PREEKLAMPSİNİN ŞİDDETİNİ VE PERİNATAL SONUÇLARA ETKİSİNİ ÖNGÖRMEDE TİROİD FONKSİYON TESTLERİNİN YERİ



Benzer belgeler
GEBELİK ve BÖBREK HASTALIKLARI

TROFOBLAST İNVAZYON YETMEZLİĞİ PREEKLAMPSİ. Dr.Aylin Okçu Heper Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı

DÖNEM 2- I. DERS KURULU AMAÇ VE HEDEFLERİ

GENEL SORU ÇÖZÜMÜ ENDOKRİN SİSTEM

GEBELİKTE TİROİD FONKSİYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

HAFTADA PLASENTA VOLÜMÜ İLE HAFTADA UTERİN ARTER DOPPLER İNDEKSLERİNİN PREEKLAMSİYİ ÖNGÖRMESİNİN PROSPEKTİF KARŞILAŞTIRILMASI

BÖLÜM I HÜCRE FİZYOLOJİSİ...

Gebelikte yeni gelişen Proteinüri ve Böbrek fonksiyon bozukluğu

Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü. Prof.Dr.Mitat KOZ

The Fetal Medicine Foundation

GEBELİKTE HİPERTANSİYON PREEKLAMPSİ TANI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ İNT.DR. GÖZDE ÖZTÜRK

TİROİD HORMONLARI ve FETOPLASENTER ÜNİTE İLİŞKİSİ

GEBELİK HİPERTANSİYONU, PREEKLAMPSİ, EKLAMPSİ. Şişli Med Akademik Yayınlar. Sadece Tıp Profesyönelleri İçin Hazırlanmıştır

Prof.Dr.Babür Kaleli Pamukkale Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D. 8.MFTP Kongresi Ekim 2012 İstanbul

ENDOKRİN BEZ EKZOKRİN BEZ. Tiroid bezi. Deri. Hormon salgısı. Endokrin hücreler Kanal. Kan akımı. Ter bezi. Ekzokrin hücreler

Tiroid Hormonları ve Yorumlanması.

İskelet Kasının Egzersize Yanıtı; Ağırlık çalışması ile sinir-kas sisteminde oluşan uyumlar. Prof.Dr.Mitat KOZ

EGZERSİZİN DAMAR FONKSİYONLARINA ETKİSİ

Plasenta ilişkili gebelik komplikasyonları ve trombofili. Dr. Kadir Acar Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji BD.

PREEKLAMPSİ. Dr. Sadettin Güngör. Yeni ACOG Önerileri. Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Perinatal Merkezi İstanbul

Preeklampsi. Prof Dr Rıza Madazlı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi. Preeklampsi Maternal Sendrom /Endotel Disfonksiyonu

Hipertansif Hasta Gebe Kalınca Ne Yapalım?

Bugün Neredeyiz? Dr. Yunus Erdem Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Ünitesi

LİPOPROTEİNLER. Lipoproteinler; Lipidler plazmanın sulu yapısından dolayı sınırlı. stabilize edilmeleri gerekir. kanda lipidleri taşıyan özel

LABORATUVAR TESTLERİNİN KLİNİK YORUMU

Şok hastasına yaklaşım, kan ve sıvı resüsitasyonu. Dr. Murat ORAK Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı

ÜRİNER SİSTEM ANATOMİ ve FİZYOLOJİSİ

GEBELİK ENDOKRİNOLOJİSİ GEBELİK ENDOKRİNOLOJİSİ

Gestasyonel Diyabet (GDM)

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı. Çocuk Nefroloji BD Olgu Sunumu 24 Ekim 2017 Salı

Doç. Dr. Selçuk SELÇUK İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe EAH

Gebelik ve Trombositopeni

Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde İzlenen Olgularda Akut Böbrek Hasarı ve prifle Kriterlerinin Tanı ve Prognozdaki Önemi. Dr.

