FTR 131 PSİKOSOSYAL REHABİLİTASYON DERS NOTLARI

Benzer belgeler
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) Dr. Çağlayan Üçpınar Nisan 2005

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem.

Kayıp, Ölüm ve Yas Süreci. Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN

Meslekte Ruh Sağlığı. A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD

AFET PSİKOLOJİSİ. GEA Acil Durum Yönetimi Eğitimleri

Zorlu Yaşantılar Sonrası Stres Belirtileri (Travma Sonrası Stres Bozukluğu)

ÜMRANİYE REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

ECZACI GÜZİN VELİTTİN BEKRİOĞLU MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ

EMDR GÖZ HAREKETLERİ İLE SİSTEMATİK DUYARSIZLAŞTIRMA VE YENİDEN İŞLEME. (Eye Movement Desensitization and Reprossesing)

Ruhsal Travma Değerlendirme Formu. APHB protokolü çerçevesinde Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından hazırlanmıştır

Hem. Dr. SONGÜL KAMIŞLI Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Prevantif Onkoloji A.B.D. Psikososyal Onkoloji Birimi

Afetler, genellikle ani, yıkıcı, zaman sınırlı ve tüm toplumu etkileyen olaylardır.

UZ. DR. GÖNÜL ERDAL DAĞISTANLI

Böbrek Hastalıklarında Yaşanan Ruhsal Sıkıntılar; Yaşamı Nasıl Güzelleştirebiliriz? Prof.Dr.Oğuz Karamustafalıoğlu Üsküdar Üniversitesi

Palyatif Bakım Hastalarında Sık Gözlenen Ruhsal Hastalıklar ve Tedavi Yaklaşımları

Akıl hastalıkları sık görülmektedir. Her yıl yaklaşık her beş Danimarkalıdan biri şizofreni gibi bir akıl hastalığına yakalanmaktadır.

ERGENİM BEN!!! Nereden Çıktı Bu Sınav?

Sağlık Psikolojisi-Ders 8 Stres

YAŞLILIKTA PSİKO-SOSYAL YAŞAM

UYGULAMALI SOSYAL PSİKOLOJİ (Baron, Byrne ve Suls, 1989; Bilgin, 1999) PSİ354 - Prof.Dr. Hacer HARLAK

Depremin Psikolojik Etkileri

İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ

STRES ÇEŞİTLERİ. Duygusal Stres Yaşamımızı direkt etkilemeyip, dolaylı olarak etkileyen strestir.

UZMAN KLİNİK PSİKOLOG KAHRAMAN GÜLER DEPRESYON

STRES. Doç.Dr. Hacer HARLAK - PSİ

Doç. Dr. Fatih Öncü. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

REHBERLİK SERVİSİ. Anne-Babalar Okula Hazır Mıyız?

İş Yerinde Ruh Sağlığı

TRAVMA ÇOCUKLARDA TRAVMA SONRASI STRES TEPKİLERİ. Yukarıda özetlenen üç büyük kategori aynı olmakla. birlikte, TSS tepkileri çocuklarda yetişkinlerde

ÇOCUĞUNUZUN RUH SAĞLIĞI Bu yazıyla ilgilenip okuduğunuza göre bir yetişkin olmalısınız. Çocuğunuza sevginizi göstermenin ya da ona yardımcı olacak en

DEHB GÜNLÜK YAŞAM KAOS HALİNE GELDİĞİNDE

RUHSAL BOZUKLUKLARDA DAYANIKLILIK VE YATKINLIK DUYGU DIŞAVURUMU

HASTALIK VE HASTANEYE YATMANIN ÇOCUK VE AİLEYE ETKİSİ

Daha fazla bilgi için: freeserve.co.

ALARM DURUMUNDA BEDENİMİZDE MEYDANA GELEN BAZI ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER

OLAĞANDIŞI KOŞULLARDA PSİKOSOSYAL YAKLAŞIMLAR ve TERAPİ İLKELERİ. 21. TPD Yıllık Toplantısı ve Klinik Eğitim Sempozyumu Antalya, 2017

SOSYAL FOBİ. Sosyal fobide karşılaşılan belirtiler şu şekilde sıralanabilir.

Kardeş Kıskançlığı Nedir?

OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ

SINAV KAYGISI KİTAPÇIĞI

ERGENDE AİLE KRİZLERİNE MÜDAHALE. Prof. Dr. Emine Zinnur Kılıç

Yasemin ELİTOK. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi. Pediatrik Hematoloji-Onkoloji BD, Erzurum

Dr. Genco USTA Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı

DAVRANIŞ BİLİMLERİ STRES

DEHB GÜNLÜK YAŞAM KAOS HALİNE GELDİĞİNDE

ÇOCUK İHMAL VE İSTİSMARI RUHSAL DEĞERLENDİRME FORMU. Temel Yakınmalar. . Üniversitesi Çocuk Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi Çocuk Koruma Birimi

MESLEKTE TÜKENMİŞLİK SENDROMU

Yaşam Sonu Bakımda Kültürel Yetkinlik, Bakım Vericinin Desteklenmesi. Nesibe YEŞİLÇAM

EVLİLİK ÇATIŞMASI VE ÇOCUK

Psiko-Onkoloji Onkoloji Hastalarına Psikolojik Yaklaşım

Kanserli Hasta Yönetiminde Danışman Hemşirenin Rolü

OKULA BAŞLAMA SÜRECİ

ÇOCUKLARDA VE ERGENLERDE İNTİHAR GİRİŞİMİ

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI SINAV KAYGISI

Zihinsel Bozukluk Belirtileri ve Semptomları

ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI

Çocuk ve ergenlerde cinsel kötüye kullanımın belirtileri ve etkileri Çocuk ve ergenlerde cinsel kötüye kullanımı önlemek için yapmamız gerekenler

DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU. Dahili Servisler

SINAV KAYGISI. Sınav Kaygısının Belirtileri Nelerdir? * Fiziksel Belirtiler

BÖBREK HASTALIKLARINDA DUYGUSAL SAĞLIĞIN KORUNMASI. Yard. Doç. Dr. Satı BOZKURT

Akut dönemde psikososyal müdahaleler CEYDA YILMAZÇETİN UZMAN PSİKOLOG

İçindekiler. Giriş. Bölüm 1: MINDFUCK ya da olasılıklarımız ve gerçek yaşamımız arasındaki boşluk 15

ÜMRANİYE REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

Okul Temelli Psikolojik Destek Uygulamaları & Öğretmenler için Tükenmişlik ve Öz Bakım

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri

HAREKETLİ ÇOCUK DOÇ. DR.AYLİN ÖZBEK DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK PSİKİYATRİSİ AD. ÖĞRETİM ÜYESİ

HALKLA İLİŞKİLER KRİZ DÖNEMLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER

TRSM de Rehabilitasyonun

Stressiz Yaşam Mümkün mü?

OSMANGAZİ RAM NİSAN AYI BÜLTENİ PSİKOLOJİK DANIŞMA VE REHBERLİK BÖLÜMÜ ÇOCUK VE ERGENLERDE STRES ÇOCUK VE ERGENLERDE STRES

Çocuklarınızın öfkelerini kontrol etmelerinde ve uygun yollarla ifade etmelerini sağlamakta aşağıdaki noktaları göz önünde bulundurabilirsiniz.

Yaşlılarda düzenli fiziksel aktivite

Klinik Psikoloji: Ruh Hali Rahatsızlıkları. Psikolojiye Giriş. Günümüz Kriterleri. Anormallik nedir?

EĞİTİME İLK ADIM MODERN PDR

MÜLTECİ ÇOCUKLARIN RUH SAĞLIĞI İHTİYAÇLARI HAKKINDA

Gelişim Sürecinde İstismarın Ruhsal Etkileri. Prof. Dr. Runa İdil Uslu Ankara Üniv. Tıp Fak. Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi A.D.

Bu bozukluk madde kullanımına veya genel tıbbi durumdaki bir bozukluğa bağlı değildir.

Yaşlılarda İntihar Davranışı ve Müdahele İlkeleri. Prof. Dr. Çınar Yenilmez Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD

KANSER VE CİNSEL YAŞAM

Tedavi sürecinde sık sık evden ve okuldan uzak kalmak, alıştıkları sosyal destekten uzak kalmalarına sebep olur. Bazı çocuklar içe kapanabilir.

OKULA BAŞLARKEN OKULA BAŞLAMA SÜRECİ

Zeka Gerilikleri Zeka Geriliği nedir? Sıklık Nedenleri

yukarıda olduğu psikolojik bir durumdur.

Ruhsal Bozukluklar ile İlgili Sık Görülen Yanlış İnançlar ve Gerçekler. Osman SEZGİN

OKUL KORKUSU VE OKULA UYUMDA AİLE

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI AİLE İÇİ ŞİDDET

Anksiyete ve gerginlik veya endişe. Eminim bunu son zamanlarda hepimiz yaşıyoruz.

HIV SÜRECİNDE DEPRESYON VE OLASI İLİNTİLİ DURUMLARI ELE ALMAK. Dr. M.Kemal Kuşcu. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD

Fark edilir bir kilo kaybı. Gün geçtikçe içe kapanma eğilimi. Aşırı derecede spor yapmak. Kilo almaktan şiddetle korkmak

Bağımlılık-Bağımsızlık. Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN

TRAVMA. Travmanın Etkileri

Psikolog Seda BİLGEN IŞIK İÇİNDEKİLER: 1. TIRNAK YEME 2. ÇOCUKLARDA BİLGİSAYAR KULLANIMI 3. SINAV KAYGISI 4. KAYNAKÇA

Can kardeş Rehberlik ve Psikolojik Danışma Birimi Nisan Ayı Rehberlik Bülteni Can Velimiz ;

Travmaya Maruz Kalmɩş Çocuklarda Saldɩrganlɩk. Victoria Condon and Panos Vostanis

Sevgili Anne ve Babalar;

Özgüven Nedir? Özgüven Eksikliği Nedir?

