KARANLIĞIN İÇINDEKI AYDINLIK. Cem Şen



Benzer belgeler
TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

EFT ile POZİTİF HAYAT EĞİTİMİ EFT NEDİR?

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Mutluluk nedir? Kenan Kolday

Özgüven Nedir? Özgüven Eksikliği Nedir?

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

KOÇLUK NEDİR? İNCİ TOKATLIOĞLU Profesyonel Koç-Uzman Eğitimci

Anksiyete ve gerginlik veya endişe. Eminim bunu son zamanlarda hepimiz yaşıyoruz.

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

ARAMIZDA ÇOK FARKLAR VAR

BİZ, MELEKLER - DRUNVALO

Düşüncenin gücü ile istediğimiz şeylere sahip olabiliriz.

MİSYON, VİZYON VE DEĞERLER

...Bir kitap,bir mesaj!

SINIF YÖNETİMİNİN TEMELLERİ

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

MINDFULNESS NEDİR? Özel bir şekilde dikkat etmek: şimdiki zamana istemli, kasıtlı ve yargısız bir

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

"ben sana mecburum, sen yoksun."

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

STRES NEDİR? Organizmanın fiziksel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanması ile ortaya çıkan psikolojik bir durumdur.

İngilizce de duygu anlamına gelen "emotion" kelimesinin üstünde biraz durursak, motivasyon kavramını daha iyi anlayabiliriz.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

ÇOKLU ZEKA ÖZELLİKLERİ

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem.

9. Sigarayı bırakma zamanı

İçindekiler. Teşekkür, xiii Giriş, xv. Öykü 1 Öykünün Öyküsü, xxi. Bölüm 1 Metaforun Büyüsü, 3

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ

Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Bodrum da Can Arif Semineri

VERİMLİ ÇALIŞMA VE MOTİVASYON

İYİ VE KÖTÜ NÜN KÖKENLERİ

GEÇMİŞ, ŞİMDİ VE GELECEK ARASINDA EN ÇOK ŞİMDİYE ODAKLANIR. ŞİMDİYİ YAŞAR

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

10-11 YAŞ GRUBUNUN ANNE BABASI OLMAK

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

SINAV ÖNCESİ SON UYARILAR...

Ruhsal Gelişim, d e n g e d e kalabilmeyi öğrenmek demektir. Brahma Kumaris tarafından hazırlanmıştır.

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

A: Algılama gücü ve mantık yürütme kabiliyeti yüksek kişiliği temsil eder.

ETKİLİ SINIF YÖNETİMİ. Fahri COŞKUN Sarar Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesi Coğrafya Öğretmeni

Kasım/Aralık fındığın başkenti. kirazın anavatanı

Bedenimiz değil bilinçaltımız bizi hasta ediyor - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Koçluk Sürecini Amaçlara ve Sonuçlara Göre Yönetir. R. ŞAFAK KEKLİK

Aşık olduğumuz kişiyi neden unutamayız?

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Okul fobisi nasıl gelişir?

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Nasıl Bir Zekâya Sahipsiniz? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim. Ayın Testi

ALARM DURUMUNDA BEDENİMİZDE MEYDANA GELEN BAZI ÖNEMLİ DEĞİŞİKLİKLER

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

02/17 Jelinek, Hauschildt, Moritz, Okyay, & Taş HOŞGELDİNİZ. Depresyon Tedavisinde Metakognisyon Eğitimi (D-MCT)

dinkulturuahlakbilgisi.com BUDİZM Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Cem Şen Eğitimleri. İletişim:

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

2. Milli Mevlana Kongresi

Alt Üst Modern Sanat Enstalasyonu

Hipnoz durumu nedir? H İ P N O Z NE DEĞİLDİR? NEDİR? Uyku Uyanık bir durum. Bilinçsiz bir durum Rahatlama durumu. Aldanma Hayalinizde canlandırma

Şimdi bu konuyu biraz daha açalım.

SORULAR / CEVAPLAR. 2 metabolic balance ile kilo nasıl dengeleniyor?

Sonsuza Kadar Beraber Sonsuza Kadar Ayrı

Bekar Evli Boşanmış Eşi ölmüş Diğer. İlkokul Ortaokul Lise Yüksekokul Fakülte Yüksek Lisans

YÖNETİCİNİN BİREYSEL GELİŞİMİ

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Meslekte Ruh Sağlığı. A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD

Farkındalık sadece içerden açılan bir kapıdır

OKULA BAŞLARKEN OKULA BAŞLAMA SÜRECİ


Gerçeğin İçinde İncelemeler- Bilinçli Yaşam ve Ruhsal Uygulama Dersleri Mayıs Duygusal ve Ruhsal Olgunluğa Doğru Gelişmek

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Kerem Efe Ö.: Aydınlık olduğunda çiçekler büyür, karanlık olduğunda da çiçekler büyüyemez. Hep karanlık olursa da hiç çiçek açmaz.

Bir gün, kozada küçük bir delik belirdi; bir adam oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi.

2014 / 2015 SAYI: 18. Haftanın Bazı Başlıkları Model Aileler! Gürültü Yapma! Hem Eğleniyor Hem Tasarlıyoruz Görsel Sanatlar Fen ve Teknoloji

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Artık başkalarının mali başarılarımı desteklemelerine izin veriyorum. Benim refahımın, mali başarımla bir ilişkisi yok.

Duygusal Zeka: Aile/Arkadaş şirketlerinde, KOBİ lerde, çok uluslu kurumsal yapılarda duygular ve ilişkiler

ÖZEL EGEBERK ANAOKULU Sorgulama Programı. Kendimizi ifade etme yollarımız

ARKADAŞ SEÇİMİNİN ÖNEMİ

@BaltasBilgievi

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

BÖBREK HASTALIKLARINDA DUYGUSAL SAĞLIĞIN KORUNMASI. Yard. Doç. Dr. Satı BOZKURT

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf)

Daha iyi, daha sorunsuz, daha kolay, daha cazip, daha ekonomik olana ulaşabilmek içinse;

Yabancı Dil Ööğreniminde Güçlü Hafıza Teknikleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

ÖZEL KIRAÇ ORTAOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLER EĞİTİMİ RAPORU (NİSAN 2015) KARŞILIKSIZ İYİLİK YAPMAK

Gök Mekaniği: Giriş ve Temel Kavramlar

Medeniyet Okulları REHBERLİK SERVİSİ SUNAR..

İçindekiler. Giriş. Bölüm 1: MINDFUCK ya da olasılıklarımız ve gerçek yaşamımız arasındaki boşluk 15

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ

Transkript:

KARANLIĞIN İÇINDEKI AYDINLIK Cem Şen

Karanlığın İçindeki Aydınlık

Gözden düşme ve yücelme eşitçe şaşırtır kişiyi, Sevin büyük bir mutsuzluğu canınız gibi. - Tao Te Ching, 13 BÖLÜM 1: Karanlık Mutsuz hayatlar yaşıyoruz. İnsanlar, modern hayatın bizi çıldırttığını söylüyorlar. Daha doğal bir hayatta yaşarsak, sağlıklı ve doğal ürünler kullanırsak, yeterince egzersiz yaparsak, sosyal ilişkilerimizi düzenlersek, ruhsal bir disiplinle uğraşıp kendimizle yeniden bağlantı kurabilirsek, farkındalığımızı artırabilirsek, yeterince para sahibi olabilirsek ve karanlığı aydınlatabilirsek mutlu olabileceğimize inanıyoruz. Deni- 2