KAN VE SIVI RESÜSİTASYO N -1 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ACİL TIP ANABİLİM DALI Dr.İlker GÜNDÜZ

Patologlar için Plasental Gelişim ve Histoloji. Dr. Serap Toru Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Antalya/Türkiye

METABOLİK DEĞİŞİKLİKLER VE FİZİKSEL PERFORMANS

Glomerül Zedelenmesi -İmmunolojik Mekanizmalar-

GEBELİK SIRASINDA MATERNAL VE FETAL SAĞLIĞIN YÜKSELTİLMESİ

Karaciğer laboratuvar. bulguları. Prof.Dr.Abdullah.Abdullah SONSUZ Gastroenteroloji Bilim Dalı. 5.Yarıyıl

E2 (ESTRADIPL) Normal Değerler: Erkek: <62 pg/ml Kadın:

Ektopik Gebelik. Doç. Dr. Şule Akköse Aydın U.Ü.T.F Acil Tıp AD ATOK

HAYVANSAL ÜRETİM FİZYOLOJİSİ

Prof Dr Rıza Madazlı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı

Doku kan akışının düzenlenmesi Mikrodolaşım ve lenfatik sistem. Prof.Dr.Mitat KOZ

YENİ DİYABET CHECK UP

NEFROTİK SENDROM. INTERN DR. H.RUMEYSA DAĞ Eylül 2013

HUMAN ALBÜMİN Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Finansal Analiz Daire Başkanlığı Mali Hizmetler Kurum Başkan Yardımcılığı

Fetus Fizyolojisi. 10.Sınıf Kadın Sağlığı Hastalıkları ve Bakımı

11. SINIF KONU ANLATIMI 29 ENDOKRİN SİSTEM 4 BÖBREK ÜSTÜ BEZLERİ (ADRENAL BEZLER)

BÖBREK YETMEZLİĞİ TANI VE TEDAVİ SEÇENEKLERİ DR MÜMTAZ YILMAZ EÜTF İÇ HASTALIKLARI NEFROLOJİ BİLİM DALI

GEBELİK KOLESTAZI. Prof. Dr. Filiz Yanık Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Perinatoloji Bilim Dalı

Kanın fonksiyonel olarak üstlendiği görevler

Erken Başlangıçlı Preeklampsi Patofizyololoji. Dr. Füsun Varol Trakya Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD

Gebelerde Rubella (Kızamıkçık) Yrd.Doç.Dr.Çiğdem Kader

Kan Akımı ml/dk. Kalp Debisi DOLAŞIM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VII. Dr. Nevzat KAHVECİ

İ. Ü İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Prof. Dr. Filiz Aydın

Yüksekte Çalışması İçin Onay Verilecek Çalışanın İç Hastalıkları Açısından Değerlendirilmesi. Dr.Emel Bayrak İç Hastalıkları Uzmanı

Olgu EKTOPİK GEBELİK. Soru 1. Tanım. Soru 3. Soru yaşında bayan hasta pelvik ağrı yakınmasıyla geliyor. 5 gündür ağrısı var, SAT 1,5 ay önce

İLAÇLARIN VÜCUTTAKİ ETKİ MEKANİZMALARI. Öğr. Gör. Nurhan BİNGÖL

DAMAR HASTALIKLARINDA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR

İNME. Yayın Yönetmeni. TND Beyin Yılı Aktiviteleri Koordinatörü. Prof. Dr. Rana Karabudak

EGZERSİZE ENDOKRİN ve METABOLİK YANIT

Nonimmun Hidrops Fetalis Tanı ve Yaklaşım. Prof. Dr. Acar Koç Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı

Hemodiyaliz Hastalarında Serum Visfatin Düzeyi İle Kardiyovasküler Hastalık Ve Serum Biyokimyasal Parametreleri Arasındaki İlişki

Maternal serum 25 OH vitamin D düzeylerinin preterm eylem ve preterm doğumda rolü var mıdır?