Baş ağrısı, başta ve bâzen de boyun veya sırtın üst kısmında gerçekleşen ağrılara verilen ortak isimdir. Yaygın ağrı şikâyetlerinden biridir ve hemen

BİRİNCİ BASAMAKDA PSİKİYATRİ NURAY ATASOY ZKÜ TIP FAKÜLTESİ AD

Transkript:

FTR 131 PSİKOSOSYAL REHABİLİTASYON DERS NOTLARI 1. PSİKOSOSYAL REHABİLİTASYON TEMEL KAVRAMLAR Psikososyal Rehabilitasyon (PSR), bir engellilik, fiziksel rahatsızlık ya da ruhsal rahatsızlık nedeniyle ruhsal sıkıntı yaşayan kişilerin, yaşadıkları güçlüklerle daha sağlıklı baş etmelerini, yaşam kalitelerinin artırılmasını ve toplum içerisinde bağımsız yaşam becerilerini sürdürebilmelerini hedefler. PSR çerçevesinde bir kişinin iyileşmesi ya da yeniden ayağa kalkması, objektif olarak, hastalık semptomlarının ortadan kalkmasına, sosyal işlevsellikte ve yaşam kalitesinde artışa, kişinin hastaneye ve diğer klinik hizmetlere başvuru sıklığının azalmasına ve bu tablonun tutarlı bir biçimde devam etmesine işaret etmektedir. Ancak, objektif kriterler iyileşme ve yeniden ayağa kalkmanın tek ölçütü değildir. Kişi her ne kadar objektif olarak bu kriterleri karşılar görünse de kaybettiği benlik saygısını henüz geri kazanamamış olabilir. Bu durum, iyileşme ve yeniden ayağa kalkmanın sübjektif belirtilerine işaret etmektedir. Biyopsikososyal model, davranışı etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörleri bir arada ele alarak disiplinler arası bir bakış açısının ve iş birliğinin önemine vurgu yapar. Buna göre, PSR kapsamında kişinin hastalığının ve tedavi sürecinin (biyolojik faktörler) yanı sıra, bu süreci etkileyen kişilik özellikleri ve baş etme mekanizmaları (psikolojik faktörler) ile ailenin desteği, sosyal destek ve toplumsal kaynaklar da ele alınmaktadır (sosyal faktörler). Bu nedenle bir PSR uzmanı sadece hastalık ve tedavinin gidişatıyla değil, bu sürecin kişinin hayatına nasıl etki ettiğine bütüncül bir bakış açısı ile yaklaşır. Tıbbi modelden farklı olarak, PSR müdahalelerinin merkezinde hastalık, semptom, engellilik vs. değil, birey yer alır. PSR, iş yaşantısından boş zaman aktivitelerine kadar, bireylerin hayatının her alanıyla ilgilenmektedir. PSR nin kapsamı içerisinde bireylerin güçlü yanlarının ortaya çıkarılması ve desteklenmesi, böylelikle kişinin yaşadığı zorlukların olumsuz etkilerinin telafi edilebilmesi yer alır. Bunun yanı sıra, kişinin aldığı hizmetlerin organize edilmesi, kişilerin yaşamlarının düzenlenmesine ve mevcut yaşam koşullarının iyileştirilmesine yardımcı olunması (örn., kişinin ev, iş, arkadaş bulmasına ya da bir eğitim almasına yardımcı olmak) ve bireylerin maruz kaldığı ayrımcılığa, damgalanmaya (stigma), kaliteli sağlık hizmetlerine erişim imkanlarının sınırlılığına ve evsizlik, yoksulluk gibi sosyal problemlere dikkat çekilmesi, bu problemlere karşı mücadele edilmesi PSR kapsamında yer alan diğer başlıklardır. PSR nin tarihçesine kısaca bakılacak olursa; 1930 larda İngiltere ve SSCB de, ruhsal rahatsızlık yaşayan ve akıl hastanelerinde bulunan kişilere yönelik damgalamaya karşı yeniden sosyal hayata katılım programı olarak başlamıştır. 1948 de New York ta açılan Fountain House la birlikte, rehabilitasyon ihtiyacı içerisindeki kişilerin bir arada yaşadıkları ya da çalıştıkları, iş/yaşam alanı içerisindeki sorumlulukları bölüştükleri yerlerin sayıları giderek artmaya başlamıştır. 1950 lerde antipsikotik ilaçların yaygınlaşmasıyla birlikte büyük akıl hastaneleri boşalmaya başlamıştır. 1970 lerde akıl hastanelerinin boşaltılması hareketi ve toplum ruh sağlığı merkezlerinin artmasıyla birlikte ruhsal rahatsızlığı olan on binlerce kişi topluma kazandırılmıştır. Bu durum, psikiyatrik hastalarla ilgilenilmesi mesuliyetini hastanelerden alıp

topluma verilmesine neden olmuştur. Toplum ruh sağlığı merkezleri, ciddi psikiyatrik problemleri olan kişilerin ihtiyaçlarına yeteri kadar karşılık veremediği için bu kişiler zaman zaman tekrar hastaneye yatmak zorunda kalmışlardır. PSR uzmanları, akıl hastanelerinin boşaltılması politikasının ötesine geçip akıl hastanelerinin kapatılması politikasını benimsemişlerdir. Bireylerin ihtiyaçlarının gözetilmesi ve müdahale, PSR programlarının temel hedefi haline gelmiştir. Yaşam alanı programları, barınma destekleri, meslek edindirme eğitimleri, çalışma ve eğitim programları, krize müdahale gibi müdahale örnekleri, PSR hizmetleri arasında yer almaktadır. Toplumsal destek sisteminin 10 temel bileşeni, ruhsal rahatsızlık / sıkıntı yaşayan bireylerin tespit edilmesi ve bu kişilere ulaşılmasını, ruhsal rahatsızlığın tedavisini, krize müdahale hizmetlerini, sağlık hizmetlerini, barınma olanaklarının artırılması ve iyileştirilmesini, maddi destek imkanlarının sağlanmasını, sosyal desteği: ailelerin ve yerelde toplumsal kaynakların güçlendirilmesini, rehabilitasyon hizmetlerini, bireylerin haklarının korunması ve savunulmasını ve vaka takibini içermektedir. PSR nin temel prensipleri şunlardır; Bütün insanların öğrenmeye ve gelişmeye yönelik bir kapasiteye sahip olduğu düşüncesine dayanır Rehabilitasyon sürecinin olmazsa olmazı umut etmektir. Herkes saygı görmeyi ve onurunun korunmasını hak etmektedir. PSR nin odak noktası bireydir. (hastalık, semptom, engellilik vs. değil) PSR sağlanan kişiler, rehabilitasyon sürecinin aktif bir parçasıdır ve rehabilitasyon sürecinde, kendi hayatları için giderek daha fazla sorumluluk alırlar. Hayatlarıyla ilgili kararları kendileri verirler. PSR günlük yaşam aktivitelerine odaklanır. Kişilerin yaşam kalitelerinin yükseltilmesi ve topluma kazandırılmaları için sosyal becerilerinin geliştirilmesi üzerine çalışmalar yapılır. PSR programları, kültürel farklılıkları ve hassasiyetleri dikkate alır ve saygıyla yaklaşır. PSR hizmetleri bireylerin ihtiyaçlarına göre dizayn edilir. Bu tür hizmetler, bireyler talep ettiği müddetçe ve istedikleri zaman erişilebilir olmalıdır. PSR nin temel hedefi, gerçekten gerekli olmadığı sürece hastane yatışlarının yapılmaması ve bireylerin topluma kazandırılmalarıdır. PSR, yerel toplumsal kaynakların önemine ve bu kaynakların güçlendirilmesi gerektiğine inanır. Mesleki rehabilitasyon, sosyal rehabilitasyon, barınma destekleri, yaşam alanları, krize müdahale programları ve vaka takip hizmetleri, PSR nin ayrılmaz birer parçasıdır. İnsanların bireysel kaynaklarının güçlendirilmesi, kendi hayatlarına ait karar verme yetilerinin desteklenmesi, verilen kararlara saygı duyma, toplumsal hizmet ağlarının oluşturulması ve sosyal destek, PSR nin olmazsa olmazıdır. Tıbbi model, hastalıkların tanı ve tedavisi üzerine yoğun eğitim görmüş tıp uzmanları tarafından bir rahatsızlığın semptomlarının giderilmesini hedefler. İlaç tedavisi ve hastaneye yatış, hastalığın tedavisi için gerekli olabilmektedir. Hastalardan sağlık personelinin otoritesini kabul etmeleri beklenir. Hastanın gündelik yaşamındaki işlevselliği temel odak noktası değildir. Ancak uzun süre hastanede yatmak, hastaların bağımsız yaşama ve baş etme becerilerinde kayıplara neden olabilmektedir.

