İ Ç İ N D E K İ L E R

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "İ Ç İ N D E K İ L E R"

Transkript

1

2 C.Can Aktan & İstiklal Y. Vural Yeni Ekonomi ve Yeni Rekabet TİSK YAYINI:.2004 İ Ç İ N D E K İ L E R Sunuş 1.Rekabet ve Fonksiyonları 2.İktisat Okulları ve Rekabet 3.Piyasalar, Rekabet ve Etkinlik 4.Rekabetin Engellenmesi 5.Rekabetin Korunması ve Desteklenmesi: Rekabet Politikası 6.Yeni Ekonomi ve Rekabet 7.Geleneksel Rekabetten Yeni Rekabete: Devletlerarası Rekabet 8.Vergi Rekabeti 9. Yabancı Sermaye Rekabeti 2

3 SUNUŞ Son yıllarda teknolojik gelişmeler ve globalleşme rekabetin doğasını hızla değiştirmektedir. Eski ekonomide rekabet fiyat ve maliyet rekabetine, ürün farklılaştırmasına ve kaliteye odaklanmaktaydı. Yeni ekonomide de aynı unsurlar firmaların rekabet stratejilerinde büyük bir öneme sahiptir. İki dönem arasındaki temel farklılık firmaların rekabet güçlerini artırmak ve sahip oldukları bu gücü ve varsa liderliklerini korumak ve sürdürmek için yatırımlarını yönelttikleri alan ile gerçekleştirdikleri yeniliklerin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Yeni ekonomide fikri mülkiyet ve hızlı yenilik ve değişiklikler rekabetin sürdürülmesinde son derece önemlidir. Bu nedenle firmalar yeni ekonomide araştırma ve geliştirme (ar-ge) ve fikri mülkiyet alanlarına daha yoğun yatırımda bulunmaktadırlar. Bir çok yeni ekonomi endüstrisinde firmalar piyasa güçlerini artırmak veya piyasa liderliğini elde etmek ve potansiyel rakipleri ortadan kaldırmak veya ciddi bir rakip olmalarına olanak vermeyecek şekilde piyasaya girmelerini engelleyecek yaratıcı tahribata yol açacak ürünler geliştirmek için dinamik bir ar-ge rekabetine girişmektedirler. Bu tip endüstrilerin bir çoğunda yenilik ve icatların eski ürün, piyasa, iş modeli ve endüstriyi tahrip eden ve tamamen yeni ürün, süreç, endüstri ve piyasaların ortaya çıkmasını sağlayan bir yaratıcı tahribat süreci söz konusudur. Öte yandan, ar-ge ye yapılan büyük yatırımlar sonucu ortaya çıkan yeni ürünler (gayri maddi ürünler, entelektüel mallar) önemli ölçek ve kapsam ekonomilerine ulaşabilmekte ve farklı özelliklere sahip tekelci yapıya kavuşarak piyasada hakimiyeti ele geçiren firmalara belli bir süre için çok yüksek düzeyde tekel karı sağlamaktadır. Yüksek piyasa gücü ve elde edilen yüksek karlar firmaların yenilik ve icatlar için sürekli olarak yoğun ar-ge yatırımlarında bulunmalarına olanak sağlamakta ve bu durum gelecekte de mevcut üstün konumlarını sürdürebilmeleri için rakiplerine kıyasla bir adım önde yarışa devam etmelerini sağlamaktadır. Yeni ekonomi, yenilik ve icatlarda bulunma ve yeni ürün ve süreçleri kullanmada rakiplerine kıyasla önemli dezavantajlara sahip olan firmalara avantajlı olan firmalara yetişmek ve öne geçmek için sıçrama yapmalarına olanak sağlamaktadır. Bu aşamada rekabet gücünü muhafaza etmek ve artırmak dinamik olmayı, sürekli yenilik ve icatta bulunmayı ve istikrarlı çalışmayı gerektirmektedir. Daha yüksek ar-ge yatırımlarına, daha fazla patente ve yeni ürünlere sahip olan, özetle daha yenilikçi olan firmalar uluslararası piyasalarda daha fazla rekabet gücüne sahip olmaktadırlar. Teknolojik ittifaklarla (ar-ge ittifakları, ortak girişim anlaşmaları, lisanslar v.b.) daha aktif bir şekilde ilgilenen firmalar yeni teknolojileri daha iyi adapte etmekte ve böylece diğer firmalara kıyasla daha rekabetçi konuma gelmektedirler. Teknolojik gelişmenin daha ileri bir aşamasında olan firmalar (hızlı takipçi ve lider) daha geri safhadakilere kıyasla orta ve uzun vadede rekabet güçlerini sürdürülebilir kılmada daha başarılı bir konuma ulaşmaktadırlar. Bu durum hem firma düzeyinde hem de ülke düzeyinde rekabet ve rekabet politikasının yeniden dizayn edilmesi sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu çalışmada teknolojik gelişmeler ve globalleşme sonucunda ortaya çıkan yeni ekonomi ve yeni rekabet konusu incelenmektedir. Çalışmada asıl üzerinde odaklanan konu rekabettir. Çalışma içerisinde öncelikle rekabet kavramı ve rekabetin başlıca fonksiyonları özetlenmekte, ardından iktisat okullarının rekabet olgusuna bakış açıları ortaya konulmaktadır. Daha sonra rekabeti engelleyen çeşitli faktörlerin analizi yapılmakta ve rekabeti koruyacak ve geliştirecek rekabet politikası konularında açıklamalarda bulunulmaktadır. 3

4 Çalışmamızda Yeni Ekonomi ve Rekabet başlığını taşıyan bölümde yeni ekonominin temel özellikleri ve yeni ekonomide rekabetin değişen yüzü ortaya konulmaktadır. Son bölüm içerisinde ise yeni sistem rekabeti olarak da adlandırılan devletlerarası rekabet konusu incelenmektedir. Bu çalışmada ulaştığımız başlıca sonuçları da burada kısaca özetlemekte yarar görüyoruz: globalleşme, teknolojik gelişme ve yenilikler her alanda rekabetin doğasını köklü bir biçimde değiştirmektedir. Firmalar rekabet güçlerini artırmak için içinde bulundukları endüstrinin koşullarına ve ürettikleri mal ve hizmetlerin niteliğine bağlı olarak farklı alanlarda üstünlüğe sahip olmak ve bu üstünlüklerini sürdürebilme yeteneğini muhafaza etmek zorundadırlar. Rakiplere kıyasla maliyet, fiyat, kalite, hız ve yenilik avantajına sahip olmak belirli bir dönem için ve belirli ürünler için rekabet üstünlüğü oluşturabilir. Ancak rekabet gücünün sürdürülebilir olması için sahip olunan avantajların gelecekte de elde edilebilir olması gereklidir. Gelecekte üstün bir rekabet gücüne sahip olmak ve bunu sürdürebilmek firmanın kendi örgütsel yapısının yanı sıra kullandığı ve gelecekte kullanacağı teknoloji, bilgi yönetimi, yenilik ve icatlar sistemine de bağlıdır. Yeni ekonomi bilgi ve ağ ekonomisine dayalıdır ve yeni ekonomide kıyasıya bir rekabet sözkonusudur. Yeni ekonominin en önemli özelliklerinden biri bütün iktisadi faaliyetlere bilginin entegre edilmesi, başka bir ifadeyle iktisadi faaliyetlerdeki bilgi yoğunluğunun göreceli olarak önemli oranda artmasıdır. Bilgi ticareti ve bilgi yoğun mal ve hizmetlerin ticareti büyük ölçüde arttığı için günümüzde bilgi bir ürün olarak çok daha önemli bir hale gelmiştir. İkinci olarak, yeni ekonomi iletişim ağlarıyla bütünleşen bir ekonomidir. Analog hatlar yerine dijital iletişim ağlarının oluşması ve klasik ana bilgisayar sisteminden web tabanlı sisteme doğru gerçekleşen kayma iş dünyasında önemli dönüşümlere neden olmaktadır. Yeni ekonomide her tür bilgi, ses, yazı, görüntü, hareketli obje vs. bilgisayar ağları tarafından iletilmektedir. Büyük miktarlarda bilgi son derece hızlı, ucuz ve güvenilir bir şekilde alıcılarına ulaşmaktadır. Bilgi ağları ve bilginin dijitalleşmesi bilginin ticarete konu olması sürecini hızlandırmaktadır. Yeni ekonominin bu özellikleri neticesinde rekabet sürecinde ciddi bir değişim yaşanmaktadır. Günümüzde rekabet sadece piyasalar arasında değil aynı zamanda devletler arasında da hüküm sürmektedir. İdarelerarası rekabet (intergovernmental competition) ya da devletler arasında rekabet (competition among governments) globalleşmenin beraberinde getirdiği oldukça yeni bir gelişmedir. Genel anlamda idarelerarası rekabet, herhangi bir idari birimin kıt kaynakları ele geçirmek ve maliyetlerden olabildiğince kaçınmak için diğer idari birimlerle giriştiği rekabet olarak tanımlanabilir. İdari birimler mobil olan veya mobilite potansiyeline sahip firma veya üretim faktörlerini kendi hükümranlık bölgelerine çekmek veya halihazırda yerleşmiş olanları elde tutmaya devam etmek için vergi veya diğer mali teşvikleri aktif bir biçimde kullanabilirler. Keza idari birimler iktisadi faaliyetler sonucu ortaya çıkması muhtemel dışsal zararlardan kaçınmak için bu türden dışsal zarar taşmalarının meydana geldiği üretim-tüketim faaliyetlerinin kendi sınırları içerisinde cereyan etmesini önleyecek şekilde önlemler alıp, bu amaca uygun faaliyetler içinde olabilirler. Bu çalışmada yeni sistem rekabeti adı verilen ve devletler arasında hüküm süren rekabet olgusu da ayrıntılı olarak inceleme konusu yapılmaktadır. Coşkun Can Aktan & İstiklal Y. Vural

5 1. REKABET VE FONKSİYONLARI 1.1. Rekabet Kavramı Günlük hayatta, belirli bir menfaat elde edebilmek amacıyla başkalarını geçmeye çalışmak ya da benzer konumda olan kişilere karşı belirli yararları temin etmek için üstünlük sağlama amacıyla yarışmak anlamlarında kullanılan rekabet kavramı iktisadi açıdan iki farklı anlama sahiptir (Topçuoğlu, 8-15; Kılıç, 2000:5-7 ve DPT, 1994). Öncelikle, rekabet, iktisadi faaliyetlerin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için gerekli olan stratejik bir unsurdur. Bu anlamda rekabet herhangi bir kişi veya teşebbüsün yürüttüğü iktisadi faaliyetlerin başka kişi veya teşebbüslerce sınırlanmadığı veya tamamen engellenmediği ve iktisadi faaliyetlerin etkin bir şekilde gerçekleştirilebildiği ideal ortamı simgeler. Rekabet aynı zamanda piyasa yapısını nitelemek için kullanılır. Piyasa yapısının rekabet derecesi, firmaların piyasayı ve piyasadaki fiyatları etkileme derecesini ifade eder (Lipsey, Steiner ve Purvis, 1987:212). Bu tanımlama, günlük kullanımda kastedilen rekabetçi davranışın ötesinde hem tek tek firmaların rekabete yönelik davranışlarını hem de rekabetçi piyasa yapısını kapsar. Piyasanın rekabetçi olma özelliği arttığı ölçüde tek tek firmaların piyasayı ve piyasada oluşan fiyatları etkileme gücü o ölçüde azalır. Tek tek firmaların her birinin piyasayı etkileme gücünü büyük ölçüde yitirdikleri nihai aşamada piyasadaki toplam arz ve talebin belirlediği fiyata tüm firmalar uymak zorunda kalırlar. Bu aşama piyasanın rekabet derecesinin en üst noktasını oluşturur. Rekabet, bir davranış biçimi olarak da tanımlanabilir. Rekabet kıt kaynakların sınırsız beşeri ihtiyaçlar karşısında paylaşılması gereği ortaya çıkan bir olaydır. Bu nedenle Klasik İktisatta rekabetin anlamı aşırı arz olgusunun üstesinden gelmek için tek tek her firmanın talebi artırmak için fiyatları aşağı çekme yönündeki davranışlarını ifade eder (McNulty, 649). Neo-Avusturya Okulu, fiyatların aşağı çekilmesine ilaveten rekabetçi davranışın diğer unsurları üzerinde durur. Rekabet, fiyat indirimi, reklam, ar-ge yatırımında bulunma, mal ve hizmetlerin kalitesini artırma ve ürün ve üretim süreçlerinde farklılaşma yoluyla başka teşebbüslerin elde edebileceği kazançları içselleştirmek anlamına gelmektedir. Bu anlamda, piyasanın rekabet derecesi ile rekabetçi davranış tanımlamaları birbirleriyle çelişmektedir. Başka bir ifadeyle, tam rekabet piyasasının tüm varsayımlarının söz konusu olduğu bir ortamda rekabetçi davranışa yer yoktur ya da rekabetçi davranış varsa tam rekabet koşulları yerine getirilemez. Rekabetçi davranış rakiplere göre daima daha iyi olmayı gerektirdiği için ürün ve üretim süreçlerinde farklı olmak ve farklılaşmak (heterojenite) gereklidir. Bu anlamda rekabetçi davranış rakiplere kıyasla başarılı olmayı gerektirdiği, en iyinin seçilmesine yol açtığı ve geride kalanların menfaatlerini artırmak için daha fazla başarı gösterme yönünde zorladığı için verimliliği; dolayısıyla sosyal refahı artıracaktır ve bu nedenle arzu edilebilir bir durumdur. Birden fazla rekabet etme yolu söz konusudur. Rekabet eden firmalar, fiyat, ürün kalitesi, hediye, reklam ve farklılaştırma gibi büyüklük ve değişkenleri kullanarak birbirleriyle rekabet etmektedirler. Fiyat rekabetinde, firmalar, ürettikleri ürünün bedelini çeşitli yollarla indirerek yarışırlar. Fiyat dışı rekabet ya da ürün rekabetinde ise firmalar malın kalitesinde veya malın tüketimi için gerekli olan diğer hizmetlerde farklılaşmaya giderek rekabet etmektedirler (Erkan, 1987:122). Bu tip bir rekabet, rakiplere kıyasla, bir mal veya hizmetin fiyatlandırılmamış özelliklerinin tümünü artırarak, ürünlerin tüketicilerin gereksinimlerini karşılama kapasitesini yükselterek, ürün tasarımının önceden belirlenen tasarım veya standartlara tam olarak uymasını sağlayarak ve mümkün olan en yüksek performansa sahip ürünlere mümkün olan en düşük fiyatı biçerek yapılmaktadır. 5

6 Fiyat rekabeti geleneksel yaklaşımı ifade eder. Modern yaklaşıma (özellikle Neo- Avusturya Okulu) göre günümüzdeki rekabet kalite (ürün) rekabetidir. Schumpeter e göre ise uzun vadede başarılı olanı başarısızdan ayıran şey yenilik ve icatta bulunma yeteneğidir (Schumpeter, 1942:84-85). Schumpeter, yeni ürün ve teknolojilerin eskilerini daima ortadan kaldırdığı bir dinamik rekabet sürecinin (yaratıcı tahribat) söz konusu olduğunu ve insanlığın maddi inkişafından büyük ölçüde sorumlu olan bu sürekli değişiklik ortamının sosyal açıdan arzu edilebilir olduğunu ileri sürer (Schumpeter, 1942:84-85). Bu görüşe göre rakiplerden birini geçmenin anlamı yenilik ve icat faaliyetlerinde ona kıyasla daha başarılı olmaktır. Başarılı her tür yenilik ve icat maddi olmayan bilgiye ve patent gibi fikri mülkiyet haklarına sahip olunması nedeniyle geçici bir tekel durumu meydana getirir. Bu nedenle, Schumpeter in rekabetten kastettiği şey, yenilik ve icat sürecinde başarı göstererek geçici bir süre için bu tip tekellere sahip olmak veya sürekli yenilik ve icat faaliyetlerinde bulunarak başkalarının sahip olduğu bu tip geçici tekelleri tahrip etmektir. Rekabet, merkezi planlamaya dayalı bir iktisadi yapı üzerinde çeşitli avantajlara sahip olan piyasa ekonomisinin etkin bir şekilde çalışması için gerekli olan temel olgulardan biridir. A. Smith e göre rekabet kendi çıkarlarını azamileştirmeye çalışan bireylerin anarşi ve kaos yerine iktisadi açıdan daha optimal, sosyal açıdan daha adil ve arzu edilebilir piyasa sonuçlarına ulaşmalarını sağlayan karar verme ve eyleme geçme özgürlüğünü korumada vazgeçilmez bir önkoşuldur (Lachmann, 1999:3). Rekabet sürecinin arzu edilen sonuçlara ulaşabilmesi için bazı önkoşulların yerine gelmesi gereklidir: (1) Piyasaya giriş ve çıkışlar serbest olmalıdır; (2) Ticaret ve sözleşme yapma özgürlüğü olmalıdır; (3) Etkin bir parasal sistem mevcut olmalıdır; (4) Ticareti engelleyici uygulamalar en aza indirilmelidir; (5) Piyasalar şeffaf olmalıdır; tüketiciler şeffaf piyasalar hakkında bilgi sahibi olmalı, kararlarında özgür olmalı, yeterli finansal kaynağa sahip olmalı, rekabetçi faaliyetlere hızla tepki vermeli, farklı malları veya tedarikçileri tercih edebilmeli ve kendi çıkarını azamileştirmeli ve üreticiler piyasalardaki fırsatları keşfedebilmeli, kararlarında serbest olmalı, karı azamileştirme veya zarar etme motifi ile hareket etmeli, teknik, ekonomik ve yaratıcı kaynaklara sahip olabilmeli, tüketici taleplerinde ve rakiplerinin eylemlerindeki değişikliklere hızla tepki verebilmeli ve başarıyı kısıtlayıcı ticaret uygulamaları yerine rekabette aramalıdır (Lachmann, 1999:3-4). 1.2.Rekabetin Temel Fonksiyonları Rekabet, ekonomik etkinliği sağlamak için gerekli şartlardan birisidir. İktisadi etkinlik kıt kaynakların azami faydayı sağlayacak şekilde kullanılmasıdır. Değişen ihtiyaç ve gereksinimlere rakiplere kıyasla en uygun reaksiyonu verip ürün fiyat ve kalitesinde sürekli rekabet etmek, ekonomik etkinliği artırdığı ölçüde, sosyal refahın artmasına da katkıda bulunur. Rekabet, üretimde, kaynak dağılımında ve yenilikte etkinliği sağlayarak ve iktisadi refah ve gücün tek bir elde toplanmasını önleyerek demokratik katılımcılığı ve çoğulculuğu artırdığı için piyasa ekonomilerinde stratejik öneme sahip bir faktördür. Yukarıda sıralanan önkoşullar yerine geldiği takdirde rekabet etkin bir şekilde çalışabilir ve kendisinden beklenen çeşitli fonksiyonları yerine getirebilir (Erkan, 1992:20-25; Erkan, 1987: ; DPT, 1994 ve Lachmann, 1999:3-9). Rekabet, uzun vadede arz edilen mal ve hizmetlerin talebe yetecek düzeyde olmasını sağlayacak bir şekilde üretimi ve tüketicilerin ihtiyaçlarını koordine eder. Keza verimliliği en üst seviyeye çıkaracak bir biçimde üretim faktörlerinin kullanılmasını sağlayarak kaynak tahsisinde etkinliği artırır. Üretim faktörlerine performanslarına göre değer biçilmesini sağlayarak dağıtımsal etkinliği gerçekleştirir. Üretici ve tüketiciler birbirlerinin eylemlerini kendi çıkarlarını gözetmek suretiyle kontrol ettiklerinden iktisadi 6

7 gücün kısıtlanması rekabet sürecinde içsel bir olgudur. Statik olarak nitelenebilecek bu fonksiyonlarının yanı sıra rekabetin dinamik fonksiyonları da bulunmaktadır: rekabet teknolojik ilerlemelerin arkasında yatan temel itici güçtür. Ürün ve üretim süreçlerindeki yenilik ve icatlar rekabet sürecinde istenilen bir konumda olunması için anahtar faktör olduğundan firmalar yeni ürün ve üretim süreçlerini geliştirmek için çabalarlar. Öte yandan, rekabet sürecinin süreklilik arzeden bir değişim süreci olması firmaları, rakipleri ile mukayeseli bir biçimde rekabet güçlerini artırmak ve sürdürebilmek için, daima yenilikçi kalmaya zorlar. Rekabet, demokratik toplumlarda tüketicilerin tercihleri doğrultusunda hangi mal ve hizmetlerin üretileceğinin, bu mal ve hizmetlerin nasıl, kimler için ve ne kadar üretileceğinin belirlendiği piyasayı oluşturan temel faktördür. Bu nedenle piyasanın etkin bir şekilde çalışmasından beklenen yararlar esasen rekabetin varlığının bir sonucudur. Rekabet yukarıda sıralanan fonksiyonların yanı sıra farklı niteliklere sahip çok sayıda iktisadi fonksiyona sahiptir: (1) Rekabet, iktisadi birimlerin sahip oldukları kaynakları en karlı biçimde kullanmalarına yol açarak iktisadi kaynakların en etkin oldukları yerde ve üretim yöntemi içinde kullanılmalarını sağlar (kaynak dağılımı fonksiyonu). (2) Yenilik ve icatlar pazarlanabilir bir ürüne dönüştüğü zaman firmalara büyük yarar sağlayarak yatırımların getirisini artırırlar. Firmalar, yenilik ve icat yoluyla tüketicilerin tercih edeceği bir malın tek üreticisi olarak geçici bir süre tekel pozisyonu elde ederler. Elde edilen tekel karı, yeniliği gerçekleştiren firmanın yeni yatırımlarda bulunmasını; diğer firmaların ise taklit veya lisans alma yoluyla söz konusu firmayı takibini teşvik ederek yenilik ve teknik gelişmeyi uyarmaktadır. Firmaların karşı karşıya kaldıkları rekabet sonucunda, gerek yenilik ve icatta bulunarak tekel karı elde etmek gerekse mevcut tekelleri yenilik ve icatlar yoluyla ortadan kaldırmak için yürüttükleri çabalar yenilik ve sürekli gelişmeyi sağlayan bir devinim meydana getirir (yenilik ve teknik gelişmeyi uyarma fonksiyonu). (3) Etkin rekabet, iktisadi çaba ve başarıların ödüllendirilmesini sağlayarak verimli olanların elde ettikleri getiriyi artırmak suretiyle daha fazla gelire sahip olmalarına yol açmaktadır. Rekabet derecesi arttıkça (tam rekabet piyasası) gelirin birincil dağılımı daha adil bir hale gelir ve rekabet ya gelir dağılımının daha adil olmasına veya yaşam kalitesini artırmak suretiyle gelir dağılımı eşitsizliğinden kaynaklanan zorluklarla daha kolay başa çıkılmasını sağlar (gelir dağılımı fonksiyonu). (4) Etkin rekabet, kaynakların optimal dağılımını ve daha verimli olan alanlara yönlendirilmesini sağlar. İşletmelerin üretim programlarının, üretim yöntem ve süreçlerinin iktisadi ve teknolojik değişikliklere ve iktisadi kriz ve dalgalanmalara uyum sağlama yeteneğini artırır (uyum esnekliği fonksiyonu). (5) Rekabet, bir yandan uzun dönemde ancak tüketicilerin talep ettiği mal ve hizmetlerin üretilmesine yol açarak çok sayıda ve farklı mal ve hizmet arasından tüketicilerin serbestçe tercih yapmasını sağlar; öte yandan, üretimde verimliliği ve teknik gelişmeleri teşvik etmek ve firmaların kar hadlerine sınırlama teşkil etmek suretiyle tüketicilerin daha az para ödemesine neden olur ve sonuçta tüketicilerin refahını artırır (tüketicilerin refahını artırma fonksiyonu). (6) Rekabet, belirli bir ekonomik gücün piyasayı kontrol etmesini önler ve etkin rekabetin söz konusu olduğu bir ortamda, devletin piyasaya müdahalede bulunması dayanaksız olacağından, devletin (politik gücün) asli görevlerinin ötesinde piyasaya müdahalelerde bulunarak piyasayı kontrol etmesini engeller (kontrol fonksiyonu). Rekabet, bir yandan girişimcilerin merkezi planlamaya bağlı bir şekilde faaliyette bulunmalarını engellemekte; öte yandan, üretim faaliyetlerini serbest bir şekilde yapmalarına ve piyasaya giriş ve çıkışlarında özgür olmalarına yol açmaktadır. Tüketiciler, rekabet ortamında, farklı seçenekler arasından diledikleri kalite ve fiyattan mal ve hizmetleri tercih edebilme özgürlüğüne kavuşmaktadırlar. Keza, girişimciler, sadece kendilerinin sorumluluğunda olan kaynakların kullanımı üzerinde karar verme olanağına; işçiler ise işlerini değiştirebilme imkanına kavuşurlar. 7

8 Ancak rekabetin piyasaya katılan tüm taraflara fırsatlar sunmak suretiyle sosyal fonksiyonlarını ifa edebilmesi için yukarıda bahsedilen belirli önkoşulların yerine getirilmesi gerekmektedir. Birçok gelişmekte olan ülkede ise bu koşullar büyük bir oranda yerine getirilememektedir (Lachmann,1999:5). Öncelikle, bu ülkelerin çoğunda fiyat kontrolleri ve asgari ücret gibi kamu müdahaleleri nedeniyle fiyat mekanizması düzgün bir şekilde çalışmamaktadır. Etkin bir rekabet politikası rekabetçi bir ortamın meydana getirilmesi için bütün saptırıcı politika ve uygulamaların ortadan kaldırılmasını amaçlasa da Gelişmekte Olan Ülkelerin çoğunda kamu kesimi kısıtlayıcı düzenlemelerle serbest rekabeti engelleyici bir şekilde davranabilmektedir. İkinci olarak, temel ihtiyaçları garanti altına alınmayan ve tek amacı hayatta kalmak olan nüfus için tüketici egemenliğinden bahsetmek de mümkün değildir. Tüketiciler yeterli düzeyde bilgi sahibi değildir, bilgi edinimi yüksek muamele maliyetlerine sahiptir ve çoğu düşük eğitime sahip olan nüfus tarafından bilginin işlenmesi ve değerlendirilmesi son derece zordur. Hayatta kalmak için yaptıkları büyük mücadele nedeniyle tüketicilerin büyük bir kısmı kararlarını serbestçe alamamaktadır, kişilerin yeterli düzeyde finansal kaynağı yoktur ve altyapı eksikliği, yetersiz eğitim ve vasıfsızlık nedeniyle bilgi edinme, bilgiyi işleme ve kullanma olasılığı düşüktür. Nihayet, eğitim düzeyi ya da teknik ve uzmanlık gerektiren bilginin son derece yetersiz olması, yetersiz beslenme, hastalık, zayıflık ve korunmasızlık gibi nedenlerle işgücü verimliliğinin düşük olması verimlilikte yapılması elzem olan ilerlemelerin yapılamamasına neden olmaktadır. Keza kredi olanaklarının yetersiz olması nedeniyle küçük ve orta boy işletmeler atılım yapabilmeleri için gerekli olan finansal kaynaklara erişememekte, bilgi ve altyapı eksikliği sebebiyle piyasalar yeterince şeffaf olamamakta ve yurtiçi piyasalar sonuçta güçlü çok uluslu şirketlerin hakimiyetine girmektedirler. Başlangıçta yapılması gereken sabit maliyetlerin yüksek olması marjinal gelirin marjinal maliyetten daha düşük olmasına neden olmakta ve bu durum devamlılık arzeden bir piyasaya giriş engeli meydana getirmektedir. 8

9 2. İKTİSAT OKULLARI VE REKABET Rekabet, iktisadi teorilerin en önemli kavramlarının başında gelmektedir. Klasik iktisat anlayışından beri iktisatçılar rekabeti iktisadi yaşamın düzenleyici unsuru olarak görmüşler ve iktisadi analizlerinin temel ilkesi haline getirmişlerdir. Bu bölümde klasik iktisat okulunun rekabete bakış açısı yanı sıra diğer iktisat okullarının ve bazı düşünürlerin yaklaşımları sunulmaktadır. 2.1.Klasik İktisat Yaklaşımı Klasik iktisat anlayışı, rekabete dayalı (serbest) ticaretin ekonomik ve sosyal maliyetleri olacağı gerekçesiyle ticarette devlet müdahalesini (korumacılığı) savunan Merkantilizme karşı ileri sürülen bir yaklaşımdır. Merkantilist anlayışa göre, bir ülkenin (kral ve devletin) refahı, diğer ülkelere ve yabancı tüccarlara karşı devletin korumacı politikalarla yerli tüccarı desteklemesi ve rekabete dayanmayan bir ortamda dış ticaret fazlası vermesine bağlıdır. Ekonomik kararlar, bireysel inisiyatiflere terk edilemeyecek kadar önemlidir. Kontrol edilemeyen bireysel kararlar milli devletin amaçları ile uyumlu değildir. Bu nedenle Merkantilist yaklaşım sadece dış ticaretin korumacı araç ve politikalarla denetim altında tutulmasını değil; bunun yanı sıra, ücretlerin de regülasyon ve kontrole tabi olmasını öngörür. Merkantilizmin devleti ve tüccarları ön planda tutup bireysel özgürlüklere önem vermeyen yaklaşımının aksine Klasik İktisat anlayışı refahın artmasını sağlayan unsurun üretim artışı olduğunu ve bireylerin mutluluk ve refahının önemli olduğunu kabul eder. Bireyler üretim araçlarının kullanımında ve tüketim tercihlerinde serbesttirler. Ülkeler kendilerini serbest dış ticarete açtıkları ölçüde zenginleşirler. İnsanlar uzmanlaştıkça verimlilikleri artar. Bireysel verimlilik artışlarının ülke düzeyinde olumlu bir sonuca yol açması için kişilerin ürettikleri malları birbirleriyle serbest (rekabete açık) bir biçimde mübadele edebilmeleri gereklidir. Zaten insan doğası da bunu gerektirir. İnsanlar kişisel çıkarlarının peşinde koşan ve alışkanlıklarına bağlı varlıklardır. Bu nedenle, kişiler bireysel çıkarlarını azamileştirecek bir şekilde davranırlar. Kişisel çıkarların azamileştirilmesi bir katalizördür ve rekabet ortamını otomatik olarak düzenleyen bir mekanizma (görünmez el kuramı) gibi görev görür. Fiyat mekanizması ile birleştiğinde, bireylerin kişisel çıkarlarını azamileştirecek şekilde, yani rasyonel davranmaları tüm kaynakların etkin bir şekilde dağılmasını sağlayan, refahı artıran ve kendiliğinden işleyen bir sistemi meydana getirir. Rekabete dayalı bu sistem dışarıdan hiç bir müdahale olmadığında en iyi duruma gelir. Klasik iktisat anlayışı, bu çerçevede, bireysel ve toplumsal refahı artıran rekabete olumlu ve olmazsa olmaz bir anlam yükler. Bireysel çıkarlarını azamileştirme peşinde koşan özgür birey ve girişimciler arasındaki serbest rekabet dinamik bir olgudur. Rekabet, alıcı ve satıcıların değişen tercihlerinin birbirlerine daima uyumlu olmasını sağlayan bir süreci içerir. Dışarıdan herhangi bir müdahale olmazsa ekonomi sürekli olarak dengeye kavuşan dinamik bir yapı olarak varlığını sürdürür. Otomatik olarak işleyen bu sistemin varlığı doğal olarak piyasaya giriş ve çıkışın bütün taraflar açısından serbest olmasını gerektirir. Bu anlamda monopol durumu oluşsa bile bu geçicidir, zira bir müddet sonra tekel karı tekelin oluşturduğu piyasaya yeni girişimcileri çekeceğinden rekabet süreci işlemeye devam edecektir. Görünmez el kuramı, tam rekabeti ekonomik etkinliğin en önemli unsurlarından biri olarak kabul eder. Bu tip bir rekabet anlayışında endüstrideki bütün firmalar rekabet güçlerini artırmak açısından aynı çözüme sahiptirler. Bir mal veya hizmeti en düşük maliyetle üretmek için kullanılacak emek, sermaye ve girdi bileşimini tespit etmek rekabetçi olmak için yeterlidir. Her firma aynı ürünü yapabildiği sürece aynı reçeteyi 9

10 uygulayacağından asgari maliyetin altında bir fiyat ileri süremez. Girdi fiyatları değişince bütün firmalar yine en düşük maliyet üzerinden fiyat belirlemeye devam edeceklerinden tüketiciler en düşük maliyetle mal ve hizmet üreten firmaların malını tercih eder. Firmaların tüketicilerin refahını azamileştirecek şekildeki davranışlarının tekel oluşumu veya ölçek ekonomilerinin ortaya çıkması gibi nedenlerle bozulması halinde arzın yapay bir şekilde kısılmasını engelleyecek şekilde kamusal müdahale gerekli bir hale gelir. Başka bir ifadeyle devlet piyasaya ancak tam rekabet koşullarının sürdürülmesi için müdahale edebilir. Rekabetçi bir piyasa kişilerin uzmanlaşmalarına ve kendi emeklerini koordine etmelerine olanak tanır. Uzmanlaşma ve işbölümü ise verimliliği artırmanın temel yoludur. Smith e göre uzmanlaşma üç yolla verimliliği artırır (Nakamura, 2000:15-30): (1) Her işçinin beceri ve yeteneklerindeki artış; (2) işin bütününü bir kişinin yapması durumunda kaybedilen zamandan tasarruf ve (3) bir kişinin birden fazla işi yapmasına olanak tanıyan ve emeğin hızını ve becerisini artıran makinelerin icad edilmesi. Görünmez el kuramı ölçek ekonomileri ile icat ve yenilikleri dışsal ve sihirsel faktörler olarak görür ve bu tip faaliyetlerin rekabet üzerindeki etkilerini dikkate almaz. 2.2.Neo-Klasik İktisat Yaklaşımı Klasik İktisat anlayışı, rekabeti piyasayı meydana getiren ve kaynakların etkin kullanımını otomatik olarak sağlayan bir süreç olarak algılarken bu anlayışın devamı niteliğinde olan Neo-Klasik İktisat anlayışı rekabeti piyasa yapısı olarak ele alır. Piyasada oluşan statik bir denge durumunu ifade eden tam rekabet piyasası, yukarıda da değinildiği gibi, belirli koşulların varlığına dayanır: çok sayıda alıcı ve satıcının varlığı (atomisite), piyasalara giriş-çıkış serbestisi (şeffaflık), malların tek düze olması (homojenlik), herkesin bilgi sahibi olması (tam bilgilenme) ve alıcı-satıcı arasında tercihli alımlara neden olacak özel bazı faktörlerin (ör. nakliye maliyetlerinde farklılık) var olmaması. Rekabetin piyasa yapısı olarak ele alınması yalnızca fiyat rekabetinin ele alınmasına yol açmıştır. Bu nedenle ürün ve üretim süreçlerindeki teknolojik değişiklikler ve yenilikler rekabet sürecinden dışlanmış ve rekabet statik bir yapı olarak öngörülmüştür. Neo-Klasik anlayışa göre rekabeti belirleyen temel unsur piyasadaki firma sayısıdır. Eğer piyasada bir tek firma varsa rekabet söz konusu değildir ve tekel söz konusudur. Piyasadaki firma sayısı sınırlı sayıda ise aksak rekabet piyasasından bahsedilebilir. Herhangi bir firmanın, tek başına, piyasa üzerinde etkili olmaması koşuluyla piyasada çok sayıda firma varlığını sürdürebiliyor ise, ancak o zaman, tam rekabet mevcuttur. Tam rekabet dengesinde, tüm üreticiler, benzer üretim fonksiyonlarına sahip olduğu ve birim ürün başına toplam maliyetin asgari düzeyde kaldığı bir noktada üretimde bulunurlar ve uzun dönemde üretim, maliyetlerle fiyatın eşit olduğu durumda gerçekleşir. Bu nedenle, fıyat rekabeti yapma olasılığı son derece düşüktür. Öte yandan, tüketiciler tam bilgiye sahip olduğu için reklama dayalı rekabet etme olanağı da bulunmamaktadır. Keza, farklı alıcı ve satıcıların tercih edilmesine yol açacak özel avantajlar da bulunmadığından farklılaştırmaya dayalı rekabet de söz konusu olmayacak ve piyasa durağan ve etkin olmayan sözde bir rekabete sahne olacaktır. Bu yapısı nedeniyle pratikte var olmayan tam rekabet anlayışı yerine uygulamada gerçekleşme olanağı yüksek olan uygulanabilir rekabet anlayışı ortaya çıkmıştır (Erkan, 1987:137). Neo-klasik iktisadın bir uzantısı olarak ele alınabilecek olan Chicago İktisat Okulu, günümüzdeki anti-tröst hukuki görüşü büyük ölçüde etkileyen ve ölçek ekonomisinin topluma sağladığı verimlilik kazançları üzerinde önemle duran bir anlayışı yansıtır. Chicago İktisat Okulu, ölçek ekonomilerinin yararlı olduğu varsayımı nedeniyle herhangi bir firma ya da firmaların piyasa gücünün yüksek olmasını kötü bir şey olarak görmez. Kamu kesiminin piyasaya müdahalesi, piyasada serbestçe oluşan genel eğilimlerde sapmalar meydana getirmek yoluyla serbest rekabeti ve en etkin piyasa dengesini 10

11 ortadan kaldıran bir eylem olarak kabul edilir. Bu kabul nedeniyle Chicago Okulu antitröst politikaların uygulamaya konulmasını hoşgörmez Fonksiyonel Rekabet Yaklaşımı Fonksiyonel rekabet yaklaşımı, Neo-Klasik İktisat anlayışının fiyat teorisine dayalı tam rekabet anlayışı yerine tam rekabet koşullarından sapmaları ortaya koyan faktörleri dikkate alarak pratikte uygulanabilir bir rekabet anlayışı yolundaki çalışmalar sonucu geliştirilmiştir. Bu anlayış, tam rekabeti ideal çözüm olarak kabul ederek tam rekabete mümkün olduğunca yaklaşan ancak rekabeti bozmaya yönelik firma davranışlarının kamusal müdahalelerle önlendiği, normal rekabet baskısına maruz, makul sayıdaki alıcı ve satıcının bulunduğu ve firmaların fiyat ve fiyat dışı rekabete başvurmak suretiyle piyasada lider olabildikleri bir piyasa öngörür. Tam rekabetten sapmalara yol açan bütün piyasa aksaklıklarının ortadan kaldırılması yerine rekabeti artırma potansiyeline sahip bazı aksaklıklara katlanmak yoluyla ilgili piyasa koşullarında ulaşılabilecek en üst rekabet düzeyine ulaşmak temel amaçtır. Fonksiyonel rekabet anlayışı rekabeti dinamik bir süreç olarak ele alır. Bu rekabet sürecinde yenilik-icatlar ve farklılaşma yoluyla rakiplerine üstünlük sağlayan dinamik girişimcilerle onları takip etmeye çalışan rakipleri arasında sürekli bir rekabet söz konusu olur. Rekabeti dinamikleştiren teknik-ekonomik değişim ve yeniliklerin ortaya çıkabilmesi için aksak piyasa koşullarının var olması gereklidir. Rakiplerin yenilikçi girişimcileri takip etme yönünde uyarılabilmesi ve yenilik ve icatların tekrar tekrar üretilebilmesi açısından yenilik ve icatta bulunan girişimcilerin aşırı karlar elde etmelerine ve böylece yeni icatları destekleyecek fonlara geçici bir süre için sahip olmalarını sağlayacak monopol, oligopol gibi piyasa aksaklıklarına katlanılması zorunludur. Bu aşamada, girişimci bir yandan getirdiği yenilik ve değişikliklerle iktisadi büyüme ve gelişmeye kapı aralarken; öte yandan, piyasada sahip olduğu tekel gücü sayesinde diğer ekonomik birimlerin iktisadi özgürlüğünü engellemekte ve teknik-ekonomik gelişme ve ilerleme ile bireysel ekonomik özgürlük arasında bir çatışma oluşturmaktadır (Erkan, 1987:140). Endüstriyel organizasyon teorisi bu yaklaşımın geliştirilmesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu teoriye göre, rekabet ekonomik gelişmeye yol açtığı ölçüde pratikte uygulanabilir bir rekabettir ve etkindir. Bu nedenle fonksiyonel rekabet yaklaşımı, rekabetçi davranışı olumlu yönde etkileyen piyasa yapılarına ve rekabetçi sayılan davranış biçimlerine müdahale edilmemesi gerektiğini savunmaktadır K. Marx ın Rekabet Yaklaşımı Karl Marx, rekabet fikrini ve rekabet etme olgusunu, özgür insanların tüketim ve değiştokuş aşamalarında artı-değerlerinin sömürülmesine yol açtığı gerekçesiyle reddeder (Marx, 1973:649). Marx ın yaklaşımında rekabet iki farklı boyuta sahiptir: (1) Rekabet sermayeye dayalı üretim tarzının ortaya çıkma sürecinde önemli bir role sahip olan negatif bir güçtür. Bu süreç, köylüyü ve zanaatkarı üretim araçları mülkiyetinden yoksun bırakarak onları emeğinden başka satacak hiç bir şeyi olmaz hale getirir ve böylece sömürür. Bu anlamdaki rekabet, ulusal düzeyde loncalar ve yurtiçi tarifelerle; uluslararası alanda ise ambargolar ve diğer korumacı politikalarla engellenir (Marx, 1973:649); (2) Rekabet, emek üzerinde tam bir kontrole sahip olan sermayenin üretimin düzenlenmesinde belirleyici olduğu kapitalist üretim tarzının yeniden üretilmesi ve gelişmesine yol açan bir süreçtir (Marx, 2000: Bölüm 23-24). Marx a göre teknik ilerleme ortaya çıktığı tarihi bağlam içerisinde analiz edilmelidir. Zira, teknoloji, ekonomik sistem ile ulaşılan kalkınma aşamalarının bir sonucudur. Başka bir ifadeyle teknoloji, insanın doğayı ele alış biçimini, yaşamını sürdürmek için 11

12 başvurduğu üretim sürecini açıklayarak, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimini... değiştirir (Marx, 2000: Bölüm 15, Dipnot 4). Teknik ilerleme üretim tarzının farklı gelişme aşamaları ile alakalıdır. Bu çerçevede rekabete yüklenen olumsuz anlam kapitalizmin ortaya çıkış aşamaları (kapitalist öncesi toplum- imalat-modern sanayi) ile bağlantılıdır. Teknik değişim, kapitalist üretim tarzının özgürce gelişmesi önündeki tüm engelleri ortadan kaldıran rekabetin bir sonucudur. Tam olarak gelişen bir kapitalist toplum mevcut değilse, teknik ilerleme ve değişim, artan işbölümüne dayanan yeni bir üretim tarzı ortaya çıkarır. Bu üretim metodu, işçilerle üretim tarzı arasındaki bağlantıyı tahrip ederek emeğin yalnızlaşmasına dayalı kapitalist üretim biçiminin tam olarak geliştiği aşamaya yol açar. Bu nedenle, Marx ın rekabete olumsuz bir anlam yüklemesi teknik ilerleme ve değişimin sermayenin emeğin gücüne karşı yaptığı mücadeleyi destekleme potansiyelinden kaynaklanır. Bu destek sonucunda, emek herhangi bir mal haline geldiği için sermaye emek üzerinde nihai kontrol ve denetimi başarıyla sağlar. Teknik ilerleme, kapitalistler arasındaki mücadelede güçlü bir araçtır. Yeni makinelerin devreye girmesi üretim maliyetlerini azaltarak bir süre için ilave karlar sağlar (Marx, 2000: Bölüm 15). Tam olarak gelişmiş kapitalist toplum analizi üretilen iktisadi artığın çatışma içinde olan farklı sosyal sınıflar ve farklı sermayedarlar arasında dağılımına odaklanır. Bu anlamda yalnızca farklı sosyal sınıflar arasında değil; büyümek ve daha fazla kar elde etmek için kendisini farklılaştırmaya çalışan sermayedarlar arasında da bir çatışma söz konusudur. Bu çatışmalar, ekonominin yapısında sürekli olarak değişikliklere yol açar. Kapitalist bir toplumda rekabet sermayedarlar arasında son derece ciddi bir mücadeledir ve teknik değişim ve ilerleme bu mücadelenin en önemli aracıdır. Yenilik ve değişime açık olma herhangi bir firmayı en iyi konuma getiren farklılığı sağlayan etmendir 1. Özetle, kapitalistler arasındaki rekabet ile farklı sosyal sınıflar arasındaki çatışma insanın sömürülmesi ve özgürlüğünün ortadan kaldırılması anlamına gelen bir süreç ve üretim tarzına (kapitalist üretim tarzı) yol açtığı için Marx rekabet kavramına olumsuz yönde bir anlam yükler Avusturya İktisat Okulu nun Rekabet Yaklaşımı Son yıllarda artan bir ilgiyle karşılaşan Avusturya İktisat Okulu C. Menger, L. Von Mises, J. Schumpeter, F. Hayek gibi Avusturya lı kurucularının adıyla anılmaktadır. Yüzyılı aşkın bir süre içinde gelişen bir akım olduğundan çok farklı görüşleri bünyesinde barındırmaktadır. Bununla birlikte bu ekole mensup yazarlar arasında ortak bazı yönler bulunabilir: (1) Toplumsal olaylar ancak toplumu oluşturan ve rasyonel oldukları varsayılan bireylerin davranışları ve onları harekete geçiren faktörler çerçevesinde anlaşılabilir. Bireylerin kar elde etme motifi piyasayı yönlendiren en önemli amildir. (2) Gerçek hayatta bilgi ve enformasyon tam değildir. Piyasada faaliyet gösteren tüm oyuncular tam ve eşit bir bilgiye sahip değillerse başkalarınca ihmal edilen karlı fırsatları değerlendirebilme bilgi ve yeteneğine sahip olan girişimciler son derece önemli bir role sahiptir. (3) Asıl rekabet ürün farklılaşmasına dayalı olarak yapılan rekabettir. Yenilik ve icatlar yoluyla ürünlerini farklılaştırabilen firmalar rekabet güçlerini artırabilirler. Yenilik ve icatlar ürün farklılaşmasını sağladığı sürece piyasa gücü yüksek olan tekelci yapılanmaların varlığı tehdit oluşturmaz zira yenilik ve icatlara sahip girişimcilerin varlığı mevcut üreticilerin ve tekellerin varlığını sürekli olarak tehdit altında tutar. Öte yandan, yenilik ve icatların finansmanını sağlamak suretiyle teknik yenilikleri hızlandıran büyük firmalar yararlıdır. (4) Kolektif faaliyetlere ve devletin her şeyi özel kesimden daha iyi bildiği fikrine karşı derin bir güvensizlik söz konusudur. Bu güvensizlik diğer nedenlerle birleşince kamu kesiminin piyasaya müdahalesi arzu edilmez. Neo-Klasik Rekabet Teorisi, denge analizine dayalı model yaklaşımlarını reddeden ve Klasik İktisat anlayışını modern rekabet teorisine uygulayan bir yaklaşımdır ve büyük 12

13 ölçüde Hayek in rekabet ve özgürlük arasındaki ilişkileri analizine dayanır (Erkan, 1987:150 ve Nishiyama ve Leube, 1984:254-65). Bu yaklaşıma göre rekabet, kişileri ekonomik özgürlüğe ulaştıran ve iktisadi tercihlerini gerçekleştirmeye olanak tanıyan dinamik bir süreçtir. Rekabetin ortaya çıkabilmesi için ekonomik birimlerin davranış ve kararlarında özgür olmalarının yanı sıra bu özgürlüklerini kullanma irade ve isteğine de sahip olmaları gereklidir. Rekabet özgürlüğü var ise, girişimcilerin yeteneklerine bağlı olmak koşuluyla, daima iyi ekonomik sonuçlar elde edildiği varsayımı altında, pratik rekabet anlayışının teknik-ekonomik gelişme ile rekabet özgürlüğü arasında var olduğunu öne sürdüğü çelişkinin ortaya çıkmayacağı kabul edilir. Başka bir ifadeyle rekabetteki özgürlük ne kadar artarsa o ölçüde iyi ekonomik performansa ulaşılır. Ancak, özgürlük alanı başkalarının aleyhine genişletilemez. Bu nedenle, doğal tekel piyasaları gibi rekabeti engelleyen doğal sınırların kamu müdahaleleriyle ortadan kaldırılması ve rekabeti engelleyen her türlü davranışın ise rekabet hukuku yoluyla önlenmesi amaçlanır. Öte yandan, Schumpeter e göre, kapitalist piyasa sistemi için önemli olan şey, yeni ürün ve süreç yaratarak değişim meydana getiren kişilerin geçici bir süre için tekel karı elde etmelerini sağlamak suretiyle ödüllendirilebilmesidir (Nakamura, 2000:19). Rekabetin şiddetli olması bu tip ödüllerin yenilik ve icatta bulunanlar yerine tüketicilere yönelmesini sağlar ve bu durum kişi ve firmaların, kapitalist ekonomik yapının yeniden üretilmesini ve sürdürülebilmesini sağlayan yenilik ve icatlarda bulunma konusunda isteksiz davranmalarına yol açar. Geçici olarak girişimcilerin faydalanmasına tahsis edilen bu tip tekel karları girişimcilerin; (1) yaratıcı faaliyetlere fon aktarmalarına, (2) yeni ürünlerin piyasaya girmesi nedeniyle gösterilecek tepkilerin daha kolay bir şekilde üstesinden gelebilmelerine ve (3) yeni ürünlerin çok sayıda müşteriye hızla ulaşabilmesi için yeni ve daha büyük satış ağları oluşturmalarına olanak sağlar. Tekel karlarının geçici bir süre için elde edilmesine olanak sağlanması eski mal ve hizmetlerin ve yaşam tarzının yenisiyle yer değiştirmesine yol açan yaratıcı tahribat a neden olur. Schumpeter e göre yeni ürün ve süreçler tüketiciler için son derece değerlidir ve bu nedenle devlet fikri mülkiyet haklarını ve yaratıcı faaliyetler sonucu ortaya çıkan diğer yararları koruma altına alarak girişimcileri teşvik etmelidir. A. Smith in aksine, Schumpeter, devletin geçici nitelikteki tekelleri engellemesinin büyümeye sekte vuracağını ve tüketicileri olumsuz yönde etkileyeceğini varsayar (Nakamura, 2000:20). Birden fazla rekabet etme yolu vardır. Firmalar fiyat temelinde rekabet edebilecekleri gibi kaliteyi esas alarak da rekabet edebilirler. Schumpeter e göre rekabet kalite rekabetidir ve firmalar daha iyi, daha yeni ve daha kaliteli mal ve hizmet üreterek rakiplerine üstünlük sağlarlar. Schumpeter, yeni ve daha kaliteli ürünlerin, yeni teknoloji ve üretim süreçlerinin eskilerini daima ortadan kaldırdığı/kaldırabildiği dinamik bir rekabet ortamını varsayar (Schumpeter, 1942:84-85). Uzun vadede rekabetçi üstünlüğe ve bu üstünlüğünü sürdürme potansiyeline sahip olan firmalar diğerlerine kıyasla yaratıcılık, yenilik ve icatta bulunma yeteneği daha fazla olan firmalardır. Yenilik ve icatta başarılı olan firmalar icatların gerçekleşmesi ile yeni ürünlerinin taklit edilmesi arasında geçen süre ile fikri mülkiyet haklarının korunması mevzuatının kendilerine tanıdığı süre kadar diğer firmaların rekabetinden korunacaklar ve böylece geçici bir tekel pozisyonu elde edeceklerdir. Bu pozisyon ilgili firmanın yeni bir icat ya da yenilikte bulunması için gereken maliyetleri karşılayacak karlılığa ulaşmasına yol açacaktır. Firma tekelci pozisyonunu sürekli icat ve yenilikte bulunarak sürdürebilir ya da diğer firmalar yenilikicat sürecinde daha başarılı olarak tekelci pozisyona sahip firmanın bu pozisyonunu sona erdirebilir. Özetle, Schumpeterci anlayış, rekabetçi sürecin sürekli yenilik ve icatlar yapmak ve bu yenilik-icatların sayesinde meydana gelen geçici tekelleri tahrip etmekten ibaret bir süreç olduğunu ileri sürer. Ancak bu tahribat daha üstün, kaliteli ve yeni ürün ile üretim süreçlerini ortaya çıkardığı için yaratıcı bir tahribattır. 13

14 14

15 3. PİYASALAR, REKABET VE ETKİNLİK 3.1.Genel Olarak Piyasalar ve Rekabet Bilindiği gibi tam rekabet piyasaları, çok sayıda alıcı ve satıcının söz konusu olduğu, piyasaya giriş çıkış serbestisi sağlanmış, homojen malların bulunduğu ve bütün piyasa ilişkilerinin açıkta cereyan ettiği bir piyasa modelidir. Tam rekabet piyasasında fiyat mekanizması yoluyla kaynakların optimal dağılımı için öngörülen şartlar şunlardır (Aktan, 2001): Piyasaya giriş ve çıkış serbest olmalıdır. Buna "serbestlik" özelliği denilmektedir. Piyasada alıcı ve satıcılar kendi aralarında fiyatları ve üretim miktarını etkileyemeyecek kadar çok sayıda olmalıdır. Buna "atomisite" özelliği denilmektedir. Piyasaya arz edilen mal ve hizmet türleri homojen, yani birbirine benzer olmalıdır. Böylece, piyasada bir firmanın mallarının diğerlerine tercih edilmesi imkanı ortadan kalkmaktadır. Buna "homojenite" özelliği denilmektedir. Üretim faktörlerinin ekonominin bütün alanlarına kolayca akışı mümkün olmalıdır. Bu şart ise "akıcılık","mobilite" ve "seyyalite" gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Alıcı ve satıcıların piyasada olan bitenlerden haberdar olmaları gereklidir. Böylece bir seçim özgürlüğü sağlanmış olacaktır. Bu özelliğe ise "saydamlık" veya "şeffaflık" denilmektedir. Üreticilerde "kar maksimizasyonu", tüketicilerde ise "fayda maksimizasyonu" düşüncesi ve gayreti bulunmalıdır. Yukarıdaki şartların hep birlikte sağlanması halinde "tam rekabet" söz konusudur. Ancak gerçek hayatta bu şartların hemen hiçbirinin tam olarak sağlanamayacağı, bu nedenle de bu koşulların "soyut bir varsayım" dan öteye gidemeyeceği bilinmektedir. Tam rekabet piyasalarını ulaşılması olanaksız bir ütopya haline getiren nedenleri kısaca şu şekilde özetleyebiliriz. İlk olarak, günümüzde piyasalarda haberleşme ve bilgi elde etme olanaklarının farklılığı nedeniyle tam rekabet piyasasının "şeffaf olma özelliği gerçekleştirilememektedir. İkinci olarak aynı ihtiyacı karşılamaya yönelik mal ve hizmet türleri arasında piyasada çoğunlukla bir benzerlik söz konusu değildir. Bu durum bazı firmaları, diğerlerine oranla üstün kılmakta ve tam rekabetten sapmalar yani aksak rekabet söz konusu olmaktadır. Üçüncü olarak, günümüz piyasalarında mal ve hizmetlerin üretim ve tüketiminde "tercih özgürlüğü" hemen hemen hiç yoktur. Bireyler açısından tercih özgürlüğü, bireylerin piyasada üretilmesini istedikleri mal ve hizmetlerin nelerden ibaret olacağına karar vermeleri ile ilgilidir. Ancak gerçek hayatta başta reklamlar olmak üzere birçok faktör bireysel tercihlerin sapmasına neden olmaktadır. Firmalar açısından tercih özgürlüğünün anlamı ise şudur; firmalar üretim faktörlerinin kullanımında özgür olabilmelidirler. Diğer bir deyişle, firmalar emeğin, sermayenin ya da diğer üretim faktörlerinin hangi mal ve hizmet üretiminde ve ne bileşimde kullanılacağına özgürce karar verebilmelidirler. Ancak günümüzde bu tercih özgürlüğü de devletin uyguladığı çeşitli politikalarla önemli ölçüde sınırlanmaktadır. Ayrıca tam rekabet piyasalarının "atomisite" özelliği de günümüz piyasalarında işleyememektedir. Özellikle mal piyasalarında aksak rekabetin söz konusu olması nedeniyle satıcılar kendi aralarında centilmenlik anlaşmaları yaparak, kartel, tröst, holding vb. kurumlar oluşturmakta ve böylece fiyatları istedikleri şekilde belirleyebilmektedirler. 15

16 Tam rekabet piyasasının gerçekleşebilmesi için öngörülen atomisite, homojenlik, mobilite ve açıklık koşullarını yerine getiren mal ve hizmet piyasaları söz konusu olmadığı için gerçek yaşamda tam rekabet piyasalarına rastlanmaz. Sözü edilen bu koşulların yerine gelmemesi neticesinde oluşan piyasalara aksak rekabet piyasası denir. Aksak rekabet piyasası, tam rekabet piyasası koşullarından sapmanın niteliğine göre farklı türlere ayrılabilir (Dinler, 2000: ; Begg, Fischer ve Dornbusch, 1997: ve Sloman, 1998: ). Piyasaya giriş-çıkışın kısıtlanmış olması halinde, bir tek satıcı piyasaya hakimse, monopol; bir tek alıcı tüm piyasaya hakimse monopson söz konusudur. Piyasaya egemen satıcı durumdaki firmalar birden çok, ancak birbirlerini etkileyebilecek sayıda ise oligopol piyasasından söz edilirken aynı koşullarda az sayıda alıcı piyasaya hakimse oligopson piyasasından bahsedilir. Öte yandan, reklam ve benzeri etkiye sahip yollarla malını homojenlikten çıkararak (farklılaştırarak) belirli bir alıcı kitlesini kendisine bağlayan satıcılardan oluşan piyasaya monopollü rekabet piyasası; alıcıların kendilerini diğer alıcılardan farklılaştırmak suretiyle mallarını sadece kendilerine satacak satıcı gurubunu oluşturmaları halinde monopsonlu rekabet piyasası; bir mal için bir tek alıcı (monopson) ile bir tek satıcı (monopol) bir araya geliyorlarsa iki yanlı monopol ve nihayet, tek bir firmanın piyasaya hakim durumda iken geniş bir üretici kesiminden tek alıcı olarak aldığı malı, geniş bir tüketici kitlesine tek satıcı olarak satması halinde çift monopol piyasası söz konusudur. Bir firma çeşitli nedenlerle piyasadaki arzın tümünü kontrol edebilir (Dinler, 2000,189:190): Bir endüstride aynı malı üreten firmalar, aralarındaki rekabeti ortadan kaldırmak amacıyla uzlaşmaya varabilirler (karteller, tröstler, v.b.); ölçek ekonomilerinden yararlanmak suretiyle birim maliyetleri düşürüp piyasa gereksiniminin büyük bir kısmını üreterek yeni firmaların piyasaya girmelerini aşırı rekabetle engelleyebilir; bir hammaddenin tüm üretim ve satışını elinde bulundurabilir ya da mali (içki tekeli), sosyal (posta hizmetleri, v.b.) hukuki (patent) amaçla, yasalar ikamesi güç bir malın tek üretici ve satıcısı olma hakkını tek bir firmaya verebilir. Şekil 1. Rekabet Piyasası Türleri (I) Tek Firma Birkaç Firma Birçok Firma Monopol (Tek satıcı, birçok alıcı) Monopson (Tek alıcı, birçok satıcı) İki Yanlı Monopol (Tek satıcı, tek alıcı) Çift Monopol (Tek firma alışta monopson satışta monopol) Oligopol (Birçok satıcı, birçok alıcı) Düopol (İki satıcı) Triopol (Üç satıcı) Oligopson (Birkaç alıcı, birçok satıcı) Düopson (İki alıcı) Triopson (Üç alıcı) Farklılaştırılmış Ürünler Monopolcü Rekabet (Birçok satıcı, birçok alıcı) Monopsonlu Rekabet (Birçok alıcı, birçok satıcı) TAM REKABET (Benzer-Homojen Ürünler) Monopollü rekabet piyasasında, alış-verişe konu olan malların üretimi çok büyük sermaye gerektirmediğinden piyasaya giriş ve çıkışlar büyük ölçüde serbesttir ve bu nedenle satıcı sayısı çoktur. Mallar marka, reklam ve diğer özelliklerinden dolayı büyük ölçüde farklılaştırılmış olsa da aynı gereksinmeye cevap verebilen yakın ikame mallardır. Üretim miktarı, fiyat ya da reklam konusundaki kararları ile birbirlerini etkileyebilen az sayıdaki satıcının sonsuz sayıda alıcı ile karşı karşıya geldiği piyasa olan oligopol piyasasında her firma satış politikası ile ilgili tüm kararlarında rakiplerinin tepkilerini dikkate almak zorundadır. Firmalardan birinin rekabeti artırıcı bir eyleme geçmesi, mesela satış fiyatını düşürmesi durumunda rakipleri de satış fiyatlarını düşürebileceği gibi 16

17 reklam, taksitle satış ya da promosyon kampanyası açabilirler veya mal farklılaştırmasına gidebilirler. Günlük yaşamda en yaygın piyasa türü olan oligopol piyasası rekabeti önemli ölçüde aksattığı için rekabet politikası uygulamaları ile engellenmeye çalışılmaktadır. Şekil 2.Rekabet Piyasası Türleri (II) Firmanın faaliyet gösterdiği piyasanın yapısı firmanın davranışlarını belirler. Bu davranış biçimi ise firmanın fiyat, kar ve verimlilik konusundaki performansını etkiler. Firma davranışlarından yola çıkılarak iki farklı rekabet piyasasından daha bahsedilebilir (Sloman, 1998: ): Fonksiyonel rekabet (workable competition) piyasası ve yarışmacı rekabet (contestable competition) piyasası. Fonksiyonel rekabet piyasası, rekabeti bozmaya yönelik firma davranışlarının (kartel, tröst, tekel v.b.) rekabet hukuku ve politikaları yoluyla engellemek suretiyle firmalara kendi emek ve gayretleriyle ürettikleri mal ve hizmetlerin kalitesini artırarak lider konumuna yükselmesine olanak sağlarken normal rekabet baskısına maruz, makul sayıdaki alıcı ve satıcının bulunduğu, rekabetin pratikte arzu edilebilir bir düzeyde bulunduğu piyasadır. Yarışmacı rekabet piyasası ise, gerçek bir rekabet tehdidinin ya da baskısının söz konusu olduğu (giriş ve çıkış özgürlüğünün söz konusu olduğu) piyasalardır. Rekabet korkusu firmaların davranışını tam rekabet piyasasındaki davranış tarzına yakınlaştıran bir olgudur. Piyasaya giriş ve çıkış maliyetleri sıfıra yakın ise tam yarışmacı rekabet piyasası ortaya çıkar. Yeni firmaların düşük maliyetlerle piyasaya girebilmeleri durumunda piyasada mevcut firmalar normal kar elde edecek şekilde fiyatlarını aşağı indirmek veya ölçek ekonomileri veya yeni teknoloji ve yeniliklerin avantajından yararlanarak verimliliklerini mümkün olan en üst düzeye çıkarmak zorunda kalırlar. Piyasalar, ölçeğe göre getiri, kapsam ekonomileri ve ürün farklılaşması dikkate alınarak da sınıflandırılabilir (Şekil 2.). Buna göre, malların görece homojen bir nitelik taşıdığı, piyasada çok sayıda küçük firmanın olduğu koşullarda ölçeğe göre artan bir getiri söz konusu değilse tam rekabet piyasasına benzer bir piyasa oluşur. Ölçeğe ya da kapsama göre artan getirinin ve homojen malların olduğu bir piyasada büyük firmalar baskın ise miktar rekabetinin de söz konusu olduğu oligopol bir yapı vardır. Piyasadaki malların yatay temelde farklılaşması ve piyasada çok sayıda küçük firmanın bulunması halinde monopollü rekabet, dikey temelde farklılaşma ve büyük firmaların baskın olması durumunda ise doğal oligopoller söz konusu olur. Her halükarda piyasa aksaklıkları firmaları mümkün mertebe fiyatlarını değiştirmeksizin başka yollarla rekabet etmeye iter Rekabet ve Etkinlik Rekabet, tüketicilerin herhangi bir mal ve hizmet için ödediği fiyatların ilgili mal ve hizmetin üretilmesinde söz konusu olan marjinal maliyete eşdeğer olmasını sağlayarak ekonominin bütünü itibarıyla kaynakların etkin bir şekilde tahsis edilmesine yol açar (kaynak tahsisinde etkinlik). Öte yandan, rekabet firmaların en elverişli teknolojileri ve organizasyon türlerini benimsemek suretiyle maliyetlerini asgari düzeye indirmeleri 17

18 yönünde bir teşvik meydana getirir (X-etkinliği) (Industry Canada, 1995:7). Liberal ekonomik felsefeye göre rekabetin, hem ulusal ekonomilerde hem de uluslararası ticaret yardımıyla bir bütün olarak dünya ekonomisinde, iktisadi kaynakların etkin bir şekilde tahsisine yol açarak toplumsal refahı artıracağı kabul edilir. Serbest piyasalarda optimum kaynak tahsisinin sonucunda toplumsal refahın artması ekonomik etkinliği ifade eder. Ekonomik etkinliğin sağlanması için iki farklı koşulun sağlanması gereklidir (Çakal, 1996:1-2): Piyasada oluşan fiyatlar iktisadi kaynakları etkin olarak tahsis etmeli ve üretimde etkinlik sağlanmalıdır. Etkinlik, kaynakların herhangi bir zaman dilimi içerisindeki dağılımı açısından statik etkinlik ve kaynakların zaman dilimleri arasındaki dağılımı açısından dinamik etkinlik olarak ikiye ayrılabilir. Öte yandan, etkinlik aynı zamanda kurumsal ve tercihlerle alakalı bir konudur ve bu ayrımlar dikkate alındığında x- etkinliği ve vekalet sorunlarının dikkate alınmasını gerektirir Rekabet, kaynakların, israf edilmeksizin, en verimli bir biçimde ve Statik Etkinlik teknikte üretime tahsis edilmesini (üretimde etkinlik), tüketicilerin ihtiyacı olan mal ve hizmetlerin, o mal ve hizmete atfettikleri iktisadi değere uygun dağılımının gerçekleştirilmesini (kaynak dağılımında etkinlik) ve sınırsız ihtiyaç ve farklı zevkleri karşılamak için teknoloji, ürün ve üretim süreçlerinde sürekli iyileştirmelerde bulunmayı (dinamik etkinlik) sağlar. Mevcut kaynakların belirli bir teknoloji ve zaman dilimi içinde mümkün olan en yüksek üretimi sağlayacak şekilde kullanılması üretimde etkinliğe yol açarken mevcut gelirlerin belirli bir tercih yapısına göre ve en fazla tatmini sağlayacak biçimde belirli mal ve hizmetlere ayrılması tüketimde etkinliğin ortaya çıkmasına yol açar. Statik etkinlik kavramı içine çok sayıda etkinlik tanımı girmektedir: Mevcut üretim faktörleri (girdi) ile mümkün olan en yüksek katma değerin (çıktı) yaratılıp yaratılmadığı teknik etkinliği; üretim kaynaklarının ne ölçüde israf edilmeden kullanıldığı kaynak kullanımında etkinliği; üretim faktörlerinin hizmet sunum alanlarına ne ölçüde adil dağıtıldığı kaynak dağıtımında etkinliği (allocative efficiency); organizasyonda toplam maliyetlerin ne ölçüde minimize edildiği maliyet etkinliğini; bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanımı dolayısıyla maliyetlerin ne ölçüde azaltılıp üretimin ne kadar artırılabildiği teknolojik etkinliği ve ölçekteki büyümenin birim başına ortalama maliyetleri ne ölçüde etkilediği ölçek etkinliğini ifade eder. Statik etkinliğin kendi içinde birkaç boyutu vardır (Atiyas, 31-32). Rekabetin eksik olması kaynak dağılımının etkinlikten uzakta gerçekleşmesine neden olur. Marjinal maliyet sabitken rekabetçi bir piyasada satış fiyatı marjinal maliyete eşit olur. Tekelci fiyatlamanın varlığı halinde ise tekelci firma üretimi kısıp, ürünü daha yüksek bir fiyattan satarak karını artırmak isteyeceğinden marjinal maliyet düzeyinde bir fiyatı ödemeye razı olan ancak tekelci fiyatı ödemeye razı olmayan tüketiciler ürünü satın almazlar ve piyasadan dışlanırlar. Bu durumda tüketicinin tekelci fiyatlama nedeniyle kaybettiği tüketici atığı kar olarak tekelci firmaya da aktarılmadığı için toplumsal refahın azalmasına yol açan bir unsur olur. Rekabetten beklenen en önemli yarar toplumsal refahın azamileştirilmesi olduğu için ortaya çıkan durum Pareto etkin olmayan bir durumdur. Statik etkinliğin ikinci boyutu üretim ya da maliyet etkinliğidir. Üretim ya da maliyet etkinliğinden kastedilen, yukarıda da değinildiği gibi, belirli miktardaki üretimin ne kadar maliyetle üretildiği ya da belirli miktardaki bir ürünün, mevcut teknoloji veri iken, mümkün olan en az maliyetle üretilip üretilemediğidir. Maliyet etkinliğini azaltan sorunların başında vekalet (agency) ve bununla bağlantılı olarak x- etkinsizliği gelir. Her iki sorun da herhangi bir organizasyonun ne ölçüde etkin olduğunun belirlenmesinde önemli bir kriterdir. Kaynakların bugün ile gelecek arasındaki dağılımının etkin olup Dinamik Etkinlik olmadığı, sahip olunan rekabet gücü ve yaşam kalitesinin gelecekte de sürdürülüp sürdürülemeyeceği dinamik etkinlik kavramı ile açıklanabilir. Bu nedenle dinamik etkinlik, firmaların yeterince ar-ge faaliyetlerinde 18