yoruz da bunları. Denemelerimiz ve çabamız arttıkça karanlık gücünü eskisinden daha da fazla artırıyor. Eğer mutlu bir aldırmazlığın, bir tür uyuşmanın içindeysek bir süreliğine mutlu bile sanabiliyoruz kendimizi ama sonuç değişmiyor: karanlık da tıpkı temeldeki mutsuzluğumuz gibi orada duruyor. Bizden daha akıllı ve bilge olanların ya da olduğunu düşündüklerimizin peşine düşüyoruz. Bizim bilmediğimiz bir sırra sahip olabileceklerine inanıyoruz. Bizim unuttuğumuz ya da farkında olmadığımız bir sırra. Mutluluğun, sağlığın, ruhsal olgunluğun ve aydınlığın sırrına... Bir süre bir mutluluk denizinde yüzüyoruz bu insanların gözetimi altında. Nihayet ışığa ulaşmaya yaklaştığımıza inanıyoruz. Dünyaya onların bize açtığı pencereden bakmaya başlıyoruz. Hayatımızı bu yeni resime göre düzenliyor, yaşamımızdaki her şeyi, ilişkilerimizi, işimizi ve duygulamızı bu yeni resmi dayanak noktası alarak düzenliyoruz. Fakat yeterince yakınlaşırsak bu insanlara ve eğer gözlerimizdeki perdeyi kaldırmayı başarabilirsek, bu insanların da en az bizim kadar mutsuz ve karanlık içinde olduklarını görüyoruz. Aşık oluyoruz bazen. Yeni aşk, hormonal sistemimizi en üst kapasitede çalıştırırken dünyayı daha olumlu, daha uyumlu, daha ılımlı ve daha ışıltılı bir gözle görmeye başlıyoruz. Hayatımızda eksik olan şeyi, ruh eşimizi bulduğumuzu düşünüyoruz. Sonunda kendimizi bütün, tam ve eksiksiz hissediyoruz. Arkadaşlarımıza akıl veriyoruz, bir ilişkinin nasıl olması gerektiği konusunda. Kendimizi şanslı hissediyor ve geleceğe, uzun süredir olmadığı kadar umutla bakıyor ve uzun vadeli planlar kuruyoruz. Yine de zaman geçmeye başladığında kendimizi sürekli tekrar ettiğimiz bir kısır döngünün içinde buluyoruz. Bir zamanlar birlikte olmak için fedakarlıkta bulunduğumuz insanın yanında boğuluyor gibi hissediyoruz kendimizi. Işık, yerini loş bir sıkıntıya bırakıyor. Yeni bir felsefe geliştiriyoruz kendimize çoğu zaman. Bir zamanlar bir olmak, birbirini bütünlemek olan bakış açımız, artık iki ayrı birey olarak bir durumu paylaşmaya dönüyor. Birbirimize alan tanımanın öneminden bahsediyoruz. Bizim uğraşlarımız, benim ve senin uğraşlarına dönüyor. Sonunda doğru insan kim sorusunu sormaya başlıyoruz bir kez daha ve karanlığın içinde yeni bir ışık aramaya koyuluyoruz. Modern hayatın gelişmeleri sayesinde daha uzun yaşamaya başladık. Hatta içinde bulunduğumuz çağ yaklaşık olarak her yirmi yılda insanın ortalama ömrü 1.5-3 yıl kadar uzamaya başladı. Bilimdeki gelişmeler yakın bir zamanda organlarımızın bile yenilenmesini sağlayabilecek. Yani biraz dişimizi sıkarsak 100 yaşımızı kolayca görebileceğiz. Yine de herkesin 3

uzun yaşamak istediğini ama kimsenin yaşlanmak istemediğini unutuyoruz. Sosyal güvenceye sahibiz artık ki çağlar boyunca hiçbir zaman sahip olmadığımız bir şeydi bu güvence. Bu güvence sayesinde biliyoruz ki ölünceye kadar devletin sunduğu olanaklarla hastanelerde bakılabilir, her ay bankaya yatan maaşımızla, lüks bir hayatımız olmasa da karnımızı doyuracağımıza ve başımızın üzerinde bir çatı olacağına emin olabiliriz. Peki ama niçin endişeli ve umutsuzuz? Bütün bu gelişmemize karşın niçin dünya genelindeki her dört insandan biri ciddi akıl hastalıklarının pençesinde boğuşuyor? Niçin dünyanın en modern ve en gelişmiş ülkesi kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri nde günümüzde, neredeyse nüfusun üçte biri intiharın eşiğinde yaşıyor? Niçin daha ilkokula giden çocuklarımıza antidepresanlar veriyoruz? Niçin dünyayı yok edebilecek en büyük tehlikelerden bir tanesi, nükleer silahların yarattığı tehlikeden bile daha büyük bir tehlike olarak görülen akıl hastalıkları olabiliyor? Modern bilimimiz hem akıl hem de beden sağlığımızı koruyacak bunca donanıma sahipken nasıl oluyor da hem bedenlerimiz hem de ruhlarımız acı çekiyor? Nasıl oluyor da sağlık olarak kabul edilen durum kendini sürükleyerek yataktan çıkarmak, günü stres içinde geçirmek ve tam dinlenemediğimiz evlerimize dönmek olabiliyor? Günümüzde sağlıklı kabul edilen insan, enerjisiz ve mutsuz bir insandır. Modern toplum olarak adlandırılan makine için sağlıklı olmak demek, sosyal olarak iş görür olmak demektir. Mutluluk ise bir muammadan başka bir şey değildir. Bunun üzerine modern hayatın bizi mutsuz ettiği yargısına varıp doğanın kucağına kaçar bazılarımız. Burada bir anda sağlıklı beslenmeye, doğa ile uyum içinde yaşamaya başlar. Çoğu zaman doğa ile uyum içinde yaşamak yokluk içinde yaşamakla aynı anlama gelse de mutlu oluruz bir süre bu durumun içinde. Zorunlu olarak şehire gelmemiz gerektiğinde insanların bu koşuşturmacaya nasıl tahammül ettiklerine inanamayız. Yine de bir süre sonra doğal hayat içimizde bir şeylerin yavaşlamasına neden olmaya başlar. Değişim yaratamadığımızı görürüz. Uzak kaldığımızı... Varoluş amacımızı gerçekleştiremediğimizi... Mutluluk olarak adlandırdığımız bir sakinlik içindeyizdir belki ama bu, gerçek bir mutluluk değil yalnızca sakinliğimizi ve huzurumuzu engelleyen dış etkenlerin en aza indirilmesinin sonucunda meydana gelen bir durumdur. Elbette hayatın içinde zaman zaman beklenmedik etkiler oluşur. Bu etkiler durumumuzu sorgulamamıza neden olur ve yeterince uyanıksak eğer bizde değişen bir şeyin olmadığını, temelde her zamanki kadar mutsuz ve karanlık içinde olduğumuzu fark ederiz. 4

Aydınlanma peşinde koşmaya başlarız bazen mutluluğu bulacağımız inancıyla ama aydınlanma çabasının kendisinin bile karanlıkların içinden geçerek olduğunu fark ederiz. Geçmişin bilgeliğinin bizi mutlu edeceğini düşünürüz zaman zaman. Eskiden insanların daha mutlu yaşadığına inanırız ama ardından eski bilgelerin hayatlarını okur ve temeldeki karanlığın o zamanda da şimdi olduğu kadar yoğun olduğunu fark ederiz. Yoksa Budha, rahat ve mutlu hayatını, canından çok sevdiği karısını ve çocuğunu bırakıp da çıkmazdı ışığın ve aydınlanmanın arayışına. Belki de bizim de böyle bir arayışa girmemiz gerekiyordur diye düşünür ve kendimizi bilinmeyene atar bazılarımız. Bilinmeyen ürkütücü olsa da garip bir çekiciliği vardır. Bir süre kendimizi karanlıktan uzak, aydınlığa ve aydınlanmaya doğru hareket eder buluruz. Derken... Tapınakta, bir öğrencinin aydınlandığını duyarlar. Diğer öğrenciler aydınlanan öğrencinin çevresini sarar ve ona sorular sormaya başlarlar. Aydınlandığını duyduk, der bir öğrenci. Doğru mu? Evet, der aydınlanan öğrenci. Peki nasıl bir duygu? Ne hissediyorsun? Her zamanki kadar mutsuz, diye yanıt verir aydınlanmış öğrenci. Ekonomik ve siyasi sistemlerimizde kurtuluşu arayanlarımız vardır. Eğer daha iyi bir siyasi ya da ekonomik sisteme sahip olursak, açlar doyarsa, herkes iş bulur ve insani koşullarda çalışırsa dünya daha iyi bir yer olur ve ışık karanlığa hakim gelebir diye inanırız. Siyasi yapıları inceler, kurtuluşun belli bir siyasi ya da ekonomik yapıda olduğuna inanır ve onu desteklemeye başlarız. Elbette bizim gibi düşünmeyen karşıtlar karanlık tarafta biz ise aydınlık tarafta durmaktayızdır. Yine de 2008 yılındaki son global ekonomik krizde olduğu gibi görürüz ki, siyasi ya da ekonomik yapılarımız, biz onların ne kadar güçlü ya da iyi olduğuna emin olsak da yıkılıp bizi siyasi ve ekonomik bir bilinmeze, bir karanlığa mahkum edebilirler. Karşı taraf haklı değildir merak etmeyin; çünkü onlar da bizim kadar büyük bir karanlığın içinde yüzüp ışığı aramaktadırlar. Yürümeyen sistemlerimiz için çözümlerimiz ortadadır: Bugünden ders alıp yarın daha iyisini yapmak. Buna karşın daha iyisini başarmak çabasıyla yaptımız bütün girişimlerimiz bugünün hatası olarak ders alınacaklar listesine eklenir ve bizi yeni bir karanlık ile başbaşa bırakırlar. Bazılarımız doğayı korumanın karanlıktan çıkış için bir anahtar olduğuna inanırlar. Eğer türleri korursak, daha az tüketir- 5

