçerli olduğu bir siyasal ve ekonomik bütün olarak düşünmek, genellikle kaçınılamayan bir varsayım hatasıdır. Oysa, aslında Romanın Doğusu ve Batısı başlangıçtan itibaren farklı değişme çizgileri izlemişlerdir. Romanın Batısı, yaygın köle emeğine dayalı latifundium tarımı ve toprak mülkiyetinin Cumhuriyet dönemi siyasal eliti olan senatörlerin elinde olduğu bir doku oluştururken, İmparatorluğun Doğusu, Helenistik mirası sürdüre_rek, bu bölgedeki top- (46) - McLrurc Tosun, Kadriye Yulvaç, Sümcı', HaLil, Assuı Kanunları Ye Anıınİ - Şadu<rua Fcrnıam, Ankara, TTK Yayını, 1975, s.!j3. (lı7) Alemdar, s. 26. 133 _ \-.

rakların büyük bölümünün imparatorun elinde olduğu ve özgür küçük köylü mülkiyetinin egemen olduğu geleneksel dokusunu sürdürmüştür. Bu iki farklı oluşumun sonucu olarak, Batı Roma tarımı kendini dahi besleyemezken, Doğu, Batının hemen her türlü ihtiyacını karşılamıştır. imparatorluk fetihle kurulduğundan, Roma merkezi, eyaletlere (provinciaj İtalyamerkezci fitalocentriquej bir bakış açısından yaklaşmış ve onları bir ürün uzmanlaşmasına göre sınıflandırmıştır (48). Bu anlayışın sonucu olarak, tüm eyaletler, çok az şey üreten Roma ve İtalyanın her türlü ihtiyacını karşılayacak alanlar olarak görülmüşlerdir (49). Demek ki, Batı Roma ticaretinin açık vermesinin asıl nedeni, Hint ve Çin ile sürdürülen lüks ticareti olmayıp, Doğu Romadan ithal edilen zorunlu tüketim maddelerine karşılık Batının satacak malı olmaln:asıdır. Ayrıca, lüks ticareti Romanın son anlarına kadar devam ettikten başka, lüks malların talepçisi olan toprak maliki sınıf, bu ticareti Romanın çökmesinden de öteye, 8. yy.'ın sonlarına kadar sürdürmüştür (50). Roma dış ticaret açığının altın ödenerek kapatıldığı konusundaki yargıya da tam anlamıyla katılamıyoruz. Yayılma sa- 1' vaşlarının Roma için karlı olduğu dönemde, yani M.Ö. ı. yy.'ın ~ sonlarına kadar bu yargı doğrudur. Fethettikleri ülkelerdeki değerli madeniere de el koyan Roma, anılan süre içinde bu de ğerli madenieri _dış ticaretin finansmanında gerçekten kullanmıştır. Ancak, savaşların maliyetinin artması ve getirisinin düşıneye başlamasıyla birlikte bu olanak Roma için kaybolmuştur. Bu durumda, Roma dış açıkları gene kapatmıştır ama bu kez enflasyona başvurarak, M.S. ı. yy.'dan itibaren Batı Roma tarihi sürekli devalüasyonlar ve paranın ortadan kaybolması tarihidir. Diğer yandan, «Roma büyük zenginlikler yaratmıştı.» sozu bizce, İmparatorluğun Batısı için geçerli değildir. Batı Romada, «Roma ihtişamı»na ~anıt olarak gösterilen herşey tal~n savaşları sırasında, başka toplumlardan elde edilen zenginliklerle meydana getirilmiştir. Batı Roma'da egemen olan köleci sistem, ancak köle arzının sınırsız olduğu bir ortamda kendisini sür- (!is) Bertrand de Jouvcncl, Du Pouvojr, Paı is, Hachcttc, :t!)72, s. 87-8. (!ıd) J. Maillct, Histoirc des Institutions ct des Faits Sociaux. Paris, Dalloz, 1956, s. 330. (50) Henri Pirenİıc, Mahomct ct Charlcmagnc, Paı is, P.U.P., 1970. 134