PSR modeli ise, bireyin normal hayatını sürdürebilmesi için gereken işlevselliğine odaklanır; kişinin güçlü yanlarını, becerilerini, baş etme stratejilerini, aile/sosyal desteğini ve yereldeki toplumsal kaynakları anlamaya ve rehabilitasyon sürecine katmaya çalışır. Konunun uzmanı, danışanın kendisidir. Kişi, sağlıklı olmanın yanı sıra kendisini yeniden kazanmayı da hedefler (hayatına dair sorumluluk alma, kontrol sahibi olma, kendine verdiği değerin artması). PSR, danışana, hastalığın yol açtığı olumsuz durumların telafi edilebilmesi için yol göstermekte ve destek olmaktadır. İnsanların becerilerini, eksikliklerini ve ihtiyaçlarını (hangi alanda destek gerektiğini) anlamaya çalışır. Bu becerilerin güçlendirilmesi ve ihtiyaçlara yanıt verilebilmesi için kişiselleştirilmiş rehabilitasyon planları oluşturulur. Bireylerin davranışlarının, becerilerinin ve dışsal kaynaklarının değiştirilmesine odaklanılarak bireylerin damgalanma nedeni ile yaşadıkları sıkıntılarla baş etmeleri desteklenir. 2. STRES & STRESLE BAŞA ÇIKMA İnsanların zorlandıkları ya da tehdit algıladıkları belli olaylar ve durumlar karşısında (stresörler, stresli yaşam olayları) gösterdikleri psikolojik tepkiler STRES olarak adlandırılmaktadır. Bu tanımdan hareketle STRES teknik olarak bir duyguya işaret etmemektedir. Stres, bir duygu dan ziyade, rahatsız edici ya da yıkıcı durumlar karşısında gösterilen tepkileri tanımlamaktadır. Stresin kaynakları dışsal ya da içsel olabilmektedir. Dışsal stres kaynakları, travmatik olaylar, yaşam koşullarında gerçekleşen büyük değişiklikler (olumlu ya da olumsuz olabilir; evlilik, yeni bir işe girme ya da işten çıkartılma, vs.) ya da günlük, rahatsızlık verici olaylar gibi stresli yaşam olaylarına işaret etmektedir. Kişinin kendi iç dünyasında yaşadığı çatışmalar, sorgulamalar ve çözümlenmemiş problemler ise içsel stres kaynaklarıdır. Travmatik olaylar, insan deneyiminin olağan yelpazesinin dışına düşen ve aşırı tehlike arzeden durumlardır. Savaşlar, nükleer kazalar, doğal afetler, bombalama olayları, işkence, suç saldırıları, silahlı saldırı, çatışma, rehin alınma, trafik kazası, vb. gibi kişinin fiziksel bütünlüğünü ve yaşamını tehdit eden her tür fiziksel, cinsel ve psikolojik saldırı, travmatik olay olarak nitelendirilmektedir. Travmatik olaylar sonrasında, temel psikolojik inançlardan biri olan dünyanın güvenli ve adaletli bir yer olduğuna dair inanç sarsılır. Bu inançların sarsılması, olayın anlamlandırılmasını zorlaştırır. Stresli yaşam olayları değerlendirirken akılda tutulması gereken temel nokta, bir olayın stres yaratma düzeyinin kişiden kişiye değişmesidir. Yaşanılan olay ne derece kontrol edilemez, ön görülemez ve benlik saygısını tehdit edici olarak algılanıyorsa, yaşanılan stresin büyüklüğü de o ölçüde büyümektedir. Stres yaratan durumlar, her ne kadar zorlayıcı olsalar da üstesinden gelinebilir durumlarsa coşku, heyecan ve neşe gibi pozitif duygulara neden olabilirler. Stresli olaylar bir takım olumsuz duygulara da neden olabilmektedir (kaygı, öfke, hayal kırıklığı, üzüntü). Stres yaratan durumun sürekliliği ve belirsizliği ile başa çıkma stratejilerimiz, gösterdiğimiz psikolojik tepki üzerinde de belirleyicidir. Stres karşısında gösterilen en yaygın psikolojik tepki, kaygı (anksiyete) durumudur. Bunun yanı sıra, öfke, saldırganlık, duyarsızlık ve depresyon, stres karşısında gösterilen diğer yaygın psikolojik tepkilerdir. Stres nedeniyle konsantrasyon güçlüğü, dikkat dağınıklığı, karar

vermede, düşünceleri düzene sokmada güçlük gibi bilişsel problemler de ortaya çıkabilmektedir. Yüksek duygusal uyarılma düzeyi zihnin bilgi işleyişine etki edebilir. Stres karşısında gösterilen fizyolojik tepkiler ise sempatik sinir sisteminin aktif hale gelmesi ile ilgilidir. Bu sistemin aktif hale gelmesi ile birlikte, metabolizma hızı artar, kalp atışlarında artış gözlenir, gözbebeklerinde büyüme ve yüksek kan basıncı görülür, solunum hızı artar ve kaslarda gerilme yaşanır. Stres nedeni ne olursa olsun, vücut otomatik olarak acil durum hazırlığı yapar ve savaş ya da kaç tepkileri geliştirir. Bu tepkiler tamamıyla doğaldır ve kişiyi aktif ve uyanık hale getirdiği için oldukça gereklidir.vücudun gösterdiği normal düzeydeki bir stres tepkisi, yaraların iyileşmesi ve hastalıklarla mücadele edilmesi bakımından da önemlidir. Ancak bir müddet sonra (tehlike geçtikten sonra) parasempatik sinir sisteminin devreye girmesi ve vücudun rahatlaması, dinlenmesi ve fonksiyonların normale dönmesi gerekir. Stres etkenlerine sürekli olarak maruz kalındığında vücudun kaynakları tükenir ve kişi hastalık geliştirmeye açık hale gelir. Ülser, tansiyon, kalp rahatsızlığı, sindirim sistemi problemleri gibi stres kaynaklı ortaya çıkan bu rahatsızlıklar, psikofizyolojik bozukluklar olarak adlandırılmaktadır. Stresin neden olduğu rahatsızlıklar (özellikle koroner kalp hastalığı) birçok ülkede yaygın ölüm nedenidir. Neden bazı insanlar strese daha duyarlıdır? Psikanalitik kuram, zarar görebileceğimiz bir durum karşısında gösterilen makul tepki olan objektif anksiyetenin yanı sıra, gerçek bir tehlike durumuyla ilgili olmayan ve bilinçdışı çatışmalardan kaynaklanan nevrotikanksiyete olmak üzere iki anksiyete türü tanımlamaktadır. Bu kurama göre, nevrotikanksiyeteyi daha yoğun ve daha sık yaşayan kişiler, yaşam olaylarını «stresli» olarak yorumlama ve hissetme eğilimindedirler. Davranışçı kurama göre, kişiler stres tepkilerini belli durumlarla bağdaştırmayı öğrenmişlerdir. İnsanlar belli durumlara korku ve anksiyete ile tepki gösterebilir, çünkü bu durumlar geçmişte onların zarara uğramalarına yol açmış ya da stres yaratan olaylar olarak yaşanmıştır. Bilişsel kuram ise, İnsanların önemli olaylara atfettikleri anlamlarla ve nedensonuç açıklamalarıyla ilgilenir. Buna göre, atfetme tarzları, kişilerin olayları stres nedeni olarak değerlendirme ve zor olaylar karşısında çaresiz, depresif tepkiler geliştirme derecelerini etkiler. Strese karşı dirençli olma, dayanıklılık, anlam bulma ve baş etme becerileriyle ilişkilidir. Dayanıklılık, stres yaratan durumlar karşısında fiziksel/ruhsal hasara uğramamanın yanı sıra psikolojik ve fiziksel sağlıkla ilgilidir. Etkin, atılımcı, değişime açık, esnek karakter özelliklerine işaret etmektedir. Yaşama yönelik tutumları bakımından daha yüksek çaba gösteren, denetim duygusu olan ve değişime olumlu tepki veren, yaşamdaki zorlukları ve değişimleri bir tehdit olarak almaktan çok bir büyüme fırsatı olarak gören kişiler, stres karşısında dayanıklı olarak adlandırılır. Anlam bulma ise, kişilerin yaşadıkları stresli olaylara yükledikleri anlamlara işaret etmektedir. Travmatik bir olay ya da büyük bir acı/kayıp yaşayan kişiler, sıklıkla, olayın üzerinden zaman geçtikçe bu yaşadıklarından bir anlam çıkardıklarını ve hayatlarının olumlu anlamda değiştiğini rapor ederler. «Karakter olarak büyüdüm, olgunlaştım, değiştim» gibi.