sek, ormanları yok etmezsek, işimize bisikletle gidersek dünyanın kurtulacağına ve herkesin daha mutlu olacağına inanırız. İnsan eliyle verilen zararları engellemeye çalışırken, tek bir süper volkan patlamasının, bir göktaşının ya da güneşteki bir patlamanın dünyaya, insanlığın yüzlerce yılda verdiği kadar zarar verebileceğini farkeder ve kurtuluşun garanti olmadığını anlarız zamanla. Dahası, biz ne yaparsak yapalım, tüketen insan tüketmeyi sürdürecektir. Kendimizi yeldeğirmenlerine karşı savaş veren Don Kişot gibi hissederiz. Yine de büyük bir irade ve inançla, yeryüzünde doğayı korumaya çalışan son insan da olsak yaptığımızı yapmayı sürdürme kararında oluruz. Fakat karanlık sürekli artmayı sürdürmektedir. Rahat ofislerinde kazandıkları parayı hesaplayan insanların, bu paraları kazanmak için binlerce insanın kanserin pençesinde ölmesine neden oldukları gerçeği karşısında çaresiz hissederiz kendimizi. Derken, mazlum kabul ettiğimiz insanların başka bir çarem yok savunmasıyla kendilerini zehirleyen şirketler için çalıştıklarını fark ederiz. Bu anlamsız olayın ardındaki gerçeği araştırırken işin ardında ekonomiden insan psikolojisine kadar geniş yelpazede bir nedenler ağı olduğunu görür ve meselenin yalnızca çevreyi koruma meselesi olmadığını fark ederiz. Fakat çaresizizdir ve bu karanlığın içinden çıkmak için, eğer yeterince bütüncül ve geniş açılı bir bakışımız varsa yeni ışıkların arayışına girişiriz. Tüm körlerin içinde görenlerimiz vardır. Onların karanlık sandıkları bir dünyanın içinde renklerin olduğunu bilen bazılarımız. Görmeyenlere renkleri anlatmaya, ışığı göstermeye çalışırız. Kimimiz çarmıha gerilir, kimimiz alay konusu olur, kimimiz ise körlerle dolu bir dünyada gerçek karanlığa hapsolanın kendimiz olduğunu hissederiz. Işığı görmek yetmez bize, diğerleri de görsün isteriz. Fakat onlara renkleri ve ışığı anlatmak için giriştiğimiz bütün çabalarımız, en iyi ihtimalle boş, çoğu zamansa tehlikeli bir çabadan öteye geçmez. Derken uzaklaşırız... Kendimizi yalnızlığın karanlığında buluruz. Işığı anlatmaya çalıştığımız körler kadar körleşir ve ışığı aramaya başlarız... Her şeyi doğru yapan ya da doğru yaptığını düşünenlerimiz vardır. Doğru yoldan gidersek mutluluğu ve ışığı yakalayacağına inananlarımız. Yine de hayatın bize sürprizler hazırladığını ve bizimkinden farklı planları olduğunu fark ederiz. Biraz daha ayrıntılı baktığımızda kendimizin her şeyi doğru yapmasının dünyanın daha aydınlık bir yer olmasını sağlamadığını görürüz. Dünyayı aydınlatmakla uğraşmaz yalnızca bulunduğumuz yeri aydınlatmaya çalışırız. Fakat en yakınımızdakileri, canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımızı bile aydınlatamadığımızı fark ederiz. Herkes kendi gerçeğini bulmaya çalışırken ve herkes kendi deneyimini yaşarken en sevdiklerimizin karanlık içinde bocaladıklarına tanık oluruz. 6

Peki bu bir kader mi? Ne yaparsak yapalım dönüp dolaşıp geleceğimiz yer karanlık mı? Farkında olsak da olmasak da, unutsak da hatırlasak da, sevsek de sevilsek de yok mu karanlığın içinde ışığın parlamasının bir yolu? Bazılarımız, önemli olanın yanıt değil sorunun kendisi olduğunu anlayan bazılarımız, doğru soruları sormaya başlarız sonunda. Karanlık nedir? Işık nedir? Bunları anlamama ya da ışığa ve mutluluğa ulaşmama neden olan şey nedir? Derken bir çözüm belirmeye başlar yaratıcı karanlığın içinde, yaratılışın ilk ışığı olarak. İlk ışık bana şunu söyler: cahilsin! Ben de bildiğimi sanmayı bırakarak, cehaletimi anlamaya çalışırım önce. Ve karanlığın içinde cılız bir ışık parlamaya başlar! 7

8

BÖLÜM 2: Bilenle bilmeyen bir olur mu? Karanlığın İlk Nedeni: - Zümer Suresi 9. ayet Başlangıçta, yaratılış kördü. Bilgi yoktu. Varolan tek şey, engin bir cehalet okyanusuydu. Bu engin cehalet okyanusunda bir hareket başladı. Bu hareketten duyguların farkındalığı doğdu. Bu duygulardan, bireysellik yaratıldı. Kendini yaratan bu hareket beş duyuyu ve zihni oluşturdu. Bu altı özellik, nesnelerle iletişime girdi. Bu etkileşim duyuların temelini oluşturdu. Bu duyular ise birey olma açlığını doğurdu. Bu açlık, nesnelere bağımlılığı yarattı. Bağımlılık, benliği oluşturdu. Benliğin sürekliliği, Ben in durmadan yeniden doğmasına yol açtı. Yeniden doğup duran Ben, acıya, yaşlanmaya, hastalığa ve ölüme neden oldu. - Budizmin yaratılış düşüncesi Cehalet Ey kör! bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş! Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş! Şu durmadan kurulup dağılan evrende Bir nefestir alacağın, o da boştur boş! -Ömer Hayyam 9

Bütün evren, netliklerin değil belirsizliklerin yaşandığı bir alandır. Yaşamın özündeki değişim, net ve belirgin bir durumun varolmasını olanaksız hale getirir. Katı madde dahi sürekli olarak değişim içindedir. Değişmeyen tek şey değişimdir. İnsanın ilk yanılgısı, değişmeyen ve sabit durumları aramasıdır. Sabit bir ekonomik gelir, sürekli ve değişmeyen bir aşk, sürekli sağlıklı olmak, yaşlanmamak, ölmemek, acı çekmemek, mutlu olmak ve elbette bütün bunların temelinde sahip olmak ister. Sahip olmak isteyen Ben dir. Bu sayede geri kalan her şeyden ayrı bir şey olarak var sanabilir kendini. Şimdide yaşamak ister örneğin; çünkü varolan tek şey sürekli bir şimdidir. Fakat şimdiki zamanda asla kalamadığını fark eder; çünkü şimdi dediği anda şimdi çoktan geçmiş olmuştur bile. Şimdiki zaman bile içinde kalınabilecek sabit bir şey değildir. Düşüncelerine sahip olmak ister insan. Eğer düşüncelerinin denetimi kendi elinde değilse delireceğine inanır. Oysa düşüncelerimiz dahi sabit değildir. Bugünden yarına değişim gösterebileceği gibi, dış koşullar tarafından etkilenebilir. Eğer düşüncelerimiz değişmeseydi, bugün hâlâ 20 yıl önceki görüşlerimize sahip olurduk. Hâlâ, dünyanın sabit durduğuna, tüm gezegenlerin onun çevresinde döndüğüne inanırdık; ya da o an inandığımız şey her ne ise ona inanmayı sürdürürdük. Bugünden geçmişe baktığımızda, geçmişin bilgisinin hatalı olduğunu söyleriz. Bugün biliriz ki insan başka bir türden evrimleşmiştir, dünya bir küredir ve güneşin etrafında dönmektedir, mitolojik tanrılar doğa güçlerini tanımlamak için kullanılmıştır, maddenin en küçük yapı taşı atom değildir ve halk kendini yönetebilir. Bugünkü bilgilerimize göre eski düşüncelerimizin hatalı olduğunu söyler ve konuyu kapatırız orada. Yarınki görüşlerimize göre bugünkü görüşlerimizin büyük olasılıkla hatalı olacağı gerçeğini kabul edemeyiz. Evrim kuramının hatalı kabul edileceği, Büyük Patlama nın bizim düşündüğümüz gibi olmadığı, güneşin aslında bir alev topu değil de buz gibi bir kütlenin çevresinde yanan bir ateş olduğu, dünyanın merkezindeki mağma tabakasının soğumayacağı ve halkın kendini yönetemeyeceği yönündeki yarının gerçeğini bugünden kabul edemeyiz. Ve elbette yarının düşüncesi de kendinden sonraki düşünceye göre hatalı ve eksik olacaktır. Düşüncelerimiz asla tam ve eksiksiz bir tanıma dönüşmeyecektir. 10

