Empresyonizm Akımı Özellikleri ve Temsilcileri İzlenimcilik veya empresyonizm, 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan ve bütün sanat dallarını, özellikle resmi etkileyen akım. Doğadaki unsurların kişinin içinde oluşturduğu izlenimleri, duygusal izleri yansıtmayı hedefler. Bu akım içerisinde yer alan sanatçılar, doğayı objektif bir gerçek olarak değil, kendilerinde yarattığı izlenimi resme (veya edebi esere) aktarırlar. Resimde izlenimcilik, özellikle ışık ve renkten kaynaklanan görsel izlenimleri yansıtmayı hedefler. Resmedilen nesnelere veya olaydan çok günün belirli bir zamanına özgü ışığın sanatçı üzerinde yarattığı izlenimlere önem verilir. Akımın öncüleri Claude Monet ve Camille Pissarro'dur. İzlenimcilere göre sanatçı doğrudan doğruya gerçeği değil, gördüklerinin kendisinde uyandırdığı duygu ve düşünceleri esas almalı, gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci plana atarak, kişisel yorumu ön plana çıkarmalıdır. İzlenimcilikte, yorumlar ve izlenimler, sanatçıdan sanatçıya değiştiği ve her sanatçı eserinde kendinde oluşan duyguyu ve izlenimi anlatacağı için, meydana getirilen edebî eser, yazarın veya şairin kişiliğine dair izler taşır. Empresyonizm Nedir? (Özet) ; İzlenimcilik anlamına gelen empresyonizmde sanatçılar dış dünyaya ait olanı; ışığı, renkleri, tepkileri, hüzünleri işlemekte ve yakalanan anlık konuları resmetmektedir. Bu akım ışık ile resim yapma olarak tanımlanmaktadır. İzledikleri temel kaynak güneştir. Konu ışık yansımaları arasında kaybolmuştur. 17. yüzyılda doğan Barok üslup, hayli değişmiş olarak 18. yüzyılda da varlığını sürdürmüştür. Barok sanatın gölgeışık karşıtlığına dayanan çarpıcı, içe işleyici dramatik etkisi giderek kaybolmuş ve yerini daha yumuşak bir üsluba bırakmıştır. Bu dönemde ressamlar, atelyelerin loş ortamından çıkıp güneş ışığı altında resim yapmışlardır. Bu dönemin en önemli temsilcileri: Claude Monet, Auguste Renoir, Vincent van Gogh, Cezzanne, Toulouse Leatrec, Sisley, Camille Pissarro'dur. 1 / 5
Empresyonizm On dokuzuncu yüzyılda, Delacroix'nın, Corot'nun, Turner'in klâsik paleti bırakarak empresyonizmi, bel ki farkına varmadan, hazırlamışlardır.bu hazırlama, dört başı mamur bir ekol halinde 1874 yılında kurulacak, az zamanda resim dünyasını etkisi altında bırakacaktı. Hepsi 1830 ile 1841 arası doğmuş bir grup genç ressam 1860 yılında Paris'te buluşmuş, yeni bir akı mın temellerini atmıştı. Bu ressamlar Claude Monet, Camille Pissaro, Sisley, Guillaumin, Degas, Cezanne, Berthe, Morizot ve Bazille idi. Genç ressamlar, birlikte çalıştıkları akademilerin öğretim sistemini benimsemiyor, artık eskimiş, dev rini kapatmış çalışma metotlarından kaçmak istiyorlardı. Koyu gölgelerle ağırlaşmış çıplak model etütleri, antik heykellerden kopyalar, Rönesans estetiği nin soysuzlaşmış prensipleri yerine; taze, canlı, doğ rudan doğruya tabiattan ilham alan resimler yapmak istiyorlardı. Bu amaçlarına varmak için genç sanatçılar, hocaları Gleyre'e sırt çevirerek sehpalarını nehir kıyı larına, ormanlara, tabiat motiflerine götürdüler ve berrak, şeffaf, gün ışığını canlandıran tablolar mey dana getirmek isteği ile çalışmaya başladılar. Böy lelikle, birkaç yıl içinde, resim tarihinde eşlerine rast lanmaz, orijinal görüş ve teknikli tablolar meydana gelmiş oldu. 15 Nisan 1874 de genç ressamların kurdukları grup, Nadar fotoğrafhanesinin Capucines bulvarın daki büyük atölyesinde ilk sergisini açtı. Claude Monet'nin teşhir ettiği "Doğan Güneş, Empresyon" ad lı tablosu, genç grubun firması oluvermişti. "Empres yon", yani "Tesiretkiduygu" adı "Charivari" mi zah dergisi tarafından alaya alınarak yeni ressamlar "Empresyonist" TesirciDuygucu" olarak isimlendi rilmişti. Genç ressamlar bu alaydan gücenecekleri yerde, gerçekten "Duygu, etki peşinde koşmakta oldukları nı" söyleyerek mizah dergisinin taktığı bu adı kabul etmişlerdi. Claude Monet'nin "Doğan Güneş, Empresyon" diye isimlendirdiği, hararetli çekişmelere yol açan