Avrupa Birliği ve Türkiye: Nedenler ve Sonuçlar Üzerine 1



Benzer belgeler
ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

Ortadoğu da İslam ve Siyaset

Dr. Zerrin Ayşe Bakan

EUROBAROMETRE 71 AVRUPA BİRLİĞİ NDE KAMUOYU

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

6. İSLAM ÜLKELERİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI FORUMU

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

TÜRKİYE DE AVRUPA-ŞÜPHECİLİĞİ Türk Halkının AB Konusundaki Şüpheleri, Kaygıları ve Korkuları

VİZYON BELGESİ (TASLAK)

Amerikan Stratejik Yazımından...

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı

VİZYON BELGESİ (TASLAK) TÜRKİYE - MALEZYA STRATEJİK DİYALOG PROGRAMI Sivil Diplomasi Kapasite İnşası: Sektörel ve Finansal Derinleşme

TÜRKİYE - FRANSA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

Orta Asya daki satranç hamleleri

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, (1)

ACR Group. NEDEN? neden?

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Çarşamba İzmir Basın Gündemi

2 Ekim 2013, Rönesans Otel

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

KARARSIZ AK PARTĠ SEÇMENĠ PARTĠSĠNE DÖNÜYOR

Avrupa Birliği Yol Ayrımında B R E X I T

İŞLETME 2020 MANİFESTOSU AVRUPA DA İHTİYACIMIZ OLAN GELECEK

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

ENERJİ GÜVENLİĞİ ÇALIŞTAYI Türkiye Nükleer Güç Programı 2030

TÜRKİYE DE ETNİK, DİNİ VE SİYASİ KUTUPLAŞMA. Dr. Salih Akyürek Fatma Serap Koydemir

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim CHP

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Küresel Eğilimler ve Türkiye

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim AKP

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda

Haziran 2015 Seçimlerine Giderken Kamuoyu Dinamikleri

22-21 Nisan 2000 tarihlerinde Trakya Üniversitesi'nde düzenlenen Uluslararası 1. Balkan Sempozyumu'nda Herkül Millas'ın sunduğu bildiridir.

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

Devrim Öncesinde Yemen

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ

SURİYE SORUNU VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINA TOPLUMSAL BAKIŞ *

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

AĞUSTOS 2015 GÜNDEM ARAŞTIRMASI NA DAİR

ÖZETLER VE ANAHTAR KELİMELER

DIŞ POLİTİKA AKADEMİSİ - III

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim MHP

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

R KARLILIK VE SÜRDÜRÜLEB

Seçmen sayısı. Böylesine uçuk rakamlar veren bir YSK na nasıl güvenilir?

ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER

Göç ve Serbest Dolaşım Eğilimler ve Engeller. Ayşegül Yeşildağlar Ankara, Turkey

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

Türkiye ve Avrupa Birliği

Türk Kamuoyunun ABD ye ve Amerikalılara Bakışı Araştırması

Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi. Şubat 2015

İÇİNDEKİLER. Sunuş Konu Proje Koordinatörü ve Uygulayıcı Kurum Tarih ve Yer Amaç ve Hedefler Katılımcılar...

BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi

Araştırmanın Künyesi;

TÜRKİYE - ARJANTİN YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü

1990 sonrası MHP, CHP ve AKP nin Avrupa Birliği Politikalarının Karşılaştırması. Emre Tüysüz

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

TÜRKİYE NİN YOĞUN GÜNDEMİNDE KAMUOYU ÖNCELİKLERİ

YALOVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI TEZSİZ YÜKSEK LİSANS MÜFREDATI

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ..i. İÇİNDEKİLER.iii. KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

İKV DEĞERLENDİRME NOTU

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

MetroPOLL Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi A.Ş. Cinnah Caddesi No: 67/ Çankaya/ANKARA Tel: (312) Faks: (312)

Altın Ayarlı İslâmi Finans

Türkiye de işsizler artık daha yaşlı

TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ İLETİŞİM STRATEJİSİ

SOSYAL BİLGİLER 7 ESKİ VE YENİ MÜFREDAT KARŞILAŞTIRMASI (ÜNİTE YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEDEN)

İSTANBUL GÜVENLİK KONFERANSI 2016 Devlet Doğasının Değişimi: Güvenliğin Sınırları

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri

Avrupa da Yerelleşen İslam

Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği Yayınları Araştırma Eserleri Serisi Nu: 7. Emeviler den Arap Baharı na HALEP TÜRKMENLERİ

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM: 2004 GENİŞLEMESİ

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55

TÜRKİYE NİN NABZI KASIM 2014 Cumhurbaşkanlığı Sarayı, İş Kazaları, Barış Süreci ve Sığınmacılar Sorunu

İSLAM DÜNYASI İSTANBUL ÖDÜLLERİ SUNUŞ

1.- GÜMRÜK BİRLİĞİ: 1968 (Ticari engellerin kaldırılması + OGT) 2.- AET den AB ye GEÇİŞ :1992 (Kişilerin + Sermayenin + Hizmetlerin Serbest Dolaşımı.

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

Transkript:

Avrupa Birliği ve Türkiye: Nedenler ve Sonuçlar Üzerine 1 Prof. Dr. İhsan D. Dağı Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri 17 Aralık 2004 sonrası yeni bir zeminde ilerlemeye başlıyor. Ekim 2005 de başlanmasına karar verilen tam üyelik müzakereleri ile entegrasyon süreci gündelik yaşama derinlemesine yansımalarla devam edecek. Öte yandan siyasal kriterler in de izlenmeye devam edilecek olması reformların geri çevrilemez bir yapıya kavuşturulmasını sağlayacak. AB üyeliğine yönelik % 70 i aşan toplumsal destek, üyeliğin Türkiye yi dönüştürme perspektifine de verilen bir destek olarak nitelenebilir. Bu boyutuyla özelde AB üyeliği ve genelde Batılılaşma hedefleri bir devlet politikası/projesi olmaktan çıkıp toplum projesi haline gelmiştir. Bu makale, bir yandan Türkiye için neden AB ve AB için de neden Türkiye sorularının cevaplarını aramakta, öte yandan da özellikle 1999 Helsinki zirvesi sonrası aday ülke statüsünün harekete geçirdiği dinamiklerin Türkiye siyaseti üzerinde yarattığı sonuçlarını irdelemektedir. Üyelik sürecinin aktörleri, kurumları, süreçleri ve normatif çerçevesiyle Türk siyasetini yeniden yapılandırmaya başladığını örneklerle açıklayan bu çalışma 17 Aralık kararlarının bir değerlendirmesiyle son bulmaktadır. Türkiye: Neden Avrupa Birliği AB üyeliği hedefinin Türkiye açısından taşıdığı önemin birçok boyutu vardır. Bunlar arasında hiç kuşkusuz en önemlilerden biri demokratikleşme sürecidir. Özellikle 1999 Helsinki zirvesinin ardından bu alanda kaydedilen gelişmelerle bu, artık tartışma götürmez bir olguya dönüştü. Aslında demokratik sistemin yerleşmesi ile AB üyeliği arasında kurulan ilişki 1980 lere götürülebilir. 1987 de tam üyelik başvurusunda bulunan dönemin Başbakanı Turgut Özal ın gerekçelerinden birini de darbelere karşı demokrasiyi AB içinde güçlendirmekti. Türkiye de bir daha askerî darbe olmasını istemiyoruz. Türkiye AB ye girerse, askerî darbeler dönemi de sona erecektir anlayışı 1987 başvurusunun ana nedenlerindendi. 2 Bu, gerçekte doğru ve yerinde bir analizdi. Güney Avrupa ülkelerinde otoriteryenizmin derin izlerinin bulunduğu İspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelerde demokrasinin yerleşmesi ve gelişmesinde AB üyeliği 1 Bu yazı, Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye, Ed. Erdinc Yazıcı, Celik-is Yayınları, Ankara, 2005 isimli kitapta 45-72 sayfaları arasında yayınlanmıştır. 2 İhsan D. Dağı, Human Rights, Democratization and the European Community in Turkish Politics: The Ozal Years, 1983-1987, Middle Eastern Studies, Vol. 37, No.1, 2001. 1

kuşkusuz başat bir rol oynamıştı. 3 AB nin genişleme (yeni üyelerin katılımı) dinamikleriyle demokratik bir rejim çerçevesinde istikrarlı yönetimlerden oluşan halkalar halinde büyüme stratejisi Yunanistan, İspanya ve Portekiz örneklerinde başarılı olmuştu. 1 Mayıs 2004 de tamamlanan Doğu Avrupa genişlemesinde de AB bu stratejiyi uyguladı. Temelde bir barış projesi olan AB, barışı kurmanın ve korumanın yolları olarak ekonomik entegrasyon kadar, son yıllarda, demokratik barış teorilerinden ilham alarak demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları üzerine kurulu rejimlerin yaygınlaştırılmasını da işlevsel buluyor. Demokrasilerin birbirleriyle savaşmadıkları hipotezinden hareketle genişleme sürecini, çevresinde demokratik, dolayısıyla barışcıl ve istikrarlı yönetimler oluşturmak için de kullanıyor. Aslında Türkiye ye yönelik strateji de farklı değil. Türkiye yi daha demokratik bir yapıya doğru eviren bir strateji bu. Türkiye, AB ye yakınlaştıkça, entegrasyon süreci ilerledikçe demokratik yapılar güçleniyor ve gelişiyor. 1987 de tam üyelik başvurusuyla başlayan bu süreç 1999 dan itibaren yapılan reformlarla olgusal bir gerçeklik kazandı. Tartışmasız bir şekilde, Türkiye de devlet-toplum ilişkisi AB sürecinde değişiyor. 4 Daha toplum merkezli, hizmete dayalı, toplumun hak ve özgürlüklerini öne çıkartan bir devlet yapılanması ortaya çıkıyor. Çünkü çağdaş devlet, kendi başına bizatihî bir değer değildir; meşruiyetini toplumu oluşturan bireylere özgürlük, refah ve güvenlik sunabilmesinden devşirir. Performansa dayalı hizmet üreten bir devlettir güçlü ve meşruiyet tabanı sağlam olan; kutsal devlet değil. Hizmete dayalı teknik devlet, ideolojik devletin tersidir. Yani yurttaşlara belli bir değer sistemi, hayat biçimi veya ideoloji dayatmayan, ayrıca devlet aklı na karşı toplumun öncelendiği bir yönetim anlayışıdır. Bu bağlamda, AB sürecinde ilerleyen bir Türkiye nin devlet yapılanmasının, yönetim anlayışının, devlet-toplum ilişkilerinin değişmek zorunda olduğunu tartışma götürmez; geleneksel ideolojik devlet dönüşüyor. Dönüştürücü devlet ten toplumun özgürlük ve refah taleplerini karşılama sorunsalına dayanan, yani kutsal olmayan, fonksiyonel bir devlet nosyonu gelişiyor. Dolayısıyla, AB süreci Kemalist devleti dönüştürürken Marksist veya İslâmî devlet arayışlarını da imkansızlaştırıyor. AB sürecinde, artık Türkiye de ideolojik, ceberrut, dayatıcı bir devletin yerine, demokratik çoğulcu, özgürlükçü ve fonksiyonel bir devlet oluşuyor. Bu süreçte ilerledikçe devletin dayatıcı gücü de, dayatıcı aygıtları da işlevsiz hâle gelecek. Devlete ulaşmak, devleti ele geçirmek üzerine kurulan siyasal gerginlikler de ortadan kalkacak. Çünkü siyaset, küreselleşme ve AB süreçlerinde devlet odaklı olmaktan çıkacak, toplum ve ekonomi gibi sivil bir tabana dayanacak; gücün tekelleşmediği aksine yayıldığı/dağıldığı çok merkezli bir yapıya doğru evrilecek. Kimsenin birbiri üzerinde tahakküm etmediği/edemediği, dolayısıyla iktidar ilişkilerinin çözüldüğü ve dengelendiği bir yapı oluşacak. AB nin aynı zamanda Türkiye nin ekonomik kalkınması açısından son derece önemli bir işlevi var. Entegrasyon sürecindeki gelimelere paralel olarak Türkiye ye yabancı sermaye girişinin artması makul bir beklenti. Dolayısıyla, büyüme, 3 F. Tayfur, Yunanistan ve İspanya nın Avrupalılaşma Serüveni ve Türkiye, Türkiye ve Avrupa, der. A. Eralp, Ankara: İmge, 1997, s.179-240. 4 İhsan D. Dağı, Transformation of Turkish Politics and the European Union: Dimensions of Human Rights and Democratization, Turkey, Greece and Cyprus: Security Across the Borderlines of a New Europe, Ed. B. Gokay, Staffs, Keele European Research Center, 2004. 2