19 bulunup bulunmadığı, yenilik ve icatlarda bulunma kapasitesinin olup olmadığı, içinde bulunulan ekonomik ortamın yenilik ve icatları ne ölçüde özendirdiği, firmaların rakiplerine kıyasla fiyat dışı rekabet belirleyicilerinde (farklılaşma, yenilik ve icatlar, kapsam ekonomileri, müşteri memnuniyeti) ne kadar üstün olduğu gibi konular üzerinde odaklanır. Yenilik ve icatların hızlı ve karlı bir şekilde ticarileştirilmesi uzun vadede etkinliği artıracak en önemli faktörlerden biridir. Firmalar uluslararası rekabet güçlerini yenilik ve icatta bulunarak ve kaliteyi artırarak geliştirebilirler. Yenilik ve icatlar, hem teknoloji ve metotları hem de yeni ürünleri, yeni üretim metotlarını, yeni pazarlama yollarını ve yeni müşteri gruplarını içerir. Rekabetçi yenilik ve icatları teşvik etmede ev sahibi ülkenin rolü bir endüstrinin rekabetçi avantaj elde etmesinde son derece önemlidir (Porter, 1998). Firmalar, rekabetçi olmaya devam etmek istiyorlarsa sürekli olarak yenilikler yapmak zorundadırlar. Mevcut ürünleri daha gelişmişleri ile ya da yenileri ile değiştirmek ve üretim süreçlerinde reorganizasyona gitmek rekabetçi bir çevrede ayakta kalabilmek için önemli birer araçtır. Bu nedenle yenilikler rekabet gücünün temelini oluşturur. Yenilikler büyük ölçüde rekabetin gerekli kıldığı karmaşık bir süreçtir. Yenilikler yalnızca şirket laboratuvarlarında yapılan araştırma ve geliştirmenin değil; bunun yanı sıra tüketiciler tedarikçiler, bayiler, üniversiteler, sanayi kuruluşları, devlet kurumları ve hatta çeşitli şirket anlaşmaları yoluyla potansiyel rakiplerle karşılıklı ilişkilere dayanan bir mekanizmadır. Firma rekabet ederken kendisini teknolojik değişikliklere katkıda bulunan bir ilişkiler ağında bulur. Bu süreç kendisini tekrarlayan ve azar azar artarak çoğalan bir süreçtir (Maarten, 1993). 3.3.Organizasyonel Performans ve Rekabet Organizasyonel performansı belirleyen başlıca üç temel faktör bulunmaktadır: Mülkiyet yapısı, yönetim yapısı ve piyasa yapısı. Şimdi bu üç temel faktör ile organizasyonel performans arasındaki ilişkiyi iki ayrı matris yardımıyla incelemeye çalışalım (Aktan ve Özkıvrak, 1999:20-28). Şekil 3 ün sol tarafında bir organizasyonda mülkiyet yapısı ile yönetim yapısı bir arada analiz edilmiştir. Burada en yüksek etkinlik özel mülkiyet sahibinin yönetici konumunda olduğu 1 numaralı alan ile mülkiyet sahibinin yönetici konumunda olmadığı, fakat sahip olduğu işletmeyi bir vekil aracılığıyla yönettiği 2 numaralı alandır. Etkinliğin en düşük olduğu alan ise 4 numaralı alandır. 3 numaralı alanda ise kamu mülkiyeti sözkonusudur. Ancak bu alanda gerçek anlamda bir sahip sözkonusu olmadığından etkinlik ile ilgili bir değerlendirme yapılamamıştır. Öte yandan Şekil ün sağ tarafında ise organizasyonel performans (etkinlik) ile mülkiyet ve piyasa yapısı birlikte ele alınmıştır. Matristen de anlaşıldığı üzere piyasada rekabetin mevcut olduğu bir özel mülkiyet düzeninde (1 numaralı alanda) etkinlik en yüksek durumdadır. Organizasyonel etkinliğin en düşük olduğu iki alan bulunmaktadır. Gerek özel mülkiyet, gerek kamu mülkiyeti olsun, piyasa yapısının tekel konumunda olduğu durumda etkinlik düşük seviyededir. Tekelci piyasalarda üretici maliyetlerini minimize etme baskısı altında bulunmamaktadır. Sonuç itibariyle 2 ve 4 numaralı alanlarda etkinlik (maliyet etkinliği, kaynak kullanımında etkinlik, hizmet etkinliği vs.) yüksek düzeyde değildir. Soru İşareti bulunan alanda ise durum diğer alanlardan farklıdır. Matrise göre bu alanda kamu mülkiyeti ve rekabet söz konusudur. Gerçek yaşamda kamu kurum ve teşebbüsleri arasında rekabet son derece yetersizdir. Bir başka ifadeyle, kamu kurumları ve kamu teşebbüsleri birbirleriyle rekabet etmekten genellikle uzaktırlar. Bir örnek vermek gerekirse yüksek öğretim kurumları sayıca çok olsa da bunlar arasında rekabeti yaratmak gerçek yaşamda kolay olmamaktadır. Şekil 3. Organizasyonel Performans: Mülkiyet Şekli, Mülkiyetin Yönetimi, ve Piyasa Yapısı 19

20 Kaynak: Aktan & Özkıvrak, 1999:20 den yararlanılarak yeniden düzenlenmiştir. Yukarıdaki şekiller esas alınarak şu önermelerde bulunulabilir: Piyasa ekonomisi ve kamu ekonomisinde etkinlik yönünden göreli olarak üstünlüğü belirleyen faktör sahiplik (mülkiyet) ve rekabet kavramlarında gizlidir. Hiç şüphesiz, rekabetçi kamu ekonomisinde etkinlik, tekelci kamu ekonomisine göre daha yüksektir. Ancak, daha önce de belirtildiği üzere kamu ekonomisinde kamu kurum ve kamu teşebbüsleri arasında rekabeti gerçekleştirmek gerçek yaşamda son derece güç olmaktadır. Rekabetçi piyasa ekonomisinde etkinlik, tekelci piyasa ekonomisine göre daha yüksek düzeydedir. Matris üzerinde yer alan tüm alanlar içerisinde etkinliğin en yüksek olduğu alan rekabetçi piyasa ekonomisi dir. Matris üzerinde yer alan tüm alanlar içerisinde etkinliğin en düşük olduğu alan ise tekelci piyasa ekonomisi ve tekelci kamu ekonomisi dir. Organizasyonlar piyasa ekonomisinde etkin olmanın temel gereklerinden olan kar maksimizasyonu ilkesinden vekalet sorunu nedeniyle sapabilirler. Rekabetteki sınırlamalar, eksik rekabet koşullarının söz konusu olması veya kamu işletmeciliğinde olduğu gibi rekabetin tesis edilmesinin işin doğası gereği zor olması gibi durumlar atalet meydana getirebilir; rekabet baskısı hissetmeyen firma sahip veya yöneticilerinin rakiplerine üstünlük sağlamalarına yol açacak şekilde maliyetleri düşürmek, kaliteyi artırmak veya yenilik ve icatlarda bulunmak gibi uygulamalara başvurmaktan kaçınmaları söz konusu olabilir. X-Etkinliği olarak adlandırılan bu durum profesyonel yöneticiliğin geliştiği organizasyonlarda firma sahibi ile yöneticiler arasındaki ilişkide kendisini gösterebilir. Firma sahipleri ile yöneticilerin hedefinin aynı olmaması (kar maksimizasyonuna karşılık nüfuz, prestij veya atalet), firma sahiplerinin yöneticileri tam olarak denetleyememeleri veya yöneticilerin firmanın faaliyetleri konusunda firma sahiplerine kıyasla daha çok ve ayrıntılı bilgiye sahip olmaları yöneticilerin üstün performans için yarış içine girmemelerine ve ataleti tercih ederek etkinsizliği artırmalarına yol açabilir. X-etkinsizliği, aşırı kapasitenin sürdürülmeye çalışılması, lüks idari giderlerde bulunulması, rant kollamaya yönelik lobicilik faaliyetleri sonucunda kaynak tüketen harcamaların ortaya çıkmasına neden olur. Rekabet firma düzeyinde meydana gelen x-etkinsizlikleri önemli düzeyde azaltarak toplumsal refahın artmasına yol açar. 20

21 4. REKABETİN ENGELLENMESİ Piyasalarda rekabetin oluşmasını engelleyen ve bu yönde tehdit ve tehlike oluşturan pek çok etken bulunmaktadır. Devletin müdahale etmediği bir ekonomide aksak rekabet piyasalarının oluşması her zaman yüksek ihtimal dahilindedir. Rekabeti engelleyecek tehdit ve tehlikeler her şeyden önce kendi haline bırakılmış piyasalarda ortaya çıkar. Bunun yanı sıra devlet de çeşitli müdahaleci araçları kullanarak piyasada mevcut rekabeti daha da bozucu sonuçlar yaratabilir. Rekabete yönelik devletten kaynaklanan en büyük tehlike korumacılıktır. Devlet, negatif ya da pozitif koruma politikaları uygulayarak rekabetin önünde engeller oluşturur, haksız rekabet yaratır ve dahası çıkar gruplarının rant kollama faaliyetlerinin artmasına neden olur. Bu bölümde genel olarak devletten ve piyasadan kaynaklanan ve rekabeti engelleyici sonuçlar doğuran tüm uygulamalar ve politikalar incelenmektedir Devletten Kaynaklanan Tehdit: Korumacılık Dar anlamıyla gümrük tarifesi ve kotalar aracılığı ile bir ülkeye ithalat akışının kısıtlanması anlamına gelen korumacılık, geniş anlamda, bir devletin kendi ülke ekonomisini yabancı ülkelerin rekabetine karşı korumak amacıyla uyguladığı iktisadi, mali ve dış ticaret politikaları olarak tanımlanabilir. İktisadi açıdan korumacılığın tersi anlama gelen kavram serbest ticarettir. İktisadi liberalizm şeklinde de adlandırılabilecek olan serbest ticaret, uluslararası ticaretin mal ve hizmet akışını engelleyen herhangi bir iktisadi, mali veya dış ticaret politikası aracı ile kısıtlanmadığı veya ihracatın bu tip araçlarla teşvik edilmediği durumdur. Bu nedenle, yalnızca ithalat üzerine konan engeller korumacı araç ve politikaların bir kısmını oluşturur; ihracatı teşvik eden her türlü iktisadi faaliyet de geniş anlamda korumacı bir faaliyettir. Korumacı araçlar, genel nitelikleri itibarıyla, tarife ve benzeri koruma araçları ve tarife dışı engel (TDE) ler olmak üzere iki ana kümede toplanabilirler. Birinci kümede yer alan araçlar arasında tarifeler (gümrük vergileri), ihracat vergileri, çevre vergileri, dış ticaretten alınan her türlü fon uygulamaları ve vergi benzeri diğer uygulamalar yer almaktadır. TDE ler ise tarifeler dışında kalan, ticareti kısıtlayıcı niteliğe sahip olan, herhangi bir malın ülke sınırları içerisine girmesi sırasında ve genellikle seçici bir tarzda uygulanan tüm tedbirler ile bu tip gümrük tedbirlerinin dışında kalan sübvansiyonlar, vergi imtiyazları ve tercihli kamu alımlarını içermektedir (OECD, 1997-d:69). UNCTAD sınıflandırmasına göre TDE ler iki ana gruba ayrılmaktadır. Birinci grup ithal maliyetleri ve fiyatlarını doğrudan etkileyen tedbirleri (fiyat kontrol tedbirleri) kapsarken ikinci grupta ithal fiyatlarını doğrudan etkilemeyen tedbirler (miktar kısıtlamaları) yer almaktadır. (Şekil-4.) Tarifelerde olduğu gibi tarife benzeri tedbir (para-tariff measures) lerde ithal fiyatlarını doğrudan artırma imkanına sahiptirler. Tarife benzeri tedbirler, gümrük resimleri (custom surcharge), ithalatta ayrımcı bir nitelik taşıyan ek vergi ve ücretler ve idari kararlarla malın gümrük değerinin gerçek değerinin üstünde tespit edilmesi olarak sınıflandırılabilir. Fiyat kontrol tedbirleri ise, fiyatların idari bir düzenleme ile dondurulmasını, fiyat gözlemlerini (price surveillance), değişken vergileri, antidamping (AD) ve telafi edici vergi (TEV) leri ve gönüllü ihracat kısıtlama (GİK) larını içermektedir. Miktar kısıtlamaları arasında en önemli tedbirler şunlardır: İthalat kotaları, lisanslar, yasaklamalar (ambargolar) ve GİK. Tarifelerin aksine ithalat miktarını mutlak olarak kısıtlamamakla birlikte ithalat miktarını engelleyici bir niteliğe sahip olan bir diğer uygulama da tarife kota uygulamasıdır. 21

22 TDE lerin ülkeden ülkeye farklı uygulamalarının olması ve çok fazla sayıda tarife dışı aracın kullanılması nedenleriyle bu tip tedbirleri sınıflandırmak oldukça zordur. Örneğin, paketleme ve etiketleme, karantina ve sağlık ve güvenlik gerekçeleriyle ilgili olarak yapılan uygulamalar, bir yandan, ilave maliyete neden oldukları için ithal fiyatlarını doğrudan artırıcı bir etkiye yol açarken diğer yandan, dolaylı bir şekilde ithalatı engelledikleri için miktar kısıtlamalarına neden olan araçlarla aynı etkiye sahiptirler. Öte yandan, varlık nedenleri ve amaçları değişik olsa da teknik engel olarak tanımlanan bazı uygulamalar yerel üreticileri koruyucu bazı etkiler ortaya koyabilmektedir. TDE lerin ticareti kısıtlayıcı ya da yurtiçi üreticileri teşvik edici nitelikleri uygulamaya ve ülkelere göre değişiklik göstermektedir. Bir endüstrinin korunup korunmadığını belirlemede kullanılan çeşitli yaklaşımlar söz konusudur (Corden, 1992:225). Birinci yaklaşıma göre, bir endüstride korumanın varlığını ortaya koyan en önemli gösterge nominal tarifenin 2 pozitif olmasıdır. Ancak nominal koruma tarifelerin tüketim etkisi ile ilgili olmasına karşılık üretim etkisi konusunda etkili bir veri sağlamamaktadır. İkinci yaklaşım, korumanın tespitinde efektif tarifenin 3 esas alınması gerektiğini savunur. Ticarete konu olmayan malların fiyatlarının veri olarak kabul edildiği ve döviz kurunun değişmediği bir durumda pozitif bir efektif tarifeye (koruma oranına) sahip olan bir endüstride kaynaklar korunan mal ve hizmetlere akar ve bu mal ve hizmetler korunmuş olur. Üçüncü yaklaşıma göre, her hangi bir endüstrinin gerçekten korunması için korumacı tüm araçların (tarife ve tarife dışı) ilgili endüstrideki katma değeri artırması gereklidir. Tam koruma (total protection) adı verilen bu yaklaşım, ticarete konu olan mal ve hizmetlerin yalnızca ticarete konu olmayan mal ve hizmetlere karşı korunmasının ilgili iktisadi faaliyette katma-değer ve üretimin artması için yeterli olamayacağını kabul eder. Zira, pozitif bir efektif koruma olsa bile ilgili ticarete konu mal ve hizmetten daha fazla pozitif efektif korumaya sahip ticarete konu başka bir mal arasında ikame söz konusu olabilir. Dolayısıyla, bir endüstrinin tam korumaya sahip olabilmesi için ticarete konu olmayan mal ve hizmetlerin yanısıra ticarete konu olan mal ve hizmetlere karşı da pozitif efektif korumaya sahip olması; başka bir deyişle, ikame edilmemesi gereklidir. Son yıllarda korumacı uygulamalarda önemli bazı değişimler söz konusudur. Tarife ve kota gibi geleneksel araçlarda görülen serbestleşme eğilimlerine karşılık TDE lerin kullanımında büyük bir artış gözlenmektedir. Bu eğilimin ortaya çıkmasında iki faktör önemlidir. Bunlardan ilki mal, hizmet ve finans piyasalarının küreselleşmesidir. Yeni finans araçlarının ortaya çıkması ve böylece finansal araçların çeşitlenmesi; gelişen teknolojinin sınır ötesi iktisadi faaliyetleri artırması, bu faaliyetleri engelleyecek araçların kullanılmasını zorlaştırması sonucu özellikle hizmetler sektöründe uluslararası faaliyetlerin gelişmesi için yeni imkanları ortaya çıkarması ve sınır ötesi mal ve hizmet akımlarının maliyetlerini önemli ölçüde azaltması mal, hizmet ve finans piyasalarının entegre olmalarına, uluslararasılaşmalarına ve serbestleşmelerine yol açmıştır. İkinci önemli faktör, yeni sanayileşmekte olan ülkelerin saldırgan bir pazarlama ve ticaret politikası uygulayarak dünya ticaretindeki paylarını artırmalarıdır. Bu iki gelişme ülkelerarası ticari rekabeti artırmış ve özellikle Gelişmiş Ülke (GÜ) ler yurtiçi sanayilerini korumak amacıyla tarife dışı ticari engelleri uygulamaya başlamışlardır. Sonuçta, mal ve hizmet piyasalarında tarife dışı korumacılık eğilimleri yoğunlaşmakta ve emek piyasasında emeğin sınırlar arasında mobilitesi üzerindeki engeller devam etmektedir. 22

23 Şekil 4. Dış Ticarette Korumacı Politikalar ve Araçları Kaynak: Vural, Artan rekabet sonrasında yeni korumacılık eğilimlerinin ortaya çıkmasının yanı sıra küreselleşme sonucunda çok uluslu şirketlerin üretimlerinin ve dağıtım stratejilerinin uluslararasılaşması ve teknolojik gelişmelerin mal ve hizmetlerin ticareti ile sermaye akımlarının önündeki engelleri ortadan kaldırması, ticaret ve sermaye piyasalarının liberalleşmesi yönünde büyük bir baskı ortaya çıkarmaktadır. Küreselleşmenin meydana getirdiği bu iki temel eğilim bir yandan ekonomik entegrasyonların ortaya çıkmasını hızlandırmış; öte yandan, küresel düzeyde liberalleşmeyi teşvik etmiştir. Böylece, ekonomik entegrasyon içinde ya da ulusal düzeyde rekabet desteklenirken ve serbestleşme sağlanırken entegrasyona dahil olmayan ülke ya da ülke gruplarına karşı görünmez engeller olarak adlandırılan TDE lerin uygulanması ile rekabet üstünlüğü elde edilmeye çalışılmaktadır Negatif Koruma Negatif koruma, ithalatın çeşitli tedbirlere başvurmak suretiyle kısıtlanmasını hedefleyen korumacı uygulamaları kapsar (Vural, 1999:67-152). Negatif koruma, tarife ve benzeri korumacı politika araçları, tarife dışı engeller, özel gümrük rejimleri ve dış ticareti kısıtlayan teknik, idari ve çevre ile ilgili engeller olmak üzere dört ana başlık altında incelenebilir. Tarife ve Benzeri Korumacı Politika Araçları Uluslararası ticarete konu olan çeşitli mal ve hizmetlere uygulanan vergi oranlarını gösteren listeleri ifade etmek için kullanılan tarife terimi dış ticaret vergileri ile eş anlamlı olarak da kullanılmaktadır. Bu çerçevede tarife ve benzeri korumacı politika araçları tarifeleri, ihracat vergilerini ve çevre vergilerini kapsar. Tarifeler Dış ticaret politikasının en eski ve en yaygın araçlarından birisi olan gümrük vergileri ithal mallarının ülke sınırlarından girişi sırasında alınan vergilerdir. Günümüzde tarifeler genellikle ithalat üzerinden alınmasına rağmen transit mal geçişlerinin yanı sıra bazı ülkeler tek satıcısı oldukları mallarda tekel gücünden yararlanarak gelir elde etmek veya 23

24 ihracatı sınırlandırarak yurt içinde arz kıtlığı yaratmamak gibi nedenlerle ihracat üzerinden de vergi almaktadırlar. Tarifelerin konulmasının başlıca amacı devlet hazinesine gelir sağlamak ve yerli sanayii dış rekabetten korumaktır. Heckscher-Ohlin modeline göre ithalat üzerine konulan tarife ve benzeri kısıtlamaların en yoğun olduğu sektörler ekonomideki kıt faktörleri yoğun bir şekilde kullanan sektörlerdir (Markusen, et.al, 1995:245). Tarifelerin yurt içi sanayii koruyucu etkileri ithalatı tamamen engelleyecek bir seviyeye ulaşırsa bu tip tarifelere yasaklayıcı tarife (prohibitive tariff) adı verilir. Tarifelerin konulmasındaki bir diğer neden ikinci en iyi teorisi dir. Bu teoriye göre dış ticarette sapma meydana getiren birden fazla faktör söz konusu ise (tarifelerin yanı sıra mesela yurt içi vergilerin kullanılması veya tekellerin olması) tarife gibi tek bir saptırıcı faktörün ortadan kaldırılması her zaman refahı artırıcı bir etki meydana getirmeyebilir (Markusen, et.al, 1995:252-53). Bu nedenle sübvansiyon benzeri uygulamaların neden olduğu sapmayı telafi etmek için tarife uygulanabilir. Tarifeler çeşitli ülkelerde farklı öneme sahip olmakla birlikte Az Gelişmiş Ülke (AGÜ) lerde devlet hazinesinin önemli bir gelir kaynağını oluşturur. Tarifeler, diğer gelir kaynaklarından farklı olarak, sınır kapılarında gümrük görevlilerince kolaylıkla tahsil edilebilmektedir. Bu kolaylık nedeniyle ülke içinde gelir üzerinden alınan vergileri toplayamayan AGÜ ler mali amaçla gümrük vergilerine başvurmaktadır. Tarifeler mali amacın yanı sıra şu sebepler nedeniyle uygulanmaktadır (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:172-73): Tarifeler, tıpkı diğer vergiler gibi, belirli bir malın tüketimini kısabilirler. Herhangi bir mal üzerinden tarife alınması, o malı tüketiciler açısından daha maliyetli bir hale getirecektir. Örneğin, ABD 1970 li yıllardaki petrol krizi sırasında özellikle yurtdışından ithal edilen petrol tüketimini kısmak için ithal edilen petrole tarife uygulamıştır. Tarifelerin konulmasının bir diğer nedeni ithalatı engelleyici ve böylece dış ticaret dengesindeki açığı kapatıcı makro-ekonomik bir politika aracı olmasıdır. Böyle bir amaçla uygulamaya konulacak tarifenin bir grup ithal malı yerine bütün ithalata veya en azından geniş bir mal demetine uygulanması gereklidir. En son ve en yaygın neden ise korumacı amaçla tarifelerin kullanılmasıdır. Bu amaçla konulan bir tarife yurtiçinde üretilen ikame mallara göre ithal edilen malların daha pahalı bir hale gelmelerini sağlar, ithalatı kısıcı bir etkide bulunur ve yerel üreticilerin piyasadan daha büyük bir pay kapmalarına ve tarifenin olmadığı bir duruma göre daha yüksek bir kar elde etmelerine neden olur. Öte yandan diğer ülkelerin korumacı dış ticaret politikalarının etkisini ortadan kaldırmak amacıyla esasen birer tarife olan AD vergisi ve TEV gibi uygulamalar da tarifelerin bir diğer kullanım alanını oluşturur. İthal edilen mallara uygulandığı halde yurtiçinde üretilen mallara uygulanmayan tarifeler ayrımcı bir karakter taşırlar ve doğrudan yurtiçi fiyatlar üzerinde etkilerini gösterirler. Tarifeler yurtiçi fiyatlar ile dünya fiyatları arasında bir farkın oluşmasına neden olurlar. Yurtdışından ithal edilen bir malın yurtiçi fiyatı tarife nedeniyle artacağı için yurtiçindeki tüketiciler ithal malı daha pahalıya tüketmek zorunda kalırlar. Tarifenin uygulanmasından sonra tarife ile korunan malın göreceli fiyatı diğer mallara göre artacağı için bu malın yurt içi üretimi karlı bir hale gelecektir. Bu nedenle ülke içindeki kaynaklar ithal edilen malın üretileceği yani ithal-rekabetçi sektörlere doğru yeniden dağılır. Korunan endüstride meydana gelen üretim artışı misilleme nedeniyle ihraç-rekabetçi sektörlerde üretim kaybı ortaya çıkarmazsa toplam hasılayı, dolayısıyla milli geliri artırır. Bu durum ise genel istihdam düzeyinin yükseltilmesi yani işsizlik oranının düşürülmesi sonucunu doğurur. Gümrük tarifeleri ithalatı kısıtladığı ölçüde ithalat nedeniyle karşı karşıya kaldığı döviz giderlerinden tasarruf sağlar, yani dış ödemeler bilançosu açığını dengeleyecek bir etki yapar. Bu yarar, ilk tarife koyan ülkenin misillemeye maruz kalmaması halinde söz 24

25 konusu olur. Misillemenin olması, misillemenin şiddetine ve ticaret hacmine bağlı olarak, elde edilmesi umulan yararları ortadan kaldırır. Gümrük tarifeleri, tarife koyan ülkenin tarifenin konulduğu mallarda global piyasalarda fiyatı belirleme gücüne sahip olması ve karşı tarafın misilleme uygulamaması durumunda ticaret hadlerini tarife koyan ülkenin lehine değiştirir. Serbest ticaret ülkenin bol olarak sahip olduğu faktörün milli gelir payını yükseltirken, gümrük tarifeleri veya korumacılık genel olarak milli geliri ülkede kıt bulunan faktör lehine değiştirir (Seyidoğlu, 1998:81). İhracat Vergileri İhracat vergileri, iç tüketim yerine, önemli ölçüde ihracat için üretilen mallar üzerine konulan spesifik ya da ad valorem nitelikte bir vergidir. Tıpkı tarifeler gibi global ticaret hacmini azaltıcı bir etkiye sahip olan ihracat vergileri hammaddeler ve tarımsal ürünlerde 4 üretimin büyük bir kısmını gerçekleştiren ülkeler tarafından gelir elde etmek (mali amaçla), dış ticaret hadlerini lehe çevirmek, hammaddelerin yurt içinde işlenmesini sağlamak (Chacholiades, 1990:190), ülke içerisinde üretim yapan yabancı üreticiler ile lüks mal ithalatçılarını vergilemek ve uluslararası piyasalarda monopol oluşturan ülkelerin tekel oluşturdukları ürünlerdeki bu pozisyonlarının vergileme yoluyla devamını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır (Bird ve Oldman, 1967:342-43). Diğer taraftan, tarımsal ürünler başta olmak üzere bazı ürünlerin yurtiçinde vergilendirilmelerinin çeşitli nedenlerle gerçekleştirilememesi halinde bu ürünlerin ihracatı sırasında vergilendirilmeleri yoluna gidilebilmektedir (Mitra, 1992:207). Tarifelere başvurulmasının temel nedeni korumacılık olmasına karşılık ihracat vergileri daha çok gelir elde etme amacıyla kullanılmaktadır (Williamson ve Milner, 1991:131). İhracatın vergilendirilmesi bazı koşullar altında arzı azaltıp ülkenin ticaret hadlerini lehe çevirse de bu tip vergilerin yoğun olarak kullanıldığı bir çok ülkede ihracatın aşırı vergilendirilmesinin sonucunda ihracat vergisine konu olan ürünlerin arzının aşırı bir biçimde kısıtlandığı ve bu ülkelerin ihracat gelirlerinde önemli azalmaların olduğu gözlemlenmektedir (Shome, 1995:212). İhracat vergilerinin gelir elde etmek amacıyla kullanımına en iyi örnek 1970 li yılların başında uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarını artırmak için OPEC üyesi ülkeler tarafından petrole uygulanan ihracat vergisidir (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:196). Tarifeler ithal mallarının fiyatını artırırken ihracat vergileri ihraç ürünlerinin yurt içi fiyatını düşürmektedir. Tıpkı tarifeler gibi ihracat vergileri de ithal malları ile ihraç malları arasındaki göreceli fiyatları etkilerler ve ihraç mallarının fiyatını ithal mallarının fiyatına nispetle düşürürler. Bu tip vergiler yurt içi kaynakların ihracat endüstrilerinden ithal rekabetçi endüstrilere aktarılmasına ve ihraç ürünlerinin yurt içi fiyatını düşürmesi nedeniyle tüketim yapısının ithal mallarından ihraç mallarına kaymasına neden olurlar (Corden, 1992:77). İhracat vergileri, tekel gücüne sahip olunan piyasada ihraç edilen mal miktarının azaltılmasını sağlayarak ihraç edilecek ürünün fiyatını artıran ve böylece oluşan tekel karlarını maksimize etmeye yönelik olarak kullanılan bir ticaret politikası aracıdır. İhraç ürünlerinde meydana gelen bu fiyat artışları, üretimin başka yerlerde gerçekleştirilmesine veya ihraç malının diğer ürünlerle ikame edilmesine neden olabilir. Bu nedenle ülke refahını azamileştiren bir ihracat vergisi uygulaması bir yandan ülke içindeki rekabet imkanlarının artmasına izin verirken öte yandan dış piyasadan maksimum tekel karı elde edebilen bir uygulamadır (Auquier ve Caves, 1979:559). İhracat vergilerinin diğer ihracat yasakları veya kısıtlamalarına kıyasla en önemli avantajı hükümetlere ilave gelir kaynakları sunmasıdır. İhracat vergileri çevreyi koruma amacıyla da kullanılabilir. Bu tip vergilerin amacı mevcut doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımını teşvik etmek ise vergi oranının oldukça yüksek olması gerekebilir. 25

26 Öte yandan, ihracatı değerinin altında göstermenin sermayenin yurt dışına kaçırılmasının bir aracı olduğu ülkelerde ihracat vergileri bu amaçla hareket eden ihracatçılar için ilave bir teşvik olabilir (Rege, 1994:142). Çevre Vergileri Son yıllarda çevreyi korumak ve çevre ile ilgili diğer amaçları gerçekleştirmek için tüketim vergileri ve harçlar gibi mali araçlar yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır yılında OECD tarafından yapılan bir araştırmada (OECD, 1997-b) 14 üye ülkede çevrenin korunması ve çevre ile ilgili diğer amaçları gerçekleştirmek için mali araçların kullanıldığı 150 değişik uygulama tespit edilmiştir. Öte yandan, yılları arasındaki dönemi kapsayan bir başka araştırmada (OECD, 1994) sübvansiyon dışındaki mali araçların çevresel nedenlerle kullanımında yüzde 50 oranında bir artışın olduğu ortaya çıkmıştır. Çevre ile ilgili nedenlerle kamunun regülasyon, vergi ve harçlar, standart koyma gibi araçlarla ekonomiye müdahalede bulunması ve bu müdahalenin özellikle yurt içinde gerçekleştirilmesi uluslararası ticareti engelleyen önemli ve yeni bir alanın ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu araçlardan biri olan çevre vergileri, tüketildiğinde veya kullanıldığında çevre üzerinde belirli negatif etkiler ortaya çıkaran fiziksel ya da benzeri bir birimin vergi tabanını (tax base) meydana getirdiği vergiler olarak tanımlanabilir (OECD, 1997-c:13). Vergilerin çevrenin korunması gibi extra-fiskal bir amaç için kullanılmalarında iki yaklaşım söz konusudur (Barde, 1997:8): Birinci yaklaşımda, diğerlerine göre çevreyi kirletici etkileri daha fazla olan ürün ve faaliyetlerin göreceli fiyatının değişmesine yol açacak bir şekilde mevcut vergiler yeniden yapılandırılmaktadır. Örneğin, OECD ülkelerinin çoğu kurşunlu ve kurşunsuz benzini farklı vergilendirmektedir. İkinci yaklaşımda ise üretimi, tüketimi veya kullanımı kirliliğe neden olan ürünlerin göreceli fiyatını diğerlerine göre artırma amacıyla özellikle dizayn edilen yeni çevre vergileri yürürlüğe konulmaktadır. Bu tip vergiler belirli çevre problemlerinin ortadan kaldırılması için çıkarılmaktadır. Örneğin, Fransa 1985 yılında sülfür vergisini, 1990 yılında ise havayı kirleten çeşitli ajanlar için değişik vergileri yürürlüğe koyarken; Belçika hükümeti, 1993 yılında çıkardığı Çevre Vergisi Kanunu ile aralarında içecek kutuları, kullanıldıktan sonra atılabilen fotoğraf makinesi, ambalajlar, ilaç, kağıt ve pillerin de bulunduğu çok sayıda ürün üzerinden çevre vergisi almaktadır (Barde, 1997:8). Kıt ulusal kaynakların ihracatının kısıtlanması; çevre kirliliğine yol açan tarımsal ilaçlar, böcek öldürücüler ya da benzeri ürünlerin ihracatının kontrol altına alınması veya tamamen yasaklanması; sigara ve uyuşturucu gibi erdemsiz malların yurtiçi piyasada saldırgan bir şekilde pazarlanmasını engellemek ve yabancı ülkelerin çevreyi kirletici nitelikte ürünlere yönelik sübvansiyon uygulamalarına karşı telafi edici bir vergi uygulaması olarak da çevre vergileri uygulamasına başvurulmaktadır (Lang ve Hines, 1995:129). Çevre vergileri diğer çevre politikası araçlarına göre daha şeffaf bir araçtır ve belirli bir çevresel amacın gerçekleştirilmesinde topluma mümkün olan en düşük maliyeti yükler (OECD, 1997-c:44). Ancak bu tip vergilere karşı rekabet gerekçesiyle sanayi sektöründen yoğun bir tepki söz konusudur. Örneğin, AB üyeleri, rakipleri benzeri tedbirleri uygulamaya koyuncaya dek, çevre vergilerini uygulamak istememektedir. Bu tepkinin birinci nedeni çevre vergilerinin firmalara çevreye salacakları zararlı emisyonun miktarını azaltmadan kaynaklanan maliyetin yanı sıra halıhazırda çevreye salınması önlenemeyen emisyon için belirli bir verginin ödenmesini de zorunlu tutması; ikinci nedeni ise rakip firmaların ülkelerinin ya çevre vergilerini hiç uygulamamaları veya daha düşük oranlı bir vergileme ile istisna uygulamalarına müracaat etmeleri sonucunda firmaları lehine avantaj oluşturmalarıdır. Ancak yapılan bir araştırmada (OECD, 1996-a) diğer çevresel 26

27 tedbirlerde olduğu gibi çevre vergilerinin hem firma düzeyinde hem de ekonominin tümü için rekabet üzerinde çok az bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Genel Anlaşma, ithal mallarına gümrük vergilerinin yanı sıra yurt içindeki ürünlere uygulanan iç vergilerin de uygulanmasına olanak tanımaktadır. Bu tip iç vergilerin yurt içi üretime yüksek bir koruma sağlamaması başka bir deyişle yurt içinde üretilen benzer bir mala yapılan muamelenin aynı biçimde ithal mala da yapılması gereklidir. Bu çerçevede çevre vergileri yurt içi mallarla ithal mallara aynı oran ve şekilde uygulandığı ölçüde GATT kuralları ile uyumludur 5. Genel Anlaşma ya göre üye ülkeler çevre vergileri için kirleten öder 6 veya kullanan öder 7 ilkelerinden her hangi birini uygulamakta tamamen serbesttir. Çevresel nedenlerle her hangi bir üye ülkenin yurt içinde üretilen ürünlerde vergisel araçları kullandığı halde ithal ürünlerde kullanmaz veya daha düşük bir seviyede kullanırsa bu uygulama da GATT a uygun bir uygulamadır 8. Tarife Dışı Engeller Tarife dışı engeller, geniş anlamda tarifelerin dışında dış ticaret üzerinde daraltıcı etki yaratan kanuni, idari, iktisadi ve politik her türlü engel olarak tanımlanabilir. TDE tanımlanırken, bu tip engellerin ne olduklarından daha çok ne olmadıkları belirlenmeye çalışılarak bir tanım yapılmaya çalışılmaktadır. Bu terim isminden de anlaşılabileceği gibi, ticarete kamu tarafından yapılan müdahaleleri kapsıyormuş görünmesine rağmen uygulanan ülke açısından ticareti teşvik edici nitelikte olan ihracatı teşvik edici tedbirler de TDE sayılmaktadır. Bu nedenle tarife dışı engeller GİK ve ithalata uygulanan kotalar gibi ticarette sapmalara neden olan politikaların yanı sıra devlet yardımları ve teşvikleri de içermektedir. Tarife dışı kısıtlama politikası ise, uluslararası ticarete konu olan mal ve hizmetler ile kaynakların potansiyel dünya gelirini artıracak şekilde tahsisine engel olan kamu kesiminin dış ticarete getirdiği bütün kısıtlayıcı tedbirleri kapsar. TDE lerden bir kısmı herkes tarafından bilinen resmi tedbirleri diğerleri ise idari prosedürleri, açıklanmamış hükümet düzenlemeleri ve politikalarını, piyasanın yapısı ile politik, sosyal ve kültürel kurumlardan kaynaklanan enformal engelleri kapsamaktadır. Bu tip gayri resmi engeller, hükümetlerin ülkelerinin çıkarlarını yabancı olana karşı koruma çabalarından kaynaklanabileceği gibi, yerel kurumların politika veya uygulamaları sonucu da ortaya çıkabilir. Miktar Kısıtlamaları ve Benzeri Özel Kısıtlamalar İthalatın miktarını kısıtlayan önlemler ithalat kotaları, tarife kotalar, ihracat kısıtlamaları, ithalat yasakları, yerli girdi kullanma şartı ve bağlı ticaret olmak üzere altı alt başlık altında toplanabilir. İthalat Kotaları İthalat kotaları ithal edilen bir malın yerel piyasasında dolaylı yoldan ithal edilen malın fiyatını etkileyen ve dış ticareti doğrudan kontrol altına alma amacıyla kullanılan bir ticaret enstrümanıdır. Hükümetlerin tarife sistemlerinde olduğu gibi ithal edilen bir mala gümrük vergisi koymak yerine ithalat hacmini doğrudan kısıtlamak için koydukları azami seviyeye ithalat kotası denir (Kreinin, 1991:347). Kotalar fiyat üzerinde değil, doğrudan ithal edilen malların miktarı üzerinde bir etkide bulunurlar. Bu özellikleri nedeniyle tarifelerden ayrılırlar zira tarifeler ithal edilen malların fiyatları üzerinde doğrudan bir etki meydana getirirler. İthalat kotaları belirli bir dönem içerisinde, ki bu genellikle bir yıllık bir süredir, belirli bir miktarda malın ithal edilmesini sağlayan bir araçtır. Tarifelerde ise belirli bir vergi oranı söz konusudur ve ne miktarda malın ithal edileceği tamamen piyasa koşullarına bağlıdır (Appleyard ve Field, 237). Kotalar çok değişik şekillerde uygulanmaktadır. Herhangi bir ülkenin belirli bir sürede ithal edeceği bir malın miktarını azami bir miktar ile sınırlaması durumunda bu uygulama 27

28 ithalat kotası olarak tanımlanabilirken, ülke ihtiyaçlarını düşünerek herhangi bir ihraç malının ihracatında maksimum bir sınırlama söz konusu ise bu tip bir uygulama da ihracat kotası olarak tanımlanabilir. Kota sınırları içinde kalınmak koşuluyla coğrafi bölge ayrımı yapılmaksızın herhangi bir ülkeden ithalatın yapılabildiği veya herhangi bir ülkeye ihracat yapmanın serbest olduğu kota uygulamalarına global veya ayrımcı olmayan kotalar denilmektedir. Global kota uygulaması belirli bir zaman dilimi içinde ithalat miktarını sınırlayan bir araçtır. Bu zaman dilimi içerisinde ithalat işlemini gerçekleştiren taraflar kota rantını paylaşarak kar elde ederlerken kotanın dolmasından sonra kota uygulamasına konu olan malın kıtlığı nedeniyle bu malın iç piyasadaki fiyatında artış söz konusu olur. Ulaşım açısından elverişsiz ülkeler kota uygulamasından olumsuz bir yönde etkilenebilirler. Ticari bağlantıları ve kredibilitesi yüksek olan büyük ithalatçı firmalar ise daha küçük olanlarına göre avantajlıdırlar (Chacholiades, 1990:195). Öte yandan, iki ülke arasındaki ikili ticaret anlaşmaları ile kota uygulamasında miktar kısıtlaması yanında ülke ayrımı da yapılabilir. Coğrafi bölge veya ülke ayrımının söz konusu olduğu bu tip kotalar ayrımcı veya seçici (tahsisli) kotalar olarak tanımlanabilir. Bu tip kota uygulamasında ülkeler veya bölgeler arasındaki ayrım genellikle ithalat lisansları ile gerçekleştirilmektedir. İthal olunacak malın miktarı veya değeri üzerine limit konularak bu limit içerisindeki ithalata düşük tarife, sınırın aşılması halinde yüksek bir tarife uygulanırsa tarife kota uygulaması söz konusudur (Karluk, 1996:175). Kotalar ithal edilecek malın değeri veya miktarı şeklinde de tanımlanabilirler. Miktar olarak belirlenen kotalar en yaygın uygulama alanına sahip kotalardır (Vousden, 1995:38). Kotalar, tarifeler gibi doğrudan ithal edilen malın fiyatı üzerinde bir etkide bulunmamasına rağmen ithal edilen mala olan talebin değişmediği bir durumda, ithal edilen malın miktarının kota nedeniyle sınırlandırılması, ithal edilen malın fiyatının artmasına neden olur. Tüketiciler fiyat artışı nedeniyle yerli ikame mallarına yönelirler ve böylece ithal malın iç tüketiminde bir azalma meydana gelir. İthal edilen bir malın tarifesinin artırılması durumunda da hem malın fiyatında bir artış meydana gelmektedir hem de ithalat miktarında bir azalma olmaktadır. Tarifelerde hükümet belirli bir miktarda gelir elde ederken kotalarda gelir elde edilmesi söz konusu değildir. Kotalarda gelir elde etme imkanı miktarı kısıtlanmış ithal mallarını ithal etme iznine sahip olan ithalatçıların eline geçer. İthal iznine sahip olan bu ithalatçıların kotaya tabi mallara yüksek fiyat tespit etme yoluyla elde ettikleri ek gelire kota rantı adı verilir. İhale veya benzeri rekabete açık yöntemlerle ithalat kotalarının lisans uygulamasıyla dağıtılması halinde hükümet tarifelere eşdeğer bir gelir elde edebilir. Ancak elde edilen gelir kota geliri olarak değil lisans ücreti olarak adlandırılır. Tarife yoluyla ithalatın kısıtlanması durumunda iç fiyatlarla dünya fiyatları arasındaki fiyat farkı gümrük vergisinden daha fazla olmaz ve miktar açısından bir kısıtlama bulunmadığından talepte meydana gelen herhangi bir artışın karşılanması mümkündür. Oysa kota uygulamasında ithal edilecek miktar sınırlıdır ve talepte bir artışın olması halinde kotaya tabi malın iç fiyatıyla dünya fiyatı arasında talepteki artışın şiddetine bağlı olarak büyük farklılıklar meydana gelebilir. Bu durum ise kaynakların yanlış tahsisine ve arzu edilmeyen tüketim kalıplarına yol açarak korumanın üretim ve tüketim maliyetlerini artırır (Kreinin, 1991:349). Öte yandan, kota nedeniyle fiyatı artan ithal malın ikamesi olan malın yerli üreticileri tekel gücüne sahiplerse kotanın uygulanması onların tekel pozisyonunu güçlendirecektir. Bu durum ise kaynakların optimum kullanımını ve ekonomik etkinliği olumsuz yönde etkileyebilir. İthal kotalarının bir diğer ekonomik etkisi korumanın daha etkin sağlanması ile ilgilidir. Tarife yoluyla korumacılıkta ihracatçı, gümrük duvarını sattığı malın fiyatını düşürerek aşabilirken kota yoluyla korumanın yapılması halinde bu tip bir damping 28

29 uygulaması söz konusu olmaz. Bu nedenle, kotalar, tarifelere göre daha etkin koruma sağlayan bir araçtır. Gümrük resimleri, vergileri ve diğer ödemeler dışında; kotalar, ithal ve ihraç lisansları ya da diğer tedbirler yolu ile hiç bir akit ülke tarafından hiç bir diğer akit ülkeden gelen herhangi bir ürünün ithalatına, ya da bir diğer akit ülkeye yönelik yapılan bir malın ihracına yasaklama veya kısıtlama getirilemez denilerek ithal kotaları GATT tarafından yasaklanmıştır (GATT, XI. md.). Ancak, her türlü tarım ve balıkçılık ürünü, gıda ve diğer temel maddelerin kıtlığı halinde bu malların ihracına getirilecek yasak ve kısıtlamalar ile uluslararası mal ticaretinde sınıflandırma, seviyelendirme ya da pazarlama ile ilgili kural ve standartların uygulanması için getirilecek ithal ve ihraç yasak ve kısıtlamaları bu maddeden istisna edilmiştir. Tarife Kotalar İthal olunacak malın miktarı veya değeri üzerine konulan limitin altındaki ithalata daha düşük bir tarife, limitin üzerindeki ithalata ise daha yüksek bir tarifenin uygulanmasına tarife kota adı verilir (Eker, 1993:75). Örneğin, Türkiye nin 1999 yılında ithal edeceği yıllık on bin otomobil için yüzde 10 ad valorem tarife uygulayıp yıllık on bin otomobil sınırının aşılması halinde ise ilave her otomobil için yine ad valorem olarak yüzde 50 tarife uygulaması tarife kota uygulamasıdır. Tarife kota uygulaması düşük maliyetli ithalatı isteyen tüketici ile ithal edilen mal ve hizmetlerin maliyetinin artmasını isteyen yerel üreticinin çıkarlarını uyumlu hale getiren iki basamaklı bir tarifedir. Örneğin, 1995 yılında ABD nin pamuk için uyguladığı tarife kota limiti yıllık 2.1 milyar kilogramdır. Bu limitin içerisinde tarife oranı yüzde 4.4 olup, limit dışındaki her kilogram için ise ilave 36 cent vergi söz konusudur (Carbaugh, 1997:1). Ticaret Lisansları Ticaret lisansları veya ticaret ruhsatları bazı malların ithalatının yapılabilmesi için ithalatçıların almak zorunda oldukları izin belgeleridir. İthalat lisansları genel olarak Hindistan ve Brezilya gibi GOÜ ler tarafından istisnai olarak da Tayvan gibi sanayileşmiş ülkelerce bebek endüstri tezi doğrultusunda yurt içi sermaye malları imalatını geliştirme amacıyla ithalatı kısıtlamak için uygulanmaktadır (Spencer, 1997:1-2). İthalatçılar, lisans alabilmek için form doldurmak gibi bazı formaliteleri yerine getirmek ve resmi izni beklemek zorunda olduklarından bürokrasi ve zaman kaybı gibi belirli bir maliyetle karşılaşırlar. Bu maliyetler, ithalatçının kaybettiği zamanın fırsat maliyetini, gecikme dolayısıyla ortaya çıkan zararları, lisansın verilip verilmeyeceği hususundaki belirsizliğin ortaya çıkardığı maliyetleri, lisans işlemlerini yerine getirecek ilave personelin maliyetini ve lisans talep edenlerin politik yozlaşma nedeniyle katlanacakları diğer maliyetleri kapsamaktadır (Markusen, et.al., 1995:278). İthalat lisanslarının ticareti saptırıcı etkisinin yanı sıra en önemli sakıncalarından birisi de, bağlayıcı olsun veya olmasın, lisansların verilmesi sürecinde bürokratların keyfi ve adaletsiz davranmalarına (örneğin akrabaların ve yandaşların kayırılması veya rüşvet alınması gibi) fırsat vermesidir. Öte yandan lisanslar, kota veya tarifelere göre daha az şeffaf bir ticaret aracı konumundadırlar. İthalat lisansını elde edenler bu ruhsatı başkalarına satamazlar veya transfer edemezler. Lisanslar, yalnızca, ithal edilen girdileri doğrudan kullanan mevcut üreticilere dağıtılırlar. Transfer edilememe özelliği dövizin tek tek firmalara tahsis edildiği kambiyo kontrol mekanizmasıyla desteklenmektedir. Öte yandan reddedilen başvuruların nitelik yönünden bir farklılığı olmamasına rağmen bürokratların lisans başvurularının yalnızca bir kısmını kabul etme eğilimi söz konusudur (Spencer, 1997:2). 29

30 İhracat Kısıtlamaları Uluslararası dış ticareti engelleyici araçlardan biri olan ihracatı kısıtlayıcı politikalar çeşitli yöntemlerle uygulanmaktadır (Kent, 1994:3-4): Gönüllü ihracat kısıtlamaları 9, ihracat vergileri, ihracat lisansları ve kotaları ile birlikte ihracatı kısıtlayan en önemli araçlardan biridir. Öte yandan, ithalatçı ülke tarafından uygulanan ve ithal işlemlerini zorlaştırıcı veya ihracatçıları yıldıran ithalat ruhsatları, ithalatçı ülke tarafından ihraç malları üzerinde uygulanan her türlü izleme faaliyetleri, ihracata minimum fiyat uygulamaları, AD uygulamaları, TEV uygulamaları gibi her türlü işlem ihracatı kısıtlayan birer araçtır. İhracat kontrolleri çeşitli ekonomik, siyasal ve askeri nedenlerle belirli mal ve hizmet ihracatının belirli kısıtlamalara tabi tutulmasını veya belirli ülkelere yönelik bir kısım mal ve hizmet ihracatının tamamen durdurulmasını içeren bir uygulamadır. İhracat kontrolleri, ihracattan elde edilecek gelirleri artırmak ve hammaddelerin yurt içinde işlenmesini temin etmek (Takacs, 1994:14) amacıyla kullanılabileceği gibi ihraç ürünün uluslararası piyasalardaki arzını kısmak suretiyle ihraç ürününün birim fiyatını artırmak; bazı ülkelere yapılan ihracatı kısmen veya tamamen kısarak siyasi yaptırım uygulamak (ambargo) gibi nedenlerle de uygulanabilmektedir (Meier, 1980:120). Bu tip kısıtlayıcı uygulamalar GATT ile sınırlandırılmıştır. Ancak özellikle güvenlik gerekçesiyle çeşitli ülkeler ihracatlarını kontrol altında tutmaya devam etmektedirler. Son yıllarda ihracat kontrolleri alanında uluslararası koordinasyonu sağlayacak bir rejimin oluşturulmasına yönelik bazı çabalar söz konusudur. Bu çabaların en sonuncusu ihracata konu bazı malların yayılmasını önlemeyi amaçlayan sistemler 10 çerçevesinde oluşturulan Wassenaar anlaşmasıdır 11. GATT da ihracat kontrolleri ile ilgili olan 13 hüküm söz konusudur. Bunların arasında birinci madde (en çok kayırılan ülke statüsü) ve miktar kısıtlamalarının azaltılması ile ilgili on birinci madde önem taşımaktadır. Bu hükümlere göre hiç bir koşulda ihracat üzerine konulan vergisel yükümlülüklere izin verilmezken bazı istisnalarla birlikte miktar kısıtlamaları da yasaklanmaktadır (Rom, 1984:125). Bu konudaki genel istisnalar, insan, hayvan ve bitki yaşamını ve genel sağlığı korumayı gerektirdiğinde (GATT, XX-b. md.), uluslararası mal anlaşmalarının yükümlülüklerini yerine getirirken (GATT, XX-h. md.) ve yerel üretim ve tüketimdeki kısıtlamalarla birlikte uygulanmak koşuluyla doğal kaynakların korunması ile ilgili olarak (GATT, XXg. md.) ülkelerin ihracat kısıtlamalarına başvurabileceklerini içermektedir. Öte yandan, yiyecek ve diğer temel ürünlerin kritik seviyedeki kıtlığını ortadan kaldırmak veya bu kıtlığa engel olmak amacıyla geçici olarak (GATT, XI. md.) ve uluslararası ticarette malların pazarlanması, sınıflandırılması veya mallar hakkında bilgi verilmesi ile ilgili düzenlemelerin veya standartların uygulanması için gerekli olan (GATT, XI. md.) ihracat engelleri ve kısıtlamaları uygulanabilir. Yirmi birinci madde ulusal güvenlikle ilgili istisnaları listelemektedir. Ancak istisna dış politika ile ilgili mülahazalar dolayısıyla ihracat kontrollerine başvurulmasına izin vermemektedir. İhracatı kısıtlayan araçlardan biri olan ihracat kotası, ihracatın miktarını kısıtlayan bir uygulamadır. Kota uygulaması miktar kotası (miktar, parça veya ağırlık başına sınırlama) şeklinde uygulanabileceği gibi değer kotası (para birimi ile ölçülebilir sınırlama) şeklinde de uygulanabilir. Ülke ayrımı olmaksızın uygulanan kotaların yanı sıra sadece tek bir ülke için uygulanan kotalar da bulunmaktadır. Ülkeye özgü kota, büyük ölçüde GİK uygulamasına benzemekle birlikte rantı elde eden ülke ithalatı gerçekleştiren ülkedir. Ülkeye özgü kotalar genel olarak iki şekilde uygulanır (Markusen, et. al., 1995:278). Birincisi, bu tip kotalar belirli bir mal üzerine uygulanabilir. İkinci uygulamada ise belirli bir mal veya mal grubunun belirli ülkelere ihracatı tamamen yasaklanmaktadır. Politik ve diplomatik bazı nedenlerle uygulanan bu tip bir ticaret ambargosuna ekonomik yaptırım (economic sanction) adı verilmektedir. İhracat kotaları siyasi nedenlerin yanı sıra yerli sanayiin ihtiyacı olan kıt hammaddelerin ihracını engelleyerek yurt içi ekonomik istikrarın bozulmasının önlenmesi; her hangi bir 30

31 ihraç malı veya hammadde üzerinde tekel gücüne sahip olan ülkelerin kota uygulamasıyla dünya fiyatlarını artırarak ihracat gelirlerinin artırılması ve temel tüketim ve ihtiyaç maddelerinde yurt içinde meydana gelebilecek kıtlığın önlenmesi gibi iktisadi amaçlarla da uygulama alanı bulmaktadır. İhracat kotaları, ihracat vergilerinde olduğu gibi kısıtlanan malın fiyatının yabancı piyasalarda yükselmesine ve yurt içi piyasada ise düşmesine neden olur. Kota uygulaması nedeniyle oluşan yerli ve yabancı fiyatlar arasındaki marj, kısıtlamayı yapan ülkenin hükümetlerinin ihracat lisansı uygulamasına gitmesi halinde hükümete gelir olarak aktarılabilir. Öte yandan, kota uygulayan ülkenin kotaların dağıtımını lisansa bağlamaması halinde fiyatlar arasında ortaya çıkan marj nedeniyle yerli üreticiler, aracılar, yabancı tüketiciler ve hatta yozlaşma sonucunda kota dağıtımına nezaret eden kamu görevlileri gelir elde edebilirler (Chacholiades, 1990:200). Sanayileşmiş Ülkelerce, özellikle 1970 li yıllardan itibaren, yabancı ülkeler tarafından uygulanan AD ve TEV uygulamalarının adil olup olmadığını araştırmaya yönelik prosedürler ile yabancı üreticilerin dampingli satış yapıp yapmadıklarını tespit etme amacını güden ithal edilen mal ve hizmetlerin fiyatlarını gözleme şeklindeki bütün uygulamalar fiyat izleme tedbirleri arasında sayılabilir (Fels ve Sujita, 1991:155). Bu tip tedbirler doğrudan TDE lerin uygulamasına yol açmıyorsa da dış ticarette sapmalara neden oldukları için birer TDE sayılmaktadır. Zira izleme prosedürleri nedeniyle rahatsız olan ihracatçılar ya ihracat miktarlarını sınırlandırmaktadırlar veya soruşturma sonucunda cezadan kurtulmak için ihraç fiyatlarını artırmak zorunda kalmaktadırlar. İthalat Yasakları (Ambargolar) Düşman kabul edilen ülkenin yüksek teknolojiye sahip olmasını engelleme, iktisadi araçlarla bu tip ülkeleri siyasi baskı altında tutma veya dış politikayı ilgilendiren çeşitli sebeplerle belirli ülkelere bazı malların ihraç edilmesi engellenebilir. Ayrıca, yerli sanayiin korunması, ödemeler bilançosu dengesinin sağlanması, lüks kabul edilen bazı malların yurt içine girişinin engellenmesi, halk sağlığının korunması, kamu düzeni ve genel ahlaka zararlı maddelerin (erdemsiz malların) ülkeye girişlerinin önlenmesi gibi ekonomik, sosyal ve diğer nedenlerle bazı malların ithalatında, ithalatı sıfırlayacak ölçüde bir yasaklamaya başvurulabilir (Tuncer, 1994:52). Bir veya birden çok ülkeye karşı tek yönlü, birden çok devletin katılımı ya da Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası bir kuruluşun kararı ile ihracat veya ithalatın tamamen yasaklanması; sadece belirli malların ticaretinin yasaklanması veya ticari faaliyetleri engelleyici seviyede diğer yasaklamaların getirilmesi (örneğin hava ulaşımının engellenmesi) şeklindeki ambargo uygulamaları daha çok politik sebeplere dayanmaktadır. Ambargolar iktisadi amaç için kullanıldıkları zaman bebek endüstrileri ve dolayısıyla yerli sanayii dış rekabetten korumanın en etkin ve dolaysız yoludur. İthal yasakları kotalarla paralel ancak daha şiddetli etkilere sahiptirler. İthali yasaklanan malın yurt içi fiyatı daha şiddetli bir şekilde artar (McGee, 1998:1-4). Koruyucu ve tüketimi kısıcı etkiler de daha şiddetlidir. İç piyasada ambargonun uygulandığı ithal malın fiyatında meydana gelen büyük artıştan bu malın yerel üretici ve satıcıları olumlu etkilenirler ve gelir dağılımı rant elde eden kesim lehine bozulur. Öte yandan yurt içinde üretilen bir mala ihracat ambargosu söz konusu ise ihracat yasağının global olması halinde ilk aşamada ambargonun uygulandığı malın yurt içi talepten daha fazla olması söz konusu olacağından yurt içi fiyatı düşer; ambargonun uzun sürmesi halinde malın arzında da düşüşler meydana gelir ve kaynaklar başka ürünlerin üretimine tahsis edilir. Ambargonun sadece belirli ülke veya ülkelerle sınırlı olması halinde yeni pazarlar bulunursa bu olumsuz etkiler hafifleyebilir. 31

32 Ambargo nedeniyle ithalatın tamamen ortadan kalkması halinde ithal yasağının uygulandığı maldan gümrük geliri elde edilemeyecektir. Bu uygulama sonucunda korunan sektörün seçimi yanlış bir tercihe dayanıyor ise kaynak israfı söz konusu olacaktır. Ambargoların en olumsuz etkileri siyasidir. Bu tip yaptırımlar ülkeler arasındaki düşmanlıkları artırdığı gibi uygulamanın şekline bağlı olarak insan hakları ile ilgili önemli problemlerin ortaya çıkmasına da yol açarlar (McGee, 1994). Yerli Girdi Kullanma Şartı Yerli girdi kullanma şartı, ithal edilen mallarda yerli girdi kullanımını zorunlu kılarak yerel üreticilere avantaj sağlayan bir uygulamadır. Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ) ler tarafından ara mamül mal üreten sanayii geliştirmek; GÜ lerce ise oligopolcü endüstrilerde yabancı rekabete karşı koymakta güçlük çeken firmaları korumak amacıyla kullanılan bu uygulama ile yurt içinde mamul madde üreten üreticilere girdilerinin bir kısmını yerel firmalardan alma şartı da getirilebilir (Belderbos ve Sleuwaegen, 1997:101). Örneğin bu tip bir politika ile Türkiye de satılan her türlü malın, ürünün belirli bir oranı kadar, Türkiye de üretilen bir parçaya sahip olması veya üretim işleminde Türk emeğinin olması şart koşulabilir. Yerli girdi kullanma şartına uyan üreticiler ithal ettikleri yarı mamül maddeler için genellikle vergiden muaf tutulurlarken bu şarta uymayanlar ithalatları üzerinden belirli bir tarife ödemek zorunda kalırlar (Vousden, 1995:41). Bu tip uygulamalara hemen her ülkede rastlanabilmektedir. Mesela Şili de 1970 li yıllardaki ithal ikamesine dayalı sanayileşme safhasında otomobil üretiminde yoğun oranda yerli girdi kullanma şartı getirilmiştir. Yerli girdi kullanma zorunluluğuna verilebilecek yeni bir örnek NAFTA da otomobillerle ilgili olarak getirilen menşe uygulamasıdır. Buna göre NAFTA ülkelerinde üretilen otomobillerin vergisiz olarak birlik içinde ticaretinin yapılabilmesi için otomobillerin katma değerinin yüzde 62.5 inin NAFTA sınırları içinde hâsıl olması zorunludur (Belderbos ve Sleuwaegen, 1997:102). Bu tip kısıtlayıcı hükümler, yerel işgücü ve yerel girdiler yabancı ürün ve girdilere nispetle daha ucuz olmadıkları zaman, karşılaştırmalı üstünlüklere göre uluslararası işbölümüne açık bir müdahale anlamına gelirler (Appleyard ve Field, 237). Yerli girdi kullanma şartı bir yandan ürünün tüm aksamının veya getirilen sınırdan daha fazlasının dışarıda üretilmesi halinde ithalatı kısıtladığı; otomobil gibi katma değeri yüksek ve güçlü bir yan sanayi gerektiren ürünlerde yerli üreticilerin girdi satın alarak üretimi yurt dışında yapmalarını engellediği ve yerli emek gücünün kullanılmasını şart koşması nedeniyle istihdama olumlu katkıda bulunduğu için baskı ve çıkar gruplarının çabaları ile hayata geçirilmektedir. Öte yandan, ekonomik entegrasyona giden ülkelerde entegrasyon sınırları içerisinde her türlü ticari engelin ortadan kaldırılması nedeniyle ancak grubun dışında kalan ülkeler için uygulanabilmektedir (Yarbrough ve Yarbrough, 1994: ). Yerli girdi kullanımı şartı fırsat maliyetinin düşük olduğu ülkelerde üretimin yapılmasını engeller. Bu nedenle, otomobil gibi katma değeri yüksek ve bir çok yan sanayinin katkısının söz konusu olduğu sektörlerde, bir ülke üretim sürecinin her aşamasında karşılaştırmalı bir üstünlüğe sahip olmadığı için ticari kayıplara ve GOÜ lerin ürünün üretiminin belirli bir aşamasında uzmanlaşmasını önleyerek bu ülkelerin sanayileşememelerine neden olur (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:241). Yerli girdi kullanımı yoluyla yapılan korumacılık kotalarda olduğu gibi miktar veya değere dayalı olarak uygulanabilir. Miktara dayalı kısıtlamalar mamul veya ara malların homojen bir yapıda olması halinde kullanılırlarken otomobil gibi heterojen girdilerin söz konusu olduğu mallarda genellikle malın değerinin ölçüt alındığı kısıtlamalar uygulanmaktadır. Çok kısıtlı bir çerçevede uygulanmalarına rağmen bazı ülkelerdeki uygulamalar kısıtlamanın olduğu sektörde yerli endüstri lehine güçlü bir koruma sağlayabilmektedir. Bu tür uygulamalar, 1980 li yıllar boyunca ağırlıklı bir şekilde 32

33 otomobil endüstrisinde ve yoğun bir şekilde Latin Amerika, Kanada ve Avustralya da kullanılan bir koruma aracı konumundaydı. Günümüzde de Avusturalya da motorlu araçlar endüstrisinde mamul aracın yüzde 85 i kadar yerli girdi kullanma zorunluluğu devam etmektedir (Vousden, 1995:41 ve Vousden, 1987: ). Bağlı Ticaret İlgili ülkeler arasında yapılan ticari bir anlaşma ile ithalatçı ülke veya firmanın ihracatçı ülke ya da firmanın alacağını, serbest döviz ödemesiyle yapmak yerine ihracatçı tarafın ithalatçı taraftan gelecekteki belirli bir süre içerisinde satış tutarına eşit ya da onun belirli bir oranında malı satın alması veya ithalatçı tarafa döviz kazandırıcı bazı hizmetler sağlaması yoluyla karşılaması olarak tanımlayabileceğimiz bağlı ticaret serbest ticarete aykırı işlemleri içermesi ve anlaşmaya taraf ülkeler dışındaki ülke veya firmaların dışlanması nedeniyle korumacı bir nitelik taşımaktadır. Bağlı ticaretin başlıca türleri arasında takas, kliring, switch ticareti, karşı satın alma (counter purchase), geri satın alma (buy-back), offset anlaşmaları ve ödeme anlaşmaları yer almaktadır (Kalaycıoğlu, 1991:63). Takas, bir ülkedeki ihracatçının yurtdışına sattığı malın karşılığını ondan alacağı mallarla tahsil etmesi olarak adlandırılabilir. Buradaki ticari işlemler mal ticaretinin yanı sıra hizmet, teknoloji ve üretim faktörü akımlarını da kapsayabilir. Değişim konusu malların bölünebilir cinsten olmaması ya da ihracatçının sattığı mala karşılık kendisine sunulan mala ihtiyaç duymaması halinde takası gerçekleştiren tarafların sayısı ikiden fazla olabilir ve takasa konu olan malı almak isteyen üçüncü bir alıcıya ithalat hakkı devredilir (Seyidoğlu, 1998:196-97). Kliring işleminde ithalatçı ve ihracatçılar malın malla değişimi işlemini bizzat kendileri yerine getirmezler. Merkez bankası veya kliring ofisleri ithalatçıların kendi milli paraları cinsinden ithal ettikleri mal bedellerini yatırdıkları ilgili hesaptan alacaklıya öderler ve böylece döviz kullanılmadan ticaret gerçekleştirilmiş olur. İkili kliring işlemlerinde dönem sonunda ticarette dengenin oluşmaması halinde alacaklı tarafın alacağını üçüncü bir ülkeye devretmesi ve bu ülkenin borçlu ülkeden alacak tutarında ithalat yapmasına aktarma (switch) ticareti denmektedir. İthalatı gerçekleştirecek yabancı bir ülkenin özel bir firmanın malını satın almasının önkoşulu olarak onun da kendisinden mal alması şartını getirmesi halinde ise karşı-satınalım (counter-purchase) işlemi söz konusudur. Geri-satınalım işleminde, ödemeler ayrı ayrı ve serbest ticarete uygun olarak yapılmak koşuluyla az gelişmiş bir ülkeye makine donatım, üretim teknolojisi veya anahtar teslimi fabrika satan GÜ firması, kurulacak tesislerde üretilecek ürünlerin bir kısmını satın almayı kabul eder (Seyidoğlu, 1998:201). Uzun yıllar sadece sosyalist ülkelerin dış ticaretinde fazla rastlanıldığı düşünülen karşı ticaretin, son yıllarda, tüm dünyada yaygınlık kazandığı gözlemlenmektedir. Örneğin, OECD ye göre toplam dünya ticaretinin yüzde 4.8 i, GATT a göre ise yüzde 8 i bağlı ticaretten etkilenmektedir. İthalatın finansmanında karşılaşılan güçlükler, kısa vadede döviz problemlerinin üstesinden gelme, borç servis yükümlülüklerini hafifletme, ithalat engel ve kotalarını aşma gibi fonksiyonları yerine getirebilmek için dış ticarette tazminat düzenlemelerini gündeme getirmekte ve serbest ticaretin ruhuna ters bir uygulama olan, rekabet ilkesini bozan ve küçük ve orta ölçekli işletmelere yüksek maliyetler yükleyen bağlı ticaret uygulamaları ortaya çıkmaktadır (Kalaycıoğlu, 1991:63). Bu tip uygulamalar anlaşmaya taraf olmayan üçüncü ülkelerin tümü için piyasaya girişi engellediğinden korumacı nitelik taşıyan ticaret uygulamalarıdır. Fiyat ve Maliyet Üzerinde Doğrudan Etkisi Olan Uygulamalar İthal edilen mal ve hizmetlerin fiyatını ya da maliyetini artırmak suretiyle yerli firmaları yabancı firmalara karşı koruyan ve böylece rekabeti bozan uygulamalar değişken ithalat 33