Baş etme, stres yaratan durumlarla uğraşma sürecidir. Problem odaklı baş etme, duygu odaklı baş etme ve pozitif sosyal destek olmak üzere üç başlık altında değerlendirilir. Problem Odaklı Baş Etme, durumu değiştirmeye ya da gelecekte benzer durumlardan kaçınmaya yönelik bir yol bulmaya çalışma olarak tanımlanır. Duygu Odaklı Baş Etme ise, stresli durumun yol açtığı duyguları dengelemeye, düzenlemeye çalışma olarak nitelendirilir. Araştırmalar, değiştirilebilir durumlarda problemli odaklı başetme becerilerinin, değiştirilemez durumlarda ise duygu odaklı başetme becerilerinin daha etkili olduğuna dikkat çekmektedir. Son olarak, aileden ya da yakın çevreden alınan pozitif sosyal destek, insanları stres etkeni altında derin düşüncelere dalmaktan kaçınmaya yönelterek, strese duygusal bakımdan daha iyi uyum sağlamalarına yardımcı olur. Düşüncelere dalarak başa çıkmaya çalışma, inkar etme, yok sayma, mış gibi davranma ve kişinin, kimliğinin önemli unsurlarını bastırması ise olumsuz başa çıkma stratejilerine örnek oluşturmaktadır. 3. DURUMSAL YAŞAM KRİZLERİ I : KRİZ, KRONİK RAHATSIZLIKLAR & ENGELLİLİK Kriz, Bir olay ya da duruma bağlı olarak ortaya çıkan, bireyin başa çıkma becerilerini geçici olarak yetersiz kılan, yoğun bir belirsizliğin yaşandığı karmaşık dönem olarak adlandırılmaktadır. İnsan (organizma), dış çevre ile homeostatik bir denge sürdürme çabasındadır (Caplan, 1946). Bu denge fizyolojik ya da psikolojik etkenler tarafından tehdit edildiğinde (bozulduğunda), insan (organizma) tekrar dengeye dönmek için problem çözme davranışı sergilemeye başlar (bildiği bütün baş etme stratejilerini devreye sokar). Birey bu tehdit edici durumun üstesinden geldiğinde sorunla başarılı bir biçimde baş edebilmiştir. Öte yandan birey, önemli yaşam hedeflerine ulaşmakta yetersiz kalıyorsa, akut bir alt üst olma hali yaşar. Kişi kendini çaresiz, yetersiz ve umutsuz hissedebilir, hayatında artık iyi yönde bir değişme olmayacağını düşünebilir ve artan gerginlik ve anksiyete ile birlikte duygusal bir çıkmaza girebilir. Kriz döneminde bireyin tehdit edici durumu nasıl algıladığına bağlı olarak; gerginlik, anksiyete, korku, panik, çaresizlik, öfke, suçluluk, utanma, aşırı duyarlılık ve karamsar bakış açısıortaya çıkabilir. Kriz durumu, önceleri duygusal bir sarsıntıya yol açsa bile, bireyin nasıl başa çıktığına bağlı olarak daha iyi bir ruh sağlığı ile ya da psikolojik rahatsızlıkla sonuçlanabilmektedir. Krizin olumlu ya da olumlu sonuçlanmasını etkileyen faktörler: bireysel, sosyokültürel (toplumsal), ailesel etkenler ve profesyonel yardım olarak gruplanır. Kriz durumundaki birey ve ailesi yardım arayışı içindedir. Birey ya da aileye yardım arayışları sırasında yapılan hızlı ve etkin müdahale, ortaya çıkabilecek daha ciddi psikososyal sorunların gelişimini önleyici bir katkıda bulunur. SAĞLIĞIN BOZULMASINA BAĞLI KRİZ DURUMU İLE BAŞA ÇIKMA: Özellikle kronik, uzun süre tedavi gerektiren ve işlev kaybına neden olan rahatsızlıklar, duygusal krizlere yol açabilmektedir. Bu rahatsızlıklar romatoidartrit, böbrek yetmezliği, kalp krizi, kalp rahatsızlıkları ya da kanser gibi fiziksel rahatsızlıklar, şizofreni, bipolar bozukluk gibi kronik ruhsal rahatsızlıklar, yaralanmalar ve yaralanma/kaza sonucu fiziksel yeti kaybı ve engellilik olabilir.

Sağlık, fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden tam bir iyilik durumudur. Kişinin yaptığı işten doyum sağlaması, sosyal rollerini yerine getirmesi, üretken olması ve olumlu ilişkiler içerisinde olup bundan keyif alması ancak sağlıklıyken mümkün olabilmektedir. Hastalanmak yalnızca biyolojik bir süreç olmayıp, aynı zamanda psikolojik, sosyal ve kültürel bir olgudur. İnsanların hastalığı algılamaları, hastalığa yükledikleri anlamlar farklı olabilmektedir. Örneğin, meme kanseri olan bir kadın, ameliyat olduktan sonra eşinin kendisini kabul etmek istemeyeceğini düşünebilir. Meme kanseri, bu durumdaki bir kadın için çok daha sarsıcıdır. Sağlığın bozulması karşısında yaşanan duygular da farklılık gösterir. Bireyin gereksinimleri, değer yargıları, inançlar, çevrenin bireyden beklentileri, vb. sağlığın bozulması karşısında bireyin gösterdiği tepkiler üzerinde belirleyicidir. Hastalığın cinsi, şiddeti, etkilenen sistem, beden işlevi, genetik yüklülük gibi biyolojik etmenler; bireyin kişilik yapısı, yaşam döngüsünün hangi evresinde olduğu, geçmiş hastalık deneyimleri gibi psikolojik etmenler ve aile içi dinamikler, aile üyelerinin tutumları, bireyin kişilerarası ilişkilerde becerileri ve kültürel tutumlar gibi sosyal etkenler, sağlığın bozulması durumunda kişilerin gösterdikleri tepkileri önemli ölçüde etkiler. KRONİK HASTALIKLARA UYUM SÜRECİ Kronik bir hastalığa yakalandığını öğrenmek ve yoğun bir tedavi programına katılmak, kişinin hayatının normal akışını sekteye uğratması sebebiyle oldukça zorlayıcı bir olaydır. Hastalıkla ilgili gerçekçi olmayan algılar ve bilgi eksikliği, bu durumun duygusal bir krize dönüşme olasılığını artırır. Bu süreçte kayıp algısı ve yas tepkileri ortaya çıkabilir. Psikososyal gelişimin sekteye uğraması ya da daha önce başarılmış olan psikososyal evrelere ilişkin kayıplar da kayıp algısını oluşturmaktadır. Belli bir miktar ekonomik gücü yitirmek, işini kaybetmek, okulunu bırakmak zorunda olmak, sevgilisi / eşi tarafından terk edilmek ve herhangi bir organı kaybetmek / organın işlevsiz hale gelmesi kayıp algısına yol açabilmektedir. Kişi, ailesiyle birlikte bu yeni duruma uyum sağlamak zorunda hisseder. Psikososyalrehabilitasyon, hem kişi hem de ailesi için bu uyum sürecini kolaylaştırmayı ve desteklemeyi hedefler. KRONİK HASTALIK TANISINA GÖSTERİLEN İLK TEPKİLER Kronik hastalık tanısına verilen ilk tepki genelde şok tepkisidir. Şok, 3 özelliğin belirlediği bir acil durum tepkisidir: Şaşkınlık ya da serseleme hali, otomatik biçimde davranma ve durumdan kopma ya da gerçeğin uzak tutulması. Kişi bu aşamada sakat mı kalacağım?, bedenimin şekli bozulacak mı?, acı çekecek miyim?, aileme (çocuğuma) ne olacak?, hastalığın acı verici olumsuzlukları ne zaman kendini gösterecek? gibi sorular sorabilir. Şok aşamasında bireylerin iç dünyasında her şey karmaşıktır, ancak dışarıdan her şey düzgün ve yolunda gidiyormuş gibi görülür. Kişi, amaçsız davranışlarda bulunabilir, yanlış (saçma) sorunlara odaklanabilir. İçinde bulunduğu durumun farkında değilmiş gibi davranabilir.

Şok aşamasından sonra, acı verici olayla yüzleşme safhası başlar. Bu süreçte, Çaresizlik, üzüntü, hüzün gibi duygular yaşanır, kayba yas tutulur. İnsanlar bu aşamada ilk etapta, durumlarını daha iyiye götürmeye yönelik stratejiler konusunda akıl yürütmekte zorlanırlar (Örn., tedavi planlaması, rehabilitasyona katılma). Bu aşamada yaşanan yoğun stres, kişiyi kaçınma ve inkar (yok sayma) davranışlarına yöneltir. Bu davranışlar bir müddet normaldir. Fakat bir aşamadan sonra kişiyi etkili çözümler üretmekten alıkoyar (bu süre ne kadar uzarsa, iyileşme/iyi olma süreci de o kadar geicikir). Kabullenme aşamasında ise kişi durumun ciddiyetinin farkına varır. Hastalıkla birlikte yaşamayı öğrenme sürecine girerek hayatında yeni düzenlemeler yapar. Etkili baş etme stratejileri geliştirmeye çalışır. Bu dönemde ortaya çıkan duygular kişiyi zaman zaman bir önceki aşamaya götürebilir. «İyileştim artık» duygusu nedeniyle özellikle kanser, şizofreni gibi «nüksetme» ihtimalinin yüksek olduğu rahatsızlıklarda, kişi 2. aşamaya gerileyebilir ve yeniden hastalandığını inkar edebilir. PSİKOSOSYAL YAKLAŞIM VE MÜDAHALE Kronik hastalıklara uyum sürecindeki birisine psikosyal yaklaşım, aşağıdaki aşamalardan oluşmaktadır: 1. İLGİ İLE DİNLEMEK İlgi ile dinlemek, kişide önem verildiği duygusu yaratır. Kişi kendisini anlaşılmış hisseder. Bu süreç, kişinin düşüncelerini toparlayabilmesi, duygularını kelimelere dökebilmesi, böylece tam olarak ne hissettiğini fark edebilmesi için özellikle önemlidir. Bu durum, etkili baş etmeyi kolaylaştırır. 2. DUYGULARIN AÇIKÇA İFADE EDİLMESİ İÇİN CESARETLENDİRMEK Kişi, öfke, engellenme, umutsuzluk, çaresizlik gibi duygularının ifade edilmesi için cesaretlendirilmelidir. Bu duyguların uzman tarafından kabul edilmesi, yani eleştirilmemesi ve yok sayılmaması gerekir. 3. ZORLAYICI YAŞAM OLAYININ (HASTALIĞIN) VE YARATTIKLARININ ANLAŞILMASINA YARDIMCI OLMAK Kişinin bu hastalık neden başıma geldi? şimdi ne olacak gibi soruları sesli bir biçimde sorması için cesaretlendirme, duygularını ifade etmesini sağlama, kişinin bu olaya nasıl bir anlam yüklediğini araştırma ve kişinin kendisini / başkalarını suçlamasını azaltmada yardımcı olma 4. GERÇEĞİN KABULLENİLMESİ İÇİN BİREYE YARDIM ETMEK Gerçeği kabullenmek, hastalığa ya da stres yaratan duruma uyum sağlama (bu durumun etkileriyle başa çıkmaya başlama) anlamına gelir. Hastalık ve tedavi süreci ile ilgili bilgi alınmasının sağlanması, kişinin hastalık üzerindeki kontrol duygusunu artıracak ve tedavi iş birliğini sağlayacaktır