istihdam ve rekabet alanlarında Türk ekonomisinde olumlu yansımalar bulacak AB üyeliği. Ayrıca, küçük ölçekli işletmelerin AB entegrasyon sürecinde daha da gelişeceği, bölgelerarası dengesizliklerin azalacağı ve gelir dağılımını iyileştireceği bekleniyor. Ötye yandan daha sistematik bir sosyal devlet anlayışının, yani yoksulları ekonomik anlamda koruyacak bir sosyal devlet nosyonunun gelişmesi de muhtemel. Çünkü Avrupa, sosyal refah devleti anlayışının oldukça yerleşik olduğu ülkelerden oluşuyor. Kısaca, AB sürecinde Türkiye, ekonomisi ve siyasetiyle stabilize oluyor. İstikrar, özellikle siyasal ve ekonomik alanlardaki istikrar, toplumsal alanda barış da üretiyor. AB üyeliğinin Türkiye açısından taşıdığı önemin bir başka boyutu güvenliktir. Genelde bu konu iki biçimde tartışıldı. Birincisi, Türkiye gibi stratejik bakımdan önemli bir bölgede bulunan ve askeri güç itibarıyla hem NATO içinde ve hem de bölgede ağırlığı olan bir ülkenin AB nin savunma ve güvenlik politikalarına ciddi katkılar yapabileceği tezidir, ki bu, doğrudur. İkincisi ise AB nin, Türkiye nin bütünlüğünü tehdit eden politikaları ve grupları desteklediği ve dolayısıyla uzak durulması gereken bir macera olduğu yönündedir. Bu tez, AB üyeliği sonrası bölünen hiç bir ülke bulunmadığı gerçeğini görmez. AB üyesi ülkelerin yönetim anlayışlarının değişmesi, bir yandan AB nin merkezi örgütlerinin gücünün artması öte yandan da ulusal düzeyde yerel birimlerin karar verme süreçlerinde güçlenmeleri geleneksel ulus-devletin niteliksel bir dönüşüm geçirmesi olarak betimlenebilir. Ama bu, ülkenin bölünmesi olarak nitelenemez. AB sürecinde Türkiye de ayrılıkçı hareketlerin güçleneceği, Türkiye nin bölünebileceği yönünde endişeler bazı kesimlerde yaygın. Ancak, sistem analizi çerçevesinde Türkiye nin AB ye entegrasyon süreci derinleştikçe Türkiye nin bütünlüğünün daha da pekişeceğini söylemek mümkündür. Nasıl? Çünkü, Türkiye nin güvenliği ve istikrarı AB nin de güvenliği ve istikrarının bir şartı hâline gelecek. Bir anlamda, Türkiye güvenliği Avrupa ya sigorta ettirilecek. Eğer bir ülke uluslararası sistemde marjinal durumdaysa, sistemin kenarına eğreti bir biçimde eklemlenmişse, yani sistem açısından feda edilebilir, vazgeçilebilir bir durumdaysa, o ülkenin güvenliği de bütünlüğü de risk altındadır. Çünkü böyle bir ülke, güvenliğini, sistemin güvenliğinin bir parçası hâline getirmemiştir. Sistemsel güçler böyle bir ülkenin bölünmesinde veya ülkede kargaşa ve iç savaş çıkmasıda kendi güvenlikleri için bir tehdit görmezler. Güvenliğiniz, içinde bulunduğunuz sistemin güvenliğinin de bir şartıysa, o zaman, sizin güvenliğiniz de garanti altındadır. Entegrasyon, sistemin vazgeçilmez bir parçası yapar bir ülkeyi; ve güvenliğini sistemin güvenliğine sigortalar. Türkiye nin AB ile entegrasyonu işte bu bağlamda Türkiye nin güvenliğini Avrupa nın güvenliği ve istikrarına da endeksleyecek, bağlayacaktır. Bu bakımdan AB, Türkiye nin güvenliğini, birliğini ve bütünlüğünü riske atamayacaktır, çünkü böyle bir durumda kendi güvenliği de risk altına girecek; dolayısıyla Türkiye nin güvenliği pekişecektir. Öte yandan Türkiye nin AB ye entegrasyonunun ekonomik refah ve özgürlük de üretteceğini varsayarsak, hem ulusal bütünlüğün hem de toplumsal barışın önkoşullarının güçleneceğini öngörebiliriz. Türkiye-AB entegrasyon sürecinin ulusal güvenliği ve ülkesel bütünlüğü kurucu, sağlamlaştırıcı bir boyut taşıdığı ABD ve AB nin Kürt sorununa farklılaşan yaklaşlarından da çıkarsanabilir. AB ile ilişkilerde Kürt sorunu uzun süre bir kriz konusu oldu. Kürtlerin, farklı bir etnik grup olarak kültürel haklarının tanınması istendi; bir 3

yandan terör kınanırken öte yandan da Türk hükümetlerinin soruna siyasal düzlemde bir çözüm üretmesi dile getirildi. Ama AB istekleri Türkiye nin ülkesel bütünlüğü bozacak bir görünüm sergilemedi. Ortadoğu ya aktif olarak müdahale edebilecek bir güç olmayan AB nin bölgede uygulamaya çalıştığı bir Kürt projesi olmadı. Ortadoğu yu yeniden şekillendirmeye çalışan ve bu amaçla bölgede güç kullanan ABD nin ise var bir Kürt projesi. Kuzey Irak taki oluşum, doksanlı yıllardan beri ABD nin organize edip temellerini attığı bir gelişmenin sonucu. Dolayısıyla, Türkiye nin Güneydoğu bölgesinde bir kopuş ihtimalinden endişe edenlerin dikkat etmeleri gereken güçler ABD ve İsrail dir. AB nin bu konuda daha emniyetli olduğu tartışma götürmez. Türkiye AB ye yakınlaştığı oranda, Kürt meselesinde AB daha farklı bir yaklaşım sergileyecektir. Özellikle son bir yılda, AB nin Türkiye deki Kürt hareketine yönelik yaklaşımının farklılaştığı görülüyor; Kürt hareketini Öcalan dan bağımsız bir siyasal aktör olmaya çağırıyor, Leyla Zana ve arkadaşlarını PKK dan bağımsız ve şiddeti dışlayan bir siyasal harekete dönüşmeye teşvik ediyor. Bu da PKK endeksli Kürt hareketinde ciddî rahatsızlıklar yaratıyor. Türkiye nin bütünlüğü içinde, insan hakları ve özgürlükler bağlamında Kürt sorununa bir çözüm modeli geliştiriliyor. Türkiye nin AB sürecinde ilerlemesine paralel olarak Kürt kökenli yurttaşların hayatlarında görülen rahatlama ve bu insanların AB sürecine verdikleri destek terör stratejisine dayanan PKK liderlerini rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık sebepsiz değil; Türkye nin AB üyeliği yolunda koşulları yerine getirerek ilerlemesiyle radikal Kürt milliyetçilerinin hem Brüksel/Avrupalılar hem de Kürt halkı arasında etkinliğinin azalacağını biliyorlar. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında arızalarını çözerek meşruiyetini ve etkinliğini arttırmış bir Türkiye nin AB nezdinde de gücü ve etkinliği artacaktır. Müzakere süreci ilerlerken, yani Türkiye AB içine demirlerken Kürt soruna ilişkin ayrılıkçı modeller geliştirenlere, AB, Türkiye nin bir bütün olarak entegrasyon sürecinin devamı radikal Kürt milliyetçilerinin taleplerinden daha önemlidir diyecektir. Kısaca, entegrasyon dinamikleri ayrılıkçılığı değil bütünleşmeyi pekiştirecektir. AB nin genişleme süreci bu öngörünün gerçekliğini gösterir. AB nin Türkiye ye sağladığı artı-değerler alternatiflere baktığımızda daha da iyi anlaşılabilir. Türkiye AB den koptuğunda bölgesel bir güç olarak değerlendirebileceği alternatifler nelerdir? Türkiye nin bölgesel güç olabilmesi için dayanacağı diğer uluslararası güç ABD dir. Ancak ABD, Ortadoğu ya kendi başına bir strateji çizmez. ABD nin Ortadoğu siyasetinde vazgeçilmez partnerı İsrail dir. Yani AB den kopan bir Türkiye nin yönelebileceği diğer uluslararası dayanışma mihveri ABD ve İsrail olarak belirir. Bu iki ülkenin Türkiye ye bakışı salt stratejiktir; Türkiye askerî bir güç olarak görülür Ortodoğu ve Avrasya coğrafyasında. Stratejik bakışın demokrasi ve özgürlükler boyutu yoktur. Türkiye yi yöneten üç beş kişinin varlığı, ABD ve İsrail için daha idare edilebilir bir durumdur. 1 Mart tezkere olayında TBMM nin demokratik bir refleks göstermesi sonunda ABD-Türkiye ilişkilerinin gerilmesi bu anlayışın bir yansımasıydı. ABD ve İsrail stratejistleri, işbirliğini reddedebilen bir Parlamento yerine, tepeden üç kişinin karar verdiği bir Türkiye yi tercih ederler. Bu da son yıllarda gelişen demokrasi, özgürlükleri önceleyen, otoriteryen devlet geleneğini dönüşütrmeye çalışan siyasal ve toplumsal vizyonla örtüşmez. ABD ve Türkiye ilişkileri, konjonktüre dayalı, dolayısıyla değişkendir; yapısal bir birliktelik biçimi sergilemez. Konjonktüre dayalı bu stratejik perspektifin demokrasi, 4