dürebilirdi. Savaşların köle getirisinin düşmeye başlaması ve bunun sonucu köle fiyatlarının artmaya başlamasıyla, köle emeğinin verimsizliği ve bir zenginlik yaratamıyacağı açığa çıkmıştır. Yine köle arzının azalmasının sonucu olarak, köle emeğinin kendini dahi yeniden üretmeğe yetmediği görülmüştür. Co~umella'nın fjkrine göre, Batı Roma toprakları için en uygunu iyi otlaklar haline getirilmeleridir (51L Buğdayını 1'Aısır ve Afrika'dan, üzümünü ve şarabını Boetika ve Sikladlardan alan, zeytinyağını Yunanistan'dan getiren, elbiselerini bulunmaz Suriye kumaşlanndan diktiren Roma'nın Batısı, ilk çağın en büyük tanıncısına da sahiptir ve o da Batı Roma'da tarım yapılabileceği kanısında değildir. Çünkü köle emeği ile birşey elde edilememektedir (52). Bu koşullar altında, Roma'nın Batısın~n ayakta kalmasının köle emeği sayesinde değil de, köle emeğine rağmen olduğunu ileri sürebiliriz. Roma'nın batısının zenginliğini sağlayan Toutain'in çok aydınlık bir biçimde ortaya koyduğu gibi, Pax Ronıana'dır (53). Tüm Akdeniz dünyasını aynı siyasal birlik içinde birleştiren Roma, sadece Jandarmalığını üstlendiği bu oluşumda tüm bedeli Doğuya ödetmiş ve bu sayede milyonlarca köle barındırabilmiştir. Bu açıdan, Alemdar'ın Spartaküs ayaklanmasını zenginiik Ierin belli ellerde toplanmasına bir köle tepkisi olarak açıklamasına katılamıyoruz. Kanımızca, Roma tarihi içinde çok ender o~arak görülen köle ayaklanmalarından biri olan bu isyanın temel nedeni, fetih savaşlarının giderek daha uzaklara taşınması sonucu kölenin pahalılaşmasıdır. Köle emeğinin aşırı verimsizliği varsayımı altında, bir de pahalılaşmaları durumunda, köleler özellikle madenierde aşırı çalıştırılınaya başlanmıştır. Spartaküs ayaklanması, bu çerçevede sadece aşırı çalıştınlmaya karşi spontane bir tepkiden başka birşey olmayıp, bu harekette, siyasal veya toplumsal bilinç görmek kanımızca yakıştırmadır. Roma'nın Doğusu ile Batısı arasındaki farklılıkların ayrıntı düzeyinde olmayıp, tamamen farklı iki dünyadan. bahsedile- (51) Columclla, De He Hustica'daıı Hob( ı'l La\nuelıc. The Birtlı of \Vl'S tem Ecoııomy, Londoi1, ~Icllmeıı, J DG7, s. lı.. (52) loc. eil. (53).Jacques Toulniıı, L'Economic Anticıuc, Paris, La Rcnaissnııcc du Livr~, 1932. 135

bilecek düzeyde olduğunu daha önce vurguladık. Bu nedenle, Alemdar'ın «Bizans ya da Doğu İmparatorluğu, ortadan kaldırılan Roma İmparatorluğunun yeni bazı özelliklerle devamından başka birşey değildir.» (54) cinsinden önermesine katılmadığımızı bildirelim. Alemdar'ın Roma tarihine ilişkin olarak getirdiği açıklama-. lardan katılmadığımiz bir diğeri de, Roma posta örgütünün altyapısına ilişkin alanıdır. Yazara göre, Roma posta örgütü askeri yollar üzerinde civitates, mutationes ve mansiones adlarını alan üç cins istasyonla teçhiz edilmişti. Bu istasyonların diğer işlevleri i'şaret edilmediğine göre, bizce, yazarın kanısı bunların sadece posta örgütüne ait olduğudur. Aslında, İmparatorhİk döneminin başlanndan itibaren (M.S. ı. yy.'dan itibaren) Batı Roma ekonomisi bunalım içine girmiş-. tir. Dış ticaretin sürekli açık vermesi, köle kaynağının kuruması gibi nedenlerden ötürü, Batı Roma sürekli enflasyonist poli- tikalara sahne olmakta ve değerli madenler bir daha gün ışığı-. na çıkmamak üzere gömülmektedir. Bu uzun bunalımın noktalanması 301 yılı~da reformcu imparator Diocletianus'un çıkardığı kararnamedir. Nakdi vergi toplamının olanaksızlığı karşısında im parater tüm vergilerin ayni (in na tura) toplanmasını emretmiştir.. Vergilerin ayni olarak alınması, bürokratların ve ordu mensuplannın da ücretlerinin ayni ödenmesi zorunluğunun ortaya çıkmas:ı,na neden