5. SORUNLA BAŞ ETMEDE YENİ YOLLARIN BULUNMASI İÇİN YARDIM Kişinin sergilediği, çaresizlik, elden bir şey gelmez duygusu, intihar, saldırganlık gibi tepkilerin yerine kişiyi adım adım problem çözmeye yöneltmek ve kişiyi yeni yollar denemesi için yüreklendirmek gerekir. 6. BİREYİN SOSYAL İLİŞKİLERİNİ ARTIRMAK VE YAKIN ÇEVRENİN DESTEĞİNİ SAĞLAMAK Kişinin, güvendiği, yakın ilişkilerine tutunması, sosyal bağlarını güçlendirmesi ve artırması son derece önemlidir. Bu nedenle, hasta yakınlarıyla iş birliği yapılması, aile bireylerinin bilgilendirilmesi ve destek görüşmelerinin yapılması gerekir. 7. PROBLEM ÇÖZME VE KARAR VERMEYİ KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN DANIŞMANLIK YAPILMASI Hastalıkla yaşamı alt üst olmuş kişiye düşüncelerinin, karmaşık duygularının ve davranışlarının bir düzene sokulması için yardımcı olunur. Hastalık ne zaman, hangi koşullarda ortaya çıktı? Ne tür gerginliklere yol açtı? Hastalık ve sonuçları kişi için ve yakın çevresi için ne anlama geliyor? Şu ana kadar hastalığın yarattığı sorunlar neler? Başa çıkmak için neler yapıldı, vs. gibi soruların sorulması, kişinin hastalıkla ilgili düşüncelerini organize etmesine, böylelikle problem çözmeye yönelik stratejiler geliştirmesine ve kararlar almasına yardımcı olur. 8. KİŞİNİN HER ZAMANKİ İŞLERİNE VE YAŞANTISINA DÖNMESİ İÇİN (EĞER BU MÜMKÜNSE) DESTEKLEMEK 9. TAKİP GÖRÜŞMELERİNE DEVAM ETMEK 4. İNTİHAR & YAS İNTİHAR: İntihar olasılığına işaret eden risk faktörleri, intihar eden / intihar girişiminde bulunmuş kişilerde çoğunlukla gözlemlenmiş olan faktörlerdir. Fakat bu faktörlerin olmaması (gözlemlenmemesi) kişinin intihar etmeyeceğine dair bir garanti oluşturmamaktadır Yine de bu faktörleri taşıyan kişileri dikkatli bir şekilde gözlemlemek gerekir. Kişi henüz intihar etme isteğinden söz etmemiş olabilir. İhtimali akılda tutmakta (fakat fazla endişeli olmamakta) ve takipte olmakta fayda vardır. İntihar olasılığına işaret eden risk faktörleri arasında en belirleyici olan depresyondur. Depresyonun şiddetiyle birlikte intihar etme olasılığı artmaktadır. Depresyondaki herkes intihar riski taşımamaktadır. Fakat intihar edenler arasında depresyon oldukça yaygındır.depresyon hastası olup intihar girişiminde bulunan kişilerde aşağıdaki faktörlerin eşlik ettiği gözlenmiştir:

Ciddi düzeyde kaygı Panik atak (kaygı atakları) Anhedoni (keyifli aktivitelerden bile keyif alamama hali) Alkol kötüye kullanımı (depresif dönemlerde alkol kullanımının artması) Konsantrasyon problemi (dikkatin çabuk dağılması) Genel insomnia (uykuya dalmakta güçlük, belli aralıklarla uyanma, sabah erken saatlerde uyanma) Depresyonun yanı sıra bir diğer risk faktörü yaştır. 70 yaş üzeri veya 15 24 yaş grubunda olma, risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Cinsiyet ve intihar davranışı arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalar, erkeklerin bir intihar girişimini tamamlama, kadınların ise intihar girişiminde bulunma ihtimallerinin daha fazla olduğuna dikkat çekmektedir. Din, genelde koruyucu faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat çalışmalar istisnaların olabileceği konusunda uyarıda bulunmaktadır. Medeni durum ve intihar davranışı arasındaki ilişki dikkate alındığında, evlenme ve çocuk sahibi olma koruyucu, yalnız yaşama ise risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyoekonomik durum değerlendirildiğinde, her iki uçta da intihar riskinin yüksek olduğu görülmektedir. Bu faktörlerin yanı sıra, depresyonun eşlik ettiği fiziksel bir rahatsızlık durumu, kişinin anlamlı ve destekleyici ilişkilerden yoksun olması, alkol ve madde kullanımı, psikotik rahatsızlık ve travma/istismar öyküsü, intihar olasılığını etkileyen risk faktörleri arasında sayılmaktadır. İntihar olasılığının değerlendirilmesi dört aşamada gerçekleşmektedir: I. DEPRESYON DEĞERLENDİRMESİ Depresyon semptomları dört kategoride toplanmaktadır: 1. Duygu Durumla İlgili Semptomlar Üzgün ya da depresif duygu durum İlgi kaybı, keyif alamama, anhedoni Sosyal aktiviteler, eğlenceli faaliyetler, cinsellik gibi aktivitelerden keyif alınmaması, uzak durulması 2. Fiziksel ya da Bedensel Semptomlar Belirgin kilo kaybı ya da kilo alımı İştahta azalma ya da artış (neredeyse her gün) İnsomnia ya da hipersomnia (neredeyse her gün) Ajitasyon (aşırı ve gereksiz hareketlilik) ya da psikomotor gerileme (her zamankinden belirgin bir biçimde daha az hareket etme) Aşırı yorgunluk, düşük enerji 3. Bilişsel Semptomlar Değersizlik, suçluluk ve umutsuzlukla ilgili düşünceler

Yetersizlik duygusu Negatif düşüncelerle uğraş içerisinde olma, ruminasyon Suçluluk hissinin aşırı olduğu durumlarda: büyük bir günah işlemiş olma, cezalandırılıyor ya da cezalandırılmayı hak ediyor olma düşüncesi Çaresizlik Konsanstrasyon güçlüğü Karar vermede ve problem çözmede güçlük Zihinsel sınırlılık (alternatif çözümleri görememe) 4. Sosyal/Kişilerarası Semptomlar Aile, arkadaşlık ilişkilerinden ve sosyal aktivitelerden geri çekilme Danışanın yakınları, danışanı her zamankinden farklı, uzak, ulaşması zor, kederli, alıngan olarak tanımlayabilir. II. İNTİHAR ETMEYLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER İntiharla ilgili düşüncelerin başlangıcı,sıklığı, öncü faktörleri, yoğunluğu ve ne kadar sürdüğü araştırılmalıdır. III. İNTİHAR ETMEYLE İLGİLİ PLANLAR İntihar planları yapan kişiler, güvendikleri kişilere planlarından bahsedebilmektedirler. İntihar planı değerlendirilirken bu planın ne denli detaylı olduğu, bu planın ölümle sonuçlanma ihtimalinin ne denli yüksek olduğu, danışanın yakın çevresinden aldığı sosyal destek ve ulaşabileceği diğer yardım kaynakları mutlaka araştırılmalıdır. IV. DANIŞANIN ÖZ DENETİM BECERİLERİ Danışanın geçmiş dürtü kontrol problemleri, daha önce intihar girişiminde bulunup bulunmadığı (ya da birisini intihar etmeyle tehdit edip etmediği) yakın aile ve arkadaş çevresinde intihar girişiminde (ya da tehdidinde) bulunan olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır. PSR kapsamında intihar riski olan kişilerle krize müdahale çalışmaları, öncelikle danışanların intiharla ilgili duygu ve düşüncelerinin empatik olarak dinlenmesini içermektedir. İntihar riski olan danışanlar genelde kendilerini izole olmuş ve hiç kimse onları anlamıyormuş gibi hissettikleri için bu danışanlarla empatik bir bağ kurmak özellikle önemlidir. PSR uzmanının, danışanın gerçekten ne kadar mutsuz ve çaresiz hissettiğini anladığını göstermesi gerekir. Danışanla güven ilişkisinin sağlanmasının ardından danışanı pozitif kaynakların, güçlü yanların ve yaşamak için nedenlerin araştırılmasına yönlendirmek önemlidir. Depresif hisseden kişiler pozitif olayları ve duyguları hatırlamakta güçlük yaşayabilirler. PSR uzmanı, danışanı pozitif olaylara ve geçmiş pozitif duygusal deneyimlere odaklanması konusunda yönlendirebilir. Fakat bunu yaparken bunun danışan için hiç de kolay olmadığı unutulmamalıdır. İntihar eğilimindeki kişiler çoğunlukla iki seçenek arasında sıkışmış gibidirler: ya büyük bir acıyla yaşamlarını sürdürecekler ya da yaşamlarına son vereceklerdir. Danışanlarla, intihar etmenin iyi bir seçenek olup olmadığını tartışmak iyi bir strateji değildir. Neden şimdi intihar