34 vergileri, anti-damping vergileri, telafi edici vergiler, sınır vergisi uygulamaları ve ithalat teminatları olmak üzere beş ana başlık altında toplanabilir. Değişken İthalat Vergileri Değişken ithalat vergileri, belirli bir malın yurtiçi fiyatını (dünya fiyatı+tarife) istikrarlı kılmak amacıyla o malın global fiyatındaki değişmelere göre farklı oranlarda uygulanan bir vergidir (Vousden, 1995:100). Fiyatında istikrarın sürmesi arzu edilen malın global fiyatında bir artış (düşüş) olduğu zaman bu mal üzerinden alınan değişken ithalat vergisi azaltılır (artırılır) (Gray, 1979:183). Bu tip vergilerle ilgili en yaygın uygulama birlik içerisinde yapay bir şekilde yüksek tutulan bazı ürünlerin fiyatını istenilen seviyede tutmak amacıyla bu ürünlere değişken ithalat vergisinin uygulanmasına neden olan AB nin Ortak Tarım Politikası dır. Bu politika sonucunda AB nde sübvansiyon veya değişken ithalat vergisi ile desteklenen bazı ürünlerde çok büyük miktarlarda arz fazlası meydana gelmektedir (Vousden, 1995:101). Değişken ithalat vergileri veya değişken ihracat sübvansiyonları, büyük ülkeler tarafından herhangi bir malın global fiyatını baskı altında tutmak için uygulanmakta ve sıklıkla uygulamanın söz konusu olduğu malın global fiyatında dalgalanmaların yaşanmasına neden olmaktadır. Anti-Damping Vergileri Anti-damping vergileri, yabancı firmaların kendi yurtiçi piyasalarındaki fiyattan veya ürünün maliyetinden daha düşük bir fiyatla gerçekleştirdikleri ihracatın olumsuz etkilerinden korunmak için ithalatçı ülke tarafından uygulamaya konulan yükümlülüklerdir (Deardorff ve Stern, 1997:32). AD vergileri, damping ve benzeri uygulamalarla ihracatçının yerli endüstri üzerinde maddi zarara veya maddi zarar tehdidine yol açtığı durumlarda haklı gerekçelere sahipmiş gibi görünse de bu vergilerinin uygulanması ve uygulama şekilleri ticareti engelleyici ve uygulamanın meşruiyetini ortadan kaldırıcı niteliğe sahiptir (Markusen, et.al., 1995:357). Öncelikle uluslararası fiyat farklılıkları yaygın bir olaydır ve tek başına AD uygulamalarını haklı çıkaramaz. İlk bakışta rekabeti sağlamaya çalışan bir uygulama gibi görünmesine rağmen AD uygulamaları yabancı firmalarla rekabet eden yerli firmaları korumaktadır, yani rekabeti değil rekabet edeni koruyan bir uygulamadır (Morgan, 1996:62). Öte yandan dampinge başvurulup başvurulmadığını tespit ederken marjinal maliyet yerine ortalama maliyetin kriter olarak alınması AD uygulamasının güçlü bir korumacı araç olmasına yol açar. Zira ekonomik etkinlik açısından her hangi bir firma ortalama maliyetten daha ziyade marjinal maliyete denk olacak şekilde bir fiyat tespit edebilir ve marjinal maliyetin daha düşük olduğu koşullarda ortalama maliyetten daha düşük bir fiyat tespit edebilir 12. AD uygulamaları, bütün ülkelerde yabancı firmalarla rekabet edemeyen yurtiçi firmaların korunması için yurtiçindeki politik unsurların korumacılık lehinde yaptıkları baskıların etkisi ile yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanan korumacı bir araç olmaya başlamıştır (Tharakan ve Waelbroeck, 1994:189). GOÜ lerin bu tip bir uygulamaya sıklıkla başvurmamalarının nedeni bu konuda yeterli bilgiye, uzmanlığa, yetişmiş insan gücüne, finansal kaynaklara ve kurumsal altyapıya sahip olmamalarıdır (Vermulst, 1997:7). ABD nin dünya ticaretindeki payının yüksek olduğu da dikkate alınırsa bu uygulamaya en fazla başvuran ülke olan ABD nin AD vergisi uygulamalarının etkisi de daha iyi anlaşılır. Yabancı firmalar ABD de bu tip bir soruşturmaya maruz kalmamak için ABD kanunlarına uyacak şekilde davranışlarını değiştirmektedirler. ABD kanunlarına göre soruşturma sonucunda katlanılması gereken maliyetlerden (AD soruşturmasının açılması) kaçınmak isteyen yabancı bir firma ya fiyatları düşürmek veya Amerikan piyasasında satış yapmamak üzere ABD Ticaret Bakanlığı ile fiyat taahüdü (price undertakings) anlaşması yapmak zorundadır (Markusen, et.al., 1995:358). 34

35 AD vergisinin uygulanabilmesi için yabancı ihracatçıların faaliyetlerini kapsayan üç aşamalı bir soruşturmanın açılması gereklidir (Karluk, 1996:266). İlk aşamada ilgili hükümet; dampingli ithalatın ilgililere zarar vermesi, maddi zarar verme ihtimali yaratması, pazar bozulmasına neden olması veya bir üretimin yapılmasını geciktirmesi durumlarına karşı soruşturma başlatır (Palmeter, 1996:46-54). İkinci aşamada soruşturmadan elde edilen ilk bilgilere göre zarara neden olan bir damping söz konusu ise geçici vergi konur ve son aşamada soruşturma neticesinde damping kanıtlanırsa geçici AD vergisi kesinleşir. Soruşturma esnasında dampingli ithalat sebebiyle ilgili sektörde kar paylarının ve satışların azalması, pazar payının daralması, kapasite kullanım oranlarının, prodüktivitenin ve istihdam seviyesinin düşmesi, ücretlerin artmaması, sektördeki büyüme ve yatırımların durması gibi zarar ların oluştuğunun kanıtlanması zorunludur. GATT düzenlemeleri ile bu konuda GOÜ leri korumak amacıyla bazı düzenlemeler getirilmiştir 13. Buna göre AD uygulamalarında GOÜ lerin özel durumları dikkate alınacak, AD vergisi uygulama kararı alınmadan önce bu ülkeler için diğer çözüm yolları denenecek ve GOÜ lerin kalkınma programlarının bir parçası olan sübvansiyon uygulamalarının kaldırılması istenmeyecektir. Zararların ispatlanması sürecinde objektif bir değerlendirme yapmanın zorluğu ve ihracatçı firmaların çıkarlarının korunması ile ilgili düzenlemelerin yetersiz olması bu uygulamayı en önemli TDE lerden biri haline getirmektedir. Avrupa Birliği, Gümrük Birliği Anlaşması na rağmen Türkiye ye karşı AD uygulamasına başvurmaktadır. AB nin uygulamakta olduğu AD önlemlerinin sona erdirilmesi, Türkiye nin AB iç pazarındakine eşit rekabet koşullarını oluşturması koşuluna bağlanmıştır. Başka bir deyişle, Türkiye nin fikri-sınai mülkiyet hakları, rekabet hukuku ve devlet yardımları alanlarında AB nin mevzuatına tam uyum sağlaması ve bu mevzuatı etkin bir şekilde uygulaması halinde Türkiye-AB Ortaklık Konseyi yürürlükte bulunan AD önlemlerinin askıya alınmasını kararlaştırabilecektir. AD vergilerinin bundan sonraki uygulamalarına yönelik olarak, Katma Protokolün 47. maddesi işletilerek taraflar arasında erken uyarı sistemi uygulamaya konulacaktır. Telafi Edici Vergiler Telafi edici vergiler, yabancı ülke hükümetlerinin ihracatlarını veya yurtiçi üretimlerini artırmak ve sübvansiyonların olumsuz etkilerini engellemek amacıyla uyguladıkları bir araçtır. Tıpkı AD vergilerinde olduğu gibi TEV ler de ithalat üzerinden alınan basit birer tarife uygulamasıdır (Deardorff ve Stern, 1997:32). Yabancı bir ülkenin uyguladığı dolaylı veya dolaysız bir sübvansiyon uygulaması nedeniyle meydana gelen haksız rekabetin telafisi ve bozulan yurtiçi fiyat dengesinin sağlanması için, ithalatı yapan ülke sübvansiyonları dengeleyecek bir önlem olarak TEV uygulamasına başvurabilir. GATT üyesi bir ülkenin TEV uygulayabilmesi için, verginin uygulanacağı ülkenin bir malın üretim veya ihracatında sübvansiyon uygulamasına başvurmuş olması, vergiyi uygulamak isteyen ülkenin yurtiçi endüstrisinin zarar görmesi, zarar ile ilgili ülkenin sübvansiyon uygulaması arasında nedensellik ilişkisinin olması ve zarar gördüğünü iddia eden ülkenin bunu kanıtlaması gereklidir (Zampetti, 1995:15). Uygulanan sübvansiyon miktarı ad valorem olarak yüzde 1 den daha düşükse ya da sübvanse edilen ihracatın miktarı veya zararın tutarı ihmal edilebilir bir düzeyde ise soruşturmaya son verilmelidir 14. Soruşturma sonucunda vergi uygulanmaya karar verilirse bu tip bir vergi hiçbir zaman sübvansiyon miktarını geçemez ve sadece zarara neden olan sübvansiyon uygulaması süresince yürürlükte kalabilir (Karluk,1996:206). İhracatçı ülkenin sübvansiyonu kaldırmayı, sınırlandırmayı veya fiyatları yeniden ayarlamayı kabul etmesi halinde TEV uygulamasına son verilir. Uygulamanın başlayabilmesi için AD vergisinde olduğu gibi soruşturma açılması zorunludur. AD vergisinden ayrı olarak TEV 35

36 soruşturması tek tek firmalara karşı değil sübvansiyonu uygulayan hükümetlere karşı açılır ve bu nedenle müzakerelere daha açık bir soruşturmadır (Markusen, et.al., 1995:361). Sübvansiyon soruşturmaları sübvansiyon uygulayan ülkelerin iç ve dış ekonomi politikalarına bir müdahale niteliği taşıdığı için AD vergilerine kıyasla TEV uygulamasına daha az rastlanmaktadır. TEV lerin konulmalarından itibaren beş yıl içinde kaldırılmaları zorunlu olmakla birlikte verginin kaldırılmasının sübvansiyon uygulamasının ve karşılaşılan zararın devam etmesine neden olacağı tespit edildiği taktirde vergi azaltılarak devam ettirilebilir. Sınır Vergisi Uygulamaları Uluslararası ticarete konu olan mallar üzerinden alınan dolaylı vergilemede varış ilkesi 15 uygulanıyorsa ithalat vergiye tabi olurken ihracat vergiden istisna edilecektir. Bu tip bir uygulama gider vergisi olarak katma değer vergisi (KDV) ni benimsememiş ülkelerle dolaylı vergilemede kaynak ilkesini benimseyen ülkeler açısından uluslararası ticarette rekabeti bozucu ve dolayısıyla korumacı bir araç haline gelmektedir. GATT, dolaylı vergilerde ithalata konu olan mallar ile ihracata konu olan mallar için bu şekilde bir farklı muamelenin yapılmasına izin vermektedir 16. KDV nde üretim aşamasının herhangi bir safhasında çalışan bir firma her bir aşamada üretimde bulunduğu mala bir değer ilavesinde bulunur ve mamul mal üzerinden bu katma değer için KDV öder 17. Ödenen KDV mamul malı satın alan kişiye geçer. Bu malın son fiyatı üretim süreci içerisinde her bir aşamada ödenen bütün KDV ni de içerisinde barındırır. GATT kurallarına göre ülkeye ithal edilen her hangi bir mal ülke içinde tüketime konu olacağı için aynı tip mal için ülke içinde ödenen vergiye eş bir verginin o mal üzerinden de alınması ve iki mala da aynı muamelenin yapılması gereklidir (Appleyard ve Field, 238). Bunun gerçekleştirilmesi için dolaylı vergilemede varış ilkesinin uygulanması GATT tarafından desteklenmektedir. Varış ilkesi firmaların vergili fiyatlar yerine üretici fiyatlarına göre rekabet etmelerini sağladığından dolaylı vergilerin uluslararası ticaret üzerindeki etkilerinin tarafsız olmasını sağlamaktadır. Ancak bu ilkenin uygulanması sonucu ihracatçıların ülke içinde ödedikleri vergiler için ihracata konu malların ihracatının gerçekleşmesine bağlı olarak vergi iadesi almaları, buna karşılık rakip ülke firmalarından yapılan ithalat üzerinden vergi alınması ve yabancı firmaların kendi ülkelerinden vergi iadesi alamamaları, dolaylı vergilemede varış ilkesini benimseyen ülkenin firmalarına rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. Öte yandan, ihracatta ülke içinde yapılan dolaylı vergilemeden daha fazla vergi iadesi verilirse yurtiçindeki firmalara bir nevi gizli sübvansiyon ile avantaj sağlanacak; ithalatta ülke içindeki mallara uygulanan vergiden daha fazla vergi konursa gizli tarife ile yabancı firmalar ilave bir engelle karşılaşacaklardır (Balassa, 1967:229-30). Uluslararası düzeyde rekabet eşitliğinin sağlanabilmesi için ihraç mallarını ülke içinde uygulanan dolaylı vergilerden arındırmak, ithalatta ise ülke içinde uygulanan bu tip vergilere eşit seviyede telafi edici bir vergilemeye başvurmak gerekmektedir. Vergi sistemlerinde dolaylı vergilemenin önemli bir düzeyde olduğu ve dolaylı vergilemede varış ilkesini uygulayan ülkelerin ihracatçıları rekabet açısından avantajlı bir konuma gelirlerken, ABD gibi vergi sisteminde dolaysız vergilerin ağırlığı fazla olan ve varış ilkesinin uygulanmasına en elverişli dolaylı vergi türü olan KDV nin dışında bir dolaylı vergi uygulayan ülkelerin ihracatçıları için ise bu tip sınır vergisi uygulamaları haksız bir ihracat sübvansiyonu niteliğindedir (Appleyard ve Field, 238). İthalat Teminatları İthalat teminatları, ithalat için sipariş verildiği an teminat olarak merkez bankasına yatırılması zorunlu tutulan ithalat tutarının belirli bir kısmını içerir. Merkez bankasında 36

37 tutulan bu fonlar ithalatın gerçekleştirilmesinden sonra ithalatçıya geri ödenir. İthalat teminatları ithalatı kısıcı bir etki yaratır. Çünkü bu teminatlar ithalat yapılıncaya kadar ithalatçılar bir yandan teminat olarak merkez bankasına yatırılan fonlardan faiz geliri olarak kazanç sağlayamamakta öte yandan teminat tutarı kadar likiditeden mahrum kalmaktadır. Ortaya çıkan bu faiz kaybı nedeniyle ithalat teminatları ithalatçılar için ek bir vergiye dönüşmektedir. Öte yandan, merkez bankasına yatırılan fonlar piyasadaki para arzını bankaya yatırılan miktar kadar azaltacağından bu durum sonucunda ithal mallarına olan talebin azalmasına bağlı olarak ithalatta ikinci bir kısıcı etki ortaya çıkabilir. Ancak teminatlar geri ödendiğinde piyasadaki para arzı tekrar genişleyecektir. Teknik, İdari ve Çevre İle İlgili Engeller Ülkeler, uluslararası ticareti çeşitli idari, teknik ve diğer düzenlemelerle de engellemektedirler. Hükümetler, sağlık, emniyet, marka ve etiket gibi konularda düzenleyici faaliyetlerde bulundukları gibi bazı mesleklere ve medyanın bazı dallarına girişi kontrol altında tutan tedbirlere de yer vermektedirler (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:243). Çevreyi, tüketicileri, milli kültürü ve genel sağlığı koruma amacıyla hükümetler, uluslararası ticarete teknik bazı engeller oluşturmaktadırlar. Örneğin belirli hijyen şartlarını taşımayan yiyeceklerin, belirlenen güvenlik kurallarına uymayan oyuncak ve benzeri ürünlerin ve tüketicinin bilgilendirilmesine ve aldatılmasının önlenmesine yönelik etiket ve ambalajla ilgili kural ve standartlara uymayan ürünlerin ithali engellenmekte veya tamamen yasaklanmaktadır. Uluslararası ticareti engelleyen bu tip tedbirlerde iki temel araç kullanılmaktadır. Bu araçlardan ilki olan düzenleyici tedbirler ürünün satıldığı piyasada uyması zorunlu olan her türlü niteliği belirleyen ürün standartlarını; üreticilerin uymak zorunda oldukları üretim metodları, üretim süreci ve kirlilik ile ilgili standartları belirleyen düzenlemeleri; sağlığa zararlı ürünlere getirilen ithalat ve ihracat yasaklarını; doğal kaynakların korunması ve geliştirilmesi için empoze edilen ihracat kısıtlamalarını; paketleme, etiketleme, reklam ve medya ile ilgili düzenlemeleri içerirken; iktisadi araçlar sağlığa zararlı ürünler üzerinden alınan vergileri, çevreyi kirleten faaliyetlerden alınan yükümlülükleri ve çevresel sübvansiyonları kapsamaktadır (Rege, 1994:95). İktisadi araçlar, maliyet açısından daha etkin, kirliliğin önlenmesi için süreklilik taşıyan ve gelir sağlayan bir araç olması dolayısıyla daha üstün durumdadırlar. Düzenleyici tedbirlerin en büyük avantajı ise çevrenin ve genel sağlığın korunması gibi alanlarda uygun özellikleri taşımayan ürünlerin ithalini tamamen engellemesidir. Bazı alanlarda getirilen teknik engeller açık bir şekilde korumacı bir etkiye sahiptir (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:243). Örneğin, İtalya ülke dışında yapılan televizyon reklamlarını yasaklarken İngiltere, İngiliz televizyonlarında yabancı filmlerin gösterilmesini ciddi bir biçimde engellemekte; Fransa İskoç içkilerinin reklamını yasaklamakta; Japonya yabancı hukukçuların ülkesinde faaliyet göstermelerini engellemekte; İtalya ise avukat olarak ülkesinde faaliyet göstereceklere İtalya vatandaşı olma yükümlülüğü getirmektedir. Son yıllarda teknik engeller ile ilgili düzenlemelerin önemli bir kısmı sağlık ve çevre ile ilgili düzenlemelerdir. Çevre ile alakalı kamusal tedbirler uluslararası ticareti çeşitli şekillerde etkilemektedir (Rege, 1994:96). Bu etkilerden ilki çevresel standartların rekabeti etkileyecek bir yapıda olmasıdır. Bu tip standartların yoğun bir biçimde uygulandığı ülkelerde standartlara tabi ürünlerin maliyetlerinde artışlar meydana gelmekte ve bu nedenle rekabet açısından dezavantajlı bir durum söz konusu olmaktadır. Öte yandan, bu tip standartların fazla katı bir şekilde uygulanmadığı ülkelere karşı ithalatçı ülkeler tarafından azami kirlilik veya emisyon standartlarına uyulmadığı gerekçesiyle ticari tedbirler alınabilmektedir. Son olarak, global malların kirliliği (ozon tabakasının delinmesi ve iklim değişiklikleri v.b.) ile ilgili konularda dünya kamuoyunun 37

38 artan ilgi ve baskısı sonucu çevre ile ilgili uluslararası anlaşmalarda anlaşmaya taraf olmayan ülkelere karşı ticareti kısıtlayıcı tedbirlerin alınması yönünde eğilimler mevcuttur. İdari Sınıflandırmalar ve Teknik Engeller Bir ülkeye ithal edilen mallara uygulanan tarifeler malların cinsine göre değişir. Alınan gerçek vergi miktarı ise malların hangi grup içerisinde sınıflandırıldığına bağlı olarak değişmektedir. Bu sınıflandırma ile ilgili olarak uygulamada gümrük görevlilerinin serbestçe hareket edebilecekleri bazı durumlar söz konusu olabilmektedir. Örneğin, 1980 yılında, ABD de, gümrük görevlileri ithal edilen hafif kamyonlar üzerinden alınan vergi oranını bu tip kamyonları sınıflandırmada başka bir kategoride göstererek artırmışlardır. Bu uygulamadan önce monte edilmemiş kamyonlar (kamyon parçaları), ABD nin batı sahiline indirilip orada monte edilmekteydi ve tarife oranı yüzde 4 idi. Ancak gümrük idaresi yapılan ithalatın parça değil kamyon ithalatı olduğuna karar verdi. Bu karardan sonra araçlara uygulanan vergi oranı yüzde 25 oldu (Appleyard ve Field, 238). Bu örneğin de gösterdiği gibi, keyfi sınıflandırma kararlarının ticaret hacmi üzerinde önemli bir etkisi söz konusudur. Bazı ülkelerce uygulanan teknik standartlar ve idari düzenlemeler tamamen yerli sanayii koruyucu bir nitelik taşıyabilmektedir. Örneğin, Japon posta ve telekomünikasyon işletmesi ABD yapımı oto telefonlarının Japonya nın endüstri ve finansal faaliyetlerinin çoğunluğunun gerçekleştirildiği yer olan Tokyo-Nagoya koridorunda kullanılmaya uygun olamayacağı ile ilgili teknik bir standart oluşturmuştu (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:245). Bu engelleme ancak ABD nin misilleme tehdidi sonucu ortadan kaldırılabilmiştir. Teknik ve idari engeller çok küçük ayrıntılarla ilgili ve tek tek ele alındıkları zaman maliyetleri önemsiz sayılabilecek kadar az olan; ancak, hep birlikte değerlendirildiklerinde yüksek bir maliyet oluşturan ticari engellerdir. Ülkeden ülkeye farklılık gösteren ve belirli malların ticaretini kısıtlayan bu tip uygulamaları ülkeler meşru varsaymakta ve egemenlik haklarının bir gereği olarak uygulamaya devam etmektedirler. Tablo 1. Seçilmiş Bazı Gelişmekte Olan Ülkelerde Ulusal Standartların Sayısı Ülkeler Ulusal Standart Sayısı Zorunlu Standartların Yüzdesi Arjantin Brezilya Şili Kolombiya Endonezya 3600 Kore 8500 Meksika Filipinler 1400 Singapur 600 Türkiye 8500 Uruguay Venezüela Kaynak: Stephenson, 1997, s. 26. Ülkelerin uluslararası ticarette güvenlik, sağlık, çevre ve tüketicinin korunması gibi gerekçelerle aldıkları bazı önlemlerin (standartlar, teknik düzenlemeler) amacı dışında ticareti kısıtlayıcı bir nitelik kazanmasına teknik engeller adı verilmektedir (Yılmaz, 1997:46-47). Ticaretle ilgili teknik engeller uluslararası ticari faaliyetlerde oldukça önemli bir ticari engel konumundadır yılları arasında DTÖ ne uluslararası ticari uygulamalarla ilgili olarak yapılan 48 şikayetin 11 tanesi standartlarla ya da teknik 38

39 engellerle ilgilidir (Stephenson, 1997:17). Yukarıdaki tabloda çeşitli ülkelerdeki ulusal standartların sayısı yer almaktadır. Ulusal standartların sayısı ülkeden ülkeye değişmekle birlikte benzer gelişmişlik düzeyine sahip olan ülkelerde yaklaşık olarak aynı sayıda standardın kullanıldığı görülmektedir. Örneğin, Arjantin, Brezilya ve Türkiye de uygulanmakta olan standart sayısı yaklaşık olarak 8000 civarında iken ABD de bu sayı 100 bin civarındadır (Tablo 1). Ulusal standartların uluslararası ticarette zorunlu tutulması önemli bir tarife dışı engel niteliğindedir. Çevre Standartları Çevre ile ilgili kamusal düzenlemeler, ürünle ilgili standartları içeren ürün standartları ile üretim işlemi ve metodları ile ilgili standartları düzenleyen işlem ve üretim metodları standartlarından oluşmaktadır. Ürün standartları, ürünlerin kalite, performans, emniyet ve ölçü gibi özellikleri ile paketleme ve etiketleme ile ilgili şartların ne olacağını belirleyen standartlardır. Bu konuyu düzenleyen temel uluslararası anlaşma olan Ticaretle İlgili Teknik Engeller Anlaşması (TBT) 18, ilgili standartlar arasında zorunlu ve gönüllü olmak üzere ikili bir ayrım yapmaktadır. Çevresel amaçlara yönelik olarak kullanılan teknik düzenlemeler (zorunlu) ve standartlar (gönüllü), atıklarla ilgili kurallardan kumaş ağartıcı maddelerin kullanımının yasaklanmasına ve egzos gazlarının emisyonu ile ilgili standartlara kadar çok sayıda standart ve düzenlemeyi kapsamaktadır. Genel Anlaşmanın başlangıç bölümüne göre ülkeler, insan ve hayvan sağlığının, çevrenin ve bitkisel hayatın korunması için uygun buldukları ürün standartlarını benimseme hakkına sahiptirler. Ancak ürün standartları ile ilgili düzenlemeler ithalatın kaynağı konusunda her hangi bir ayrım yapmaksızın (en çok kayırılan ülke statüsüne göre) ve üye ülkelerin herhangi birinden ithal edilen bir mala yurt içinde üretilen benzer maldan daha az avantajlı bir şekilde davranmaksızın uygulanmak zorundadır. Öte yandan, Genel Anlaşma ya göre bu tip standartlar ticarete engel oluşturma amacı ile hazırlanamaz ve uygulanamazlar ve bilimsel bilgi ve delillere dayanmak zorundadırlar (Rege, 1994:103). Ürün standartları, uygulamaya ve uygulanma nedenlerine göre uluslararası ticareti engelleyen önemli bir araç konumuna gelebilirler. Bu durum kalite ve standartlara göre üretim açısından GÜ lerin seviyesinin çok gerisinde kalan GOÜ ler için ciddi bir problemdir. GÜ ler, işlenmiş yiyecek ürünlerinde katkı veya renklendirici maddeleri veya tekstil ve deri ürünlerinde kullanılan boya ve benzeri materyalleri belirleyen standartlar hazırlayarak bu tip standartlar ile rekabet gücü yüksek yabancıların ithalatını engelleyip yerli firmalarını korumaktadırlar. Ürünün satış için piyasaya sürülmesinden önceki aşamaya yani üretim aşamasına uygulanan üretim standartları mal ve hizmetlerin hangi koşullarda ve nasıl üretileceği ile ilgili norm ve standartları içerir. Ürünün kalite ve özelliklerini etkileyen üretim metotlarının 19 kullanılması halinde bu ürünlerin tüketilmesi sonucunda insan ve hayvan sağlığı ve çevrenin korunması açısından ortaya çıkacak problemleri önlemek amacıyla standartlara uymayan ithalata kısıtlama getirilebilir. Aksi halde üretim metotları ile ilgili standartlar ithalatı kısıtlayıcı bir araç olarak kullanılamaz (GATT, XX. md.). Yabancı üreticiler, çevre etiketleriyle ilgili kriterler üretim işlemi ve metotları ile ilgili standartlara dayanıyorsa çeşitli nedenlerle önemli engellere maruz kalabilirler. Bu nedenler şu şekilde sıralanabilir (Chang, 1997:138): İthalatçıların tercih ettiği standartlar ile uluslararası alanda kullanılan standartlar birbirleriyle uyuşmayabilir; bu tip standartlara uygun üretim yapmak ilave üretim maliyetlerine yol açabilir ve ilave bir maliyet unsuru olarak yabancı üreticilerin çevre etiketi alabilmek için gerekli bilgilere ulaşmaları gerekebilir. 39

40 Genel Anlaşma ya göre ülkeler genel sağlığı ve çevreyi korumak amacıyla ithal edilen mal ve hizmetlerin taşıması gereken standartları (ürün standartları) belirleme hakkına sahip olsalar da kendi belirledikleri üretim standartlarına uymadığı gerekçesiyle ithalatı engelleme hakkına sahip değillerdir. Ancak Uruguay Turu nda kabul edilen TBT anlaşmasına göre ülkelerin belirlediği üretim standartlarına uymayan ithal mallarına, ürün kalitesinin etkilenmesi halinde, kısıtlama getirilebilir. Öte yandan, sağlıkla ilgili tedbirleri düzenleyen anlaşmaya (SBS) göre bu nedenle uygulanacak bir kısıtlama ithalatçı ülkenin sınırları içinde üretim standartlarının insan ve hayvan sağlığını veya bitki yaşamını korumak için gerekli ise haklılık kazanabilir (Rege, 1994:110). GÜ ler çevrenin korunması ve çevreye dost ürünlerin satışını teşvik etmek amacıyla uluslararası ticaret üzerinde kısıtlayıcı etkilere sahip olan ambalaj standartları oluşturulması ve çevre etiketleri gibi uygulamalara başvurmaktadırlar. Ambalaj ile ilgili standartların uygulanmasının temel amacı paketleme ve ambalaj nedeniyle oluşan atık ve kirliliği azaltmaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için, hükümetler, atık maddelerin toplanmasını zorunlu hale getirme veya kullanılmış maddeleri yeniden işleyip kullanışlı hale getirme gibi kontrol ve düzenleme politikaları ile ambalaj üretimi ve tüketimi sonucunda çevresel nedenlerle ortaya çıkan dışsal zararların azaltılması amacıyla vergi gibi iktisadi araçlar kullanmaktadır (Rege, 1994:129). Öte yandan, bazı ülkeler belirli içecek ve deterjanlar için tekrar tekrar kullanıma uygun ambalajları (depozito sistemi) zorunluluk haline getirmektedirler. Yeniden kullanıma hazır hale getirilen maddelerin lehine, kullanılmamış maddelerin kullanımını azaltmak amacıyla paketleme ve ambalajlama materyallerinin üretiminde kullanılan ham maddelere vergi konulabilir. Geri dönüştürülmeyen ambalaj girdileri üzerinden alınan bu vergiye kullanılmamış materyal vergisi (virgin material tax) adı verilir (Rege, 1994:130). Bu vergilerin yanı sıra ambalaj üretiminde kullanılacak geri dönüştürülmüş ürünler müstesna olmak üzere diğer ürünlere vergisel yükümlülükler getirilebilir. Ambalaj ile ilgili kurallar yurt içinde üretilen ve ithal edilen ürünlere ayrım gözetilmeksizin uygulansa bile yabancı üreticiler için önemli problemlere neden olurlar (Rege, 1994:129): Bu tip uygulamalar ülkeden ülkeye değiştiği için ihraç malı ürünlerin ayrı ayrı her ülkenin standardına uyması üreticilerin ambalaj ve paketleme maliyetlerini artırır ve GOÜ üreticileri ambalaj ve paketleme işlemleri sonucu ortaya çıkan atıkları toplama, yeniden kullanma ve kullanılmış materyali yeniden kullanılabilir hale getirme konularındaki yükümlülükleri ya yerine getiremezler veya bu yükümlülükler katlandıkları maliyeti oldukça artırır. Çevre Etiketleri (Eco-Labelling) Son yıllarda ürünlerin çevre ile alakalı niteliklerine dikkat çekmek için ürün veya ambalajı üzerinde çevre etiketlerinin kullanımında önemli artışlar söz konusudur. Bu tip etiketlerin büyük bir kısmı satışları artırmada teşvik edici bir pazarlama tekniği olarak gönüllü bir şekilde kullanılmaktadır. Çevreye zarar verici nitelikte maddeleri ihtiva eden ürünlerde ise tüketiciyi uyarmak amacıyla çevre etiketleri kullanılmaktadır. Çevre etiketleri temelde gönüllü bir karaktere sahip olmalarına karşılık çevresel özellikleri çerçevesinde ürünlerin farklılaşmasına yol açtıkları için rekabet koşulları üzerinde önemli etkilere sahiptirler. Bu tip uygulamalar, çevre etiketi uygulamasına tabi olan veya bu etiketi alan ürünlerin ve etiket uygulamalarında kullanılan kriterlerin seçiminde şeffaflığın olmaması nedeniyle ticaret üzerinde olumsuz etkilere sahiptirler. İhracatçılar çevre etiketi programları hakkında yeterli bilgi edinemeyebilirler ve ileri sürülen kriterlere uymakta zorluk çekebilirler. Öte yandan, yabancı bir üretici için ihracatçı ülkenin talep ettiği etiketi almak ve bu etiketin koşullarını uygulamak bir çok zorluğu gündeme getirdiği gibi farklı çevre etiketi rejimlerinin söz konusu olması nedeniyle farklı piyasalara giriş zorlaşmakta ve yüksek maliyetler ortaya çıkarabilmektedir (Chang, 1997:138). Çevre etiketleri ABD ve İsveç dışındaki bütün ülkelerde ya bir hükümet 40

41 kuruluşu tarafından oluşturulmakta ve kuruluşlara verilmektedir ya da yarı resmi veya özel nitelikteki kuruluşlara kamu desteği söz konusudur 20. İhracat ürünleri ile ilgili çevre etiketi uygulamaları yürürlüğe konulduğunda, henüz hazır olmadıkları bu uygulama ile özellikle GOÜ lerin rekabet açısından dezavantajlı bir duruma düşmeleri söz konusu olabilir. Rekabet konusunda avantajlı olmama durumu, yabancı üreticilerin çevre etiketlerinin verilmesinde kullanılan kriterler için yapılması gereken müzakerelere katılamamaları ve kendileri dışında belirlenen kriterlere göre bu tip etiketlerin kullanılması halinde korumacılığa dönüşen bir uygulama meydana gelmektedir. Çevre etiketleri ticareti kısıtlayıcı etkileri yüzünden Dünya Ticaret Örgütü nün gündemine girmesine rağmen bir çok ülkede uygulamanın gönüllü olması ve özel kuruluşlarca düzenlenmesi nedenleriyle GATT disiplini dışında kalmaktadır. Ancak, çevre etiketlerinin yurtiçi standartlar oluşturması bu uygulamaların TBT Anlaşması hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesini gerektirmektedir. Öte yandan, bu tip uygulamaların ithal ürünlerin en az benzer nitelikteki ulusal ürünlere yapılan muamele ölçüsünde muameleye tabi tutulması yönündeki hükme uygun olarak ticari bir engel şeklinde kullanılmaları GATT tarafından yasaklanmıştır (GATT, III/4. md.). Ülkelerin çoğu tüketicilerin aldatılması amacıyla bu tip etiketlerin reklamlarda kullanımının önüne geçmek için milli kanunlarını değiştirmekte ve zorlayıcı tedbirler almaktadır Pozitif Koruma Pozitif koruma, ithalatın çeşitli önlemlerle kısıtlanması yerine ihracatın artırılmasını sağlayacak çeşitli politikaların uygulanmasını içerir. Pozitif koruma araç ve uygulamaları şu şekilde sınıflandırılabilir: Sübvansiyonlar ve diğer devlet yardımları, özel gümrük rejimleri, fikri ve sınai hakların korunmasına yönelik uygulamalar ve yabancı sermaye politikaları. Sübvansiyon ve Diğer Yardımlar Hükümet veya herhangi bir kamu kurum veya kuruluşu tarafından mal ve hizmet üretimine yapılan mali bir katkı 22 ya da başka bir ifadeyle, hükümetler tarafından firmalara dolaylı veya dolaysız olarak parasal birimlerle ifade edilen ve ölçülebilen belirli bir faydanın sağlanması (Yakıcı, 1992) olarak tanımlanabilen sübvansiyonlar, tüketicilerin reel gelirlerini artırmak için fiyatları aşağı çekmek, üreticilerin (mesela çiftçilerin) gelirlerini artırmak, bazı endüstrileri korumak ve geliştirmek, AR-GE gibi özel ekonomik faaliyetleri teşvik etmek, yeni sanayi dallarını teşvik etmek, bölgelerarası ekonomik dengesizlikleri önlemek, ödemeler dengesi açıklarını gidermek, işsizliği önlemek ve gelir ve servet dağılımını adil bir hale getirmek gibi amaçlarla uygulanmaktadır (Bannock, Baxter ve Davis, 1992:410 ve Zampetti, 1995:6-7). Sübvansiyonlar, çok farklı şekillerde sınıflandırılabilirler (Zampetti, 1995:7): Dolaylı ve dolaysız sübvansiyonlar, üretim (yurtiçi) ve ihracat sübvansiyonları ve genel veya spesifik sübvansiyonlar. Genel sübvansiyonlar herhangi bir endüstri veya işletme tarafından herhangi bir sınırlama olmaksızın yaygın bir şekilde kullanılırlar ve saptırıcı bir etkiye sahip değildirler. Bir çok hükümet, aralarında kamu tarafından gerçekleştirilen alt yapı yatırımları, eğitim ve adalet hizmetlerinin de olduğu ancak sübvansiyon addedilmeyen yöntemlerle endüstrileri ve firmaları desteklerler. Öte yandan, ancak belirli şartlarla yararlanılabilen, sadece belirli endüstri ve şirketlerin faydalanabildiği ve bu nedenlerle potansiyel olarak saptırıcı etkilere sahip olan spesifik nitelikli sübvansiyon uygulamaları da vardır. Sübvansiyon tedbirlerinin çok çeşitli olması ve son yıllarda kamu satın alımları ve AR-GE için yapılan kamu destekleri gibi dolaylı sübvansiyon 41

42 uygulamalarının ortaya çıkması nedeniyle sübvansiyonları kesin sınırları ile sınıflandırmak çok zordur. Sübvansiyonlar, mali nitelikli sübvansiyonlar (vergi tatilleri, yatırım teşvikleri, gelir vergisi indirimleri, ihracat veya ithalat üzerinden alınan vergilerle ilgili istisnalar, v.b.) ve finansal nitelikli sübvansiyonlar (doğrudan sübvansiyonlar, kamu kredileri, elverişli koşullarda sigorta imkanının sağlanması v.b.) olarak da sınıflandırılabilirler. Ancak bu sınıflandırmanın ötesinde de sübvansiyon niteliği taşıyan çeşitli uygulamalar söz konusudur. Örneğin, kamu tarafından düşük bir maliyetle üreticiye sunulan altyapı ve diğer hizmetler, tercihli kamu satın-alımları, tekel hakkının bağışlanması, ithalat rekabetine karşı koruma ve dövizle ilgili tercihli uygulamalar da sübvansiyon sayılan uygulamalardır (Brewer ve Young, 1997:81). Sübvansiyonlar, çok çeşitli araçların kullanılması ile uygulanmaktadır. Dar anlamda araç kapsamına şirketlere yapılan doğrudan nakdi yardımlar girmektedir. Ancak bu kavram, sektörler arasında kaynakların yeniden dağılımına neden olan bütün politikaları, nakit yardımların yarattığı benzer etkileri ortaya çıkaran her türlü aracı ve bütçeye yük getiren bütün kamu müdahalelerini de kapsamaktadır. Bu nedenle emek ve sermaye faktörlerinin kullanımına yönelik yardımlar, vergi imtiyazları, sübvanse edilmiş krediler, borç garantileri, devletin bazı ticari şirketlere ortak olması (bunlar uluslararası karşılaştırmalarda da sübvansiyon kapsamına girerler), tercihli kamu satın alımları ve bazı düzenleyici anlaşmalar bu tanım içinde yer alırken sektörler arasında kaynakların potansiyel olarak yeniden dağılımına yol açan işsizlik sigortası veya sosyal güvenlik gibi geniş sosyal içerikli programlar ile tarifeler, kotalar ve GİK gibi dış ticaret politikası araçları sübvansiyon tanımı içine girmemektedir (Zampetti, 1995:11-12 ve Karluk, 1996:204). Sübvansiyonlar, ekonomide üç temel etkide bulunur (Karluk, 1996:202): Öncelikle nispi fiyatları değiştirerek kıt kaynakların sektörler arasında yeniden dağılımına yol açar. Kaynakların sübvansiyonlar yoluyla belirli sektörlere aktarılması bu sektörlerin suni olarak korunmasına neden olur. Dış rekabet açısından zayıf olan ihracat veya ithal ikamesi sanayi dallarının sübvansiyon dışındaki koruma araçları ile de korunması durumunda bir yandan daha fazla vergileme yoluyla kaynakların yeniden tahsisine yol açarak ekonomik etkinliği bozarken öte yandan ülke refahının reel olarak azalmasına neden olur. Bu etkisinin yanı sıra sübvansiyonlar, gelir dağılımını vergi ödeyenlerden sübvansiyonlardan doğrudan yararlananlar lehine değiştirerek gelir transferine yol açar. Üçüncü olarak, sübvansiyonlar, dış ticaret üzerinde olumsuz etkilerde bulunurlar. Sübvansiyonların başlıca olumsuz etkileri şunlardır (European Commission, 1994:2-3): Yurt içi sübvansiyonlar bazı işletmelerin rekabet imkanlarını diğerlerine göre sun i bir şekilde artırarak devlet yardımından faydalanmayan işletmelerin aleyhine piyasadaki pazar paylarını artırmalarına neden olur. Sübvansiyon, ürün fiyatlarına yansımasa dahi faydalanan firmaların borçlarını azaltması ve bu firmaların daha saldırgan bir strateji izlemelerine neden olması nedeniyle rekabet koşullarını değiştirebilir. Yardımdan faydalanamayan firmalar optimal olmayan bir seviyede üretimde bulunmaya zorlanacaklarından piyasadan dışlanabilirler ve bu durum yurt içi milli hasılayı ve ekonomik etkinliği azaltarak önemli makro-ekonomik sapmalara yol açabilir. Yurtiçi sübvansiyonlar belirli bir sektöre ya da belirli bir ürüne destek sağladıkları anda sektörün aşırı büyümesine veya ürünün aşırı üretilmesine/tüketilmesine yol açarak kaynak dağılımında sapmalara ve böylece ekonomik etkinlikte azalmaya neden olabilirler. Diğer taraftan, bu tip yardımlar genellikle istihdamın artırılması yerine sabit yatırımlar için verildiğinden üretim faktörlerinin dağılımını da olumsuz yönde etkiler. 42

43 Sübvansiyonlar bütün ülkelerde kamu harcamalarını artıran ve bütçe üzerinde önemli bir yükün oluşmasına neden olan bir faktördür. Bu yükün olumsuz etkisi sübvansiyonların finansman şekline göre ekonomik istikrarsızlığın artmasına (emisyon), vergi yükünün artmasına (vergilerin artırılması) ya da gelir ve servet dağılımının bozulmasına (dolaylı vergilerin artırılması veya kamu harcamalarının bileşiminin değiştirilmesi) neden olabilir. Tüketici refahını azaltmamaları nedeniyle tarife, kota ve fark giderici vergilere göre daha uygun bir araç konumunda olmalarına karşılık kamu bütçesinden yapılan dolaysız bir ödeme olması nedeniyle bütçe açıklarına yol açarlar veya bu açıkları artırırlar. Bu harcamaların daha fazla vergileme ile finanse edilmesi sonucunda vergi yükünün artması tüketici refahının azalmasına yol açar. Bu tip yardımlar bütçe kaynaklarının yüksek maliyetli, verimsiz endüstrilere aktarılmasına neden olabilir. Sübvansiyonların global olarak verilmesi (tüm ülke çapında veya sektör-ürün başına) bu tip imkanlardan gelişmiş bölgelerin daha fazla yararlanmalarına ve böylece bölgeler arası gelişmişlik farklarının artmasına neden olabilir. Son olarak, iç piyasada, mal düşük bir fiyatla satıldığı için bu tip sübvansiyonlar tüketici refahını azaltıcı bir etkiye sahip değilken iç üretimi artırarak ithalatı kısıtladıkları için dış ticareti daraltıcı bir etkiye sahiptir (Carbough, 1997:159). Diğer devletlerin aleyhine yerli firmaların rekabet gücünün artmasına neden oldukları için misilleme veya karşı tedbir uygulamalarına yol açabilirler. Üretim Sübvansiyonları Yerli endüstrileri dış rekabetten korumak için başvurulan yollardan birisi olan sübvansiyonlar ithal rekabetçi endüstrileri koruma amacıyla verilen iç üretim sübvansiyonları ve ihracatı teşvik etmek amacıyla verilen ihracat sübvansiyonları olmak üzere iki ana başlık altında incelenebilirler. İthal ikameci endüstrilere yöneltilen sübvansiyonlar kaynakların bu endüstrilere aktarılmasını sağlayarak üretimi artırırlar. Üretim sübvansiyonlarında hükümet yerli üreticiye serbest dünya fiyatı ile bunun üzerinde kalan yurt içi maliyet arasındaki fark kadar bir katkıda bulunur. Sübvansiyonlar, piyasa ekonomisinin başarısız olduğu kabul edilen bazı alanlarda (bebek endüstriler, ar-ge faaliyetleri, mesleki eğitim, küçük ve orta ölçekli işletmeler ve endüstriyel yeniden yapılanma) ve bedavacılık (free-rider) motifi, dışsallıklar, tam rekabet koşullarının geçerli olmaması (ve özellikle yetersiz enformasyona bağlı belirsizlikler) gibi durumlarda kamu müdahalesini meşrulaştıran bir araç konumundadır. Endüstriyel faaliyetlerin globalleşmesinde meydana gelen artışlar, soğuk savaş sonrasında askeri üretimin sivil üretime dönüşmesi, hemen hemen tüm OECD ülkelerinde bütçe uygulamaları ile ilgili sıkıntıların artması, sektör bazında desteği öngören sanayi politikalarından vazgeçilmesi ve Uruguay Turu müzakerelerinde sübvansiyonlarla ilgili uluslararası bir disiplinin oluşması imalat endüstrisine yöneltilen sübvansiyon uygulamalarını azaltıcı bir etki meydana getirmektedir (Murphy ve Pretschker, 1997:12). İhracat Sübvansiyonları İhracat sübvansiyonları, tüm ihracatı kapsayan ve genel nitelikli olabileceği gibi sadece spesifik ürünlere veya belirli endüstrilere uygulanan seçici bir niteliğe de sahip olabilir. Genel nitelikli ihracat sübvansiyonları istihdamın artırılması ve ödemeler bilançosu dengesinin sağlanması gibi amaçları gerçekleştirmede bir araç olarak kullanılırken seçici sübvansiyonlar bu amaçlara ilaveten belirli endüstrilere spesifik iktisadi yardımda bulunarak bu endüstrilerin gelişmesini sağlamak amacıyla uygulanmaktadır (Baldwin, 1970:47). Sübvansiyonlar, yatırımları kalkınmada öncelik taşıyan sektörlere ya da bölgelere yönlendirdiği, olumlu dışsal ekonomi üreterek ekonomik etkinliği artırdığı ve 43

44 tekelleşmeyi önleyerek serbest piyasaya işlerlik kazandırdığı ölçüde iktisadi kalkınma açısından yararlı olabilir. Son yıllarda, GOÜ ler sermaye birikimini artırmak ve iktisadi kalkınmayı hızlandırmak; GÜ ler ise, rekabet gücü düşük olan yerli endüstrileri korumak için sübvansiyon uygulamasından yoğun olarak yararlanmaktadır. GOÜ ler dışa dönük bir ticaret stratejisini benimserlerken, ihracatlarını artırmada, döviz kuru düzenlemeleri yerine sübvansiyonları bir araç olarak kullanma eğilimine girmişlerdir (Chong-Hyun, 1987:727). İhracat sübvansiyonu, vergi iadesi, doğrudan ödeme, düşük faizli kredi, ucuz girdi sağlanması, gelir ve kurumlar vergisi muafiyeti, taşıma giderlerine sübvansiyon ve benzeri tedbirlerle ihracatçıya, ihraç ettiği her birim mal karşılığında yapılan devlet katkısıdır (Kreinin, 1991:368). Bu tip sübvansiyonlar ihraç malının birim üretim maliyetini düşürerek ihracatçı açısından dış satımın karlılığını artırır ve böylece ihracatı teşvik ederler. Ancak yerli tüketicilerin sübvanse edilen mala yabancılara göre daha fazla fiyat ödemelerine ve sübvansiyonun yüksek vergilerle finanse edilmesi halinde sübvansiyonun maliyetine katlanmaları nedeniyle yurt içi tüketicilerin refahını azaltıcı bir etkiye sahiptir. İhracat Kredileri ve İhracat Sigortası İhracat kredileri GOÜ lere yönelik proje finansmanının en önemli kaynaklarından birisidir. Birçok ülke ihracatı teşvik etmek için düşük faizli ve uygun koşullu ihracat kredisi uygulaması ile ihracatçıların karşılaşacakları riskleri minimize etmek amacıyla ihracat sigortası uygulamalarına başvurmaktadır. Bu tip uygulamalar ithal rekabetçi faaliyetlerdeki korumayı azaltmadan ihracatı etkin bir şekilde koruyarak ihracat ve ithalat teşviklerinin dengelenmesini amaçlamaktadır (Fitzgerald ve Monson, 1988:53). İhracatta yabancı alıcının ödemeyi ertelemesi durumunda ortaya çıkan ihracat kredileri kısa (iki yıla kadar), orta (iki-beş yıl arası) ve uzun (beş yıldan fazla) vadeli krediler olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Yaygın uygulamaya göre hammadde ve tüketim malları peşin veya kısa vadeli kredilerle, dayanıklı tüketim malları ile sermaye malları orta vadeli kredilerle ve ağır sermaye malları ile anahtar teslimi yatırım projelerine konu olan ihraç faaliyetleri ise uzun vadeli krediler ile satılmakta veya gerçekleştirilmektedir. Kısa vadeli ihracat kredileri, sevkiyat öncesi (pre-shipment) ve sevkiyat sonrası olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilmektedir (Xafa, 1987:19-20). Sevkiyat öncesi kredi ile ihracatçının, ihracat siparişini aldıktan sonra siparişe konu olan malları imal etmek, satın almak ve göndermek için krediye gerek duyması halinde ihracatçıya işletme sermayesi sağlanmış olur. Bu tip bir finansman, genelde çeşitli akreditif uygulamaları ve bankaların ihracatçıya verdikleri avanslar şeklinde gerçekleşmektedir. Sevkiyat öncesi finansman tekniklerini iki başlık altında toplayabiliriz (Togan, 73): İthalatçı firmanın açmış olduğu akreditifin tamamını veya bir bölümünü peşinen ihracatçıya kullandırmak istemesi durumunda bankasından ihracatçı lehine bir akreditif açmasını isteyebilir; ihracatçı böyle bir finansman sağlayamıyorsa kendisi bir bankadan kredi temini yoluna gidebilir. Sevkiyat sonrası finansman yöntemleri, bir kimsenin talebi üzerine bir bankanın şube veya muhabirleri nezdinde, herhangi bir kimse veya firma lehine açılan bir kredi olan ve satıcının sevk belgelerini bankaya vererek mal bedelini hemen alması nedeniyle malların ithalatçının ülkesine gitmesi ve ithalatçının göndereceği paranın ihracatçının eline geçmesine kadar geçecek süre zarfında, ihracatçının finansman kaybına uğramamasını sağlayan akreditif kredisi; vesaik mukabili ödemelerde, ihracat poliçelerinin görüldüğünde ödemeli olanların satın alınması, vadeli ödemeli olanlarda iskonto edilmesi suretiyle ihracatçıya sağlanan kredi türü olan iştira ve iskonto kredisi ile malları temsil eden vesaikin rehni karşılığında ihracatçıya verilen avans olan vesaik mukabili avanstan oluşur (Togan, 74). 44

45 Sevkiyat öncesi ve sonrası kredi programlarının korumacılığın meydana getirdiği yurt içi sapmaları önleme ve ihracat ile ilgili olumsuz önyargıları ortadan kaldırma amacıyla kullanılması gerektiği ileri sürülür. İhracatla ilgili faaliyetlerde kullanılmak amacıyla talep edilen kredileri teminde bazı zorluklar söz konusu olabilir. Bu zorluklardan ilki sermaye piyasasının ihracat kredisi sağlamada başarısız olmasıdır. Bu başarısızlık ihracatçının ihracat dışındaki faaliyetlerle aynı faiz oranıyla sevkiyat öncesi kredi bulamadığı zaman ortaya çıkar. İkinci neden ihracat faaliyetlerinin sahip olduğu riskin büyük olması ile ilgilidir. Bu nedenle kreditörler borcun şartlarını ağırlaştırma yoluna giderler ve bu eğilim ihracatçıların elverişli koşullarda ve yeterli miktarda kredi bulamamalarına neden olur. Bu tip nedenlerle ihracatçıların uygun koşullarda kredi temin edememeleri hükümetlerin kredi piyasasını ihracatçılar lehine yönlendirmesine neden olur. Sevkiyat öncesi krediler, garanti ve teminat sağlama, iskontolar veya benzeri müdahalelerin sonucunda oluşan yönlendirici kredi politikaları, kredileri karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmayan faaliyetlere yönlendirerek rantın ortaya çıkmasına sebep olur. Bu nedenle karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmayan ihracat faaliyetlerinin uygun koşullarda kredi kullanmaları diğer faaliyet alanlarına göre bu kredileri daha etkin kullanamamaları halinde kaynak israfına neden olacaktır (Fitzgerald ve Monson, 1988:54). İhracat kredi sigortası uluslararası muamelelerde ticari veya siyasi risklere karşı kreditörleri garanti eder ve genel olarak ihracatı sigorta eder. Bu tip bir işlemin maliyeti oldukça yüksektir. Örneğin, Fransa daki ihracat kredisi ve sigortası programlarının sübvanse miktarının, yılları arasındaki dönemde, 1.2 ila 2.7 milyar Dolar arasında olduğu tahmin edilmektedir (Fitzgerald ve Monson, 1988:53). İhracatın teşviki amacıyla kullanılan bu tip tedbirler uluslararası ticaretin çok az bir kısmına uygulanmakla birlikte ihracatçılara sübvanse niteliklerinin olması nedeniyle uygulanmaya devam etmektedir. İhracat sigortası, ihracatın taşıdığı yüksek riskleri telafi amacıyla yüksek oranlı bir primi gerektirdiğinden elde edilemeyebilir ve piyasa başarısızlığı ortaya çıkabilir. Bu nedenle ihracat kredi sigortası, ihracatla ilgili teminatlar veya sübvanse edilmiş sevkiyat sonrası ihracat kredileri, uluslararası ticarette ortaya çıkan çeşitli riskleri ortadan kaldırmayı amaçlar. Bu tip araçların özel sektörce sağlanamaması durumunda ihracat faaliyetlerinde ortaya çıkan riskleri ihracatçı lehine azaltmak için hükümet müdahale eder ve ihracat sigortasını sübvanse edebilir. Alıcı (supplier s credit) ve satıcı (buyer s credit) olmak üzere iki tür ihracat kredisinden bahsedilebilir (Togan, 75-76). Alıcı kredilerinde kredi veren banka mal bedelini önceden belirlenen zamanda ithalatçıdan alırken vadeli mal satan ihracatçı ürünü gönderir göndermez ihracatla ilgili belgeleri ilgili bankaya vererek ürün tutarı kadar krediyi alabilmektedir. İhracat bedelinin alınamaması halinde banka ihracatçıya rücu edebilir; ihracatçı ise ihracat kredi sigortasının bulunması halinde bu riski sigortaya havale ederken diğer hallerde riski kendi üstlenir. Alıcı kredisi, malın kaliteli üretimini sağlama, zamanında teslim ve teçhizatın işlerliğini temin etme gibi sorumluluklarını yerine getirme karşılığında ihracatçı ülkedeki bir kredi kurumu ya da bir konsorsiyumun doğrudan ithalatçıya açtığı ve ithalatçıya ihracatçı ülkedeki sermaye mallarını ve hizmetleri nakit parayla satın alma imkanı sağlayan bir kredi türüdür. Bu tip krediler ihracatçının her türlü finansman riskini finansman kurumlarına devredebildiği kredilerdir. İhracatın teşviki ve ihracattaki rekabeti artırmak amacıyla ihracat kredisi ve ihracat kredisi sigortası temin amacıyla ihracat kredi kurumları hemen hemen her ülkede faaliyet göstermektedir ve sundukları hizmetlerin faaliyet alanları farklılık arzetmektedir (Tambe ve Zhu, 1993:2-3). Bu tip kurumlar, sağladıkları kredi, teminat veya sigorta hizmetleri ile bazen hem siyasi riskleri (borçlu ülke hükümetinin borcu ödememesi halinde) hem de ticari riskleri (borçlunun insiyatifinde olan riskler) karşılarlarken bazen de bu tip risklerden yalnızca siyasi olanlarını karşılama eğilimindedirler. Kısa vadeli ihracat 45

46 kredilerinde kredi kurumları ihracat faaliyetinin tümünü veya belirli ülkelere yapılan ihracat faaliyetlerinin tümünü kapsayacak bir şekilde risk alırlarken orta ve uzun vadeli kredilerde riskin kapsamı bireysel sözleşmeler çerçevesinde yalnızca ihracatçılardır. İhracat faaliyetinin yerel para birimi dışında yabancı bir para birimi ile gerçekleştirilmesi halinde teklif tarihi ile sözleşmenin yapıldığı tarih arasında veya bağlantı tarihi ile malın teslimi tarihi arasında döviz kurunda meydana gelen değişmelerden kaynaklanan riskler de bu kurumların faaliyet sahasına girebilir. Son olarak, ihracat-ithalat bankaları veya benzeri resmi finansal kurumlarla ihracat desteklenmektedir. İhracatın hükümet tarafından müdahalelerle desteklenmesinde bu tip bankaların yanı sıra ihracat kredisi sağlayan diğer finansal kurumlar ile merkez bankaları da rol alabilmektedir. GATT ın ihracat sübvansiyonları ile ilgili kuralları, ülkelerin ihracat kredi programlarının uzun vadede meydana gelecek kayıpları (idari maliyetler ve diğer her türlü zarar) karşılamayacak bir şekilde düşük bir prim veya faizle yürütülmesini ve ihracat kredilerine uygulanan faizlerin sübvanse edilmesini yasaklamaktadır (Tambe ve Zhu, 1993:4). Tercihli Kamu Alımları Tercihli Kamu Alımları, kamu kurumlarının kamusal mal ve hizmet alımlarında kasıtlı olarak yerli firmaları tercih etmeleri nedeniyle yabancı ülkelerden yapacakları alımları ve yabancı firmaların yerel piyasaya girişini engelleyen bir düzenlemedir (Vousden, 1995:47). Örneğin, ABD de, Buy American adlı kanun federal hükümete ait kurum veya kuruluşların, yabancı firma ürünlerinin fiyatından yüzde 6 ya kadar daha pahalı olsa bile yerli firmaların ürünlerini satın almalarını emretmektedir (Appleyard ve Field, 237). Bu oran savunma sanayii ile ilgili bazı mallarda yüzde 12 ye kadar yükselmektedir ve geçmişte bu oranın yüzde 50 ye kadar yükseldiği durumlar da söz konusudur. Bunun yanı sıra, bazı eyaletlerde de benzeri uygulamalar bulunmaktadır 23. Kamu ihalelerinde, kurumların, işlenmemiş ürünlerde sadece ABD de üretilen ürünlerle ihaleye katılmalarına izin verilirken, işlenmiş ürünlerde asgari yüzde 50 yerli girdi kullanma şartı aranmaktadır (İGEME, 1997:17). ABD nin yanı sıra çeşitli ülkelerde kamu ihalelerinde yerli firma ve teşebbüsler tercih edilmektedir. Örneğin, AB 1992 yılında kamu kurum ve kuruluşlarının yüzde 3 fiyat farkına kadar AB içerisinden mal satın almalarını şart koşarken (Appleyard ve Field, 237); Çin, devlet ihalelerinde yerel müteşebbislere belirli ayrıcalıklar tanımaktadır. Örneğin, Çin para birimi Renminbi cinsinden olan ihalelere genel olarak yabancılar katılamamaktadırlar (İGEME, 1997:41). Endonezya da inşaat ve satın alma işlemleri sırasında ilgili mal ve hizmetlerin ülkede var olması halinde, firmalar öncelikle yerli mal ve hizmetleri satın almak durumundadırlar (İGEME, 1997:47). Malezya da yabancı yatırımcıların büyük alt yapı projelerine ilişkin ihalelere yerli partnerler ile ortak yatırım şeklinde katılmalarına izin verilmekte ve ortak yatırımların en az yüzde 30 unun Malay kökenli (Bumiputra) Malezyalılar tarafından oluşturulması esas kabul edilmektedir. Devlet ihalelerine katılan ulusal firma ya da vatandaşlara Mısır da yüzde 15; ABD de özellikle su, ulaştırma, enerji ve telekomünikasyon sektörlerinde yüzde 6-25; Güney Afrika Cumhuriyeti nde yüzde 30-40; Polonya da yüzde 20 seviyesinde fiyat avantajı sağlanmaktadır. Rusya da ise yabancıların kamu ihalelerine katılmaları mümkün değildir ve Rus mevzuatı kamu alımları ile kamuya satılmak üzere yapılan alımlar arasında da bir ayrım yapmamaktadır (İGEME, 1997:135). Tercihli kamu alımları, yurtiçi ve uluslararası ticarette gizli veya açık bir şekilde uygulanma imkanına sahip olan ve rekabet koşulları konusunda belirsizliğin olması nedeniyle yabancı üreticilerin rekabet gücünü tamamen ya da kısmen yok eden önemli bir tarife dışı engeldir (Gray, 1979:183). 46

47 Kamu alımlarında yurt içi firmaların tercih edilmeleri çok değişik şekillerde gerçekleşebilir. Yalnızca ulusal hava yolu şirketleriyle uçulması veya yerli sigorta şirketlerine müşteri olma zorunluluğu getirilebileceği gibi hükümetler yabancı şirketlerin kamu ihalelerinin zamanı ve prosedürü ile ilgili bilgileri yabancı firmalardan saklayarak veya ihalelerde gayri resmi olarak yerli firmaları gözeterek ihalenin yerel firmalarda kalmasını sağlayabilirler. Tokyo Turu nda kamu ihaleleri prosedürlerinin belirli ve açık olmasına yönelik bir Kamu İhaleleri Kodu hazırlanmıştır. Ancak, günümüzde hükümetler yerel firmaları çeşitli şekillerde tercih etmeye devam etmektedirler. Bu tercih kamunun tekel oluşturduğu piyasalarda (iletişim veya elektrik dağıtımı gibi doğal tekel piyasalarında) milli güvenlik ve özel sektör monopollerinden tüketiciyi korumak gerekçesiyle geniş ölçüde sürdürülmektedir (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:243). Bu tip piyasalarda kullanılan malların ithalatına getirilen kısıtlamaların bir diğer amacı da yurt içi endüstrilerin korunmasıdır. Bu tip uygulamalar yerel üreticilere belirli bir miktarda fiyat koruması sağladıklarından ad valorem bir tarife ile ve üreticiye yapılan sübvansiyonla aynı etkilere sahiptirler. Ancak yerel üreticilere daha az etkin üretim metotlarını kullanma ve serbest ticarete kıyasla daha yüksek bir fiyatla mal ve hizmetleri satmaya olanak tanıdığı için kamu projelerinin ve mal alımlarının maliyetini artırmakta ve refah kaybına yol açmaktadır (Carbough, 1997:169). Tercihli kamu alımları, yerel sanayiin korunmasının yanı sıra halk tarafından ödenen vergilerle kamu hizmeti gören ve faaliyette bulunan kamu kurum ve kuruluşlarının mal ve hizmet alımlarında önceliğin vergileri karşılayan yerel üreticilere tanınmasının daha adil olacağı fikrine dayanır. Öte yandan, kamusal nitelikli mal ve hizmet alımlarının yurt içi üretimini (ve dolayısıyla vergi matrahını) artıracağı için daha fazla verginin toplanmasına da hizmet edeceği öngörülmektedir. Uluslararası ticarete önemli bir engel oluşturan, iktisadi kaynakların optimal kullanımını engelleyen ve verimlilik kaybına yol açan tercihli kamu alımlarının önlenmesi ve bu alanda serbest ticarete yönelik adımların atılmasını sağlamak için 1979 yılında Tokyo Turu nda başlayan çalışmalar sonucunda Kamu Alımları İle İlgili Anlaşma 24 (The Agreement on Government Procurement-GPA) bir kaç devlet arasında imzalandı ve bu anlaşma Uruguay Turu nda revize edilerek geliştirildi (Reich, 1997:127-28). GPA, kamu alımları ile ilgili kontratların eşit ticari şartlar altında uluslararası rekabete açılmasını sağlamak amacıyla üye ülkeler arasındaki ticarette ayrım yapmama ilkesi çerçevesinde Anlaşmaya taraf olan ülkelerdeki herhangi bir üretici veya ürüne karşı kamu ihalelerinde herhangi bir ayrımın yapılmasını yasaklamaktadır (GPA, III. md.). Anlaşma, bu genel yasağın yanı sıra bütün potansiyel üreticiler için rekabet koşullarını iyileştirmek ve yabancı firmalara karşı ayrımcılığı engellemek için ayrıntılı teklif (tendering) prosedürlerinin uygulanmasını şart koşmaktadır (Reich, 1997:128). Buna göre, Anlaşmaya dahil olan ülkelerdeki tüm üreticilerin eşit koşullar altında kamu alımları ihalelerine davet eden teklif ilanlarının (GPA, IX. md.) Dünya Ticaret Örgütü nün resmi dillerinden (GPA, IX-8. md.) (İngilizce, Fransızca veya İspanyolca) birisi ile ve en azından özet halinde bilgiler içerecek şekilde yayınlanması gereklidir. Ayrıca kamu alımına konu olan ürüne ilişkin teknik standartlar, yerel üreticilere adil olmayan bir avantaj sağlayan ulusal standartlar yerine, uluslararası standartlara uygun olmalıdır (GPA, IV-2b. md.). Kamu alımlarında şeffaflık ve açıklığın GPA veya iktisadi entegrasyonların kendi bünyelerine özel olarak yaptıkları GSP (Genel Tercihler Sistemi) ile paralel düzenlemeler sonucunda artması verimlilikte ve refahta artışa yol açarken kamu alımlarındaki maliyet azalması nedeniyle kamu harcamalarında önemli düşüşler meydana gelebilecektir. Örneğin, yapılan bir araştırmada AB nde kamu alımları alanında gerçekleştirilecek serbestleşme sonucunda tasarruf edilecek miktarın 22 milyar ECU ya ulaşması 47