olmuştur. Tüm vergilerin ayni hale gelmesi, bunların depolanması' sorununu dogurmuştur. İşte bu soruna çözüm getirmek amacıyla Roma yollan ( cursus publicusj boyunca, devlet depoları (mansionesj yapılmıştır. Diğer yandan, kara ulaşımı son derece pahalı olduğundan, yollar boyunca kurulan mansione sıklığı 20 km.'de bire kadar yükseltilmiştir. Yine, ulaşırnın pahalılığının bir sonucu olarak, devlet memurlanna ve askerlere, ayni maaşlarını en yakın mansione'den alabilmeleri için kuponlar verilmiştir. Memurlar bu kuponlar karşılığı, mailann buğday paritesine göre, her türlü ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı (55). (54) Alemdar, sb 27. (55) Frank William Walbank, <<Trade and Iridustry Undcr the Later Roman Empire in the West~, M. Postan and E.E. Rich (eds.) The Cambrid~e Economie History of Europc, Cambridge, University Press, 1952, vol. II, s. _64. 136

Civitates. ve mutationes ise, sadece posta örgütünün birer parçası olmayıp, Roma yollanndan yararlanan sivil asker tüm devlet görevlilerinin kullanımına açık istasyonlardı. Aynı çerç,evede, Alemdar'ın sadece curcus publicus sistemi için geçerli olduğunu düşündüğü angariae ve parangariae uygulamalan da Batı Roma'nın nakdi ekonomiden ayni ekonomiye geçmesinin ürünüdür. ihtişamlı dönemlerinde ve devlet gezamanlarda, Roma kentinin lirlerinin kolaylıkla sağlanabildiği ı milyona varan işsiz halkını meşgul etmek için görkemli yapılar inşaatına girişen Batı Roma, 3. yy.'da en gerekli onarımlan bile yaptırabilecek kaynaklardan yoksundur. Bu durum karşısında, gittikçe totaliterleşmekte olan devlet, tüm kamu inşaatlarının yapılabilmesi için inşaatın yer aldığı bölge halkına angarya uygulamış ve bu kapsam çerçevesinde yolların da idame ve inşası da bu yolla sağlanır_ olmuştur. Diğer yandan, vergile-. rin ayni olarak toplanması bu vergilerin devlet depolarına taşınmasını büyük bir sorun haline getirmiştir. Bu durum karşı.sında, ayni vergileri devlet depolanna taşıyabilmek için büyük çapta angaryaya başvurulmuştur. Ancak, verginin angarya yoluyla taşıttınlması büyük oranda fire verilmesine neden olmaktaydı. Salvioli'nin hesaplarına göre, verginin 2/3'ü taşıma sırasında ziyan olmaktaydı (56). Bu kaybın taşıma teknolojisinin geriliğinden meydana geldiğini göremeyen bürokrasi, bunu ön-. lemenin yolu olarak angarya süresini artırmayı düşünmüştür. Böylece, Batı Roma'da devlet angaryalannın büyük bölümünü vergi taşımaları oluşturmuştur. Alemdar'ın Batı Roma'nın ortadan kalkmasından sonraki dönemi açıkl.arken, «Roma İmparatorluğunun kültürlü dünyası >- yerine yan göçebe, okumasız yazmasız bir uygarlık getiren Cermen istilası (düzenli> haberleşme geleneğini ortadan kaldırdı. Devlet kavramından yoksun barbar krallıkları, 5. yy.'dan.9. yy.'a kadar devlet posta servisinden habersizdiler.» «Roma İmparatorluğunun ortadan kalkmasıyla beliren tablo buydu. Bu olumsuz görünüm haberleşme için olduğu kadar, onu çok yakından ilgilendiren, hatta biçimlendiren toplumsal ortam için de geçerliydi. 909. yılında Trosly' de toplanan He im s piskoposlan kentlerin terkedilmesinden, manastırlar~n yakılıp (56o Ferdinand Lot, La Fin du Monde Antique ct le Dchut du Moyeıı Age, Paris, Albin Michel, 1968, s. 67. 137