insan hakları ve özgürlükler, hatta refah gibi Türkiye nin son yıllarda öncelediği temel hedeflerin bulunmadığı hatırlanmalıdır. Buna karşın, son 15 yılda Türkiye-AB ilişkileri hep demokrasi, insan hakları, özgürlükler, ekonomik istikrar gibi değerler ekseninde şekillenmiştir. AB açısından bunlar, toplumsal ve siyasal istikrarın olmazsa olmazlarıdır. Eğer siz bir ülkeyi kendi içinizde siyasal ve ekonomik anlamda entegre edecekseniz, bu ülkenin, toplumsal, siyasal ve ekonomik istikrarını kurmuş olmasını beklersiniz. Çünkü bunu yapmazsanız, sonuçta bu durum size istikrarsızlık olarak yansıyacaktır. AB nin perspektifi budur. AB, Doğu Avrupa da da daha önce Akdeniz havzasına doğru genişlerken de üye alınacak yeni ülkelerde ekonomik ve siyasal istikrarın oluşmasını önceledi ve bunu değerli gördü. Çünkü bu, bir barış projesi olarak AB nin, kaçınılmaz olarak öngörmesi, oluşturması gereken bir koşuldur; Türkiye ye özgü bir durum değildir. Dolayısıyla, AB nin Türkiye yi siyasal ve ekonomik anlamda dönüştürücü dinamikleriyle ABD ve İsrail ekseninin harekete geçirdiği aktörler ve öngördüğü siyasi koşullar farklıdır. AB den kopan bir Türkiye nin alternatifi demokrasi, insan hakları ve özgürlükler vizyonu olmayan ABD ve İsrail odaklı bir uluslararası yöneliştir ki bu, Türkiye yi Avrasya coğrafyasında çatışmadan çatışmaya sürükleyecek, bölgede yalnızlaşmasına neden olacak, içerde de otoriteryen yapıları güçlendirecektir. Türkiye nin bu alternatiflerin dışında kendi başına bölgesel bir güç olduğu argümanı öne sürülebilir, ama bu gerçekçi değildir. Türkiye tek başına kalamaz, bırakılamaz, bırakılmaz. AB den kopan bir Türkiye, ABD ve İsrail tarafından sarmalanır ve bu hem siyasal hem de iktisadî anlamda Türkiye yi zora sokar. Dış yönelimlerin Türkiye'de rejime ilişkin öngörüleri ve tasarımları da var. Türkiye'yi bölgesel bir güç olarak görenler siyasal rejimin demokratikleşmesine mesafeli duruyorlar. Ankara'da muhatap alacakları "bir kaç iyi kişi"nin varlığı yeterli...siyasetin demokratikleşmesinden ziyade "merkezileşmesi", stratejik işbirliğinin etkin ve süratli "işlemesi" için gerekli görülüyor. Ayrıca "militer" siyasal yapılanmayı meşrulaştırıcı bir "ulusal güvenlik ideolojisi" de bölge odaklı Türkiye projesinin unsurlarından...ab ile entegrasyon ise, özgürlük, refah ve güvenlik üretebilen bir siyasal ve ekonomik rejimin kurulması, yani ülkenin derinliğine bir dönüşümü ve yenilenmesi anlamına geliyor. Dış yönelimlerin bu iki "tür"ünün "iç"erde yaratacağı etkiden endişe eden "statükocu" çevreler bağımsızlık, egemenlik, Kürt sorunu ve Kıbrıs gibi "hassas" konuları gündemde tutarak AB ile entegrasyonun önünü kesmeye çalışıyorlar. Özellikle Kıbrıs ve Kürt sorunu ile "korkutulan" halkın, AB üyeliğini hala %70'ler düzeyinde desteklemesi "stratejik tercih"ini hangi yönde yaptığını göstermesi bakımından son derece önemli. AB rayından çıkartılan bir Türkiye'nin demokrasi rayından da çıkarılacağı, "halk iradesi"nin hiçe sayıldığı bir sürece itilmiş olacağı kuşkusuz. İç siyaset ile dış tercihler arasındaki perdeyi açmakta ve artık açık konuşmakta fayda var. Böylece, Türkiye'ye yönelik "büyük stratejik oyun"da AB karşıtları ile ABD ve İsrail ekseninin birlikteliğini görmek mümkün olacak... Öte yandan son dönemde Rusya, İran, Çin, yani Avrasya bir alternatifi olabilir mi? sorusu da gündemde. Bir ülkenin siyasal, toplumsal ve iktisadi oryantasyonunu birden kaydırması kolay değildir. Türkiye son 150 yıllık döneminde toplumsal ve siyasal enerjisini Batılı bir konsepte yerleştirdi. Bu birikimi, oluşan siyasal, toplumsal ve iktisadi ilişkiler ağını kısa bir sürede başka bir ülkeye/bölgeye yönlendiremesi mümkün değildir. 5

Rusya yı ne kadar tanıyoruz? Kimler tanıyor? Türkiye de kaç kişi Rusça konuşuyor? Türkiye ile Rusya arasında ne tür kültürel köprüler, siyasal köprüler kurduk? Oysa, şöyle veya böyle, neredeyse Türkiye deki her toplumsal kesim Avrupa nın içinde. Avrupa da yaşayan 4 milyon Türk, Avrupa ile ilişkilerimizi hükümetlerarası formel boyutun çok ötesine taşımış durumda; Avrupa ile Türkiye yi yakınlaştıran son derece önemli bir boyuttur bu. Avrupa, Anadolu nun içinde, köyünde, kasabasında; ve Anadolu da Arupa da. Avrupa yı her düzeyde tanıyoruz. Bu tanıma ve tanışıklık kolay kazanılan bir değer değil. Böylesi bir birikim ve yaklaşık iki asırdır kurulan sosyal, ekonomik ve siyasal ilişkiler ağı hemen vazgeçilecek ve sonra da başka bir coğrafyada rahatlıkla yenibaştan oluşturulabilecek bir yapı değildir. Sonuç olarak alt yapımız Rusya, İran ve Çin (Avrasya) alternatifini kaldırmaz. Avrupa Birliği: Neden Türkiye? AB ile ilişkilerde gerçekçi bir pozisyon almak ve süreçte gerekli olan Avrupa kamuoyunun desteğini kazanabilmek için Türkiye nin üyeliğinin AB ye ne kazandıracağını da irdelemek gerek. Türkiye nin AB ye üye olması, son dönemde üzerinde sıkça durulan Batı ve İslâm dünyası arasında bir köprü oluşturmayacak, aynı zamanda Batı içindeki, İslâm la Batı yı barıştıracaktır. Türkiye nin İslami kimliği son yıllarda alışılmışın dışında AB ile ilişkiler bağlamında anılıyor. Avrupa daki Türkiye şüphecileri İslam korkusu na dayanarak Türkiye nin üyeliğinin Avrupa kimliğini yok edeceğini söylerken, son dönemde Türkiye nin tezleri de İslam a referansta bulunuyor; Türkiye nin İslami kimliğinin 11 Eylül sonrası yükselen İslam-Batı gerginliğini çözecek bir fırsat olduğunu öne sürüyor. AB nin İslami bir kimlik taşıyan Türkiye yi içine almakla medeniyetlerarası çatışma yerine diyalog arayışlarını güçlendirmiş olacağı dile getiriliyor. Oldukça etkili olan bu tez Batı ile ilişkilerimizde geleneksel olarak meşrulaştırıcı dil olan laik Türkiye söyleminden bir kopuş anlamına da geliyor. İslam la Batı arasında açılan mesafede Türkiye nin iki dünyaya da yakınlığı 11 Eylül sonrası dünyada AB ile ilişkilerde pozitif bir değere dönüşüyor. Bush yönetimi üzerinde etkin bir güç olan neo-con lar dışında, Batı ve özellikle Avrupa, medeniyetler arası çatışmanın, bir tür din savaşlarının kabul edilemez olduğu noktasında birleşiyorlar. Medeniyetlerarası diyalog tezini etkinleştiren olgulardan birisi de 11 Eylül sonrasında paradoksal bir biçimde açılan Trans-Atlantik mesafedir. Avrupa ile Amerika arasında perspektiflerin, önceliklerin ve politikaların giderek farklılaşmaya başlaması Türkiye yi Avrupa nezdinde daha değerli kılıyor. Analitik bir kolaycılık olarak İslâm ve Batı ayrımı sıkça ve doğallıkla yapılıyor. Ancak, İslâm ve Batı yı birbirinden ayrı birer olgu olarak nitelemek doğru mu? Küresel bir dünyada İslâm la Batı ne coğrafî ne de demografik olarak ayrışabilecek olgular değil; Batı nın içinde İslâm, İslâm ın içinde de Hristiyan Batı var. Medeniyetlerarası diyalog arayışında Türkiye yi önemli kılan, Batı içindeki İslâm dır. Türkiye nin AB ye üye olması, coğrafî olarak Avrupa ve Ortadoğu biçiminde ayrıştırılan Batı ve İslâm dünyası arasında bir köprü oluşturmayacak, aynı zamanda Batı içindeki İslâm la Batı arasındaki ilişkileri de onaracaktır. Avrupa açısıdan Türkiye nin önemi buradadır. 6