48 beklenmektedir (European Commission). Ancak, GPA, kamu alımları alanında liberalizasyonu artırma amacı ile oluşturulan bir anlaşma olmasına rağmen uygulamada, karşılıklılık ilkesinin ve bilateral ilişkinin hakim olması ve Anlaşmaya imza koyan ülkelerin anlaşmaya henüz taraf olmayan ülkelerin ihalelere girişlerini tamamen engellemeleri nedeniyle uluslararası ticareti engelleyen ayrımcı bir faktör haline gelmiştir (Reich, 1997:140). Örneğin, GPA dan önce, ABD deki kamu alımları ihalelerine Buy American Act hükmü gereği yerli firmalara kıyasla yüzde 6-12 arasında bir fiyat dezavantajı ile yabancı firmalar katılabilirken Kod un yürürlüğe girmesinden sonra Anlaşmayı imzalamayan ülkelerin üreticilerinin ürününün ABD ve Anlaşmayı imzalayan ülkelerde bulunamaması durumu dışında bu tip ihalelere katılmaları tamamen yasaklanmaktadır. Anlaşmada bağlayıcı bir kural olarak belirlenmesine rağmen kamu ihalelerinin resmi gazetede ilan edilme yüzdelerinin (Belçika 7.9; Danimarka 18.1; Almanya 16.8; Yunanistan 8.2; İrlanda 11.5; İtalya 50.6; Hollanda 6.5; İspanya 8.4 ve İngiltere 16.4) düşük olması ihaleler konusunda yabancı firmaların bilgilendirilmesinde daha önceki engelleyici uygulamaların devam ettiğini göstermektedir (Bovis, 1997:90). Anlaşmaya imza koyan diğer ülkelerde yukarıdaki uygulamaların yanı sıra üçüncü ülkelere karşı daha ağır koşullarda yerli girdi kullanma şartı getirilmekte ve dolayısıyla GPA korumacı politikalar için bir araç olarak kullanılmaktadır. GATT ın Kamu Alımları Kodu, elektrik enerjisi üretim sektörünü (türbinler ve transformatörler), belirli hizmet sektörlerini (inşaat) ve iletişim gereçlerini Kod kapsamı dışında bırakmıştır (İGEME, 1997:6). Fikri ve Sınai Hakların Korunmasına Yönelik Uygulamalar İnsanın fikri çabası sonucu üretilen roman, tiyatro eseri, beste, bir müzik eserinin icra şekli, buluş, marka, desen ve modeller (tasarımlar) gibi maddi mal niteliğinde olmayan şeyler üzerinde herkese karşı ileri sürülebilen yetkilerin söz konusu olduğu haklara fikri ve sınai haklar (FSH) adı verilmektedir (TES-AR, 1996:35). Bu tip haklar, ticari markaları ve ticari sırları korumak, tasarımların veya eserlerin kopyalanmasını engellemek ve maddi mal niteliğinde olmayan diğer hakların haksız kullanımını engellemek amacıyla, aralarında patent, yayım hakkı ve haksız rekabetin önlenmesi ile ilgili kanunların da olduğu çok sayıdaki yasa veya hukuki düzenleme ile korunmaktadır. FSH ın korunması rekabetçi piyasa ekonomisinin kendisinden beklenilen fonksiyonlarını yerine getirmesi açısından önem taşımaktadır. Zira, bu tip haklar bünyelerinde yoğun bir şekilde dışsallık barındırırlar. FSH ın korunmasına yönelik yasal düzenlemeler, mucidin icadını gerçekleştirirken karşı karşıya kaldığı Ar-Ge maliyetlerini karşılamasını sağlar. Yasal düzenlemelerin hak sahibine FSH ile ilgili olarak verdiği monopolcü yetkinin kötüye kullanımı, lisans sözleşmelerine rekabeti sağlayıcı hükümlerin konması ile ya da FSH ın belirli bir süre ile korunması gibi uygulamalar ile önlenmektedir (IMF, 1992:89). Son yıllarda FSH ın korunmasına büyük önem verilmekte ve bu konuda çeşitli ülkeler yeni düzenlemelere gitmektedirler. AB, FSH ın kullanılarak mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının sınırlandırılmasının önlenmesi amacıyla çeşitli düzenlemelere gitmiştir 25. Topluluk ticari markası için başvurular İç Pazar Uyumlaştırma Bürosu na yapılacak ve burada tescil edilen ticari markalar tüm toplulukta geçerli olacaktır. Öte yandan teknik icatlar için faydalı modeller ile ilgili düzenleme çerçevesinde spesifik yapıda bir sınai mülkiyet koruması oluşturulmuştur. ABD de belirli bir konuda tehdit oluşturan ya da suçlu bulunan ülkelere, özel ve tüzel kişilere karşı tek taraflı olarak yaptırım uygulanmakta veya karşılık verilmektedir. Bu uygulama çerçevesinde ABD Ticaret Bakanlığı FSH ın korunmasına ilişkin olarak yeterli ve etkili önlemlerin alınmadığı öncelikli ülkeleri belirlemektedir. İlgili yasa 48

49 çerçevesinde 1992 yılından beri Türkiye de öncelikli izleme listesi nde yer alan ülkelerden biridir. Türkiye nin modern patent ve telif hakkı ile ilgili hukuki düzenlemeye gitmemesi gerekçe gösterilerek, Türkiye nin, 1995 yılında telif hakları, patent ve ticari markalara ilişkin yasaları çıkartmasına ve AB ile GB kapsamında FSH'ın korunması alanındaki uygulamaları iyileştirmeyi taahhüt etmesine rağmen 1992 yılından bu yana yer aldığı öncelikli izleme listesinde kalması kararlaştırılmıştır (İGEME, 1997:20). Yabancı Sermaye Politikaları Yurtdışı ve yurtiçi sermaye akımları ekonomik kalkınma ve büyüme ile makro-ekonomik politikalar gereği kamu kesimi tarafından kontrol edilmektedir. Ekonomik büyüme ve kalkınma amacına ulaşmak için sermaye akımları üzerinde gerçekleştirilen kontroller sermayenin yurtiçinde kalmasını ve belirli iktisadi faaliyetlerin yurtiçinde gerçekleştirilmesini sağlamaya yönelik iken makro-ekonomik amaçları gerçekleştirmek için uygulanan kontrollerle milli para biriminin değerlenmesini ya da değer yitirmesini engellemek, döviz kurunun dalgalanmasını (volatility) azaltmak, yatırımların seviyesini düzenlemede kullanılan mali ve parasal tedbirlerin boşa gitmesini engellemek amaçlanmaktadır (UNCTAD, 1994:97). Öte yandan, sermaye kontrolleri yurtiçi tasarrufların yurtiçi yatırımların finansmanında kullanılmasını sağlamak (sermaye kaçışını engellemek); hükümetlerin finansal aktifleri daha etkin vergilemesine olanak sağlamak ya da yurtiçi aktiflere olan talebi artırarak senyoraj gelirlerini yükseltmek (kamu gelirlerinin artırılması) ve servet üzerinden alınan gizli bir vergi niteliğine sahip olması nedeniyle gelirin reel sektöre yeniden dağılımını sağlamak amaçları ile de uygulanmaktadır (Esen, 1997:237). Uluslararası sermaye akımlarını kontrol etmede hükümetler tarafından çok çeşitli tedbirler kullanılmaktadır. Yabancı sermaye yatırımlarında veya orta ve uzun vadeli portfolyo yatırımlarında lisans prosedürleri, yurtiçinde ikamet edenlerin yurtdışından hisse senedi alımlarının vergilendirilmesi gibi kontrol yöntemleri uygulanmaktadır 26. Vergisel önlemlerde de farklı uygulamalar bulunmaktadır. Kısa vadeli sermaye akımlarını engellemek ve uzun vadeli sermaye akımlarını teşvik etmek amacıyla sermaye akımları sermaye giriş ve çıkışlarının belirli bir yüzdesi üzerinden vergiye tabi tutulabilir (Tobin-taxes) (Schuknecht, 1998:4). Sermaye akımları üzerinden değişken vergi ler de alınabilir. Bu tip vergiler ulusal ekonomiyi global piyasalardan izole etmeden oynaklığı (volatility) azaltmada kullanılabilir. Yabancı sermaye yatırımlarında uygulanan kontrol yöntemleri özellikle yapılan yatırımların belirli bir performansın gerçekleştirilmesi şartına bağlandığı durumlarda yabancı firmaların aleyhine rekabeti bozmakta ve yerli sanayii koruyucu bir araç durumuna gelmektedir. Özel Gümrük Rejimleri Milli sınırları aşarak ülkeye giren mallar ilke olarak ülkenin normal gümrük rejimine tabidir. Bu mallardan tarife cetvellerinde öngörülen oranlarda vergi tahsil edilir ve gümrükleme ile ilgili işlemler ithalat rejimi politikası doğrultusunda uygulanır. Normal uygulamaların aksine taşıdıkları özellikler nedeniyle bazı mallara ülkenin normal gümrük rejimi uygulanmayabilir. Örneğin, herhangi bir mal üzerinden alınacak gümrük vergisinin hesaplanması sırasında o malın beyan edilen fiyatı yerine özel yöntemlerle tespit edilecek fiyatı dikkate alınabilir (gümrük değerleme prosedürlerinin farklılığı); uluslararasında geçerli harmonize bir sınıflandırma yerine ulusal bir gümrük sınıflandırma yöntemi kullanılabilir (gümrük tasnif sistemlerinin farklılığı) ya da diğer ülkelerden farklı olarak ticarete engel oluşturabilecek bir dökümantasyon, kontrol ve muayene sistemi kullanılabilir (gümrük muayene sistemlerinin farklılığı) (Deardorff ve Stern, 1997:57). Gümrük rejimlerindeki bu tip farklı uygulamalar yurtiçi mal ve hizmetlerle yurtdışı mal ve hizmetler arasında fark gözetmeseler de farklı ülkeler ve farklı 49

50 ürünler için standart bir uygulamayı engellediklerinden uluslararası ticareti kısıtlayıcı bir niteliğe sahiptirler. Başlıca özel gümrük rejimleri, geçici ithal ve geçici ihraç, serbest bölgeler, antrepo, transit taşımacılık ile sınır ve kıyı ticareti uygulamalarından oluşmaktadır. Bunları kısaca açıklamaya çalışalım. İleride tekrar yurtdışına çıkartılmak üzere ülkeye girmesine müsaade edilen mallara uygulanan gümrük rejimine geçici kabul ya da geçici ithal rejimi adı verilmektedir. Onarılacak ya da işleme tabi tutularak değeri artırılacak yabancı mallar, kiralanan yabancı alet ve makineler, sergi ve fuarlarda kullanılmak üzere sergi ya da fuar süresince ülkeye sokulan araç ve ekipmanlar, ticari örnekler, ambalajlar, yabancı video kasetleri ve filmler gibi mallar geçici kabul rejimine konu teşkil etmektedir. Geçici ihraç rejiminde ise dışarıya ihraç olunan malların belirli bir süre sonra tekrar ülkeye geri getirilmesine izin verilir. Serbest bölgeler, genel olarak ihracata yönelik üretime tahsis edilmiş, ithal edilen hammadde ve ara girdilerin nihai ürüne dönüştürüldüğü, fiziki ve/veya idari olarak gümrük işlemlerinin dışında kalan bir sanayi bölgesi (Berksoy, 1982:172) ve firmaların çeşitli ihracat-ithalat kısıtlamalarına maruz kalmaksızın global pazarlarda rekabet güçlerini artırmalarına imkan sağlayan altyapı olanakları gelişmiş endüstriyel bir park ve transit yükleme merkezi (Yiğit, 1996:69-70) olarak tanımlanabilirler. Serbest bölgeler, genellikle bir liman ya da havaalanı yakınında serbest ticaret yapılmasına, malların gümrüksüz ithaline ve belirli bir süre için depolanmasına izin verilen alanlar olan serbest ticaret bölgeleri; ihracata yönelik montaj ve hafif imalat sanayii üretiminin gerçekleştirildiği alanlar olan serbest üretim bölgeleri; ithalat, ihracat, transit ticaret, taşımacılık v.b. açılarından serbest bir liman haline getirilen serbest limanlar; iktisadi açıdan geri kalmış bölgelerde istihdamı ve yatırımları artırmak için firmalara özel teşviklerin sağlandığı yatırım bölgeleri; kambiyo kontrollerinin en aza indirildiği, dolaysız vergilemenin söz konusu olmadığı, iletişim ve altyapı açısından yüksek olanakların bulunduğu ve bankacılık sırrının en katı bir biçimde korunduğu alanlar olan kıyı bankacılığı (off-shore banking) alanları ve yabancı malların tarife ödemeden gümrük makamlarının denetimi altında uzunca bir süre kapalı olarak korunmasına yarayan yerler olan antrepolar olarak sınıflandırılabilir. Ülkeler, bu uygulama ile sanayi malları ihracatının geliştirilerek ihracat gelirlerinin artırılması; ülkeye yabancı sermaye ve teknoloji girişini teşvik ederek üretim artışının ve uluslararası pazarlama olanaklarının geliştirilmesi; istihdamın artırılması ve ithalatın ucuzlatılması; sigorta bedelinin malın değerini ve ulaştırma giderini (navlun) kapsaması nedeniyle bu bölgelerde yapılacak depolamalarla sigorta maliyetlerinin azaltılması ve hasar gören mallar için gümrük vergisinin ödenmemesi gibi yararlar elde etmektedirler (Erkan ve Tatlıgil, 1990:4). Serbest bölgelerde vergi istisnaları, amortisman kolaylıkları ve özellikle AB üyesi ülkelerde bu bölgelerde gerçekleştirilecek yatırımlara elverişli koşullarla kredi yardımı sağlamak gibi çeşitli teşvikler uygulanmaktadır. Bu tip bir teşvik uygulaması pozitif koruma (ihracatı teşvik) niteliği taşıması ve bu bölgelere coğrafi uzaklık ve benzeri nedenlerle giriş imkanına sahip olmayan ülkeler açısından ayrımcı bir niteliğe sahip olması açılarından korumacı karaktere sahip bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Özel gümrük rejimlerinden bir diğeri transit taşımacılık ve sınır ticaretidir. Transit taşıma, bir ülkeden diğerine gönderilen malların yol üzerinde bulunan üçüncü ülke sınırları arasından geçmesidir. Cenevre de, 1959 yılında, imzalanan TIR Sözleşmesi ne göre transit mallar, hiçbir vergi, resim ve harç ödenmeden üçüncü ülke sınırları arasından taşınmaktadır 27. Sınır ve kıyı ticareti ise, ülkenin kara ve deniz sınırı olan devletlerle yaptığı, genellikle özel bir rejime tabi olan ve anlaşmalar ile düzenlenen bir ticaret şeklidir. Bu ticareti sınır ve kıyı illerinde faaliyette bulunan tüzel ve gerçek kişiler 50

51 gerçekleştirebilir. Bu tür bir ticarette ihracat ve ithalat belgesi aranmamakta, gümrük giriş ve çıkış beyannameleri düzenlenmemekte ve genellikle ticaret takas veya benzeri yöntemlerle yapılmaktadır. Sınır veya kıyı komşusu olmayan ülkeler aleyhine ayrımcı bir uygulama olduğundan korumacı niteliğe sahiptir Piyasa Kaynaklı Tehdit ve Uygulamalar Serbest piyasa sistemini benimseyen her ülkede rekabeti, özel ekonomik birimlerin sınırlamalarından ve engellerinden koruyan yasaların ve düzenlemelerin bulunması gereklidir. Rekabet, bir yandan yaratıcılığı ve fırsatları artırırken öte yandan rakip firmaları önemli risklerle başbaşa bırakır. Başka bir ifadeyle, rekabet sonrası ortaya çıkan belirsizlik ve riskler rakip firmaları yaratıcılıklarını artırma, yenilik ve icatlarda bulunma ve böylece rakiplerine göre daha iyi bir duruma gelip ortaya çıkan fırsatlardan ve getirilerden azami bir şekilde yararlanma yönünde motive edebilir; ancak, her firmanın yaratıcılık ve yenilik ve icatta bulunma açısından başarılı olamayacağı göz önüne alınırsa, firmaların rakiplerinin önüne geçmek için ya tek başlarına veya diğer firmalarla işbirliği yaparak serbest rekabeti sınırlandırabilecek bazı faaliyet ve uygulamalara girmeleri muhtemeldir. Piyasa ekonomisi içerisinde rekabeti engelleyecek başlıca tehdit ve uygulamalar şunlardır: 1) Piyasaya giriş engelleri ve karteller, 2) Gönüllü ihracat kısıtlamaları, 3) Rekabeti bozucu fiyat uygulamaları vs Piyasaya Giriş Engelleri ve Karteller Rekabeti ortadan kaldıran uygulamalardan biri piyasaya girişin piyasa yapısından kaynaklanan nedenlerle engellenmesidir. Piyasaya girişi engelleyen en önemli faktörlerden birisi piyasada tekelleşmelerin meydana gelmesidir. Tek bir firmanın piyasaya hakim olması ya da tek bir üreticinin piyasanın yarısından daha fazlasını kontrol etmesi durumunda ortaya çıkan tekelci piyasalarda piyasaya girişler doğal tekel piyasalarında olduğu gibi sabit maliyetlerin çok yüksek olması, üretimin gerçekleştirilebilmesi için patent ya da yasal iznin gerekli olması ve millileştirme uygulamalarında olduğu gibi bazı sanayi dallarında yabancı firmaların üretimde bulunmalarının yasaklanması uygulamalarıyla engellenebilmektedir (Mehta, 1997:2). Tam rekabet piyasası ile tekelci piyasa arasında oligopol ve monopolcü rekabet piyasaları ve birden çok üreticinin rekabeti ve ürün miktarını kısıtlayarak fiyatları kontrol altında tuttuğu karteller yer alır. Ürettikleri mal ve hizmetleri yurtdışında pazarlama, yeni piyasalara girme veya mevcut piyasalardaki pazar paylarını artırma amacıyla birden çok firma arasında gerçekleştirilen işbirliğine dayalı bir oluşum (OECD, 1993:18) olan ihracat kartelleri sadece dış piyasalarda rekabeti etkileyen karteller ile hem iç hem de dış piyasalarda rekabet üzerinde etkisi olanlar olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bu tip oluşumlar ihracatçı firmaların dağıtım şebekesinde ölçek ekonomisi imkanlarından faydalanmalarını veya iç piyasadaki kartellerin satın alma güçlerinin dengelenmesini sağlamak amacıyla hükümetlerce, bazen, desteklenmektedirler. İhracat kartelleri bu fonksiyonları yerine getirmeleri halinde kaynak kullanım ve dağılımında optimaliteyi ve ekonomik etkinliği sağlama gibi hedeflerin gerçekleştirilmesine yardımcı olacakları için serbest ticareti engelleyen bir nitelik taşımazlar. Ancak ihracat kartelleri, ihracatı kısıtladıkları, uluslararası rekabeti engelledikleri ve fiyatları yükselttikleri zaman hem uluslararası ticareti engellerler hem de global refahın azalmasına neden olurlar. Oligopolcü piyasada firmalar fiyat dışındaki konularda birbirleriyle rekabet ederek büyük miktarlarda markalı ürünleri üretirler ve yüksek reklam harcamalarıyla bu tip bir yapıyı devam ettirirler. Bu tip bir piyasada her bir firma, diğerlerinin davranışına bağlı 51

52 olarak üretim, fiyat gibi konularda karar verir. Oligopol piyasalarında fiyat dışındaki rekabete dayanamayan firmalar birleşmeler veya şirket satın alımlarıyla piyasadan çekilmek zorunda kalmaktadırlar. ABD de şirket birleşmeleri ve şirketlerin el değiştirmesi ile ilgili işlemlerin toplam tutarı 1996 yılındaki 649 Milyar Dolar lık seviyesinden 1997 yılında 749 milyar Dolar a yükselmiştir (Financial Times, Oct. 31, 1997). Herhangi bir işletmenin başka bir işletmenin gerçekleştirdiği faaliyet veya işlerin bir kısmı veya tamamı üzerinde kontrol sağlaması ya da diğer işletmeyi satın alması olarak tanımlanabilecek şirket birleşmeleri ve satın alma faaliyet (BSF) leri global düzeyde 1990 yılında 150 Milyar Dolar iken 1999 yılında Milyar Dolar a yükselmiştir (UNCTAD, 2000:108). Ulusal, bölgesel ve uluslararası alanda dış ticaret ve yabancı sermaye alanlarında gerçekleştirilen serbestleştirme faaliyetleri 28, ülke düzeyinde sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi ve deregülasyonu, özelleştirme uygulamaları, ar-ge maliyetlerinin ve risklerin artması ve yeni bilgi teknolojilerinin devreye girmesi gibi teknoloji ile bağlantılı değişiklikler sonucunda global düzeyde BSF leri artmaktadır. (Şekil-6.) Firmalar, globalleşmenin getirdiği rekabet baskısının üstesinden gelebilmek için ulus-ötesi üretim faaliyetlerini diğer araçlara göre hız ve müseccel varlıklara erişim açısından daha avantajlı olan BSF leri yoluyla gerçekleştirmektedirler. Bunun yanı sıra, firmalar, yeni piyasalara erişme, piyasada güç ve üstünlük sağlama; oluşan güçbirliği yoluyla verimliliklerini artırma; işletme büyüklüğünü global düzeyde etkin olacak düzeye çıkarma; ortaya çıkan riskleri yayma ve yeni fırsatları değerlendirmek amacıyla bu faaliyetlere girişmektedirler (UNCTAD, 2000:16). BSF leri, teknolojik kapasite ve yeteneklerde değişiklik yapmaksızın firmalar arasında üretim faaliyetlerini yeniden tahsis ederek maliyet tasarrufu meydana getirebilir (üretimin rasyonelleşmesi), üretim miktarında toplamda bir artış oluşturarak ortalama maliyetleri azaltabilir (ölçek ekonomileri), maddi ve gayri maddi müseccel ya da gizli varlık ve bilgilere erişimi (taşma etkisi) ve ar-ge ye yönelik kaynakları artırabilir (teknolojik ilerleme), bazı aramalları ve faktör fiyatlarında ve sermaye maliyetinde tasarrufa yol açabilir (satın alma ekonomisi) ve firma içi verimsizliği ve ataleti ortadan kaldırabilir (Roller, 2000). Ancak, BSF leri sonucunda piyasada bir veya bir kaç firmanın tekel veya oligopol oluşturması rekabette azalmaya yol açar. Ülkeler kısıtlayıcı ticari uygulamaları engellemek suretiyle rekabeti korumaya çalışabilirler. Ancak, bu yönde uygulanan rekabet politikaları korumacı bir araç olarak kullanılabilir. Yabancı firmalara karşı uygulamaya konulan anti-damping soruşturmaları ve vergileri ile anti-kartel düzenlemeleri bu firmaların uygulamaya başvuran ülkenin piyasasına girişini geciktirebilir, kısmen veya tamamen engelleyebilir. Bir çok GOÜ de önemli bir gelir kaynağı olan bazı malların ihracatı devlet tekelleri veya karteller tarafından yapılmaktadır. Bazı ülkelerde ise iç piyasada tekel veya kartel oluşturmasına göz yumulan milli şirketler vasıtasıyla ihracatın artırılmasına, dolayısıyla kalkınma ve büyümenin gerçekleştirilmesine çalışılmaktadır. Birinci gruba giren ülkelerde önemli bir gelir kaynağından mahrum kalmamak için rekabeti sağlama amacıyla tekelleşmeyi ve kısıtlayıcı ticari uygulamaları önleyecek (anti-trust) düzenlemeler geciktirilmekte; ikinci gruba giren ülkelerde ise anti-tröst düzenlemeleri çok uluslu şirketlerin kendi ülkelerinde faaliyetlerini kısıtlamak ve böylece yurtiçi üretimi ve istihdamı artırmak için korumacı bir araç olarak kullanılmaktadır (Fox, 1981:1987). 52

53 Şekil 6. Uluslararası Şirket Birleşme ve Satın Alma Faaliyetlerini Harekete Geçiren Etmenler Kaynak: UNCTAD, 2000:154. Son yıllarda piyasa ekonomisini güçlendirmede önemli bir araç olarak rekabet kanunu yürürlüğe koyan ülkelerin sayısında önemli artışlar söz konusudur yılından beri 35 GOÜ bu tip bir düzenleme gerçekleştirirken (Khemani, 1997:23) 1992 yılında OECD ye üye olan 24 ülkeden yalnızca üçü anti-tröst ile ilgili yasal bir düzenleme gerçekleştirmemişti (Scherer, 1996:3). Rekabet yasaları tröstleri, tekelleri, yatay ve dikey şirket birleşmelerini, şirketlerin el değiştirmelerini ve mülkiyet haklarını kapsayan düzenlemeleri içermekte; yatay ve dikey kısıtlamalarla şirketlerin piyasada sahip oldukları gücü kötüye kullanmalarını engellemeye çalışmaktadır. GATT çerçevesinde getirilen düzenlemeler kamusal nitelikli ticari engelleri ortadan kaldırmaya yönelik olduğu için özel sektörden kaynaklanan kısıtlayıcı ticari uygulamalara karşı uluslararası bir düzenleme 29 bulunmamaktadır (OECD, 1997-a:418) Gönüllü İhracat Kısıtlamaları Piyasadan kaynaklanan rekabeti bozucu oluşumlardan biri olan ve fiyat rekabetini azaltmak için yapılan Düzenli Piyasa Anlaşmaları 30 son yıllarda önemini sürekli olarak artırmaktadır lı yıllarda bu anlaşmaların daha çok televizyon, çelik, ayakkabı, tekstil, hesap makineleri, radyo ve gemi gibi malları kapsadığı görülmektedir (OECD, 1996:145). Öte yandan, ihracatı kısıtlayıcı anlaşmalar, belirli sektörlerde (tekstil ve giyim yüzde 80; çelik ve çelik ürünleri yaklaşık yüzde 20) ve belirli ülkelerin ikili ticari ilişkileri (AB nin Japonya dan ithalatının yüzde 38 i ve ABD nin aynı ülkeden ithalatının yüzde 33 ü) çerçevesinde yoğunlaşmaktadır (Greenaway, et.al., 1991:172). Bu tip anlaşmalar ticareti kısıtlayan tek yanlı araçlardan (tarife ve kota gibi) ve 1930 lu yıllarda görülen ticari savaşlardan bir kaçış olarak ortaya çıksa da kaynakların en verimli alanlarda kullanılmamasına ve global üretim seviyesinin azalmasına neden olarak global kaynakların yanlış tahsisine yol açmaktadır. 53

54 Düzenli Piyasa Anlaşmalarının bir türü olan GİK 31, iki taraflı anlaşmaya dayanan tarife dışı ve geleneksel olmayan bir korumacı araçtır. Ticaret üzerindeki kısıtlayıcı tedbirlerin ihracatçı ülke tarafından tek taraflı olarak konulması, uygulanması ve kaldırılması diğer korumacı tedbirlere göre en önemli farkını oluşturur. Alternatif bir ithalat kotası ya da spesifik bir tarife (Hamilton, Melo ve Winters, 1992:24) gibi sonuçlar doğuran GİK, ithalatçı ülkenin ithalatını kısıtlamak için daha katı korumacı tedbirlere başvuracağı endişesiyle, ithalatı yapan ülke yerine ihracatçı ülke tarafından, müzakereler sonucunda varılan uzlaşma gereği gönüllü olarak uygulanır. Temelde politik nedenlerle uygulanmaktadır. Serbest ticaretten yararlanan ve serbest ticareti savunan bir ülke ithalat kotası uygulamak yerine GİK uygulamalarına başvurabilir (Appleyard ve Field, 237). İhracat ve ithalat kotaları ile yakından ilişkili olan GİK, ithalatı yapan ülkenin kendisine ihracat yapan ülkelerin ihracatlarını gönüllü olarak kısıtlamalarını sağlamak amacıyla ithalat üzerine vergi koyma veya mevcut vergi oranını artırma ya da kota koyma tehdidi sonucunda ihracatçı ülkenin kısıtlamayı kabulü sonucunda varılan bir uzlaşmadır (OECD, 1993:17-18). GİK uygulamaları, ithalatı yapan ülke tarafından kendi üreticilerini korumak için müzakereler sonucunda alınmış dört temel kısıtlamayı yani herhangi bir ürün için ithalatın üst limitini, ithalata konu olan mal kategorilerini, ithalatın yapılacağı kaynağı ve uygulamanın süresini kapsar (Hamilton ve Reed, 1996:104). Bu kısıtlamalar göz önüne alındığı zaman GİK uygulamaları ticareti kısıtlayan geleneksel korumacı politikalardan çeşitli açılardan farklılık göstermektedir (Takacs, 1978:566-67): Geleneksel korumacı politika araçları ihracatı kısıtlanan mala karşı olan global talebi yapay bir şekilde kısıtlarlarken, GİK uygulamaları aynı malın global arzını kısıtlar. En Çok Kayırılan Ülke (MFN) kuralına göre, geleneksel koruma araçları ithalatın yapıldığı kaynaklar arasında ayrım yapamazlar. GİK uygulamaları tercihli tarifelerde olduğu gibi ancak anlaşmaya taraf olan ülkeler arasında uygulanır, diğer ülkelere karşı ayrımcı bir uygulama söz konusudur (Hamilton ve Reed, 1996:104). GİK uygulamaları, geleneksel enstrümanlar gibi tek taraflı değil iki taraflıdır; tarifeler ve kotalar ithalatçı ülke tarafından uygulanırlarken GİK uygulamaları ihracatçı ülke tarafından gerçekleştirilir (Corden, 1992:278). GİK, ithalatçı ülkenin geleneksel koruma araçlarını kullanarak elde edeceği gelirleri yurtiçi ve global piyasalar arasında oluşturduğu fiyat farkı nedeniyle ihracatçılara transfer etmesi ve ihracatçıların sayısını azaltarak monopolcü konuma itip daha fazla kar elde etmelerine yol açması sebepleriyle tarife ve kotalara kıyasla ihracatçılar tarafından daha çok tercih edilen bir araçtır (Ono, 1984:335). Genel olarak ihracat kısıtlamaları ve özelde GİK uygulamaları bir kaç yönden geleneksel korumacı politikaların temel özelliklerine sahiptirler (Kent, 1994:2): Bu tip uygulamalar, ulusal refahın ithalat kısıtlanırken ihracatın teşvik edilmesiyle artırılabileceği ve ulusun gücünün ödemeler bilançosu fazla verdiği ölçüde artacağı şeklindeki Merkantilist görüşlerin ve geleneksel ayrımcı ticaret politikalarının devamıdır. Yurt içi ve uluslararası ekonomik istikrarsızlık ve uluslararası ticari rekabetin ülke aleyhine sonuçlar doğurduğu durumlarda uluslararası ticaretin liberalizasyonu için GATT tarafından oluşturulan sistemin kurallarına uymamak ve misillemeden korunmak amacıyla büyük ülkeler ve ticaret blokları tarafından ve daha çok tekstil, giyim, çelik, tarımsal ticaret, otomobil, elektronik ve makine araçları gibi duyarlı alanlarda; tarife, kota veya benzeri geleneksel korumacı tedbirler yerine ve yerli üretimi korumak amacıyla baskı ve çıkar gruplarının çabaları sonucunda uygulanmaktadır (Chacholiades, 1990:200). GİK nın rağbet görmesi geleneksel korumacı tedbirlere karşı hukuki, siyasi ve ekonomik bazı üstünlüklere sahip olmasından kaynaklanmaktadır. GATT, başta tarifeler ve kotalar olmak üzere, geleneksel korumacı tedbirlere karşı bir çok kısıtlama getirmiştir. Tarifeler bağlayıcı anlaşmalarla kısıtlanır ve indirime tabi tutulurken kotalar açık bir şekilde 54

55 yasaklanmıştır. Bu nedenle GİK gibi diğer meşru korumacı araçların kullanımına yönelik bir ikame kaçınılmaz olmaktadır. Öte yandan, ithalatçı ülkeler bazı stratejik nedenlerle tarife ve benzeri geleneksel korumacı araçlara karşılık ihracatı kısıtlayan anlaşmalara başvurmayı tercih etmektedirler (OECD, 1993:21). Bu tip tedbirler, geleneksel tedbirlere kıyasla belirgin tedbirler değildir, uygulanmalarıyla ilgili sorumluluğu ithalatçı ülkeden ihracatçı ülkeye aktarır ve misilleme riski taşımaz. Daha az ayrımcı tedbirlerle kıyaslandığında GİK, belirli endüstrilerde ve ülkelerde uygulanmaktadır. GİK'nın ayrımcı karakteri bu uygulamadan etkilenen endüstrideki üretici ve işçi kesiminin karşılıklı avantaj sağlama umuduyla çabalarını kolayca koordine etmelerini sağlamaktadır. Öte yandan, fiyatların artmasından kaynaklanan tüketici kayıpları tüm tüketicilere yayıldığından, bu durum, tüketicilerin bu tip tedbirlere karşı muhalefetinin koordine edilmesini güçleştirmektedir. Zira GİK uygulamasından endüstrideki çıkar grupları bir bireyden daha az etkilenmektedir. Her bir endüstride GİK uygulamaları yavaş yavaş uygulamaya konulduğundan tek bir GİK uygulamasına karşı tüketici ve tüketici grupları güçlü bir direniş gösterememektedir (Sato ve Nelson, 1989:75-76). GİK uygulamaları, anlaşmaya taraf olan ülkenin üreticilerine ihracatçı ülke tarafından oluşturulan ihracat kotası ile belirli bir rant sağladığı için yabancı üreticilerin bu tip düzenlemelere karşı daha uyumlu olmalarını sağlamaktadır. Bu durum, tarifelerin konulması, oransal olarak artırılması veya ithalatçı ülkenin kota ya da benzeri tedbirlere başvurma tehdidinin olması durumunda daha geçerli bir yargıdır. Ancak, tarifelerin GATT çerçevesinde illegal olması nedeniyle yasama organından tarifelerin artırılmasına ilişkin bir düzenlemenin geçememesi ihtimali dolayısıyla tarifelerle ilgili tehdit önemsizdir (Sato ve Nelson, 1989:76). GİK uygulamaları nedeniyle ortaya çıkan rant ihracat lisansları ile dağıtılmaktadır. İhracat lisansları mezat yöntemi ile dağıtılabileceği gibi firmaların geçmiş performansları dikkate alınarak da tahsisat yapılabilmektedir. Yurtiçi fiyattan daha aşağıda maliyetle fiyat öneren firmalar ya piyasadan çekilmek zorunda kalacaklar veya iç piyasaya yöneleceklerdir. Bir defa lisanslar tahsis edildikten sonra piyasaya giren veya yeni kuruldukları için geçmiş performansa göre lisans dağıtımının olması durumunda lisans alamayacak olan firmalar, daha etkin bir üretimde bulunsalar bile belirli bir süre için ihracat lisanslarını elde edemeyeceklerinden, bu şekildeki lisans işlemleri daha etkin yerel firmaların piyasaya girişlerini engelleyen koruma aracı konumunda olacaktır (Hamilton ve Reed, 1996:116). GİK uygulamaları ithalatın değer olarak değil miktar olarak kısıtlanmasını hedeflediği için ihracatçı ülkeleri miktar olarak daha az ancak daha kaliteli ve daha sofistike ürünlere yönelerek elde edilecek ihracat gelirlerini muhafaza etmeye yöneltmektedir (Bhagwati, 1991:175). GİK uygulamalarının, genel koruma araçları kullanılmadıkça, yerli sanayii ve üreticileri koruyamadığı ortaya çıkmıştır. Bunun birinci nedeni bu tür uygulamaların ülke bazında yapılması nedeniyle GİK uygulamasıyla bir ülkenin terk ettiği pazarı başka ülkelerin doldurmasıdır. İkinci bir neden ise ihracatçı ülkelerin, üretim ve ihracatlarını kısıtlamaya konu olan kategorilerin dışına kaydırarak; ihraç edilen birim başına karı artırmak için ihraç mallarının kalitesini artırarak ve kısıtlamanın dışında kalan ülkelerde doğrudan üretime yönelerek GİK uygulamalarının kısıtlamalarından kurtulmaya çalışmalarıdır (Chacholiades, 1990:201). Öte yandan kısıtlamaya maruz kalan ülkeler bu uygulamadan zarar gördükleri için karşı önlem almak zorunda kalmaktadırlar. 55

56 Rekabeti Bozucu Diğer Uygulamalar Uluslararası ticarette rekabeti kısıtlayan veya ortadan kaldıran çeşitli uygulamalar söz konusudur. Kısıtlayıcı ticari uygulamalar (restrictive trade practices) denilen bu tip faaliyetler iki ya da daha fazla firma arasında dağıtım kanalları veya ticarete konu olan malların kalitesi, miktarı ya da fiyatı üzerindeki kısıtlamaları içeren bütün anlaşmaları kapsamaktadır. Kısıtlayıcı ticari uygulamalar, yatay ve dikey kısıtlamalar olmak üzere iki ana gruba ayrılabilirler. Yatay kısıtlamalar (horizontal restraints), rekabet eden üreticilerin fiyat veya satış koşulları ile ilgili olarak işbirliği anlaşması yapmalarını, üretim veya ürün kalitesi konusunda ortak hareket etmek için anlaşmalarını, müşterileri veya satış yapılan bölgeleri aralarında taksim etmelerini ve ihalelerle ilgili bilgi alışverişinde bulunarak belirli bir avanta karşılığında ihaleyi alması kararlaştırılan firmaya ihalenin bırakılması konusunda anlaşmalarını içermektedir (Fox, 1981:1984). Dikey kısıtlamalar ise üretici firmanın belirli bir bölgede yalnızca belirli dağıtım firmalarına mal verip diğerlerine mal vermeme konusunda garanti vermesini, bazı firmalara mal satmayı reddetmesini, dağıtıcıların belirli bir bölgenin dışında mal pazarlamaması koşuluyla satış yapmasını ve üretici veya satıcı firmaların müşterilerin istediği malı satmanın önkoşulu olarak istemedikleri malı almaya zorlamalarını ya da perakendeci veya toptancıları istediklerinden daha fazla malı satın almaya zorlamalarını kapsamaktadır (Mehta, 1997:5). Rekabeti bozucu etkisi aşikar olmakla birlikte tespit edilmesi en zor olan uygulamalardan biri fiyat politikalarıdır (Burke, Genn-Bash ve Haines, 1988). Firmalar azami karı elde edecek şekilde çıktı seviyesini belirlemeye çalışırlar. Firmaların karlarını azamileştirmek için kullandıkları rekabeti bozucu fiyat politikaları üç ana başlık altında değerlendirilebilir: Narh (price fixing) uygulamaları. Narh uygulamaları, firmaların, hileli anlaşmalar yaparak veya gayri resmi yollara başvurarak yaptıkları anlaşmalarla fiyatları belirli bir seviyede tutmalarını ifade eder. Dikey narh uygulamaları (hileli ortaklık, karteller) üreticilere rekabetçi baskıları ve riski azaltma olanağı tanır. Yatay narh uygulamaları ise markalı ürünlerin satış fiyatlarında tekdüzeliği sağlamayı amaçlar. Satıcılar, rekabetçi baskıları azalttığı ve kalite ve hizmet temelinde rekabet etmelerine olanak sağladığı için bu tip kısıtlayıcı fiyat politikalarını desteklerler. Ayrımcı fiyat uygulamaları (price discrimination). Ayrımcı fiyat uygulamaları, maliyetlerde herhangi bir farklılık olmamasına rağmen firmaların farklı müşteri gruplarına farklı fiyatlarla mal ve hizmet satmalarını içerir. Bu tip uygulamalar üç koşulun varlığını gerektirir: üreticiler farklı müşteri gruplarını belirleyebilmeli ve bunları kolayca birbirlerinden ayırabilmelidirler; bu tip farklı tüketici grupları ürünlere yönelik farklı tercih düzeyine sahip olmalıdır ve tüketiciler ürünü daha ucuza alıp daha pahalıya satacakları iki farklı piyasa arasında ticaret yapma olanaklarına sahip olmamalıdırlar. Bu tip uygulamalar üçe ayrılabilir: (1) Belirli zamanlarda ya da belirli kesimler için fiyatlarda farklılıkların sağlanması; (2) maliyetler farklı olmasına rağmen üreticilerin belirli bir ürün grubunda aynı fiyatı uygulaması (baz fiyat uygulamaları) ve (3) indirim ve tenzilatlar. Saldırgan Fiyatlama (predatory pricing) ve Damping. Dış ticareti kısıtlayan ve böylece rekabeti engelleyen tarife dışı engellerden birisi olan damping ulusal piyasalar arasındaki fiyat farklılığı sonucunda oluşur (Viner, 1923:3). Damping, ihracat endüstrisindeki bir büyük firmanın malını dış piyasada iç piyasadan daha düşük bir fiyattan satmasına, başka bir deyişle, iç piyasada tüketime konu olan aynı veya benzer bir ürünün karşılaştırılabilir fiyatından daha düşük bir fiyatla dış piyasada satılmasına denir. Bir başka tanıma göre damping, herhangi bir ürünün ihraç fiyatının toplam ortalama maliyetten veya toplam marjinal maliyetten düşük olması dır (Hoekman ve Pleidy, 56

57 1989:23). Öte yandan GATT 1994 Madde VI ya göre herhangi bir ürünün ihraç fiyatının normal değerinden yani yurtiçi piyasada satılan benzer bir ürünün satış fiyatından daha düşük olması halinde damping söz konusudur. Eksik rekabet koşulları altında dış piyasadaki talep esnekliği iç piyasadan daha yüksek ise bu mal dışarıda daha ucuz bir fiyattan satılabilir. Ancak bunun için iç ve dış piyasaların birbirinden kesin olarak ayrılmış olması gerekir. Damping genelde özel sektör firmalarının ticaretle ilgili olarak aldıkları bir tedbirdir. Üç kısım altında incelenebilir: Arada bir yapılan (sporadic) damping, yıkıcı (predatory) damping ve sürekli (persistent) damping. Ekonomide baş gösteren talep düşüklüğü, zevk ve tercihlerin değişmesi ve benzeri geçici nedenlerle iç satışların yavaşlaması stoklarda aşırı birikmeler doğurabilir. Bu gibi durumlarda üreticiler, bu stok fazlalarını sadece değişken giderleri karşılayacak bir fiyattan dış piyasalara satmayı denemek isteyebilirler. İç piyasada firmaların yaptıkları mevsim sonu indirimli satışlara benzetilebilecek olan bu damping türüne arada bir yapılan damping denir. Bazı durumlarda ise büyük bir firma, dış piyasadaki rakiplerini ortadan kaldırmak için, fiyatlarını onların dayanamayacağı kadar düşük bir düzeye indirir, rakipleri endüstri dışına itildikten sonra ise monopolcü pozisyonda fiyatları bu kez yükseltir. Bu tip bir dampinge yıkıcı damping adı verilir. Hükümetler yerli sanayii bu tip zararlı bir dampingin etkilerine karşı korumak için gerekli önlemleri almak zorundadır. Son olarak sürekli damping ise bir firmanın malını iç piyasaya kıyasla sürekli olarak düşük bir fiyatla satmasını ifade eder. Bu tip bir damping uygulaması monopolcü kar maksimizasyonu davranışının bir uzantısı konumundadır. Burada monopolcü, ölçek ekonomilerinden yararlanmak için üretim hacmini genişletmek amacındadır. Bu amaçla, sabit giderleri iç satışlarla karşılar, dışarıda marjinal maliyete eşit veya bunun biraz üzerinde bir fiyat elde ettiği sürece satışlarını sürdürür. Uygulamada damping türlerini birbirinden ayırmak oldukça güç bir iştir. Bu nedenle, hükümetler tüm damping uygulamalarına karşı çok büyük bir duyarlılık göstermekte ve yüksek AD vergileri veya TEV lerle bu uygulamaları önlemeye çalışmaktadırlar. İhracatın teşviki amacıyla girişilen vergi iadesi, ihracat sübvansiyonu gibi uygulamalar ithalatçı ülke konumundaki sanayileşmiş ülkeler tarafından damping olarak kabul edilerek bu ülkeler hakkında soruşturma açılmakta ve gerçekten damping yapıldığı sonucuna varılırsa ilgili ülkenin mallarına karşı AD vergisi konulmaktadır. Örneğin, ihracatçı ülkenin diğer ülkelere kıyasla daha düşük bir çevre vergisi uygulamasının söz konusu olması halinde ekolojik damping mevcuttur ve bu ülke firmalarının kar marjları içinde bu tip düşük vergilemeden kaynaklanan negatif dışsallıkların belirli bir katkısı bulunmaktadır. Ekolojik damping uygulamaları ihracatçı ülke firmalarına dolaylı yoldan sağlanan bir çeşit sübvansiyon olarak nitelenmekte ve AD uygulamalarına konu olmaktadırlar (Walz ve Wallisch, 1997:275-76). Bu tip uygulamalardan bir diğeri de tarımsal ürünlere uygulanan taban fiyatıdır. Hükümetler tarımsal ürünleri, genellikle, taban fiyatı uygulamasında olduğu gibi damping veya dampinge benzeyen tedbirlerle desteklemektedirler. Yurt içinde belirlenen bu taban fiyatı denge fiyatından genellikle yüksek tespit edildiğinden üreticinin bütün ürününü satın alan merkezi hükümet ürünü ancak dış piyasada ve düşük bir fiyatla yani dampingle satabilir. Dampingin bütün türlerinin, üreticilerin marjinal maliyetin üzerinde bir fiyat tespiti yapmalarından dolayı, global refahı olumsuz yönde etkilediği kabul edilir (Chacholiades, 1990: ). Ara sıra yapılan damping uygulaması refah etkisi açısından geçici olması nedeniyle önemsiz kabul edilebilir. İthalatçı ülke açısından bu tür bir damping uygulaması, yerel sanayiye herhangi bir yıkıcı etkide bulunmaksızın iç fiyatların azalmasına neden olacağından tüketicilerin lehine bir uygulama sayılabilir. Yıkıcı damping kısa vadede fiyatların aşağı çekilerek yurt içindeki üreticileri piyasanın dışına itip uzun vadede yüksek bir fiyatla monopol pozisyonunda kar maksimizasyonunu içerdiği için hem yerli sanayi hem de tüketiciler üzerinde olumsuz bir etkiye sahiptir. 57

58 Kısa vadede dampingin bütün türleri tüketicilerin lehinedir. Ancak uzun vadedeki olumsuz etkileri nedeniyle, haksız dış rekabete karşı koruma arayan yerel üreticilerin baskısı ile, hükümetler AD ve TEV gibi araçlarla misillemeye başvurmaktadırlar. 58

59 5. REKABETİN KORUNMASI ve DESTEKLENMESİ : REKABET POLİTİKASI Rekabet politikası globalleşme ve teknolojik gelişmeler sonucunda artan global rekabet ortamında kamunun piyasa ekonomisine müdahalede bulunmasını temin için bir gerekçe veya piyasa aksaklıklarının düzeltilmesininde bir araç olarak, özellikle gelişmiş ülkelerde, gittikçe önem kazanan ve uygulanması yaygınlaşan bir araçtır. Rekabet politikası sadece rekabeti bozan piyasa kaynaklı zarar verici eylemleri engelleyen ve rekabet ortamının sürdürülmesini sağlayan bir araç değildir; bunun yanı sıra ekonomiyi gelişen koşullara yeniden uyarlama ve firma ve ulusal ekonominin rekabet güçlerini teşvik etmeyi sağlama yollarından biridir. Rekabet politikası rekabet hukukunun uygulanmasını ve rekabetin desteklenmesini içerir. 5.1.Rekabet Politikasının Amacı Rekabet politikası, piyasa sisteminin işleyişine, yani rekabete işlerlik ve geçerlilik kazandırmak, tüketicileri rekabeti bozucu uygulama, oluşum ve politikalara karşı korumak ve verimliliği artırmak yoluyla tüketici refahını ve ulusal firmaların yabancı rakiplerine kıyasla rekabet güçlerini azamileştirmek için devletin aldığı her türlü önlem olarak tanımlanabilir (Bannock, Baxter ve Davis, 1992:80). Dolayısıyla rekabet politikasının amacı, bir yandan rekabeti artırmak ve ekonomik etkinliği azamileştirmek; öte yandan, piyasa ekonomisinin fonksiyonel işlerliğini sağlamaktır (Erkan, 1987:174). Bu politika, öncelikle enerji, posta, telekomünikasyon ve demiryolu gibi doğal tekel niteliğinde olan ve bu nedenle özel kesimin sermaye, bilgi, tecrübe ve teknolojik donanım yetersizliği nedeniyle üretimde bulunamadığı veya tekelleşme eğiliminin yüksek olduğu endüstrilerde rekabeti sağlayacak ve tüketicileri koruyacak düzenlemelerde bulunmayı içerir. Daha önceleri devlet tarafından sunuldukları halde özelleştirmeler sonucu özel kesimin faaliyetlerine açılan ya da korumacılık uygulamalarının gevşetilmesi veya ortadan kaldırılması sonucu dış rekabete açılan endüstriler, rekabet politikası amaçları doğrultusunda çeşitli düzenlemelere tabi tutulabilir. Teknolojik ilerlemeler ve iktisadi gelişme sonucunda doğal tekel niteliğinde olan endüstriler değişmekte ve bu özelliklerini yavaş yavaş kaybetmektedirler. Mesela, günümüzde mobil telefon, sabit telefon hatları ve işletmeciliğine ciddi bir rakip haline gelmiştir. Ancak, gelişen teknoloji, modern iletişim ve ağlara dayalı endüstriyel yapı firmaların bağlantı kurabilmesi ve temel hizmetlere ve önemli müşteri gruplarına erişimleri açısından yeni sorunlar ortaya koymaktadır. Birbiriyle kıyasıya rekabet eden çok sayıda firma söz konusudur ve piyasada yerleşik olarak faaliyet gösteren büyük firmaların rakip firmaların kendi ağlarına girmeleri ve mevcut ve potansiyel müşterileriyle temas kurmalarına izin vermeleri için geçerli bir sebep ya da en azından çıkarları yoktur. 59

60 Rekabet politikasının başlıca fonksiyonlarını şu şekilde özetleyebiliriz. İlk olarak, rekabetin ortadan kalkması veya serbest piyasa düzeninden sapmaların olması durumunda tüketicilerin refahında azalma meydana geleceği ve risk almayı seven, saldırgan stratejiler uygulayan, esnek ve yeniliklere açık yeni ve küçük firmaların piyasaya girmelerini ve böylece orta ve uzun vadede ekonominin bir bütün olarak rekabet gücünün artmasını sağlayacak firmaların piyasaya girişi engelleneceği için piyasada rekabet koşullarına işlerlik kazandırılmasında kamu yararı söz konusudur ve bu nedenle rekabet politikası uygulamalarına başvurulabilir. Rekabet politikası, ikinci olarak rekabeti azaltan firmalar-arası anlaşmaların engellenmesine yönelik önlemleri kapsar. Tüketicilerin refah kaybına yol açan kartel veya benzeri anlaşmaların engellenmesi bu politikanın temel unsurlarından biridir. Rekabet politikası üçüncü olarak, hakim piyasa pozisyonunun kötüye kullanılmasının engellenmesine çalışır. Piyasada hakim bir pozisyon elde eden firmalar çeşitli stratejiler uygulayarak bu pozisyonlarını kötüye kullanmak isteyebilirler. Örneğin, rakiplerinin pazar payını azaltmak veya piyasa dışına itmek için fiyatları aşırı ölçüde düşürebilirler, rakiplerinin ihtiyaç duyduğu girdileri sunmayı reddedebilirler ya da tüketicileri paket halinde mal ya da hizmet almaya zorlayarak tüketici refahını azaltabilirler. Ancak, haksız rekabete yol açmayan nedenlerle yani üstün performans, yenilik ve icatlarda bulunma, üstün stratejiler takip etmek ve verimliliği artırmak gibi yollarla piyasada güçlü bir konuma sahip olan veya piyasa payını artıran firmalara karşı rekabet politikası ile tedbir alınması gerekmez. Zira bu şekildeki üstünlükler meşru ve yasal niteliktedir. Rekabet politikası son olarak, şirket satın alma ve birleşmeleri yoluyla piyasada tekelleşmenin meydana gelmesini engellemeye çalışır. Şirket satın alma ve birleşmeleri ölçek ekonomilerine yol açmak suretiyle iktisadi verimlilik ve etkinliği artırabilir. Bu tip uygulamalar birbirine zıt iki önemli sonuç meydana getirdiği için rekabet politikası yoluyla piyasadaki tekelleşmenin önlenmesi ile birleşme ve satın almaların ortaya çıkardığı uluslararası rekabet gücü avantajından yararlanma arasında bir değiş-tokuşun meydana gelmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle rekabet politikası birleşme ve satın alma meydana gelmeden tekelleşme ihtimalini bertaraf edecek tedbirlerin alınmasını ve bu işlemler gerçekleştikten sonra tekelleşmenin meydana gelmemesi için kontrol sistemlerinin devreye sokulmasını gerektirir. Rekabet üretici ve tüketicilerin refahını artıran bir unsurdur. Ancak fiyat dışı rekabetin yoğunluğu ve önemi rekabet sonucunda ulaşılan refahın da çok boyutlu olmasını gerektirmektedir. Kalite, hız, yeni ürün ve süreçlerin devreye girmesi, yeni hizmet yöntemlerinin ortaya çıkması rekabetin toplam refaha ilave katkılarını oluşturur. Bu unsurların pek çoğu ölçülemez nitelikte olması ve değer yargılarını bünyesinde barındırması nedeniyle, rekabet hukuku ve politikasının ulaşmak istediği amacın belirlenmesinde etkinliğin iyi bir şekilde tanımlanması gereklidir. Bu noktada AB nin esinlendiği üç ilke önemlidir (Stenborg, 2002:50): (1) Rekabet kuralları rekabet edenleri korumak için değil etkinliği artıracak rekabet sürecini gerçekleştirmek için formüle edilmelidir. (2) Rekabet sürecinde ortaya çıkabilecek engeller kaldırılarak gerçekleştirilmesi pratikte çok zor olan tam 60

61 rekabet yerine pratikte gerçekleşebilir bir rekabet, yani firmaların diğer firmaların stratejilerinden emin olmadıkları ve bu nedenle belirsizlik içinde hareket ettikleri rekabet süreci olan pratik (uygulanabilir) rekabet amaçlanmalıdır. Bu tercih kaynakların mobilitesini artırır, üretici ve tüketicilere alternatif tercihler sunar ve üretim ve dağıtım süreçlerinde en iyi ekonomik uygulamaların kullanılabilmesine olanak sağlar. (3) Rekabet politikası ekonomik etkinliğin yanı sıra tek pazarın gerçekleştirilmesinde bir araç olarak kullanılabilir. Rekabet politikasının rolü Medalla (2002) yı takip ederek başka bir bakış açısıyla ele alınabilir. Gerçek hayatta tam rekabet modelinin bir çok endüstride gerçekleşmesinin olanaksızlığı nedeniyle rekabet politikasının amacı tam rekabeti gerçekleştirmek yerine etkin rekabeti gerçekleştirmek olmalıdır. Bu açıdan rekabet politikasının iki temel amacı olabilir: (1) Herhangi bir işletmenin istismar edebileceği büyüklük ve koşullarda bir piyasa gücüne sahip olmamasını sağlamak ve (2) rekabet sürecinin etkin bir şekilde işlemesini ve rekabetin, kendisinden beklenen olumlu fonksiyonların yerine getirebilmesini sağlayacak piyasa başarısızlıklarını asgariye indirebilme yeteneğine sahip rekabet kurallarını oluşturup uygulamak. Rekabet politikası, potansiyel/yeni firmaların piyasaya girişi önündeki doğal olmayan engelleri ortadan kaldırmak suretiyle piyasaları daha fazla yarışılabilir bir hale getiren bir enstrümandır. Firmaların rakipleri karşısında haksız rekabet oluşturarak mevcut koşullardan ve sahip oldukları olanaklardan daha fazla yararlanmalarına yol açan ticari kısıtlama ve engeller söz konusu ise bu engelleri ortadan kaldırmak ve firmaların hakim durumlarını istismar etmelerini önlemek yoluyla onları disipline etmek de rekabet politikasının bir diğer rolüdür. Nihayet, rekabet politikası, piyasada yer alan bazı yapısal sorunlar nedeniyle bazı firmaların sahip oldukları gücü istismar etmeleri söz konusu ise rekabeti bozan firma davranışlarını cezalandıracak ve piyasaya yön verecek rekabet kurallarını oluşturmak suretiyle rekabetten elde edilecek azami yararın açığa çıkmasına imkan sağlar. Rekabet politikası uygulanırken izlenecek yol şekil yardımıyla açıklanabilir (Medalla, 2002:8). (Şekil-1.) Öncelikle, piyasada potansiyel olarak rekabeti bozucu ölçüde piyasa gücüne sahip firma ya da firma gruplarının var olup olmadığı belirlenir. Eğer önemli düzeyde piyasa gücüne sahip oluşumlar söz konusu ise bunların sahip oldukları bu gücü nasıl kullandıkları tespit edilmelidir. Kamu kesimince uygulanan politikalar (korumacı politikalar, bazen dış ticaret politikasının bizzat kendisi) ulusal ve bazen yerleşik firmalara rakiplerine kıyasla ilave avantajlar sağlayabilir. Ancak kamusal politikaların dışında da firmalara yüksek bir piyasa gücü ve dolayısıyla rekabeti kendi lehlerine bozmak için ek üstünlükler sağlayan başka nedenler de söz konusu olabilir. Bu nedenle firmaların yüksek piyasa gücüne sahip olmalarına neden olan faktörlerin bilinmesi önem taşır. Piyasaya girmek isteyen potansiyel rakiplerin önündeki engellerin kaynağı nedir? Piyasaya giriş engellerini yerleşik firmalar mı oluşturuyor, yoksa yapısal faktörler mi mevcuttur? Bu sorulara verilecek doğru cevaplar rekabet politikasının başarısı açısından kritik bir öneme sahiptir. Gerçekten de mevcut firmalar piyasa güçlerini diğer firmaların piyasaya girmesini engellemek için kullanabilirler (dışlayıcı istismar) ya da rekabet sürecinin doğal bir sonucu olarak verimlilik ve etkinliklerini artırmak yoluyla rakiplerine onların piyasaya girmelerini engelleyebilecek düzeyde bir üstünlük kurabilirler. Verimlilik artışı yoluyla 61

62 meydana gelen engeller rekabet politikası açısından bir sorun teşkil etmese de piyasa gücünün diğer firmaları piyasadan dışlayacak şekilde kötüye kullanılması rekabet politikası ile engellenmesi gereken bir firma davranışıdır. Şekil 1. Rekabet Politikasının Rolü Kaynak: Medalle, 2002:8. Öte yandan, piyasanın yapısından kaynaklanan rekabeti kısıtlayan bazı piyasa başarısızlıkları ve katılıkları söz konusu olabilir. Bu tip yapısal giriş engelleri arasında kapsam ekonomileri, sinerji (firmaların yakın işbirliği içinde birlikte çalışmaları) ve işlem maliyetlerine dayalı ekonomiler sayılabilir. Yapısal giriş engelleri verimlilik artışına yol açtıkları sürece müdahale gerektirmeyebilecek engellerdir. Ancak yapısal nitelik taşısa da firmaların rekabeti bozucu ve piyasaların etkin çalışmasını engelleyen her türlü davranışlar (davranışsal piyasa engelleri) rekabet hukuku yoluyla cezalandırılmayı gerektirir. Keza, etkinliği ve verimliliği azaltan, piyasanın işleyebilirliğini ortadan kaldıran bilgi eksikliği ve diğer piyasa başarısızlıklarının izalesinde kamusal müdahaleler ve regülasyonlar önemli görevler üstlenebilir. Bu noktada rekabeti sağlamlaştırmayı ve işler hale getirmeyi amaçlasalar da kamu kaynaklı müdahalelerin (regülasyon ve kontrollerin) gerekliliği ve doğru uygulanıp uygulanmadığı son derece önemlidir. Eğer kamusal politikalar ve regülasyonlar gerekli değilse ve doğru bir biçimde uygulanmıyorsa piyasanın daha etkin bir şekilde çalışmasını sağlayacak reformlara ihtiyaç duyulacaktır Rekabet Politikasının Uygulanması Önceki Açıklamalarımızda belirttiğimiz üzere rekabet politikası, piyasanın etkin bir şekilde işlemesini engelleyen, ekonomik zarar veya sapmalara yol açan ya da firmaların ve/veya ulusal ekonominin performansını zayıflatan eylem ve durumları önlemeyi amaçlar. Rekabet politikası, rakipler arasında meydana gelen anlaşmalar veya rakiplerine çeşitli araç ve yöntemlerle üstünlük sağlayarak rakipleri piyasa dışına itmek gibi rekabeti engelleyici şekilde davranan firmaları caydırır. Firmaların kartelleşme ve dikey engeller oluşturmaları gibi rekabeti 62

63 bozucu faaliyetlerinin piyasa mekanizmaları ile düzeltilmesine genelde olanak yoktur. Bu gibi durumlarda rekabet politikasının uygulanması rekabeti teşvik etmek ve piyasanın etkinliğini artırmak için etkin bir araç olarak kullanılabilir. Rekabet politikası ve rekabet hukuku yapısal veya davranışsal olarak nitelenen bir dizi aracı içerir (Kim ve Philips, 2003: 7). Yapısal araçlar, rekabeti önemli ölçüde azaltan veya hakim pozisyon yaratan veyahut bu durumu güçlendiren birleşmeler ile alakalı araçlardır. Davranışsal araçlar, fiyatların sabitlenmesi ve diğer hileli (danışıklı dövüş) düzenlemeleri, dikey engelleri ve hakim piyasa pozisyonunun kötüye kullanılması gibi firma davranışları ile ilgilenir. Rekabet hukukunda fiyatların sabitlenmesi, üretimin sınırlanması, ihalelerin ve açık artırmaların engellenmesi veya piyasaların bölüşülmesi gibi birden fazla firma arasında rekabeti bir şekilde engelleyen anlaşmalar gelişmiş ülkelerin çoğunda illegal kabul edilerek yasaklanmakta ve cezai yaptırımlara tabi tutulmaktadır. Dikey engellere yönelik rekabet hukuku uygulamaları ülkeden ülkeye değişmekle birlikte olay bazında rekabetin engellenmesi dikkate alınarak rekabet hukuku kuralları uygulanmaktadır. Globalleşme sonucu ulusal firmaların kendi iç pazarlarında bile yabancı firmaların şiddetli rekabetine maruz kalmaları, firmaların birleşme ve satın alma yoluyla rekabet güçlerini artırma çabası içine girmelerine yol açmaktadır. Bu çabalar rekabeti bozucu yapısal sorunların (kartelleşme, şirket birleşmeleri) ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde genelde kartelleşme veya hakim pozisyonun varlığı tek başına illegal kabul edilmez. Örneğin, AB nde tüketicilerin refahını artıran, malların üretimi veya dağıtımının geliştirilmesine veya teknik ve teknolojik ilerleme ve yeniliklere katkı sağlayan bu tip uygulamalar yasaklanmaz iken, anlaşma olsun ya da olmasın piyasada sahip olduğu hakim pozisyonu kötüye kullanmak suretiyle rekabeti sınırlandıran her türlü uygulama yasaklanmıştır. Keza işletmeler arası rekabeti sınırlama amacı taşımayan ve mal fiyatlarını düşürmek, kaliteyi artırmak ve üretim ve dağıtım şartlarını düzeltmek suretiyle ekonominin tümü açısından yararlı işbirlikleri (kartel, birleşmeler v.b.) kartelleşmeyi önleyen rekabet hukuku kurallarından istisna edilmektedir. Şirket birleşmeleri rekabeti sınırlama potansiyeline sahip olsalar da verimlilikte artışa yol açtıkları sürece rekabet hukuku uygulamaları dışında kalabilirler Rekabetin Desteklenmesi Rekabet, firma davranışları ve piyasada meydana gelen çeşitli oluşumlar yoluyla engellenebileceği gibi kamu kesiminin uyguladığı çeşitli politikalardan ve müdahalelerden de olumsuz yönde etkilenebilir. Günümüzde stratejik ticaret politikaları ile ulusal firmaların yabancı ülkelerdeki faaliyetleri ve rekabet güçleri bir çok devlet tarafından desteklenmektedir. Kamu kesimi, rekabetin korunması için yurtiçi piyasada piyasaya giriş ve çıkışların önündeki engelleri optimal düzeye çekmek, piyasanın etkinliğini artıran deregülasyon faaliyetlerine girişmek, iç piyasadaki rekabeti en iyi duruma yükseltecek ölçüde ticarette serbestleşmeye izin vermek ve piyasaya yönelik gereksiz müdahaleleri asgariye indirmek yoluyla rekabeti destekleyebilir. Rekabetin desteklenmesi, rekabet otoritesinin diğer kamu kurumları ile sürdürdüğü ilişkiler yoluyla ve rekabetin yararları konusunda kamuoyunu bilinçli 63

64 hale getirerek, yani rekabet hukukunun uygulanması dışındaki araçlar kullanılarak iktisadi faaliyetlerin daha rekabetçi bir ortamda gerçekleşmesini teşvik eden tüm faaliyetleri içerir (ICN, 2002:25). Rekabetin desteklenmesi rekabet hukukunun uygulanmasının dışında kalan faaliyetleri içerir. Bu faaliyetler diğer kamu kurumları tarafından gerçekleştirilen uygulama, düzenleme ve politikaların rekabeti artırıcı bir şekilde uygulanmasını ve ekonomik birimlerin, kamu kurumlarının ve halkın rekabetin yararları ve rekabetin korunmasında rekabet politikasının taşıdığı önem konusunda aydınlatılmasını sağlamak ile alakalıdır (Şekil 2.). Şekil 2. Rekabet Politikası: Rekabet Hukukunun Uygulanması ve Rekabetin Desteklenmesi Kaynak: ICN, 2002, s.26. Rekabetçi piyasa ekonomisi fiyatları marjinal maliyete yakın bir seviyeye indirerek tüketici refahını artırır; kaynakların ekonomide en optimal bir şekilde tahsis edilmesini sağlayarak toplumsal refahı yükseltir; teknolojik yenilikleri teşvik eder, ürün kalitesini artırır, ürün çeşidini artırır, ürünlerde farklılaşmaya yol açar ve verimlilikte önemli ilerlemeler meydana getirir. Ancak bazı faktörler rekabetçi piyasa mekanizmasının kapsamını daraltıcı yönde bir etki oluşturabilirler. Bu unsurların bir kısmı kurumsal niteliktedir (piyasalar düzgün çalışmak için güçlü kurumlara ihtiyaç duyar); diğerleri ise asimetrik bilgi, dışsallıklar, piyasa gücünün belirli ellerde yoğunlaşması gibi piyasa aksaklıklarıdır. Kamu müdahalesi ve regülasyonlar piyasa aksaklıklarını ortadan kaldırmayı ve rekabet ortamının tesisini amaçlar. Ölçek ekonomileri, dışsallıklar ve diğer piyasa başarısızlıklarının rekabeti işlevsiz bırakması durumunda regülasyonlar son derece gereklidir; ancak, mevcut piyasa aksaklıklarının çok fazla soruna yol açmadığı durumlarda doğru olan hareket piyasa aksaklıkları ile yaşamak mıdır, yoksa kendi aksaklıklarını beraberinde getirecek düzenlemeleri benimsemek midir? Teknolojik gelişmeler ölçek ekonomilerini zayıflattığı sürece rekabetin uygulanabilirliği artmaktadır. Öte yandan regülasyonlar bir defa yürürlüğe konduğu zaman onları devre dışı bırakmak uzun yıllar almakta ve zor olmaktadır. Keza regülasyonlarla ilgili politik süreç zaman alıcı ve yavaş işlemektedir. Bu durum ise rekabetin desteklenmesinin önemini artırmaktadır. Rekabet sadece özel kesime ait rekabet karşıtı uygulamalar (rakipler arasında işbirliği, rekabet karşıtı birleşmeler, yatay ve dikey engeller, hakim pozisyonun kötüye kullanılması v.b.) sonucu zayıflamaz; bunun yanı sıra kamusal müdahaleler ve düzenlemeler de rekabeti bozucu etkiler meydana getirebilir (ICN, 64