Duygularımızın bile değişmez olmadığından emin olamayız. Yine de bulduğumuz aşkı sonsuz sanmayı, elde ettiğimiz huzurun ya da çektiğimiz acının hiç bitmeyeceğini, zevk aldığımız şeylerin değişmeyeceğini kabul ederiz. Bilgelerin hiç öfkelenmemesini, herkesin bizi sevmesini ve kabul görmeyi ister, bilmediğimiz bir gelecekte, sürekli değişen bir evrende, değişmeyeceğine emin olduğumuz duygular için karşımızdaki kadına ya da erkeğe bağlılık yemini eder ve bunun bir kanıtı olarak, kalbimize karşılık gelen parmağımıza bir yüzük takarız. Oysa içinde yaşanan değişken koşullar, sürekli değişen zamanda duygularımızı da değişime zorlar. İleride göreceğimiz gibi bir iç organımızdaki küçücük bir değişim bile duygularımızın negatif ve pozitif uçlar arasında salınmasına neden olur. Değişen evren ve değişip duran hayatın içinde, kendimizin de sürekli değiştiğimiz ve Ben diyebileceğimiz sabit ve değişmez bir şeyin varolmadığı anlayışı, karanlıktan çıkmamıza yardımcı olacak ilk ışık pırıltısıdır. Buna karşın, sürekli değişip duran ve tanımlanamayacak bir benden bahsetmek bize korku verir. Bu nedenle de kendimizi tanımlama uğraşına girişiriz. Sahip olduklarımızla tanımlamaya çalışırız kendimizi ve elbette alışkanlıklarımızla. Ben... ile başlayıp,...şöyleyimdir ya da...böyle yaparım diye biten cümlelerle kim olduğumuzu ve ne olduğumuzu tanımlamaya çalışırız. Bütün bu tanımlamalarla boşluğa kaleler inşa etmeye çalışır ve bu kaleler elbette değişimin rüzgarlarıyla yıkılmaya başladığında, Ben dediğimiz ve temelde varolmayan şeyin yok olacağı korkusu ile tanımlarımızı sağlamlaştırmaya uğraşırız. Bu da bizi daha korkak, daha gergin ve en önemlisi de daha az esnek bir varlığa dönüştürür. Sürekli değişen ve hareket halinde olan bir varoluşun içinde, esnemeyen ve değişmemeye çalışan bir varlığın hissedebileceği tek şey vardır: Acı ve ıstırap. Eğer bir Ben var ise o zaman sahip olabilmesi ve tanımlanabilmesi gerekir. Bunu bildiğimiz için, sahip olmayı ve tanımlamayı olmanın önüne koyarız. Önemli olan olmak değil sahip olmak ve tanımlamaktır bizim için. Cehaletimiz bizi sahip olmaya ve tanımlamaya yönlendirirken, bilginin ışığı, olmaya yönlendirir. Cehalet farkında olmanın öneminden bahsederken, bilgi ve aydınlanma farkında olmamanın öneminden bahseder. Farkındalık olarak adlandırdığımız durumu sabit ve değişmeyen bir durum olarak algılar ve onu sabit ve değişmeyen bir durum yaratmak için kullanmaya çabalarız. Farkında olmak, çoğu zaman sahip olduğumu sandıklarımın farkında olmak- 11

tan başka bir şey değildir. Cehaletimizin içinde sahip olmak tanımını yalnızca maddi varlıklarla özdeştirir, aslında Ben dediğimiz şey dahil olmak üzere, duygularımıza, düşüncelerimize ve zamana sahip olmaya çalıştığımız gerçeğini göz ardı ederiz. Farkındalığımız asla farkında olmadığımız alana yönlenmez. Yönlenemez de zaten; çünkü farkında olmadığımız alan da tıpkı her şey gibi değişir durur. Farkındalık, bir anlamda gözlemek demektir. Fakat gözleyen bir Ben olduğu sürece, gözlemlenen daima gözlemleyen Ben in dayanak noktasına göre biçim alır. Tıpkı ışığı dalga olarak gözlemlemek niyetinde olan bir fizikçinin onu dalga, parçacık olarak gözlemlemeye niyetlenen bir gözlemcinin ise parçacık olarak görmesi gibi. Fakat gözlemci, gözlemleme niyetinde olmadığında geriye ne dalga ne de parçacık kalır. Geriye kalan tek şey kocaman bir boşluktur! İşte içinde ışığın parlayacağı boşluk burasıdır! Peki ama boşluk nedir? 12

BÖLÜM 3: Yaratıcı Karanlık Şekil boşluktur ve boşluk şekildir. Şekil boşluktan başka bir şey değildir. Boşluk şekilden başka bir şey değildir. Şekil ne ise boşluk da odur. Boşluk ne ise şekil de odur. Algı, algılama ve bilgi de boşluktur. Şekil şekildir ve boşluk boşluktur. Adlandırılabilen Tao, Tao değildir. Ona verilen adlar, onun adı değildir. - Tao Te Ching, 1 - Prajna Paramita Sutra 13

Karanlığın içinde ışığı ararken zamanla olguların birbirlerine göre ve en nihayetinde de kendime göre biçim aldığını fark ederim. Demek ki tanım, bana göre oluşmaktadır. Bu anlayışla kimseyi suçlamamaya başlarım. Kendi hayatım için teşekkür edebileceğim ya da suçlayabileceğim kimse yoktur. Kendi gerçekliğimi kendim yaratmaktayımdır. Bunun üzerine kendimi değiştirdiğimde gerçekliği değiştirebileceğimi fark ederim. Bu farkındalıkla yaratma girişiminde bulunarak, tanrı ile ortaklık kurmaya kalkarım. Fakat yaratma eylemi, benim aklımdan, duyularımdan, duygularımdan, korkularımdan, arzularımdan ve elbette sahip olma isteğimden kaynaklandığı için gerçek bir yaratım değildir. Olsa olsa yaratımın kaba, eksik ve çoğu zaman da zararlı bir kopyasıdır. Olmak, yerini bir kez daha sahip olmaya bırakır. Mutluluğu yaratabileceğimi ve ona sahip olabileceğimi sanırım. İlk başlarda her şey yolundadır. İstediğim gerçekliği, kaba bir düzeyde de olsa gerçekleştirmeye başlarım. Yine de zaman geçtikçe beni yeni bir ıstırabın beklediğine tanık olurum. Bu ıstırabın iki temel nedeni vardır: Birincisi, istediğim her şeyi yaratamam, ikincisi ise yaratımlarım gerçekten de beni mutlu etmez. İçimde, sahip oldukça kendini fakir hisseden insanın huzursuzluğu büyümeye başlar. Belki de hatalı şeyler istiyorumdur diye düşünürüm. Doğru şeyleri istemeliyimdir belki? Kendim için istemeyi bırakmalı ve başkaları için istemeliyim; fakat bu da mutlu etmez beni. O zaman gerçek isteklerimi keşfetmeliyim. Belki de istemeyi bırakmalıyım? Peki ama isteyen Ben kim? Gerçek isteklerimi ya da onları isteyeni keşfetmek için Ben dediğim kişinin kim ya da ne olduğunu anlamalıyım. Bu arayışa giriştiğimde, kullandığım yöntem geçmiş yaşamlarımı bulmak da olsa psikoterapi de olsa durum değişmez. Mutsuzluğum hâlâ devam etmektedir. Mutsuzumdur, çünkü hâlâ bir tanım peşinde koşuyor ve bir şeye, Ben dediğim bir şeye sahip olmaya çalışıyorumdur. Gerçekliği değiştiren ve değiştirme arzusunda olan da bu Ben dir. Her şey, bu Ben e göre şekil almaktadır. Peki ama eğer tüm gerçeklik bana göre oluşuyorsa, gerçekten de kimdir bu Ben dediğim küçük insan? Derken, Ben hakkında bildiğim her şeyi unutur ve tarafsız bir şekilde Ben dediğim şeyi gözlemlemeye başlarım. Gözlemlemenin ilk aşaması oldukça zordur. İnsanın elinde son derece kaygan bir buz tabakasını tutmaya çalışmasına benzer. Bir an yakalar gibi olur beni, hemen ardından kaybediverir. Ben e bakarken, onu kendi bakış açısına göre 14

biçimlendirdiğini fark eder. Her şey benim bakış açıma ve niyetime göre biçim almaktadır bu evrende. Ben dediğim şey de bu gerçeklikten ayrı bir yerde durmamaktadır. Beni, yalnızca bana göre gözlemleyebilirim. Ben, benim ona yönlendirdiğim niyete göre biçim alır. Tıpkı, ışığı parçacık olarak gözlemlemeye niyetlenen bir gözlemcinin onu parçacık, dalga olarak gözlemlemeye niyetlenen gözlemcinin onu dalga olarak görmesi gibi. Peki ama ışık gerçekte nedir? Ben nedir? Bunun için gözlemi bırakmalı mıyım? Fakat eğer onu gözlemlemezsem onun ne olduğunu nasıl anlayabilirim? Ben, beni nasıl gözlemleyebilir? Göz kendini nasıl görebilir? Bunun tek bir yolu olabilir diye düşünürüm; kendi gözümü ancak bir başkasının gözünden ya da bir yansıtıcıdan görebilirim. Bunun üzerine beni bana anlatacak kişileri kullanmaya başlarım. Elbette bu çaba boş bir çabadır; çünkü beni gözlemleyen ve bana anlatan, Ben i kendi benine göre gözlemlemektedir. Bu durumda, Ben dediğim şeyi tarafsız, olduğu haliyle gözlemlemek için ne yapabileceğim konusunda aklım karışır. Ben, beni gözlemleyemez çünkü ben, beni gözlemlemeye kalkıştığında onu bana göre değiştirir. Başkası beni gözlemleyemez çünkü başkası beni kendine göre değiştirir. Ben, kimim ya da neyim? Ben i nasıl gözlemleyebilirim? Sonunda vazgeçerim. Bilirim ki Ben dediğim şeyi gözlemlememin bir yolu yoktur. Onu gözlemleme niyetim olmadan otururum. Bütün niyetler, bütün istekler ve bütün tanımlar anlamını yitirir. Bilirim ki bütün tanımlarım, bütün niyetlerim, Ben dediğim şeyi bana göre değiştirecektir. Bilirim ki, bilgim, bilmenin önündeki engeldir. Bunun üzerine, zihnimi bir ayna yapar ve gözlemleme niyetim olmadan gözlemlemeye başlarım. Gözlemleyen gözlemlenen olur. Derken yavaşça şekil boşluğa, boşluk ise şekile dönüşür. Soru sormam, bir şey beklemem, niyetlenmem, yalnızca durur ve bakarım. Bakarım. Bakarım... Derken, şekil kendini çözündürmeye başlar. Ben dediğim şeyin kocaman bir yanılgı olduğunu fark etmeye başlarım. Her şeyden ayrı ve bağımsız bir ben yoktur. Her şeyden öte, Ben yoktur. Tanımlanan şey Ben değildir. Yalnızca bir yanılgıdır. Bir cehalettir. Ben olarak adlandırdığım şey, yokluğun kendini var sanmasından başka bir şey değildir. Bilen bir Ben yoktur. Baktıkça, çözünmeye başlar her şey ve geriye boşluktan başka bir şey kalmaz. Bu boşluk, her şeyin temelindeki boşluktur. Her şey bu boşluktan yaratılmaktadır. Peki ama boş olan bir şey nasıl yaratabilir? 15