Batı Avrupa da son dönemlerde Müslümanlara yönelik ırkçı saldırılarda artış gözlemleniyor. Sayıları on beş milyonu aşan Müslüman toplum 1990 lı yıllar boyunca çokkültürlülük modeli çerçevesinde Avrupa toplumlarına entegre edilmeye, varlıkları meşrûlaştırılmaya ve güvence altına alınmaya çalışıldı. Ama 11 Eylül sonrası Avrupa da yaşanan olaylar, şunu gösterdi: çokkültürlülük adı altında Batı Avrupa daki Müslüman toplumlar entegre edilemedi. Kültürel bir asimilasyondan değil sosyal, siyasal ve ekonomik aktivitelerle beraber oluşacak bir etkileşim süreci olarak entegrasyon gerçekleşmedi. Sonuçta Batı Avrupa içindeki Müslüman topluluklar kendilerini ana gövdenin dışında gördüler, görüldüler. Müslümanlar, marjinalleşti, marjinalleştirildi, izole edildi. Irkçı saldırıların Müslümanlara yönelmiş olması bu sorunun Müslümanların sorunu olduğu anlamına gelmiyor; bu, Avrupa nın sorunu. İçinde yaşayan kendi Müslüman toplumlarıyla oluşan gerginlik ve çatışma Avrupa yı alt-üst edebilecek bir potansiyel taşır; Avrupa açısından bu durum büyük bir risktir. Öte yandan kendilerini Müslümanlara karşı tanımlayan ırkçı siyasal hareketlerin Avrupa da güçlenmesi, orta ve uzun vadede Batı demokrasilerini de tehdit edecektir. Genel bir Müslüman karşıtlığı üzerine kurgulanan ırkçılık, yabancı düşmanlığı, Avrupa nın liberal demokrasileri bile ortadan kaldırabilir. Dolayısıyla, Müslüman kitlenin Batı içinde entegre edilmesi, marjinallikten kurtarılması, Avrupa nın siyasal ve iktisadi paylaşım süreçlerine meşrû bir aktör olarak katılması Avrupa nın barış ve istikrarı için son derece hayatîdir. Türkiye nin Avrupa Birliği üyeliği bu sorunu Avrupa için çözebilir. Türkiye nin üyelik sürecinde ilerlemesi ve AB ye üye olmasıyla sadece Avrupa daki Türkler değil, Müslümanlar da kendi yaşadıkları toplumun, Müslümanlığı bir kimlik olarak ve Müslümanları bir topluluk olarak dışlamadığını görecekler; yalnızlıkları, izolasyları ve marjinallikleri Türkiye nin üyeliği sürecinde ortadan kalkacak. İşte o zaman Avrupa Müslümanları kendilerini Avrupa dan görecek ve Avrupalı sayacaklar. Avrupa açısından, bu çok büyük bir kazanımdır. Öte yandan Türkiye nin Avrupa içindeki geleceği tartışırken gözönünde tutulması gereken bir başka olgu, Türkiye nin Avrupa da derinliğine varolduğudur. Çok uzun bir dönemdir Avrupa nın siyasal, sosyal, demografik ve iktisadi olarak derinlerine nüfuz etmiş bir Türkiye nin Avrupa dan sökülüp atılması mümkün değildir; çünkü bu, Avrupa için bir risk, tehlike taşır. AB den kopan bir Türkiye Avrupa için ciddî sorunlar yaratabilecek bir ülkedir. AB den kopmuş ve bu kopuşla reaksiyoner milliyetçi bir dalgaya yönelmiş bir Türkiye, 1 Mayıs 2004 den bu yana AB üyesi bir ülke olan Güney Kıbrıs ı sürekli rahatsız edebilecek cesamette ve cesarette bir ülke olacaktır. AB den kopan bir Türkiye Ege de, Trakya da, Doğu Akdeniz de Yunanistan ı da çok rahatsız edecektir. Son yıllarda AB nin Türkiye yi yumuşatacağını, dış politikada da rasonelize edeceğini hesap eden Yunanistan Türkiye nin üyeliğini hararetle desteklemeye başlamıştı. Öte yandan 2007 de AB üyesi olması beklenen Bulgaristan... Nüfusunun %10 undan fazlasını oluşturan Türklerle ve bunların Türkiye bağlantılarıyla Türkiye nin olumlu veya olumsuz etkisine açıktır. Hırvatistan la müzkere sürecine başlayarak Balkanlar boyutunu genişletmeye çalışan AB ye karşı bu bölgede tarihsel nüfuzunu her zaman kullanabilecek, istikrara veya istikrarsızlığa katkıda bulunabilecek bir Türkiye. Kısaca Avrupa yönelimli bir Türkiye AB nin orta ve uzun vadede barış ve istikrar arayışının vazgeçilemez bir anahtarıdır... Bu anlayış içerisinde, Türkiye yi 7

kaybetmemiz, dışlamamız çıkarlarımıza ters düşüncesi AB çevrelerinde giderek yayılıyor. Kim Korkar Batılılaşmaktan? Mümtaz Turhan ın yarım asır önce yönelttiği soru, Avrupa Birliği nin 1999 Helsinki zirvesinde Türkiye ye tam üyelik yolunu açmasıyla yeniden gündeme gelmişti yakıcı bir kızgınlıkla: Batılılaşmanın neresindeyiz? 5 Cevap; yaklaşık 200 yıllık Batılılaşma serüveni, modernleşme tarihimizde ilk kez, toplumsal ve ekonomik dinamiklerin üzerinde yeniden inşa edilerek normal akışına kavuşuyordu. 21. yüzyılın Türkiye sinde Batılılaşma, devletin halkı adam ettiği bir denetim mekanizması olmaktan çıkıp, tersine, halkın devleti denetlemesine imkan veren sivil bir içerik kazanıyor; devletin sivilleştirilmesinin Batı ve Batılı siyasal değerlerle mümkün olabileceğini kavrayan toplumsal kesimler, tarihsel karşıtlıklarına rağmen Batılılaşma hedefinin mantıksal son a taşınmasını talep ediyor, bunun için de Avrupa ve Batı ile entegrasyonu destekliyorlar. Buna karşılık seçkinci Batılılaşmacılar, toplumsal/siyasal/ekonomik bir zemin bulan demokratikleştirici Batılılaşma ya yenik düşerek Batılılaşma ülküsünden vazgeçiyorlar; Batılılaşmanın mantıksal sonunun demokratik/liberal bir devlet modeli olması otoriteryen seçkincilerimizi fazlasıyla ürkütüyor. 6 Türkiye nin yakın tarihini, önemli ölçüde Batı meselesi ne verilen cevap şekillendirdi. 7 Diğer birçok toplum gibi Türkiye de 19. yüzyıldan itibaren Batı karşısında nasıl ayakta kalınabilir sorusuna cevap geliştirmek zorundaydı. Yenileşme tarihinin başından itibaren Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü ve Batıcı düşünce ve programların temel sorunsalı devletin bekası oldu; devletin bekası ise Batı nın Doğu politikası ndan kaynaklanan bir sorundu. Dolayısıyla, bütün siyasal programların gerisinde Batı nın, devletin varlığını ve bütünlüğünü tehdit ettiğine ilişkin bir bilinç vardı; Batı ya endişe ve korkuyla bakış, yakın tarihimizin temel ve genel bir kültürel ögesi oldu. Batılılaşmacı devlet seçkinlerini de son derece derinden etkileyen bu olgu, yeni Türk devletinin de güvenlik endişesi merkezli bir yapılanmaya yönelmesinde belirleyici oldu; üstelik bu defa devletin güvenliği ile beraber rejimin iç tehlikelere karşı güvenliği endişesi muhtemel tehdit alanlarını daha da genişletti; güvenlik sorunsalı, siyasal kültürün en belirgin niteliğine dönüştü. Sevr girişimine bir başkaldırı olan Anadolu hareketi, Sevr in mimarları olan Batılı güçlere karşı kalıcı bir güvensizlik duygusu üzerine inşa etti cumhuriyeti. 8 En Batıcımız bile Batı dan korktu; Batılılaşma bile Batı ya karşı bir savunma girişimiydi aslında. Batı ya içerden bakmayı engelleyen ve Batılılaşmanın mantıksal sonuçlarını içselleştirmeyi engelleyen bir tutumdu bu Ancak, AB ye tam üyelik kapısının aralandığı 21. yüzyılda Türkiye, Batı meselesine tarihsel korkularından ve komplekslerinden, bir başka anlatımla güvenlik endişelerinden bağımsız bakma şansına kavuşmuş görünüyor. Batılılaşma, dağılan bir imparatorluğu ayakta tutma kaygısıyla verilen yüzeysel bir karar olmanın çoktan ötesine geçmiş durumda. Batı, bu imparatorluğu tarihe gömen bir güç olarak görülüyordu. Hayranlık ve korku içinde 5 Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Nersindeyiz?, İstanbul, 1958. 6 İhsan D. Dağı, Batılılaşma Korkusu, Ankara: Liberte, 2003. 7 H. Ziya Ulken, Turkiye'de Cagdas Dusunce Tarihi, Istanbul, Ulken Yayinlari, 1996 8 D. Jung, The Sevres Syndrom: Turkish Foreign Policy and its Historical Legacies, American Diplomacy, Vol.8, No.2, 2003. 8

Batılılaşmaya karar vermiştik. Batı, başka bir medeniyetin adıydı. Bizim dışımızda, bilmediğimiz, katılmadığımız bir medeniyet Şimdi farklı; Türkiye, Batı meselesini güvenlik endişeleri ekseninde tanımlayamaz artık. Özgüveni ve potansiyeli olan bir ülkenin yeni bir Batı projesi var Savunma insiyakıyla değil, Batı ya katılma ve katılınan bu topluluğu şekillendirme arzusuyla bir yöneliş var Batı ya ve AB ye. Batı meselesi, toplumsal denetimin siyasal bir aracı değil artık. Aksine, toplumsal kesimlerin siyasal yapılanmayı denetlemede kullanabileceği bir referans noktası. Batılılaşma/modernleşme toplumsal bir insiyatif ve talep olma yolunda. Toplumsal ve ekonomik kesimlerin özgüvenle yöneldikleri bir entegrasyon hedefi. Dolayısıyla, modernleşme sürecinde Türkiye nin katettiği mesafe geleneksel Batılılaşma projesi nin içinde taşıdığı güvensizlik ve devletin bekası sorunsalını ortadan kaldıracak düzeyde. Batı yı bizim dışımızda, bizi tehdit eden bir güç bloku ve medeniyet olarak tanımlamak artık fazlaca anlamlı değil. Batı ya karşı değil, Batı içinde özgüvenli ve kompleksiz bir ülke olacak potansiyel elimizde. Türkiye-AB ilişkilerini, hala Osmanlı nın parçalanma sürecinin psikolojisiyle ve Sevr in anılarıyla anlamak, tanımlamak ve yapılandırmak mümkün değil. Tam üyelik sürecinin asıl önemi, bunun, içeriyi yeniden inşa etmek için getirdiği fırsat, gerektirdiği açılımdır. AB standartlarına göre yönetim yapısını, ekonomisini ve kimliğini yeniden yapılandırma sürecine giren Türkiye, sonunda AB ye girse de girmese de dönüşüm için iç dinamiklerini harekete geçiren daha yaşanabilir bir ülke haline geliyor. Sürecin önemi iç yapılanmanın öne çıktığı bir dönemin Türkiye de başlatılmış olmasıdır. Tam üyelik görüşmelerinin başlayabilmesi, etkin bir biçimde devam etmesi, tam üyeliğin gerçekleşmesi ve fiilen devamı için insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün ilkelerinin yerleştiği bir siyasal yapı şart. Dolayısıyla, Türkiye yaklaşık 200 yıldır peşinde koştuğu Batılılaşma hedefine ulaşmakta kararlı ise siyasal sistemini AB standartlarında yeniden kurmak zorundadır ve bu bilinçle kurmaktadır da; çoğulcu, katılımcı ve farklılıkları tehdit olarak algılamayan bir siyasal ve toplumsal düzen... Bunun siyasal anlamı, Türk usulü demokrasi anlayışının ömrünü tamamlamış olmasıdır. Aslında seçkinci Türk Batıcılarının temel açmazı şudur; toplumsal dönüşümün bir kızılelması gibi Batı yı görmek, ona ulaşmak için devletin otoritesini kullanmak; ancak hedeflenen Batı toplumsal ve siyasal modelinin nihai olarak tepeden inmeci, dayatmacı, anti-demokratik değişim modellerini gayri meşru niteleyeceğini ve hatta başlatılan Batılılaşma sürecinin, Batılılaşmayı başlatan modeli yokedeceğini öngörememek. Seçkinci Batıcıların temel yanılgısı, Batılılaşma sürecinde toplumsal dönüşümle beraber, devlet ve yönetim anlayışının da dönüştürülmesi gerektiğini farkedememek olmuştur. Batılılaşmanın tahrik ettiği değişim, modernleşmeyle oluşan yeni toplumsal, siyasal ve ekonomik dinamikler, Batılılaşmayı bir kontrol mekanizması olarak nitelemek yerine onu mantıksal sonuna kadar götürmek talebiyle karşımıza çıkıyor. Batılılaşma hedefi ilk defa toplumsal laşırken, Batılılaşmanın nihai olarak liberal ve demokratik bir siyasal/toplumsal modeli hedeflendiği de farkediliyor. Yani, seçkinci Batıcılık toplumsal kesimlerden gelen değişim talepleri karşısında tıkanıyor; popüler/sivil bir Batılılaşma süreci başlıyor. Batılılaşma, böylece ilk defa, bir hedef ve model olarak başaşağı durmaktan kurtularak ayakları üzerine dikiliyor. Liberal demokratik bir ülke talebi, geniş toplumsal kesimler tarafından Batılılaşmanın nihai amacı, mantıksal sonu 9