65 2002:30-31). Düzenleyici kamusal müdahaleler ölçek ekonomileri, dışsallıklar ve diğer piyasa başarısızlıklarının mevcut olduğu sektörlere yönelir, ancak gerekli olandan daha yoğun şiddette uygulandıklarında bu sektörlerde rekabeti engelleyici bir işleve sahip olabilirler. Rekabet hukukunun yürürlükte olduğu ülkelerde özel kesimin rekabet karşıtı eylemlerinin önlenmesi mümkündür; ancak, yasal niteliğe sahip olan düzenleyici nitelikteki kamusal müdahalelerin önlenmesi zordur. Rekabet otoritesinin, kamu kurumları ve yasama organının düzenleyici faaliyetlerini mümkün olduğunca rekabeti teşvik edecek tarzda gerçekleştirmelerine yardımcı olması ve gereksiz yere rekabet karşıtı özellikler barındıran müdahaleleri düzenleyici organlarla işbirliği yaparak engellemesi gereklidir. Bu anlamda rekabetin desteklenmesine yönelik çalışmalar tamamen iknaya dayalı ve koordinasyonu gerektiren çabalardır. Öte yandan rekabet otoritesi, yargı sistemi, diğer kamu kurumları, ekonomik birimler ve halkı rekabetin yararları ve özellikle refahın artması üzerindeki rolü hakkında bilgilendirmeli ve bir anlamda rekabet kültürü nün oluşmasına yardımcı olmalıdır Korumacı Politikalar ve Rekabet Politikası Birçok gelişmekte olan ülkede aktif ve müdahaleci sanayi politikası uygulamalarının, genelde sanayinin, özelde ise belirli sektörlerin iktisadi büyüme ve uluslararası rekabet gücünün artırılmasında etkin bir politika ve araç olarak kullanılması eğilimi yaygındır. Bu türden korumacı ve müdahaleci politikalar iki grup altında değerlendirilebilir: Bebek endüstri tezi ve stratejik ticaret teorisi (STT). (Vural,1999.) Bebek endüstri tezi, iktisadi kalkınma ve ulusal firmaların Bebek Endüstri Tezi yabancılara kıyasla rekabet güçlerini artırmak amacıyla devletin dış ticarete müdahale etmesi gerektiğini varsayar. Bu tez, ölçek ekonomileri, tecrübe, bilgi birikimi ve teknolojik üstünlük gibi nedenlerle rakiplerine karşı dezavantajlı konumda olan bir endüstrinin, ileride gelişip karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmasını sağlayacak optimum büyüklüğe veya optimum üretim düzeyine ulaşıncaya kadar, dış rekabete karşı korunmasını öngörür. Bebek endüstri argümanı yurtiçinde bazı sapmaların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu sapmalar nedeniyle özel sektör yeni endüstri dallarına yeterli yatırım yapmaktan kaçınabilir; dışsallıkların olması durumunda özel sektörün kazancı sosyal faydadan daha az olabilir veya sermaye piyasasının gelişmemesi nedeniyle yeni endüstrilere yapılan yatırımların maliyeti çok fazla olabilir. Bebek endüstri tezinde, endüstrinin gelişmesinin her safhasında, genellikle dışsal ekonomileri kapsayan bir öğrenme sürecinin olduğu varsayılır. Yeni endüstriler bu öğrenme süreci sayesinde, olumlu dışsal ekonomilerden ve optimum üretim hacmine yaklaştıkça pozitif içsel ekonomilerden faydalanarak, yabancı firmalarla rekabet edecek düzeye ulaşırlar. Bu nedenle, bebek endüstri görüşü temelde serbest ticareti reddetmez. Koruma ve kamu müdahalesi öğrenme ve optimum üretim hacmine ulaşma süreci ile sınırlıdır. Eğer bir ülke karşılaştırmalı dezavantaja sahip olduğu malları yaparak öğrenme süreci sonucunda rekabet edebilecek bir şekilde üretmeyi öğrenirse, uzun vadede, bu mallarda uzmanlaşarak ve öğrenme sürecinin maliyetleri azaltmasıyla göreceli bir üstünlük geliştirerek 65

66 kazanç sağlayabilir (Lipsey, Steiner ve Purvis, 1987:792). Bunun yanısıra, yeni endüstri geliştikçe teknik bilgi alışverişinin hızlanması, nitelikli işgücünün sağlanması ve altyapının gelişmesi gibi pozitif dışsal ekonomilerden kaynaklanan avantajlar ortaya çıkar. Geçmişteki bir çok uygulamada geçici bir korumadan sonra rekabetçi duruma geçen endüstriler bulunmaktadır. Ancak, bu tip korumacı uygulamaların ekonomiye önemli maliyetler yüklemesi de kaçınılmazdır. Bu olumsuzlukların ortadan kaldırılabilmesi için gelecekteki verim artışını maksimize edecek endüstri dalının seçilmesi ve korumanın sağladığı rekabet edebilme imkanından yoksun kalacakları için bebek endüstriler korunurken seçilen üretim tekniği ile en düşük maliyet sağlanıncaya kadar o endüstri dalının hep aynı oranda korunmasına dikkat edilmesi gereklidir. Uygulamaya bakıldığında, korunacak endüstrilerin yanlış seçilmesi sonucunda, koruma sürecinin yeterince uzun olmasına rağmen maliyetlerini dünya düzeyine indiremediği için rekabet edemeyen ve bu nedenle sürekli koruma talep eden endüstrilere rastlanmaktadır. İthal ikameci politikalar çerçevesinde bebek endüstrileri koruyan bir politika takip eden GOÜ lerde ampirik incelemeler bu tip bir korumacı uygulamanın istenilen neticeleri vermediğini göstermektedir (Meier, 1987:28-30). Nitekim Krueger ve Tuncer'e göre, Türkiye'de korumacı politikalarla desteklenen endüstriler daha az korunan endüstrilere göre maliyetlerini düşürmede başarısızdırlar ve korumanın olmadığı bir durumda bile bu endüstriler aynı ölçüde gelişebilirler (Krueger ve Tuncer, 1982). Gelişmekte olan diğer ülkelerde yapılan bir araştırmada ise uluslararası rekabete konu olan endüstri dallarında çok az ülkenin üretim miktarını yeterince artırabildikleri tespit edilmiştir (Bell, Ross-Larson ve Westphal, 1984:114). Bu nedenlerle, bebek endüstri tezi geçmiş uygulamalarda bazı endüstri kollarının başarılı bir biçimde gelişmesine ve rekabete açık bir hale gelmesine yol açan bir argümanmış gibi gözükse de korumanın yararlı olup olmayacağı ülkeden ülkeye ve uygulanan politikanın başarısına göre değişmektedir. Yeni kurulan veya uluslararası alanda gelişmesi umulan endüstrilerin korumacı politikalarla desteklenmesi konusunda dikkate alınması gereken bazı çekinceler bulunmaktadır (Yarbrough ve Yarbrough, 1994:264-65): Öncelikle, dünya piyasalarında başarılı bir şekilde rekabet edebilecek ve gelecekte başarılı olabilecek sektörlerin doğru bir şekilde tespit edilmesi son derece zordur ve ayrıca bu tespit işlemini kamu sektörünün özel sektörden daha iyi yerine getireceği varsayılarak kamunun bu anlamda piyasaya müdahalesine olanak tanınmaktadır; geliştirilmesi düşünülen bebek endüstrilere harcanan kaynaklar daha fazla başarılı olma ihtimali olan diğer sektörler için de tahsis edilebileceğinden bebek endüstrilerin korunması ile ilgili uygulamaların rasyonel uygulamalar olduğunda kuşkular vardır; koşulların değişmesiyle birlikte korunmakta olan endüstri uluslararası alanda başarılı bir şekilde rekabet edecek hale gelse bile koruma nedeniyle ülkedeki tüketicilerin ve yabancı üreticilerin kaybına karşı kazanç elde eden üreticilerin lobicilik faaliyetleri sonucunda, bebek endüstri argümanı geçici korumayı öngörmesine rağmen, bir defa oluşturulan korumayı yürürlükten kaldırmak güçtür; ve son olarak, bu argüman ile oluşturulan korumacı politikaların problemi çözmek için en iyi yol olduğu konusu da tartışmaya açıktır. 66

67 Stratejik Ticaret Teorisi, uluslararası ticarette Stratejik Ticaret Teorisi globalleşen endüstri ve şirketlerin temelde oligopol bir yapı meydana getirdikleri ve şirketlerin arasında kar maksimizasyonunu sağlamak için stratejik bir ilişkinin olduğu varsayımları altında, yabancı hükümetler misillemeye başvurmazlar ise, ihracat sübvansiyonları ve tarifeler gibi ticaret politikası araçlarıyla yapılacak bir kamu müdahalesi ile uluslararası ticarette ortaya çıkan oligopol karının yabancı firmalardan yerli firmalara aktarılabileceğini ve böylece ülkenin kazançlı çıkabileceğini varsayan bir teoridir (Corden, 1992:274). Günümüzde, uluslararası ticarette ve dış yatırımlarda oligopolcü kurumların önemi artmış, uluslararası ticaret çok uluslu şirketlerden oluşan uluslararası bir endüstriyel organizasyon haline gelmiş ve dünya çapında şirket birleşmeleri hız kazanmıştır. Öte yandan, gelişmiş ülkelerde (GÜ) üretim sübvansiyonları, kontrol ve regülasyon politikaları yönündeki uygulamalar artmış ve birçok ülkede ticaret politikaları tarife dışı korumacı uygulamalar şeklinde ortaya çıkmıştır. Sonuçta, uluslararası ticaret oligopolcü firmaların ve bu tip organizasyonların destekçisi olan devletlerin rol aldığı stratejik bir oyuna dönüşmüştür (Richardson, 1990:111). Stratejik ticaret teorisi (STT), uluslararası ticarette oligopolistik yapı ve korumacı politikalar nedeniyle eksik rekabetin sözkonusu olduğunu ve eksik rekabet şartlarında serbest ticaretin optimal bir çözüm olmayacağını ileri sürer. Ülkenin refahının artması oligopolcü firmaların uluslararası ticaretten elde edecekleri maksimum karın kamusal müdahalelerle yurtiçine aktarılmasına bağlıdır. Uluslararası ticarette hakim olan durum eksik rekabet olduğuna göre firmalar tam rekabet koşullarında elde edebilecekleri kardan daha fazlasını elde etme imkanına sahiptirler. Ticaret ve rekabet politikası ile uluslararası ticaretten kaynaklanan bu normal üstü karlardan daha fazlasını elde etmek mümkün olabilir. Teori, uluslararası ticaretin stratejik bir oyun olduğunu ve kamusal müdahalenin bu oyunun bir parçası olması gerektiğini savunur ve müdahalenin optimum şeklinin nasıl olması gerektiğini ortaya koyar (Stegemann, 1989:75). Bu teoriye göre kamusal müdahale iki ana konuda gereklidir: Uluslararası ticarette var olan oligopolistik yapıdan kaynaklanan getirileri yabancı firmalardan yerli firmalara aktarmak ve özellikle bilgi ve teknoloji üretme yoluyla dışsal fayda yayan sanayileri korumak (King, 1995:24). Stratejik ticaret teorisi, belirli varsayımlar altında, kamusal müdahalelerle yabancıların uluslararası ticaretten elde ettiği karı yerli üreticilere aktararak milli refahın artırılabileceğini savunur. Kamunun görevi milli refahın artırılabilmesi için ticarete stratejik müdahaleler yapmak ve bu yolla milli şirketleri korumaktır. Büyük ölçek ekonomilerinin söz konusu olduğu faaliyetler, yaparak öğrenme süreci ve ar-ge faaliyetleri kamusal müdahalelere açık stratejik alanlardır (Milner ve Yoffie, 1989:244). Eğer bir sanayideki mal ve hizmet üretimi büyük bir ölçeği gerektiriyorsa ve tecrübe önemli ise yabancı piyasalara giriş ve yabancı firma ve hükümetlerin davranışları doğrudan yerel endüstrinin karlılığını etkiler ve böylece iç piyasadaki şirket karlılığı diğer ülkelerin ve firmaların eylemlerine bağımlı bir hale gelir. Yurt içindeki firmaların desteklenmesi ve dolayısıyla uluslararası karların yurt içine transferinin sağlanması için hükümetler ihracat sübvansiyonu ve benzeri tedbirlerle yerel firmaların rekabet gücünü artırabilir; bu firmaların 67

68 dünya pazarlarından daha fazla pay almasını sağlayabilir ve böylece yabancı firmaları piyasanın dışına itebilir. Stratejik ticaret teorisi doğrultusunda yapılacak kamusal müdahalelerde şirketlerin talepleri belirleyici bir role sahiptir. Uluslararası alanda faaliyet gösteren ve yoğun bir şirket içi ticarete sahip olan ihracatçı firmalar genellikle serbest ticareti destekler. Korumacı politikalar düşük maliyetli ithal girdilerin yurt içine girişini engeller, şirket içi ticareti azaltır ve böylece ithal girdilerin maliyetini yükselterek bu tip firmaların yurt içi rakipleriyle rekabet imkanlarını azaltır. Öte yandan, korumacılık, yabancı ülkelerin misilleme yapmalarına yol açarak ihracatın azalmasına neden olabilir. Yapılan ampirik araştırmalar yurt içi piyasada güçlü bir yabancı firma rekabetiyle karşı karşıya kalan firmaların korumacılık talep ettiklerini ortaya koymaktadır (Krueger, 1974 ve Ray, 1981). Daha büyük bir üretim ölçeğine ulaşılamaması, hızlı bir yaparak öğrenme sürecinin olmaması ve misillemenin ortaya çıkması hallerinde ticaret engelleriyle karşılaşan uluslararası firmalar stratejik ticaret politikası yerine serbest ticareti tercih ederler ve artan uluslararası rekabete doğrudan yabancı yatırım stratejileriyle karşı koymaya çalışırlar (Milner ve Yoffie, 1989:245). Korumacı nitelikteki 5.5. Rekabet Politikası Sanayi Politikaları İle Çelişir mi? sanayi politikası uygulamaları, Japonya da uygulanan devlet modeli sonrası revaç bulmuş ve Doğu Asya ülkeleri (asya kaplanları) tarafından yaygın bir şekilde uygulanmıştır. M. E. Porter a göre Japon devlet modelinin temel nitelikleri şunlardır: İstikrarlı bir bürokrasi ve aktif bir merkezi hükümet; bebek endüstrilerle birlikte yüksek dışsal fayda yayan endüstrileri korumak amacıyla dolaysız yabancı yatırımların kısıtlanması; aşırı rekabet ve kapasiteyi asgariye indirmek için gevşek anti-tröst uygulamaları; ulusal düzeyde şampiyon firmaların tesisi; devlet öncülüğünde sanayinin yeniden yapılandırılması; kartellerin resmi olarak cezalandırılmasının endüstrileri canlı tutma amacıyla sınırlı kalması; zor duruma düşen firmaların kurtarılması, iktisadi büyümeyi teşvik için öncelikli (stratejik) endüstrilerin hedeflenmesi; ihracatın saldırgan biçimde teşviki; yoğun rehberlik, onay zorunluluğu ve lisans uygulaması; seçilen endüstrilerde yurtiçi firmaların yabancı rakiplerini yakalayabilmeleri için yurtiçi piyasanın yoğun bir şekilde korunması ve sağlam makro-ekonomik politikalar (Kim ve Philips, 2003:11). Bu türden sanayileşme politikalarının bünyesinde barındırdığı gevşek anti-tröst uygulamalar, resmi veya devlet destekli karteller, yurtiçi piyasanın yoğun bir şekilde korunması ve rekabet politikasının temel ilkelerine uymayan seçici politikalar rekabet politikası ile çatışabilir. Ancak, makro-ekonomik istikrarın sağlanması, yoğun beşeri sermaye yatırımını amaçlayan uygulamalar ve rekabeti teşvik eden yapısal politikalar rekabet politikası ile çatışmaz. Porter, Takeuchi ve Skakibara (2000) tarafından yapılan ve arasındaki dönemi kapsayan ve Japonya da yasal kartellerin rekabet gücü üzerindeki etkilerini değerlendiren çalışmaya göre Japon tarzı devlet modeli sanılanın aksine olumsuz sonuçlara da yol açabilmektedir. Bu çalışmaya göre gevşek anti-tröst uygulamaları ve rekabeti tesis etmeye yönelik diğer düzenleyici araçların yetersiz bir şekilde uygulanması sonucunda yasal kartellerin Japon sanayisinin rekabet gücüne katkısı olumsuz yöndedir. Devlet modelinin etkin olabildiği sektörler 68

69 rekabetçi olmayan sektörlerdir. Bu sektörler, devletin yoğun müdahalede bulunmasına, kartelleşmeye göz yummasına ve firmalar arasında yoğun bir işbirliğine izin vermesine rağmen rekabetçi bir yapıya kavuşamamışlar ve halihazırda rekabetçi olan sektörlerde ise bu model etkin olamamıştır Rekabet Politikası ve İktisadi Kalkınma Rekabet ile iktisadi kalkınma arasındaki ilişki hem teoride hem de uygulamada tartışmaya açıktır. Geleneksel ekonomik görüşler rekabet ile kalkınma arasında tekdüze bir ilişki olduğunu varsayar ve rekabet düzeyi ne kadar artarsa o kadar iyi ekonomik performansa ulaşılacağını ileri sürer (Singh, 2002:7). Rekabetin her zaman iyi olduğu varsayımı nedeniyle ne kadar çok rekabet olursa o kadar optimal bir durumun ortaya çıkacağı öngörülür. Ancak ekonomik refahı artırmak ve verimlilik artışını sağlamak için azami rekabeti sağlamak her zaman iyi bir seçenek olmayabilir. Gerçek yaşamda ekonomik etkinliğin artırılması açısından rekabetin zorunlu bir unsur olarak kabul edilmesi doğru olmakla beraber her zaman geçerli kabul edilebilecek bir varsayım olmaktan uzaktır. Zira piyasada yüksek düzeyde bir rekabet olsa bile büyük firmalarda yönetim ve kontrol fonksiyonlarının birbirinden ayrılmaması, asimetrik enformasyon, sahip-vekil (agency) arasındaki sorunlar ve x-etkinsizliği nedeniyle firma mikro-ekonomik açıdan etkin olmayabilir. Öte yandan, günümüzde uluslararası iktisadi ilişkiler oligopolcü piyasa yapısı içerisinde çoğunlukla sürdürülmektedir. Keza yüksek maliyetli ar-ge giderlerini finanse edebilmek için firmaların piyasada geçici de olsa tekel oluşturmaları bir çok sektörün temel özelliğidir. Yaratıcı tahribat sonucunda firmaların sahip olduğu geçici tekelci yapı kısa vadede piyasada rekabeti azaltıcı bir etki oluştursa da uzun vadede firmaların yenilik ve icatlar yoluyla mikro-ekonomik açıdan daha etkin olmalarına yol açmaktadır. Ancak, piyasada hakim pozisyonda olan firmaların yenilik ve icatta bulunmaya, girişimciliklerini artırmaya ve sonuçta teknolojik ilerlemelerin ortaya çıkmasına yol açan temel unsur kendilerinin durumunu sarsacak potansiyel rakiplerin var olmasıdır. Bu nedenle mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımının en etkin bir biçimde organize edilmesinin en iyi yolu rekabetçi piyasaların ve rekabetin varlığıdır. Bununla birlikte belirli koşullar altında rekabetin toplumsal refah ve tüketici fiyatları, firmaların teknik etkinliği, ekonomik büyüme, gelir dağılımı ve teknolojik yenilikler gibi çok sayıdaki gösterge üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu konusunda genel bir uzlaşı söz konusudur (OECD, 2002). Rekabet firmaların verimliliklerini artırmalarına yardımcı olur. Verimliliklerini artıran firmalar daha düşük maliyet ve fiyatla daha çok üretimde bulunurlar ve neticede firma ve endüstrilerin rekabet güçleri artar ve iktisadi kalkınma olumlu yönde etkilenmiş olur. Rekabet, Rekabetin İktisadi Kalkınma Üzerindeki Etkileri: Teori fiyatların marjinal maliyetlere yaklaşmasına yol açtığı sürece kaynak tahsisinde etkinliği artırır. Ancak rekabetin verimlilik üzerindeki olumlu etkileri bu tip statik etkilerden ibaret değildir. Rekabet, yeni ve daha iyi ürün ve üretim metodlarının devreye 69

70 konulmasına yol açarak verimlilik artışlarına neden olur ve uzun vadede başarılı yenilikler, rekabet sonrası oluşan verimliliklerin düzeyini ve büyüme hızını daha da artırır. Rekabet, iktisadi kalkınma ve büyüme üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Rekabetin bu etkisi yeniden tahsis (reallocation) ve seçme (selection) etkileri yoluyla ortaya çıkar. Rekabetin yeniden tahsis etkisi, etkin olmayan firmaların hilafına etkin firmaların piyasa payını artırmalarını sağlaması sonucunda ortaya çıkar. Dahası artan rekabet etkin olmayan firmaların endüstriyi terk edene dek karlılıklarının azalmasına ve piyasa paylarını yitirmelerine yol açarak piyasa dışına çıkması gereken firmaların seçilmesine neden olur. Rekabet, kaynakları verimlilikle kullanan firmaların devamını sağlayarak kötü ya da verimsiz firmaların piyasayı terk etmesine yol açar ve firmaların dinamik bir yapı içinde doğmalarına, büyümelerine ve nihayet yok olmalarına sebep olur. Firma düzeyinde meydana gelen bu etkiler ulusal rekabet gücünü hangi yönde etkiler? Her sektörde firma düzeyinde etkinliğin sağlanması ulusal rekabet gücünü artırır mı yoksa uluslararası alanda etkin bir firma için gereken ölçek ekonomilerini ve teknik gelişmeyi engelleyerek firmaların uluslararası alanda başarılı olmalarını engeller mi? Bu konuda birbirinden farklı iki görüş bulunmaktadır (Kim ve Phillips, 2003:3). Birinci görüşe göre yeniden tahsis ve seçme etkileri firma düzeyinde etkili olmasına karşılık toplamda önemsizdir. Bu nedenle iktisadi büyümeye yönelik ulusal strateji, uluslararası alanda firmaların rekabet güçlerinin artırılması için gerekli olan ölçek ekonomilerine ulaşılması ve teknik ilerlemenin elde edilmesi için daha önemlidir. İkinci görüş ise rekabet sonucunda ortaya çıkan yeniden tahsis ve seçme etkilerinin firma ve endüstri düzeyinde verimlik ve etkinliğin artırılmasını sağlayacağını ve sonuçta ekonominin tümünde rekabet gücünün artacağını kabul eder. Bir ekonominin toplam etkinliği seçme etkisi ile oluşan firma dinamiklerine bağlıdır. Bu etki nedeniyle rekabet, verimsiz olan firmaları piyasa dışına iterek kaynakları gerileyen ve piyasa dışına itilen firmalardan piyasaya yeni ve güçlü bir giriş yapan ve büyüyüp gelişen daha etkin firmalara doğru yeniden dağıtır. Eğer emek ve sermaye piyasaları da etkin bir şekilde çalışıyorsa oluşan bu dinamik yapı ekonomiye canlılık ve yenilik getirir. Piyasaya yeni giren, yenilik ve icatları gündeme getiren ve piyasa gücü gittikçe artan firmalar mevcut teknolojide başarılı faaliyetler gerçekleştiren ve büyük bir tecrübeye sahip olan yerleşik firmalara büyük zararlar vermezler; tam aksine zamanla hantallaşmış bu firmaların yenilik ve icat yapma, piyasaya yeni ürün ve süreçler getirme ve verimliliklerini artırma çabalarını sıklaştırmalarına neden olurlar. Bu süreç sonunda meydana gelen başarılı yenilik ve icatlar rekabetin dinamik yapısını güçlendirir ve toplam verimliliğin artmasına yol açar. Seçim süreci, yukarıda da değinildiği gibi, etkin olmayan firmaların piyasa dışına itilmesine yol açarken, etkin ve büyük bir tecrübeye ve piyasa payına sahip yerleşik firmaları ise yenilik ve icatlarda bulunmaya teşvik eder. Ancak rekabetin yenilik ve icatlar ile teknik ve teknolojik gelişme üzerinde etkisi konusunda farklı görüşler söz konusudur (Kim ve Phillips, 2003:3). Schumpeterci görüş ar-ge yatırımlarının maliyeti yüksek olmasına rağmen başarı garantisi olmayan yatırımlar olduğunu ve bu yatırımlar sonucunda esaslı bir yenilik icat yapılsa bile yeniliklerde bulunmanın riskli bir iş olmaktan çıkmayacağını ileri sürer. Başarı 70

71 garantisi olmayan, yüksek bir riske sahip olan ve yüksek düzeyde sabit yatırımları ve ar-ge giderini gerektiren yeniliklere yatırım yapmak için firmaların finansman kaynaklarının güçlü olması ve bu faaliyetleri sonucunda elde edecekleri getirinin oldukça fazla olması gereklidir. Yenilikleri finanse etmek için gereken büyük miktardaki kaynakları sağlayacak koşullar firmanın büyük bir piyasa gücüne sahip olmasını (ölçek ekonomileri) ve firmanın bu gücünü belirli bir süre muhafaza etmesini (monopolcü piyasa yapısı) gerekli kılar. Rekabetin ilgili endüstride firmaların büyümesini ve piyasa güçlerini artırmasını engelleyecek kadar şiddetli olması, başka bir ifadeyle piyasada kıyasıya rekabet eden çok sayıda küçük firmanın olması (tam rekabet piyasası), yani tekelleşmenin olmaması, firmaların yenilik ve icatlar için gereken ar-ge yatrımlarına ayıracak kaynak bulamamalarına yol açar ve firmaları yatırım yapmaktan ve yenilik ve icatlarda bulunmaktan caydırır. Monopolcü firmalar daha yüksek getiri elde ettikleri ve piyasada fazla belirsizlikle karşılaşmadıkları için yatırımları finanse edecek kaynaklara her zaman kolayca sahip olabilirler. Teknik ilerleme ve teknolojik gelişme takipçi, yakın takipçi veya yeni kurulan firmaların sıçrama yapmak suretiyle lider (tekelci) pozisyonunda olan bir firmayı yakalayıp liderliği devralmalarına imkan sağlayacak olanakları (yenilik ve icatlar) her potansiyel rakibe bahşettiği için monopolcü firmalar potansiyel rakiplerin rekabet baskısı altında yenilik ve icatlar yapmak zorunda kalırlar. İkinci görüş rekabetin yeniliği teşvik edeceğini savunur. Zira monopolcü firma elde ettiği yüksek getiri ve piyasada hakim pozisyona sahip olmasının verdiği rahatlıkla yenilik ve icatlarda bulunmak için yeterince teşviğe sahip olmasa bile bu olanaklara sahip olmayan firmalar için yenilik ve icatlarda bulunup yüksek getiri elde etmek için her zaman daha fazla teşvik söz konusu olur. Başka bir ifadeyle, yeni ekonomide bir çok endüstride sahip olunan ileri teknoloji, teknik yenilikler ve bilgi sayesinde lider konumdaki firmayı tehdit edecek yeniliklerde bulunabilecek çok sayıda firma bulunur. Öte yandan, Friedrich A. von Hayek e göre rekabet keşif sürecine yol açar. Rekabetin olmadığı koşullar altında keşfedilmeyecek bilgi ve fırsatlar rekabet sayesinde ulaşılabilir hale gelir. Başarılı bir firma rakiplerine kıyasla belirli bir zamanda yüksek getiri elde etmesini sağlayacak bilgi ve fırsatları keşfeden firmadır. Rekabet keşif sürecinin ortaya çıkmasını sağlayarak toplam verimliliği artırır, teknik ve teknolojik ilerlemeye yol açar ve yenilikleri hızlandırır (Ahn, 2002:7). Ayrıca Aghion ve Howit (1998) e göre rekabetin yenilik ve icatları artırdığına dair çeşitli teorik mülahazalar ileri sürülebilir: (1) Ürün piyasalarında ortaya çıkan yoğun rekabet iflas riski nedeniyle yöneticileri yenilikleri benimsemeye zorlayabilir; (2) Ürün piyasasındaki rekabet yaratıcı tahribat (mevcut firmaların ve ürünlerin varlığının ortadan kalkıp tamamen yeni firma veya ürünlerin devreye girmesi) yerine çok sayıda takipçi firmanın adım adım yenilikler gerçekleştirmek suretiyle lider firmayı yakalamalarına veya lider firmanın bu tip yenilikler ile durumunu muhafaza etmesine yol açacak şiddete sahipse firmalar büyük riskler almaksızın teknolojik üstünlük sağlamak ve yeniliklerde bulunmak için birbirleriyle rekabete girişebilirler ve (3) Emek piyasası esnek ise yenilik ve icatlarda bulunmak için gerekli olan bilgi, tecrübe ve yeteneğe sahip olan emeğin en iyi uygulama, teknoloji ve piyasa payına sahip takipçi firmalara yönelmesine neden olabilir. Bu durum yeniliklere dayalı bir rekabetin ortaya çıkmasını teşvik 71

72 edebilir. Öte yandan, bilgi ekonomisi firmaların performanslarının kıyaslanması için piyasadaki iktisadi birimlere oldukça fazla olanaklar sunar. Bu durum şirket sahiplerinin ve piyasanın şirket yöneticilerini daha iyi gözlemlemesine ve beceriksiz yöneticilerin mevki kaybetmesine yol açar. Sonuçta firma yöneticileri bilgi ekonomisinde başarılı olmak için yeniliklere dayalı bir rekabete girişmek yönünde yeterince motivasyona sahip olurlar Rekabetin İktisadi Kalkınmaya Etkisi: Ampirik Bulgular OECD ülkelerinde seçilen endüstrilerde yapılan çok sayıda ampirik çalışmaya göre rekabet seçim etkisi yoluyla endüstri düzeyinde verimliliği artırır (Kim ve Phillips, 2003:5). Baily, Hulten ve Campbell (1992) ye göre yüksek düzeyde verimliliğe sahip olan üretim birimlerinde endüstrideki verimlilik artışının en önemli unsuru artan üretim miktarı iken, Hahn (2000) toplam verimlilik artışının büyük bir kısmının (konjonktürel genişleme dönemlerinde yüzde 45 i, daralma dönemlerinde ise yüzde 65 i) piyasaya üretim birimlerinin giriş ve çıkışı ile bağlantılı olduğunu dile getirir. Disney, Haksel ve Heden (2000) tarafından İngiltere için yapılan çalışma emek verimliliğindeki artışların yüzde 50 sinin ve toplam faktör verimliliğinin yüzde 90 ının daha az kar elde eden ekonomik birimlerin piyasadan çekilmesi ve daha fazla kar elde eden verimli birimlerin piyasaya girmeleri ve büyümeleri ile alakalı olduğunu ortaya koymaktadır. Foster, Haltiwanger ve Krizan (1998) ın çalışmaları ise iktisadi kaynakların daha az verimli olan işletmelerden daha verimli işletmelere yeniden tahsisinin toplam verimlilik artışında son derece önemli olduğunu göstermektedir. Rekabet sonucunda meydana gelen verimlilik artışının bir kısmı ilgili endüstrideki firmaların pozisyonlarındaki değişmelerle izah edilememektedir (Kim ve Phillips, 2003:5). Örneğin, Nickell (1996), rekabet yapan iktisadi birimlerin sayısının fazla olduğu ve elde edilen rantların düşük olduğu bir rekabet düzeyinin iktisadi büyümeyi olumlu etkilediğini ileri sürer. Gort ve Sung (1999) ise tekelci yapılara kıyasla etkin bir rekabetin olduğu piyasalarda verimlilikte daha hızlı bir artışın olduğunu ortaya koymaktadır. Rekabet firma düzeyinde önemli ve pozitif bazı etkilere sahiptir. Çok sayıdaki çalışma yoğun rekabetin söz konusu olduğu piyasalarda faaliyet gösteren firmaların yüksek düzeyde bir verimliliğe sahip olduğunu ve güçlü firmaların varlığının ürün piyasalarındaki rekabetin olumlu etkiler oluşturmasına yol açtığını ortaya koymaktadır (Bkz. Kim ve Phillips, 2003:5-6). Piyasa yapısı ile yenilik ve icatlar arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmaların çoğu yenilik ve icatları açıklayıcı değişken olarak firma yapısı üzerinde odaklanmıştır. Ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar büyük firmaların yenilik ve icatlar konusunda daha aktif olduğunu öngören Schumpeterci bu görüşün geçerli olmadığını göstermektedir (Ahn, 2002:15). Bound et al. (1984) tarafından ABD ile ilgili olarak yapılan bir çalışma firma büyüklüğü ile ar-ge faaliyetleri arasında belirleyici bir ilişki olmadığını ortaya koyarken Pavitt et al. (1987) İngiltere deki verilerin aynı sonucu verdiğini ve bazı büyük firmaların çok önemli düzeyde yenilik ve icatlarda bulunurken diğerlerinin bulunamadığını; buna karşılık, çok küçük bazı firmaların büyüklükleriyle ters orantılı olarak son derece yüksek düzeyde yenilik ve icatlarda bulunabildiklerini ortaya koymaktadır. Öte yandan, 72

73 bir çok çalışmada ar-ge verimliliğinin (birim ar-ge başına yenilik ve icatlar) firma büyüklüğü ile ters yönde bir ilişkiye sahip olduğu ve küçük firmaların ar-ge harcaması başına daha fazla patent sahibi oldukları gözlenmektedir (Bound et al. 1984). Piyasada yoğunlaşma ile ar-ge yoğunluğu (ar-ge /firma büyüklüğü) arasındaki ilişki hususunda yapılan çalışmalar karmaşık sonuçlar ortaya koymaktadır. Acs ve Audretsch (1987) tarafından yapılan bir çalışma büyük firmaların sermaye yoğun ve yoğunlaşmanın olduğu endüstrilerde görece daha fazla yenilik ve icatlara dayalı avantaja sahipken küçük firmaların oldukça yüksek yenilik ve icatlara dayalı ve beceri ve yetenek yoğun endüstrilerde daha yüksek yenilik ve icatlara dayalı üstünlüğe sahip olduklarını göstermektedir. Aynı kişilerce yapılan paralel bir çalışma (1988) endüstrilerdeki yenilik ve icat düzeyinin konsantrasyon düzeyi arttıkça azaldığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, her yenilik ve icat halihazırda başat konumda olan firma tarafından yapılmayabilir ve bu durumda piyasada başat konumda olan piyasa liderinin dışındaki firmalar tarafından yapılan yenilik ve icatlar piyasada yoğunlaşmayı azaltıcı yönde bir etki meydana getirebilir. Rekabet düzeyi ile verimlilik arasındaki ilişki piyasa yapılarına göre farklılıklar gösterebilmektedir. Pilat (1996: ) tarafından yapılan çalışma, yoğunlaşma düzeyinin, görece çok sayıda küçük firmanın yer aldığı ve homojen malların üretildiği tam rekabete en yakın özellikler gösteren piyasalarda (örneğin, gıda ürünleri ve tekstil piyasaları) verimlilik üzerinde olumlu bir etkiye sahip olmadığını, ancak görece daha büyük firmaların başat konumda olduğu ve daha karmaşık ve farklılaştırılmış ürünlerin üretildiği piyasalarda (örneğin, ilaç, elektrik, bilgisayar piyasaları) piyasadaki yoğunlaşmadaki artışın verimlilikte büyük artışlar meydana getirdiğini ortaya koymaktadır. Birinci tür piyasalarda piyasaya girişin kolay olması ve piyasayı birkaç firmanın domine etmesine olanak tanımayacak düzeyde bir parçalanmış yapının söz konusu olması piyasaya giriş ile verimlilik düzeyi arasında önemli ve olumlu bir ilişkinin olmasına neden olabilmektedir. 5.7.Globalleşme, Ekonomide Serbestleşme ve Rekabet Politikası Gelişmekte olan ülkeler rekabet politikası konusunda yeterince tecrübeye sahip olmasalar ve tam rekabetin uzun vadede verimlilik artışlarında optimal olduğu konusunda genel bir şüphe söz konusu olsa da, mevcut global ekonomik ortam ve global düzeydeki ekonomik düzenlemeler çerçevesinde, gelişmekte olan ülkelerin rekabet politikalarını oluşturup etkin bir şekilde uygulamalarında sayısız fayda vardır (Singh, 2002:8-9). Son yıllarda meydana gelen teknolojik ilerlemeler, ekonomik, siyasi ve ideolojik değişiklikler sonucunda dünya ekonomilerinin entegrasyonunda büyük bir artış söz konusu olmuş ve bunun sonucunda ülkelerin hemen hemen tamamı her alanda büyük çaplı serbestleştirme faaliyetlerine girişmişlerdir. Özelleştirme ve deregülasyon çabaları sonucu gelişmekte olan ülkelerin çoğunda büyük yapısal değişiklikler meydana gelmiştir. Bu ülkelerin çoğunda özelleştirme öncesinde büyük ölçekli kamu işletmeciliği ve büyük doğal tekel piyasaları bulunmaktaydı. Özelleştirilen işletmelerin bir çoğunun zaten birer doğal tekel olması ve özelleştirme sonrasında piyasada ilave tekelleşmelerin meydana gelmesi iktisadi performansı azamileştirmek için uygun regülasyon ve rekabet politikalarının uygulamaya konulmasını gerektirmektedir. Öte yandan, 73

74 kamu kesimindeki tekellerin yerini özelleştirme uygulamaları sonucu özel tekellerin almasının toplumsal refahı azaltma potansiyeli gelişmekte olan ülkelerin uygun rekabet politikalarını devreye koymalarını zorunlu kılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin sağlam bir rekabet politikasına sahip olmalarını zorunlu kılan nedenlerden birisi de son yıllarda dünya ekonomisini yeniden şekillendiren büyük çaplı uluslararası şirket birleşme ve satın alma faaliyet (BSF) lerinin varlığıdır. UNCTAD (2000, 2003) verilerinin de gösterdiği gibi 1980 li yılların ortalarında global GSYİH nın yüzde 0.5 ini ancak bulan BSF leri 2000 yılında yüzde 2 ye tırmanmıştır. BSF leri rekabet üzerinde meydana getirecekleri iktisadi etkileri nedeniyle rekabet politikasının hedeflerini ve uygulamasını yakından etkileme potansiyeline sahiptir ve bu nedenle bu faaliyetler rekabet politikası oluşturulurken ve uygulanırken dikkatlice ele alınıp değerlendirilmelidir. Şirket birleşme ve satın alma faaliyetleri belirli iktisadi olaylara veya yasal düzenlemelere bağlı olarak dalgalanmalar şeklinde kendini gösteren ve son yüzyıla damgasını vuran büyük şirketlerin ortaya çıkmasını sağlayan oluşumlardır. İlk büyük BSF dalgası, 1890 yılında çıkarılan ve şirketlerin işbirliğine gitmelerini yasaklayan Sherman Antitröst Yasası nın bir sonucu olarak ABD nde arasında meydana gelmiştir (Singh, 2002:9). Bu ilk dalgada BSF lerinin amacı piyasayı domine edecek tekelleri ortaya çıkartmak iken 1920 lerde oligopol oluşturmak, 1960 larda holdingleşme ve 1980 lerde bu holdinglerin daha da büyüyerek global ölçekte oyuncular olarak sahneye çıkmasıydı. Nitekim 1990 larda hacimlerini artıran şirketler global ölçekte oyuncular haline geldiler. Yeni teknolojiler, globalleşme ve deregülasyon çabaları küresel düzeyde tüm piyasaları global aktörlere açık bir hale getirdi ve benzer güçlerdeki global oyuncular arasındaki rekabetin şiddetlenmesi günümüzdeki BSF lerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Öte yandan 90 lı yıllarda meydana gelen BSF leri öncekilerden uluslararası niteliği nedeniyle de farklıdır. Nitekim daha önceki yıllarda meydana gelen bu türden faaliyetlerin temel özelliği ulusal ölçekte olmaları ve ulusal düzeyde güçlü oyuncular ortaya çıkarmaları iken 90 lı yıllarda BSF lerinin büyük bir çoğunluğu global ölçekte meydana gelmekte ve global düzeyde güçlü oyuncuların çoğunun çok uluslu olmasına yol açmaktadır. Ayrıca son dönemdeki BSF lerinin çoğu dolaysız yabancı yatırımlarla yakından bağlantılıdır. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki faaliyetler dolaysız yabancı yatırımlar yoluyla gerçekleştirilmektedir. Tablo 1: Uluslararası Şirket Birleşme ve Satınalma Faaliyetleri (Milyar Dolar) Bölgeler Satışlar Satınalışlar Ülkeler GÜ 134,2 67,6 187,6 679,4 307,7 143,0 72,1 196,7 700,8 341,1 AB 62,1 38,5 81,8 357,3 193,9 86,5 40,5 96,6 517,1 213,8 ABD 54,6 19,9 68,0 251,9 73,2 27,6 21,4 60,7 120,3 78,4 Japonya 0,1 0,09 1,7 16,4 5,6 14,0 1,1 5,6 10,5 8,6 GOÜ 16,0 14,2 35,7 74,0 44,5 7,1 10,7 29,6 63,4 27,5 Afrika 0,4 1,8 1,8 3,1 4,6 0,1 0,4 2,1 5,7 1,9 L.Amerika 11,4 5,1 20,5 41,9 22,4 1,5 2,5 8,3 44,7 11,7 Asya 4,0 7,3 13,3 28,8 17,3 5,4 7,8 19,1 12,8 13,8 74

75 G.D. Asya 3,9 7,2 9,7 28,4 16,8 3,3 6,8 17,5 11,3 10,7 Dünya 150,5 83,0 227,0 766,0 369,7 150,5 83,0 227,0 766,0 369,7 Kaynak: UNCTAD, 2003: Son yıllarda 63 bin ana firma ve 690 bin bağlı şirketle faaliyetlerini sürdüren çok uluslu şirket (ÇUŞ) ler tarafından yapılan uluslararası üretim tüm ülkeleri ve ekonomik faaliyetleri etkilemektedir. Sınır aşan BSF leri 1987 yılında 100 milyar Dolar dan daha az iken 1999 da 766 milyar Dolar a yükselmiştir (Tablo 2). BSF lerinin yalnızca yüzde 3 ü birleşme iken geriye kalanı satın alma faaliyetlerinden oluşmaktadır. Tam satın almalar uluslararası satın alma faaliyetlerinin 2/3 ünü meydana getirmektedir. Tam satın alma faaliyetleri gelişmiş ülkelerde daha yaygındır. Nitekim azınlık şeklindeki (şirket hissesinin yüzde 1-49 u arasındaki satın alımlar) satın almalar gelişmekte olan ülkelerde toplam satın almaların 1/3 ünü oluştururken aynı oran gelişmiş ülkelerde 1/5 düzeyindedir (UNCTAD, 2000). BSF leri işlevsel açıdan yatay (aynı endüstrideki firmalar arasında), dikey (müşteri-tedarikçi veya alıcı-satıcı arasında) veya holding tarzı (farklı endüstrideki firmalar arasında) olmak üzere üçe ayrılabilir. UNCTAD (2000) verilerine göre değer itibarıyla sınır aşan BSF lerinin yaklaşık yüzde 70 i yatay iken sayı itibarıyla bu oran yüzde 50 ye gerilemektedir. Günümüzde BSF lerinin çoğu stratejik ve ekonomik motiflerle gerçekleşmektedir. Dünya çapında BSF lerinin sayısı (yurtiçi ve sınır aşan) arasında yüzde 42 artmış; BSF lerinin değeri ise 1980 de global GSYİH nın yüzde 0.3 ü iken 1999 da yüzde 8 e ulaşmıştır. Hızlı teknik ve teknolojik değişimler çoğunluğu ÇUŞ olan dünyanın teknolojik liderleri üzerindeki rekabetçi baskıyı artırmaktadır. İkame edici özelliklere sahip olan firmaların birleşmesi veya birinin diğerini satın alması sayesinde firmalar yeniliklerin maliyetini paylaşmakta, yeni teknolojik varlıklara erişebilmekte ve rekabet güçlerini artırabilmektedir. BSF leri yoluyla uluslararası üretim sisteminin yaygınlaşması ve derinlik kazanması bir çok ülkede dolaysız yabancı yatırımlar (ve dolayısıyla BSF leri) üzerindeki kısıtlamaların gevşetilmesi suretiyle ülkeler arasındaki yabancı sermaye rekabeti sonucunda gerçekleşmektedir. Dış ticaretteki serbestleştirme ve bölgesel entegrasyon çabaları rekabeti yoğunlaştırarak ve bölgesel düzeyde şirketlerin yeniden yapılanması ve tahkimini teşvik ederek BSF lerini artırmaktadır (UNCTAD, 2000). Sınır aşan BSF lerinin meydana getirdiği fayda ve maliyetler tartışma konusudur. Singh (2002) ye göre teoride BSF leri iki kanal üzerinden etkide bulunarak toplumsal refahı artırabilir. Öncelikle, BSF leri verimli olmayan firmaların verimliliklerini artırmalarını sağlayacak bir tehdit unsuru olarak bu firmaların verimliliklerini artırmalarına yol açar. BSF leri sonucu bir araya gelen firmalar arasında oluşan sinerji yeni firmanın verimliliğini artırabilir; ancak, birleşme sonucunda tekelleşme potansiyeli toplumsal maliyetin artması riskinin ortaya çıkmasına neden olur. Ampirik veriler BSF leri sonucunda yeni firmaların karlılıklarının fazla artmamasına rağmen borsa değerlerinin arttığını göstermektedir (Gugler et al., 2001). BSF leri sonucu kendi sektörlerinde global ölçekte liderliği ele geçirmeye çalışan şirketler iktisadi faaliyetlerini stratejik bir çerçevede sürdürmekte ve bu çabaların sonucunda, özellikle rekabet politikası olmayan veya etkin bir biçimde sürdürme kabiliyetinden yoksun olan ülkelerde, 75

76 BSF lerinin yoğun olarak gerçekleştiği elektronik, elektrikli aletler, otomobil, petrol, kimyasallar ve ilaç endüstrilerinde oligopolcü firma yapıları ortaya çıkmakta ve rekabette ciddi sapmalar meydana gelmektedir. Serbestleştirme ve deregülasyon sonucu iç piyasasını yabancı sermayeye açan ve yabancı sermayenin getirisinden istifade etmek için aralarında yarışan gelişmekte olan ülkelerin umdukları faydayı elde edebilmeleri ve BSF leri ve yabancı sermaye yatırımlarının olası maliyetlerini asgariye indirebilmeleri sağlam ve uygulanabilir bir rekabet politikasına sahip olmalarına bağlıdır Rekabet Politikası: Ülke Uygulamaları Rekabet politikası, teoride ikinci en iyi olarak görülen bir politik seçenektir. Rekabet, ve özellikle tam rekabet koşullarının varlığı en optimal durum olarak kabul görür. Tam rekabet koşullarında, daha öncede değinildiği gibi, tüm piyasalarda çok fazla sayıda katılımcı söz konusudur; eksik rekabet piyasalarına rastlanmaz; dışsallıklar, doğal tekeller, bilgi asimetrisi yoktur; ekonomik ajanların tümü rasyonel davranır; firma-bireyler arasındaki sözleşmelerin uygulanmasını sağlayan mükemmel bir yargı erki vardır ve gelir ve servet dağılımını ideale yaklaştırmak için transfer giderlerinde bulunan iyi işleyen bir yürütme organı devrededir. İdeal durumdan sapmaya yol açacak herhangi bir ihlalin olması durumunda rekabeti kısıtlayacak sınırlandırmaların devreye girdiği ikinci en iyi durum oluşturulmaya çalışılır. Tam rekabet koşullarından ne kadar uzaklaşılırsa rekabeti tesis etmek ve rakiplerle benzer rekabet koşullarında uluslararası piyasalarda yarışabilmeyi amaçlayan rekabet politikası uygulamalarından o ölçüde uzaklaşılmış olur. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda yukarıda sıralanan ideal durumun mevcut olmaması bu ülkelerde rekabeti teşvik edecek politikaların bulunmamasına ve rekabeti sınırlandıracak uygulamalara ikinci en iyi seçenek olarak başvurulmasına neden olmaktadır (Laffont, 1998:237). Gelişmekte olan ülkelerin çoğu rekabet politikası ve rekabet hukukunu uygulayabilecek düzeyde güçlü bir yürütme erkine sahip değildir ve yaygın rant kollama faaliyetleri ve yozlaşma yürütme erkinin işini daha da zorlayan bir unsur olarak boy göstermektedir. Ancak bu durum tüm gelişmekte olan ülkeler için aynı değildir. Singh (2002) e göre yeni sanayileşmekte olan bir çok ülke, tam demokratik bir yapıya sahip olmasalar bile, güçlü ve etkin yürütme organlarına sahiptirler (Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika ve Türkiye). Şeffaf olmayan bazı ülkeler çok büyük bir büyüme hızına ulaşırken (Çin ve Doğu Asya ülkeleri), çok yoğun yozlaşmanın olduğu bazı ülkelerde hızlı bir sanayileşme süreci gerçekleşmiş (Kore; arası ve İtalya; II. Dünya Savaşı sonrası) ve nihayet demokratik olmayan ve yoğun yozlaşmanın olduğu bazı ülkelerde ise yoksullukla mücadelede büyük başarılar elde edilebilmiştir (Örneğin, Suharto döneminde Endonezya). Bu sonuç kalkınma ile yozlaşma ve rekabet politikası da dahil ülkenin müdahaleci bir sanayi ve iktisat politikası uygulama yeteneği arasında açık ve güçlü bir ilişkinin olmayabileceğini ortaya koymaktadır. Gelişmekte olan ülkeler yaşam kalitesini artırabilmek için uzun yıllar boyunca hızlı ve istikrarlı bir büyüme hızı gerçekleştirmek zorundadırlar. Başka bir ifadeyle gelişmekte olan ülkeler sadece iyi bir şey olduğu için rekabeti teşvik edecek bir rekabet politikasını uygulamaya koyamazlar; rekabet politikasının mutlaka iktisadi kalkınmayı hızlandırması ve 76

77 teşvik etmesi gereklidir. İktisadi kalkınma günümüzde büyük ölçüde özel kesimin yatırımda bulunmasını ve yüksek verimlilik ve rekabet gücü ile faaliyetlerini sürdürebilmesini gerektirmektedir. Rekabet politikası yoluyla rekabetin büyük ölçüde teşvik edilmesi fiyat savaşlarına yol açarak özel kesimin karlılığını azaltır ve sonuçta yatırımda bulunma isteğini ortadan kaldırır. Rekabetin eksik olması durumunda ise tekelleşme sonucu yüksek karlarla çalışmaya alışan özel sektörün aşırı yatırımda bulunması ihtimali ortaya çıkar. Böyle bir durumda özel kesimin aşırı kapasite kullanımını, aşırı yatırımlarını kontrol etme devletin üstlenmesi gereken bir sorumluluk haline gelebilir. Öte yandan, global düzeyde, BSF leri yoluyla, global aktörler olarak faaliyet gösteren çok az sayıdaki firma hemen hemen her sektörde oligopolcü bir yapılanma içerisinde faaliyet göstermekte ve elde ettikleri yüksek rantlarla yenilik ve icatlarda bulunarak veya piyasaya giriş engelleri oluşturarak rekabet güçlerini hem cari dönemde hem de gelecekte artırma ve muhafaza etme potansiyeline sahip olmaktadırlar. Global firmalar güçlü hükümetlerinin her türlü desteğini arkalarında hissetmektedirler. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler iktisadi kalkınmalarını sürdürmelerini sağlayacak ve uzun dönemde yaşam kalitesinin artması için firmaların rekabet güçlerini artırmalarına olanak verecek kendi ülkelerinin özelliklerine uygun bir rekabet politikası (özgün ve optimal) belirleyip uygulamaya koymalıdırlar. Bu tip bir rekabet politikası yurtiçinde büyük firmaların rekabet karşıtı davranışlarını sınırlandırmalı, uluslararası BSF leri ve dolaysız yabancı sermaye hareketleri sonucu ortaya çıkan mega şirketlerin sahip oldukları ya da potansiyel olarak sahip olabilecekleri tekel gücünü kötüye kullanmalarını kısıtlayabilmeli ve iktisadi büyüme ve kalkınmayı teşvik etmelidir. Gelişmiş ülkelerde Rekabet Politikası Uygulamaları: Gelişmiş Ülkeler rekabet politikası uygulamalarının bilinmesi gelişmekte olan ülkeler açısından önem taşımaktadır. Özellikle, ABD, AB ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerin rekabet politikaları global ekonomide sahip oldukları yer ve önem dolayısıyla son derece yol göstericidir. ABD, uzun yıllar önce, tröstleri ve rekabeti kısıtlayıcı uygulamaları yasaklayan rekabet hukukuna sahip ülkelerin başında gelmektedir. II. Dünya Savaşı ndan 1980 li yıllara dek ABD aynı endüstride şirket birleşmelerini yasaklayan yapısal politikaları uygulamaktaydı ve bu uygulama 1960 lı yıllarda holdingleşmeye yönelik (farklı endüstrileri kapsayan) şirket birleşmelerinin yaygınlaşmasına neden oldu (Singh, 2002:16). Ancak global ekonomik entegrasyon düzeyinin artması, globalleşmeye paralel bir biçimde global düzeyde yabancı sermayeye yönelik kısıtlama ve engellerin deregülasyon ve serbestleştirme uygulamaları ile ortadan kaldırılması ve ABD nin cari işlemler açığının sürdürülebilir olmaktan uzaklaşması rekabet hukukunun katı bir biçimde uygulanmasını gittikçe zorlaştırdı. Yabancı rekabetin artması sonrasında ABD katı rekabet hukuku uygulamasını gevşetmek zorunda kaldı. Daha önceleri herhangi bir uygulamanın etkileri dikkate alınmaksızın rekabet hukukuna göre rekabeti olumsuz yönde etkilediği varsayıldığında rekabet karşıtı uygulama sayılırken günümüzde olay bazında değerlendirme yapılmakta ve herhangi bir firmanın piyasa gücünün artması her durumda rekabeti olumsuz yönde etkileyen bir olay olarak değerlendirilmemektedir, örneğin ölçek ekonomileri sonucunda piyasa gücünün artması rekabeti bozucu bir uygulama olarak değerlendirilmemektedir (Singh, 2002:16 ve Baker, 1999:191). Rekabet 77

78 hukuku uygulamasında eski yaklaşım rekabetin meydana getirdiği ekonomik sonuçlar ne olursa olsun iyi bir şey olduğu ve bu nedenle kuralların katı bir şekilde uygulanması gerektiği felsefesine dayalı iken yeni anlayış rekabetin tek başına çok fazla anlamlı olmadığını, her olayın ayrı ayrı ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğini ve firma davranışlarının meydana getirdiği sonuçların daha önemli olduğunu dile getirir. AB rekabet hukuku Roma Anlaşması nın maddeleri ile ilgili ulusal devletin rekabetle ilgili düzenlemelerini bünyesinde barındırır. Rekabet hukukunun temel amacı tek pazarın oluşturulması olsa da gelir ve servet dağılımında adaletin sağlanması, bölgesel farklılıkların giderilmesi ve işsizliğin önlenmesi gibi sosyal fonksiyonlar da hedeflenmektedir (Singh, 2002:16). AB rekabet politikası, tüketicinin refahını ve Avrupa endüstrilerinin rekabet gücünü artırmayı amaçlayan birbiriyle alakalı üç sacayağına dayanır (European Commission, 2003:11). Birinci sacayağı adaletsiz kısıtlayıcı uygulama veya anlaşmalarla ve hakim pozisyonun kötüye kullanılması ile alakalı girişimleri yasaklayan anti-tröst kurallarının güçlü bir şekilde uygulanmasıdır. Bu uygulama fiyatların sabitlenmesi veya piyasayı paylaşmaya yönelik kartelleşmeler gibi rekabet karşıtı davranışları önlemeyi amaçlar. Aynı zamanda BSF leri ile ortaya çıkan yüksek piyasa gücüne dayalı hakim pozisyonlardan kaçınmak için gerekli olan konsantrasyonun kontrol edilmesine yardımcı olur. İkinci sacayağı, etkin rekabetin henüz tam anlamıyla kökleşmediği iktisadi sektörlerin dışa açılmasının tek pazarın entegrasyonunu ilerleten yasal önlemleri içeren yavaş bir serbestleştirme politikası ile gerçekleştirilmesidir. Nihayet üçüncü sacayağı ulus devletlerin sübvansiyonlar ve vergi muafiyetleri yoluyla Birlik içi piyasada sapmalara yol açmamalarını sağlayan ve ulus-üstü düzeyde devlet yardımlarını kontrol eden AB rekabet politikasını içerir. Japon rekabet politikası 1940 lı yılların ortalarında, ülke ABD işgali altındayken oluşmuş ve büyük ölçüde sanayi politikası çerçevesinde şekillenmiştir arasında yeni sanayileşmekte olan ve milli geliri yılda yüzde 10 artan bir ülke olan Japonya da sanayi politikası Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (MITI) tarafından belirlenmekteydi ve Adil Ticaret Komisyonu (FTC) ülke içinde rekabet uygulamalarını gözetlemekteydi. MITI nin temel hedefi Japon sanayisinin yüksek bir karlılık ve dolayısıyla yüksek bir yatırım düzeyine ulaşmasını garanti altına almak olduğundan düşük kar ve yatırıma neden olan yıkıcı rekabet faaliyetlerinden endişe etmekteydi. Bu nedenle Bakanlık Japon endüstrilerinde yüksek düzeyde yoğunlaşmanın meydana gelmesine yol açan büyük kartellerin oluşturulması ve desteklenmesi ve piyasaya giriş ve çıkışların devlet müdahaleleriyle kontrol altına alınması gibi uygulamaları hayata geçirdi. Öte yandan, kaynakların yanlış tahsisine yol açan oligopolleşmeye izin veren bu uygulamayla birlikte MITI ödülün ucuz krediye erişim, gerekli olduğunda döviz temini ve uluslararası rekabete karşı koruma olan oligopolistik firmalar arasında yarışmaya dayalı rekabeti teşvik eden bir politika takip etti. Verilen ödüller ilgili firmaların ihraç piyasalarındaki başarısı, teknolojik gelişmelerdeki katkıları veya yeni ürün geliştirmedeki yetenekleri ile bağlantılı idi. Bu uygulamaların sonucunda Japon endüstrilerinin çoğunda oligopolcü bir yapı söz konusu olmasına rağmen Japon imalat sanayinde ABD ndekinden daha yoğun bir rekabet oluşması sağlanabildi. Japonya, firmalar arasında aynı anda işbirliği ve rekabetin 78

79 oluşmasına yol açan bir kurumsal yapı meydana getirmek suretiyle verimlilikte uzun vadeli artışları garanti eden dinamik etkinliğe yönelik bir politikayı uygulayabildi (Singh, 2002:18). Bu politika gelişmekte olan ülkelerin de uygulayabileceği ve başarı şansı olan bir politikadır Rekabet Politikası Uygulamaları: Gelişmekte Olan Ülkeler Gelişmekte olan ülkeler piyasa başarısızlıkları ve gelişmiş ülkelerle kendi aralarında var olan kalkınmışlık açığını hızla kapatabilmek için yaygın bir şekilde bebek endüstri tezi gibi teorik gerekçelerle kendi ulusal piyasalarında müdahaleci ve korumacı politikalara başvurmaktadırlar. Öte yandan, bu ülkelerde, Asya Kaplanları nın son otuz yılda gösterdikleri başarılar sanayileşme politikalarının revaç bulmasına neden olmakta ve rekabet politikalarının ihmal edilmesine yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde piyasaya müdahaleyi gerektiren çok sayıda piyasa başarısızlığı (işsizlik, ücret düzeylerinde bölgelere göre değişen farklılıklar, yetersiz ve kalitesiz fiziki altyapı, sermaye piyasalarındaki yetersizlikler v.b.) söz konusudur. Doğal tekellerin varlığı, dışsallıklar ve bilgi asimetrisinin mevcudiyeti tüm ülkelerde regülasyonların varlık gerekçesini meydana getirir. Gelişmekte olan ülkelerde iktisadi büyüme ve kalkınma mevcut sorunların çözümü ve gelişmiş ülkelerin yakalanması için en önemli iktisadi hedef olduğundan rekabet politikası kalkınmayı sağlayacak veya kolaylaştıracak bir şekilde en acil piyasa aksaklıklarını ortadan kaldırmayı hedeflemelidir. Gelişmekte olan ülkelerde sermaye piyasalarının yeterli hale getirilmesi ve lider firmaların ürettiği bilgilerin ekonomiye yayılmasını sağlamak kalkınmanın sağlanmasında en önemli adımlardan biridir (Lachmann, 1999:15). Bu ülkeler, yatırımları finanse edecek ulusal tasarrufların tasarruf sahiplerinden toplanmasını sağlayacak etkinlikte kurumlara (bankalar veya piyasalar) sahip değillerdir. İç piyasalarının küçük olması ve ihracatlarının yetersizliği firmaların kar marjının düşük olmasına neden olmakta ve uzun vadeli yatırımların özel kesimin kendi dinamikleri ile yapılmasını engellemektedir. Bu nedenle, bu ülkelerde yatırımların mevcut düzeyinin sürdürülmesi ve kalkınmaya ivme kazandırılmasında geriye tek yol olarak bebek endüstrilerin desteklenmesi kalmaktadır. Sermaye piyasalarındaki aksaklıklarının giderilmesi veya sermaye piyasaları mevcut değilse, etkin ve işleyen sermaye piyasalarının tesis edilmesi özel kesimin yatırımlarının finansmanı için ucuz ve yeterli kaynak sağlayarak yurtiçi piyasada rekabet ortamını iyileştirebilir ve yerli firmaları uluslararası alanda rekabet edebilecek güce ve yapıya ulaşmalarına yardımcı olabilir. Keza yeni endüstrilerin ve uluslararası ölçekte güçlü firmaların kurulması ulusal ekonomilerde önemli dışsal yararların ortaya çıkmasına yol açar. Bu firmaların ve endüstrilerin yaşaması ve güçlenmesi yeni yatırımları finanse edecek karları elde edebilmelerine bağlıdır. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde devletlerin sosyal açıdan arzu edilen yatırımların özel kesim tarafından yapılmasını sağlamak için firmaları sübvansiyonlarla desteklemesi ve koruması savunulabilir. Benzer bir biçimde sosyal açıdan öncelikli olmadığı düşünülen yatırımlarda firmaların yüksek kar marjı elde edebilmelerini temin etmek için fikri mülkiyet haklarının korunmasına yönelik uygulamalara öncelik tanınabilir veya yerli firmaların teknoloji transfer etmeleri ve yenilik-icat yapabilmeleri için yabancı şirketlerle 79

80 işbirliği yapmalarını sağlayacak düzenlemelere gidilebilir. Öte yandan, yabancı firmaların iç piyasada rekabeti bozocu davranışlarını engelleyecek kapasitede bir ulusal rekabet kurumunun varlığı gereklidir Rekabetin Teşvikinde Devletin Rolü Piyasa ekonomisinde firmaların davranışlarını belirleyen temel motif karın azamileştirilmesi olduğu için rekabet sürekli olarak tehdit altında olan ve sürekli olarak devlet tarafından gözetilmesi gereken bir ideal durumu ifade eder. Ulusal firmaların dünya piyasalarında rekabet güçlerini artırması ve sürdürmesi için yurtiçinde rekabet ortamının iyileştirilmesi ve yabancı firmaların ve devletlerin rekabeti bozucu uygulamalarına karşı gerekli tedbirlerin alınması gereklidir. Devletin temel görevi rekabetçi bir ortam oluşturmak ve bu ortamın sürekliliğini sağlamaktır. Devletler rekabetin teşvik edilmesinde pasif ve aktif olmak üzere iki farklı yaklaşımı benimseyebilirler (Lachmann, 1999:19-21). Pasif yaklaşımda firmaların davranışlarını ve iktisadi faaliyetlerini kısıtlayan ortamın ortadan kaldırılması amaçlanır. Bu amaçla fiyatların serbestleştirilmesi, makro-ekonomik istikrarın sağlanması, korumacı dış ticaret politikaları ile keyfi ve açık olmayan sanayi politikalarının uygulamadan kaldırılması, piyasalarda tekelleşmelerin engellenmesi ve kamu tarafından sunulan hizmetlerin azaltılarak etkin ve modern bir hale getirilmesi gerçekleştirilebilir. Ancak, pasif yaklaşımın, firmaların makro-ekonomik, sosyal ve çevresel açılardan uluslararası alanda başarılı bir şekilde rekabet edebilmelerini sağlayacak bir ortamı oluşturmayı hedefleyen aktif bir yaklaşım ile de desteklenmesi gereklidir. Bu yaklaşım, firmaların global piyasalarda karşılaşacakları rekabetin üstesinden gelmelerini sağlayacak öğeleri içermelidir. Bu öğelerin en önemli olanları şunlardır: Yurtiçi ve yabancı piyasalardaki koşullar, teknoloji ve fiyatlar konusunda enformasyon; etkin iletişim ve ulaşım sistemleri; teknolojik ve örgütsel know-how; nitelikli beşeri kaynaklar; üretimi desteklemek için fiziki, ekonomik ve sosyal altyapıda iyileştirmeler ve girişimcilik kapasitesinin teşviki. Bu faktörler, kamu kesimi ile özel kesim arasında ahenkli bir işbirliğinin yanı sıra üniversite ve eğitim sistemi ile sanayi arasında güçlü bir ilişki ile geliştirilebilir. Öte yandan devletlerin olumlu dışsallıkları (örneğin, teknik-teknolojik ilerleme, beşeri kaynakların eğitimi) teşvik edecek; olumsuz dışsallıkları (örneğin, çevresel zarar ve bozulmalar) ise caydıracak şekilde piyasa aksaklıklarını düzeltme yönünde çaba göstermeleri gereklidir. Bu doğrultuda sağlam bir para ve maliye politikası devreye sokulabilir, sermaye piyasalarındaki aksaklıklar düzeltilmeye çalışılır, sosyal güvenlik ve vergi sistemi yeterli ve etkin bir hale getirilebilir ve siyasi ve ekonomik istikrarı sürdürecek uygulamalar gündeme getirilebilir. Ayrıca, hukuk sisteminin genel ve fikri mülkiyet haklarını koruması rekabetçi bir piyasa sisteminin oluşturulması açısından atılması gerekli adımlardan biridir. Keza, hukuki güvenliğin ve güçlü kurumların varlığı firmaların uzun vadedeki ekonomik kararlarının etkinliğini artırır. Bu nedenle rekabet hukukunun açık, etkin ve global ölçütlerde oluşturulması, rekabet kurumu tarafından rekabeti bozucu firma davranışlarının zamanında engellenmesi ve birey ve firmaların yasal haklarının yargı organlarınca korunması iktisadi gelişme ve ulusal firmaların 80

81 global ölçekte rekabet gücüne sahip olmaları için son derece önemli birer unsurdur. 10. Sonuç ve Değerlendirme Bu bölüm içerisinde açıklandığı üzere rekabet hukukunun ve rekabet politikasının amacı piyasada rekabeti teşvik etmek suretiyle iktisadi olanak ve fırsatları artırmaktır. Etkin bir rekabet politikası uygulanması netice olarak, piyasada yüksek kalitede ve düşük fiyatta mal ve hizmetlere erişim imkanlarını arttırır, tüketicilere seçme özgürlüğü sağlar, yenilik ve yaratıcılık yönündeki çabaları teşvik eder. Rekabet politikasının en önemli amaç ve fonksiyonlarından birisi de tüketicileri, rekabeti bozucu uygulama, oluşum ve politikalara karşı korumaktır. Globalleşme çağında rekabetin şekli tümüyle değiştiğinden ve aynı zamanda ekonomik ve sosyal etkileri çok daha büyük boyutlara ulaştığından rekabet politikası ekonomik düzen politikasının en önem taşıyan araçlarından birisi durumundadır. Piyasa ekonomisinin etkin işlerliği büyük ölçüde etkin rekabet politikası uygulamalarına bağlı bulunmaktadır. 81