Boşluğu gözlemlemeyi sürdürürken içimi mutlu bir duygu kaplamaya başlar. Tanımlayamam onu; boşluktayımdır çünkü. Yine de mutlu bir duygu olduğunu bilirim bunun. Sevgi ve cesarete benzer bir duygudur. Boşluk, gözümün önünde gittikçe büyüyen bir ışık gibi parlamaya başlarken ilk aydınlanmamı yaşarım. Doğmadığımı ve ölmeyeceğimi anlarım. Işık gittikçe artarken bunun gerçek bir ışık olduğunu anlarım. Boşluk, ışıktır! Gözlerimin gerisinde bir yerlerde parlar. Tüm evreni doldurur. Boşluğu gözlemlemeyi sürdürürüm. Yavaş yavaş beni oluşturan şeyin boşluğa dönüştüğünü hissederim. Işık olarak algıladığım boşluk her yer ve tüm zamanlardır; aynı zamanda hiçbir yer ve hiçbir zamandır. Boşluğun zamansız ve mekansız olduğunu fark ederim. Bir toplu iğne başındaki miktarı ile tüm evrendeki miktarının aynı olduğunu fark ederim. Işık, erdemdir! Işığı izlemeyi sürdürürüm. İzlerken, onun aynı zamanda yaratılışın temel nedeni ve kendisi olduğunu anlarım. Işığın içinde bir bilincin varolduğunu fark ederim şaşkınlıkla. Ve ışık bana ne olduğunu anlatır. 16

BÖLÜM 4: Erdem: Atların karda ve buzda yürümelerini sağlayan toynakları, kendilerini rüzgârdan ve soğuktan koruyan tüyleri vardır. Otlarla beslenir ve su içerler, kuyruklarını savurur ve dört nala koşarlar. Bunlar atların gerçek doğalarıdır. Fakat bunlardan hiçbiri geçit törenlerinde ve büyük konutlarda kullanışlı değillerdir. Gerçek Doğamızın İfadesi Polo adında ünlü bir at eğiticisi ortaya çıktı ve "atları yönetmekte çok başarılıyım", dedi. Ardından atların tüylerini kırptı ve toynaklarını söküp dağladı. Boyunlarına yular, ayaklarına zincir vurdu ve onları ahıra kapadı. Bunun sonucunda on attan üçü öldü. Ardından onları aç ve susuz bıraktı. Ağızlarındaki gemin acısı ve sırtlarına inen kırbacın korkusuyla, yarısından fazları ölünceye dek onları tırıs ve dört nala koşturup belli bir düzene göre koşmayı öğretti. Yine de Çağlar boyunca Polo'nun atları eğitme yeteneği üzerine methiyeler yazılıp durdu. - Chuang Tzu 17

Işık, parlamaya başlarken, karanlık da aydınlanır. Karanlığın, cehaletimden kaynaklandığını anlamaya başlarım. Tanımlamalardan ve korkularımdan yaratılan karanlığın çözünmesine izin verdiğimde geride ben olarak tanımladığım şeyin kalmadığını görürüm. Ben dediğim şey, benim bir tanımımdan başka bir şey değildir. Tanımlarımın ortadan kalkması gerçek benin ortadan kalkması değil, benim ben olarak adlandırdığım tanımın ortadan kalkmasıdır. Ben tanımım ortadan kalktığında geriye kalan boşluğun ışık olduğunu, ışığın, ben olduğumu ve ışığın her şey olduğunu da anlamaya başlarım. Kendimi ayrı bir şey sanma yanılgım ortadan kalkar. Beraberinde sonlu olduğum yanılgısını da süpürüp götürür. Ben, başı ve sonu olmayan ışıktır. Tanımım ortadan kalkarken, korkularımın, endişelerimin ve aşırı arzularımın da ortadan kalktığını fark ederim. Eylemde bulunurum ama yapmam. Yapmadan yapmanın ne olduğunu anlarım. Her şey ile bir olduğumu ama şeylere bağımlı olmadığımı fark ederim. Bu birlik hali, tanımlamalarımla oluşturduğum ikici (düalist) gerçeklikten farklıdır. İçinde bir tanımlama yoktur ve tanımlama yapılmasını da olanaksız hale getirir. Işığı izlemeyi sürdürürüm. Işığın içindeki zihin ya da anlayış bana, madde dediğim şeyin temelinin ışık olduğunu bildirir. Bu, bir bilme halidir. Her yana yayılan bilincin kendinin farkına varmasıdır. Varolan her şey olmayandan gelir. Formlar (biçimler), formsuzluğun çocuklarıdır. Işık, maddi olmayan formu oluşturduktan sonra formlar maddi dünyayı oluşturmak için ışığın oluşturduğu formun bir izdüşümü olarak varlık alanına çıkarlar. Önce yumurta vardır ve ardından tavuk gelir. Işık kendi içinde iki temel kutuba ayrılırken yaratıcı karanlığı ya da boşluğu ve yaratan ışığı ya da aydınlığı yaratır. Tüm varoluş ışıktan ayrılan bu iki karşıt durumun arasında meydana gelen denge ya da kozmik dansla varolur. Denge bir kez bozuldu mu, yer ile gök yer değiştirmeye başlar. Gök yukarıdan aşağıya doğru hareketi ile yukarıda, yer ise aşağıdan yukarıya doğru hareketiyle aşağıda olmalıdır. Işığın ve karanlık boşluğun doğal dengesi bu şekilde oluşur. Kökleri topraktan çıkarılan bir ağaç yaşayamaz. Ağacın doğası, köklerinin toprakta dallarının göğe uzanır durumda olmasını ister. Varlık alanında her şey, denge durumunda kaldığında yer ile gök olması gereken yerdedir. Bu 18

olduğunda insan sağlığından, siyasete kadar her şey kutsal olanın yolunu takip ederek uyumlu ve mutlu olur. Işık kendini karşıt kutuplara ayırırken, ışığın özünü izlemeyi sürdürürüm. Işık maddeleri oluştururken, madde dediğim şeyin ışığın yoğunlaşmış hali olduğunu anlarım. Tarafsız bir gözlemci olarak ışığı izlemeyi sürdürürüm. Işık, ben onu gözlemledikçe bana kendini anlatmayı sürdürür. Işığın doğası, maddeleri oluşturmak üzere yoğunlaşırken, yoğunlaşan şeyin farklı ışıklardan meydana geldiğini görürüm. Bu ışıklardan her biri varlığın doğasını oluşturmak için bir araya gelir ve yoğunlaşır. Farklı ışıklardan her birini gözlemlemeyi sürdürdüğümde, bu ışıkların erdem olduğunu anlarım. İşte o zaman, benim ve varolan her şeyin temelde, kendini ışık olarak gösteren erdemden başka bir şey olmadığını anlarım. Madde, erdemin yoğunlaşmış halidir. Temel yapıtaşı, erdemdir. Büyük Patlama, erdem olarak görünen ışığın kendini maddeye dönüştürmesidir. Erdem yoğunlaştığında maddeyi oluşturur ve madde çözündüğünde yeniden erdeme dönüşür. İçimde, yer ile gök uyum içinde olduğunda, erdemin de güçlendiğini farkederim. Erdem güçlendikte, ışığın ifadesi olan bilincimin de güçlendiğini anlarım. Sağlıklı olmak ya da mutlu olmak için giriştiğim çabaların, erdem denilen bağlayıcı ve yapıştırıcı unsur olmadan bir işe yaramayacağını görürüm. Ölüm dediğim yanılgının içinden bile erdem ile geçtiğimi ve sonsuzluğa uzanan köprünün erdemim olduğu gerçeği ile yüz yüze gelirim. Erdem, hayatın temelindeki anlam ve onun temel yapıtaşıdır. İzlemeyi sürdürdükçe, bedenim olarak adlandırdığım şeyin bile erdemden yapıldığını anlarım. Erdem, bedenimi oluşturmak için, farklı ışıklar şeklinde yoğunlaşarak organlarımı, salgıbezlerimi ve bilincimi meydana getirir. Erdemim arttıkça bilincim, salgıbezlerim, organlarım, sosyal ilişkilerim ve evren ile olan iletişimim de sağlıklı ve uyumlu bir hale gelir. Korkularım, yerini keyifli bir olma haline bırakır. Erdem, mutluluk verici bir haldir. Bir şey elde etmek ya da bir şey olmak için yapılmaz. Erdem, sahip olma hali değil olma halidir! Bu hâl, benim gerçek doğamın ifadesidir. Ben gerçek doğama sahip olduğumda, erdem de kendini ifade eder. Aynı şekilde erdemimi geliştirdiğimde gerçek doğam kendini ifade edebilir. Gerçek doğam korkusuz, mutlu, bilge ve keyiflidir. Sahip olmak gerçek doğanın yerine konan yapay doğadır ve beni gerçek insan olmaktan uzaklaştırır; 19