TRİİODOTİRONİN (T3) ve TİROKSİN (T4) (TOTAL VE SERBEST)

Magnezyum (Mg ++ ) Hipermagnezemi MAGNEZYUM, KLOR VE FOSFOR METABOLİZMA BOZUKLUKLARI

Yaşlanmaya Bağlı Oluşan Kas ve İskelet Sistemi Patofizyolojileri. Sena Aydın

Otakoidler ve ergot alkaloidleri

FETAL SAĞLIĞIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Hasar Kontrol Cerrahisi yılında Rotonda ve Schwab hasar kontrol kavramını 3 aşamalı bir yaklaşım olarak tanımlamışlardır.

* Kemoreseptör *** KEMORESEPTÖR REFLEKS

MULTİPL MYELOM VE BÖBREK YETMEZLİĞİ. Dr. Mehmet Gündüz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji B.D.

ENDOKRİN SİSTEM #4 SELİN HOCA

VAY BAŞIMA GELEN!!!!!

Membranoproliferatif Glomerülonefriti Taklit Eden Trombotik Mikroanjiopatili Bir Olgu

TİROİD BEZİ. Tiroid bezi kelebeğe benzeyen iki birleşik lobu olan bir organdır.

EPİLEPSİLİ HASTAYA GEBELİK DÖNEMİNDE OBSTETRİK YAKLAŞIM

Plasenta Amniyon Çoğul Gebelikler

Çalışmaya katılan hasta sayısı: 7601 (7599 hastanın datası toplandı)

ERKEN GEBELİK KAYIPLARINDA LABORATUVAR TARAMASI (Plasenta Kökenli Kayıplar / Plasentanın Vasküler Problemleri)

Gestasyonel Diyabet: Anne ve Fetusta Kısa ve Uzun Dönem Sonuçlar

IX. BÖLÜM KRONİK HASTALIK ANEMİSİ TANI VE TEDAVİ KILAVUZU ULUSAL TEDAVİ KILAVUZU 2011

Gebe ve Emziren Kadında Antihipertansif Tedavi. Prof Dr Serhan Tuğlular MÜTF Nefroloji Bilim Dalı

Bu Ünitede; Şokun Tanımı Fizyopatoloji Şokta sınıflandırma Klinik Özellikler Tedavi anlatılacaktır

Maskeli Hipertansiyonda Anormal Tiyol Disülfid Dengesi

Trombofili nin Tekrarlayan Gebelik Kayıplarındaki Rolü. Dr. Ayhan SUCAK

Sunum planı. Hipofiz Epifiz Tiroid Paratiroid ve Pankreas hormonları

PRETERM-POSTTERM EYLEM

GEBELİK TİROİD TARAMASI? EVET

T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI ZEYNEP KAMİL KADIN VE ÇOCUK HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ. KLİNİK ŞEFİ: Op. Dr. MEHMET ULUDOĞAN

DOKU. Dicle Aras. Doku ve doku türleri

SUBKLİNİK HİPOTİROİDİYE YAKLAŞIM. Doc. Dr. Meral Mert SBÜ, Bakırkoy Dr Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Kliniği

NORMAL VE PREEKLAMPTİK GEBELERİN PLASENTA VE FETAL MEMBRANLARINDA AKUAPORİN EKSPRESYONU, PERİNATAL VE NEONATAL SONUÇLAR

Epilepsi nedenlerine gelince üç ana başlıkta incelemek mümkün;

1. HAFTA PAZARTESİ SALI ÇARŞAMBA PERŞEMBE CUMA. Hasta Başı Eğitim / İş Başında Öğrenme Hasta viziti, poliklinik, doğumhane ve ameliyathanede pratik

Tiroid dışı hastalıklarda düşük T3, yüksek rt3, normal T4 ve normal TSH izlenir.