etmeyi düşünüyorsunuz? bu sorgulamanın yapılmasındakitemel amaç şudur: kişi intihar etmeyi erteledikçe doğal olarak bir takım olumlu olaylar ya da hayatta kalmayla ilgili birtakım ödüller deneyimleyecek ve intihar etme isteği kendiliğinden azalacaktır. Danışanın asıl istediği, fiziksel bütünlüğünü ortadan kaldırmak değil, dayanılmaz bulduğu acıların son bulmasıdır. Bu nedenle, intihar davranışının ertelenmesi, vakit kazanılması ve bu vakitte ruhsal acı ile fiziksel acıyı ayrıştırmaya yönelik görüşmelerin yapılması önerilmektedir. Bir diğer önemli konu, güven ilişkisinin kurulmasının ardından intiharı önlemeye yönelik kontrat yapılmasıdır. Kontrat bir acil durum planını içermelidir. Danışan yoğun bir biçimde intihar etme isteği hissettiğinde ne yapacağını, kimi arayacağını kontratta belirtmelidir. Son olarak, acil bir durum ortaya çıkmadığı sürece danışanın hastaneye yönlendirilmesine danışanla birlikte karar verilmesi oldukça önemlidir. KAYIP VE YAS Normal yas süreci 4 aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama olan inkar, inanmama ve şok aşamasında, Kişi aslında yaşananların farkındadır, fakat duygusal olarak kabul etmeye henüz hazır değildir. Bu süreç birkaç dakika ile birkaç gün arasında sürebilir. Bu aşamada uykusuzluk, boğazında düğümlenme, iç çekme ihtiyacı, boşluk hissi gibi fiziksel yakınmalara sık rastlanmaktadır. Arama ve isyan döneminde ise kişi neyi kaybettiğinin farkına varmaya başlar. Çaresizlik, umutsuzluk, yoğun suçluluk ve suçlama duyguları, gerçeği değiştirme isteği, kaybedilen kişinin sesini duyma, hayalini görme durumu görülebilir. Bu aşama aylarca sürebilir. Beklenen ölümlerde (hastalık sürecinde), kişiyle ilgilenme, bakım verme, ölümüne kendini hazırlama gibi dönemler yaşandığı için bu aşama gerçekleşmeyebilir / daha kolay atlatılabilir. Çökkünlük ve onarma çabaları olarak adlandırılan üçüncü aşamada, kişi iyice battığını, dibe vurduğunu hissedebilir. Kişi kaybı ile yüzleşmiş ve bununla baş etmeye çalışıyordur (1. ve 2. aşamadaki savunmalar görülmez). Kişi, yaşamını kaldığı yerden nasıl devam ettireceğini araştırmaya ve yıkıntılarını onarmaya başlar. Bunu yapmakta zorlandığında, intihar düşünceleri ve riskleri ortaya çıkabilir. Son aşama olan yeniden bütünleşme ve yapılandırma aşaması ise zaman alır. Bu aşamada yastaki kişi artık kaybı ile birlikte yaşamaya ve yaşamını yeniden organize etmeye başlamıştır. Hoşa giden aktivitelerle suçlu hissetmeden uğraşmaya başlar. Kaybedilenin yerini tutabilecek arayışlara yönelir. Önceki aşamaya geri dönüşler görülebilir, özellikle sene i devriyelerde bir önceki aşamaya dönüş görülebilir. Normal yas sürecinin belli bir zaman sınırı yoktur. Kaybedilen kişiyle olan yakınlık ve ilişki biçimi, ölümün ani, beklenmedik, zamansız bir biçimde gerçekleşmesi, yastaki kişinin bireysel özellikleri ve sosyal destek gibi çevresel etmenlerbu süreyi etkilemektedir. Patolojik yas tepkileri ise bir türlü baş edilemeyen yoğun suçluluk duygularını içermektedir. İlk 3 evrede beklenmedik, abartılmış ya da çok fazla uzamış tepkiler veya tepkisizlik, kronik öfke ve suçluluk, çevredekilere karşı düşmanca tutum, halüsinasyonlar, doğa üstü güçlerle aşırı uğraş, kronikleşen depresif duygular ve sosyal uyum bozuklukları görülebilir. Kişi, kaybın üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen temel yaşam becerilerini sürdürmekte zorlanabilir.

Yas sürecindeki bir birey ilk etapta yardım arayışı içerisinde olmayabilir. Yastaki kişinin, onu anlayabilecek ve kollayabilecek bir kişi ile görüşmesi / bir kişiden destek alması son derece önemlidir. Bu süreçte yaşadıkları karşısında ürküp telaşa kapılan bireylere yönelik normal yas süreci ile ilgilibilgilendirme yapılmalıdır. Zeka, sağlık, yaş gibi faktörler bu süreci daha karmaşık bir hale getirmektedir. Kişinin, tamamlayıcı birinden destek alması, bu niteliğe sahip birisinin yas sürecindeki kişiye destek olması için teşvik edilmesi oldukça önemlidir. Özellikle çocuklarını kaybeden kişiler, bu sonuca engel olamadıkları ya da bu durumu kontrol edemedikleri için yoğun suçluluk hissedebilirler ve bu suçlulukla baş edemedikleri için bu duruma takılı kalıp hayatlarını sürdürmekte zorlanabilirler. Bu suçluluğu azaltmaya ve ölüm karşısında kişinin çaresizliğini kabul etmesine yönelik müdahaleler işe yarayabilmektedir. Patolojik bir durum gözlemlendiğinde kişinin bir ruh sağlığı uzmanına yönlendirilmesi gerekir. Çocuklar, yetişkinlere kıyasla daha zorlu ve uzun bir yas süreci yaşamaktadırlar.çocuk için bu süreçte başlıca iki sorun vardır: 1. Çocuk, ölüm kavramını anlayabilecek yaşta mı? çocuklar, ölen kişinin bir daha geri dönmeyeceğini anlamakta güçlük yaşayabilirler 2. Çocuğun hayatı nasıl devam edecek? Hayatında neler değişecek? çocuğun kendisini güvende hissetmesi Suçluluk duyguları ortaya çıkabilir.çocuk, ölümün kendisinin bir davranışı yüzünden gerçekleştiğini düşünebilir. Ölümü kontrol etme imkanımızın olmadığının açıklanması gerekir. Yetişkinlerin kendi duygu ve düşüncelerini çocukla paylaşmaları ve çocuğun kendisini sözel olarak ifade etmesi için teşvik etmeleri son derece önemlidir. Bazı çocuklar içe kapanırken bazı çocuklar üzüntülerini öfke ve saldırganlık tepkileriyle ortaya koyabilirler. Eşin boşanma ya da ölüm nedeniyle kaybı da oldukça zor bir süreçtir. Evlilik süresince, eşlerden biri diğerine maddi açıdan, fiziksel bakım nedeniyle ya da duygusal anlamda bağımlı hale gelmiş olabilir, bu nedenle kayıp sonrasında yeni hayata uyum süreci daha zor olabilmektedir. Bu süreçte yakın çevrenin desteği ve iş birliği çok önemlidir. Son olarak, çocuk kaybıyla ilgili yas sürecine bakıldığında, kaybedilen çocuk yeni doğan (hatta anne karnındayken) olsa bile, çocuğun ölümü anne baba için son derece acı dolu bir yaşantıdır. Bu kişiler için yas sürecini zorlaştıran en büyük etmen ebeveynlerin kendilerini yetersiz, başarısız ve suçlu hissetmeleridir. Süreci zorlaştıran bir diğer etmen ise, ailelerin anlaşılmayacakları/yargılanacakları endişesi ile sosyal destek almaktan kaçınmalarıdır. Bu dönemde hem anne hem de baba, kendi duygularını açıkça ifade etmeleri konusunda teşvik edilmeli ve çocuklarıyla ilgili konuşmaya istekli oldukları sürece dinlenmelidirler. Varsa, kardeşler de bu sürece dahil edilmelidir. 5. DURUMSAL YAŞAM KRİZLERİ II : TRAVMATİK YAŞANTILAR AFET YAŞAMIŞ KİŞİLERE YÖNELİK PSİKOEĞİTİM ÇALIŞMASI NOTLARI: Deprem gibi toplumsal bir afet olayı, birçok kişiyi etkisi altına almaktadır. Böyle bir olaydan öncelikli olarak etkilenenler olay esnasında fiziksel olarak yaralananlar, olay anına tanıklık etmiş olanlar ve sağlık çalışanları gibi olay esnasında ya da hemen sonrasında görevleri nedeniyle olay bölgesinde bulunanlardır. Olay esnasında hayatını kaybedenlerin, yaralananların ve olay anına tanıklık edenlerin yakınları da bu afet olayından