tablosu, gerçekten de Empresyonizm akımının bay raktarı olacak kadar devrimci, ihtilâlci bir eserdi. Claude Monet, bu tabloyu, sabah sisi içinde, Argenteuil'de, Seine Nehri kıyısından yapmıştı. Tablo yu mavi bir buğu kaplıyordu. Uzaktan, mavilikler içinden portakal rengi bir güneş doğuyordu. Tablo da her şey belli belirsizdi. Net, kesin resmedilmiş hiç bir biçim yoktu. Tablo, Claude Monet'nin deyimi ile, "tabiata açılmış bir pencere" idi. İngiliz ressamı Turner'in bazı eserleri bir yana, resim tarihi böylesine çalışılmış tablo görmemişti o güne kadar. Claude Monet ve arkadaşları biçimlerin, tabiat manzaralarının sertliğini, kesinliğini değil, ak sine, tatlılığını, yumuşaklığını canlandırmak istiyor lardı. Gerçekten de tabiatta bütün biçimler hava kat ları içinde yumuşamış, sanki erimiş gibi değil mi idi? Güneşin doğuşunda, batışında sular, kıyılar, ağaçlar, evler, hattâ insanlar atmosferin kâh mavi, kâh mor, sarı yada turuncu cıvıltısı içinde eriyor, maddelerini yitiriyorlardı. Hele uzaklar, arka plân lar büsbütün 2 / 5
siliniyor, hafif, bellisiz buğular halin de eriyorlardı. Günün her saati başka idi. Klâsik ressamların hiç ilgilenmedikleri bu başkalık, Empresyonist res samlara boyuna değişen, boyuna yeni âhenklere bü rünen bir hayal âleminin kapılarını açıyordu. Orman içleri, nehir kıyıları, köy evlerinin turuncu damları, yelkenliler, havada dalgalanan bayraklar, güneşli pırıltılar içinde gezinen beyaz entarili kadınlar, ekil miş tarlalar, tabiat ortasında, gün ışığı altında rast lanan bütün bu konular Empresyonist ressamların başlıca temaları idi. Empresyonistler atölye çalışmalarından kaçını yorlardı. Atölye ışığında her şey ağırlaşıyor, koyu gölgelere bürünüyordu. Atölye ışığı tabii, normal bir ışık sayılamazdı. Normal ışık, saf, pürüzsüz ışık dı şarıda, açık havada idi. Tabloların dışarıda, tabiat konusu karşısında meydana gelmeleri gerekiyordu. Empresyonistlerin atölyesi tabiatın kendisi, nehir kıyısı, ağaç gölgesi, tarla ortası idi. Empresyonistlerin çalışmaya başladıkları yıllar da bilim, renk fenomenlerini kesin olarak incelemiş, sonuçlandırmış bulunuyordu. Renk üstüne yapılan araştırmalar, Empresyonistler için teknik plânda sağ lam bir dayanma alam oldu. Güneş ışığında ne si yah vardı, ne de o güne kadar klâsik ressamların kul landıkları griler, kahverengileri, koyu tonlar, kıymet ler. Bundan ötürü, tablolara olanca parlaklıklarını vermek için, eski ressamların paletin deki bütün koyu renkleri atmak, yalnız güneş prizmasındaki altı, ye di rengi kabul etmek gerekti. Artık, bundan böyle ışıklar; sarı, turuncu, kırmızı, gölgeler mor, mavi olacaktı. Tablo, bir yandan sıcak, bir yandan soğuk renklerin denklendiği par lak, şeffaf, pırıltılı, cıvıltılı, bol ışık veren, güneşi duyuran bir alan olmalı idi. Tabloyu seyredenin gö zü kamaşması gerekti. Claude Monet'nin, Sisley'in, Camille Pissaro'nun. Renoir'ın, Guillaumin'in Bazille'in tabloları bu pren sip üstüne kuruldu. Bu prensip uzun yıllar halkça yadırgandı. Halk, deseni kesin olarak sınırlandırılmış, sert renklerden kaçınan, genel olarak siyaha, kahve rengine kaçan gölgeli, gerçekçi resimlere alışmıştı. Oysa, Empresyonizm bütün bu akademikleşmiş değerleri bir yana atıyor, seyirciye yepyeni bir dünya açıyordu. Empresyonist tablolarda desençizgi yapısı eski kesinliğini yitirmişti. Biçimler titrek, belirsiz sınır landırılmıştı. Desen, çizgi yapısının önemi ikinci, üçüncü plâna atılmıştı. Empresyonist tablolarda önem li özellik, gün ışığının parlaklığı, şenliği, cıvıltısı idi. Konu da önemini yitirmişti. Örneğin, Claude Monet, bir tarlaya diktiği şövaleyi yerinden oynatmadan, ay nı tabiat parçasına bakarak, onu, günün çeşitli saat lerinde büründüğü renkler içinde yorulmadan, bıkma dan resmedebilirdi. Aynı konu, aynı tabiat parçası sabah, öğle, öğle sonrası ve akşam başka başka âhenklere bürünüyordu. Böylelikle Claude Monet, ça lıştığı yerden kalkmadan dört, beş tablo yapmak ye niliğini getiriyordu. Empresyonistler boyayı tuval üstüne, eski res samlardan çok değişik bir teknikle sürüyorlardı. Boya karışımlarını azaltmışlardı. Belli bir "ton" u, bir renk kıymetini bulmak amacıyla birbiriyle karıştırı lan renklerin kimyevî barışmazlık yüzünden sonun da karardığını, şeffaflıklarını yitirdiklerini anlamış lardı. Bu yüzden karışımları azaltmışlar, üçten faz la rengi hamur haline getirmemeye çalışmışlardı. Da ha uzağa giderek, renkleri palette karıştırmadan tu val üstüne 3 / 5