VÜCUT KOMPOSİZYONU 1

Postpartum kanama nedenleri, insidansı ve Türkiye mortalitesi

RENOVASKÜLER HİPERTANSİYON ŞÜPHESİ OLAN HASTALARDA KLİNİK İPUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ DR. NİHAN TÖRER TEKKARIŞMAZ

Transkript:

T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Doğumevi Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Hastanesi Klinik Şefi: Op.Dr. H. Cemal ARK PREEKLAMPSİNİN ŞİDDETİNİ VE PERİNATAL SONUÇLARA ETKİSİNİ ÖNGÖRMEDE TİROİD FONKSİYON TESTLERİNİN YERİ Dr. Oğuz GÜLER (UZMANLIK TEZİ) İSTANBUL 2005 1

İÇİNDEKİLER Sayfa No GİRİŞ...1 GENEL BİLGİLER...2 MATERYAL VE METOD...32 BULGULAR...34 TARTIŞMA...40 SONUÇ...45 ÖZET...46 ABSTRACT... 47 KAYNAKLAR...49 2

ÖNSÖZ Hastanemiz Başhekimi Dr Hüseyin ALDEMİR e, Uzmanlık eğitimim sürecinde engin bilgi ve tecrübelerini bana aktaran, otoriter tavırları ile disiplin ve hoşgörüyü öğreten değerli hocam, klinik şefim Op. Dr. H.Cemal ARK a Aynı duygularla diğer klinik şeflerimizden ; Op.Dr. Yavuz CEYLAN a ve Doç. Dr. Ahmet GÜLKILIK a ve özellikle sosyal konularda desteğini her zaman hissettiğim Op. Dr. Ali İsmet TEKİRDAĞ a teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Eğitimime katkısı olan tüm şef yardımcısı ve uzmanlarımıza, Tezime katkılarından dolayı Gelişim Laboratuarı na, Beraber çalıştığım tüm asistan arkadaşlarıma, Hastanemizde çalışan tüm ebe, hemşire ve diğer sağlık personeline, Beni sevgiyle büyütüp, her türlü maddi ve manevi desteği esirgemeyen kıymetli aileme, TEŞEKKÜRLER Dr Oğuz GÜLER 3

GİRİŞ Perinatoloji alanında çalışanların amacı, perinatal mortalite ve morbiditeyi azaltmaktır. Bu nedenle yüksek riskli gebelerin yakın takibi ve gerektiğinde uygun tedavinin başlanması gereklidir. Preeklampsi insidansı ırk, bölge ve ülkelere göre değişmekle beraber, gebelerin yaklaşık %7-10 u civarındadır(1,2). Preeklampsi, ülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde perinatal ve maternal morbidite ve mortalitenin en sık nedenidir(2,3). Fetal komplikasyonlar arasında intrauterin gelişme geriliği, prematür doğum, perinatal asfiksi sayılabilir. Bazı çalışmalarda preeklampsinin, neonatal tiroid fonksiyonlarına olumsuz etkileri bildirilmiştir(4). Maternal komplikasyonlar plasenta dekolmanı, intrakraniyal kanama, karaciğer yetmezliği ve böbrek yetmezliğinden, ölüme kadar değişebilir(1). Uzun yıllardır yapılan birçok klinik, biyofiziksel ve biyokimyasal çalışmalara rağmen preeklampsinin etyopatogenezi tam olarak bilinmemektedir. Bu sebeple, preeklampsinin etkin bir tedavisi yoktur ve doğumun indüklenmesi tek tedavi seçeneğidir(5). Bununla birlikte hastalığın klinik bulguları ortaya çıkmadan tedavi etmeye yönelik pek çok çalışma da mevcuttur(6). Preeklampsinin önlenmesi için çeşitli ilaç ve diyet uygulamaları yapılmıştır, ama bunların da kesin faydaları ispatlanamamıştır(7). Normal gebelikte tiroid fonksiyonlarında oluşan değişiklikler, ayrıntılarıyla yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. Ancak, preeklamptik hastalarda tiroid fonksiyonları hakkındaki çalışmalar az sayıdadır. Hipertiroidi, hipotiroidi ve postpartum tiroiditiste hastalığa hipertansiyonun eşlik edebileceği bilinmektedir. Acaba preeklamptik hastalarda hipertansiyonun tiroid fonksiyonları ile ilişkisi var mıdır? Biz bu çalışmada, normal sağlıklı gebelerle preeklamptik hastaları ve preeklemtik hasta grubundaki ağır ve hafif preeklamtik hasta alt gruplarını birbirleriyle karşılaştırarak tiroid fonksiyonlarını ve bunların perinatal sonuçlarla olan ilişkisini inceleyip, bunların preeklampsinin şiddetini ve perinatal sonuçlara etkisini öngörmedeki rolünü araştırmayı amaçladık. 4