karanlık bir hayale, bir cehalete dönüştürür. Olmak ise, gerçek doğamın bir ifadesi olarak gerçek insan olmamı sağlar. Olmama ve gerçek doğamı ifade etmeme engel olan şey ise yer ile gök arasındaki dengeyi bozmamdır. Peki ama yer ile gök arasındaki denge nedir? 20

BÖLÜM 5: Yer ve Gök insan gönüllü değildir. Tüm varlıklar samandan birer kukladır onlar için. Bilgeler insan gönüllü değildir. Tüm insanlar samandan birer kukladır onlar için. Yer ve Gök Arasında: Gerçek İnsana Dönüşmek - Tao Te Ching, 5 Eğer arıyorsan apaçık gerçeği Vazgeç ayırmaktan doğru ile eğriyi Doğru ile eğri arasındaki çelişki zihnimizin bir illeti. - Sang-Ts an 21

Gök, yere yaratıcı tohumlarını sağlayan unsur ise yer de o tohumun kendinde büyüyeceği rahimdir. Şeyler, yer ile göğün uyumlu birliği olmadan varolamazlar. Baba, gök gibidir; anne ise yer gibi. Çocuk yalnızca yer ile göğün uyumlu birliğinin sonucu olarak varolabilir. Gök ışıktır, yer ise karanlık. Işık ile karanlığın uyumlu birlikteliği yaşamın yaratılmasını sağlar. İnsan zihninin en acı dramlarından bir tanesi, karanlık ile aydınlık, iyi ile kötü, o ile bu arasında ayrım yapmasıdır. Karşıtların varolabilmek için birbirlerine ihtiyaç duyduklarını göz ardı eder. Bu yanılgı ise yer ile gök arasındaki dengeyi bozar. Bu nedenle karanlık, yaratmak için ihtiyaç duyulan boşluktur. Yokluk anlamlandırır varlığı. Aynı şekilde gündüz, yaratmak için vardır. Gün içinde hareket eder, yaratır ve öğreniriz ki, gece dinlenmeye çekildiğimizde zihnimiz ve ruhumuz gün içindeki deneyimlerini kendi gelişimi için yakıta dönüştürebilsin. Erkek olmadan kadın nasıl varolabilir? Yaz gelmeden kış, uyanık olmadan uyumak, hareket etmeden dinlenmek, çocuk olmadan büyümek mümkün müdür? Bu nedenle varlıktır hayata anlam katan tıpkı karanlığın içinde parlayan ışık gibi. Karanlık olarak adlandırılan gece vardır ki gündüz varolabilsin. Uyuruz ki dinlenebilelim. Yemek yiyebilmek için acıkmamız gerekir. Güzelliği taktir edebilelim diye vardır çirkinlik. Çirkinlik olmadan güzelliği, kötülük olmadan iyiliği, açlık olmadan tokluğu nasıl taktir edebiliriz? Zorluklar vardır ki, başarının tadını çıkarabilelim. Yorulmazsak nasıl keyifli olur dinlenmek. İnsan zihni, temelindeki cehalet nedeniyle sürekli bir açgözlülük içinde yalnızca aydınlığı ya da yalnızca karanlığı arar. İkisinin bir arada varolabileceğini anlamakta zorlanır. Bunun en büyük nedenlerinden bir tanesi tüm varoluş gibi, konuşma dilimizin ve zihnimizin de yalnızca düalite (ikicilik) içinde işleyebilmesidir. Kendi varoluşları ikiliğe bağımlıdır. Maddi dünyanın özünü ikilik oluşturur. Bizler, tıpkı 0 ve 1 komutuyla çalışan bir bilgisayar gibi işleriz. Bilgisayar nasıl ki bir şeyin aynı anda hem 0 hem de 1 ve ne 0 ne de 1 olduğu 22

bir durumu anlamlandıramaz ve hata komutu vermeye başlarsa, zihnimiz de gerçeğin bu hem o hem bu, ne o ne bu durumu kavramakta zorlanır. Bu zorlanma içinde bir tarafı tercih eder duruma gelir. Kötünün önüne iyiyi, başarısızlığın önüne başarıyı, mutsuzluğun önüne mutluluğu, çirkinliğin önüne güzelliği koymaya çalışır. Bu çabasının sonucunda ise açgözlülüğünün ve mutsuzluğunun artmasından başka elde edebileceği bir şey olmaz. İkiliğin yalnızca bir tarafının baskın olduğu bir durum, bu durum iyi olarak adlandırılan durum da olsa kötü olarak adlandırılan durum da olsa, yer ile gök arasındaki dengenin bozulmasına neden olur. Bu nedenle uyumlu birliğin sırrı karanlığın içindeki aydınlığı ve aydınlığın içindeki karanlığı yaratmayı başarabilmektir. Karanlığın içinde parlayan ışık bizi gerçek bir insana dönüştürür. Aslına bakarsanız insanın gerçek doğası budur. Karanlık ve aydınlığın uyumlu birliğinden oluşan gerçek doğamız, aynı zamanda tüm evrenin yapı taşı olan erdemin de mükemmel bir ifadesidir. 1. Durum: Karanlık ve aydınlık, kendini dört şekilde ifade edebilir. Bunlardan ilki karanlığın içindeki aydınlık olarak adlandırılabilecek bir durumdur. Bu durum kendini yaşadığımız maddeler dünyasında kadın, yağmur, kış, huzur, sakinlik, dinlenme, sessizlik, gevşeme, sezgi, serinlik, uyku, dış etkenlere bağımlı olmayan bir huzur ve ölüm gibi niteliklerle gösterir. Kadın, kendi içinde eril nitelikleri barındırır. Tek başına dişi enerjiden ya da unsurlardan oluşmaz. Dişi enerjinin karanlığı içinde bulunan ışık ya da eril enerji kadını yaratır. Kadın bedeni dişi hormonlarla eril hormonları uyumlu bir dengede bir arada bulundurur. Bu hormonal denge bir yöne doğru bozulduğunda sorunlar çıkmaya başlar. Her şeyin durağanlığa doğru çekildiği kış, büyümenin potansiyelini içinde barındıran bir tür dinlenme dönemine dönüşür. Tohum toprağın içinde dinlenir ve baharla birlikte yukarıya doğru hareketine başlamadan önce enerji toplar. Kış, asla tümden bir durağanlık ya da ölüm durumu değildir. Bütün bu durumlar, karanlığın, kendi içindeki ışığı kozaladığı, ileriye doğru hareketin öncesindeki gerileme hareketi olarak anlaşılmalıdır. Tıpkı nefes almadan önce nefes vermeye benzer. Nasıl ki nefes alma ve nefes verme 23