etkilenmektedirler. Ayrıca, olaya tanıklık etmemiş ya da tanıklık edenlerle bir yakınlığı olmasa dahi, olaya ilişkin medyada yer alan materyallere yoğun olarak maruz kalmış kişilerin de bir takım stres belirtileri gösterebileceği bilinmektedir. Daha önceden benzer bir travmatik olaya maruz kalmış kişiler ya da bu kişilerin yakınları da yaşanan olay sonrasında stres belirtileri gösterebilmektedirler. AFETZEDELERİN KARŞILAŞABİLECEKLERİ PSİKOLOJİK SORUNLAR VE BUNLARA KARŞI ALABİLECEKLERİ ÖNLEMLER Duygusal Olarak: Bir afet olayının hemen sonrasında bir süre kendinizi uyuşmuş ve yaşamdan kopmuş gibi hissedebilirsiniz. Yaşadıklarınızın gerçek olup olmadığını anlamaya çalışırsınız. Hatta olayın hiç meydana gelmediğini bile düşünebilirsiniz. Ne yapacağınızı bilemez bir halde etrafta amaçsızca dolaşabilir, size söylenenleri tam olarak anlayamayabilirsiniz. Tüm bunlar şok tepkisidir ve yoğun ızdırap karşısında vücudumuzun verdiği normal bir tepkidir. Ancak bu tür durumlarda herkes aynı tepkileri göstermeyebilir. Korkmak ve panik olmak da bir afet gibi beklenmedik durumlarda verilen doğal bir tepkidir. Olay esnasında düşünmeksizin çok hızlı hareket etmiş olabilirsiniz. Örneğin kaçmaya çalışmanız, sevdiklerinizi ve arkadaşlarınızı kurtarmak için bir şeyler yapmaya çalışmanız gibi. Kimileri de bu tür durumlarda hareket edemez, konuşamaz ve donup kalırlar. Korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, öfke, karamsarlık, panik, çaresizlik ve utanç gibi yoğun duygular yaşanabilir. Kendinizi eskiye kıyasla daha sinirli ve gergin de hissedebilirsiniz. Bazı duygularda ani iniş-çıkışlar olur. Düşünce ve davranışlarınız olayın etkisi altındadır. Olayla ilgili anılarınızı tekrar tekrar anlatmak ihtiyacı duyabilirsiniz. Yaşadıklarınız gözünüzün önünden gitmez. Özellikle ailenizden veya yakınlarınızdan ölenler varsa kendinizi çok üzüntülü, enerjisiz ve umutsuz hissedebilirsiniz. Hayattaki pek çok şey değerini yitirmiş gibidir. Canınız hiçbir şey yapmak istemeyebilir. Bazı durumlarda kaybınızı kabullenmekte zorlanabilirsiniz. Bu kaybın sizin başınıza gelmesinden dolayı çok kızgın olabilirsiniz. Öfke, bu tarz olaylar sonrasında yaşanan yas duygusu ile iç içe geçmektedir. Olayın sorumlularının açığa çıkartılmasının talep edilmesi, sarsılan adalet duygusunun yeniden tahsis edilebilmesi bakımından da oldukça önemlidir. Afet olayı sonrasında, hayatta kaldığınız ya da o esnada olay yerinde olmadığınız için suçluluk hissedebilirsiniz. Sadece bu olayın neden başınıza geldiğini değil, neden sizin yerinize başkalarının öldüğünü/yaralandığını da sorguluyor olabilirsiniz. Bu duygular ve düşünceler, yaşanan olayı anlamlandırmak bakımından oldukça önemlidir. Zihinsel Olarak: Kafanız karışabilir. Örneğin gününüzü, saatinizi, nerede olduğunuzu bilemeyebilirsiniz veya şaşırabilirsiniz. Dikkatinizi yaptığınız işe vermekte ya da karar vermekte zorlanabilirsiniz. Olan bitenlere inanmakta güçlük çekebilirsiniz. Bazı şeyleri hatırlamakta güçlük çekebilirsiniz. Ayrıca kararsızlık, endişe, dikkati toplayamama, unutkanlık gibi sorunlar yaşayabilirsiniz. Sosyal Olarak: İş hayatında, okulda, arkadaşlık ve evlilik ilişkinizde ya da ana/baba olarak sorunlar yaşayabilirsiniz: Huzursuzluk, güvensizlik, insanlardan uzaklaşma, kendini reddedilmiş ya da terk edilmiş gibi hissetme, aşırı yargılayıcı ve suçlayıcı

olma, her şeyi kontrol altında tutma isteği ve genel olarak bir ilgi azalması gibi sorunlar da ortaya çıkabilir. Bazen etrafınızdakilerle sürekli olarak yaşananları konuşma ihtiyacı duyabilirsiniz. Zaman zaman da içinize kapanıp hiç konuşmadan sadece düşünmek isteyebilirsiniz. Fiziksel Olarak: Gerginlik, yorgunluk, uyuma güçlüğü, bedensel ağrı ve acılar, kalp atışlarında düzensizlik, bulantı, iştah artması ya da azalması, ani irkilmeler, tedirginlik vb. bedensel sıkıntılar yaşayabilirsiniz. Daha önce sürekli tedavi gerektiren tıbbi bir rahatsızlığınız varsa, şiddeti artabilir. Bu durumda tıbbi yardıma başvurunuz. Afet olayının üzerinden zaman geçse de bu olayı hatırlatan bazı durumlar size o anı hatırlatabilir ve yine aynı tepkileri verebilirsiniz. Bunların hepsi çok normaldir. Eğer zaman zaman kontrolünüzü kaybettiğinizi düşünüyorsanız ya da kaybedeceğinizden endişe duyuyorsanız bir sağlık personelinden yardım isteyiniz. UNUTMAYIN! Aynı olaya herkes aynı tepkiyi göstermez. Bazı insanlar hemen tepki gösterir, bazılarının tepkisi ise aylar, hatta yıllar sonra gecikmeli olarak ortaya çıkabilir. Bazılarının yaşadığı rahatsızlık verici tepkiler uzun zaman sürer, bazı kişiler ise çok çabuk eski hallerine dönerler. Bir afet olayını yaşayan birçok insan yukarıda özetlenen bu tür tepkileri gösterebilirler; ancak kısa bir süre sonra bazı kişiler bunlardan büyük ölçüde kurtulurlar, hatta eskisine göre daha da güçlenebilirler. Bazı kişiler ise travma sonrası stres bozukluğu, kaygı bozuklukları ve depresyon dediğimiz bir takım psikolojik belirtileri gösterebilirler. Örneğin: Kendinizi sanki bir rüyadaymış, bedeninizin dışındaymış veya gerçek değilmişsiniz gibi hissedebilir; başınızdan geçen olayları hiç hatırlamayabilirsiniz. Başınızdan geçen olayla ilgili rahatsız edici anılardan kurtulmak için alkol ve benzer maddelere yönelmek isteyebilirsiniz. Kendinizi boşlukta, duygusuz, tepkisiz ve donmuş gibi hissedebilirsiniz. Ani öfke patlamaları, aşırı huzursuzluk, panik duyguları gibi aşırı duygusal tepkilerin yanı sıra, çaresizlik hissedebilir, ard arda aynı hareketleri yapabilir veya düşünceyi aklınıza takabilirsiniz. Aşırı depresyon (ruhsal çökkünlük hali); kendini değersiz hissetme, umutsuzluk ve yaşam isteğinizin azalması gibi sorunlar içine girebilirsiniz. AFET OLAYLARINDAN SONRA ORTAYA ÇIKAN DUYGUSAL TEPKİLERLE BAŞA ÇIKMAK İÇİN NE YAPABİLİRSİNİZ? Kendinize Nasıl Yardım Edebilirsiniz? Afet olayında yaşadıklarınız ve sonrasında karşı karşıya kaldığınız zorluklarla başa çıkmak, toparlanmak için kendinize zaman tanıyın. Kayıplarınız için yas tutmanız ve üzülmeniz en doğal hakkınızdır. Duygularınızda iniş çıkışlar olması normaldir. Kendinize karşı sabırlı olun. Zaman zaman, baş etmekte başkalarına kıyasla daha çok zorlandığınızı düşünebilir ve kötü hissedebilirsiniz. İnsanların farklı tepkiler gösterebileceklerini ve tepki vermenin tek bir doğru yolu olmadığını kendinize hatırlatın.