GENEL BİLGİLER TERMİNOLOJİ Gebeliğin neden olduğu hipertansiyon genellikle gebeliğin 20. haftasından sonra ortaya çıkmaktadır. İstisna olarak trofoblastik hastalık ve çoğul gebelik durumunda 20. haftadan önce ortaya çıkar. Gebelikte görülen hipertansiyon gebelik öncesinde var olan bir hadise olabileceği gibi gebeliğe sekonder gelişen bir durum da olabilir, veya geçici bir olay olarak karşımıza çıkabilir. Gebelikte ortaya çıkan hipertansiyona, ödem ve proteinüri eklenirse bu duruma "preeklampsi adı verilir. Hipertansiyon; gebelik öncesi veya ilk trimesterdeki kan basıncına göre sistolik basıncın 30 mm Hg, diastolik basıncın ise 15 mm Hg dan fazla yükselmesi veya en az 6 saat ara ile iki defa yapılan ölçümlerde kan basıncının 140/90 mm Hg veya üzerinde olması durumudur. Proteinüri; en az 6 saat ara ile alınan idrar örneğinde iki veya daha fazla kez 1+ ya da 2+ proteinin çıkması durumunda ya da 24 saatlik idrarda 300 mg/l den fazla protein bulunması durumunda proteinürinin varlığından bahsedilir.proteinürinin nedeni glomerul kapillerlerinin permeabilitesinde, özellikle albumin için artış olmasıdır. İdrarda kaybedilen proteinin %50-60 ı albümindir. Proteinürinin artışı ve devamı anne ve bebek prognozu açısından kötü işarettir. Ödem; preeklampsi gelişiminde ilk ortaya çıkan bulgudur. Ekstemite ve yüzde sıvı toplanması ile karakterizedir.12 saatlik bir yatak istirahatinden sonra sadece pretibial ödem olması (+), tüm alt ekstremitelerde ödem olması (++), karın cildinde ve yüzde ödem olması (+++) ve anazarka tarzında ödem olması (++++)ödem olarak adlandırılır. Beyin ve akciğerde ödem olması fatal olabilir. Aşağıdaki bulgulardan herhangi birinin olması durumunda " Ağır Preeklampsi tanısı konur. 1) En az 6 saatlik ara ile iki defa yapılan ölçümlerde sistolik kan basıncının 160 mmhg veya daha fazla, diastolik kan basıncının ise 110 mmhg veya daha fazla olması 5