82 6. YENİ EKONOMİ ve REKABET Son bir kaç yüzyıl insanlık tarihinde son derece önemli gelişmelere şahitlik etmektedir. Yeni ekonomi, bu dönemde ortaya çıkan gelişme ve ilerleme sürecinin son aşamasını meydana getirmektedir yılında başlayıp 68 yıl süren ilk aşama Fransız Devrimi ile Sanayi devrimine karşılık gelmektedir. Bu aşamada, su ve buhar gücü yaygın olarak kullanılmış, demiryollarının yapımı ile ulaşım ve nakliye maliyetlerinde önemli düşüşler yaşanmış ve tekstil ve demir-çelik sektörleri sanayileşmede başat rol üstlenmiştir. İkinci aşamada içten yanmalı motor ve elektrik gücüne dayanan ve çeşitli kimyasalların imalat sürecinde kullanıldığı bir devre söz konusudur ve bu devre 20. yüzyılın başlangıcına dek sürmüştür. Üçüncü aşama, iki büyük savaşta sürdürülen mücadeleler sonucu içten yanmalı motorların, elektrik ve çeşitli kimyasal maddelerin günlük yaşama girmesiyle modern iktisadi ve sosyal yaşamın başlangıcını meydana getirmiştir. Dördüncü aşama havacılık sanayi, petro-kimyasallar ve özellikle elektroniğin ulaşım ve iletişim maliyetlerini önemli ölçüde düşürdüğü ve sanayileşme devrinin yerini yeni ekonomiye bırakmakta olduğu aşamadır li yıllardan başlayan ve 1990 lı yıllarda olgunluk dönemine erişen elektronik çağı yerini, yeni medya, dijital ağlar ve yeni temel teknolojilerin ürün ve üretim süreçlerinde esaslı bir role sahip olduğu yeni ekonomi aşamasına bırakmaktadır 2. Ekonomik yaşamda devrim yaratan evreler arasındaki süre gittikçe kısalmakta ve zamanımızda değişim ve ilerlemenin hızı artmaktadır (Şekil 1.) Şekil 1: İlerleme ve Değişimin Evreleri Kaynak: Alcorta, 1992:11. Yeni ekonomi, bilginin elde edilmesi, işlenmesi ve dönüştürülmesi ile birlikte dağıtımı süreçlerini kapsar. Bu üç temel süreç, bilginin işlenmesini, elde 1 Yeni ekonomi konusunda bkz: Bullard, 2001; Stiroh, 2001; Gordon, 2000; Delong ve Summers, 2001; Türkçe kaynaklar için bkz: Akın, 2001; Söylemez, Enformasyon ekonomisi (information economy), ağ ekonomisi (network economy), bilgi ekonomisi (knowledge economy), dijital ekonomi (digital economy) ve yeni ekonomi (new economy) terimlerinin hepsi birbirlerinin yerine kullanılabilen terimlerdir. Daha kapsamlı olduğu ve diğer tüm terimlerin yerine kullanılabileceği için çalışmamızda yeni ekonomi teriminin kullanılması tercih edilmiştir. 82

83 edilmesini, dağıtımını ve iletişimini sağlayan bilgisayar sisteminin fiziksel araçları ile birlikte, insan yardımıyla bütün süreci kontrol eden yazılım sistemi sayesinde işler. Yeni ekonomide ürün ve hizmetlerin en önemli özelliği, bilginin temel üretim faktörü olarak ön plana çıkmasıdır. Yeni ekonomi sektörlerinde beşeri sermaye, fiziksel sermaye ile entelektüel sermayeyi güçlü bir şekilde tamamlayan bir rol üstlenmektedir. Gerek enformasyon teknolojilerinin kullanımı ve gerekse üretimi, nitelikli işgücü talebini artırır. Dolayısı ile beşeri sermaye yatırımlarında artış gözlenir (Erdoğan,2002:14-15). Yeni ekonomi, enformasyonu depolama, işleme ve iletme maliyetlerini ciddi şekilde düşürmüş olan yeni temel teknolojilere dayanmaktadır. Devlet düzenlemelerine son verilmesinin ve globalleşmenin ivme kazandırdığı bu teknolojiler, piyasaların, şirketlerin ve bireysel çalışmanın işleyiş tarzlarını değiştirmekte, yeni iş stratejilerinin ve yeni örgütlenme biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlamaktadır (UNICE, 2002:6). Yeni ekonominin en belirgin özelliklerinden birisi ölçekli teknoloji ve yenilik girişimleri için fon bulabilmesine imkan veren sistematik piyasa mekanizmalarının olmasıdır. Bu mekanizma sigorta fonları ya da diğer büyük yatırımcıların yüksek risk-yüksek getiri alanlarında önemli miktarda para aktarması anlamındaki risk sermayesi fonları, yeni şirketlerin hızla halka arzına imkan veren borsalar, yeni şirketlerde hisse senedi ve iyi bir gelecek karşılığı çalışmak isteyen yetenekli bir işgücü gibi faktörlerden oluşur (Akın, 2002:6) Yeni Ekonomiye Yol Açan Temel Faktörler Yeni ekonominin en önemli sektörleri olan kişisel bilgisayarlar ve internet günümüzde hemen herkesin günlük yaşamını derinden etkileyen yolculuğuna 1970 li yılların ortalarında başladı. İlk defa 1975 te ortaya çıkan kişisel bilgisayarlar ve daha sonra devreye giren internet, iş dünyasında yürütülen faaliyetlerin bir çoğunun mekan kısıtlaması olmaksızın yürütülebilmesine ve desantralizasyona imkan sağlamaktadır. Teknoloji alanında meydana gelen hızlı değişim ve gelişmeler, maliyetleri azaltarak, aracıları devreden çıkartarak ve tam zamanında üretim modellerine imkan sağlayarak hem yeni ekonomi sektörlerindeki hem de eski ekonomi sektörlerindeki verimliliğin artmasına yol açmaktadır. Firmalar son teknolojik gelişmeler sonucunda yeniden yapılanmaya zorlanmaktadır. Zira yeni ekonomide rekabet etmek, hızla yeni ürünler üretmeyi ve yeni piyasalara erişebilmeyi; strateji, şirket yapısı ve faaliyetlerinde daha esnek olabilmeyi ve karşılaştırmalı üstünlüğü sağlayacak tüm araçlardan iyi yararlanabilmeyi gerektirmektedir (Ahlborn, Evans ve Padilla, 2001:157). Yeni ekonomiye yol açan temel faktörler teknolojik gelişmeler ve globalleşmedir Yeni Ekonominin Doğuşunda Teknolojik Gelişmelerin Rolü ve Etkisi Yeni ekonomi başta bilgi teknolojileri olmak üzere teknoloji alanındaki devrim niteliğindeki gelişmelerle uluslararası ekonomik entegrasyonun önceki dönemlere kıyasla daha yoğun ve karmaşık bir biçimde artması sonucu ortaya çıkmaktadır. Teknoloji gittikçe artan oranlarda dijitalleşmekte ve ulusal ekonomiler arasında oluşan bağlantılarla dünya tek bir global piyasaya dönüşmektedir. Son yirmi yıldır 83

84 iş ve toplumsal yaşamın her alanında bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanımında büyük bir artış meydana gelmektedir. Bu artış, bir yandan bilgisayar ve iletişim maliyetlerinde meydana gelen azalmanın; öte yandan, tüketicilerin ihtiyaç ve gereksinimlerine cevap verilebilmesinin bir sonucudur. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi ve bu teknolojilerin kullanımının artmasına yol açan temel gelişmeler şunlardır: Çip teknolojisinde görülen ilerlemeler, Kablolu ve kablosuz iletişim sistemleri ile fotonik iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler, Ürün, üretim süreçleri ve hizmetlerin dijitalleşmesi, ortak standartların geliştirilmesi ve yazılım-donanım teknolojilerindeki ilerlemeler, Kopyalama, depolama, hafıza, tasarım, görüntü gibi destekleyici niteliğe sahip teknolojilerdeki hızlı gelişmeler, Uygun yazılımların üretilmesi ve geliştirilmesine yönelik yeni araçların üretilmesi, İnternet ve internet teknolojisindeki büyük gelişmeler. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında hız kazanmıştır. İletişim teknolojileri alanında radyo ve televizyon ile başlayan süreç günümüze değin çok önemli mesafeler almıştır. Bilgisayar teknolojileri alanında ise 1940 lı yıllarda geliştirilen basit fonksiyonlu bilgisayarlardan günümüzün ultra-bilgisayarlarına doğru ilerlemeler kaydedilmiştir (Şekil 2). Önemle belirtelim ki, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri sadece bilgi ve iletişim teknolojileri ile sınırlı tutmak doğru olmaz. Yeni temel teknolojiler, bilgi ve iletişim teknolojilerini de kapsayan çok daha kapsamlı bir kavramdır. Dünyadaki başlıca yeni temel teknolojiler bilgi teknolojisi ve jenerik teknoloji alanındaki yenilikleri kapsamaktadır (Şekil 3). Bilgi teknolojisi, elektronik bilgi işlem sistemleri (bilgisayar) ve iletişim (telekomünikasyon) teknolojilerini kapsamaktadır. Bilgi teknolojisinin başlıca bileşenleri şunlardır: Şekil 2: Bilgi, İletişim ve Bilgisayar Teknolojilerindeki Değişim 84

85 Kaynak: Dicker, 1998, s.150. Şekil 3: Yeni Temel Teknolojiler Kaynak: TÜSİAD, 1991, s.137. Bilgi işlem teknolojisi (bilişim teknolojisi); bilgi işlemde yazılım ve donanım teknolojilerinin kullanımı, 85

86 Uydu teknolojisi ; uydular aracılığı ile bilgi aktarımı, Mikro- elektronik teknolojisi; daha hızlı ve hassas işlem birimlerinin geliştirilmesine yönelik bilim ve teknolojiler, Telekomünikasyon teknolojisi; iletişim alanında geliştirilmiş yeni teknolojiler (dijital teknoloji, fiber optik teknolojisi, lazer teknolojisi, akıllı terminal, internet, tele işlem, videotex, telekonferans, fax, CD-Rom ve video-disk.) ve Esnek otomasyon teknolojileri. Yeni temel teknolojiler kapsamında yeralan jenerik teknolojiler ise gelişmiş malzeme teknolojileri, biyoteknoloji ve enerji teknolojileri, nükleer enerji, uzay ve havacılık teknolojilerinden oluşmaktadır: Yeni gelişmiş malzeme teknolojileri; yüksek moleküllü polimerler, süper iletkenler ve seramik gibi yeni malzemelerin işlevsel özellikleri bu kategoriye dahil edilebilir. Biyoteknoloji ve gen mühendisliği; yeni ürünlerin geliştirilmesi ve verimin arttırılması için fermantasyon ve genetik mühendisliği teknikleri gibi biyolojik yöntemlerin kullanılması. Enerji teknolojileri; doğal kaynakları enerjiye dönüştürebilen bilim ve teknolojiler (Örneğin, güneş pilleri.). Nükleer enerji. Uzay ve havacılık teknolojisi. Özellikle mikro-elektronik ve bilgi teknolojileri başta gelmek üzere yeni teknolojiler (mikro-elektronik, nanoteknoloji ve mikro-nano teknoloji) tüketime sunulan elektronik ürünlerde bir dizi önemli gelişmeye yol açmanın yanısıra; yeni araç ve ekipmanların imal edilmesine ve ileri imalat ekipmanlarının üretilmesine de neden olmaktadır. İleri imalat ekipmanları imalat süreci üzerinde rekabet gücünü önemli ölçüde etkileyen bir çok yeni niteliğin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Üretilen ürün ve üretim ekipmanlarının hacimce küçük olması, üretim süreci ve ürünlere güvenilirliğin artması, uyumlu olma, modüler olma, bölünebilirlik, işlem hızı ve düşük enerji tüketimi bu tip niteliklerdendir. Fiziki hacmin küçük olması, yerden tasarruf edilmesine ve üretim süreci ve ürünlerin üretiminde tercih olanaklarının fazla olmasına yol açmakta ve büyük miktarlarda bilginin işlenmesi ve depolanmasına imkan tanımaktadır. Yeni ürün ve ekipmanların üretimi ve dizaynı, hepsi bir araya getirildiğinde bir bütünün (sistemin) parçalarını oluşturan çok fazla sayıdaki modül, program veya birim tarafından üretilebildiği için tüketicilerin farklı ve karmaşık taleplerine küçük partiler halinde büyük miktarlarda üretimde bulunmak suretiyle cevap vermeyi (esnek üretim modeli) kolaylaştırmaktadır. Yeni teknolojiler, donanımdaki bu tip değişikliklerin yanı sıra bilgi ve iletişim akımlarını iyileştirmeyi ve firma içindeki işçi ve yöneticilerin karar alma, koordinasyon ve işbirliği kapasitesini artırmayı amaçlayan örgütsel değişiklik ve 86

87 yeniliklere de yol açmaktadır. Bu değişiklikler, talepteki hızlı değişiklikler ve ürün kalitesinin artırılmasına daha fazla duyarlı olan değişikliklerdir. Eski seri üretim paradigmasına kıyasla yeni teknolojiler daha farklı idare ve kontrol yapısına ve rekabet stratejisine sahiptir. Bürokratik niteliği fazla olan merkezi kumanda ve kontrol sistemleri daha az hiyerarşik olan ve katılımcı karar alma esasına dayanan kontrol mekanizmaları ile yer değiştirmektedir. Birbirinden ayrı işlevsel departmanların, standart rutinlerin, prosedürel ve kişisel meslek tanımlarının yerini karşılıklı işbirliği ve ilişki bağlantıları ile uygulanabilir prosedürler almaktadır. Ürünlerde ve üretim sürecinde bilgi ve yeni teknolojilerin payı arttıkça emek sadece tek bir görevi ifa etmekle görevli bir maliyet unsuru olarak görülmemeye başlanmıştır. Yeni teknolojilere uyum sağlayabilen, çok yönlü yeteneğe sahip, yaratıcı, öğrenebilir, güvenilir ve sorumlu bir beşeri sermaye önemini gittikçe artırmaktadır. Yeni teknolojiler üretim sürecinin esnekliğini artırdığından; başka bir ifadeyle, yeni teknolojiler daha az zamanda piyasaya daha fazla yeni ürün sürülmesine ve tüketici tercih ve taleplerine uygun olarak mevcut ürünlerin kalitesini artırmaya imkan tanıdığından rekabet gücünün artırılması yalnızca maliyetleri azaltmaya değil; bunun yanı sıra, sürekli yenilik ve icatta bulunma ve tüketici talep ve tercihlerine hızlı bir şekilde cevap vermeye bağlı bir hale gelmiştir (Alcorta,1992:11-12). Bu açıklamalardan sonra şimdi iş yaşamı ve toplum üzerinde önemli etkilerde bulunacağı kabul edilen başlıca yeni gelişen global teknolojileri ve etkilerini ele almaya çalışalım (Emerging Technologies,1999:9). Mikroelektronik Yarı iletken materyaller üzerinde işlem, depolama ve karşılaştırma yapan fonksiyonların tek bir birim üzerinde entegre edilmesidir (European Commission, 2001). Mikroelektronik, işlem fonksiyonu ile birlikte duyargaları (sensör) içeren mikroteknolojiye dayalı minyatür sistemleri kullanır. Mikroteknoloji, milimetre boyutundaki araç ve yapıların mikron (1 milimetre) ve nano (1/1000 milimetre) büyüklüğünde imal ve dizayn edilmesidir. Mikroelektronik, günümüz sanayisinde ve özellikle bilgisayar ve bilgi teknolojilerinde yaygın olarak kullanılan ve boyutların hızla küçülmesi sonucu nanoteknolojiye yol açan bir alandır. Bilginin işlenmesi ve yayılmasının yanı sıra makinelerin kontrolünde mikro-elektronik belirleyici bir konumdadır. Bu alandaki gelişmeler daha fazla bilginin depolanması ve işlenmesine yol açarak daha düşük maliyetle daha hızlı ve kaliteli üretim ve üretim süreçlerinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Süper iletkenler, bilgisayar ve mikro-chip (kırıntı yonga) teknolojisinde yeni gelişmelere olanak tanımakta ve mikro-elektronik üretim ve üretim süreçlerinin bilgisayar destekli ve bilgisayar kontrolünde yapılmasını sağlayarak verimliliği artırmakta ve bu teknolojileri kullanan firma ve ülkelerin rekabet gücüne olumlu katkıda bulunmaktadır. Yeni temel teknolojilerdeki hızlı ilerleme yeni ekonominin süratle ağırlıksız ekonomi (weightless economy) olmasına neden olmaktadır. Ağırlıksız ekonomide katma değer ve birim ürün başına karlılık oranı son derece yüksek olmasına rağmen üretilen mal ve hizmetlerin nihai değeri içinde üretiminde kullanılan hammadde ve enerjinin payı dikkate alınmayacak kadar küçük değerlere düşmektedir. 87

88 Nanoteknoloji Nanoteknoloji, atom ve molekül ölçeğinde özel yöntem ve tekniklerle yapıların, materyallerin ve araçların inşa edilmesini; bu ölçekte ölçme, tahmin etme, izleme ve yapım faaliyetlerinde bulunmayı ve bu ölçeğin bazı temel özelliklerinden yararlanma kabiliyetini ifade eder (Holister, 2002:4). Nanoteknoloji 3 günlük yaşamımızı toptan değiştirecek güçte yeni bir teknolojidir. Bilgi teknolojileri ve internet, geleneksel-kurulu piyasalarda ve mevcut teknolojik altyapı içerisinde, yaşamımızı değiştiren uygulamalara sahne olmuştur. Nanoteknoloji; kullandığımız aletler, bilgisayarlar, yapılar, elbiseler ve materyalleri değiştirecek ve yeni ürünler, piyasalar ve yaşam tarzını gündeme getirecektir. Nanoteknoloji, yalnızca minyatürize olmuş ürün ve üretim yapıları ortaya çıkarmayacak; bunun yanı sıra, üretim sürecinde kullanılan materyaller atom ve moleküler düzeyde ele alınıp işleneceğinden, atom (kuantum) fiziği devreye girecektir. Bu anlamda nanoteknoloji çeşitli alanlarda yeni teknoloji, piyasa ve ürünlerin ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır. Bu alanlar şunlardır: Biyoteknolojiye dayanan moleküler mühendislik. Bazı canlı sistemlerin (hücre ve daha alt düzeydeki canlı organizmalar) ölçeği mikrometre ile nanometre aralığındadır. Nanoteknoloji, enzim gibi insan sağlığı ve yaşamı açısından son derece önemli olan bazı biyolojik birimlerin insan yapısı yarı organik birimlere dönüştürülmesini sağlayabilir. Örneğin, enzim ve silikon çipler birleştirilerek insan sağlığını gözleme ve teşhiste veya ilaç dozunu ayarlamada kullanılabilecek biyo-sensörler elde edilebilir. Yarı iletkenlere dayalı elektronik teknolojisi. Elektronik çiplerin kapasitesi çok üst düzeylere çıkarılabilir. Yeni ve çok daha güçlü çiplerin imal edilmesi (kuantum bilgisayarları) ise iletişim ve bilgi teknolojilerinde yeni bir dönüm noktasını oluşturabilir ve günlük yaşamımızı son derece karmaşık; ancak o ölçüde de kolay bir hale getirebilir. Yeni materyallere dayanan araç ve süreçler. Nano ölçekte üretilen materyaller atom ve molekül düzeyinde standartlara ve kaliteye sahip olacak ve bileşik materyallerde nano partiküllerin kullanılması bu bileşiklerin gücünü artırıp, ağırlıklarını azaltacak, kimyasal ve ısı ile alakalı dirençlerini yükseltecek ve ışık ve benzeri radyasyonla olan etkileşimlerini değiştirecektir. Örneğin, nanoteknoloji ile yapılacak bir karbon kaplama kusursuz bir atom dizilişine sahip olması dolayısıyla sürtünmeyi minimum düzeye indirgeyecektir. Bu durum ise makinelerde yeni bir devrime yol açacaktır. Her halükarda gelecekte nanoteknolojiye dayanan materyaller kullanmayan firmaların rekabet güçleri büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Mikro-Nanoteknoloji Mikro ve nano ölçekteki bir dizi teknoloji, uygulama ve kavramı bünyesinde barındıran; nano ölçekteki teknoloji ve uygulamaları mikro ölçeğe aktaran ve her iki ölçekteki özgün özellik ve fonksiyonlardan faydalanarak mikroteknoloji ile 3 Nanoteknoloji dünyası geleneksel olarak 0,1-100 nano metre aralığında tanımlanır. Bir nano metre bir mikronun (milimetre) binde biridir. 88

89 nanoteknolojiye işlevsellik katan bir teknolojidir. Kısaca mikro ve nanoteknolojileri birbirine entegre eder. Hali hazırda nanoteknoloji veya mikro-nanoteknoloji kullanan veya gelecek beşon yılda bu teknolojilerin kullanılabileceği bazı alanlar şunlardır (Holister, 2002:7): İlaç sanayii, güneş enerjisi, hidrojen üretimi, bataryalar, görüntü teknolojisi, nano tüp içeren bileşikler, nano partiküle sahip bileşikler, kaplamalar (özellikle karbon kaplama), alaşımlar, hücre büyümesini artıran implantasyonlar, yalıtım, duyargalar (sensörler), foton üretimi ve dedektörü, yeni lazerler, biyoanaliz araçları, silah sanayii, biyolojik ayrıştırma teknolojileri, tıbbi görüntü teknolojisi, filtreler, yapıştırıcılar, cilalar, yağlayıcı ve parlatıcı maddeler, boyalar, yakıt ve patlayıcılar, tekstil, yüksek kapasiteli bilgisayar diskleri, yeni tür bilgisayar çip ve hafızaları, optik parçalar ve karbon tabanlı kütüphane ve veritabanları Yeni Ekonominin Doğuşunda Globalleşmenin Rolü ve Etkisi Yeni ekonominin ortaya çıkmasında rol oynayan diğer bir faktör de iktisadi faaliyetlerin hızla globalleşmesi ve mal, sermaye, teknoloji ve hizmetler ile üretim ve dağıtım süreçlerinde global düzeyde serbestleşme ve deregülasyon eğiliminin varlığıdır. Son otuz yılda üç alanda iktisadi serbestleşme ve deregülasyon hareketleri söz konusu olmaktadır: (1) Mal ve hizmetlerin ticaretinde uygulanan tarife ve tarife dışı ticaret engellerinde azalma (korumacılığın gerilemesi); (2) Ulusal piyasaların dalgalanmaya bırakılması ve dolaysız yabancı sermaye yatırımları ve diğer uluslararası sermaye akımları ile teknoloji transferleri önündeki engellerin azaltılması (finans ve sermaye piyasalarının serbestleştirilmesi) ve (3) Telekomünikasyon, hava taşımacılığı, finans ve sigorta sektörleri başta gelmek üzere mal, hizmet ve finansal faaliyetlerin deregülasyonu ve tekellerin ortadan kaldırılması (yurtiçi piyasaların deregülasyonu). Bu gelişmeler sonucunda global düzeyde teknoloji akım ve transferlerinin hız kazanması ve rekabetin artması mal ve hizmet fiyatlarında dramatik düşüşlerin meydana gelebilmesine imkan sağlamaktadır. (Şekil 4). Örneğin, 1930 larda yaklaşık 0.70 Dolar olan mil başına ortalama ulaşım maliyeti, teknolojik gelişmeler sayesinde hızlı bir düşüş trendi göstermiş ve 1990 larda 0.10 Dolara kadar düşmüştür. Benzer şekilde 1930 yılında 245 Dolar olan New York ile Londra arasındaki üç dakikalık bir telefon görüşmesinin maliyeti 1990 da 3.30 Dolara düşerken; bilgisayar maliyetleri son 40 yıl içinde 125 kat düşerek 1990 larda 1000 Dolara kadar gerilemiştir.(imf, 1997:46.) Bu eğilim, yeni teknolojik gelişmelerin yeni ürün ve üretim süreçlerinin geliştirilmesini sağladığı piyasalarda yaygındır. Şekil 4: Göreli Ulaşım ve İletişim Maliyetlerindeki Değişim 89

90 Kaynak: IMF, 1997, s.46. Taşıma Maliyeti (Deniz) Denizaşırı Tlf. Maliyeti Ticari Bilgisayar Maliyeti Taşıma Maliyeti (Hava) Uydu İletişim Maliyeti Dünya, son yıllarda global düzeyde büyük bir yapısal dönüşüme sahne olmaktadır. Merkezi planlamaya dayalı ekonomilerin piyasa ekonomisine geçerek dışa açılmaları 1990 lı yıllardaki değişim sürecinin önemli bir aşamasını meydana getirmektedir. Öte yandan, finansal piyasalardaki serbestleşme sermayenin uluslararası açıdan mobilitesinin artmasına yol açmakta, bilgi ve iletişim alanlarında görülen teknolojik gelişmeler ulaşım, iletişim ve bilgiye ulaşma maliyetlerinde dramatik düşüşler meydana getirmektedir. Bu değişim süreci, sonuçta bir çok sektörü uluslararası ticarete açmakta ve fiziksel engelleri azaltarak dünyayı global bir bilgi toplumuna dönüştürmektedir. Globalleşme 4 süreciyle birlikte sosyal ilişkiler, göreceli olarak, ulusal sınırlar, zaman ve mesafe gibi kısıtlamaların etkisinden uzakta oluşmaktadır. Bu süreç, iktisadi açıdan, mal ve hizmetler ile sermaye, emek ve teknoloji gibi üretim faktörlerinin uluslararası mobilitesi önündeki her türlü engelin göreceli olarak azalması sonucu meydana gelen mal ve faktör piyasalarındaki entegrasyona karşılık gelmektedir. Uluslararası arbitraj maliyetlerinin daha önceki dönemlere kıyasla çok büyük miktarlarda azalması olarak da tanımlanabilecek iktisadi globalleşmeye yol açan faktörler iki ana başlık altında toplanabilir: İktisadi globalleşmeye yol açan faktörlerin ilk grubunu ulus devletlerin ya da uluslararası kurumların kontrolü dışında oluşan ve büyük ölçüde teknolojik gelişme ve yeniliklere dayalı faktörler oluşturmaktadır. Global ekonomik entegrasyonun oluşmasında ulus devletlerin rolünü göreceli olarak azaltan ve globalleşmenin arkasında yatan asıl neden, ulaşım, iletişim ve enformasyon alanlarında yaşanan hızlı teknolojik gelişme ve yeniliklerdir. Teknolojik gelişme bir yandan ulaşım ve iletişimi daha kolay ve ucuz bir hale getirirken; öte yandan, bilgi toplama, analiz etme ve transfer etme imkanlarını artırmış ve kişi ve firmaların faaliyetlerini global düzeyde koordine etmelerini kolaylaştırmıştır. İktisadi globalleşmeye yol açan faktörlerin ikinci grubunu ulus devletlerin kendi tercihleri ya da GATT, WTO, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası örgütlenmelerin veya bölgesel entegrasyonların politikaları çerçevesinde benimsenen serbestleştirme (liberalization) yönündeki uygulamalar meydana getirmektedir. Bu konudaki üçüncü gelişme 90 lı yıllardan itibaren çok sayıdaki ulus devletin piyasa ekonomisi modelini ve hukuk devleti ilkesini 4 Globalleşme bölümünün yazılmasında Aktan ve Vural ın şu çalışmasından geniş ölçüde yararlanılmıştır: C. Can Aktan ve İstiklal Y. Vural, Globalleşme: Fırsat mı, Tehdit mi? İstanbul: Zaman Kitapları,

91 benimsemesidir. Ülkeler ekonomilerini dış ticarete ve yabancı sermayeye açtıkları ve liberal değerlere dayanan bir siyasi ve iktisadi sistemi benimsedikleri ölçüde rekabet güçlerini artırmak zorunda kalmaktadırlar. Ulusal firmalar, araştırma-geliştirme (ar-ge) maliyetlerini azaltmak, ileri teknolojilere ulaşmak, ortakların bilgi birikiminden yararlanmak, ürün hayat döngüsünü kısaltmak, üretim maliyetlerini azaltmak, yabancı piyasalara girişi ve yabancı finansal kaynaklara ulaşmayı sağlamak ve yüksek düzeyde kalifiye eleman temin etmek için yabancı firmalarla işbirliğine gitmekte ve üretim sürecinin karmaşıklığı arttığı ölçüde stratejik işbirliği yapmaktadırlar (Boyer ve Drache, 1996:72). Böylece ülke içinde faaliyet gösteren ulusal firmalar üretim faaliyetlerini ulus ötesine taşımakta ve üretim faaliyetlerinin gittikçe artan bir kısmı çok uluslu şirketlerce ve hatta global şirketlerce uluslararası bir alana taşınmaktadır. Mal ve hizmet üretimi ve ticaretinin globalleşmesinin yanı sıra, finans piyasalarının ve sermayenin mülkiyetinin, piyasaların, iş stratejilerinin, teknoloji, ar-ge, bilgi ve tüketim ile yaşam tarzının globalleşmesi dışa açılmakta olan ekonomilerin firma ve sektörlerinin, yurtiçi ve uluslararası piyasalardaki rakipleriyle ürün fiyatı ve kalitesi açısından daha şiddetli bir rekabete girişmelerine yol açmaktadır. Şirketler ortaya çıkan bu yeni realite ile başa çıkabilmek için global stratejileri benimsemek durumunda kalmaktadırlar. İletişim açısından globalleşme; kişilerin bilgisayar ağları, telefon ve kitle iletişim araçları gibi teknolojik araçlar yardımıyla bulundukları yer ve devlet sınırlarından bağımsız bir şekilde birbirleriyle kurdukları bağlantıların yoğunlaşmasını ifade ederken, organizasyonlar bakımından globalleşme; sınır ötesi ağlar şeklinde faaliyet gösteren şirketlerin, dernek ve vakıfların ve kurumların sayıca artmaları ve çeşitlilik göstermeleri anlamına gelmektedir. Benzer bir şekilde hiç bir ülkenin etkisinden kurtulamadığı ve Dünya da yaşayan herkesin bir biçimde etkilendiği global ısınma ve soğuma, ozon tabakasının incelmesi, bazı doğal kaynakların dünya çapında hızla tüketilmesi ve yeryüzündeki biyolojik çeşitliliğin azalması gibi olgular ekolojik anlamda globalleşmeyi gündeme getirmektedir. Üretim alanında, otomobiller ve mikro-elektronik gibi sektörlerde yaygınlaşan global fabrikalar ortaya çıkmaktadır. Bu tip bir üretim tarzında ar-ge, materyallerin işlenmesi, montaj ve kalite kontrolü gibi imalat sürecinin farklı safhaları tek bir ülkede gerçekleştirilmemekte ve nihai ürüne birden çok ülkedeki üretim faaliyetleri katkıda bulunmaktadır. Global düzeyde kullanılan para birimleri ve tanınan kredi kartları ortaya çıkmakta, dünyanın her tarafından işlem yapılabilen piyasalar oluşmakta ve böylece para ve finansman açısından globalleşme dünyanın her tarafında yaygınlaşan ve gelişen iktisadi ilişkilere karşılık gelmektedir. Öte yandan, askeri anlamda globalleşme kıtalararası balistik füzeler, casus uydular ve yıldız savaşları sistemleri gibi global ölçekte etkide bulunabilen silah sistemlerinin geliştirilmesini ve bütün dünyanın tek bir stratejik alan haline dönüşmesini simgelemektedir. Globalleşme, dünyadaki hemen herkesin günlük yaşamını etkileyebilen teknik ve idari standartlar ve evrensel insan hakları gibi bir çok norm ve kuralın ulus-üstü bir nitelik kazanması anlamına gelmektedir. 91

92 Globalleşme, bir süreç olarak ele alındığında, ekonomik, sosyal, siyasal ve teknolojik boyutlara sahip birden fazla değişim sürecini ifade eder. Bu anlamda globalleşme dünyada yaşayan insanların çok büyük bir kısmını kapsayan ve bunları adeta tek bir toplumsal birimde, yani global toplumda bir araya getiren tüm süreçlere atıfta bulunur. Başka bir ifadeyle, globalleşme, birbirlerinden çok uzak yerlerde meydana gelen olayların etkilediği farklı yerleri birbirine bağlayan küresel niteliğe sahip sosyal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanabilir (Giddens, 1990). Meydana gelen değişim süreçleri bir yandan sosyal ilişkilerde tekdüzeliği, melezleşmeyi ve bağımlılığı artırırken, öte yandan para, insan, değer ve fikirlerin global düzeydeki ağlar yoluyla ulusal sınırlar arasında daha hızlı ve kolay bir şekilde hareket etmesine yol açmaktadır. Bu tip süreçler, teknolojik ilerlemeyi, bilgi ekonomisinin ortaya çıkmasını, uluslararası işbirliğinin artmasını, çok uluslu şirketlerin ve uluslararası kurumların ön ayak olduğu yeni bir kapitalist ekonomik ve siyasi yapı ve yapısal uyumun ortaya çıkmasını kapsar (O Riordan, 2001:26). Globalleşme subjektif ölçütler dikkate alınarak da tanımlanabilir. Buna göre globalleşme; dünyanın, ekonomik, siyasi ve teknolojik güçler tarafından sosyal ilişkilerin mesafe ve sınırların kısıtlamalarına bağımlılığının azaldığı bir sosyal alana dönüştüğü hissini ve bir bölgedeki değişiklik ve olayların diğer bölgelerdeki insanların ve toplumların yaşamı üzerinde önemli değişikliklere yol açtığı görüşünü yansıtır. Başka bir ifadeyle, globalleşme ulus devlet ve bireylerin kontrolü dışındaki değişiklikleri kapsayan kronik bir güvensizlik ve siyasi bir kadercilik hissi ile ilişkili bir kavramdır (Held, et. al., 1999:1). Globalleşme taraftarları, globalleşmeyi özgürleştirici bir güç olarak görürler ve herkese hayallerini gerçekleştirebilmek için daha fazla fırsat ve tercih hakkı sağlayan bir süreç olarak bakarlar. Globalleşme mobiliteyi, esneklik ve uyumu, değişim kapasitesini ve bağlantıları artırır. Globalleşme, üretimin uluslararasılaşmasını, sermayenin daha fazla mobil hale gelmesini, Güney den Kuzey e göç hareketlerini, rekabetin global düzeyde artmasını, devletlerin globalleşen dünyanın birer aracı haline gelmesini içerir ve dünyayı daha fazla bağlantı ve sosyal ilişkiye sahip olan global bir köye dönüştürür (Wilson ve Dissanayake, 1996:146). Bu görüşe göre globalleşme, ekonomik kararların gittikçe artan oranlarda devletin kontrolü dışında alınabilmesine olanak sağlayan ve tüm dünyayı global düzeyde ve kalitedeki ürünlerin piyasası haline dönüştüren bir süreçtir. Şüpheci ve kötümser görüşler ise globalleşmeyi kültürlerin tekdüzeleşmesine ve siyasi özerkliklerin ortadan kalkmasına yol açan bir süreç olarak algılar. Bu çerçevede, globalleşme Batı kaynaklı ve özellikle ABD den gelen bilgi ve bireycilik, materyalizm, tüketim kültürü ve laiklik gibi değerleri dünyanın her yanına yayar. Sonuçta global kültür gittikçe artan bir düzeyde Batı ya da Amerikan kültürü haline gelir ve kültürel emperyalizm ortaya çıkar. Bu açıdan bakıldığında globalleşme Üçüncü Dünyanın uzun yıllardır içinde bulunduğu ve kolonileştirme olarak adlandırılan sürecin günümüzde moda haline gelen karşılığından başka bir şey değildir. Kötümserlere göre globalleşme yerel/yerli kültürlerin tahribine, farklı kimliklerin ve değerlerin yok olmasına, ulus devletlerin gücünün azalmasına, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun artmasına ve eko-sistemlerin yok olmasına yol açan bir süreçtir. Globalleşme insanların 92

93 karşı karşıya kaldıkları risk ve belirsizlikleri artıran etkili ve süreklilik özelliği taşıyan bir olgudur. Globalleşme çok boyutlu bir olaydır ve bu nedenle globalleşme tanımı, globalleşmenin farklı süreçlerini de içinde barındırmalıdır. Buna göre globalleşme, global düzeyde meydana gelen finansal, ekonomik, çevresel, siyasi, sosyal ve kültürel süreçlerin yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte etkisini gittikçe artırması olarak tanımlanabilir (UN-CEPAL, 2002:17). Başka bir ifadeyle, globalleşme global düzeydeki sistemlerin gelişmesine ve şekillenmesine katkıda bulunan bir süreçtir. Ekonomik globalleşme, mal, hizmetler, teknoloji ve sermayenin ulusal sınırların ötesinde mobilitesinin artması anlamına gelmektedir. Globalleşme mevcut dünya sistemini oluşturan devletler ve toplumlar arasında çok yönlü bağlantılara ve ilişkilere karşılık gelmektedir. Dünyanın bir yerinde alınan kararların, gerçekleştirilen faaliyetlerin ve gerçekleşen olayların dünyanın çok uzak yerlerindeki toplumlar ve bireyler üzerinde önemli etkilerinin olduğu bir süreci tanımlamaktadır. Globalleşme, kapsam ve yoğunluk olmak üzere iki farklı olayı içermektedir. Globalleşme, bir yandan dünyanın tümünü kapsayan ya da dünya çapında faaliyet gösteren bir süreci ifade ederken; öte yandan, ilişkilerin seviyesinde, karşılıklı bağlantılarda ya da devlet ve toplumların birbirine bağımlılığında yoğunlaşmayı ifade etmektedir (Boyer ve Drache, 1996). Finansal globalleşme ise ulusal finans piyasalarını ayıran sınırların ortadan kalkması ve uluslararası sermaye akımlarının ileri boyutlar kazanması sürecini ifade eder (Ongun, 1993:35). Bretton Woods sisteminin 1973 yılında devreden çıkmasıyla faiz oranlarının serbestçe belirlenmeye başlanması bir yandan enflasyon seviyesinde hızlı bir artışın meydana gelmesine; öte yandan, para ve sermaye piyasalarında risk ve oynaklığın artmasına yol açmıştır. Gelişen teknoloji, riskleri azaltmak ve pozitif getiri elde etmek isteyen sermaye sahiplerinin bu ihtiyaçlarına yanıt verecek yeni finansal araç ve piyasaların ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır. Global ticaretin artması, üretimin uluslararasılaşması ve çok uluslu şirketlerin faaliyetlerinin önem kazanması ortaya çıkan bu piyasaların (euro-piyasalar, swap, forward, opsiyon ve future piyasaları) önemini artırmıştır. Teknolojik gelişmelerin sınır ötesi para-sermaye ve belge transferindeki maliyetlerini ve bu işlemlerin gerçekleşme hızını önemli ölçüde azaltması global ölçekte mal ve hizmet ticaretine kıyasla para-sermaye ticaretini daha karlı bir hale getirmiştir. Gittikçe artan finansman ihtiyacını karşılamada ulusal piyasaların euro-piyasalarla rekabet etmekte güçlükle karşılaşması, sermaye hareketlerinde ve döviz kontrolleri üzerinde kamu müdahalesinin azalması veya tamamen kaldırılması ile sonuçlanmıştır. Süreç sonucunda ulusal paraların milli sınırlar dışında oluşturdukları bir para ve sermaye sistemi olan euro-para piyasaları ve kamusal regülasyonlara tabi olmayan, euro-paralar ile işlemlerin yapıldığı ve ulusal paralar dışında finansal olanakların sunulduğu euro-merkezler meydana gelmiş ve finansal serbestleşme faaliyetleri ile birlikte finans piyasaları ve finansal faaliyetler global düzeyde yoğunlaşmış ve entegre olmuştur. 93

94 6.2. Yeni Ekonominin Temel Özellikleri Yeni ekonomi kabaca dört endüstriyi içerecek şekilde kullanılır: Bilgisayar yazılımları, internete dayalı işlemler (internete erişim, servis ve içerik sağlayıcılar), bu iki piyasayı destekleyici nitelikte olan iletişim servis ve ekipmanları ve biyoteknoloji. Yeni ekonomi, temelde yüksek sabit maliyetlere ve ölçek ekonomilerine odaklanan eski ekonominin aksine kazanan her şeyi alır ilkesini ve hızlı değişimi bünyesinde barındıran talep yönlü ölçek ve kapsam ekonomilerine dayanır ve büyük ölçüde ağ etkisi içerir. Yeni ekonomi eski ekonomiye kıyasla bazı esaslı özelliklere sahiptir (Tablo 1). Bu özellikleri bazı başlıklar altında özetlemeye çalışalım. Yeni ekonomide hem nitelik hem de nicelik açısından Bilgi Ekonomisi bilginin önemi gittikçe artmaktadır. Bilgi emek ve sermayenin pabucunu dama atarak adeta yegane üretim faktörü haline gelmektedir (Drucker, 1988:15) Bu nedenle yeni ekonominin en önemli özelliklerinden biri bütün iktisadi faaliyetlere bilginin entegre edilmesi, başka bir ifadeyle iktisadi faaliyetlerdeki bilgi yoğunluğunun göreceli olarak önemli oranda artmasıdır. Bilgi ticareti ve bilgi yoğun mal ve hizmetlerin ticareti büyük ölçüde arttığı için günümüzde bilgi bir ürün olarak çok daha önemli bir hale gelmiştir. (Smith, 2002) Bilişim teknolojileri bir ekonominin bilgi temelli olmasına imkan sağlamaktadır. Bilgi ekonomisinde bilginin yaratılması, hem bilgi işçilerine hem de bilgi tüketicilerine yani insanlara aittir. Bilgi ekonomisinde kuruluşların en önemli kaynakları klasik üretim faktörleri değil, bilgi ve beşeri sermayedir. Bilginin üretilmesi ve mal olarak kullanılması, yenilik ve icatlar, yeni ekonomide servet ve refahın oluşmasında temel belirleyicidir. Bilgi, üretimin verimliliğini, üretim ve dağıtım sürecinin etkinliğini, ürünlerin kalite ve miktarını ve üretici ve tüketiciler açısından mal ve hizmetler arasında tercihte bulunma olanağını artırmada en temel araçtır. Firma ve endüstrilerin başarılı olabilmesi yenilik ve icatta bulunmalarına, yeni ürünler geliştirmelerine, yeni hizmetler sunmalarına ve ürün ve mallarında bilgi yoğunluğunu artırmalarına bağlıdır. Dünya ekonomisinde önemli bir yere sahip olan ülkelerde bilgi ekonomisi gittikçe önemini artırmaktadır. Bilgi, yaşam standardını belirleyen en önemli faktördür ve günümüzde teknolojik açıdan en ileri düzeyde olan ekonomiler bilgiye dayalı ekonomilerdir. Uluslararası rekabet gücü, nihai anlamda vatandaşlarına en yüksek hayat standardını sürdürülebilir bir çerçevede sağlayabilme kapasitesi olarak tanımlandığından güçlü bir bilgiye dayalı ekonomiye sahip olan ülkeler rekabetçi bir üstünlüğe de sahip olmaktadırlar. Bilginin, yaratıcılığın ve becerilerin gittikçe daha fazla önem kazanması firmaların rekabet tarzlarını ve ülkelerarasında karşılaştırmalı üstünlüğün kaynaklarını değiştirmektedir. Bilgiye dayalı ekonomilerin öneminin artması bir yandan büyüme üzerinde etkili olan faktörler, üretimin organizasyonu, istihdam ve kalifiye işgücü gereksinimini üzerinde önemli etkilere yol açarken, diğer yandan rekabet ve endüstri ile ilgili politikalarda yeni uygulamaları gerekli kılmaktadır (Coates ve Warwick,1999:11). Tablo 1: Yeni Ekonomi İle Eski Ekonomi Arasındaki Farklılıklar 94

95 Değişim Unsuru Eski Ekonomi Yeni Ekonomi Üretim ve Rekabet Alanı Ulusal Global Organizasyon Türü Hiyerarşik-Bürokratik Ağ Örgüsü, Şebeke Üretim Organizasyonu Kitlesel Üretim Tam Zamanında & Esnek Üretim Büyümeyi Belirleyen Faktör Teknolojiyi Belirleyen Faktör Karşılaştırmalı Üstünlüğün Kaynağı Sermaye, İşgücü Makineleşme Ölçek Ekonomileri, Düşük Maliyet Yenilik, İcatlar ve Bilgi Dijitalleşme Kapsam Ekonomileri, Yenilik & Kalite Ar-Ge ye Verilen Önem Düşük, Orta Yüksek Diğer Firmalarla İlişkiler Tek Başına Hareket Etme İşbirliği, Ortaklık, Sinerji, Birleşme İşgücü Politikasının Amacı Tam İstihdam Yüksek Reel Ücret Gerekli Eğitim Mesleki Diplomaya Yönelik Yaşam Boyu Öğrenim İstihdamın Doğası İstikrarlı Risk ve Fırsatlarla Dolu Regülasyonlar Kumanda ve Kontrol Piyasa Araçlarına Dayalı, Esnek Beşeri Sermaye Üretim Odaklı Müşteri Odaklı İşgücü Önemli Daha Az Önemli İşgücünün Yapısı Varlıklar Sektörel Yapı Kalifiye Değil veya Belirli Bir Alanda Uzman Maddi Varlıklar Görece Önemli Tarım ve Sanayi Sektörü Ağırlıklı Bilgi, Tecrübe ve Çok Yönlü Beceri Sahibi, Yenilikçi, Yaratıcı Gayri Maddi Varlıklar Daha Önemli Hizmet Sektörü Ağırlıklı Bilgiye dayalı ekonomi, bilginin üretilmesi ve kullanılmasının refahın artırılması ve yaşam standardının yükseltilmesinde asıl rolü oynadığı ekonomidir. Bu türdeki bir iktisadi yapıda bütün iktisadi faaliyetlerde her tür bilgi etkin bir şekilde kullanılmakta ve tüketilmektedir. Bilgiye dayalı ekonomi, başlıca iki faktörün sonucunda oluşmaktadır: İktisadi faaliyetlerin globalleşmesi ve iktisadi faaliyetlerde bilgi yoğunluğunun artması (Houghton ve Sheehan:2000:2). Son yıllarda bilgisayar ve iletişim teknolojilerinde büyük gelişmeler meydana gelmiş ve bu teknolojiler günlük yaşamda daha yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu eğilim, iş dünyasında birim ürün başına iletişim ve enformasyon teknolojilerine yapılan giderleri azaltmıştır. Öte yandan dijitalleşme, sistem standartları ve yazılım-donanım teknolojilerinin geliştirilmesi, teknolojik gelişmelerin geniş bir kesim tarafından kullanılmasına neden olmuştur. Bilgi ve enformasyon alanında görülen bu gelişme ve yeniliklerin en önemli özelliği, çok küçük maliyetlerle çok büyük miktarlardaki bilginin depolanmasına, transfer edilmesine ve üretilmesine olanak tanımasıdır (Houghton ve Sheehan:2000:2) 95

96 Öte yandan, daha önceki teknolojik yenilik ve değişiklikler sadece belirli ürünler ya da sektörler üzerinde etkili iken bilgi ve iletişim teknolojileri geniş kapsamlı (jenerik) teknolojilerdir. Zira bu teknolojiler üretilen mallardan sunulan hizmetlere, ar-ge den pazarlama ve dağıtıma kadar iş hayatının tüm zincirlerini etkilemektedir. Bilginin işlenmesi, aktarılması ve depolanmasının marjinal maliyeti sıfıra yakın olduğundan bilginin ve bilgi teknolojilerinin ekonominin tüm alanlarında uygulamaya konulması hızlanmakta ve iktisadi faaliyetlerin tümündeki bilgi yoğunluğu artmaktadır (Houghton ve Sheehan:2000:2). İktisadi faaliyetlerin tümünde, bilginin önem ve yoğunluğunun artmasının çok sayıda nedeni bulunmaktadır: (1) Bilgi bir ülkenin refahının ve yaşam standardının artırılmasında her zaman önemlidir; ancak, günümüzde bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemelerin tüm iktisadi faaliyetlerde kullanılan bilgi miktarını gittikçe artırması ve bilginin daha ucuza mal edilmesine yol açması bilginin önemini daha da artırmaktadır (2) Bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin hızı artmaktadır. Bilimsel araştırma ve ar-ge çalışmalarındaki artış bilimsel ve teknolojik bilgi stokunun artmasına yol açmaktadır. Teknolojik gelişmeler sonucu kullanılan ekipmanların kalitesi artınca ar-ge nin kapsam ve verimliliği artmakta ve neticede artan iletişim, bu bilgi ve bulguların yayılmasını sağlamaktadır. (3) Ar-ge ve iletişim maliyetlerinin azalması piyasaları gittikçe artan bir oranda tüketicilere açmak suretiyle global rekabeti şiddetlendirmektedir. Bir yandan, azalan ulaşım ve nakliye giderleri firmaların yeni piyasalara ulaşmasını ve pazar paylarını artırmalarına olanak sağlarken; öte yandan, bilginin kolayca aktarılabilmesi ürün ve üretim süreçlerinin daha çabuk taklit edilebilmesine yol açmaktadır. Bilginin hızla yayılması ise neticede firmaların rekabet güçlerini artırmaları için rakiplerine kıyasla daha hızlı bir şekilde yenilik ve icatlarda bulunmalarını gerekli kılmaktadır. (4) Kişilerin gelirlerindeki göreli artışların yanı sıra kültürün (tüketim kültürünün) globalleşmesi sonucu talepte de değişiklikler meydana gelmektedir. Refahın görece artmasıyla birlikte tüketicilerin temel tüketim mallarına kıyasla boş zamanları değerlendirmek (dinlenme-gezi, eğlenme, v.b.) için yaptıkları giderler artmaya başlamakta, tüketicilerin mal ve hizmetlerin kalitesine verdikleri önem artmakta, yaşam kalitesi önemli bir hale gelmekte ve çevreye olan duyarlılık artmaktadır. Bütün bu gelişmeler, bir yandan firmaların üretim faaliyetlerinde fiziki unsurlara (arazi, hammadde ve kalifiye olmayan işgücü) bağımlılığını azaltırken; öte yandan, firmaları çevre kirliliğini önleme, yenilik-icatlar, yaratıcılık ve teknik üstünlüğe daha fazla ağırlık verme baskısı ile karşı karşıya bırakmaktadır. Yeni ekonomide yazılım, ilaçlar ve biyoteknoloji ürünleri gibi bilgiye dayalı veya bilgi yoğun mallar ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir mal içindeki bilgi yoğunluğu arttıkça bu tip malların marjinal maliyeti sıfıra yaklaşır, tüketimde rekabet ortadan kalkar ve kamusal mallarla aynı nitelikleri taşır hale gelir (Coates ve Warwick,1999:11-22). Bilgiye dayalı ürünlerin bilgi niteliğini gösterdikleri durumlar şunlardır (Quah,1999:22,31): (1) Ürünler sonsuz bir yayılma gücüne sahiptir. Özel bir malı satın alan kişi diğerlerini tüketimden dışlayabilir ve özel mallar kullanıldıklarında tüketilebilir. Oysa herhangi bir tüketici bir bilgiyi kullandığında bilgi bir mal olarak varlığını sürdürür ve böylece diğer tüketicilere sınırsız bir şekilde yayılabilir. Dünyanın herhangi bir yerindeki farklı tüketiciler aynı anda bir yazılımı indirerek kullandıklarında her bir tüketici için ürünün 96

97 kullanımında ve üründen sağlanan tatminde bir azalma olmaz. (2) Bu tip ürünlerin piyasası fiziki nitelik göstermez, mesafe ve yere bağımlı değildirler. (3) Bir kişi daha önce bu tip ürünleri kullanmamışsa ya da ilgili ürün grubu üzerinde uzman birisi ürünü denememişse ürünün ne ölçüde faydalı olduğu bilinemez. (4) Kazanan bütün getiriye sahip olur kuralı geçerlidir. Bilgi yoğun malı ilk icat eden kişi o ürünün tüm haklarına sahiptir. (5) Bilgiye dayalı bir çok ürünün arzı ya da kalitesi girdilere yapılan ilave ile artırılamaz. Daha fazla bilgisayar programı kullanmak veya daha çok eleman çalıştırmak daha iyi bir yazılımın ortaya çıkmasını garanti etmez. Bütün bu özellikler nedeniyle bilgi mallarını üretenin başarısı için maliyetlerini ve yeni yatırım giderlerini karşılamasını sağlayacak bir süre boyunca patent ve telif gibi fikri mülkiyet hakları sisteminin koruması altında geçici tekel oluşturabilmesi gereklidir. Bilgi ve iletişim teknolojileri, belirli alanlardaki maliyetleri önemli ölçüde azaltır ve organizasyonların bilgi ve süreçleri aktarmada kodlama kapasitelerini artırırken kodlanmış (codified) bilgi ile özgün bilgi arasındaki dengeyi bozarak özgün bilgi kıtlığına yol açmaktadır. Bilgiye erişimin daha kolay ve ucuz olması bilginin seçimi ve etkin kullanımı ile alakalı yetenekler ile kodlanmış bilgileri kullanmak için gerekli olan özgün bilgi ve tecrübeyi önemli bir hale getirmektedir. Bu nedenle, bilgiye dayalı ekonomik yapıda çalışmak ve faaliyet göstermek, gittikçe artan bir oranda, kavramsal ve yönetim ve iletişim yeteneği gibi özgün beşeri yeteneklere sahip olmayı gerektirmektedir. Bilgi ekonomisinin (ve globalleşmenin) olumsuz özelliklerinden birisi ulusların yakınlaşmaktan ziyade kutuplaşma eğiliminde olmalarına neden olmasıdır. Ülkeler çok zengin ya da çok fakir olmak üzere iki kutuplu bir yapı içerisine girmektedirler. Keza, ülkelerin yaşam standartları ve ekonomik faaliyetler açısından farklı katmanlara bölünmesi söz konusudur ve bu durum maalesef kalıcı bir özellik arz etmektedir. Ulusal, bölgesel, hane halkı ve bireysel düzeyde eşitsizliği artıran bir çok durum gözlenmektedir: Zengin daha zengin, fakirler ise daha fakir olmaktadır. Bilgi ekonomisinin ağ ve öğrenmeye dayalı bir ekonomi olması nedeniyle endüstriyel yoğunlaşmaya yol açtığı ve kazananın tüm getirileri süpürdüğü bir rekabet ortamının şekillendiği ya da bilgi ekonomisinin hiçbir firmaya piyasalar üzerinde daimi bir kontrol imkanı sunmayacağı gerekçesi ile her alan ve düzeyde materyal, firma ve iktisadi faaliyetlerin artacağı görüşlerinden hangisi doğru olursa olsun; bilgi ekonomisi yeni bir iş modelinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Yeni ekonomi, iletişim ağlarıyla bütünleşen bir Ağ Ekonomisi ekonomidir. Analog hatlar yerine dijital iletişim ağlarının oluşması ve klasik ana bilgisayar sisteminden web tabanlı sisteme doğru gerçekleşen kayma iş dünyasında önemli dönüşümlere neden olmaktadır. İletişim ağlarının band genişliğinin artması veri, metin, ses, görüntü ve video şeklindeki multi-medya kaynaklarına kolayca ulaşıma imkan vermekte ve buna bağlı olarak yeni kurumsal yapıların hızla ortaya çıkmasına olanak tanımaktadır. Yeni ekonomide her tür bilgi, ses, yazı, görüntü, hareketli obje vs. bilgisayar ağları tarafından iletilmektedir. Büyük miktarlarda bilgi son derece hızlı, ucuz ve güvenilir bir şekilde alıcılarına ulaşmaktadır. Dijital ekonomide cep telefonları, taşınabilir bilgisayarlar v.b. yaygın olarak kullanılmaktadır. Yeni ekonomide, eskilerinin yerine geçen veya eski yapıları tamamlayan, ucuz bağlantı 97

98 ve enformasyon (internet) ile yeni elektronik dağıtım kanalları oluşmaktadır. Bilgi ağları ve bilginin dijitalleşmesi bilginin ticarete konu olması sürecini hızlandırmaktadır. Yeni teknolojilere dayalı iletişim ağları, küçük ölçekli işletmelere büyük ölçekli işletmelerin sahip olduğu ölçek ekonomileri ve kaynağa ulaşma gibi ana avantajlara sahip olma imkanı sunmaktadır. Öte yandan, büyük ölçekli işletmelerin belli dezavantajları (katı bürokrasi, hiyerarşik yapı, değişim güçlüğü v.b.) küçük işletmelerde bulunmamaktadır. Büyük ölçekli işletmeler ancak küçük akışkan gruplar halinde örgütlenirlerse çeviklik, özerklik ve esneklik kazanabileceklerdir. Yeni ekonomide mal ve hizmetlerin bilgi yoğunluğu arttıkça kullanıldıklarında veya tüketildiklerinde biten ya da daha kıt hale gelen bir çok üretim kaynağının (sermaye, doğal kaynaklar v.b.) aksine, bilgi ve enformasyonun paylaşılabilme ve kullanıldıkça yayılma ve artma niteliği, ekonomideki kaynak kıtlığını saf bilgi ürünleri ve bilgi yoğun ürünler açısından kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaktadır. Başka bir ifadeyle, yeni ekonomi, en yaygın bir şekilde kullanıldıklarında üretici ve tüketiciler için ürünlerin daha değerli olduğu ağ etkisine (network effects) sahip bir ekonomidir. Ağ etkileri iki yolla ortaya çıkabilir. Telefon ve internet gibi gerçek ağlarda, karşılıklı bağlantı veya karşılıklı işleyebilir olma ağ etkisi yaratır. Örneğin, telefonun değeri, eriştiği telefon hatlarının sayısı ne kadar fazlaysa o kadar artar. Öte yandan, sanal ağlarda iktisadi muameleye konu olan mal veya hizmetin değeri, çok geniş müşteri havuzu nedeniyle ilgili mal veya hizmetin tamamlayıcılarının çok fazla olması sonucunda artar. Windows XP ile çalışan bilgisayarların oluşturduğu sanal ağda XP ürününün değeri bu ağın oluşturduğu havuzun büyüklüğü ile bağlantılıdır. Her halükarda ortak standartlar ağ etkilerinin önemini artıran temel unsurdur (Stenborg, 2002:51). Ağ etkileri tüketimde ölçek ve kapsam ekonomilerinin kaynağını oluşturur. Ağ etkilerinin olduğu piyasalarda, önemli düzeyde yenilik ve icatlarda bulunmayan firmaların lider firmaya yetişmesi ya da lider firmanın hakimiyetini sürdürmesi veyahut ayakta kalması mümkün değildir. Talep yönlü ölçek ekonomileri tüketicilerin belirli yazılımları kullanan veya tavsiye eden donanımları almaları halinde ortaya çıkar. Benzer bir şekilde belirli yazılımların alınması çok sayıda yazılımın kullanılmasını zorunlu kılabilir. Örneğin, tüketiciler Linux işletim sistemini daha güvenli bulsalar bile, çok sayıda yazılımın (Mp3, oyunlar ve diğer yazılım programları) kendi standartlarına uygun bir şekilde üretilmesi sayesinde bu tip tamamlayıcı ürünlerle uyumlu olan Microsoft un işletim sistemlerini kullanmak zorunda kalabilir. Belirli bir yazılım formatını veya standardını kullananların oluşturduğu ağ ne kadar büyükse bu format veya standardı kullanan ürüne atfedilen değer o ölçüde artar. Bu durum yeni ekonominin birçok endüstrisinde (kredi kartları ağları, video kasetler, DVD ler, Mp3 ler v.b.) söz konusudur. Ağ endüstrilerinde lider konumunda olmayan firmaların bu konuma ulaşabilmeleri ve bazen piyasa paylarını artırabilmeleri endüstri liderince oluşturulan ağ etkilerinin lidere sağladığı doğal avantajı (tekel gücünü) ortadan kaldıracak esaslı bir yenilik ve icatta bulunmasına bağlıdır (Evans ve Schmalensee, 2001). Olaya tersinden bakarsak, yoğun ağ etkilerine sahip bir yeni ekonomi endüstrisinde piyasada lider konumundaki firmanın oluşturduğu 98

99 standartları ve dolayısıyla ağ etkisini ortadan kaldıracak bir yenilik ve icadın yapılması her an olasıdır. Bu durumda, ağ etkilerinin olduğu piyasalarda takip eden konumundaki firmaların esaslı yenilikler ortaya çıkarması; lider konumundaki firmanın ise hayatta kalabilmek veya liderliğini muhafaza etmek için, muhtemel rakipleri bu türden yenilikleri piyasaya sunmadan önce, kendisine liderlik olanağı doğuran mevcut ürün, süreç veya standartlarını ortadan kaldıracak yenilikleri oluşturma stratejisini gütmesi gereklidir. Neticede ağ endüstrilerinde rekabet piyasa liderliğini ele geçirmeyi veya muhafaza etmeyi amaçlayan bir araştırma ve geliştirme yarışını içerir (Ahlborn, et.al, 2001). Firmaların coğrafik açıdan kümelenmeleri ve ağ oluşturmaları rekabet güçlerini artırmak bakımından son derece önemlidir. Maliyetlerin ve karmaşıklığın artması ve teknolojinin kapsamının genişlemesi firmaların diğer firma ve kurumlarla teknolojiye ve işbirliğine dayalı ittifaklar oluşturarak faaliyette bulunmasını gerektirmektedir. Bilgi ekonomisinde bir çok firma farklı ülkelerdeki üstün teknoloji merkezlerinde (centre of excellence) yerleşen çok boyutlu teknoloji firmaları haline gelmektedir. Kümelenmeler, global iletişim kapasitesinin artmasına rağmen, özgün bilgiye ulaşmanın ve bu bilgileri paylaşmanın en etkin yolu olmaya devam etmektedir. Yeni ekonomideki birçok endüstride Kıyasıya Rekabete Dayalı Ekonomi rekabet şiddetlidir. Firmalar piyasa güçlerini artırmak ve liderliği ele geçirmek amacıyla yeni bir ürün geliştirmek veya esaslı bir yenilik yoluyla mevcut ürünün yenisiyle yer değiştirmesini sağlamak için birbirleriyle kıyasıya rekabet ederler. Firmaların bu tür bir rekabetteki amacı yeni bir ürün ya da süreç yaratmak, yeni bir kategori oluşturmak ve bu kategoride liderliği ele geçirmektir. Bunu sağlamanın yolu ar-ge alanında yoğun yatırımlarda bulunmaktır. Çeşitli ekonomik teoriler eski ekonomide firmalar arasındaki yoğun rekabetin sonucunda istikrarlı bir monopolün oluşabileceği ve bu monopolün uzun süre devam edebileceğini varsayar. Bazı yüksek teknolojiye dayalı endüstrilerde durum oldukça farklıdır. Firmalar piyasa liderliği için bir dizi zincirleme yarışın içindedirler. Çok önemli yenilik ve icatlar her an meydana gelebilir. Değişim maliyetleri ve kilitlenme etkisi mevcut ürünlerle daha iyi ve yeni ürünlerin yer değiştirmesini ve piyasa liderinin takipçi firmalardan herhangi biri tarafından alaşağı edilmesini engellemez. Microsoft örneğinde olduğu gibi başlangıçta zayıf olan bir firma, eğer ar-ge ve yüksek teknolojiye yeterli düzeyde yatırım yapabilirse, lider konumundaki firmanın pozisyonunu sarsabilir ve piyasa liderliğini ele geçirebilir. Yeni ekonominin birçok endüstrisinde kazanan her şeyi alır yarışı iki nedenden kaynaklanır (Stenborg, 2002:52): Bu tip endüstrilerde söz konusu olan ağ etkisi, piyasaya tüketicilerin tatminkar olmasını sağlayan bir ürünü ilk defa ortaya koyan firmanın gittikçe daha fazla müşteri toplamasına, müşteri havuzu genişledikçe ürettiği ürünün daha değerli bir hale gelmesine ve tekel pozisyonuna yükselmesine yol açar. Öte yandan, bu türden endüstrilerde genellikle firma düzeyinde ölçek ekonomileri sözkonusu olur, yani firmalar yüksek sabit maliyetlerle çalışmak durumundadırlar. Bu durum firmaların ortalama maliyetlerini olabildiğince azaltmak için daha çok satış yapmalarını ve sürümden kazanarak düşük fiyatlarla yüksek karlar etmelerini gerektirir. Yüksek teknolojiye 99

100 sahip bazı endüstrilerde, Netscape browser örneğinde olduğu gibi, ağ etkileri ve ölçek ekonomileri, piyasada yaygınlık kazanma ve teknik standartların geliştirilmesi ve piyasaya hakim kılınması için ürünleri bedava vermeyi sağlayacak kadar güçlüdür. Bilgi ekonomisi bilginin Yenilik ve İcatlara Dayalı Ekonomi üretilmesinin yanı sıra kullanılması ve yayılmasına dayalı bir ekonomidir. İşletmelerin ve ulusal ekonominin başarısı bilginin üretilmesinin yanı sıra bilginin ele geçirilmesi, içselleştirilmesi ve etkin bir şekilde kullanılabilmesine bağlıdır. Bilgi ekonomisi, bilgi ve öğrenme yoğun ilişkilere katılan firma ve bireylerin sosyo-ekonomik durumlarının olumlu yönde etkilendiği, fırsatları değerlendirmenin ve belirli yeteneklere sahip olmanın önem kazandığı ve öğrenme ve değişime dayalı birikim ve deneyimler tarafından yönlendirilen bir ağlar zinciridir. Bu nedenle, firmalar, yeni teknolojileri elde etmek ve yeni fırsatlara erişmek için yeni örgütlenme ve yönetim tekniklerini benimsemek zorundadırlar. Bu ise, yenilik ve icatlardan ortaya çıkan bilgi ve tecrübelerin değiş-tokuş edilmesi sonucu mucitler, üreticiler ve tüketicileri kapsayan karşılıklı bir öğrenme sürecine sahip bilgi ağlarına katılmak suretiyle sağlanır. Bilgi ekonomisinde firmaların artan rekabet baskısının üstesinden gelebilmek için firma içinde karşılıklı öğrenme ve tecrübe aktarımını teşvik etmeleri ve eksik ve yetersiz yönlerini tamamlayacak unsurlar olarak dışarıdan yeni ortaklar edinmeleri veya belirli ağlara katılmaları gerekebilir. Bu tip ilişkiler, firmaların yenilik-icat süreci sonucunda ortaya çıkan risk ve maliyetleri yaymasına, yeni araştırma sonuçlarına erişmesine, yeni teknolojileri elde etmesine ve imalat, pazarlama ve dağıtım süreçlerinde etkinliklerini artırmasına olanak sağlar. Yenilik ve icatlar sistemini oluşturan endüstriler, üniversiteler ve diğer araştırma kuruluşları ile devlet arasındaki karşılıklı ilişkiler, firmaların ve sonuçta ekonominin yenilik ve icatlar yapma performansını etkiler. Öte yandan, sistemin bilgi aktarımı ve dağıtım gücü ile ilgili bilgi stokuna mucitlerin zamanında erişebilme kapasitesi, refahın ve yaşam standartlarının ve dolayısıyla rekabet gücünün artırılmasında son derece önemlidir. Yeni ekonomide yüksek teknolojiye sahip birçok endüstride rekabet yeniliklere dayalıdır. Ağ etkisi nedeniyle bu endüstrilerde monopolleşme yaygındır. Monopolleşme en azından iki farklı nedenden dolayı daha fazla yenilik ve icat üretme olanağına sahiptir (Stenborg, 2002:53): (1) Daha yüksek düzeyde bir nakit akışına sahip olan ve daha az piyasa belirsizliği ile karşılaşan monopolcü firmalar yenilik ve icatlarda bulunmalarını sağlayacak ar-ge yatırımlarına daha çok ve daha kolay bir şekilde kaynak ayırabilirler ve (2) Rekabetçi piyasa yapısına kıyasla monopolcünün rant beklentisi oldukça fazla olduğundan çok yüksek düzeydeki sabit yatırım maliyetlerine katlanması ve daha fazla yatırım yapması için daha çok teşviğe sahiptir. Bazı yeni endüstrilerde monopolleşmenin yol açtığı yüksek karlar söz konusudur. Bu tip endüstrilerde dinamik bir rekabet sözkonusudur. Firmalar yüksek getiri elde etmeyi umarak büyük çaplı ar-ge yatırımlarına girişirler. Bu çabalarının başarılı olması için esaslı bir yenilik gerçekleştirmelidirler ve bu yenilik sayesinde 100