olarak nitelenirken AB ye tam üyelik hedefinin bu amacı mümkün kılan bir dinamik getirdiği de anlaşılıyor. AB ye tam üyelik, hem refah hem özgürlük arayışıyla yeni toplumsal/siyasal destek katmanları buluyor. Geçmişte, resmi çevrelerce ve seçkinler arasında Batılılaşmanın son aşaması olarak kabul gören AB üyeliği, şimdilerde, demokratikleşme ve insan hakları alanında taşıdığına inanılan risk ler nedeniyle geleneksel Batıcılar için bir endişe kaynağına dönüşmüş durumda. AB üyeliğinin Türk Batılılaşma sürecini tamamlayacağı düşüncesi doğrudur; ancak bu, seçkinci değil, demokratikleştirici bir Batılılaşma projesidir artık. Bu, yakın zamana kadar AB üyeliğini Batılılaşmanın son hamlesi olarak niteleyen bazı seçkinci-ideolojik kesimlerin Batılılaşma korkusunun da temelini oluşturuyor. Tam üyelikle gerçekleşecek bu son hamlenin seçkinci ve ideolojik bir devlet ve siyaset anlayışını ortadan kaldıracağını düşünenler içe kapanmayı tercih ediyorlar. Küreselleşme ve AB entegrasyonu sürecinde toplumsal, siyasal ve ekonomik dinamiklerin özgürleşmesi merkeziyetçi-dayatmacı-ideolojik gelenekle çatışıyor. Bir hedef ve ilham kaynağı olarak Avrupa-Batı nın varlığı tarihsel olarak Türk modernleşmesinin itici gücü olmuştur. Başka bir ifadeyle Türk modernleşmesi, Batı karşısında bir varoluş mücadelesidir; ve bu mücadelenin başarısı Batılı olmak ve Batı tarafından böylece kabul edilmek ülküsüne dayandırılmıştır. Aslında Türkiye/Batı ilişkilerinde bir aşk/nefret paradoksu hep varolmuştur. Batı, hem yakalanması ve benzeşilmesi istenen bir çağ dır hem de ülkeye, ülkenin bütünlüğüne ve kültürüne yönelik bir tehdit Hem ülkümüz, hem düşmanımız; hem benzemek istediğimiz, hem korktuğumuz bir dünya. 1990 lı yıllar boyunca korkularımız olmak istediklerimiz i önemli ölçüde bastırdı. 1990 larda Avrupa ya (Batı ya) ilişkin şüphelerimiz, dışlanmışlığın verdiği kaygıyla ve Soğuk Savaş döneminde var olduğunu düşündüğümüz kader ortaklığı nın parçalanmasıyla yoğunlaştı. Bunda, bazı ulusal sorunlar karşısında Batı nın geliştirdiği politikalar da etkili oldu. Batı müdahaleleri şüphelerimizi ve korkularımızı doğruluyor gibiydi. 1980 li ve 1990 lı yıllar boyunca Türkiye-Batı ilişkileri, 1980 lerde Türkiye deki askeri darbe nedeniyle ve 1990 larda Soğuk Savaş ın bitiminin Batı açısından yarattığı rahatlıkla siyasallaştı. 1995 seçimlerisonrası İslamcı bir partiyi iktidara taşıyan demokrasi, Kemalist Batıcıların gözünde bir endişe kaynağı olarak ifade edilmeye başlandı. Ayrıca, aynı dönemde sadece liberal kesimlerin değil, İslamcı ve Kürtçü muhalefetin de demokrasi ve insan hakları gibi kavramlar etrafında bir söylem geliştirmesi geleneksel Batıcı- Kemalist kesimlerin bu değerlere ilişkin kuşkularını perçinledi. Ulusal iradenin demokratik olmayan yöntemlerle sınırlandırılması, yani askeri vesayet altında siyasal alanın daraltılması meşru görüldü; 28 Şubat sürecinde bu anlayış pratize edildi. Bu, ordunun siyaset üzerinde denetimini artırırken geleneksel Batıcıların muassır medeniyet ülküsünden kopuşu anlamına da geliyordu. Bu ilginç sonuç, Batılılaşma projesinin yeni bir aşamaya gelmesi biçiminde yorumlanabilir. Geleneksel kimliğini Batı ve Batılılaşma karşıtlığı üzerine kurmuş olan bazı İslami kesimlerin bile bu paradoksun bilinciyle Batı ve Batılılaşma konusunda söylem değiştirdiklerine tanık oluyoruz. 9 Batılılaşmanın nihai siyasal modelinin açık, çoğulcu ve demokratik bir yönetim anlayışı olduğunun netlik kazanması ve İslami 9 İhsan D. Dağı, Transformation of Islamic Political Identity in Turkey: Rethinking the West and Westernization, Turkish Studies, Vol.6, No.1, 2005. 10

kesimlerin böyle bir çerçevede kendilerinin daha güvende olacaklarını düşünmeleri, Batı ya bakışlarını önemli ölçüde değiştirdi. Bunda, Türkiye nin demokratikleşme serüveninin dışsal dinamikleri nin İslami kesimler tarafından da anlaşılmasının rolü oldu. Batı bağıntısı kopmuş ve Batılılaşma ülküsü rafa kaldırılmış bir Türkiye nin farklı toplumsal ve siyasal gruplaşmalara tahammül göstermeyen otoriter bir yönetime yönelebileceği sezgisi, farklılıklarını muhafaza etmek isteyen ve liberal demokratik bir yönetimin böyle bir korunak sağlayacağını düşünen grupların Batıya bakışında kırılmalara neden oldu. İslami Kimlik, Batı ve AB: Değişen Perspektifler 'Medeniyetler catısması' tezlerinin yeniden rağbet görmeye basladığı 11 Eylül sonrası hem Batı'nın İslam'a yönelik korku ve kuskuları depreşti, hem de İslami hareketlerin Batı 'karsıtlığı güçlendi. Ancak Türkiye özelinde farklı gelişmeler oluyor. İslami/muhafazakar kesimlerin Batı ve özellikle de AB algısı önemli ölçüde pozitif. Bu, bir yandan 11 Eylül sonrası genel eğilime ters bir durum oluştururken, öte yandan da İslami kimliğin temel referanslarını da nakşeder bir yeni pozisyonu sergiliyor. Modern dönemde İslami kimlik "Batı sorunsalı" üzerine inşa edildi. Batı'nın 19.yüzyildan itibaren yaşamın tüm alanlarını kuşatan tazyiklerine karsi 'yerli' bir 'tepki' olarak biçimlendi İslami kimlik. Varlığını hep Batı'ya referanslarla gerekçelendirdi. Batı'nın gücü, teknolojisi ve müdahaleleri "karşı"sında hep "savunma"da kalan, Batı medeniyetine karşı bir "direniş" hareketiydi İslami kimlik. Batı medeniyetinin İslam ülkelerine yayılması "İslam"ın varlığına hep bir tehdit olarak görüldü. İslam ile Batı arasindaki bu 'gerginlik'in tarihsel derinliği elbette vardı. Ama modern İslami kimlik üzerinde "kurucu" bir rol oynayan, Batı'nın 19.yuzyildan itibaren İslam topraklari uzerinde askeri, siyasal, iktisadi ve kültürel baskılarının belirginleşmesi oldu. Batı, bütün sorunların ve kötülüklerin kaynağı olarak algılandı; İslam dünyasının içsel dinamikleriyle üretilemeyen dönüsüm gözardı edilerek cöküs 'dışsal'lastırıldı. Batı, sömürgeci, materyalist, ahlaksız ve hatta Allah'sız bir medeniyetti. İslami kimligi inşa eden ikinci modern fenomen Türkiye'nin "Batılılaşma serüveni" oldu. Batılılaşma, İslam medeniyetinin bizzat müslümanlar tarafindan terkedilmesi anlamına geliyordu. Batılılasma ve Cumhuriyet'le beraber sekülerizasyon İslam'ın siyasal, sosyal ve kültürel işlevlerinin ortadan kaldırıldığı, İslami grupların "marjinal"lestirildiği bir süreç olarak nitelendi. 10 Batılılaşma, halkın 'kendi' kültür kaynaklarindan koparıldığı bir hareketti. "Yabancı" bir medeniyet, yasam biçimi ve kavramlarla kirletildi "milli ve manevi" değerler. Dolayısıyla İslamcı siyasal hareket Batı'dan çok Batılılaşma tarihiyle bir hesaplasma davasıydı. Kısaca modern İslami siyasal kimlik "öteki"leştirilen Batı'dan ve "içerdeki" Batıcılardan hareketle kendini tanımladı; karsıtlıklarla mesrulastırdı varlığını. Son yıllarda Batı karşıtlığı üzerine kurulu İslamcı kimliğin siyasal söylemi radikal bir biçimde değisti. İslamcı siyasetçiler bir yandan, demokrasi ve insan hakları gibi "Batılı" değerleri ve kurumları vitrinlerine taşırken, öte yandan da Türkiye'nin Batı ile daha derin bir entegrasyonunu savunuyorlar. İslamcı kimliğin geleneksel 'kurucu' unsurlarıyla catışan bu söylemin benimsenmesi neden ve bu ne anlama geliyor? Bu dönüşümü salt İslamcıların 'pragmatist' 10 Şerif Mardin, 'Ideology and Religion in the Turkish Revolution', International Journal of Middle East Studies, Vol.2, No.2, pp.197-211. 11