döngüsü birbirini takip ediyorsa, aynı şekilde karanlık ve aydınlık da kendi içlerinde barındırdıkları karanlık ve aydınlık tohumla sürekli bir harekete neden olurlar. Karanlığın içinde büyüyen aydınlık tıpkı ilkbahara benzer. Aydınlık, karanlığın içinde büyümeye başladığında yaşamı da oluşturmaya başlar. Eğer karanlığın içinde büyüyen aydınlık olmasaydı, doğa canlanamaz, yaşam döngüsünü başlatamazdı. Çabasızlık ya da kendiliğindenlik olarak adlandırılan durum bile ilk olarak çabayı ve zorlamayı gerektirir. Yazı yazmak için ilk önce harflerle uğraşır ve onları öğrenmeye, doğru yazmaya çabalarız. Okumak için de öyle. İlk başlarda çabalayarak, zorlanarak kelimeleri, ardından cümleleri okuruz. Gözümüz tek tek harfleri seçer önce ve ardından heceleri, ardından kelimeleri seçmeye başlar. Fakat çaba bir kez doruğuna ulaştı mı artık çabasızlığa dönüşür ve göz cümleyi nasıl anlamlandırdığını bile fark edemeden çabasız bir şekilde okumayı sürdürür. Fakat bu çabasızlığa ulaşabilmek için ilk önce çabaya ihtiyaç vardır. Bu nedenle okumanın doğasında da her şeyin doğasında olduğu gibi çaba ve çabasızlık, karanlık ve aydınlık bir arada olmalıdır. Yaşamımız bilgisizlikten bilgiye ve ardından bilgiden yine kendiliğindenlikten oluşan bir tür bilgisizliğe doğru geçiş yapar. Yaşama ilk geldiğimizde gerçek bir karanlık içindeyizdir. Bu karanlığın içinde ışık gittikçe büyümeye başlarken bizi öğrenme açlığı ile doldurur. Öğrenir, öğrenir ve öğreniriz. Bir sanatı ya da felsefeyi öğrenirken de aynı şeyi yaparız. Bilgisizliğin içindeki minik ışıkla sezgisel bir durumda bulunuruz ilk başlarda. Bir şey biliriz ama bildiğimiz şeyin ne olduğunu bilmeyiz. Eğer yalnızca karanlıktan oluşan bir bilgisizlik ya da cehalet olsaydı bu durum, o zaman bildiğimizi bilmez, öğrenmek için bir ihtiyaç duymazdık. Fakat karanlığın içindeki minik ışık, gücünü artırmaya başladığında çaba sarfeder ve öğrenmeye başlarız. Öğrenir, öğrenir ve öğreniriz. Derken, ışık parlar ve karanlık geriler. Bilgi, sezgiyi bastırır ve cehaletin yerini öğrenme ve bilgi alır. Işık en üst noktaya ulaştığında, karanlık iyice küçülür ve artık öğrendiğimiz şey her ne ise onu teknik anlamda tam olarak bilen insanlara dönüşürüz. Fakat bu durum halen yetersiz bir durumdur. Bilgi halen çabasız bir duruma dönüşmemiş, sezgi gerilemiştir. Derken bilmeyi bıraktığımızda ışığın içindeki karanlık yavaş yavaş büyür ve en sonunda, karanlıkla aydınlığın dengelendiği bir durumda, öğrendiğimiz konuda, çabasızlığa ve bilgeliğe ulaşırız. Artık bilgi ve sezgi bütünlenmiş bizi uğraştığımız konuda tam bir insana dönüştürmüştür. 24

2. Durum: Karanlık ve aydınlık olarak adlandırabileceğimiz gerçeğin ikili doğasındaki ikinci durum, karanlığın içindeki karanlık olarak adlandırılabilecek bir durumdur. Bu durum kendini yaşadığımız maddeler dünyasında durağanlık, hastalık, tembellik, sel, depresyon, hüzün, keder, korku, soğukluk, katılık, hoşgörüsüzlük, büzüşme ve küçülme gibi niteliklerle gösterir. Evrenin ikili doğasının karanlık olarak adlandırılabilecek tarafı, eğer aşırı bir duruma ulaşırsa bu durumda karşımıza temelinde durağanlık ve hareketsizliğin bulunduğu bir çürüme ve bozulma çıkmaya başlar. Örneğin, dinlenmek iyi bir şeydir ama aşırı dinlenmek kasların atrofiye uğrayarak zarar görmesine neden olur. Dinlenmek isteyen bir insanın yapması gereken şey ılımlı bir ölçüde yorulmak ve ılımlı bir ölçüde dinlenmektir. Bu, gerçekten de hareket ve hareketsizliği bir araya getirerek hem bedenin hem de zihnin rahatlamasını sağlar. Fakat, uzun süre boyunca yatakta kalmak ya da sürekli dinlenme halinde olmaya çalışmak şaşırtıcı bir şekilde dinlenmiş bir duruma değil kendimizi yorgun ve bitkin hissettiğimiz bir duruma yol açar. Çoğu depresyon vakasında bu duruma tanık olurum. Elbette depresyonun bir çok farklı nedeni bulunmakla birlikte pek çok örnekte aşırı hareketsizlik dönemlerinin depresyona neden olduğu ya da depresyonun aşırı hareketsizlik dönemlerine yol açtığı bilinen bir gerçektir. Bu tür durumlarda, kişinin kendini zorlayarak hareket etmesi, dolaşımını hızlandırması, insanlarla görüşmesi, uyku sürelerini 8 saatle sınırlaması ve uyandığında ne kadar yorgun olursa olsun hareket etmesi depresyonun olumsuz etkileninin hafiflemesine yardımcı olmaktadır. Evrensel kanunlardan bir tanesi bize şunu söyler: Hareket halinde olan bir nesne hareket etme, duran bir nesne ise durma eğilimindedir. Bu evrensel kanun uyarınca, eğer zıtlığın bir tarafı içinde zıtlığın diğer tarafından bir parça barındırmazsa aşırı uca ulaşıp kendi kendini yok etme eğiliminde olacaktır. Bu nedenle karanlığın içindeki karanlık durumu, durma eğiliminde olan bir nesnenin durmayı sürdürmesi durumu olarak tanımlanabilir. Termodinamiğin ikinci yasası olan entropi bize, evrende varolan bir nesnenin evren ile birlikte çürüme ve bozulmaya doğru hareket ettiğini anlatır. Termodinamiğin bu yasası, açıkcası eğer bütünlük göz ardı edilirse gerçeği tanımlamakta yetersiz bir yasadır; bunun nedeni bu yasanın zıtlığın tek bir yanını anlatıyor olmasıdır. Bu yasanın tam karşıtında, evrenin içindeki bir nesnenin evren ile birlikte ilerleme ve büyüme eğiliminde 25

olduğunu anlatan bir diğer yasa vardır. Yine de bu iki durum da tek başlarına halen arzu edilebilir durumlar değildir. olmaktan başka bir işe yaramamaktadırlar. Dini fanatiklerin dünyaya verdiği zararlar bunun en belirgin örneklerindendir. Fakat karanlık ve aydınlık bir kez dengelendi mi bu kez evrende varolan başka bir durum ortaya çıkar. Bu durum fiziğin yakın zamanda keşfettiği kendi kendini düzenleyen organizmalar durumudur. Kendi kendini düzenleyen organizmalar, ışık ile karanlığın uyumlu birliğini yaratarak kendi kendilerini yenileyen ve tekrarlayan süreçler yaratırlar. Örneğin, eliniz kesildiğinde yara eğer entropi kanununa göre hareket ediyor olsaydı bu durumda asla kapanmayacak tam tersine gittikçe daha kötü hale gelecekti. Fakat karanlık ve aydınlığın uyumlu birliği, elimizdeki yaranın kendi kendini onarmasına neden olmaktadır. Aynı şekilde bir kertenkelenin kopan kuyruğu kendini yenilerken de farklı bir kanun uyarınca hareket etmektedir. Karanlığın içindeki karanlığın büyümesine izin vermek bizi hareketsiz ve durağan bir duruma doğru götürmeye başlar. Bu nedenle sürekli zevk almak, sürekli dinlenmek, çalışmamak, sürekli keyif yapmak, inançlarımıza büyük bir güç ve adanmışlıkla bağlı olmak her ne kadar bize çok hoş durumlar gibi görünse de karanlığın büyümesine neden Zihinsel durumumuz için bile aynı şey geçerlidir. Zihnin sürekli sakin olduğu bir durum bir süre sonra bizi durağanlığa sürükler. Bu nedenle ruhsal öğretilerle ilgilenmeye yeni başlayan insanların karşılaştıkları tuzaklardan bir tanesidir. Bu insanlar sürekli huzur ve sakinlik yaratma çabası içinde kendilerini tehlikeli bir durağanlığa doğru sürüklemektedirler. İlk başlardaki sakinlik hali zamanla yerini durağanlığa ve gerçeğe ulaşmayı engelleyen bir karanlığa bırakmaktadır. Bu durumun en belirgin örneklerinden bir tanesini Bodhidharma nın öyküsünde bulabilirsiniz. Budizmi anlatmak için Hindistan dan Çin e gelen Bodhidharma, Shaolin tapınağındaki Budist rahiplerin bütün gün meditasyondan başka bir şey yapmadıklarını gördüğünde, onların miskin miskin oturup sağlıklarını bozduklarını söylemişti. Gerçekten de rahipler, ruhsal aydınlanma çabası içinde sağlıklarını ciddi bir şekilde bozmuşlardı ve tapınaklarda aydınlanmış tek bir insan bile yoktu. Bu sözleri çok eleştirildi ve Bodhidharma nın Budacı inanışa ters düşerek bedene ve dünyevi takıntılara sahip 26