2) 24 saatlik idrarda 5 g veya daha fazla proteinürinin olması ya da dipstik ile 3-4 pozitif proteinürinin olması 3) Oligüri ( 400 ml/24 saat) 4) Serebral veya vizüel bozukluklar 5) Devam eden epigastrik ağrı, bulantı veya kusma 6) Pulmoner ödem veya siyanoz 7) Trombositopeni 8) Fetal büyüme geriliği 9) Serum kreatinin seviyesinde yükselme 10) Mikroanjiopatik hemolitik anemi Bazen preeklampsi tablosuna tonik-klonik tarzda konvulziyonlar eklenir ve bu tabloya "Eklampsi adı verilir. Eklampsideki konvulziyonlar serebral korteks kökenlidir. Yüzden ve üstten başlayarak, bütün çizgili kaslara yayılır. Tonik (kasılma) ve klonik (çırpınma) şeklindedir. Kronik hipertansiyon ise önceden varolan ve gebelikle beraber devam eden hipertansiyondur. Bazen de hipertansiyon, annede varolan hipertansif hastalıklara veya predispozan faktörlere sekonder olarak ortaya çıkabilir. Bu durum "süperempoze preeklampsi olarak tanımlanır. HELLP Sendromu ise hemoliz (H), yükselmiş karaciğer enzimleri (EL) ve düşük trombosit sayısı (LP) ile karakterize, ilk defa Weinstein tarafından tanımlanmış bir sendromdur. Trombosit sayısı 100.000/mm3 ün altındadır.(8). 6

SINIFLANDIRMA Sınıflandırma ortaya çıkan klinik tablolara göre yapılır (Tablo I). Tablo I: Gebelikte Hipertansiyon Sınıflandırması (9): A. Gebeliğin neden olduğu hipertansiyon (PIH) 1) Proteinüri ve patolojik düzeyde ödem olmaksızın sadece hipertansiyon 2) Preeklampsi (proteinüri ve/veya patolojik ödem ile birlikte) a) Hafif b) Ağır 3) Eklampsi B. Kronik hipertansiyon C. Kronik hipertansiyonun süperempoze olması 1) Süperempoze preeklampsi 2) Süperempoze eklampsi İNSİDANS Gebelerde hipertansiyon insidansı tüm dünyada farklı toplumlarda farklı oranlarda görülmektedir. Genel insidans %6-20 dir. Ağır preeklampsiye %1 den az, eklampsiye ise %0.1 oranında rastlanmaktadır. Eklampsi insidansı gelişmiş ülkelerde 1:2000, gelişmekte olan ülkelerde ise 1:100-1:1700 olarak bildirilmiştir (10). RİSK FAKTÖRLERİ Her ne kadar insidansta coğrafi ve ırksal farklılıklar bildirilse de, farklı populasyonlardaki preeklampsinin gelişiminde pek çok risk faktörü tanımlanmıştır. Aşağıdaki hallerde preeklampsi insidansı artmaktadır: 1) Önceki gebeliklerde preeklampsi 2) Ailesinde preeklampsi-eklampsi hikayesi 3) Nulliparite 4) Siyah ırk 5) Çoğul gebelik 7

6) Obezite 7) Polihiramnios 8) Molar gebelik 9) Diabetes mellitus 10) Kronik hipertansiyon 11) Renal hastalık 12) Genç yaş 13) Düşük sosyoekonomik yapı 14) Non immun fetal hidrops 15) Bağ dokusu hastalıkları 16) Kalıtım Gebeliğe bağlı hipertansiyon öncelikle nulliparların hastalığıdır (11). ABD de tüm nullipar gebeliklerde insidansı %6-7 dir. Siyah ırktan olmanın hastalık için bir risk faktörü oluşturduğu pek çok yayında belirtilmiştir.preeklampsi ve eklampside ailesel yatkınlık da mevcut olabilir. Bu nedenle ailede preeklampsi hikayesi oluşu önemlidir ve riski 6 kat artırdığı ifade edilmektedir. Resesif geçişli tek gen mutasyonu sonucu ya da parsiyel penetrasyon gösteren dominant bir gene bağlı olabileceği gibi multifaktöryel olabilir(12). Preeklampsiye neden olabileceği belirtilen diğer risk faktörleri olarak şunlar belirtilmektedir: Triploidi, erkek fetus, sakrokoksigeal teratom, hipertiroidizm, barier kontrasepsiyon yöntemleri, yardımcı üreme teknikleri, idrar yolları enfeksiyonları, hiperemezis, epilepsi, migren(13). Bunların preeklampsi ile birlikteliği tam olarak kanıtlanmamıştır. ETYOLOJİ Preeklampsinin etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Ama trofoblastik dokunun varlığında ortaya çıkan bir sendromdur. Kesin tedavisinin gebeliğin sonlanması olması da bunu açıkça göstermektedir. Yine plasentasyonda defekt ya da hiperplasentasyon olan molar gebelik ve çoğul gebelik gibi durumlarda preeklampsi riski artmakta ve koryonik villusların bu olgularda normal gebeden fazla olması sorumlu tutulmaktadır(12,14). Myometriumdaki arterlerin trofoblastlar tarafından invazyonunda problem olan gebeliklerde azalmış 8