bir manevrası olarak görmek yeterli değil. Batıya 'yönelen' ve Batılı 'değerleri' siyasal mücadelesinin odağına alan bir hareket üzerinde değisim sadece söylem alanında kalmayıp geleneksel 'kimlik'i dönüştürüyor. İslami hareketlerin Batı'ya bakışları son yıllarda önemli ölçüde değişmeye başladı. 11 İslami hareketlerin hem siyasal, hem de sosyal ve iktisadi faaliyetlerini baskı altına alan 28 Şubat süreci 'yeniden düsünmenin dönüm noktası oldu. Partisi kapatılan, sermaye grupları baskı altında tutulan, İmam Hatip'leri eriten, cemaatlerin sosyal faaliyetleri sınırlandırılan İslami hareketler Türkiye siyasetinin doğası ve dinamikleri üzerinde daha ciddi durmaya başladılar. Bu süreçte İslamcılar Türk siyasetine ilişkin iki olguyu keşfettiler. Birincisi, Türkiye'nin demokratikleşmesi ile Batı ile entegrasyon düzeyi arasındaki ilişki. İslamcılar Batı'nın ve bir cok Batılı ülkenin, AB'nin, Batılı insan hakları örgütlerinin insan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve askerin siyaset üzerindeki etkisi konusundaki taleplerinin kendi talepleri ile örtüştüğünü farkettiler. Batı'nın ve İslami hareketlerin devletten talepleri örtüşüyordu. 12 28 Şubat sürecinde iç baskılar karşısında uluslararası ittifaklar arama ihtiyacı duydular. Türkiye üzerinde etkili olabilecek dış çevreler doğal olarak Batı'ydı. Çünkü Türkiye Batı ile askeri, siyasal ve iktisadi, kültürel entegrasyon süreçlerindeydi. İslamcılar Türkiye'nin Batı ile bağlantısının sistemi 'demokratize eden, otoriteryen devleti Türkiye'de dizginleyen bir faktör olduğunu gördüler. Batı, mevcut siyasal konjonktürde, doğal bir müttefik olarak öne çıktı. AB'ye üye bir Türkiye'nin parti kapatmak, İslamın sosyal alanda faaliyetlerini meşrulastırmak ve askeri siyasal müdahalesini sınırlamak anlamında kritik bir dönemeç olduğu ortada. İslamcıların AB desteğinin gerisinde AB'ye üyeliğin Türkiye'de devletin "Kemalist" merkezini zayıflatacağı düsüncesi yatiyor. Batı ile yakınlaşma süreci, aynı zamanda, İslamcıların Kemalist/sekülerist merkeze karşı bir meşruiyet arayışını da yansıtıyordu. Son yıllarda Kemalist Batılılaşma modelinin tıkanmış olması İslami kesimlerin Batı'ya bakışlarını da ılımlılaştırıyor. Mevcut koşullarda Batılılaşmanın ne 'despotik' bir kültür değisimi modeli ne de çevrecil güçleri denetimin bir aygıtı olamayacağının belirginleşmesi İslamcı kesimlerin geleneksel "Batılılaşma" sendromunu ortadan kaldırıyor. Batılılaşma hedefi, siyasal düzlemde kendi mantıksal sonuna, yani tam demokrasi, daha cok insan haklari ve daha coğul bir kimlik politikasına doğru evrilirken büyük kırılmalar yasanıyor; geleneksel Batıcılar/Kemalistler kendi tarihsel meşruiyetlerini yitirmek pahasına bu ülküden koparken İslamcılar 'yeni Batıcılar' olarak sahneye cıkıyorlar. Avrupa Birliği üyeliğine ilişkin Kemalist/sekülerist kesimlerin kuşku ve korkularının tersine İslamcılar, geleneksel 'karşıtlık'larını bir yana bırakıp sürecin hızlandırılması gerektiğini savunuyorlar. Bu bağlamda ilginç bir ittifak kaymasi da yaşanıyor. İslamcılar, tarihsel olarak Kemalist/sekulerist kesimlerle ittifak halinde olan Batı'ya 'biz de sizin partner'iniz olabiliriz mesajını veriyorlar. Avrupa Birliği ile ilişkiler bağlamında geleneksel Batıcı kesimlerin korku ve kuşkuları da İslamcıları rahatlattı. Geleneksel Batıcıların, Batılılasmayı mantıksal sonuna, yani Batı ile entegrasyona ve Batılı siyasal modelin tümüyle benimsenmesine kadar 11 İhsan D. Dağı, Rethinking Human Rights, Democracy and the West: Post-Islamist Intellectuals in Turkey, Critique: Critical Middle Eastern Studies, Vol.13, No.2, 2004. 12 Helena Smith, New breed of politicians start to find their feet, The Guardian, March 10, 2003. 12

taşıyamamaları İslamcıları uyarıyor. Kemalist/sekülerist kesimlerin Batı'dan korkularının depreşmesi İslami kesimlerin Batıya bakışlarında bir revizyon a gitmelerini meşrulaştırıyor, kolaylaştırıyor. Batı Kemalist/sekulerist kesimlerin hep doğal müttefiki, hatta arkasındaki güç olarak görülmüstü. Batı'nın reform talepleri ile Kemalist/sekülerist tezlerin zıtlığı İslamcıları cesaretlendirdi. Kemalistler demokrasi korkusuna Batılılaşma korkusu da ekleyince Batıya bakışları bu tarihsel bloka (Batılılaşmacılar/Batı) karşı şekillenen İslamcılara yeni açılımlar verdi. Başka bir ifade ile batıcıların ve batılılaşma modelinin kendi iç çelişkileri - elitizmi, halk korkusu ve kuşkusu - İslamcıların Batılılaşmaya da bakışını etkiledi. Batıcılar Batı'dan korkmaya baslamışsa, bu ikisi arasında tarihsel ittifak yıkılmışsa, İslamcılar açısından Batı'dan korkmanın önemli temellerinden birisi ortadan kalkmış olmalıydı. Hollandalı parlamenter Ostlander in Avrupa Parlamentosu na sunduğu rapor ve Avrupa Komisyonu Komiserlerinden Chris Patten in Oxford Üniversitesi nde yaptığı konuşmalar bu anlamda dikkat çekicidir; AB ye Kemalist bir devlet ideolojiyle girilemeyeceğinin altı çizilmektedir. İşte bu noktada AB süreci Kemalistlerle Batı arasındaki tarihsel blokun yıkılmasına neden olmuştur. Türkiye deki demokratik dinamik kesimlerin Kemalistler değil, başka siyasal ve sosyal gruplar olduğu Avrupalıların yeni keşiflerinden. Türkiye de Batı ile entegrasyondan yana olanların Kemalistler olmadığını Batılılar da anlamış durumda. Türkiye deki aktörlerin pozisyonları yer değiştirdi. Daha iki yıl öncesine kadar AKP nin Batı karşıtı bir parti olduğunu düşünüyorlardı. Ama şimdi AB projesinin AKP ile realize edilmekte olduğunu görüyorlar İslamcılar, ayrıca, demokrasinin devletin 'zinde güçleri'ne karşı önemli bir güç olduğunu gördüler. Devlet katında 'meşruiyeti' yoksayılan bir hareket için demokratik katılım sürecinde varlığını 'halk iradesi'ne yaslamak tek seçenekti. İslamcı siyaseti gayrimeşru olarak niteleyen kurumsal dirençlere karşı ancak demokratik süreçlerle meclise yansıtılabilecek 'milli irade' kavramı siyasetin temel referansı yapıldı. Dolayısıyla demokrasi içi boş bir söylemin ötesinde İslamı hareketlerin varlığı açısından kritik bir önem kazandı. Çevrecil bir güç olarak İslamcı hareket 'merkeze' nüfuzunun ancak 'demokratik mekanizma'larla mümkün olabileceğini kavradı. Öte yandan insan hakları da yeni dönemde İslamcı hareketlerin temel söylemlerinden biri oldu. Bu, pratik olarak Türkiye'de siyasal, sosyal ve iktisadi varlık alanları 'mevzuat'la bastırılan bir hareketin evrenselci bir 'dil'e sığınması anlamına geliyor. Benimsenen bu dil, uluslararası bağlantıları ve ittifakları da mümkün kılıyor. Böylece İslami kesimlerin sivil ve siyasal haklarına yönelik ihlaller küresel insan hakları ağında temsil imkanına kavuşuyor. İslamcıların Batılı insan hakları NGO'ları ile pragmatik bir zeminde oluşturulan bu ittifak Türkiye'ye yönelik insan hakları baskılarını da arttırıyor. İslami hareketlerin Batı'yı "yeniden düşünme"ye iten nedenlerin birisi de Batı da yaşayan İslami kesimlerin tecrübeleri oldu. "Kendi ülkelerinde" baskı altına alınan İslamcılar, Batı'da hem kişisel yaşam biçimlerini hem de siyasal, sosyal ve iktisadi faaliyetlerinin daha rahatlıkla sürdürebiliyorlardı. Batı, İslamcılara da 'özgürlük' sunuyordu. Sadece radikal İslamci siyasetçiler değil, bazı cemaat liderleri de Batı'nın özgürlüğü tercih ettiler. Batı'nın, tarihsel ve ideolojik önkabullerin ötesinde "pratik" bir değerlendirmesinden İslamcıların Batı ya bakışları da etkilendi. Kısaca İslamci siyasal duruş son yıllarda pratik nedenlerden hareketle Batı'ya bakışını gözden geçiriyor. Söylemsel bu değişimin ne denli bir kimlik kırılmasına yol 13