yıkılmasından, tarlaların başıboşluğundan yakınıyorlardı., (57) biçiminde anlattıklarına da katılamıyoruz. Roma İmparatorluğunun «kültürlü dünyasının» barbar Cermenlerce yıkıldığı çok yakın bir kanaattir, ama gerçek değildir. Roma'nın barbarlada ilişkisi, bir siteden büyük bir imparatorluğa doğru dönüşrneğe başladığı tarihlerden itibaren ortava çıkmıştır. Bir kez, Roma kölelerinin büyük çoğunluğu barbar kökenlidir. Diğer yandan, ı. yy.'ın sonlarından itibaren, Roma 'topraklarının emek açlığı içinde girmesiyle meydana gelen açık, büyük oranda barbarlar tarafından kapatılmıştır (58). Bunun ötesinde, özellikle Diocletianus reformlarından sonra ordu ve bürokrasinin elemanlan çok büyük oranda barbarlar arasından sağlanınıştır. Son dönem Roma imparatorları arasında barbar kökenli olmayanı yoktur. Aslında genellikle sanılanın aksine, emek açlığı içinde çökmekte olan Roma barbarlar tarafından yıkılmamış, aksine onlar Beri'in deyimiyle Roma'nın çöküşünü geciktirmişlerdir (59). f Bütün bunların ötesinde, Roma'yı yıkan barbar istilalarından söz etmek de bize pek doğru gözükmemektedir. Çünkü, 500 yılı için yapılan bir hesaplamaya göre, bu tarihte Batı Avrupa' da mümkün en fazla barbar nüfusu, yani RomalıJaşmamış ve yeni gelen nüfus, ı milyon olabilir (60). Aynı dönem için Batı Roma nüfusunun 30 milyon olarak hesaplandığı (61), düşünülürse, barb~rların Roma kültürünü yok edecek güçte olmadıkları açıkça ortaya çıkar. Ayrıca, barbar krallıklarının böyle bir niyetleri de hiçbir zaman olmamış ve tüm barbarlar, yıkılan Roma'yı ihya etmenin çarelerini aramışlar?ır. Tüm Batı Roma nüfusu içinde % 3'lük bir oran oluşturan barbarların var olan.. sistemi benimsemekten başka olanakları yoktur. Ayrıca, barbarların devlet kavramına sahip olmadıkları da Roma okulundan yetişme olan tüm barbar ne pahasına olursa olsun bir merkezi devlet oluşturma 'bizce doğru değildir. kralları (57) Alemdar, s. 29 - :w. (58) Alfoııs Dopsclı, The Economic and Social Foundations of Europe:uı Civilization, London, Kcgan Pa u 1, 1937, s. 5 t. (09) Emmanuel Beri, Euı opc ct Asic, Paris, GalliınanL 1 9GD, s. 2f)- :w. (60) J.C. Russell, Population in Euroie 500-1500, London. J!)(30. s. 21' den PcıTy Anderson. Passagcs from Anliquily lo Feudulism, Loııdoıı, NLB, :1977, s. 1 1.3. (61) Cameron, op, cit., s. 1.90; Jacques Pircnn c, Les Graıuls Couranls de l'histoirc Uııivcrscllc, NcudıM.cl, Ed. de Baconııiôrc, 1 D'ı7, s. lı2g. 138

gayreti içindedirler. Fakat, Roma'nın 3. yy. oluşumlan içinde güçlü bir biçimde belirmeğe başlayan feodalleşme eğilimi güçlü bir merkezin oluşmasına izin vermemektedir. Fakat bu olumsuz koşullara rağmen, Franklar, 6. yy.'dan itibaren. gen~ de duruma egemen olarak 9. yy..'a kadar sürecek ve tüm Batı Avrupa' ya egemen olacak bir devleti kurup yaşatmayı başarmışlardır. Alemdar'ın Roma İmparatorluğunun ortadan kalkmasından _ sonraki tabioyu anlatmak için Bloch'a dayanarak anlattıklan, aslında 10. yy.'