101 yüksek bir getiri düzeyini sağlayacak piyasa gücüne geçici bir süre için bile olsa sahip olmalıdırlar. Yüksek düzeyde yatırım yapan firmaların büyük bir çoğunluğu yatırımlarının karşılığında yeterli getiriyi elde edemeyip başarısız olurlar. Başarılı olan firmalar ise bu başarılarının karşılığında yüksek rantlar elde ederler ve bir sonraki yeniliği üretmek için yeni yatırım faaliyetlerinde kullanacakları kaynaklara fazlasıyla sahip olurlar. Öte yandan, ağ etkisi ve ölçek ekonomileri nedeniyle ileri teknoloji endüstrilerinde genel olarak belirli bir zaman diliminde görece çok az sayıda büyük firma söz konusudur. Rekabet genelde rakiplerin kendisini ve ürettikleri ürünü piyasadan silebilecek düzeyde yenilik ve icatların yaratılması ve sahip olunan geçici tekel pozisyonunda mümkün olduğunca fazla getirinin elde edilmesini sağlar. Yakın takipçi bir firma tarafından hakim pozisyonu ve yenilikçi ürünlerinin piyasa başarısını sarsacak yeni bir yaratıcı tahribat ortaya çıkıncaya kadar lider firma mevcut yüksek getiri düzeyini sürdürebilir. Ancak liderlik çok az bir süre için sürdürülebilir. Yeni ekonomi geçici ve kırılgan monopollerle doludur. Yeni ekonomide rekabet dinamiktir. Firmalar arasındaki rekabet mevcut ürünlerin en yüksek kaliteyle en düşük fiyata satılması için yapılmaz. Amaç, mevcut ürünü bir daha kimsenin almamasını sağlayacak yeni bir ürün, süreç ya da kategori oluşturabilmektir. Bu tür rekabet Schumpeter in dile getirdiği yaratıcı tahribatın ortaya çıkmasını sağlar. Dinamik rekabet, mevcut firmaların kar marjlarında rekabeti değil, kendilerinin ve ürünlerinin varlığının sürüp sürmeyeceğini belirleyen bir rekabettir (Ahlborn, et. al., 2001:159). Günümüzde Taylorcu Esnek Organizasyon Yapısına Dayalı Ekonomi organizasyon biçimi * yerini esnek organizasyonlara bırakmaktadır. Bu tip organizasyonlar, kaynak israfını azaltarak ve üretim sürecinin her aşamasına değişen koşulları dikkate alan yaratıcı düşünce tarzını entegre ederek emek ve sermayenin verimliliğini artırır; bilgi akışı açısından işlevsel olmayan orta düzey yönetimin bir çok katmanını ortadan kaldırır ve aşırı uzmanlaşma ve bölümlere ayırma uygulamasını, çok boyutlu iş sorumluluğunu tanımlayarak ve timler ve mesleki rotasyonu kullanarak engeller. Esnek organizasyonlar, esneklik ve üstün ürün kalitesini kitlesel üretimden kaynaklanan düşük birim maliyetler ile hızla birleştirir. Taylorcu üreticiler, zanaatkar üreticilere göre standart ürünlerin üretiminde ölçek ekonomileri yoluyla daha üst düzeyde bir verimlilik elde ederken esnek organizasyonlara sahip üreticiler ölçek ekonomisinden taviz vermeksizin birçok ürünün üretiminde ve hizmetlerin sunulmasında kapsam ekonomilerinden ve çalışanlarının beşeri yeteneklerinden tam olarak yararlanmak suretiyle verimliliklerini bir üst düzeye çıkarabilmektedirler. Öte yandan, bilgi ekonomisinde teknolojik değişim ve yenilikler kalifiye işgücü lehine işlemektedir. Yeni yüksek performanslı işyerleri * Frederick W. Taylor un görüşleri literatürde Taylorizm olarak adlandırılmaktadır. Taylorizm, genel olarak Taylor un yönetim alanındaki tüm düşüncelerine verilen isimdir. Daha özel olarak, Taylorizm, bir organizasyonda mühendis ve uzmanların teknik standartları ve iş standartlarını formüle etmesini önerir. İşçilerin yapması gereken sadece kendilerine verilen görevleri yapmak ve konulan teknik ve iş standartlarını izlemektir. Bkz: Aktan,

102 ve esnek işletmeler inisiyatif, yaratıcılık, problem çözme, değişime açıklık v.b. gibi işgücü niteliklerine önem vermekte ve bu yetenekler için daha yüksek bir ücret ödemeyi kabul etmektedir (Şekil 5). Yenilik ve icat sürecindeki Bilgi-Yoğun Hizmetlere Dayalı Ekonomi çalışmalar ve yeni teknolojilere yönelik kamusal faaliyetler büyük ölçüde sanayi kesiminde odaklansa da bilgi ekonomisinde rekabet ve karşılaştırmalı üstünlüğün oluşmasında stratejik bazı hizmetlerin rolü gittikçe artmaktadır (Lunvall ve Borras,1998:117). Bilginin katma değerin ana kaynaklarından biri haline gelmesi ve bir mal olarak kabul edilmeye başlanmasından sonra ileri teknoloji ve yenilik ve icatlara dayalı hizmetler sektörü, ulusal verimlilik ve rekabet gücü açısından son derece önemlidir. Bilgi yoğun hizmetler üreten firmalar, profesyonelliğe veya spesifik bir teknik ya da fonksiyonel bir alanla ilgili uzmanlığa dayalı firmalardır. Bu tip firmalar raporlar, eğitim, danışmanlık v.b. yoluyla bilginin birincil kaynağı haline gelmekte ve biyo-teknoloji, yeni materyaller, çevre teknolojileri ve bilgi teknolojisi alanında sundukları hizmetlerle yeni teknolojilerin geliştirilmesinde önemli bir rol oynamaktadırlar (Tablo 2). Bilgi yoğun hizmetler sunan firmaları endüstriyel firmalardan ayıran en önemli özellik, ürettikleri ürünün türü ve bölgesel-ulusal yenilik ve icat sisteminde oynadıkları roldür. Sanayi ürünleri ve üretim süreci yüksek derecede kodlanmış bilgi kullanırken, bilgi yoğun hizmetler sunan firmaların ürettikleri ürün ve hizmetler yüksek derecede gayri maddi (intangible) ve özgün bilgi içerir. Özgün bilgi ve tecrübeler firmaların rekabet gücü üzerinde olumlu etki oluşturması nedeniyle, bilgi yoğun hizmetler sunan firmalar, rekabet gücünün artırılmasında önem taşıyan unsurlardan biri haline gelmektedir (Hertog ve Bilderbeek,1997). Tablo 2: Bilgi Yoğun Hizmetler Muhasebe ve mali müşavirlik Mimarlık ve inşaat ile ilgili hizmetler Bankacılık ve diğer finansal hizmetler Donanım da dahil olmak üzere bilgisayar ve bilgi teknolojisi ile alakalı hizmetler Dizayn hizmetleri Çevre ile ilgili hizmetler (çevre düzenleme, atık kontrolü, geri dönüşüm hizmetleri ve gözlemleme) Sigortacılık hizmetleri İşe alma ve teknik personel tedariki Hukuki hizmetler Yönetim danışmanlığı Piyasa araştırmaları Pazarlama ve reklam Ar-ge danışmanlık hizmetleri İletişim hizmetleri Teknik mühendislik hizmetleri Teknoloji yoğun eğitim hizmetleri Bilgiye dayalı ekonominin hızla gelişmesi, yeni durum ve şartlara uyum sağlama ve yapısal dönüşüm gereksinimini artırmaktadır. Global piyasalara erişim olanağı sağlamak suretiyle firmaların rekabet tarzlarını değiştirmektedir. Teknolojik gelişmeler ve rekabetin artması, meydana gelen bütün bu değişikliklerin hızını artırmaktadır. Talepteki değişim nedeniyle firmaların sürekli olarak yeni ürünler geliştirmek zorunda kalmaları, ürün yaşam döngüsünün hızla kısalması ve bilgi 102

103 yoğun ürünlerde ölçek ekonomilerinin öneminin artması firmaların rekabet güçlerini artırmaları için gittikçe artan bir düzeyde kendilerine özgü yeteneklerini artırmalarını gerektirmektedir. Bu özgün yetenekler markalarla, yüksek bir ar-ge performansıyla ve çok yönlü yeteneğe sahip tecrübeli ve kalifiye bir beşeri sermayeye sahip olmakla artırılabilir. Bu nedenle firmaların ürettikleri ürünlere olan talebi artırmaları ve rekabetçi üstünlüklerini muhafaza edebilmeleri, bu tip bilgiye dayalı varlıklarını kullanmalarına, geliştirebilmelerine ve muhafaza edebilmelerine bağlıdır. Öte yandan, ürün yaşam döngüsünün kısalması ve rekabetin globalleşerek şiddetlenmesi, firmaların verimliliklerini sürekli olarak artırmalarını ve daha fazla kaynağı yenilik ve icatlara ayırabilmelerini gerekli kılmaktadır Teknolojik Gelişmeler ve Rekabet Teknolojik yenilikler ürün ve materyallerin yanı sıra piyasaları da değiştirme potansiyeline sahiptir. Teknolojik yeniliklere ilaveten göreli maliyet ilişkilerindeki kayma, yeni ve farklı müşteri gereksinimlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yeni bir ürün veya hizmetin ortaya çıkmasını gerektirecek iktisadi ve sosyal değişikliklerin meydana gelmesi sonucu mevcut piyasaların yeniden şekillendirilmesi veya tamamen yeni piyasaların ortaya çıkması gündeme gelmektedir. Bu tip gelişmekte olan endüstrilerdeki temel özellik oyunun kuralının olmamasıdır. Bu tip piyasalar, öngörülmesi kolay piyasalar değildir. Yüksek kalifiye işgücüne dayanırlar; ar-ge yoğunluğu yüksek olmasına rağmen ürün yaşam döngüsü kısadır; çok fazla sayıda farklı ve farklılaşmış ürün bulunur; dalgalanan piyasa payına sahip çok sayıda büyük ve küçük firma aynı anda faaliyet gösterebilir; akıcı, düzensiz ve kontrolsüzdürler; global düzeyde ortaya çıktıkları için global düzeyde odaklanmayı gerektirirler ve yetenek ve güce dayanan birim ve kurumları bünyesinde barındırırlar (Emerging Industries, 1999:8) Rekabet gücüne sahip olmak; global düzeyde bir rekabet stratejisine sahip olmayı, yüksek düzeyde kalifiye işgücüne dayanmayı, sürekli bir şekilde yenilik ve icatta bulunmayı ve müşterilerin daima değişen istek ve ihtiyaçlarına rakiplere kıyasla daha hızlı bir şekilde cevap vermeyi gerektiren bu tip piyasalar yüksek riske sahip ancak son derece karlı piyasalardır. Günümüzde gelişen piyasaların bazı örnekleri şunlardır: Sensör teknolojileri ile çevrenin korunması, biyoteknolojiye dayalı ürünler, yaşlıların bakımı, sağlık hizmetleri, aktif dinlenme, evde yapılan teşhis ve muayeneler, finansal hizmetler, haritacılık ve uzay bilimleri (uzay turizmi), lojistik, depolama, verilerin geniş bir alana dağıtılması, tüketici kalıpları verilerinin ele geçirilmesi, bilgi teknolojisinin mümkün kıldığı yeni aracılık işlemleri, havacılık, madencilik veya hava trafiği kontrolü için sivil kesime ait araçlarla radar iletişimi ve fiziki girdi birimi başına önemli kar marjına sahip tarımsal ürünler (şarap, içki, aquakültür). Günümüzde firmalar, her düzeyde rekabetin artması, hızla değişen ve şekillenen yeni piyasa koşulları ve gittikçe daha karmaşık ve önemli hale gelen tüketici ihtiyaç ve taleplerini karşılayabilme gereksinimi gibi etkenlerin yanı sıra teknolojik gelişme ve yenilenmenin sonucunda firmaların kullandığı ürün ve süreçlerin eskimesi ve kısa ürünyaşam döngüsü gibi nedenlerle eskiye kıyasla daha büyük bir rekabet baskısına maruz kalmaktadırlar. Yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve ürün geliştirmenin daha maliyetli ve karmaşık bir hale gelmesi bu yöndeki gerilimi daha da artırmaktadır (Shephard ve Ahmed, 2000: ). Teknolojik değişiklikler iktisadi büyüme ve kalkınma sürecinde son derece önemli bir yere sahiptir. Teknolojik değişiklikler, yeni mal ve hizmetlerin, yeni üretim ve ulaşım tekniklerinin, yeni piyasaların ve yeni endüstriyel organizasyon türlerinin ortaya 103

104 çıkmasına yol açan ve karşılaştırmalı üstünlüğün temel parametrelerini değiştiren bir faktördür. Ulaşım ve iletişim alanlarında meydana gelen değişiklik ve yenilikler, ulaşım ve iletişim maliyetlerini büyük ölçüde azaltarak coğrafyanın ekonomi ve diğer sosyal ilişkilerdeki rolünü gittikçe önemsiz bir hale getirmektedir. Bu nedenle teknoloji iktisadi faaliyetlerin globalleşmesine yol açan en önemli faktörlerden biridir. Teknolojik değişiklikler bir öğrenme sürecidir ve bu nedenle teknik gelişmelerin ötesinde sosyal ve kurumsal alanlarda içselleştirilen bir sosyal süreci içerir. Teknoloji kişiler, firmalar ve toplumlar tarafından yaratılır ve sosyal ve ekonomik koşullar çerçevesinde kullanılır. Teknolojik değişiklikler dört ana başlık altında ele alınabilir (Dicker, 1998: ): Mevcut süreç ve ürünlerin küçük ölçeklerle, yavaşça değişmesi suretiyle meydana gelen tedrici yenilik ve icatlar; Mevcut üretim süreçlerini ve ürünleri dramatik bir şekilde değiştiren radikal yenilik ve icatlar; Ekonominin büyük bir kısmını büyük ölçüde etkileyen ve yeni iktisadi sektörlerin ortaya çıkmasına yol açan teknolojik sistemlerdeki değişimler. Bu değişiklikler çok sayıda firmayı etkileyen tedrici ve radikal değişiklikler ile organizasyonel ve yönetimsel yeniliklerin birleşimi sonucunda meydana gelebilirler. Teknoloji sistemlerinde değişiklik yapabilecek teknolojilerin başlıcaları; bilgi teknolojisi, biyoteknoloji, materyal teknolojisi, enerji ve uzay teknolojisidir. Tekno-ekonomik paradigmada meydana gelen büyük ölçekli devrimci değişiklikler. Bu tip değişiklikler ekonominin tümünü etkileyen ve üretim tarzında ve üretim organizasyonunda söz konusu olan bütün sistemi kapsayan değişikliklerdir. Enformasyon ve organizasyon teknolojileri alanındaki gelişmeler imalat endüstrisinin temel niteliklerini radikal bir biçimde değiştiren bir dizi yeni gelişmeye yol açmaktadır. Seri üretim, tekdüze uzmanlaşma ve tek amaçlı sabit ekipman ve araçların; bilgisayar destekli dizayn ve mühendislik yeteneğine sahip robotlar, otomatik işleme ve ulaşım araçları, esnek imalat sistemleri, bilgisayar destekli imalat, hücresel (cellular) imalat, tam zamanında (just in time) üretim teknikleri, materyal kaynakları planlama ve uzaktan kumandalı makineler ile yer değiştirmesi firmaların daha az zaman ve maliyetle büyük miktarlarda çıktıyı küçük partiler halinde üretmelerine olanak sağlamaktadır (Alcorta, 1992:1) Özellikle mikro-elektronik ve bilgi teknolojileri başta gelmek üzere yeni teknolojiler (mikro-elektronik, nanoteknoloji ve mikro-nano teknoloji) yalnızca tüketime sunulan elektronik ürünlerde bir dizi önemli gelişmeye yol açmamaktadır; bunun yanı sıra yeni araç ve ekipmanların imal edilmesine ve ileri imalat ekipmanlarının üretilmesine de neden olmaktadır. İleri imalat ekipmanları imalat süreci üzerinde rekabet gücünü önemli ölçüde etkileyen bir çok yeni niteliğin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Üretilen ürün ve üretim ekipmanlarının hacimce küçük olması, üretim süreci ve ürünlere güvenilirliğin artması, uyumlu olma, modüler olma, bölünebilirlik, işlem hızı ve düşük enerji tüketimi bu tip niteliklerdendir. Fiziki hacmin küçük olması, yerden tasarruf edilmesine ve üretim süreci ve ürünlerin üretiminde tercih olanaklarının fazla olmasına yol açmakta ve büyük miktarlarda bilginin işlenmesi ve depolanmasına imkan tanımaktadır. Yeni ürün ve ekipmanların üretimi ve dizaynı, hepsi bir araya getirildiğinde bir bütünün (sistemin) parçalarını oluşturan çok fazla sayıdaki modül, program veya birim tarafından üretilebildiği için tüketicilerin farklı ve karmaşık taleplerine küçük partiler halinde büyük miktarlarda üretimde bulunmak suretiyle cevap vermeyi (esnek üretim modeli) kolaylaştırmaktadır. 104

105 6.4. Globalleşme, Yeni Ekonomi ve Yeni Rekabet Dünyada bir taraftan globalleşme ile ülkelerarasındaki ekonomik sınırlar ortadan kalkarken öte yandan, bölgesel bütünleşme hareketleri ile kutuplaşma adını vereceğimiz bir başka değişim yaşanıyor. Avrupa, Amerika, Asya-Pasifik ve dünyanın diğer bölgelerinde iktisadi bütünleşme hareketlerinin önem kazandığını görüyoruz. Bölgeselleşme hareketleri ve ticaret blokları dünya ekonomisinin bütününü kapsamı içine alan Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumsallaşmış yönetişim mekanizmaları ile ulusdevletlerin ekonomik politikaları arasında bir ara düzeyi meydana getirirler. Bölgeselleşme hareketleri, bölgesel düzeyde oluşturulan entegrasyonun aşamasına bağlı olarak bir yandan üye ülkeler arasında ticari engelleri ortadan kaldırıp dış ticarette serbestleşmeye yol açarken; öte yandan, üye olmayan ülkelere çeşitli engeller çıkarabilmektedir. Bu tip entegrasyonlar, en çok kayırılan ülke kuralı gibi GATT ilkelerinin uygulanması halinde entegrasyon içi ticarette serbestleşmeyi sağlayan uygulamalardan üye olmayan ülkeler de yararlandığı için, dış ticarette serbestleşmeyi ve genel olarak globalleşme eğilimini desteklerler. Ancak, globalleşme eğiliminin GOÜ lerin tümünü kapsamadığı varsayımı altında, bölgeselleşme eğilimleri bu ülkelerin teknoloji transferlerinden elde edecekleri yararları azaltabilir ve sahip oldukları karşılaştırmalı üstünlükleri tam olarak kullanmalarını engelleyebilir. Bu yüzyılda, daha önceleri rastlanmayan bir ölçüde, piyasalar dünya çapında genişlemişler ve iktisadi faaliyetler gittikçe daha fazla uluslararasılaşmıştır. Bu dönemde verimlilik ve etkinlik tüm ulusal şirketler ve önde gelen endüstriyel güçler için evrensel bir inanç haline gelmiştir. Serbest ticaret sonucunda hızla gelişen ticaret blokları ve dünya ticaret sisteminin önemli ölçüde yeniden düzenlenmesi zamanımızdaki iki büyük gelişmedir. Yeni oluşturulmaya çalışılan global serbest ticaret ilkelerine uygun bir dünya düzeninin hayata geçirilmesi, firmaların daha kalifiye ve az işgücüne; ulusal ekonomilerin ise mümkün olan en az regülasyona dayanan bir maliyet azaltma stratejisine tabi olmasını gerekli kılmaktadır (Boyer ve Drache, 1996:31). Globalleşme süreci, bir yandan ulusal seviyede uygulanan politikaların uluslararası düzeyde daha fazla yansımaya sahip olmasına yol açarken; öte yandan, ulusal politikaların bağımsız bir şekilde uygulanabilme yeteneğini azaltmaktadır. Bu süreç, global düzeydeki uygulama ve normlara aykırı ulusal norm ve toplumsal kuralları sürdürmenin toplumsal maliyetini gittikçe artırmakta ve ulusal olanla global düzeydeki uygulama, norm ve kurallar arasında bir yakınlaşma ve uzlaşma meydana getirmektedir. Uluslararası ticaretin kurallarının yeniden düzenlendiği bir dünyada uluslar kendi ticaret politikalarının dizaynını değişen şartlara uydurmak zorundadırlar. Günümüzde ticarete dayalı gelişme ulusal çıkarları tehdit ettiğinde geleneksel korumacı politikaları uygulayarak uluslararası rekabet gücünü artırmak gittikçe daha zor bir hale gelmektedir. Ülkeler globalleşmeye reaksiyon olarak, kaybedenlerin korundukları bir sığınak ya da yeni endüstrilerin suni olarak beslenip büyütülmeleri için bir yol (Kuttner, 1984) olan korumacı sanayileşme politikaları yerine, ya bir ticaret bloğuna katılarak veya kamusal politika araçlarını güçlendirerek global güçlerin artan etkisine karşı direnmeye çalışmaktadırlar. Oysa dış ticaretin liberalleşmesine dayanan yeni dünya düzeni kendi ekonomik geleceğini şekillendirmede ulus devletlerin sahip oldukları inisiyatifi büyük ölçüde kısıtlamaktadır. Globalleşen bir dünyada, rekabette üstünlük sağlayan faaliyetlerde uzmanlaşmaya dayanan oyunun kuralları geçerlidir. Rekabette üstünlüğün kaybolması halinde ise kamu politikaları yoluyla rekabet gücünü artırmak yerine piyasa güçleri tarafından belirlenen ve uluslararası rekabet gücünün yüksek olduğu bir başka alanda uzmanlaşılır. Başka bir deyişle, globalleşme uluslararası rekabet gücünün geleneksel korumacı politikalar dışındaki yöntemlerle artırılmasını gerekli kılmaktadır. 105

106 Geleneksel iktisat anlayışı bir ülkenin uluslararası piyasalarda başarılı olmasının o ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmasına bağlı olduğunu kabul etmektedir. Buna göre ülke karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu ürünlerde uzmanlaşmalı ve bu ürünü ilgili endüstrilerin de uzmanlaşması ile seri olarak üretmelidir. Üründe uzmanlaşmanın gerçekleşmesi ise sonuçta bol olarak sahip oldukları üretim faktörlerini yoğun olarak kullandıkları endüstrilerde fiyat ve pazar avantajı elde etmelerine olanak sağlayacaktır. Dolayısıyla, bir ülke düşük bir ücretle çalışmayı kabul eden bol miktarda işgücüne sahipse bu üretim faktörü açısından görece daha fazla avantajlı olduğu emek-yoğun ürünleri üretecek ve ihraç edecektir. Ancak, bir ülkenin uluslararası rekabet gücünün yüksek olmasını bu tip geleneksel görüşlerle izah etme, ülkenin önde gelen firmalarının hammaddeleri bir ülkeden temin etmeleri, ekipman ve makineleri bir başka ülkeden satın almaları, faiz oranlarının düşük olduğu ülkelerden finansman sağlamaları ve ürettikleri ürünü bir diğer ülkede satmaları; yani, üretimin uluslararasılaşması ve sermayenin (ve kısmen diğer üretim faktörlerinin) uluslararası alanda mobilitesinin artması halinde anlamını yitirmektedir. Bu eğilimin devam etmesi ve şiddetini daha da artırması durumunda firmalar kendi ülkelerindeki faktör yoğunluğuna daha az bağımlı bir hale geleceklerdir. Uluslararası ekonomik entegrasyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yapısal değişikliklere ayak uydurabilmek ve bu değişikliklerin yol açtığı sorunların üstesinden gelebilmek için ülkeler yeni politik araçlara gereksinim duymaktadırlar. Yüksek bir yaşam standardına ulaşmak isteyen her ülke verimlilik performansını her alanda artırmak zorundadır. Bu amaçla daha verimli bir üretim modelinin oluşturulması için uluslararası rekabet gücünü artıracak şekilde örgütlenme, üretim sistemleri ve yönetim kültürü alanlarında yeni düzenlemelere gidilmesi ve ekipmanlar ile çalışanların verimliliğini artıracak yönde tedbirlerin alınması gerekmektedir. Globalleşme, yüksek bir uluslararası rekabet gücüne ulaşmada verimliliğin artırılmasına yönelik yeni bir yönetim sisteminin geliştirilmesini gerekli kılarken iyi bir ulusal performans için makro-ekonomik çevrede (döviz kurları, faiz oranları ve vergi sistemi v.b.) zorunlu olan değişiklik ve adaptasyonun yapılmasının önemini gittikçe artırmaktadır. Globalleşme, rekabet gücü ile bağlantılı bazı temel özelliklere sahiptir (Houghton ve Sheenan, 2000:8): İktisadi faaliyetler globalleştikçe uluslararası mal ve hizmet akımları (ticaret), dolaysız sermaye yatırımları, teknoloji ve diğer sermaye transferleri arasındaki karşılıklı bağımlılık artmaktadır. Globalleşme ile birlikte dünyanın tek bir piyasa haline gelmesi rekabeti artırmaktadır. Artan rekabet sonucunda ayakta kalmak ve başarılı olmak isteyen firmaların global ölçekte üretim ve faaliyette bulunması; dünyanın her tarafında en düşük fiyat, en yüksek kalite ve en iyi hizmeti sunması ve pazar payını muhafaza etmesi gereklidir. Bu amaçlara ulaşmak için küresel düzeyde müşteri memnuniyetini sağlayacak teknoloji ve üretim tekniklerine sahip olmak, yenilik ve icatlarda bulunmak ve global ve yerel ihtiyaç ve taleplere anında cevap verebilmek gereklidir. Bu durum global firmaların klasik dış ticaret faaliyetlerinin yanı sıra dolaysız yabancı yatırımlar, şirket birleşme ve satın alma faaliyetleri ve stratejik ortaklıklar yoluyla rakiplerine kıyasla global pazar paylarını ve karlılıklarını sürdürmeye çabalamalarına yol açmakta ve bu yöndeki bağımlılık artmaktadır. Uluslararası rekabetten korunan yurtiçi piyasalar önemli ölçüde ortadan kalkmakta ve yeni ve global ölçekte faaliyet gösteren piyasalar ortaya çıkmaktadır. Piyasalar fiziki ve bir yere bağımlı olmaktan uzaklaşmakta ve bir yere bağımlılığı olmayan sanal piyasalar oluşmaktadır. Global piyasaların ortaya çıkması dünyada yaşayan herkesi dünyanın herhangi bir yerinde faaliyet yürüten firmaların müşterisi haline getirmektedir. Firmaların faaliyet gösterdikleri yerin önemini önemli ölçüde ortadan kaldıran bu gelişme, sadece fiyat ve ürüne odaklanan bir rekabet stratejisi takip eden firmaların başarılarını sürdürme 106

107 şansını azaltmaktadır. Zira rekabet üstünlüğünün devamı için artık en düşük fiyatta en yüksek kalitede ürün üretmek yeterli olamamaktadır; bunun yanı sıra müşteriye istediği ürün ve hizmetlerin kaliteli ve hızlı bir şekilde sunulması da gereklidir (Güzelcik, 1999:43). Varlıkların üretilmesi, koordine edilmesi ve çoğaltılması açısından üretim tarzı yeni bir biçime girmiştir. Artık sadece rakiplerine kıyasla daha ucuz ve daha kaliteli mamül malların üretilebilmesi yeterli değildir; başarının devamı için müşterinin hızla değişen gereksinimlerine uygun ürünlerin üretilmesi ve girdi olarak kullanılan materyallerin de geniş kapsamlı (jenerik) yeni teknolojiler kullanılarak üretilen kaliteli materyaller olması gerekmektedir; başka bir ifadeyle, rekabet daha önceleri fiyata ve ürüne odaklanırken, globalleşme ile birlikte müşteri odaklı bir hale gelmektedir. Rekabet gittikçe artan ölçüde globalleşmektedir ve başarının elde edilebilmesi için sadece yurtiçi piyasalarda değil tüm piyasalarda rakiplerle başa baş rekabet etme gücüne sahip olmak, üretimde global ölçeğe erişmek veya mal ve hizmetleri birden fazla piyasaya hızla ulaştırabilmek gerekmektedir. Bu yeni ortamda, rekabet gücü gittikçe artan oranlarda birden fazla uzmanlaşmış endüstriyel, finansal, teknolojik, ticari, idari ve kültürel yeteneklerin koordinasyonuna ve birlikte çalışabilmesine bağlıdır (Houghton ve Sheenan, 2000:12): Bir yandan firmaların global piyasalara hızla girebilmeleri için ölçek önem kazanırken diğer yandan müşteri beklentilerine uyum sağlamak için firmaların esnek ve tam zamanında üretim yeteneğini kazanmaları gerekmektedir. Firmalar ister dar konum (niş) stratejisi gütsünler isterse global markalara sahip olsunlar, önemli piyasalarda hızla büyümek ve başarılı olabilmek için firmaların ihracatın yanı sıra dış yatırımda bulunmaları gerekmektedir. Yerle alakalı karşılaştırmalı üstünlükler yalnızca firmanın mevcut hedefleri açısından önemlidir. Başarılı firmalar gittikçe artan oranlarda pozitif dışsallıkların yoğun olduğu endüstri kümelenmelerinde (cluster), yeni teknolojilerin üretilebildiği yerlerde ve üstün kaliteye sahip beşeri sermayenin mevcut olduğu bölgelerde yerleşmektedirler. Üretimin ve kaynak tedarikinin globalleşmesi uzmanlaşmayı artırmış ve uluslararası düzeyde ve ulusal sınırlar boyunca üretim zincirlerinin oluşmasına yol açmıştır. Tüketici-üretici ilişkileri de dahil olmak üzere iktisadi faaliyetlerin örgütlenmesi daha esnek ve ağa örgüsüne (network) dayalı bir hale gelmiştir ve endüstriyel kümelenmeler artmıştır. Yeni bir üretim faktörü ve değerin önemli bir unsuru olarak rekabet gücü açısından zamanın taşıdığı önem gittikçe artmaktadır. Rekabetin globalleşmesi sonucunda global firma olarak adlandırılabilecek yeni bir tür şirket yapısı ortaya çıkmaktadır. Global firmalar, ürünleri dünya çapında tüketiciler tarafından aranan ya da tanınan; sahip olduğu rekabet gücü global düzeydeki performansından kaynaklanan ve kaynaklar açısından eşit muamele gören ya da başka bir ifadeyle, tercihli muamele ve kamu alımlarından yararlanmayan firmalardır (Hatzichrunoglou, 1996:8). Global firmalar, ihracat yapmak, yabancı ülkedeki şubeler vasıtasıyla ürünleri dağıtıp satmak ve ürünlerini yabancı ülkede üretmek için bayilik vermek şeklindeki strateji yerine dikey entegrasyona giderek daha yüksek bir pazar payı için gerekli global ölçeğe ulaşmak ve gerektiğinde dar bir ürün yelpazesinde faaliyet göstermek ve birleşme ve satın almalar yoluyla büyümek ve global piyasalardaki durumunu güçlendirmek, yani global stratejiler uygulamak zorundadır. Globalleşme, istihdam ve emek piyasası üzerinde uluslararası rekabet gücü açısından son derece önemli olan bazı etkilere sahiptir. Bu etkilerin önemli olanlarından bazıları şunlardır: 107

108 İstihdam piyasasında rekabetçi baskılar artmaktadır: Geçmişte dış ticaret istihdamı artırıcı bir faaliyet olarak kabul edilirdi. Fordist sistemde artan ihracat yoluyla yeni istihdam olanaklarının ortaya çıkarılması seri üretimin varlık gerekçesini oluşturmaktaydı. İşçi yandaşı olarak kabul edilen bu üretim tarzı, toplu pazarlık sistemi nedeniyle bazı endüstrilerde ücretlerin uluslararası rekabet gücü üzerinde olumsuz bir etki oluşturacak bir şekilde artmasına yol açmıştır. Ücretlerin geriye doğru esnek olmaması nedeniyle uluslararası rekabet gücü zayıflayan ülke ve firmalar, emek piyasasını daha rekabetçi bir yapıya kavuşturmak ve işçilerin toplu pazarlık haklarının aşındırılmasını sağlamak yönünde çaba göstermek zorunda kalmaktadırlar. Bu çabalar sonucunda uluslararası rekabet gücünü artırmak isteyen ülkelerde reel işçi ücretleri ve toplu pazarlık hakkı gibi sosyal haklar geriletilmekte ve bu eğilimin önümüzdeki yıllarda da özellikle emek-yoğun sanayi kollarında sürmesi beklenmektedir (Boyer, 1994). Üretim teknolojisi ve üretim sistemleri değişmektedir: Teknolojik gelişmeler ve özellikle üretimde mikro-elektronik teknolojisinin uygulamaya konulması, Fordist kitle üretim teknolojisi ile üretimde bulunma yerine rekabet açısından yeni olanaklar ortaya koyan esnek üretim sistemlerini ortaya çıkarmaya başlamıştır. Üretim teknolojisinin esnek olması nedeniyle aynı üretim tesisinde iki farklı ürünün ya da bir ürünün birden fazla modelinin benzer girdilerin kullanımıyla, farklı tesislerde ayrı ayrı yapılacak olan üretimlerdekinden daha düşük bir birim maliyetle üretilebilmesini olanaklı kılan esnek üretim sistemleri; (1) eksik kapasite ile verimli bir şekilde çalışabilmeye imkan sağlamakta, (2) bu nedenle işçiler üzerindeki baskı hafiflediğinden onların verimini artırmakta, (3) kapsam ekonomilerini * (economies of scope) ön plana çıkarttığı için küçük ölçekli işletmelerin uluslararası rekabette başarılı olmalarına yol açmakta, (4) fabrika içinde gerçekleştirilecek çok küçük değişikliklerle aynı veya benzer girdilerin kullanımıyla birden fazla ürün modelini tüketici tercihleri doğrultusunda çok az bir zaman kaybıyla üretilebilmesini sağladığından müşteri memnuniyetini artırmakta ve rekabet açısından avantaj sağlamakta ve (5) stoklama gereksiniminin azalması nedeniyle maliyet tasarrufları sağlanırken verimliliği artan işçilere daha yüksek ücretler ödenebilmektedir (Kibritçioğlu, 1998:3). Düşük-vasıflı emek bolluğu gittikçe daha az rekabetçi üstünlük sağlamaktadır: Geleneksel ticaret teorisi işgücünün bol olduğu ülkelerle yapılan ticaretin zengin ülkelerde reel ücretleri düşüreceğini; ya da ücretler suni olarak yüksek tutuluyor ise bu defa işsizliği artıracağını öngörmektedir. Teknoloji ve değişim gibi faktörler ile birlikte dış ticaretin emek piyasası üzerindeki bu tip etkileri iki kanal ile gerçekleşmektedir (Rodrik, 1997:28-29): Düşük vasıflı emeğin görece daha yoğun bir şekilde kullanıldığı ürünleri ihraç eden ülkelerle yapılan ticaret emek-yoğun üretim açısından avantajlı durumda olmayan ülkelerdeki emek-yoğun üretimlerin yerini almakta ve bu ülkelerdeki düşük-vasıflı emek talebini azaltmaktadır. Öte yandan, düşük-vasıflı işgücünün ticaret (fasonculuk) veya doğrudan yabancı yatırım yoluyla milli sınırlar ötesindeki işçilerle ikame edilme olanağı artmaktadır. Bu durum bu tip işçilerin ücretler ve toplam çalışma saatlerindeki değişkenliği artırmaktadır. Çalışma koşullarında ve ücretlerde düşük-vasıflı işçiler aleyhine ortaya çıkan bu gelişme, birim maliyetler içinde emeğin oranını geriletmekte ve fiyat rekabetine dayalı rekabet üstünlüğünün uzun dönemde sürdürülebilir olmasını olanaklı kılmamaktadır. Başka bir deyişle, düşük-vasıflı emek bolluğuna dayalı rekabet üstünlüğünü gerçek anlamda bir üstünlük olmaktan uzaklaştırmaktadır. Otomasyon işgücü talebini belirli sektörlerde azaltmaktadır: Günümüzde şirketler daha az kişiye maaş ödeyerek daha çok ve daha kaliteli mal üretebilmektedirler. Otomasyon ve diğer teknolojik gelişmeler nedeniyle bir yandan özellikle sermaye ya da teknoloji-yoğun sektörlerde işgücünün verimliliği artarken diğer yandan sanayi kesiminde işgücü talebi tedricen azalmaktadır. Bu durum daha önce de belirttiğimiz gibi, birim maliyetler içinde emeğin görece payını azaltmaktadır. 108

109 Uluslararası ekonomik düzen sosyal dampinge dayalı olarak rekabet üstünlüğünü sağlamayı engelleyici düzenlemeler getirmektedir: Global ekonomik entegrasyon ve bölgesel ekonomik ya da siyasal entegrasyonlar iktisadi büyümenin ve rekabetin daha düşük hayat standardı pahasına sosyal şartlarda gerileme yoluyla sağlanmasını ve sürdürülmesini engelleyecek çok-taraflı kural ve düzenlemeleri ulus devletlere dikte etmektedir. GATT ın çevre ile ilgili düzenlemelerinin yanı sıra, Avrupa Sosyal Şartı, rekabet üstünlüğünün çalışanların sosyal koşullarında gerileme (sosyal damping) ile sürdürülmesini engelleyici düzenlemeleri içermektedir. Bu düzenlemeler işçilere düşük çalışma standartları ve daha kötü sosyal haklar sağlayarak haksız bir şekilde rekabet üstünlüğü sağlamaya çalışan ülke ya da firmaları engellemeyi ve uzun vadede ekonomik kalkınma ve büyümeyi sürdürülebilir kılmaktan uzaklaştıran çevresel felaketleri önlemeyi amaçlamaktadır. 7. Sonuç ve Değerlendirme Yeni ekonomi, yenilik ve icatlarda bulunma ve yeni ürün ve süreçleri kullanmada rakiplerine kıyasla önemli dezavantajlara sahip olan firmalara, avantajlı olan firmalara yetişmek ve öne geçmek için sıçrama yapmalarına olanak sağlamaktadır. Bu aşamada rekabet gücünü muhafaza etmek ve artırmak dinamik olmayı, sürekli yenilik ve icatta bulunmayı ve istikrarlı çalışmayı gerektirmektedir. Daha yüksek ar-ge yatırımlarına, daha fazla patente ve yeni ürünlere sahip olan, özetle daha yenilikçi olan firmalar uluslararası piyasalarda daha fazla rekabet gücüne sahip olmaktadırlar. Teknolojik ittifaklarla (ar-ge ittifakları, ortak girişim anlaşmaları, lisanslar v.b.) daha aktif bir şekilde ilgilenen firmalar yeni teknolojileri daha iyi adapte etmekte ve böylece diğer firmalara kıyasla daha rekabetçi konuma gelmektedirler. Teknolojik gelişmenin daha ileri bir aşamasında olan firmalar (hızlı takipçi ve lider) daha geri safhadakilere kıyasla orta ve uzun vadede rekabet güçlerini sürdürülebilir kılmada daha başarılı bir konuma ulaşmaktadırlar. 7. GELENEKSEL REKABETTEN YENİ REKABET: DEVLETLERARASI REKABET 109

110 Globalleşme, teknolojik gelişme ve yenilikler her alanda rekabetin doğasını köklü bir biçimde değiştirmektedir. Firmalar rekabet güçlerini artırmak için içinde bulundukları endüstrinin koşullarına ve ürettikleri mal ve hizmetlerin niteliğine bağlı olarak farklı alanlarda üstünlüğe sahip olmak ve bu üstünlüklerini sürdürebilme yeteneğini muhafaza etmek zorundadırlar. Rakiplere kıyasla maliyet, fiyat, kalite, hız ve yenilik avantajına sahip olmak belirli bir dönem için ve belirli ürünler için rekabet üstünlüğü oluşturabilir. Ancak rekabet gücünün sürdürülebilir olması için sahip olunan avantajların gelecekte de elde edilebilir olması gereklidir. Gelecekte üstün bir rekabet gücüne sahip olmak ve bunu sürdürebilmek firmanın kendi örgütsel yapısının yanı sıra kullandığı ve gelecekte kullanacağı teknoloji, bilgi yönetimi ve yenilik ve icatlar sistemine de bağlıdır. Öte yandan, firmaların başarısı kendisi dışındaki bir çok faktörden etkilenir. Firmanın içinde bulunduğu ve faaliyetlerini gerçekleştirdiği ortam son derece önemlidir. Bu ortamın rekabet gücünü artırmaya ve sürdürmeye elverişli bir yapıda olması gereklidir. Dolayısıyla beşeri kaynakların temin edildiği toplumsal yapı, firmanın üretim ve diğer faaliyetlerini gerçekleştirdiği piyasanın ve ülkenin sahip olduğu koşulları ve firmanın rekabet gücünü belirleyen faktörleri (fiyat, maliyet, kalite v.b.) büyük ölçüde etkileyen kamusal müdahalelerin ve makroekonomik ortamın niteliği firmaların özellikle orta ve uzun vadedeki başarılarını büyük ölçüde etkiler. Bir firma, ancak rakiplerine kıyasla uluslararası piyasaların talep ettiği standartları karşılayan mal ve hizmetleri daha düşük maliyet ve fiyatla daha yüksek kaliteyle üretebilirse ve bu özelliğini mümkün olduğunca düşük maliyetle yenilik ve icatlar yapmak suretiyle muhafaza edebilirse rekabet gücünü gelecekte de sürdürebilir. Mevcut dönemde uluslararası rekabet gücüne sahip olmak büyük ölçüde firmalardan kaynaklansa da, rekabet gücünün sürekliliği özellikle dış çevre ile etkileşimi gerektiren yenilik ve icatlara bağlıdır. Piyasa dışı etkileşimlerin önemli bir kısmı ise kamu kaynaklıdır. Kamu müdahalelerinin ve iktisat politikalarının temel amacı ekonomik refahın artırılmasıdır. Uzun vadede iktisadi refahın sürdürülebilmesi ise büyük ölçüde ulusal düzeyde rekabet gücüne sahip olmaya bağlıdır. Bu noktada firmaların içinde faaliyet gösterdikleri makro-ekonomik ortamın firmaların rekabet güçlerini artıracak ve sürdürebilmelerini sağlayacak bir niteliğe sahip olması gereklidir. Firmaların rekabet güçlerini önemli ölçüde etkileyen kamu kesiminin, ulusal düzeyde rekabet gücünü sosyal dampinge başvurarak, ulusal para biriminin değerini düşürerek, bütçe açığı ve dış ticaret açığı vererek yani ulusal refahı ve yaşam kalitesini gerileterek sürdürmemesi lazımdır. Bir ülke, serbest ticaret koşulları altında dış ticaretini dengede tutarak ticaret ortaklarınınkine eşit bir reel milli gelir büyümesini sürdürebiliyorsa rekabet edebilen bir ülkedir (Markusen, 1992:8). Bu anlamda ülke düzeyinde rekabet gücü, bir ülkenin, serbest ve adil piyasa koşulları altında, bir yandan uzun vadede halkının yaşam kalitesini artırırken; öte yandan, uluslararası piyasaların koşullarına ve standartlarına uygun mal ve hizmetleri üretebilme yeteneğidir (OECD, 1992:237). Uluslararası rekabet gücünün artırılması, üstün bir verimlilik performansına, ülke kaynaklarının yüksek reel ücretlere sahip olan iktisadi faaliyetlere yönlendirilmesine, rakiplere kıyasla rekabet gücü üstünlüğü sağlayacak ve bu üstünlüğün muhafaza edilmesini kolaylaştıracak yenilik ve icatlarda bulunma yeteneğine bağlıdır. 110

111 Porter a göre ülkeler rekabetçi üstünlüklerini sürdürebilmek için belirli koşulları yerine getirmek zorundadırlar (Danies ve Ellis, 2000: ). Öncelikle, müreffeh olmak ve bu durumu sürdürmek isteyen bir ülke, kalkınma stratejisini yenilik ve icatlara dayalı olarak belirlemeli ve ekonomisinin yenilik ve icatlara dayalı yapısını muhafaza etmelidir. İkinci olarak, ülkenin sahip olduğu uluslararası rekabet üstünlüğü, temel üretim faktörlerindeki bolluğa (üretim faktörleri yoğunluğu) dayanmamalıdır. Zira faktör yoğunluğuna dayalı bir üstünlük, hem uzun vadede sürdürülebilir değildir, hem de yaşam standartlarını istenildiği ölçüde ya da yenilik ve icatlara dayalı olarak rekabetçi üstünlüğe sahip olan ülkelerin düzeyinde artırmaz. Sürdürülebilir ve yaşam standartlarını azami ölçüde artıran bir rekabetçi üstünlük; yenilik ve icatlar, farklılaşmış ürünler ve marka ve planlama yoluyla yüksek bir kalite düzeyine ulaşan endüstri ve endüstri kümelenmeleri ile elde edilebilir. Üçüncü olarak, bir ülkenin refahı, şirket merkezi kendi ülkesinde olan firmaların performansına bağlıdır. Bu nedenle ülkeler firmaların kendi ülkelerinde yerleşmelerini destekleyecek ve kolaylaştıracak bir strateji izlemelidirler. Dördüncü olarak, refaha ulaşılması ve bu refah düzeyinin sürdürülebilmesi için firmaların güçlü elmasa sahip endüstri kümelenmelerinde faaliyet göstermesi gereklidir. Devlet, endüstri kümelenmelerinin gelişmesini sağlayacak elverişli ortamı sağlamalı ve buna uygun sanayi ve teknoloji politikaları uygulamalıdır. Nihayet, yurtdışına yönelik doğrudan yabancı yatırımlar, yatırımı yapan endüstrinin rekabet gücünün ve ülkenin refahının; içe yönelik olanlar ise yaşam standartlarının düşüklüğünün ve rekabet gücü açısından göreli zayıflığın bir göstergesidir. Ülkeler refahlarını ve yaşam kalitelerini artırmak için yatırımlara elverişli bir iş ortamı oluşturmak ve yabancı yatırımları cezbetmek; uzun vadede müreffeh olmayı sürdürebilmek için yurtdışında yatırım yapabilecek güçte yerli firmalara sahip olmak zorundadırlar. Rekabetçi üstünlüğün sürdürülebilirliğini sağlamak için gereksinim duyulan bütün bu çabalar, sadece firma düzeyinde değil her düzeydeki idareler arasında yaygın ve yoğun bir rekabetin oluşmasına yol açmaktadır. Kendi aralarında dünyanın her tarafındaki piyasalarda kıyasıya bir rekabete tutuşan firmaların yanı sıra kendi sınırları içinde yerleşen firmaların rekabet güçlerini ve dolayısıyla kendi vatandaşlarının refahını artırmak isteyen idari birimler de kendi aralarında yarışmak zorunda kalmaktadırlar. Globalleşme sonucu ulusal sınırların geçişgenliği arttıkça; kişi, mal ve sermaye önündeki engeller tedricen ortadan kalktıkça ve yeni piyasalar, firma yapıları ve idari birim yapıları ortaya çıktıkça rekabetin yapısı ve doğası da değişmektedir. Dışa açık bir ekonomik yapıda firma davranışları değiştiği gibi devletlerin ve diğer idari birimlerin rolü de köklü bir biçimde değişmektedir. Günümüzde ve gelecekte yaşam kalitesinin artırılması ve global refahtan daha fazla pay kapılması sadece firmalar arasındaki rekabete bırakılamayacak kadar hayati öneme sahip bir konudur; günümüzde üretim faktörlerinin elde edilmesi için firmaların yanı sıra şehirler, yerel yönetimler ve devletler kendi aralarında kıyasıya rekabet etmektedirler. İktisadi kalkınma için kendi aralarında rekabete girişen idari birimler (şehirler, yerel yönetimler ve devletler) vergi başta olmak üzere her türlü mali tedbiri, mal ve hizmet üretimini ve her türlü düzenlemeleri (regülasyon ve kontroller) kendilerine rekabetçi üstünlük sağlayacak bir araç olarak kullanmaktadırlar (Wildasin, 2003:172-73). 111

112 7.1.Devletlerarası Rekabet Teorileri İdarelerarası rekabet, benimsenen varsayım ve teorilere göre farklı biçimlerde tanımlanmaktadır. Genel anlamda idarelerarası rekabet, herhangi bir idari birimin kıt kaynakları ele geçirmek ve maliyetlerden olabildiğince kaçınmak için diğer idari birimlerle giriştiği rekabet olarak tanımlanabilir. Bazı durumlarda idari birimlerin eylemleri firma veya üretim faktörü sahiplerinin davranışlarını etkileyebilir. İdari birimler mobil olan veya mobilite potansiyeline sahip firma veya üretim faktörlerini kendi hükümranlık bölgelerine çekmek veya halihazırda yerleşmiş olanları elde tutmaya devam etmek için vergi veya diğer mali teşvikleri aktif bir biçimde kullanabilirler. Keza idari birimler iktisadi faaliyetler sonucu ortaya çıkması muhtemel dışsal zararlardan kaçınmak için bu türden dışsal zarar taşmalarının meydana geldiği üretim-tüketim faaliyetlerinin kendi sınırları içerisinde cereyan etmesini önleyecek şekilde önlemler alıp, bu amaca uygun faaliyetler içinde olabilirler. İdari birimlerin bir yandan kendi sınırları içerisinde yaşayan nüfusa faydalı olan faaliyetleri ve kaynakları vergi ve benzeri teşvik araçlarıyla cezbetmek; öte yandan, iktisadi faaliyetler sonucu oluşabilecek zararları en aza indirmek için giriştikleri çabaya aktif idarelerarası rekabet denir (Kenyon, 1997:14). Ancak idari birimler her zaman firma ve bireylerin davranışlarını tek başlarına etkileyebilecek büyüklüğe ve güce sahip olmayabilirler. İdari birimler firmaların ve üretim faktörü sahiplerinin davranışlarını olumlu veya olumsuz yönde yönlendirici bazı çabalara girişseler de tek tek her bir idarenin çabası sonuç üzerinde belirleyici olmayabilir. Başka bir ifadeyle, idareler kendi aralarında birey ve firmaların iktisadi faaliyetlerini etkilemek için rekabette olsalar bile tek bir idari birim birey ve firmaları cezbetmek için ne tür mali tedbir alırsa alsın başat bir pozisyon elde edemeyebilir. İktisadi faaliyetleri yönlendirmeye çalışan ve oldukça homojen güce sahip çok sayıda idari birim söz konusu olabilir. Keza, mobilite potansiyeli yüksek olan çok fazla sayıda birey ve firma da mevcut olabilir. Bu durumda idareler arasında gerçekleştirilen rekabet tam rekabet olarak değerlendirilebilir. Globalleşme sonucu ulusal sınırların mobilitesi fazla olan üretim faktörleri önünde bir engel olmaktan çıkması; üretimin ve diğer iktisadi faaliyetlerin gün geçtikçe daha fazla uluslararasılaşması; dış ticaretin ve finansal piyasaların liberalleşmesi ve bilgiye erişimin internet ve benzeri yeni teknoloji unsurları yoluyla birey ve firmalar için kolaylaşması, birey ve firmaların kendi çıkarlarını azamileştirecek fırsatları elde etme ve üstlenecekleri maliyetlerden kaçınma olanaklarını artırmaktadır. Bireyler ve firmalar faydalanmak istedikleri ürün ve hizmetler hakkında daha fazla ve daha doğru bilgiye sahip olabilmekte ve bu mal ve hizmetlere erişim olanakları büyük bir hızla artmaktadır. Günümüzde birey ve firmalar, içinde yaşadıkları idari birimlerin performanslarını ulusal ve ülkelerarası düzeyde diğer birimlerin performansı ile karşılaştırabilecek durumdadırlar. Bu durum birey ve firmaların tercih olanaklarını artırmakta ve diğer idari birimlerle kendi birimlerinin performansını karşılaştırmak suretiyle tercihte bulunabilmelerine yol açmaktadır. Bu eğilim sonucunda idari birimler, kendi sınırları içinde ikamet eden birey ve firmaların diğer idari birimlere yerleşmelerini engellemek için onların istek ve tercihlerini daha fazla dikkate almak durumunda 112

113 kalmaktadırlar. İdareler kendi aralarında diğer idarelerin performanslarını dikkate alarak rekabete girişmektedirler. Bu tip bir rekabet, karşılaştırmaya dayalı rekabet (yardstick competition) tir. İdarelerarası rekabet benzer güçlere sahip idari birimler (ulus devletler arasındaki rekabet, yerel yönetimler arasındaki rekabet v.b.) arasında meydana gelebilir ya da farklı güç ve özelliklere sahip idari birimler (merkezi yönetimlerle yerel yönetimler veya federal devletle federe devletler arasındaki rekabet) arasında oluşabilir. Birinci durumda yatay, ikincisinde ise dikey rekabet söz konusudur. İdareler arasında rekabetin meydana gelmesi için bazı koşulların mevcudiyeti gereklidir (Boyne, 1996: ). Öncelikle diğer idari birimlerle ilişkiye girme olanağı olmayan ve kendi içinde tekdüze bir yapıya sahip olan bir idari yapılanmada idarelerarası rekabetin gerçekleşmesi zordur. Rekabetin ortaya çıkabilmesi için çok fazla sayıda idari birimi bünyesinde barındıran parçalanmış bir yapılanma oluşmalıdır. İdari birimlerin fazla sayıda olmasının rekabeti meydana çıkarması için bu idari birimlerin yeniliği, çeşitliliği, çoğulculuğu ve farklılığı meydana çıkarabilecek düzeyde bir özerkliğe sahip olmaları gereklidir. Kendi başına hareket edemeyen, diğer idari birimlerden farklı ve ayrı davranamayan idareler benzer yapıdaki idari birimlerle bile rekabet edemeyebilir. Ve nihayet, rekabetin şiddeti ve varlığı farklı idari birimlerin yerel ve ayrı gelir kaynaklarına sahip olmalarını gereklidir. Bu açıklamalardan sonra şimdi başlıca devletlerarası rekabet teorilerini özetlemeye çalışalım. (Bkz: Tablo-1.) Tiebout Modeli Tiebout (1956) modelinde temel aktör bireylerdir. Bireyler farklı idari birimler tarafından sunulan mal ve hizmet sepetlerini karşılaştırmak suretiyle Tablo 1. İdarelerarası Rekabet Teorileri Varsayımlar Rekabet Türü Rekabetin Etkisi Tiebout (1956) Bireyler tercihte bulunabilirler; tam bilgi ve mobiliteye sahiptirler; çok fazla sayıda idari birim var; taşma etkisi yok. Oates/Schwab (1991) Vergi/hizmet paketlerini kullanmak suretiyle mobil firmalar için rekabet; çok sayıda idari birim var; taşma etkisi yok. Vergi/hizmet paketine dayalı olarak bireylere yönelik rekabet; büyük şehir/varoş/banliy öler arasındaki rekabete uygulanabilir. Vergi/hizmet paketlerine dayalı olarak firmalar için rekabet; büyük şehir/varoş/banliy öler arasındaki rekabete Verimlilikte artış var; tahsiste etkinlik var; vergilemede fayda ilkesi söz konusu. Verimlilikte artış var; tahsis etkisi yok; vergiler fayda ilkesine göre alınır. Modelin Eksikleri Model firmaları içermez; tam mobilite ve tam bilgi varsayımları abartılıdır. Bireyler arasındaki rekabeti içermez; tam bilgi ve firmaların pazarlık gücünün 113

114 uygulanabilir. olmaması varsayımları gerçekçi değil. McGuire (1991) Vergi/hizmet paketlerini kullanmak suretiyle mobil bireyler için rekabet; bireyler yeniden dağıtım konusunda tercih hakkına sahip ve vergiler ödeme gücü ilkesine dayalı olarak alınır. Wolkoff (1992) İdareler mobil firmaların kalmalarını sağlamak için iktisadi kalkınmaya yönelik sübvansiyonları kullanır; bazı firmalar mobil diğerleri değildir; idareler ve firmalar stratejik davranırlar. Besley/Case (1995) Seçmenler komşu idareler hakkındaki bilgileri kullanabilir; bireyler mobil değil; kamu hizmetlerinin maliyetini politikacılar seçmenlerden daha iyi bilir; bazı politikacılar ise rant kollamaktadır. Breton (1996) Devletler arasında ve içindeki rekabete odaklanır; devletler rızayı, bireyler ise faydalarını Vergi/hizmet paketine dayanılarak bireylere yönelik rekabet; devletler ve eyaletler arasındaki rekabete uygundur. Sübvansiyon paketine dayanılarak firmalara yönelik rekabet vardır; iktisadi kalkınma programları için yeterince büyük olan kent veya eyaletlere uygulanabilir. Kıyaslamaya dayalı rekabet söz konusudur; devletler /eyaletler arasındaki rekabete uygundur. Model, devletlerarası veya uluslararası rekabete uygulanabilir. Verimlilikte artış var; tahsis etkisi yok; kamusal hizmetler veya vergiler optimal olmayan düzeyde sunulur; yüksek gelir düzeyindeki mükellefler için seçici vergi kolaylıkları söz konusudur. Verimlilik ve tahsis etkisi ile adaleti dikkate almaz; mobil olmayan firmalara sağlanan sübvansiyonların neden rasyonel olduğunu izaha çalışır. Tahsis etkinliğini ve adaleti dikkate almaz; kıyaslamaya dayalı rekabet her zaman verimlilik artışını garantilemez. Rekabet şiddetli ise kamusal mal/hizmetler etkin bir biçimde sunulabilir. Model birey ve firmaların rollerini ayırt etmekte başarılıdır. Ülke açısından değil tek bir idare açısından kalkınma politikalarının rasyonalitesine odaklanır; birey ve firmaların rolüne değinilmez. 19 farklı denklemden genelleme yapmak zordur; kamusal hizmetler modele dahil değildir; firmalara rol verilmemiştir; sıfır mobilite varsayımı eleştiriye açıktır. İktisadi kalkınmaya yönelik rekabete fazla eğilmez; birey ve firmaların ayrı 114

115 azamileştirmeye çalışır. ayrı oynadıkları rollere değinmez. Kaynak: Kenyon, 1997, s.19. yerleşecekleri idari birimi seçme olanağına sahiptirler. Model, bireylerin (seçmen ve tüketiciler) farklı idari birimler tarafından sunulan mal ve hizmet demeti ve vergi paketleri hakkında tam bilgi sahibi olduklarını, çok farklı özelliklere sahip birden çok idari birim (devletler, eyaletler, yerel yönetim birimleri) arasından diledikleri herhangi birini seçebildiklerini ve bireylerin tam mobiliteye sahip olduklarını varsayar (Kenyon, 1997:18). Keza modele göre idari birimler arasında olumlu ya da olumsuz herhangi bir taşma etkisi söz konusu değildir ve her idari birim, kendisi tarafından sunulan kamusal mal ve hizmetler paketinin ortalama maliyetini asgariye indirecek şekilde optimum hacimde faaliyet göstermektedir. Model, çok sayıda alt düzeyde yerel yönetim birimine sahip büyük şehir yönetimlerinde hane halkına yönelik idarelerarası rekabeti açıklamaya uygun bir modeldir ve yukarıda sıralanan varsayımlar gerçekleştiği takdirde bu tip yerel yönetim birimleri tarafından üretilen mal ve hizmetler hem gerektiği kadar (tahsis etkinliğine) hem de mümkün olan en düşük maliyetle (üretim etkinliği) sunulabilir. Üretilen mal ve hizmetlerin finansmanı ödeme gücü ilkesi yerine fayda ilkesine göre alınan vergilerle gerçekleştirilir. Tiebout Modeli, son derece kısıtlayıcı varsayımları nedeniyle eleştiriye açık bir modeldir. Firmaların modelde yer almaması, bu modelin iktisadi kalkınmaya yönelik idarelerarası rekabet olayını açıklamada yetersiz kalmasına yol açmaktadır (Kenyon, 1997:20). Model, belirli varsayımlar altında vergi rekabetinin faydalı, vergilerin uyumlaştırılmasının ise zararlı olduğunu ileri sürer (Infanti, 1150). İlk varsayıma göre kontrol ettikleri bütçe vasıtasıyla belirli yararlar elde etme olanağına sahip olan ve bu yararları artırmak için kamu kesiminin büyüklüğünü azamileştirmek isteyen bürokrat ve politikacılardan müteşekkil leviathan devlet mevcut olmalıdır. İkinci varsayıma göre vergi rekabeti leviathan devletin büyümesini engellemelidir. Tiebout geleneğinin devamı niteliğinde olan Oates- Oates-Schwab Modeli Schwab (1991) modelinde hane halkı yerine sermayenin mobilitesi üzerinde odaklanılmaktadır. Farklı idari birimler, vergileri indirmek ve firmalara daha fazla hizmet (yol, güvenlik ve itfaiye hizmetleri v.b.) sunmak suretiyle mobil sermaye stokları için rekabet ederler. Daha fazla sermaye stoku, ilgili idari birimin sınırları içine çekildiği ölçüde bu bölgede yaşayanlar daha fazla ücret alabilirler. Bu idari birimin sınırları içinde ikamet edenler yüksek ücret düzeyi ile daha az tahsil edilen vergilerle kamusal mal ve hizmetlerin maliyetinin artmasının olumsuz sonuçları arasında karşılaştırma yapmak ve tercihlerini buna göre oluşturmak durumundadırlar. Model, bütçe kısıtına bağlı olmak koşuluyla yerel yönetim birimlerinin hedefinin kendi sınırları içinde ikamet eden birey ve firmaların refahını azamileştirmek olduğunu varsayar. Modelde olumlu veya olumsuz taşma etkisi yoktur ve rekabetçi bir piyasanın meydana gelmesini sağlayacak ölçüde yerel yönetim birimi mevcuttur. İlgili idari birimde ikamet edenler bu birimde yerleşen firmalar tarafından kendilerine sağlanabilecek ücret olanakları hakkında tam bilgiye 115

116 sahiptirler; firmalar ise, farklı idari birimlerce kendilerine sunulan vergi ve harcama paketlerini doğru bir şekilde değerlendirebilme yeteneğine sahiptirler. Yerel yönetim birimlerinin firmalarla yaptıkları pazarlıkların ve firmalara göre hazırlanan vergi/harcama paketlerinin optimal düzeyinin belirlenmesi çabalarının maliyeti sıfırdır. Buna karşılık firmalar stratejik bir biçimde hareket ederler. Hem hanehalkı hem de firmalar fayda ilkesine göre vergilendirilirler. İdari birimler firmaların kendi bölgelerine yerleşmelerini temin etmek için ya sübvansiyon uygulamalarına başvururlar veya firmalara sundukları mal ve hizmetlerin maliyetini karşılamayacak düzeyde düşük vergi almak yoluna girerler. İlgili bölgede yaşayanlar ile firmaların çıkarı bir yerden sonra çatışmaya başlar. Bölge sakinleri firmalara sağlanan kolaylıklar sayesinde daha fazla iş bulabilmekte ve daha fazla ücret alabilmektedirler, ancak firmalara sağlanan kolaylıkların artmaya devam etmesi halinde vergi gelirlerinin azalması ve kamu tarafından sunulan mal ve hizmetlerin maliyetinin artması sonucu meydana gelen ilave maliyetler, istihdam ve ücret artışı nedeniyle ortaya çıkan yararları aşabilir. Bu noktada firmalara ilave kolaylıkların sağlanması bölgede ikamet eden bireylerin yararına olmaz (Kenyon, 1997:20). Model, tam bilgi varsayımı nedeniyle eleştiriye açık bir modeldir. McGuire (1991), olumlu sonuçlar ortaya McGuire Modeli: Tahripkar Rekabet koymayan ve tahripkar rekabetle (destructive competition) sonuçlanan bir idarelerarası rekabet modeli ortaya koyar. Modele göre bireyler yeniden dağıtımla ilgili tercihlere sahiptir ve bu nedenle ödeme gücü ilkesine dayalı vergi sisteminin uygulanmasını isterler. Ülke nüfusu gelir ve mobilite açısından heterojendir. Bireylerin ve firmaların sıfır mobiliteye sahip olmaları koşulu ile optimal kamusal hizmet-vergi paketi hesaplanabilir. Ancak bu düzeye ulaşılması son derece zordur. Herhangi bir idari birim, daha zengin ve görece daha mobil birey ve firmaların yerleşim kararlarını kendi lehine değiştirmek için vergilerde indirim yapmayı isteyebilir. Zira vergileri düşürmek suretiyle kendi bölgesinde ikame etmeye teşvik edilen birey ve firmalardan elde edilecek ilave gelir mevcut sakinlerden elde edilen gelirlerdeki azalmayı kolayca telafi edebilir. Ancak bütün idari birimlerin aynı yönde davranmak için yeterli teşviğe sahip olmaları, tahripkar bir rekabetin ortaya çıkmasına yol açar. Daha zengin ve mobil birey ve firmaları cezbetmek için farklı idari birimlerin giriştiği yarışma kamu hizmetlerinin optimal düzeyinin altında sunulması veya diğer vergi mükelleflerinin vergi yükünün anormal ölçüde artması ile sonuçlanabilir. Bu durumda tahsis etkinliği sağlanamazken hanehalklarının mobilitesi nedeniyle üretimde etkinliğe ulaşılabilir (Kenyon, 1997:21). Ancak daha az mobiliteye sahip olan bireyler daha mobil olanlara kıyasla daha yüksek vergi yükü ile karşılaşırken (yatay eşitsizlik) ve yüksek gelir düzeyindeki vergi mükellefleri seçici vergi kolaylıklarından yararlanma olanağına kavuşurken düşük gelir düzeyindekilerin vergi yükü artar (dikey eşitsizlik). Bu model oyun teorisindeki mahkumun çelişkisi (prisoner s dilemma) ile benzerlikler gösterir (Kenyon, 1997:22): Her halükarda en iyi durum, hiçbir rakibin karşılayamayacağı efektif vergi indirimleri önermesi; ikinci en iyi senaryo, bütün idari birimler refahı azamileştirici bir strateji takip edeceklerinden, hiçbir idari birimin vergi indirimi teklif etmemesi; üçüncü en iyi durum idari birimlerin tümünün vergi indirimi önermesi ve en kötü durum, herhangi bir birimin rakipleri vergi indirimi teklif ederken herhangi bir vergi 116

117 teşviği önermemesidir. Bu model en iyi eyaletlere uygulanabilir. Federal devletlerdeki çok sayıda eyalet her biri ödeme gücü ilkesine göre tahsil edilen satış ve gelir vergilerine dayanmak zorundadır. Öte yandan, eyalet yönetimlerinin çoğu refah ödemeleri gibi bir dizi yeniden dağıtıcı harcama yapmak durumundadır. Model daha zengin ve güçlü firmaları cezbetmek için devletlerin vergi indirim ve kolaylıklarını kullanmalarını mümkün kıldığından hem bireyleri hem de firmaları içerir ve bu nedenle daha önceki modellerin aksine idarelerarası rekabette birey ve firmaların rollerini ayırt etme potansiyeline sahiptir. Wolkoff (1992), idari birimler tarafından firmaların yerleşme Wolkoff Modeli ile ilgili kararlarını etkileyip etkilemediğine bakılmaksızın başvuran tüm firmalara sübvansiyon sağlanması gibi rasyonel olmayan kamu politikalarının varlığının, iktisadi kalkınma programlarına dayanan bir model ile açıklanıp açıklanamayacağını sorgular. Modelde idari birimler, mobil firmaların kendi bölgelerinde kalmalarını sağlamak için iktisadi kalkınma teşvikleri kullanırlar. Modeldeki temel sorun idari birimlerin potansiyel olarak mobil olan ve olmayan firmaları ayırt etmede karşılaştıkları güçlüktür. Firma ve idari birimlerin stratejik davrandığı modelde kullanılan metodoloji oyun teorisidir (Kenyon, 1997:22-23). Öncelikle, Wolkoff bütün muhtemel sonuçların yer aldığı bir oyun ağacı oluşturur. Her sonuçta firmaların mobil olup olmadıkları, sübvansiyon talep edip etmedikleri, firmaların idari birimden ayrılmaya karar verip vermedikleri yer alır. Mümkün olmayan veya anlamsız olan sonuçlar ayıklandıktan sonra, ikinci aşamada idari birimin farklı eylemlerinin beklenen değerlerinin yer aldığı denklemler oluşturulur. Beklenen değerler, firmaların mobil olup olmadıklarına, sübvansiyonun büyüklüğüne, firma yatırımlarının idari birime sağladığı faydaya, idari birimde yaşayan kişilerin ilgili firmalara sübvansiyon vermeyi reddetmeleri halinde ortaya çıkacak siyasi maliyete dayanır. Beklenen değerin azamileştirilmesi için idari birimde yaşayan topluluğun sübvansiyonun büyüklüğünü ve verilmesini belirleme seçeneğinin olması gerektiği varsayılır. Model, mevcut iktisadi kalkınma programlarında rasyonel olmayan iki farklı durumun olduğunu izah eder. Mobil olan ve olmayan firmaların ayırt edilmesinin güç olduğu varsayımı altında, aynı miktarda sübvansiyon talep eden iki firmaya yönelik politikada en avantajlı strateji, her ikisine de daha az miktarda sübvansiyon sağlamaktır. Bu durumda verilen sübvansiyon nedeniyle ilgili idari birime yerleşme ihtimali olmayan firma sübvansiyon almış olacağından kaynaklar israf edilmiş olacaktır. İdari birimin, firmaları ayırt etmek için, sübvansiyonların verilmesini belirsiz bir hale getirmesi durumunda, büyük miktarda sübvansiyonun yerleşmeyi düşünmeyen firmalara verilmesi önlense de, bazı mobil firmaların talebi yerine getirilmemiş olacaktır. Öte yandan, belirli bir politikanın ekonomik getirisinden daha ziyade politik getirisinin önemsenmesi de rasyonel olmayan davranışın ortaya çıkmasına neden olabilir. Besley ve Case (1995) modelinde seçilmiş kamu Besley-Case Modeli görevlilerinin hesap verilebilirliği açısından bireyseçmenlerin oy ve tercihleri önemli bir yere sahiptir. Model eksik bilgi varsayımına dayanır: Politikacılar seçmenlere kıyasla kamusal mal ve hizmetlerin maliyeti hakkında daha fazla bilgiye sahiptir ve seçmenler kendi idari birimlerinin performansını komşu idari birimlerdeki vergisel değişimleri dikkate alarak değerlendirirler. Politikacılar rant kollayan (kötü) ve kollamayan (iyi) 117