vereceği elbette henüz açık değil. Değişimin 'takiyye' olduğunu söyleyecektir bir çok kimse. Ancak, söylem ile kimlik arasindaki geçiskenlikleri yadsımamak gerek. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti söylemlerinin kimlik izdüşümleri de kaçınılmaz olarak gelişiyor. Batı ve Batılı değerlere karşıtlık üzerine kurulu olmayan bir "söylem"in benzer bir "kimlik" üretmesi mümkün. Batılı siyasal değerleri içselleştiren ve Batı'ya yakın duran bir İslami kimlik mümkün mü? Mümkünse bu ne ölçüde "İslami" bir kimlik olarak nitelenebilir? AB ve Türkiye Kamuoyu Dış politika tercihleri gündeme geldiğinde kamuoyunun düşünceleri ve eğilimleri genellikle dikkate alınmaz. Yüksel siyaset veya devlet politikası olarak nitelenen dıs politika alanında rasyonel, tek, tartışılamaz bir ulusal çıkar tanımı yapılır ve halk dışlanır. Özünde elitist ve anti-demokratik olan bu tutum hükümetlerin meşruiyetlerini de aslında sorgulanır kılır. Dış politika tercihleriyle halkı yükümlülükler altına sokan bir yönetimin politika yapımında kamuoyunun istek ve eğilimlerine kulak vermesi demokratik meşruiyetin bir gereğidir. Türkiye nin demokratikleşmesine paralel bir biçimde dış politika tercihlerinin de giderek toplumsal talep ve tercihlerin etki alanına girmesini bekleyebiliriz. Dış politikanın salt real-politik bir üst(ün) akıl tarafından belirlendiği, belirlenmesi gerektiği fikri toplumsal, siyasal ve ekonomik farklılaşmaları, çoğullukları dikkate alma gereği karşısında geriliyor. Doğru, geçerli ve yanılmaz tek bir akıl yok dış politikada, ki bu devlet aklı bile olsa. Bu bağlamda Türk kamuoyunun genelde dış politika yönelişi ve özelde AB hakkında taşıdığı kanaatler son derece önemli siyasa girdileri olarak değerlendirilebilir. Kamuoyu araştırmalarına yansıdığı biçimiyle halk, AB üyeliği konusunda oldukça pozitif bir pozisyon almaktadır. 13 AB konusunda aldığı tutum Uluslararası politikada son yıllarda belirginleşen bloklaşma eğilimleri dikkate alınarak halkın Türkiye yi bu bloklar arasında nerede görmek istediğini sorduğumuzda aldığımız cevap; Avrupa Birliği %50.5, Türk Cumhuriyetleri %23.5, İslam ülkeleri %13.5 ve ABD %6.2 dir. Uzun vadede AB ye alternatif olarak sunulabilecek Türk dünyası ve İslam ülkeleri seçeneklerinin, birlikte %37'ye ulaşması dikkat çekicidir ve AB ye yönelik büyük siyasal/toplumsal talebe rağmen kamuoyunun alternatif yönelişlere özellikle AB projesinin başarısızlığa uğraması durumunda dönebileceğini ifade etmektedir. AKP lilerin AB tercihlerinin %50, Türk dünyası ve İslam dünyası tercihlerinin toplamının %41 olması ise ilginçtir. AKP lilerin AB üyeliği konunda yapılacak referanduma %80'lik destek vereceklerini söylemelerine karşın AB dışı seçenekleri de dışlamadıkları gözlenmektedir. AB projesinin akim kalması durumunda AKP tabanının bölgesel seçeneklere yönelmesi beklenebilir. CHP seçmeninin AB ye yönelik tercihinin %64 olması da dikkat çekicidir ve uzun vadede CHP seçmeninin bölgesel alternatifler yerine AB seçeneğine yöneldiğini göstermektedir. Son donemde ünü tarihçi Bernard Lewis'in Amerika dan katıldığı "AB mi ABD mi?"tartışmasına kamuoyunun cevabı son derece nettir; ABD uzun vadeli bir blok partnerı olarak görülmemektedir. ABD yi bir blok olarak tercih edenlerin oranı sadece % 6 dır. ABD tercihini belirtenlerin oranının eğitim düzeyi yükseldikçe düşmesi (%8.8den 13 İzleyen analiz Pollmark Araştırma Grubu nun Temmuz 2004 tarihinde açıkladığı NATO ve Türk Dış Politikası araştırması ile Aralık 2003 de açıklanan İnsan Hakları ve Terör aştırmalarından derlenmiştir. 14

%4'e) buna karşın AB tercihinin eğitim düzeyi yükseldikçe artması kayda değer bir bulgudur. AB'ye ilişkin kanaatler genel bir konsensüsü yansıtmaktadır. AB'nin Türkiye nin geleceği bakımından çok önemli/önemli olduğunu düşünenlerin %73'e ulaşması AB konusunda son yıllarda yürütülen eğitim in amacına ulaştığını göstermektedir. Kamuoyunun "önem" ile AB üyeliğinin hayatlarına yapacakları "olumlu" katkıyı anladıkları anlaşılmaktadır. AB'ye referandumda verilecek desteğin %77.5'e ulaşması AB'ye 1 Mayıs 2004 itibarîyle üye olacak ülkelerin referandum sonuçlarıyla karşılaştırıldığında çok yüksek bir desteğin varlığını ortaya koymaktadır. AB üyeliğinin Türkiye de ekonomiyi, demokrasiyi ve insan haklarını geliştireceğine ilişkin %70'i aşan bir kanaat varken, üyeliğin irticai faaliyetleri artıracağı, bölücü örgütleri güçlendireceği, ülkenin bağımsızlığını yok edeceği ve ulusal güvenliği zayıflatacağı yönündeki tezler kamuoyunun çoğunluğu tarafından benimsenmemektedir. Bölge ülkelerine yönelik genel bir güvensizlik tutumu içinde yüksek tehdit algılamaları geliştiren kamuoyunun AB'ye ilişkin güvenlikçi kaygılarını attığını gözlemlemek mümkün. Siyasal parti seçmenleri arasında AB üyeliğine en az destek %55 ve %52 ile MHP ve SP tabanından gelmektedir. Bu, geleneksel sağ/milliyetçi/muhafazakar seçmenin AB üyeliğine sıcak bakmadığını ortaya koymaktadır. Benzer bir sosyolojik/siyasal tabanı yansıtan AK Parti seçmeni arasında ise AB üyeliğine yönelik desteğin %79 olması dikkat çekicidir ve AK Parti nin sağ/milliyetçi/muhafazakar seçmeni özelde AB ve genelde Batı konusunda olumlu yönde etkilediği ve yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Öte yandan DEHAP seçmeninin %88 ile AB üyeliğine destek vermesi son derece anlamlıdır. Öyle anlaşılmaktadır ki DEHAP lılar AB sürecinde daha müreffeh ve özgür olacaklarına ilişkin güçlü bir kanaat taşımaktadır. Demokratikleşme ve insan hakları alanında AB süreci içinde atılan adımların olumlu etkileri görüldükçe DEHAP seçmeninin AB desteği de artacak veya pekişecektir. Türkiye'nin AB'ye tam üye olmak için hazır olmadığını söyleyenlerle (%75) birlikte değerlendirildiğinde, AB'ye giremeyişin nedeni olarak Türkiye yi gösterenlerin % 25.6'yı, AB ile birlikte Türkiye nin sorumlu olacağını söyleyenlerin de %25'i bulması böylesine bir sonucun (AB üyeliğinin gerçekleşmemesinin) sorumluluğunun sadece AB'ye yüklenmeyeceğinin işaretlerini veriyor. Türkiye nin AB'ye üyeliğini engelleyen faktörlerin başında ekonomik sorunlar (%83) ve demokrasideki eksikliklerin (%79.3) sayılması, hemen ardından insan hakları ihlallerinin belirtilmesi (%76.4) AB üyeliğinin önünde öncelikle Türkiye ye ilişkin engellerin farkına varıldığını gösteriyor. Kıbrıs sorunu ve Yunanistan (%69), tarihsel ve dinsel faktörler (%61) ve Türkiye nin büyük bir nüfusa sahip olması (%57) gibi faktörlerin birinci grubun altında yer alması da yukarıdaki gözlemi destekliyor. Henüz üyelik müzakerelerine bile başlamamış bir ülke olarak AB üyeliği durumunda Türk lirasının bırakılarak EURO'ya geçilmesi fikrini destekleyenlerin %46.5'le buna karşı çıkanlardan (%44.9) az da olsa fazla olması kamuoyunun AB entegrasyonuna şu aşamada bile sıcak baktığının bir işareti. Son ikiyüz yıldır Türkiye de yaşamın tüm alanlarına damgasını vuran bir tartışmadır Batı ve Batılılaşma. Gelinen noktada kamuoyu tercihini, biraz da pratik nedenlerle net olarak ortaya koymaktadır: Avrupa ile entegrasyon. Peki kavramsal olarak Batı ve Batı medeniyeti nasıl algılanmakta ve Türkiye burada nereye konuşlandırılmaktadır? Türkiye kamuoyunun genel olarak Batı medeniyeti konusundaki 15

olumlu kanaati %54, olumsuz kanaati ise %30 dur. Türkiye nin Batı medeniyeti içinde yer aldığını düşünenler %47, Doğu da yer aldığını düşünenler ise %37 dir. Öte yandan Batı içinde Türkiye nin AB ye mi yoksa ABD ye mi yakın olması gerektiğine ilişkin tartışmada kamuoyunun tercihi %52 ile AB yönündendir (ABD ye yakın olmak gerektiğini söyleyenler %6). Sonuç Yerine: 17 Aralık ve Sonrası Avrupa Komisyonu, 2004 ilerleme raporunda Kopenhag siyasi kriterlerini yeterli düzeyde karşıladığını tespit ettiği Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlanması tavsiyesinde bulunmuştu. 17 Aralık ta toplanan Avrupa Birliği Konsey inde Türk hükümeti müzakerelere başlamak için kesin bir tarih istiyordu. Zirve sonunda Türkiye ye net bir tarih verildi; 3 Ekim 2005. Hükümet, Türkiye ye özel bir statü önerilmesine de karşı çıkıyordu. Zirve karar metni tam üyelik hedefine yönelik müzakerelerden sözederek hedefin tam üyelik olduğunun altını çizdi. Ancak müzakerelerin başarısızlığa uğraması durumunda Türkiye nin Avrupa kurumlarıyla bütünleşmesinin sağlanmasına yönelik bir ifade rahatsızlık yarattı, çünkü bunun ileride, Türkiye nin üyeliğine karşı çıkan gruplarca kullanılacağı endişesi var. Kısıtlamalar, derogasyonlar meselesi de bir sorun. Ancak Konsey kararında serbest dolaşımın gerektiğinde kısıtlanması yönünde bir referans hükümetin elde ettiği bir kazanım olarak görünüyor. Ancak Komisyon 2004 ilerleme raporunda ve Konsey 17 Aralık kararında yapılan reformların uygulanmasını ve geridönülür olmaktan çıkmasını istemektedir. Bunu Türkiye de halkın büyük bölümününde de istediğine kuşku yoktur. Reformların gerçekten özgürlükçü bir ruhla ve AB perspektifi ekseninde uygulanması, yaşama aktarılması gerekmektedir. O halde siyasal reformlara ilişkin AB denetiminin devam etmesi bir sorun teşkil etmez; aksine bu reformları geliştirir ve kalıcılaştırır. Son yıllarda kaydedilen başarının gerisinde AB perspektifinin yarattığı öz-denetim olduğunu unutmayalım. AB üyeliği oldu-bittilerle gerçekleşmeyecek; kimse kimseyi kandıramayacak. 2002 Kopenhag zirvesine giderken yeni kurulan AK Parti hükümeti, büyük ölçüde bürokratların yönlendirmesiyle Türkiye nin üzerine düşeni yaptığını, kriterleri yerine getirdiğini, dolayısıyla AB nin müzakere tarihi vermesi gerektiğini yönünde bir diplomasi yürütmüştü AB çevrelerinde. AK Parti yi kuran ve iktidara taşıyan Tayyip Erdoğan, siyasi yasaklarından dolayı milletvekili ve dolayısıyla başbakan olamadığı bir dönemde, bizzat anlatmaya çalışmıştı bu resmi yalan ı. Ne oldu? İnandıramadık kimseyi, çünkü doğru değildi. Geliştirdiğimiz tezi savunan kişinin kendi pozisyonu yalanlıyordu resmi tezi. Türkiye nin aslında 2002 sonunda kriterleri yerine getridiğini söyleyenler yaklaşık iki yıldır parlamentodan geçirilen 9 uyum paketini nasıl açıklayacak? Madem 2002 de kriterler tamamdı da hükümetim şimdi haklı olarak büyük bir övünçle öne çıkardığı ve komisyon raporunda sayfalarca anlatılan siyasal ve yasal reformlar nicin yapıldı? 2002 reformlarıyla dursa mıydık? DGM ler kalsa, MGK nın görev tanımı, yapısı ve işleyişi değişmese, RTÜK ve YÖK de asker temsilciler kalsa, dernekler yasası neredeyse dernekleşmeyi imkansızlaştıra, Türk Ceza Yasası tümden değiştirilmese daha çağdaş veya onurlu mu olacaktık. 14 Kısaca, gerçekçi ve dürüst olmakta fayda var, en 14 Reformların genel bir özeti için Bkz., Poltitical Reforms in Turkey, Ministry of Foreign Affairs, Secretariat General for EU Affairs, Ankara 2004. 16