yan yana sürüyorlardı. Böylelikle karışı mı, tabloya uzaktan bakan seyirci gözü yapıyordu. Örneğin, mavi ile sarı karışımından doğacak yeşil, bu renkler tuval üstüne yan yana sürülmekle sağla nabiliyordu. Bu tarz gerek mavinin, gerek yeşilin bütün kıymetleriyle canlı kalmasını, karışarak kir lenmemesini sağlıyordu. Tuval üstündeki yakınlıkla rı karşılıklı etkiyi doğuruyor, yan yana sürülmüş ma vi ile sarı, otomatik olarak yeşil rengi doğuruyor du. Empresyonist akımını iki yönden ele alabiliriz: Teknik bakımından başardığı devrim, duygu bakımın dan getirdiği taze hava. Teknik devrim gerçekten de pek önemli idi. Gü neş ışığındaki yedi rengi kullanmakla sağlanan renk lilik, parlaklık, klâsik sanatın siyah, kahverengilerini tarihe veriyordu. Empresyonist tablolar "tabiata açılmış birer pencere" gibi aydınlık, ferahtı. Artık ressamlar gece karanlığını hatırlatan ağır, koyu göl geler vuramazlardı. Empresyonist tablolarda uçu şan turuncu, sarı, mor, mavi renkler güneş aydınlı ğında kamaşan gözlere tablonun da göz kamaştırıcı olabileceğini gerçekleştiriyordu. Duygu bakımından Empresyonizm, adamakıllı eskimiş gelenekleri kökünden yıkıyordu. Konu, he le edebî, tarihî yada mitolojik konu ressam için ar tık önemli değildi. Ressamın başlıca ödevi herhangi bir sahneyi, bir olayı canlandırmak değildi. Bir ba kıma insan da resimdeki eski yerini kaybetmişti. İn san resmi, portresi, çıplak yada giyinik kadın vücu du yerine ele alınan tek konu tabiat idi. Ressamı bun dan böyle ilgilendirecek ancak tabiat olacaktı. Hem de açık, pırıltılı, güneşin olanca kuvvetiyle egemen olduğu bir tabiat. Empresyonist Ressamlar Claude Monet (18401926) Alfred Sisley (1839 1898) Camille Pissaro (18301903) Armand Guillaumin (18411927) Berthe Morizot (18411895) Frederic Bazille (18411870). Paul Cezanne (18391906), Edgar Degas (18341917), Renoir (18411919) gibi üç büyük ressamı da Empresyonist akımın çerçevesi içine almak gerekse de, bunlar kendilerine has özelliklerle yukarıda say dığımız ressamlardan ayrılıyorlardı. Cezanne, Empresyonizmin prensiplerini kabul etmekle beraber, tablonun biçim ve geometrik yapı sını da ele alıyor, böyle yaparken Kübizmin temeli ni atmış oluyordu. Cezanne'ın tabloları renk bakımın dan Empresyonist olmakla beraber, desence de sağ lamdı. Daha doğrusu, Empresyonistler renklerle eşyanın sınırını, desenini "eritir" iken, Cezanne bu renklerle hem atmosferin titreşimlerini, hem de eş yanın arkitektüral yapısını ifade etmek istemişti. Renoir manzara ressamı değildi, figür, portre, kompozisyon ressamı idi. Tabiat onun resimlerinde figürlere ekli bir dekordu. Renoir'a göre, ideal ko nu kadın vücudu idi. Kadın vücudunu ifade için bu ressamın Empresyonist kurallardan uzaklaşarak klâ sik resmin geleneklerine yaklaşması gerekti. Ama Re noir, örneğin Venedikli ressamlara benzerliğini, 4 / 5
Empresyonist paletten fedakarlıkla elde etmemiş, renk titreşimini figür ve portre tarzlarında tatbik etmek ustalığını göstermiştir. Degas, pastellerinde Empresyonistti, ama boya larında, hele tiyatro, bale, at yarışları gibi konular da geleneğe bağlanabilirdi. Ne var ki, Degas, kom pozisyon kurmada büyük yenilikler getirmişti. Ken dinden önceki hiçbir ressamın gösteremediği bir ce saretle ancak fotoğraf enstantanelerinde görülen ha reket canlılığını tablolarına aktarıyor, tablo çerçeve sinin dört yanını fotoğraf makinesinin objektifi gi bi kullanarak resmetmek istediği konunun en önemli parçalarını alarak kalanını sanki kırpıyor, harcıyordu. 5 / 5