118 politikacılar olmak üzere ikiye ayrılır. Rant kollama, sunulan kamusal mal ve hizmetin maliyetini aşan düzeylerde fazla vergilerin toplanmasına yol açtığı ölçüde üretimde etkinliği azaltıcı bir faktör olarak kabul edilir. Politikacılar seçmenlerin kendilerine yönelik inançlarını etkileyebilmek için vergisel konularda stratejik davranma eğilimindedirler. Komşu idari birimlerdeki vergisel değişiklikler baz alındığında seçmenlerin çıkarı açısından daha kötü vergisel değişiklikler gerçekleştiren politikacılar kötü politikacıdır. Model, federe devletler, siyasi ve iktisadi birliklerdeki devletler ve büyük şehirlerdeki daha alt düzeydeki yerel yönetim birimleri arasındaki rekabete uygun bir modeldir. Ancak bu modelde idarelerarası rekabetin etkilerini tanımlamak daha zordur (Kenyon, 1997:23-24). Tahsis etkinliği ve adalet konularını ele almaz; rant kollama faaliyetlerinin olmaması durumunda üretimde etkinlik oluşabilir, ancak sonuçları son derece karmaşıktır. Politikacıların türüne ve maliyetlerin yapısına bağlı olarak vergi yapısı ve seçmenlerin davranışları ile ilgili 19 farklı sonuç ortaya çıkabilir. Modele göre seçmenler kamusal mal ve hizmet sunumunu değil, vergisel değişiklikleri dikkate alırlar. Oyun teorisi modelinin karmaşıklığı modelin ampirik açıdan test edilmesini zorlaştırır. Albert Breton (1996), devletlerarası Breton Modeli: Devletlerarası Rekabet rekabetle ilgili genel bir teori geliştirmiştir. Model, çok geniş bir yelpazede rekabet faaliyetlerini içerir: Devletler içinde idare edilenlerin desteğini sağlamaya yönelik rekabet, devletler ve diğer sosyal kurumlar arasındaki rekabet, farklı düzeylerdeki (örneğin; devletler ve yerel yönetimler arasındaki) idari birimler arasındaki rekabet ve aynı düzeydeki devletler veya idari birimler arasındaki rekabet (Kenyon, 1997:25-26). Modele göre bireyler faydalarını azamileştirmeye çabalarken devletler bireyler (vatandaşlar, seçmenler, tüketiciler) ve firmaların rızasını azamileştirmeye çalışırlar. Devletlerarası rekabet vatandaşların ödediği vergiler ile devlet veya diğer idari birimler tarafından sunulan mal ve hizmete atfedilen değer arasında bir bağlantı kuracak şekilde oluşur. Ancak rekabet zararlı etkiler de ortaya koyabilir. Örneğin, idarelerarası rekabet bazı durumlarda istikrarsızlığa neden olabilir. Devletlerin firmaları cezbetmek amacıyla daha gevşek kurumlar vergisi uygulamalarına başvurmaları diğer devletlerin de aynı yönde davranmak suretiyle kurumlar vergisi standartlarını aşağıya çekmeleri dibe doğru yarışa yol açabilir. Keza, büyük şehirlerde vergilerin artırılması zengin hane halkının banliyölere itilmesine, azalan vergi gelirlerini telafi etmek isteyen kent yönetimlerinin vergileri tekrar artırmalarına ve tekrar banliyölere göçün ortaya çıkmasına yol açan krizlere neden olabilir. Bununla birlikte modelde öngörülen bu tip istikrarsızlıklar ya da etkinsizlikler, modelin varsaydığı potansiyel faydaların yanında ikincil öneme sahiptir. Modelin temel öngörülerinden biri devletler (eyaletler) ile yerel yönetimler arasında meydana gelecek rekabetin gözlemlenmesinde ulusal devletlerin önemli bir role sahip olduğudur. Ulusal devletler veya AB gibi ekonomik ve siyasi birimlerde birlik merkezi yönetimi, yasaklar ve standartlar koyarak (örneğin, vergi ihracını yasaklayarak) ve daha kötü durumda olan idari birimlerin daha iyi olanlar ile eşit koşullarda rekabet etmesini olanaklı kılmayı amaçlayan bölgesel kalkınma politikaları veya devletlerarası bağış ve hibeler yoluyla rekabetin sonuçlarını iyileştirebilir. 118

119 7.2. Sonuç ve Değerlendirme Soğuk savaş yıllarında iki kutup arasında süren kıyasıya rekabet, piyasa ekonomisine dayalı sistemin merkezi planlamaya dayalı sistem karşısında üstünlüğünü ilan etmesiyle farklı bir yapıya bürünmektedir. Günümüzde rekabet artık sistemler arasındaki rekabettir (Sinn, 2002). Ekonomik sistemler arasındaki rekabet büyük ticaret blokları ile ticaret yapan bu bloklar içindeki ülkeler arasındaki rekabete dönüşmüştür. Bu rekabet düşük vergi oranları gibi teşvikler yardımıyla mobil üretim faktörlerini cezbetmeyi içermektedir. Rekabetin derecesi sermaye ve emeğin gittikçe artan mobilitesi ile artmaktadır. Rekabette başarılı olmak firma düzeyinde üstün bir rekabet gücüne sahip olmayı ve sürdürmeyi gerektirir. Bunun için firmaların faaliyette bulundukları ve yerleştikleri ülkedeki ekonomik ortam ve içinde yaşanılan sistemin (şehir, yerel yönetim, devlet v.b.) firmanın başarısını sürdürmesini sağlayacak bir yapıda olması gereklidir. Devletlerin ülke içinde meydana çıkacak piyasa başarısızlıklarını ortadan kaldırmak için dizayn olmaları halinde bu yeni durumdan karlı çıkabilirler. Devletler gittikçe artan oranda farklı idari birimlerin sınırlarını aşan emek ve sermaye akımlarının var olduğu bir ortam içerisinde faaliyet göstermektedirler. Mobil üretim faktörlerinin kendi idari biriminin sınırları içerisine çekmeye yönelik olarak farklı teşvikler uygulamaya konulmaktadır. Mali araçlar kullanılarak yapılan rekabet (mali rekabet) içerisinde gider rekabeti ve vergi rekabeti önemini gittikçe artırmaktadır. 8. VERGİ REKABETİ Globalleşme ve bölgesel entegrasyon hareketleri, çağdaş devletlerin vergi toplama ve optimal bir vergi tabanı oluşturmada zorluklarla karşılaşmalarına neden olmakta ve bağımsız mali politikalar uygulama yeteneklerini azaltmaktadır. Bu gelişme, daha mobil üretim faktörlerinin (sermaye ve vasıflı işgücü) ulusal vergi sistemlerindeki farklılıklardan ya da diğer bir ifadeyle vergi sistemleri arasındaki arbitraj olanaklarından yararlanmak amacıyla vergi yükü düşük olan ülkelere yönelmelerine ve sonuçta daha az mobil üretim faktörlerinin yüksek vergi yükü ile karşı karşıya kalmalarına yol açmaktadır Globalleşme, ulus devletlerin vergi politikalarının diğer ülkeler üzerindeki dışsal etkilerini artırmaktadır. Üretimin uluslararasılaşması ve bazı üretim faktörlerinin uluslararası mobilitesinin artması, bazı ülkelerin global vergi tabanından daha fazla pay almak için vergi yüklerinin bir kısmını diğer ülkelere ihraç etmelerine olanak sağlamaktadır. Globalleşmenin ortaya çıkardığı bu gelişme vergi rekabeti olarak adlandırılmaktadır. 119

120 8.1. Vergi Rekabeti Vergi rekabeti, geniş anlamda, vergilendirme yetkisine sahip idari birimlerin (yerel yönetimler, eyaletler, devletler) vergi politikalarının diğer idari birimler üzerinde meydana getirdiği etkiler olarak tanımlanabilir (Edwards ve De Rugy, 2002:3). Vergi rekabeti, firma ve ulusal düzeyde rekabet gücünü artırmak isteyen idari birimlerin vergilendirme yetkisine sahip olduğu alanlarda rakip idari birimlere kıyasla mükelleflerin vergi yüklerini azaltmak veya düşük tutmak suretiyle potansiyel olarak mobilitesi yüksek olan üretim faktörleri (özellikle kalifiye işgücü ve sermaye) için kendi idari birimlerini cazip hale getirme çabasıdır. Rakiplerine kıyasla firma ve bireylere vergisel kolaylıklar sağlamak suretiyle üstün bilgi ve tecrübe sahibi kalifiye beşeri sermayeyi, üretimi, istihdamı, yenilik ve icatları artıracak yabancı sermayeyi ülkesine çekmeye çalışan idari birimler vergi rekabetinden, rakipleri aktif misillemeye başvurmadığı sürece, yarar sağlarken bu rekabete karşı koymayan veya koymakta geciken veya bu uygulamanın sonuçlarından olumsuz yönde etkilenen idari birimler vergi rekabetinin mağdurları konumundadırlar. Vergi rekabetinden olumlu yönde etkilenen ülkeler, bu politikalarının olumlu bir netice vermesi halinde vergisel kolaylıklar sağlamada kendisinden daha dezavantajlı konumda olan diğer ülkelerden sermaye ve kalifiye işgücü ithal ederler. Bu aşamada aktif vergi rekabeti uygulayan ülkenin hamlelerine cevap vermede başarısız olan ülkeler ise muhtemelen sermaye ve işgücü ihraç eden bir konumla karşı karşıya kalırlar. Vergi rekabeti farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Kimi yazarlara göre, karlar üzerinden alınan dolaysız vergilerin azaltılması yoluyla yurtiçinde yerleşik firmaların rekabet güçlerinin artırılmasını amaçlayan bir vergi rekabeti iyi ; diğer koşullarda yabancı sermayeyi çekemeyen bir ülkenin bunu vergi oranlarını düşürmek suretiyle gerçekleştirmesi halinde ise kötü ya da zarar verici bir vergi rekabeti söz konusudur. Vergi rekabeti, farklı ülkeler veya devletler arasında uluslararası ölçekte gerçekleşiyorsa yatay vergi rekabeti, farklı düzeylerdeki idari birimler (örneğin, federal-federe devletler) arasında meydana geliyorsa dikey vergi rekabeti mevcuttur (Wilson, 1999:289). Ülkelerin vergi rekabetine 8.2. Vergi Rekabetinin Varlığına İlişkin Bulgular girişerek mobil üretim faktörlerini kendi egemenlik alanlarına çekme yönünde hareket ettikleri varsayımı mobil üretim faktörleri açısından son derece önemli olan dolaysız vergi oranlarındaki azalma; vergi yüklerinin diğer ülkelere aktarılmasını kolaylaştıracak vergi reformlarının varlığı ve mobil üretim faktörlerine bir biçimde kolaylıklar sağlayan uluslararası ve ikili anlaşma eğilimlerinin hız kazanması ile delillendirilmektedir. Bu tür eğilimler özellikle gelişmiş ülkelerde yaygınlaşmaktadır. OECD ülkelerinde en yüksek ortalama kurumlar vergisi oranı 1986 daki yüzde 41 lik düzeyinden 2000 de yüzde 32 ye gerilemiştir. Vergi oranlarındaki azalma eğilimi kişisel gelir vergisi için de geçerlidir: OECD ülkelerinde, ulusal düzeydeki, en yüksek ortalama kişisel gelir vergisi oranları 1986 da yüzde 55 iken 2000 de yüzde 41 e gerilemiştir. Keza OECD ortalaması olarak, merkezi ve yerel yönetim rakamlarını da içeren en yüksek ortalama kişisel gelir vergisi oranlarında son yirmi yılda yüzde 20 lik bir gevşeme söz konusudur (Tablo 1). Tablo 1. OECD Ülkelerinde En Yüksek Gelir ve Kurumlar Vergisi Oranları (Yüzde Olarak) Gelir Vergisi Kurumlar Vergisi Ülk l 120

121 Avusturalya Avusturya Belçika ,2 40,2 40,2 40,2 0 Kanada ,6 44,6 44,6 38,6-6 Danimarka Finlandiya Fransa ,7 41,7 36,7 34,3-2 Almanya ,4 56,7 51,6 38,4-19 Yunanistan İzlanda İrlanda İtalya ,2 41,3 41,3 40,3-13 Japonya ,6 51, Kore ,8 30,8 29,7-3 Lüksemburg ,3 37,5 37,5 30,4-10 Meksika Hollanda ,5-1 Y. Zelanda Norveç Portekiz ,6 37,4 35, İspanya İsveç İsviçre ,5 27,8 25,1 24,5-4 Türkiye İngiltere ABD OECD Ort ,6 35, ,8-6 Kaynak: Edwards ve De Rugy, 2002 içerisinde verilen muhtelif tablolardan yararlanılarak tarafımızdan oluşturulmuştur Globalleşme, bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler neticesinde görece daha az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelere kıyasla daha düşük vergi oranları uygulamaya devam etmesi çoğu OECD ülkesi olan gelişmiş ülkelerin hem kişisel gelir vergisi hem de kurumlar vergisi oranlarını daha aşağı seviyelere indirme yönünde kendilerini baskı altında hissetmelerine yol açmaktadır de Latin Amerika ve Asya-Pasifik ülkelerinde ortalama kurumlar vergisi oranı yüzde 32; OECD üyesi gelişmiş ülkelerde ise yüzde 36 iken 2003 yılı KPMG Kurumlar Vergisi Araştırması na göre ortalama kurumlar vergisi oranı Latin Amerika ülkelerinde yüzde 30.5, Asya-Pasifik ülkelerinde yüzde 30.3, OECD ülkelerinde yüzde 30.7 ve AB üyesi ülkelerde yüzde 31.6 düzeyine inmiştir (KPMG, 2003). Sözkonusu araştırmaya göre global düzeyde kurumlar vergisi oranlarındaki azalma eğilimi sürmektedir. Güçlü ve gelişmiş ekonomilerin daha yüksek kurumlar vergisi oranlarına sahip olduğu gözlenmektedir. Kurumlar vergisi oranlarında indirim yapmak suretiyle yabancı yatırımcıları çekme eğilimi küçük ve az gelişmiş ülkelerde daha yaygın bir uygulama gibi görünmektedir. OECD ülkelerinin tümünde kurumlar vergisi oranlarında genel ve yavaş bir azalma eğilimi sürerken Belçika ve İrlanda gibi daha küçük ülkelerde daha hızlı bir azalma eğilimi söz konusudur: Belçika önceki yıla kıyasla 2003 te yüzde 15.3, İrlanda ise yüzde 21.8 civarında bir indirim gerçekleştirmişlerdir. İrlanda, 2004 yılındaki yüzde 12 lik kurumlar vergisi oranı hedefine hızla yaklaşmaktadır. Kurumlar vergisi oranını yüzde 20 nin altına indiren ülkelerin 121

122 sayısı tüm dünyada hızla artmaktadır: 2003 te Sri Lanka kurumlar vergisi oranını yüzde 17 ye, Panama yüzde 30 dan yüzde 19 a ve Uruguay yüzde 14 e indirmiştir. Çin ise Özel Ekonomik Bölgeler de yerleşik yabancı yatırımcılara yönelik olarak Kurumlar vergisi oranını yüzde 33 e indirmek suretiyle bu bölgelerdeki yabancı yatırımcılarına daha düşük vergi uygulamasını sürdürmektedir. Vergi rekabeti sadece dolaysız vergi oranlarında yapılan indirimlerle kendisini göstermemektedir; artan rekabet karşısında özellikle gelişmiş ülkeler rakipleri karşısında rekabet güçlerini koruyabilmek için vergi sistemlerini revize etmekte ve yeni reformları gündeme getirmektedirler. İskandinav ülkeleri daha mobil olan sermaye gelirleri (faiz, kar payı ve sermaye kazançları) üzerinden daha düşük ve düz oranlı bir vergi alırken emek gelirlerinden daha yüksek ve artan oranlı bir verginin alındığı ikili gelir vergisi sistemini yürürlüğe koymuşlardır. Örneğin, Norveç 1992 de geçtiği ikili gelir vergisi uygulaması ile tüm sermaye gelirlerini yüzde 28 üzerinden vergiye tabi tutarken emek gelirlerine uygulanan en yüksek vergi oranını yüzde 50 olarak belirlemiş; bu oranı 2000 de yüzde 56 ya çıkarmıştır (Van Den Noord, 2000:8). Aynı yöndeki reform çabaları Hollanda, Avusturya ve diğer AB ülkeleri tarafından da gerçekleştirilmekte ve sermaye gelirleri daha hafif bir şekilde vergilendirilmek istenmektedir. Bu yöndeki reform çabaları uluslararası sermaye piyasalarında rekabet güçlerini korumak ihtiyacını yansıtmaktadır (Joumard, 2001:26). Artan vergi rekabeti karşısında ülkeler servet vergilerini ve yabancıların faiz, kar payı ve diğer yatırım kazançları üzerinden alınan vergileri önemli ölçüde azaltmakta veya ortadan kaldırmaktadırlar (Edwards ve De Rugy, 2002:12-13). Sermayenin mobilitesinin artması yeniden dağıtım işlevine sahip vergilerin tahsilini güçleştirmekte ve bu vergileri hiç almayan veya daha az alan ülkeler karşısında yüksek vergi yüküne sahip ülkelerin rekabet gücünü geriletmektedir. Bu nedenlerle 90 lı yıllarda İskandinav ülkeleri servet üzerinden alınan vergileri azaltırken Hollanda, Avusturya ve Almanya bu tip vergilerin çoğunu uygulamadan kaldırmıştır. Yabancı sermaye yatırımlarından elde edilen karların yurtdışına çıkarılması önünde önemli bir engel oluşturan yüksek vergilemenin dolaysız yabancı yatırımları caydırma gücüne sahip olduğu düşüncesiyle, son on yılda 19 büyük ekonomi yabancıların faiz gelirleri üzerinden alınan vergilerde yarı yarıya indirim gerçekleştirmiştir. Mobil üretim faktörleri üzerinden alınan vergilerin oranlarında ciddi indirimler olmasına rağmen vergi tabanlarında herhangi bir daralma gözükmemektedir. Nitekim son kırk yılda gelir ve karlar üzerinden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı büyük bir değişiklik göstermemiştir. Gelir ve karlar üzerinden alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı OECD ülkelerinde 1965 te yüzde 34,6 iken 2000 de yüzde 36 olarak gerçekleşmiştir (OECD, 2002a:77). Gelir düzeyi düşük olan kesimleri orantısız bir biçimde olumsuz yönde etkileyen ve kolay yansıması nedeniyle görece daha az mobil olan nihai tüketiciler üzerinde kalan genel tüketim vergilerinin önemi ise aynı dönem içerisinde büyük ölçüde artmaktadır. Genel tüketim vergilerinin GSYİH içindeki payı OECD ülkelerinde ortalama olarak 1965 te yüzde 3,3, 1998 de ise yüzde 6,6; toplam vergi gelirleri içindeki payı ise sırasıyla yüzde 11,9 ve yüzde 17,9 olmuştur (Şekil 1). Türkiye dahil birçok OECD ülkesi, 1980 sonrası KDV ni yürürlüğe koymuşlardır. Toplam vergi gelirleri içinde gittikçe daha önemli hale gelen bu verginin oranları dolaysız vergilerdeki eğilimin aksine gün geçtikçe artırılmıştır. Son birkaç yılda Türkiye ve İsviçre KDV oranını 1-2 puan artırırken, Japonya yüzde 5 lik standart oranla en düşük; Danimarka, İsveç ve Macaristan ise yüzde 25 ile en yüksek standart orana sahiptir. Son on yılda OECD genelinde standart KDV oranı yüzde 17 ile istikrara kavuşmuş gözükmektedir. Genel tüketim vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payının artması ve dolaysız vergilere kıyasla bu tip vergilerin oranlarında artış eğiliminin olması, vergi rekabeti sonucu vergi yükünün mobil üretim faktörlerinden mobil olmayanlara doğru 122

123 Şekil 1. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla ve Toplam Vergi Gelirlerinin Yüzdesi Olarak Genel Tüketim Vergileri Kaynak: OECD, 2001:13. kaydığının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Sermaye hareketlerinin artması, ülkelerin vergi kaynaklarının önemli bir kısmının ellerinden kaçmasına yol açmış ve ülkeleri emek gelirlerinden alınan vergileri gelir artışıyla orantısız bir biçimde artırma seçeneği ile karşı karşıya bırakmıştır (Rodrik, 1997:21). Nitekim, AB üyesi ülkelerde emek üzerinden alınan vergiler arasındaki dönemde ortalama olarak yüzde 3,1 artarken diğer üretim faktörleri (özellikle sermaye) üzerinden alınan vergiler yüzde 8.1 azalmıştır (European Parliament, 1998:12). Vergi rekabeti özellikle gelişmiş ülkelerde emek üzerinden alınan vergilerin artmasına, sermaye üzerinden alınan vergilerin azalmasına yol açmakla birlikte, mevcut harcama düzeyini muhafaza etmek isteyen ülkelerin vergi gelirlerinin milli gelirleri içindeki payını muhafaza etmeye yarayacak karmaşık vergisel düzenlemelere gitmek suretiyle vergi tabanlarını muhafaza etmelerine engel olamamıştır. Ancak yabancı sermaye ve yatırımları çekme yönünde ülkelerin gösterdikleri çabaların artarak sürmesini de olanaklı kılmaktadır Vergi Rekabetinin Artış Nedenleri Globelleşme sürecinde vergi rekabetinin artış nedenlerini kısa başlıklar altında özetlemeye çalışalım Sermayenin Mobilitesinin Artması Ulusal ekonomiler son yıllarda gittikçe daha fazla birbirlerine entegre olmaktadırlar. Bu entegrasyonda sınır-aşan yabancı yatırımların payı büyüktür. Son yıllarda yabancı yatırımların istihdam artırma, milli gelire olumlu katkı sağlama ve ileri teknolojiye erişim olanağı sunma gibi olumlu etkilerini dikkate alan çok sayıda ülke yabancı yatırımların önündeki engelleri önemli ölçüde kaldırmaktadır. Son otuz yıldır ülkelerin çoğu kambiyo kontrollerini ortadan kaldırmak suretiyle sınırlarını yabancı sermayeye büyük ölçüde açmışlardır. Ülkelerin kendi aralarında gerçekleştirdikleri ikili yatırım ve çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları gibi deregülasyon faaliyetleri de yabancı yatırımların artmasına yol açmıştır. Son on yılda dolaysız yabancı yatırımlarla ilgili olarak 123

İktisada Giriş I. 17 Ekim 2016 II. Hafta

İktisada Giriş I. 17 Ekim 2016 II. Hafta İktisada Giriş I 17 Ekim 2016 II. Hafta Ekonomilerdeki Temel Sorunlar İktisat Biliminin ortaya çıkış nedeni kıtlıkla savaştır. Tam kullanım sorunu: Tam istihdam Eksik İstihdam Etkin kullanım sorunu: Hangi

Detaylı

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR 13 1.1.İktisadın Konusu ve Kapsamı 14 1.2. İktisadın Bölümleri 15 1.2.1.Mikro ve Makro İktisat 15 1.2.2. Pozitif İktisat ve Normatif İktisat

Detaylı

2.BÖLÜM ÇOKTAN SEÇMELİ

2.BÖLÜM ÇOKTAN SEÇMELİ CEVAP ANAHTARI 1.BÖLÜM ÇOKTAN SEÇMELİ 1.(e) 2.(d) 3.(a) 4.(c) 5.(e) 6.(d) 7.(e) 8.(d) 9.(b) 10.(e) 11.(a) 12.(b) 13.(a) 14.(c) 15.(c) 16.(e) 17.(e) 18.(b) 19.(d) 20.(a) 1.BÖLÜM BOŞLUK DOLDURMA 1. gereksinme

Detaylı

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR 9 1.1.İktisadın Konusu ve Kapsamı 10 1.2. İktisadın Bölümleri 11 1.2.1.Mikro ve Makro İktisat 11 1.2.2. Pozitif İktisat ve Normatif İktisat

Detaylı

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR...

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR... İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR... 1 1.1. EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER... 3 1.1.1. Romalıların Ekonomik Düşünceleri... 3 1.1.2. Orta Çağ da Ekonomik Düşünceler...

Detaylı

Mikroiktisat Final Sorularý

Mikroiktisat Final Sorularý Mikroiktisat Final Sorularý MERSĐN ÜNĐVERSĐTESĐ ĐKTĐSADĐ VE ĐDARĐ BĐLĐMLER FAKÜLTESĐ MALĐYE VE ĐŞLETME BÖLÜMLERĐ MĐKROĐKTĐSAT FĐNAL SINAVI 10.01.2011 Saat: 13:00 Çoktan Seçmeli Sorular: Sorunun Yanıtı

Detaylı

Dış Ticaret Politikası. Temel İki Politika. Dış Ticaret Politikası Araçları Korumacılık / İthal İkameciliği

Dış Ticaret Politikası. Temel İki Politika. Dış Ticaret Politikası Araçları Korumacılık / İthal İkameciliği Dış Ticaret Politikası Temel İki Politika Korumacılık / İthal İkameciliği Genel olarak yurt dışından ithal edilen nihai tüketim mallarının yurt içinde üretilmesini; böylece dışa bağımlılığın azaltılmasını

Detaylı

Bölüm 3. Dış Çevre Analizi

Bölüm 3. Dış Çevre Analizi Bölüm 3 Dış Çevre Analizi 1 2 Çevre Analizi Ç E V R E A N A L İ Z İ D I Ş Ç E V R E İ Ç Ç E V R E Genel / Uzak Dış Çevre Analizi Sektör / Yakın Dış Çevre Analizi İşletme İçi Çevre Analizi Politik Uluslararası

Detaylı

Piyasa, arz ve talebin karşı karşıya geldiği; satıcıların ve alıcıların karşı karşıya geldiği yerdir.

Piyasa, arz ve talebin karşı karşıya geldiği; satıcıların ve alıcıların karşı karşıya geldiği yerdir. PİYASA TÜRLERİ Piyasa, arz ve talebin karşı karşıya geldiği; satıcıların ve alıcıların karşı karşıya geldiği yerdir. TAM REKABET PİYASASI ÖZELLİLKLERİ ATOMjSİTE (MOBİLİTE)(Sınırsız sayıda alıcı ve satıcının

Detaylı

Yeni Dış Ticaret Teorileri. Leontief Paradoksu

Yeni Dış Ticaret Teorileri. Leontief Paradoksu Yeni Dış Ticaret Teorileri Leontief Paradoksu Güçlü teorik temellere dayanan faktör donatımı teorisinin test edilmesine dayanır. Girdi-Çıktı tablosu denilen teknik geliştirilmiştir. Amerika nın tüm dış

Detaylı

DR. Caner Ekizceleroğlu

DR. Caner Ekizceleroğlu DR. Caner Ekizceleroğlu Ticaret Üretilen mal ve hizmetlerin belirli bir ücret karşılığı son kullanıcılara ulaştırılmasını sağlayan alım satım faaliyetlerinin tümü olarak tanımlayabiliriz. Dış Ticaret BİR

Detaylı

Bölüm 13: Yapı, Yönetim, Performans, ve Piyasa Analizi 2. Sağlık Ekonomisi

Bölüm 13: Yapı, Yönetim, Performans, ve Piyasa Analizi 2. Sağlık Ekonomisi Bölüm 13: Yapı, Yönetim, Performans, ve Piyasa Analizi 2 Sağlık Ekonomisi 1 Tam rekabetçi piyasa özelliklerini kısaca hatırlayalım: Çok sayıda alıcı/satıcı. Homojen ürün. Giriş ve çıkışlar serbest. Tam

Detaylı

Dış Ticaret Politikasının Amaçları

Dış Ticaret Politikasının Amaçları Dış Ticaret Politikasının Amaçları Dış Ödeme Dengesizliklerinin Giderilmesi Bir ülkede fazla olan döviz talebinin azaltılması için kullanılabilir. Dış rekabetten korunma Uluslararası rekabete dayanacak

Detaylı

İşletmenin temel özellikleri

İşletmenin temel özellikleri 5. Hafta İşletmenin Tanımı İşletme, üretim faktörlerini planlı ve sistematik bir biçimde bir araya getirerek mal ya da hizmet üretmek amacı güden üretim birimine denir. İşletmelerin temel özellikleri ve

Detaylı

İKTİSAT BİLİMİ VE İKTİSATTAKİ TEMEL KAVRAMLAR

İKTİSAT BİLİMİ VE İKTİSATTAKİ TEMEL KAVRAMLAR İÇİNDEKİLER Önsöz BİRİNCİ BÖLÜM İKTİSAT BİLİMİ VE İKTİSATTAKİ TEMEL KAVRAMLAR 1.1.İktisat Bilimi 1.2.İktisadi Kavramlar 1.2.1.İhtiyaçlar 1.2.2.Mal ve Hizmetler 1.2.3.Üretim 1.2.4.Fayda, Değer ve Fiyat

Detaylı

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR ÖNSÖZ İÇİNDEKİLER III Bölüm 1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR 11 1.1. İktisat Biliminin Temel Kavramları 12 1.1.1.İhtiyaç, Mal ve Fayda 12 1.1.2.İktisadi Faaliyetler 14 1.1.3.Üretim Faktörleri 18 1.1.4.Bölüşüm

Detaylı

Case & Fair & Oster. Bölüm 16 Dışsallıklar, Kamusal Mallar ve Sosyal Tercih

Case & Fair & Oster. Bölüm 16 Dışsallıklar, Kamusal Mallar ve Sosyal Tercih ÇOKTAN SEÇMELİ SORULAR: Cümleyi en iyi tamamlayan ya da sorunun cevabı olan seçeneği işaretleyiniz. Not: FC: Sabit maliyet (Fixed cost) VC: Değişken maliyet (Variable cost) TC: Toplam maliyet (Total cost)

Detaylı

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar)

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) Merkantilizm: 15. ve 16. yüzyıllardaki coğrafî keşiflerde birlikte Avrupa ülkeleri dünyaya açılmaya

Detaylı

Tedarik Zincirinde Satın Alma ve Örgütsel İlişkiler

Tedarik Zincirinde Satın Alma ve Örgütsel İlişkiler Tedarik Zincirinde Satın Alma ve Örgütsel İlişkiler Arş.Gör. Duran GÜLER Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Satın Alma ve Tedarik Satın Alma: Üretimde kullanılmak ya da yeniden satmak

Detaylı

2009 S 4200-1. Değeri zamanın belirli bir anında ölçülen değişkene ne ad verilir? ) Stok değişken B) içsel değişken C) kım değişken D) Dışsal değişken E) Fonksiyonel değişken iktist TEORisi 5. Yatay eksende

Detaylı

Eksik (Aksak) Rekabet Piyasaları: Birden fazla firmanın bulunmasına rağmen tam rekabetin bulunmadığı piyasalardır.

Eksik (Aksak) Rekabet Piyasaları: Birden fazla firmanın bulunmasına rağmen tam rekabetin bulunmadığı piyasalardır. 60 Bölüm 10. MONOPOLCÜ (TEKELCİ) REKABET PİYASASI Hatırlatma: 1. Tam rekabet piyasası 2. Monopolcü (tekelci) rekabet piyasası (EKSİK REKABET) 3. Oligopol piyasası (EKSİK REKABET) 4. Monopol (tekel) piyasası

Detaylı

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? Dünyada mal ve hizmet hareketlerinin uluslararası dolaşımına ve üretimin uluslararasılaşmasına imkan veren düzenlemeler (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası

Detaylı

SORU SETİ 10 MALİYET TEORİSİ - UZUN DÖNEM MALİYETLER VE TAM REKABET PİYASASINDA ÇIKTI KARARLARI - TEKEL

SORU SETİ 10 MALİYET TEORİSİ - UZUN DÖNEM MALİYETLER VE TAM REKABET PİYASASINDA ÇIKTI KARARLARI - TEKEL SORU SETİ 10 MALİYET TEORİSİ - UZUN DÖNEM MALİYETLER VE TAM REKABET PİYASASINDA ÇIKTI KARARLARI - TEKEL Problem 1 (KMS-2001) Bir endüstride iktisadi kârın varlığı, aşağıdakilerden hangisini gösterir? A)

Detaylı

Tekelci Rekabet Piyasası

Tekelci Rekabet Piyasası Tekelci Rekabet iyasası 1900 lü yılların başlarında, ürünlerin homojen olmaması, reklamın giderek 2 artan önemi, azalan maliyet durumlarının yaşanması tam rekabet piyasasına karşı yapılan tartışmaları

Detaylı

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni GSO-TOBB-TEPAV Girişimcilik Merkezinin Açılışı Kredi Garanti Fonu Gaziantep Şubesi nin Açılışı Proje Değerlendirme ve Eğitim Merkezi nin Açılışı Dünya Bankası Gaziantep Bilgi Merkezi Açılışı 23 Temmuz

Detaylı

11.10.2015. Faktör Donatımı Teorisi (Heckscher Ohlin) Karşılaştırmalı Üstünlüklere Eleştiri. Heckscher Ohlin Modelinden Çıkartılan Teoremler

11.10.2015. Faktör Donatımı Teorisi (Heckscher Ohlin) Karşılaştırmalı Üstünlüklere Eleştiri. Heckscher Ohlin Modelinden Çıkartılan Teoremler Faktör Donatımı Teorisi (Heckscher hlin) Karşılaştırmalı Üstünlüklere Eleştiri Karşılaştırmalı üstünlükler teorisi uluslararası emek verimliliğindeki farklılıkların nedeni üzerinde durmamaktadır. Bu açığı

Detaylı

Ekonomi I FĐRMA TEORĐSĐ. Piyasa Çeşitleri. Tam Rekabet Piyasası. Piyasa yapılarının çeşitli türleri; Bir uçta tam rekabet piyasası (fiyat alıcı),

Ekonomi I FĐRMA TEORĐSĐ. Piyasa Çeşitleri. Tam Rekabet Piyasası. Piyasa yapılarının çeşitli türleri; Bir uçta tam rekabet piyasası (fiyat alıcı), Ekonomi I Tam Rekabet Piyasası FĐRMA TEORĐSĐ Bu bölümü bitirdiğinizde şunları öğrenmiş olacaksınız: Hasılat, maliyet ve kar kavramları ne demektir? Tam rekabet ne anlama gelir? Tam rekabet piyasasında

Detaylı

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması BOCUTOĞLU 109 yemek pişirirken yağı, salçayı, soğanı, eti, sebzeyi, suyu aynı anda tencereye doldurmaz; birinci adımda yağı ve salçayı hafifçe kızartır, ikinci adımda soğanı ve eti ilave ederek pişirmeye

Detaylı

ÇEVRESEL TARIM POLİTİKASI

ÇEVRESEL TARIM POLİTİKASI ÇEVRESEL TARIM POLİTİKASI Prof. Dr. Emine Olhan A.Ü.Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü olhan@agri.ankara.edu.tr Dersin İçeriği Politika kavramı Ulusal tarım politikasının amaçları, çalışma alanları

Detaylı

Ekonominin Esasları TEKEL PİYASASI TEKEL PİYASASI. Tekel Piyasası

Ekonominin Esasları TEKEL PİYASASI TEKEL PİYASASI. Tekel Piyasası Ekonominin Esasları Tekel Piyasası TEKEL PİYASASI Tekel Üretimin % 25 inden fazlasının tek bir firma ya da birbirine bağlı firmalar grubunun elinde olduğu endüstri. Pür tekel Sadece bir satıcının bulunduğu

Detaylı

9. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM. Yazan SAYIN SAN

9. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM. Yazan SAYIN SAN 9. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM Yazan SAYIN SAN SAN / İKTİSADİ MATEMATİK / 2 A.8. TAM REKABET PİYASALARI A.8.1. Temel Varsayımları Atomisite Koşulu: Piyasada alıcı ve satıcılar,

Detaylı

KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK TEORİSİ

KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK TEORİSİ KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK TEORİSİ Ricardo, bir ülkenin hiçbir malda mutlak üstünlüğe sahip olmadığı durumlarda da dış ticaret yapmasının, fayda sağlayabileceğini açıklamıştır. Eğer bir ülke her malda mutlak

Detaylı

iktisaoa GiRiş 7. Ürettiği mala ilişkin talebin fiyat esnekliği değeri bire eşit olan bir firma, söz konusu

iktisaoa GiRiş 7. Ürettiği mala ilişkin talebin fiyat esnekliği değeri bire eşit olan bir firma, söz konusu 2009 BS 3204-1. şağıdakilerden hangisi dayanıksız mal veya hizmet grubu içerisinde ~ almaz? iktiso GiRiş 5. Gelirdeki bir artış karşısında talebi azalan mallara ne ad verili r? ) Benzin B) Mum C) Ekmek

Detaylı

GENEL EKONOMİ DERS NOTLARI

GENEL EKONOMİ DERS NOTLARI GENEL EKONOMİ DERS NOTLARI 1. BÖLÜM Öğr. Gör. Hakan ERYÜZLÜ İktisadın cevap bulmaya çalıştığı temel amaçlarını aşağıdaki sorular ile özetleyebiliriz; Hangi mallar/hizmetler ne miktarda üretilmelidir? Hangi

Detaylı

İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2

İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2 İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2 PLANLAMAYI GEREKTİREN UNSURLAR Sosyalist model-kurumsal tercihler Piyasa başarısızlığı Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorunları 2

Detaylı

Ekonomi I. Doç.Dr.Tufan BAL. 8.Bölüm: Tam Rekabet Piyasası. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

Ekonomi I. Doç.Dr.Tufan BAL. 8.Bölüm: Tam Rekabet Piyasası. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından Ekonomi I 8.Bölüm: Tam Rekabet Piyasası Doç.Dr.Tufan BAL Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından faydalanılmıştır. Tam Rekabet Piyasası Ekonomi teorisinde

Detaylı

Dış Çevre Analizi. Doç. Dr. Barış BARAZ

Dış Çevre Analizi. Doç. Dr. Barış BARAZ Dış Çevre Analizi Doç. Dr. Barış BARAZ PESTE ANALİZİ NEDİR? Ricardo Peste, 1983, Connecticut PESTE ANALİZİ Politik ve Yasal Güçler Ekonomik Güçler Sosyal, Kültürel ve Demografik Faktörler Teknolojik Güçler

Detaylı

Ekonomi Dersi (BSU 105) Doç. Dr. Türkmen Göksel e-posta: Ankara Üniversitesi / Siyasal Bilgiler Fakültesi / İktisat Bölümü

Ekonomi Dersi (BSU 105) Doç. Dr. Türkmen Göksel e-posta: Ankara Üniversitesi / Siyasal Bilgiler Fakültesi / İktisat Bölümü 1 Ekonomi Dersi (BSU 105) Doç. Dr. Türkmen Göksel e-posta: tgoksel@ankara.edu.tr Ankara Üniversitesi / Siyasal Bilgiler Fakültesi / İktisat Bölümü Ekonomi dersi 2 kısımdan oluşacak: Mikroiktisat Makroiktisat

Detaylı

MAL PİYASASI (Eksik Rekabet Piyasaları)

MAL PİYASASI (Eksik Rekabet Piyasaları) MAL PİYASASI (Eksik Rekabet Piyasaları) Eksik Rekabet Piyasaları Doç.Dr. Erdal Gümüş Eksik Rekabet Piyasaları Tam rekabet piyasası arzu edilen bir piyasa olmakla birlikte, pratikte uygulama alanı başarıyla

Detaylı

Dersin Planı (Bu ders sunumunun hazırlanmasında büyük ölçüde Nevzat Güran ve Sadık Acar ın ders notu ve kitaplarından yararlanılmıştır)

Dersin Planı (Bu ders sunumunun hazırlanmasında büyük ölçüde Nevzat Güran ve Sadık Acar ın ders notu ve kitaplarından yararlanılmıştır) Dersin Planı (Bu ders sunumunun hazırlanmasında büyük ölçüde Nevzat Güran ve Sadık Acar ın ders notu ve kitaplarından yararlanılmıştır) Bir Bilim Dalı Olarak Uluslararası İktisadın Konusu ve Kapsamı Uluslararası

Detaylı

10. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM. Yazan SAYIN SAN

10. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM. Yazan SAYIN SAN 10. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM Yazan SAYIN SAN SAN / İKTİSADİ MATEMATİK / 2 A.9. TEKEL (MONOPOL) Piyasada bir satıcı ve çok sayıda alıcının bulunmasıdır. Piyasaya başka

Detaylı

KAPİTALİZM, PİYASA BAŞARISIZLIĞI VE SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU. Gülbiye Yenimahalleli Yaşar

KAPİTALİZM, PİYASA BAŞARISIZLIĞI VE SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU. Gülbiye Yenimahalleli Yaşar KAPİTALİZM, PİYASA BAŞARISIZLIĞI VE SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU Gülbiye Yenimahalleli Yaşar Kapitalizmin temel özellikleri: Özel mülkiyet Teşebbüs ve seçim özgürlüğü Kişisel çıkar Rekabet Piyasa mekanizması

Detaylı

ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ ENERJİ TÜKETİMİ

ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ ENERJİ TÜKETİMİ ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ Enerji, modern kişisel yaşamın, üretim ve iletişim süreçlerinin en önemli aktörlerinden biri. Enerjinin tüketimi küresel düzeyde hızla artmaya devam ederken üç ana ihtiyaç baş gösteriyor:

Detaylı

YÖNT 101 İŞLETMEYE GİRİŞ I

YÖNT 101 İŞLETMEYE GİRİŞ I YÖNT 101 İŞLETMEYE GİRİŞ I YONT 101- İŞLETMEYE GİRİŞ I 1 İşletmeleri gruplandırırken genellikle 6 farklı ölçüt kullanılmaktadır. Bu ölçütler aşağıdaki şekilde sıralanabilir: 1. Üretilen mal ve hizmet çeşidine

Detaylı

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri Bilgi toplumunda aktif nüfus içinde tarım ve sanayinin payı azalmakta, hizmetler sektörünün payı artmakta ve bilgili, nitelikli insana gereksinim duyulmaktadır. 16.12.2015

Detaylı

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 1 Ekonomik düzen nedir? Ekonomik düzen, toplumların çeşitli gereksinimlerini karşılamak üzere yaptıkları

Detaylı

BÖLÜM KÜÇÜK İŞLETMELERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI

BÖLÜM KÜÇÜK İŞLETMELERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI BÖLÜM 10 -- KÜÇÜK İŞLETMELERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI DIŞ SORUNLAR Küçük işletmelerin gelişmekte olan ülkelerde önüne çıkan engeller aşağıdaki gibi listelenebilir: 1. Finansman sorunu - Kaynak çeşidi

Detaylı

BİRİNCİ SEVİYE ÖRNEK SORULARI EKONOMİ

BİRİNCİ SEVİYE ÖRNEK SORULARI EKONOMİ BİRİNCİ SEVİYE ÖRNEK SORULARI EKONOMİ SORU 1: Tam rekabet ortamında faaliyet gösteren bir firmanın kısa dönem toplam maliyet fonksiyonu; STC = 5Q 2 + 5Q + 10 dur. Bu firma tarafından piyasaya sürülen ürünün

Detaylı

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Brezilya: Ülkeler arası gelir grubu sınıflandırmasına göre yüksek orta gelir grubunda yer almaktadır. 1960 ve 1970 lerdeki korumacı

Detaylı

TAM REKABET PİYASASINDA DENGE FİYATININ OLUŞUMU (KISMÎ DENGE)

TAM REKABET PİYASASINDA DENGE FİYATININ OLUŞUMU (KISMÎ DENGE) Ünite 10: TAM REKABET PİYASASINDA DENGE FİYATININ OLUŞUMU (KISMÎ DENGE) Tam rekabetçi bir piyasada halen çalışmakta olan firmalar kısa dönemde normal kârın üzerinde kâr elde ediyorlarsa piyasaya yeni firmalar

Detaylı

Adı Soyadı: No: 05.04.2010 Saat: 08:30

Adı Soyadı: No: 05.04.2010 Saat: 08:30 Adı Soyadı: No: 05.04.2010 Saat: 08:30 ID: Z Mikro 2 Ara 2010 Çoktan Seçmeli Sorular Cümleyi en iyi biçimde tamamlayan veya sorunun yanıtı olan seçeneği yanıt anahtarına işaretleyiniz. 1. Çapraz satış

Detaylı

İçindekiler kısa tablosu

İçindekiler kısa tablosu İçindekiler kısa tablosu Önsöz x Rehberli Tur xii Kutulanmış Malzeme xiv Yazarlar Hakkında xx BİRİNCİ KISIM Giriş 1 İktisat ve ekonomi 2 2 Ekonomik analiz araçları 22 3 Arz, talep ve piyasa 42 İKİNCİ KISIM

Detaylı

İşletmelerin Büyüme Şekilleri

İşletmelerin Büyüme Şekilleri Yrd.Doç.Dr. Gaye Açıkdilli Yrd.Doç.Dr. Erdem Kırkbeşoğlu İŞLETMELERİN BÜYÜMESİ İşletmelerin Büyüme Nedenleri Optimum büyüklüğe ulaşma Piyasalarda etkinliği arttırarak kar elde etme olanaklarını arttırma

Detaylı

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120 Makro İktisat II Örnek Sorular 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120 Tüketim harcamaları = 85 İhracat = 6 İthalat = 4 Hükümet harcamaları = 14 Dolaylı vergiler = 12

Detaylı

4)Yukarıdaki 3 temel varsayım altında ekonomi daima tam istihdamdadır ve fiyatlar genel seviyesi istikrarlıdır.

4)Yukarıdaki 3 temel varsayım altında ekonomi daima tam istihdamdadır ve fiyatlar genel seviyesi istikrarlıdır. KLASİK İKTİSAT OKULU Klasik iktisadın felsefi temelini «doğal düzen» ve «faydacı felsefe» oluşturur. Klasik iktisadın temel ilkeleri şu şekilde özetlenebilir: 1) Piyasada tam rekabet koşulları geçerlidir

Detaylı

Yeni Dış Ticaret Teorileri

Yeni Dış Ticaret Teorileri Yeni Dış Ticaret Teorileri Dr.Dilek Seymen Dr. Dilek Seymen Nitelikli İşgücü Teorisi (Skilled Labor-Keesing&Kenen) Sanayi ülkeleri arasındaki ticaretin büyük bir bölümü nitelikli işgücü farklılıkları ile

Detaylı

İŞLETMELERİN EKONOMİDEKİ ÖNEMİ IMPORTANCE OF ENTERPRISES IN THE ECONOMY

İŞLETMELERİN EKONOMİDEKİ ÖNEMİ IMPORTANCE OF ENTERPRISES IN THE ECONOMY IMPORTANCE OF ENTERPRISES IN THE ECONOMY İşletmelerin bir ülke ekonomisi içindeki yeri ve önemini, "ekonomik" ve "sosyal" olmak üzere iki açıdan incelemek gerekir. İşletmelerin Ekonomik Açıdan Yeri ve

Detaylı

TARIM ÜRÜNLERİ TİCARETİNİN ULUSLARARASI BOYUTU

TARIM ÜRÜNLERİ TİCARETİNİN ULUSLARARASI BOYUTU TARIM ÜRÜNLERİ TİCARETİNİN ULUSLARARASI BOYUTU Dış ticaretin amacı piyasadaki ihtiyacın karşılanmasıdır. Temel neden uluslararası mal hareketliliği değil, ülkenin denge arayışıdır. Ülkedeki ürün yetersizliği

Detaylı

Örgütsel Yenilik Süreci

Örgütsel Yenilik Süreci Örgütsel Yenilik Süreci TEKNOLOJİ VE İNOVASYON YÖNETİMİ -Hafta 5 Örgütsel Yenilikçilik Süreci-Planlaması Dr. Hakan ÇERÇİOĞLU 1 2 1 Örgütsel Yeniliğin Özellikleri Örgütsel bağlamda yenilik, örgütü ve üyelerini

Detaylı

Tartışılacak Konular. Tekel. Tekel Gücü (Monopoly Power) Tekel Gücünün Kaynakları. Tekel Gücünün Sosyal Maliyeti. Bölüm 10Chapter 10 Slide 2

Tartışılacak Konular. Tekel. Tekel Gücü (Monopoly Power) Tekel Gücünün Kaynakları. Tekel Gücünün Sosyal Maliyeti. Bölüm 10Chapter 10 Slide 2 Monopol ve Monopson Tartışılacak Konular Tekel Tekel Gücü (Monopoly Power) Tekel Gücünün Kaynakları Tekel Gücünün Sosyal Maliyeti Bölüm 10Chapter 10 Slide 2 Tartışılacak Konular Monopson (Monopsony) Monopson

Detaylı

2018/1. Dönem Deneme Sınavı.

2018/1. Dönem Deneme Sınavı. 1. Aşağıdakilerden hangisi mikro ekonominin konuları arasında yer almamaktadır? A) Tüketici maksimizasyonu B) Faktör piyasası C) Firma maliyetleri D) İşsizlik E) Üretici dengesi 2. Firmanın üretim miktarı

Detaylı

2009 VS 4200-1. Gayri Safi Yurt içi Hasıla hangi nitelikte bir değişkendir? ) Dışsal değişken B) Stok değişken C) Model değişken D) kım değişken E) içsel değişken iktist TEORisi 5. Kısa dönemde tam rekabet

Detaylı

Ünite 3. Ana Ekonomik Sorunlar Ve Ekonomik Düzen. Büro Yönetimleri Ve Yönetim Asistanlığı Önlisans Programaı EKONOMİ. Ögr. Öğr.

Ünite 3. Ana Ekonomik Sorunlar Ve Ekonomik Düzen. Büro Yönetimleri Ve Yönetim Asistanlığı Önlisans Programaı EKONOMİ. Ögr. Öğr. Ana Ekonomik Sorunlar Ve Ekonomik Düzen Ünite 3 Büro Yönetimleri Ve Yönetim Asistanlığı Önlisans Programaı EKONOMİ Ögr. Öğr. Sinan EMİRZEOĞLU 1 Ünite 3 EKONOMI Ögr. Öğr. Sinan EMİRZEOĞLU İçindekiler 3.1.

Detaylı

ELEKTRONİK TİCARET (E-TİCARET) NEDIR? Ticaret Nedir?

ELEKTRONİK TİCARET (E-TİCARET) NEDIR? Ticaret Nedir? DERS NOTU - 1 ELEKTRONİK TİCARET (E-TİCARET) NEDIR? Ticaret Nedir? Ticaret ifadesi kavramsal olarak mal veya hizmetin satın alınması ve satılması işlemlerini kapsamaktadır. Bu sürecin elektronik ortamda

Detaylı

İŞLETME 2020 MANİFESTOSU AVRUPA DA İHTİYACIMIZ OLAN GELECEK

İŞLETME 2020 MANİFESTOSU AVRUPA DA İHTİYACIMIZ OLAN GELECEK İŞLETME 2020 MANİFESTOSU AVRUPA DA İHTİYACIMIZ OLAN GELECEK Daha kapsayıcı bir toplum için sözlerini eyleme dökerek çalışan iş dünyası ve hükümetler AVRUPA DA İHTİYACIMIZ OLAN GELECEK Avrupa da önümüzdeki

Detaylı

Türkçe'de daha çok yenilik olarak kullanılan, Latince innovatus'tan türetilen, İngilizcede innovation sözcüğü karşılığında inovasyon kelimesi

Türkçe'de daha çok yenilik olarak kullanılan, Latince innovatus'tan türetilen, İngilizcede innovation sözcüğü karşılığında inovasyon kelimesi İNOVASYON Türkçe'de daha çok yenilik olarak kullanılan, Latince innovatus'tan türetilen, İngilizcede innovation sözcüğü karşılığında inovasyon kelimesi kullanılmıştır. Bu yaklaşımın benimsenmesindeki temel

Detaylı

ELEKTRİK PİYASASINDA BUGÜN İTİBARİYLE KARŞILAŞILAN TEMEL SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ. Aralık 2015

ELEKTRİK PİYASASINDA BUGÜN İTİBARİYLE KARŞILAŞILAN TEMEL SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ. Aralık 2015 ELEKTRİK PİYASASINDA BUGÜN İTİBARİYLE KARŞILAŞILAN TEMEL VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Aralık 2015 1 Elektrik piyasanın serbestleşmesi yönünde büyük mesafe alınmasına karşın hedeflenen noktaya ulaşılamaması sektörün

Detaylı

E-Ticaret Yeni Ekonomi

E-Ticaret Yeni Ekonomi YENİ EKONOMİ Yeni ekonomi bilgi ekonomisidir. Yeni ekonomide bilgi hem nitelik hem de nicelik açısından daha önceki dönemlerde kullanılan girdilerden daha önemli bir hale gelmektedir. Bilgi emek ve sermayenin

Detaylı

YÖNT 101 İŞLETMEYE GİRİŞ I

YÖNT 101 İŞLETMEYE GİRİŞ I YÖNT 101 İŞLETMEYE GİRİŞ I İŞLETME BİRİMİ VE İŞLETMEYİ TANIYALIM YONT 101- İŞLETMEYE GİRİŞ I 1 İŞLETME VE İLİŞKİLİ KAVRAMLAR ÖRGÜT KAVRAMI: Örgüt bir grup insanın faaliyetlerini bilinçli bir şekilde, ortak

Detaylı

İktisada Giriş I. 31 Ekim 2016

İktisada Giriş I. 31 Ekim 2016 İktisada Giriş I 31 Ekim 2016 Talep, Arz ve Piyasa Dengesi Fiyat ile talep edilen miktar arasındaki ilişkiye Talep Kanunu adı verilir. Bir malın satıcısı tek alıcının değil, o malı almak isteyen

Detaylı

SPORDA STRATEJİK YÖNETİM. Yrd.Doç.Dr. Uğur ÖZER

SPORDA STRATEJİK YÖNETİM. Yrd.Doç.Dr. Uğur ÖZER SPORDA STRATEJİK YÖNETİM Yrd.Doç.Dr. Uğur ÖZER 1 STRATEJİK YÖNETİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR Stratejik Yönetimi Öne Çıkartan Gelişmeler İşletmenin Temel Yetenekleri Stratejik Yönetimin Gelişimi Stratejik Düşünme

Detaylı

Liberalleşmenin Türkiye Enerji. 22 Şubat 2012

Liberalleşmenin Türkiye Enerji. 22 Şubat 2012 Liberalleşmenin Türkiye Enerji Piyasasına Etkileri i 22 Şubat 2012 Liberalleşmenin son kullanıcılara yararları somutları çeşitli sektörlerde kanıtlanmıştır Telekom Havayolu Liberalleşme öncesi > Genellikle

Detaylı

İKTİSADA GİRİŞ - 1. Ünite 4: Tüketici ve Üretici Tercihlerinin Temelleri.

İKTİSADA GİRİŞ - 1. Ünite 4: Tüketici ve Üretici Tercihlerinin Temelleri. Giriş Temel ekonomik birimler olan tüketici ve üretici için benzer kavram ve kurallar kullanılır. Tüketici için fayda ve fiyat kavramları önemli iken üretici için hasıla kâr ve maliyet kavramları önemlidir.

Detaylı

Modern Pazarlama Anlayışındaki Önemli Kavramlar

Modern Pazarlama Anlayışındaki Önemli Kavramlar Modern Pazarlama Anlayışındaki Önemli Kavramlar Müşteri Değeri: Bir değişim işleminde müşterinin elde ettiği yararların katlandığı veya ödediği bedele oranı Müşteri Tatmini: Mal veya hizmetin, müşteri

Detaylı

İÇSEL ÖLÇEK EKONOMİLERİ, FARKLI

İÇSEL ÖLÇEK EKONOMİLERİ, FARKLI İÇSEL ÖLÇEK EKONOMİLERİ, FARKLI PİYASA YAPILARI VE DIŞ TİCARET Bu sunum, büyük ölçüde Krugman, Paul, MauriceObstfeldve MarcMelitz, (2012), International Economics: Theoryand Policy, 9/E, Pearsonkitabının

Detaylı

EKONOMİK SÜREÇ İÇİNDE DEVLETİN FONKSİYONLARI KAMU HİZMETLERİ DIŞSALLIKLAR KAMU HARCAMALARININ ARTIŞINA YÖNELİK GÖRÜŞLER

EKONOMİK SÜREÇ İÇİNDE DEVLETİN FONKSİYONLARI KAMU HİZMETLERİ DIŞSALLIKLAR KAMU HARCAMALARININ ARTIŞINA YÖNELİK GÖRÜŞLER 4.bölüm EKONOMİK SÜREÇ İÇİNDE DEVLETİN FONKSİYONLARI KAMU HİZMETLERİ DIŞSALLIKLAR KAMU HARCAMALARININ ARTIŞINA YÖNELİK GÖRÜŞLER EKONOMİK SÜREÇ İÇİNDE DEVLETİN FONKSİYONLARI 1.Kaynak Dağılımında Etkinlik:

Detaylı

EK : DIŞSAL TASARRUFLAR ( EKONOMİLER )

EK : DIŞSAL TASARRUFLAR ( EKONOMİLER ) EK : DIŞSAL TASARRUFLAR ( EKONOMİLER ) Genel denge teorisinin sonuçlarının yatırım kararlarında uygulanamamasının iki temel nedeni şunlardır: 1) Genel denge teorisinin tam bölünebilirlik varsayımı her

Detaylı

ÇEVRESEL TARIM POLİTİKASI

ÇEVRESEL TARIM POLİTİKASI ÇEVRESEL TARIM POLİTİKASI Prof. Dr. Emine Olhan A.Ü.Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü olhan@agri.ankara.edu.tr TARIMA MÜDAHALE ŞEKİLLERİ 1.Doğrudan Gelire Yönelik Müdahaleler a. Fark ödeme sistemi

Detaylı

Bölüm 8: TAM REKABET PİYASASI. Firmaların piyasalarda nasıl davranacağı, piyasa yapısı ile yakından ilişkilidir.

Bölüm 8: TAM REKABET PİYASASI. Firmaların piyasalarda nasıl davranacağı, piyasa yapısı ile yakından ilişkilidir. 49 Bölüm 8: TAM REKABET PİYASASI Firmaların piyasalarda nasıl davranacağı, piyasa yapısı ile yakından ilişkilidir. Ekonomi teorisine göre piyasalar yapılarına göre 4 ana gruba ayrılır. 1. Tam rekabet piyasası

Detaylı

Yapı Kredi Finansal Kiralama A. O. Ücretlendirme Politikası

Yapı Kredi Finansal Kiralama A. O. Ücretlendirme Politikası Yapı Kredi Finansal Kiralama A. O. Ücretlendirme Politikası Bu politika, Yapı Kredi Finansal Kiralama A.O. nın ( Şirket ) faaliyetlerinin kapsamı ve yapısı ile stratejileri, uzun vadeli hedefleri ve risk

Detaylı

İktisat Nedir? En genel haliyle İktisat bir tercihler bilimidir.

İktisat Nedir? En genel haliyle İktisat bir tercihler bilimidir. Giriş ve Kavramlar İktisat Nedir? İktisat insan davranışlarının iktisadi yönünü inceler En genel haliyle İktisat bir tercihler bilimidir. İktisat esas olarak insanın mal ve hizmetlerin üretim, değişim

Detaylı

STRATEJİK YÖNETİM UYGULAMALARI. Yrd. Doç. Dr. Tülay Korkusuz Polat

STRATEJİK YÖNETİM UYGULAMALARI. Yrd. Doç. Dr. Tülay Korkusuz Polat STRATEJİK YÖNETİM UYGULAMALARI Yrd. Doç. Dr. Tülay Korkusuz Polat HAFTA 1: Giriş ve Temel Kavramlar 1/29 NİÇİN STRATEJİK YÖNETİM? İşletmeler olarak hangi koşullarda strateji geliştirmeye ihtiyaç duymayız?

Detaylı

Yönetim ve Yöneticilik

Yönetim ve Yöneticilik Yönetim ve Yöneticilik Dersin Amaçları Öğrencinin Yönetim kavramını ve sürecini kavramasını Yönetim biliminin özelliklerini anlamasını Yöneticiliğin fonksiyonlarını ve gereklerini anlayıp gerekli bilgi

Detaylı

1 YÖNETİM VE ORGANİZASYONLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1 YÖNETİM VE ORGANİZASYONLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR ÖNSÖZ İÇİNDEKİLER III Bölüm 1 YÖNETİM VE ORGANİZASYONLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR 11 1.1.Yönetim Kavramı 12 1.1.1Yönetim Kavramının Kapsam ve Önemi 13 1.1.2. Yönetimin Tanımı 15 1.1.3. Yönetim Faaliyetinin

Detaylı

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri 1. Yıl - Güz 1. Yarıyıl Ders Planı Mikroekonomik Analiz I IKT751 1 3 + 0 8 Piyasa, Bütçe, Tercihler, Fayda, Tercih,

Detaylı

Girişimciliğin Fonksiyonları

Girişimciliğin Fonksiyonları Girişimciliğin Fonksiyonları 1-Yeni üretim yöntemleri geliştirmek ve uygulamak, üretimi organize etme fonksiyonu: Girişimciler mevcut ürün ve hizmetler ile yetinmeyip, sürekli olarak farklı ve tüketici

Detaylı

DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT

DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT 2 1. A malının fiyatındaki bir artış karşısında B malına olan talep azalıyorsa A ve B mallarının özellikleriyle ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur? A) A ve B

Detaylı

DR. BEŞİR KOÇ KALKINMA

DR. BEŞİR KOÇ KALKINMA 1 Korunaksız İstihdam-Vulnerable employment (Çalışan Yoksulluğu-Working Poverty) ILO Genel direktörü Juan Somavia nın 1999 yılında ILO gündemine getirdiği ve Türkiye de işverenler tarafından DÜZGÜN İŞ,

Detaylı

BİRİNCİ BÖLÜM: KALKINMA VE AZGELİŞMİŞLİK...

BİRİNCİ BÖLÜM: KALKINMA VE AZGELİŞMİŞLİK... İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM: KALKINMA VE AZGELİŞMİŞLİK... 1 Kalkınma Ekonomisine Olan Güncel İlgi... 1 Kalkınma Kavramı ve Terminolojisi... 1 Büyüme ve Kalkınma... 1 Kalkınma Terminolojisi... 2 Dünyada Gelir

Detaylı

İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS

İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ 1. YIL GÜZ DÖNEMİ İleri Makroiktisat I IKT801 1 3 + 0 6 Makro iktisadın mikro temelleri, emek, mal ve sermaye piyasaları, modern AS-AD eğrileri. İleri

Detaylı

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK POLİTİKASI. Sürdürülebilirlik vizyonumuz

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK POLİTİKASI. Sürdürülebilirlik vizyonumuz SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK POLİTİKASI Sürdürülebilirlik vizyonumuz 150 yıllık bir süreçte inşa ettiğimiz rakipsiz deneyim ve bilgi birikimimizi; ekonomiye, çevreye, topluma katkı sağlamak üzere kullanmak, paydaşlarımız

Detaylı

1. Devletin Piyasaya Müdahalesi ve Fiyat Kontrolleri

1. Devletin Piyasaya Müdahalesi ve Fiyat Kontrolleri DERS NOTU 03 ARZ VE TALEP UYGULAMALARI Bugünki dersin işleniş planı: 1. Devletin Piyasaya Müdahalesi ve Fiyat Kontrolleri... 1 A. Tavan Fiyat Uygulaması... 2 1. Kira Kontrolü... 3 B. Taban Fiyat Uygulaması...

Detaylı

Bölüm 7 Monopol ve Monopson

Bölüm 7 Monopol ve Monopson Bölüm 7 Monopol ve Monopson Tartışılacak Konular Tekel Tekel Gücü (Monopoly Power) Tekel Gücünün Kaynakları Tekel Gücünün Sosyal Maliyeti Tartışılacak Konular Monopson (Monopsony) Monopson Gücü Tekel Gücünün

Detaylı

DEVLET TEŞVİKLERİ HIRSIZLIĞI TEŞVİK EDİYOR!..

DEVLET TEŞVİKLERİ HIRSIZLIĞI TEŞVİK EDİYOR!.. DEVLET TEŞVİKLERİ HIRSIZLIĞI TEŞVİK EDİYOR!.. Prof.Dr.Coşkun Can Aktan Teşvik sistemi kötü değildir, fakat tehlikelidir. Teşvik nedeniyle müdahalelere başlayan iktidarların bu müdahalelerini başka alanlara

Detaylı

Ekonomi Nedir? Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından. faydalanılmıştır.

Ekonomi Nedir? Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından. faydalanılmıştır. Ekonomi Nedir? Doç.Dr.Tufan BAL Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından faydalanılmıştır. 2 Ekonomi(=İktisat)Nedir? İktisat; Arapça kökenli bir kelimedir.

Detaylı

TARIMA MÜDAHALE ŞEKİLLERİ

TARIMA MÜDAHALE ŞEKİLLERİ TARIMA MÜDAHALE ŞEKİLLERİ 1.Doğrudan Gelire Yönelik Müdahaleler a. Fark ödeme sistemi (FÖS) b. Doğrudan gelir ödemesi (DGÖ) 2. Fiyata Müdahale a. Destekleme alımı b. Müdahale alımı 3. Girdi Destekleri

Detaylı

Ekonomide Uzun Dönem. Bilgin Bari İktisat Politikası 1

Ekonomide Uzun Dönem. Bilgin Bari İktisat Politikası 1 Ekonomide Uzun Dönem Bilgin Bari İktisat Politikası 1 Neden bazı ülkeler zengin bazı ülkeler fakir? Bilgin Bari İktisat Politikası 2 Bilgin Bari İktisat Politikası 3 Bilgin Bari İktisat Politikası 4 Bilgin

Detaylı

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / 2008 5. Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / 2008 5. Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden 1. Her arz kendi talebini yaratır. şeklindeki Say Yasasını aşağıdaki iktisatçılardan hangisi kabul etmiştir? A İKTİSAT 5. Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli

Detaylı

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ VİZYON BELGESİ (TASLAK) Türkiye 2053 Stratejik Lokomotif Sektörler MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ Millet Hafızası ve Devlet Aklının bize bıraktığı miras ve tarihî misyon, İstanbul un Fethinin

Detaylı

Rekabet Kurumu Rekabet Kanunu. Doç. Dr. A. Barış BARAZ

Rekabet Kurumu Rekabet Kanunu. Doç. Dr. A. Barış BARAZ Rekabet Kurumu Rekabet Kanunu Doç. Dr. A. Barış BARAZ Rekabet Kurumu Anayasanın 167 nci maddesi devlete açıkça piyasalarda oluşacak fiili yahut anlaşma sonucu doğacak tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önleme

Detaylı