azından bundan sonra AB üyeliğini ciddiye alıyorsak. Reformlar insanların yaşam kalitesini arttırmıştır ve arttırmaya devam edecektir. AB nin Türkiye yi yine aldattığını, iki yüzlü, çifte standartlı yaklaşımına devam ettiğini söylüyor bazıları. Duralım ve düşünelim; son yıllardaki büyük gelişmeye rağmen Türkiye de insan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve azınlık haklarını garanti altına alan kurumların istikrarlı bir biçimde var olduğunu kim iddia edebilir? Gerçekten bu değerlere sahip çıkan, bunları vazgeçilmez, geridönülmez kazanımlar olarak niteleyen güçlü ve istikrarlı kurumların Türkiye de yerleşik olduğunu düşünüyor musunuz? Özellikle son iki yılda atılan adımlarla bunların varığı artık tartışılmaz; peki istikrarlı ve yerleşik oldukları? İşte bu tartışma götürür. O halde, istikrarlı-yerleşik kurumların varlığını şartkoşan Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığımız hükmünü veren Komisyon u ve bunu onaylayan Konsey i tebrik etmek gerekir, gerçekten Türkiye yanlısı bu değerlendirmeden dolayı. Komisyon raporunda yer verilen ve 2004 Konsey kararına da yansıyan konulardan biri de müzakerelerin askıya alınabileceği yönündeki bir ifade. Bu, AB, üzerine bina edilen özgürlükler, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler ile hukuk devleti ilkelerinin ciddi ve sürekli ihlal edilmesi durumunda müzakerelerin askıya alınabileceğini beyan ediyor. Bazıları bunu, Türkiye için icad edilmiş özel bir engelleyici mekanizma olarak niteledi. Ama gerçek faklı. Raporda Türkiye özelinde zikredilen bu paragraf aynen AB Temel Antlaşmasından bir alıntı. Amsterdam Antlaşması ile AB üyesi ülkelerin antlaşmadan doğan haklarının yukarıda Türkiye için zikredilen şartlarda (aynı kelimelerle) askıya alınabileceği kabul edilmişti zaten. Yani bu ilkelerin ciddi ve sürekli ihlal edildiği bir AB üyesi ülkenin de üyeliği askıya alınabilir mevcut mevzuata göre. Bu düzenleme aşırı sağcı-ırkçı partilerin iktidara gelmesi karşısında bir emniyet tedbiri de aynı zamanda. Kısaca bu ilke tüm üye ülkeleri bağlıyor ve Türkiye üye olduğunda da Türkiye yi bağlayacak. Artık bu konularda kaçış yok, birinci sınıf bir hak ve özgürlükler rejimini kurmaktan ve ona sahip çıkmaktan başka. 17 Aralık a ilişkin değerlendirmelerden biri de müzakerelerin açık uçlu olarak nitelenemsi ve tam üyelikle sonuçlanacağı garantisi nin verilmemesi, müzakerelerin amacının tam üyelik olduğu vurgulanmakla birlikte. Açıkça ifade edilmemekle birlikte böyle bir garanti AB nin diğer müzakerleri öncesinde de verilmedi. Ama, örneğin, müzakereleri devam ederken Yunanistan da yeni bir askeri cunta rejimi kurulsaydı bu ülke 1981 de AB ye üye olabilecek miydi? İspanya da Frankoistler 1980 lerde Faşist bir rejim kursalardı müzakerelerini tamamlayabilecekler miydi? Hayır! AB, her hal ve koşulda girilecek bir birlik değildir. Giriş koşullarının belirli bir an da oluşması yetmez, bu koşulları muhafaza etmeyi ve hatta değişen koşullara dinamik bir süreçle uyum sağlamayı gerektirir. Kıbrıs meselesine gelince, varılan noktada Güney Kıbrıs ın varlığını fiilî olarak kabul etmiş bulunmaktayız. Müzakerelerin başlayacağı tarih olan 3 Ekim 2005 e kadar Türkiye, gümrük birliği anlaşmasını 1 Mayıs ta Birliğe üye olan ülkeleri de kapsayacak şekilde genişleten protokolü onaylama taahhüdü altına girmiştir. Hem Türk, hem de AB yetkilileri bunun Kıbrıs Rum Yönetimini Türkiye nin tanıması anlamına gelmediğini deklere etmekle birlikte ortada fiilî bir tanıma olduğu da tartışma götürmez. Elbette Türk yönetimi bunu kesinlikle kabul etmeyecek; tanımanın kendi iradelerine bağlı olduğunu, bir ülkeyi tanıdıklarını söylemedikçe, doğrudan diplomatik ilişkilere girmedikçe tanımış olmayacaklarını söyleyecektir. Ama Gümrük Birliği içinde ilişkiye girilen ve de 3 17

Ekim de müzakere masasında bulunan bir ülkenin hukuki statüsünü fiilen bile tanımadığınızı beyan etmeniz bir anlam taşımayacaktır. Her durumda Kıbrıs sorunu Türkiye nin hem iç siyasetini hem de dış politkasını derinlemesine etkilemeye devam edecektir. Türkiye nin AB ile entegrasyonuna karşı çıkan kesimlerin Kıbrıs konusunda sert ve tavizsiz bir tavır sergilemeleri anlamlıdır. AB süreci, Kıbrıs sorunu etrafında ulusalcı reaksiyonerizm le durdurulmaya çalışılmaktadır. Bu, bizi, Kıbrıs sorununun neden çözülmesi gerektiğine ilişkin genellikle gözden kaçırılan bir noktaya da getirmektedir. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir siyasal yapının bu ülkede oluşumu ve pekişmesi hem AB ile entegrasyon sürecinin ilerlemesi hem de toplumsal barışın kurulması açısından son derece önemlidir. Bunun gerçekleşmesi önündeki en büyük engellerden birisi toplumsal bir tabanı da olan militarist kültür ve yapılanmadır. Militarizmin en önemli kaynaklarından birisi ise Kıbrıs sorununun varlığıdır. Bu soruna referanslarla güvenlik merkezli bir perspektif meşrulaştırılmakta ve toplumsallaştırılmaktadır. Kıbrıs sorunu çerçevesinde meşrulaştırılan ve toplumsallaşan ulusal güvenlik ideolojisi nin iç i düzenleyici ve denetleyici rolü ortaya konulmadan Türkiye nin reformasyonunu tam anlamıyla gerçekleştirmek mümkün değildir. Dolayısıyla Kıbrıs sorununun çözümü, çağdaş siyasal değerler ve kurumlar doğrultusunda Türkiye nin yeniden yapılandırılması açısından son derece yaşamsaldır. Ayrıca, Kıbrıs ın jeopolitik önemi gibi güvenlik söylemleriyle ulusal iradenin devletleştirilmesi çağdaş demokrasi anlayışıyla bağdaşmaz. Liberal demokrasilerde ulusal güvenlik, devlet yapılanmasının içinde egemen bir alan değildir; tanımı ve sınırları uzmanların ve profesyonellerin yanısıra, esasında sivil yönetim tarafından belirlenir. Çünkü, bütün kamu politikalarında olduğu gibi karar verme sorumluluğu ve hesap verme yükümlülüğü temsili siyasi kurumlara aittir. Güvenlik sorununu da devlet merkezli değil, birey/yurttaş merkezli tanımlamayı gerektirir demokratik medeniyet. Kıbrıs Türkleri referandumda Annan Planı nı destekleyerek üzerlerine düşeni yapmışlardır. Bu sonuçla da Türkiye 17 Aralık zirvesinde 3 Ekim de müzakerelerin başlaması kararını aldırabişmiştir. Kıbrıs da Rumların referandumda Annan Planı na hayır demesi Türkiye ye zaman kazandırmış, 3 Ekim tarihini mümkün kılmış ancak sorunu çözmemiştir. Müzakerelerin sağlıklı bir biçimde devamı ve olumlu sonuçlanması Türkiye nin Rumları sıkıştırıcı yenilikçi ve yaratıcı girişimlerine bağlıdır. AB ile yürütülecek müzakerelerin amacı, yönü ve içeriği bellidir; tam üyelik. Bu tabii ki zaman alacaktır, ancak bu zaman da hem Türkiye nin müktesebata uyumu hem de Avrupa kamuoyunun Türkiye nin üyeliği fikrine hazırlanması için gereklidir. Sonuçta bugün AB ile giriş müzakerelerine başlayacak bir Türkiye vardır. Bambaşka bir yerdeyiz. Ekonomisi sağlam, siyaseti dinamik, demokrasi ve insan hakları performansı giderek yükselen, bölgede ve tüm dünyada saygınlığı ve etkinliği artan bir Türkiye bu. 18