plasental akım ve bunun sonucunda preeklampsi ve intrauterin gelişme geriliği (IUGR) gözlenmektedir. Preeklampsi etyolojisi hakkında yapılan yoğun araştırmalar sonucu kabul gören 4 tane hipotez mevcuttur: I. Uteroplasental iskemi: Preeklampside normal gebeliğe göre uteroplasental kan akımında belirgin azalma gözlenmektedir ve fizyopatolojik değişikliklerin bu iskemi tarafından başlatıldığı ileri sürülmektedir(2,15). Plasental iskeminin bir sonucu olarak trofoblastların aşırı migrasyonu ve sınırın dışına çıkışı, muhtemelen bu endotelyal hücre disfonksiyonuna sebep olmaktadır. II. Çok düşük dansiteli lipoprotein (VLDL) ve albuminin toksisite önleyici aktivitesi: Gebelikte artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için nonesterifiye yağ asitleri mobilize olur. Albumin konsantrasyonu düşük olan kadında adipoz dokudan fazladan nonesterifiye yağ asitlerinin karaciğere transportu albuminin antitoksik aktivitesini azaltır. III. İmmun nedenler: Desidual lökositler ile sitotrofoblast hücreleri arasındaki etkileşim normal trofoblast invazyonu ve gelişimi için gereklidir. Bu immun maladaptasyon spiral arterlerin endovasküler sitotrofoblast hücreleri tarafından yüzeysel invazyonuna ve artmış desidual sitokinlerin, proteolitik enzimlerin ve serbest radikallerinin sebep olduğu endotelyal hücre disfonksiyonuna yol açar. Preeklampside görülen lezyonların nedeninin immunolojik olduğu ileri sürülmüştür(15,16). Preeklamptik ve eklamptik hastaların plasenta, böbrek, glomerul ve karaciğer Kuppfer hücrelerinde IgG ve C3 den oluşan immün kompleksler saptanmıştır(16). HLA-A ve HLA-B antijenleri için homozigot olan gebelerde şiddetli preeklampsi daha sık görülmektedir. Anne ve fetus arasındaki artmış HLA (human lökosit antijeni) uyuşmazlığı ve azalmış immün cevap sorumludur(15). IV. Genetik yatkınlık: Preeklampsi ve eklampsinin gelişimi bir resesif gene veya tam olmayan penetransa sahip dominant bir gene bağlı olabilir. Penetrans fetal genotipe bağlı olabilir. Chesley, Cooper ve Liston hastalığın genetik temelini öne sürmüşlerdir. Bu araştırıcılar eklampsili kadınların kız çocuklarında gelinlerine göre daha yüksek risk saptamışlar ve resesif bir genden bahsetmişlerdir. Bununla birlikte multifaktöryel kalıtımın da göz ardı edilmemesi gerektiği belirtilmektedir(18). 9