Kendinizi yapıcı bazı faaliyetlerle oyalayın. Bu oyalama çabaları, başkalarına yardımcı olmak, şu anda olabildiğince hayatınızı düzene koymaya çalışmak ya da çocuklarınızla daha yakından ilgilenmek biçiminde olabilir. Aileniz ve yakınlarınızla daha yakından ilgilenmek, olağanüstü bir durum olsa da yaşamınızı ve yakınlarınızın yaşamını düzene koymalarına yardımcı olmak size iyi gelecektir. Böylesi durumlarda hepimiz bir işin ucundan tutabilme ihtiyacı hissederiz. Mümkün olduğunca afet olayının öncesinde yaptığınız faaliyetlere devam etmeye çalışın. Duygusal olarak ne tür tepkiler yaşayabileceğinizi öğrenmeye çalışın. Tekrar toparlanmak için sizin açınızdan en önemli olan ihtiyaçlarınızı ve yapılması gereken işlerinizi sıraya koyun ve tek tek ele alın. Fiziksel olarak uzun süreler hareketsiz kalmamaya çalışın. Sağlıklı yeme-içme ve uyku düzeninizi yeniden sağlamaya çalışın ve bol sıvı (özellikle su) tüketmeye ve egzersiz yapmaya özen gösterin. Zaman zaman kendinizle başbaşa kalabileceğiniz, sessizce oturup, kısa süreli de olsa rahatlamaya çalışın. Rahatlamak için alkol kullanmayın ve doktorun bilgisi dışında ilaç kullanmaktan uzak durun. Yaşadıklarınızın sizin için ne anlama geldiğini anlamaya çalışın ki, yaşama tekrar sıkıca sarılabilesiniz ve hatta tüm bu olanlardan kişisel olarak daha da güçlenerek çıkabilesiniz. Temas Kurun. Sosyal destek alacağınız kişiler, aileniz, partneriniz, güvendiğiniz akrabalarınız, yakın arkadaşlarınız, dayanışma içerisinde olduğunuz kişiler, aynı travmatik yaşantıyı yaşamış bireyler, öğretmenler ve ruh sağlığı çalışanları olabilir. Bir afet olayı sonrasında insanlar bazen diğer insanlardan uzaklaşmak ve yakınlarının desteğini kabul etmemek isteyebilirler. İnsanların böyle zamanlarda sosyal destekten kaçınmalarının nedenlerinden bazıları şunlardır: o Başka insanları dertlerle, sıkıntılarla üzmek istememek o Başkalarının dinlemek istemeyeceğini düşünmek o Konuşmayı gerektirecek kadar stresli olmadığını düşünmek o Dayanıksız, güçsüz, tecrübesiz olarak değerlendirilmekten yana endişe duymak o Daha önce konuşma ve anlatma isteğinde olduğunda destek bulamamak o Başkalarının önyargılı ya da suçlayıcı olarak yaklaşacağını düşünmek o Travmatik olay hakkında düşünmekten uzaklaşmaya çalışmak o Sosyal desteğin bir işe yarayacağına inanmamak Sosyal destek alacağınız kişilerle bir araya gelmek, travmatik olay sonrasında yaşanması muhtemel olumsuz duygularla başetmenizde büyük kolaylık sağlayacaktır. Sosyal desteğin en önemli amacı, güvendiğiniz kişilerle temas içerisinde olmanızdır. Sizin için anlatması zor olabilecek düşünce ve duyguları paylaşmak için kendinize zaman tanıyın. Ancak hiçbir şey anlatmasanız bile sevdiğiniz ve güvendiğiniz, dayanışma içerisinde olduğunuz insanlarla bir arada olmanın bile tek başına iyi geleceğini unutmayınız. Aileniz ve arkadaşlarınız bazen size nasıl yardımcı olacaklarını bilemeyebilirler. Onlara neler olduğunu, neye ihtiyaç duyduğunuzu, neye ihtiyacınızın olmadığını anlatın.

BİR AFET OLAYINDAN ETKİLENEN YAKINLARINIZA NASIL YARDIMCI OLABİLİRSİNİZ? Bir afet olayından etkilenen kişiler için ailelerin ve arkadaşların desteği oldukça önemlidir. Hatta, yakın çevreden destek alamamak birçok kişi için yaşanan olayın travmatik etkilerinin devam etmesine neden olabilmektedir. Bir afet olayı sonrasında bireylerin ne tarz tepkiler gösterebileceğini öğrenin. Yakınınızın tepkilerini takip edin ve bu tepkilerin şiddeti ile süresi hakkında fikir edinin. Çoğu insan zaman geçtikçe bu tepkileri giderek daha az sıklıkta ve şiddette göstermeye başlar. Ancak belirtilerde bir azalma olmuyor ya da azalmak yerine şiddetleniyorsa bir ruh sağlığı uzmanının desteğine başvurmayı düşünebilirsiniz. Bazı insanlar, travmatik olayın hemen sonrasında gayet normal görünüp olayın üzerinden zaman geçtikten sonra stres tepkileri gösterebilmektedir. Bunun da, diğer gösterilen stres tepkileri gibi son derece olağan olduğunu unutmayın. Yakınınızın bir an önce toparlanmasını beklemeyin. Bu tarz bir stres yaşantısıyla baş etmek zaman alacaktır. Acele etmeyin, büyük beklentiler içerisine girmeyin ve sabırlı olun. Onun yanında olduğunuzu her daim hissettirmeye çalışın. Öfke ve sosyal hayattan geri çekilme gibi tepkilerle karşılaşabilirsiniz. Bu tepkilerin yaşanan olayın travmatik boyutu nedeniyle ortaya çıktığını kendinize hatırlatın. Sakin ve sabırlı olmaya çalışın, kişisel almayın. Bir afet olayı sonrasında kişilerin en önemli ihtiyacı güvendikleri birilerinin yanlarında olması ve onları dinlemesidir. Yakınınızın sadece yanında olduğunu hissettirerek ve onu dinleyerek önemli ölçüde destek vermiş olursunuz. Dinlerken tüm dikkatinizi karşı tarafa verin, başka şeylerle ilgilenmeyin, karşı tarafın sözünü kesmeyin. Boşver, Takma, Düşünmemeye çalış gibi önerilerde bulunmayın. Daha kötüsü olmadığı için şanslı olduğu, şükretmesi gerektiği gibi ifadeler kullanmayın. Olay üzerine ve kişinin sonrasında yaşadıkları hakkında olabildiğince yorum yapmaktan kaçının. Karşınızdaki kişinin bu durumla baş edeceğine ve yeniden toparlanacağına olan inancınızı dile getirin. Bireylerin travmatik yaşam olayları karşısında gösterdikleri tepkiler değişebilmektedir. Karşılaştırma yapmayın. Karşınızdaki kişi için daha güçsüz, hassas, iyi baş edemiyor gibi değerlendirmelerde bulunmayın. Yakınınıza karşı olabildiğince normal şekilde davranın. Acıma ifadeleri ve aşırı koruyucu yaklaşımlar faydadan çok zarar verebilmektedir. Yakınınızın en çok ihtiyaç duyacağı şey sizin varlığınızda hissedeceği güven ve anlaşılma duygusudur. UNUTMAYIN! Afet olayına birebir tanıklık etmemiş olsanız dahi, yakınlarınız için hissettiğiniz korku, yakınlarınızın anlattıkları ve olayla ilgili medyada maruz kaldığınız materyaller, sizin de benzer stres tepkileri göstermenize neden olabilir. Kendinizi korumayı ihmal etmeyin, kendinize iyi hissettirecek şeyler yapın ve bu süreçte siz de çevrenizden olabildiğince destek almaya çalışın.

ÇOCUKLARINIZA NASIL YARDIMCI OLABİLİRSİNİZ? Çocuklarda Afet Olaylarından Sonra Ne Tür Tepkiler Ortaya Çıkar? Bir afet olayına tanıklık eden çocukların yanı sıra, yakınları (örn., ebeveynleri, öğretmenleri) böyle bir olaya tanıklık etmiş ya da bu olay nedeniyle yakınları hayatını kaybeden çocuklar da bir takım stres belirtileri gösterebilmektedirler. Çocuklar, bir afet olayının kendisinden olduğu kadar, bu olayın hayatlarında yol açacağı değişikliklerden, belirsizlikten ve sorunlardan da korkarlar. Böyle bir felaketten sonra çocuğun yaşadığı psikolojik sıkıntılar davranışlarında değişmelere ve birtakım belirtilere yol açabilir. Bir afet olayının ardından, çocuklarda aşağıdaki belirtiler ortaya çıkabilir. Bazı çocuklar bu davranışların hiçbirini göstermeyebilir, yaşadıkları sıkıntı dıştan fark edilmeyebilir ve herhangi bir belirti gözlenmeyebilir. Bazı çocuklarda ise bu sıkıntılara bağlı davranışlar, haftalar ya da aylar sonra ortaya çıkabilir. Bu olayın tekrarlayacağından, ya da bu olayı hatırlatacak bazı işaretlerden aşırı korkma Çok kolay ve sık sık sinirlenme, ağlama ve sızlanma Saldırganlık gösterme, yaramazlık yapma ve kendini bir işe verememe Daha hareketli olma ve yerinde duramama Sizden tamamen ayrılacağından korktuğu için yanınızdan hiç ayrılmak istemeyebilir. Uykuda kabus görme, çığlık atma ve yatak ıslatma Yalnız kalmaktan, yanındakilerin uzaklaşmasından korkma. Parmak emme, altını ıslatma, biberondan beslenmeyi isteme, sürekli kucakta tutulmayı isteme gibi bebeksi davranışlar gösterme Mide bulantısı, karın ağrıları, kusma, baş ağrısı, baş dönmesi, beslenme ve uyku düzensizlikleri gibi şikayetler gösterme (DİKKAT! Bu tür durumlarda mutlaka doktora başvurun) Sessizleşip içine kapanma, yaşanan bu olaylar üzerine konuşmaktan kaçınma Sürekli bu konu üzerine konuşmayı isteme (özellikle daha büyük çocuklar) ya da oyunlarında ve masallarında bu felakete ilişkin konuları işleme Bu felaketin, kendisinin daha önceden yapmış olduğu bir kabahat yüzünden olduğunu düşünüp, suçluluk duyma. Çocuklarınıza Yardım Etmek için Neler Yapabilirsiniz? Çocukları, yaşanan olaylar hakkında bilgilendirmenin büyük yararı vardır; onlara destek olmak, aile ve akrabaların felaket sonrasındaki yaraları sarma çalışmalarında onlara küçük görevler vermek, aile ve akrabaların bir arada oldukları duygusunu yaşamalarına da katkıda bulunur. Yaşadıklarınızla ve durumla ilgili olarak bir şey saklamadan, yanlış bilgi vermeden onunla anlayabileceği bir dille konuşun. Konuşurken diz çökün ve onun göz hizasına gelmeye çalışın, ellerini tutun. Unutmayın ki çocuğunuzun güven ve destek dolu dünyası bir anda yerle bir olmuştur. Sorularınıza doğru ve basit cevaplar verin. Ailenize neler olduğunu çocuklarınıza açıklayın. Onların anlayacağı basit sözcükler kullanın. Doğruyu söyleyin.