olduğu iddia edildi. Bunun üzerine 9 yıllık derin bir meditasyon ve araştırma için diğer rahiplerden uzaklaşan Bodhidharma, bedeni hareket ettirecek ama daha da önemlisi rahiplerin içindeki karanlıkta ışığın parlamasını sağlayacak iki çalışma ile geri döndü. Bu çalışmalar, Kas ve Tendonları Değiştirme Çalışması ve İlik ile Beyni Temizleme Çalışması olarak adlandırıldı. İlki bedendeki karanlık ve aydınlığın dengelenmesini sağlarken, ikincisi bu denge durumundan doğan enerji ile aydınlanmaya ulaşılmasına yardımcı oluyordu. Derken, bu çalışmayı uygulayan rahipler aydınlanmaya ve içsel huzura ulaştılar. Bu sayede Shaolin tapınağı uzun yıllar boyunca aydınlanmanın Kabelerinden biri oldu. Fakat yıllar geçip rahipler bir kez daha kendilerini miskinliğe kaptırdıklarında, bu kez karanlık ve aydınlığın dengelenmesinin önemini kavrayan ve esneklikleri ile tanınan Taocular devreye girip Bodhidharma nın öğretisini sahiplendiler ve onu kaybolmaktan korudular. Kitabın ilerleyen sayfalarında Kas ve Tendon Değişim Klasiği nin orijinal yorumunu sizlerle paylaşacağım. Doldurmaya devam etmek Zamanında durmak kadar iyi değildir. Bir kılıcı ne kadar dövüp keskinleştirirsen O kadar kısa sürer keskinliği. Evini altın ve mücevherle doldurursan Kimse koruyamaz sonsuza dek onları. Açgözlülükle ün peşinde koşan Gözden düşme ve felaket bulur yalnızca. Görevin bittiğinde çekilmek, Göklerin yoludur. Tao Te Ching, 9 27

3. Durum: Karanlık ve aydınlık olarak adlandırabileceğimiz gerçeğin ikili doğasındaki üçüncü durum, aydınlığın içindeki karanlık olarak adlandırılabilecek bir durumdur. Bu durum kendini yaşadığımız maddeler dünyasında canlılık, ışık, erkek, enerji, hareket, neşe, mutluluk, sevgi, esneklik, hoşgörü dolu bir sosyallik gibi niteliklerle gösterir. Erkek, kendi içinde dişi nitelikleri barındırır. Tek başına eril enerjiden ya da niteliklerden oluşmaz. Eril enerjinin içinde bulunan karanlık ya da dişi enerji erkeği yaratır. Erkek bedeni, eril hormonlarla dişi hormonları uyumlu bir dengede bir arada bulundurur. Bu hormonal denge bir yöne doğru bozulduğunda sorunlar çıkmaya başlar. Aydınlık, aynı zamanda hareket ve uyanıklılık ile tanımlanabilir. Hareket canlılığı yaratırken beraberinde yıpranmayı da yaratır. Örneğin sağlık kazanmak ya da canlı olmak için koştuğunuzu düşünürseniz, koşunun ilk aşamasında beden yavaş yavaş ısınmaya ve canlanmaya başlayacaktır. Beden belli bir hareket temposuna ve ısıya ulaştığında canlılık en üst seviyeye çıkacaktır. Bu durumda hareketi devam ettirdiğinizde bedenin canlılığı gittikçe artacaktır. Fakat canlılık artarken bir yandan da karanlık büyümeye başlayacak ve bitkinlik kendini gösterecektir. İşte bu noktada eğer bitkinliğe aldırmaz ve hareketi sürdürürsek beden bu kez aydınlığın gücü ya da hareketin aşırılığı nedeniyle yıpranacak ve kendine zarar verecektir. Bu da bize zıtlar arasındaki ilişkinin bir diğer kanununu anlatmaktadır: Bir zıtlık kendi aşırılığına ulaştığında karşıtına döner. Koşu örneği bu durumu anlamak için mükemmel bir örnektir. Tahmin edeceğiniz gibi koşmayı aşırı bir seviyeye kadar sürdürürseniz sonuçta hareket edemez hale gelip yere yığılırsınız. Bu, durum dönüşümün hatalı yöntemi olarak adlandırılır. Yaşadığımız gerçeklikte yaşamın ve sürekliliğin oluşabilmesi için zıtlıkların sürekli olarak birbirini takip etmesi gerekmektedir. Fakat bir zıtlık karşı tarafa geçerken mutlaka kendi içinden bir parçayı beraberinde taşımalıdır. Yani koşarken asla bitkin bir hale gelecek kadar koşmamalı, dinlenirken asla bedenin çürümesine neden olacak bir hareketi başlayacak kadar hareketsiz kalmamalıyız. Hepiniz uzun süre boyunca kahkahalarla güldüğünüz bir durumu yaşamış olmalısınız. Bu tür durumlar başlangıçta çok eğlencelidir ama bir süre sonra bir tür apati durumuna girer yani duygu gösteremez, duyguyu hissedemez hale 28

gelirsiniz. O nedenle aşırı hareket kendi zıddına dönerek hareketsizliğe neden olacaktır. tıpkı hareketsizliğin hareket ile dengelenmesi gibi, hareketin de hareketsizlikle dengelenmesi gerekir. Nerede duracağını bilmek, sürekli hareket etmekten daha bilgecedir. Aydınlığın içindeki karanlık durumu bize ılımlılığı anlatmaktadır. Uyanık olmak güzel bir durumdur ama uyuma zamanında uyumak gerekir. Yemek yemek zevkli bir deneyimdir ama doyduktan sonra daha oburca yemeye devam etmek bedeni rahatsız edecektir. Seks çok zevklidir; ancak aşırı cinsel ilişki hem bedeni hem de zihni zedeleyecektir. Hem zihnimizde hem de bedenimizde esneklik çok yararlı bir şeydir ama aşırı esneklik sağlam temeller kurmamızı engelleyecektir. Zen ustalarının dediği gibi: Aydınlanmak; acıkınca yemek yemek; susadığında su içmek; tuvaletin geldiğinde tuvalete gitmektir. Bu nedenle hareketin durağanlıkla, ışığın karanlıkla dengelenmesi gerekir. Bu olduğunda, ışığın içindeki karanlık, eylemin zararsız bir şekilde gerçekleşmesini sağlayacaktır. Fakat ışığın içindeki karanlığı engelleyen en önemli unsur insanın açgözlülüğüdür. Açgözlülük, zevki artırma çabası ile zevkin zarara neden olmasına yol açacaktır. Bu nedenle de 29

4. Durum: Karanlık ve aydınlık olarak adlandırabileceğimiz gerçeğin ikili doğasındaki dördüncü durum, aydınlığın içindeki aydınlık olarak adlandırılabilecek bir durumdur. Bu durum kendini yaşadığımız maddeler dünyasında huzursuzluk, telaş, kibir, nefret ve öfke, ölçüsüzlük, aşırı şehvet, aşırı sıcak, diğerinin yaşam alanını kısıtlayıcı yayılma, baskıcılık ve gürültü gibi niteliklerle gösterir. Ateş örneği bu durumu kolayca anlamamızı sağlayacaktır. Ateş, varolabilmek için yakıta ihtiyaç duyar. Belli bir miktar yakıt, belli bir büyüklükteki ateşin belli bir süre yanmasına neden olacaktır. Fakat sürekli büyüyen bir ateş sürekli artan bir yakıt talebine neden olacaktır. Eğer ateşi büyütmek istiyorsak beraberinden yakıtı tüketeceğimiz gerçeğini göz ardı edemeyiz. Evrenin ikili doğasının aydınlık olarak adlandırılabilecek tarafı, eğer aşırı bir duruma ulaşırsa bu durumda karşımıza temelinde aşırı hareketin ve ölçüsüz bir genişlemenin neden olduğu yokoluş çıkar. Ülkeler, sürekli ekonomik büyüme telaşı içindedirler. Her yıl yapılan istatistiklerle ülke ekonomilerinin yüzde kaç büyüdükleri hesaplanır ve bu büyümeye göre ekonomiler kredi notları alır, gelişmiş ülkeler olarak adlandırılmaya başlarlar. Günümüz ekonomisinin temelini denge değil, sürekli büyüme oluşturur. Oysa sürekli büyüme çabası doğal olarak bir bozulmaya neden olur ve sonucunda da kaçınılmaz bir şekilde ekonomik krizlerin yaratılmasını yol açar. Her insan ve her durum bu yaşama belli bir miktar yakıt ile gelir. Bu yakıtın ne kadar tasarruflu kullanıldığı o yaşamın ateşinin ne kadar uzun ömürlü olacağını belirlemektedir. Bu nedenle ışığın uzun süreli olması için mutlaka ılımlı olması gerekmektedir. Aydınlık ile karanlığın 4 durumunun her biri belli bir erdemin ve erdemsizliğin etkisi altındadır. Aydınlığın içindeki aydınlık durumu, sürekli artan bir varlığı anlatmaktadır. Bu da, aydınlığın içindeki aydınlığın erdemsizliğini açgözlülük, ona çözüm getirecek olan erdemi ise yetingenlik ve tutumluluk yapmaktadır. Bir şey kullanılmazsa bozulur ama aşırı kullanılırsa tükenir. Eğer hiç zevk almadığımız durağan bir yaşam yaşarsak kendimizi karanlığa hapsederiz ama zevkimizi sürekli artırdığımız bir duruma ulaşmaya çalışırsak da bu durumda kendimizi aşırı ışıkla tüketiriz. 30