ın başlarına ait olup, Roma merkezinin ortadan kalkmasından.5 yüzyıl sonrasına aittir. Yazarca, Roma'nın ortadan kalkmasından sonra ortaya çıktığı ileri sürülen tablo, aslında adına, tarih yazınında, ikinci barbar göçleri denilen ve " Frank imparatorluğunu yıkarak Avrupa'yı gerçek anlamda devletsiz bırakan, dönemin tablosudur (62>. Alemdar'ın Türk - İslam tarihi konusundaki bazı görüşlerinin eleştirisine geçmeden önce, yazarın Batı tarihine ilişkin verdiği bilgilerden katılamadığımız bir iki ufak noktayı da bildirmek istiyoruz. Yazar, kitabının 20. sahifesinde atlı postaya Perslerin angareion adını verdiklerini bildirmektedir. Oysa, bu persçe bir kelime olmayıp Yunancadır ve Herodatosun diğer tüm ülkeler için yaptığı gibi yerel adları yunancalaştırma gayretinin sonucudur. Bu.gayretin bir ürünü olarak, bugün eski Mısır'a ait birçok özel adı Mısırcalarıyla değil de, Herodotos'un adlandırdıklarıyla tanıyoruz (63). Bunun gibi, 22. sahifedeki, eski Yunanın küçük Cumhuriyetiere bölünmüş olduğu ifadesi de bizce doğru değildir. Çünkü, eski Yunanda devletlerin ölçeği gerçekten küçüktü ama, bunların hepsinin Cumhuriyet olduğunu söylemek mümkün değlldir (64). 31. sahifede yer alan ve XI. Louis'nin feodaliteye son vermeye uğraştığına dair ifadeyi, feodalite bir üretim tarzı olduğundan ve ona bir kralın son vermesi mümkün olmadığından, '. (62) Bu konuda bkz.: H. Pircnnc, op. cit., passim. ve Marc Bloclı, La So cicte Fcodalc, Paı is, Albin Michel, 1968, s. 23-9G. (63) A. Morct, Le Nil cl la Civilisation Eg-ypticnııc, Paris, La Heııaissance du Livre, 1926. (64) Gustove Glotz, La Civilisation Egccnnc, Paris, La Hcnaissaııec du Livre, 1923. 1'39

biçiminde algıla biz yerel yetkilere son vermeye uğraşıyordu mak istiyoruz. Bir de 35. sahifede yer alan «en ucuz fiyat» sözünün biz iktisatçılan-' üzdüğünü belirtmek isteriz. Çünkü, fiyat bir malın kendisi olmayıp, sadece değerini belirleyen bir ölçü olduğundan, ancak yüksek veya düşük cinsinden sıfatlandırılma.sı gerekir..',.~... Alemdar'ın kitabında Batı oluşumlarıyla ilgili olarak katıl madığımız son nokta da gazete tarihiyle ilgilidir. Yazara göre, «İlk gazete 1605 yılının Mayısında Hollanda'da Abraham Verhoeventarafından Anvers kentinde çıkartıldı. 15 günlük Nieuwe Tydinghen adlı bu gazete daha sonra düzensiz bir biçimde çıktı, ama yayının süreli hale gelmesi konusunda ilk adım atılmış oldu.» (65) Önce bu ibaredeki maddi hataları belirtmek istiyoruz. Bilindiği üzere fransızcası Anvers ve flamancası Antwerp olan kent Hollanda'da değil Belçika'dadır. Tarihsel adı Flandre olan ve kültürel bakımdan Hollanda'yla pek fazla bir ilgisi olmayan bir bölgede yer alan Anvers kenti, daha çok Fransız kültürel çevresindedir. Bunun dışında, tarihte hiçbir zaman Anvers Hollanda topraklan içinde yer almamıştır. Bizce bu hatanın kaynağı Türk aydıı;ı çevrelerinde Flandre'ın ısrarlı bir biçimde Hollanda'nın bir parçası olduğunun sanılmasından kaynaklanmaktadır. İkinci olarak, ilk gazete olduğu söylenen gazetenin orijinal adı Niuewe Tijdinghen'dir (66). İlk gazete konusunda da kesin bir bilgi vermek güçtür. An- - ~ - cak eğer kıstas, düzenli bir yayın ise, sanırız ilk gazete Osmanlı- Venedik sayaşı sırasında, 1563 yılında Venedik hükümeti tarafından çıkartılan ve savaş haberlerini günlük olarak yayınlayan fogli d'avissi'dir. Bu gazetenin halk önünde okunınası sırasında dinleyenler bir gazeta ücreti ödediklerinden,_ sonradan birçok dilde _periodik yazılı haber bültenlerinin bu adla anılması adet olmuştur (67). Gazeteyi belirleyen kıstas olarak yazılı olmanın ötesinde, çok sayıda basılıp satılması, alınırsa, ilk gazetenin Niuewe Tij- (65) Alemdar, s. 88. (66) ~History of Publishing»-, Encyclopaedia Brittanica. c. 15, s. 236. (67) loe. cit. 140