PATOFİZYOLOJİ Preeklampsi, kökeninin maternal ve plasental olduğu bilenen, heterojen sebeplerin araya girdiği bir multisistem hastalığıdır. Daha çok genç primigravidlerde görülür. Her ne kadar önceden mevcut olan esansiyel hipertansiyon, mikrovasküler hastalıklar endokrinolojik ve koagülatif bozukluklar preeklampsinin gelişmesine bir zemin hazırlasa da preeklampsi farklı bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. Preeklampsi için açık tanısal test olmaması, başlangıcının ve gidişinin tahmin edilememesi bu sahada araştırmaların yapılmasını zorlaştırmıştır. Spiral arterlerdeki yüzeysel endovasküler sitotrofoblast invazyonu ve endotelyal hücre disfonksiyonu, etyolojisinin halen bilinmemesinin yanında preeklampsinin iki anahtar mekanizması olarak belirtilmektedir(19). Hastalık, plasental ve spiral arterlerin bozulmuş ekstravillöz trofoblast invazyonu ile başlar ve vasküler dilatasyonun olmaması, plasental perfüzyonun yeniden düzenlenmesinde başarısızlıkla sonuçlanır. Normal olarak, fetal trofoblastik hücreler bazal arterlerden yükselen, myometriumu uterusun desidual bölgesine kadar penetre eden spiral arterlerin endotelini, internal elastik laminasını, muskuloelastik media tabakasını işgal eder(20). Vasküler değişiklikler intervillöz aralıktan myometrium üçte birlik iç kısma kadar uzanır. Genellikle bu işlem 20 haftalık gestasyonda tamamlanır. Büyüyen fetusun ihtiyaçlarını karşılamak için elastik müsküler arterler çaplarını 4-6 kat arttırıp, yüksek akımlı düşük resistans sistemine geçerler. Preeklampside bu olaylar gerçekleşmez, meydana gelen patolojik durum "akut arteroz olarak adlandırılır. Bunun yanı sıra, aktive olmuş trombositler, endotel proliferasyonuna neden olan, artmış miktarlardaki trombosit kaynaklı büyüme faktörünü (PLGF) üretirler. Nötrofillerde, muhtemelen endotelin ile aktive olurlar ve lizozomal enzim elastazı serbest bırakırlar. Diğer anormallikler vazoaktif peptitlerin anormal yıkımına bağlı olarak, dolaşan prostasiklinin azalması ve tromboksan, endotelin-1 fibronektin ve trombomodulinin seviyelerinin artmasını içerir. Vasokonstriktörler ve vasodilatatörler arası dengesizlik vazokonstrüksiyon lehinedir. İnsülin düzeyleri artar ve insüline hücresel kalsiyum yanıtı değişir ki bunlar gebeliğin normal insülin rezistansının artmasına neden olur. 10

Bir başka teoriye göre, lokal antijen bloke edici faktörlerin yetersizliği nedeniyle fetusa karşı oluşan maternal immun yanıtların, plasentanın hasarlanmasına sebep olduğu, immunolojik uyumsuzluk durumudur. Sonuçta, iki antijen olarak farklı dokular arası doğal tolerans hasar görür. Dolaşımdaki lupus antikoagülan, antifosfolipid ve antiendotelial hücre antikorların bu olaya daha da katkıda bulunabilirler. Gebeliğin erken haftalarında sitotrofoblast hücreleri dallanan villuslara doğru göç etmeye başlarlar ve sinsityotrofoblastlara doğru trofoblast kabuğunu penetre ederek sitotrofoblast kolonlarını oluştururlar. Trofoblast hücreleri desiduaya doğru migrasyona devam ederler ve plasental yatak altındaki myometriumda kolonize olmaya başlarlar. Sitotrofoblast hücre kolonları spiral arterlere ulaştığında trofoblast hücreleri lümen içine yerleşerk intraluminal tıkacı oluştururlar. Endovasküler trofoblast hücreleri spiral arterlerin endotel hücrelerinin yerine geçer ve media tabakasını invaze ederler. Böylece medianın elastik, müsküler ve nöral yapıları hasara uğrarlar. Endovasküler sitotrofoblast hücrelerinin normal adezyon reseptör fenotiplerini değiştirdikleri ve böylece yerine geçtikleri endotel hücrelerini taklit ettikleri gösterilmiştir. Bu taklitteki başarısızlık preeklampsi ile ilişkili olabilir(20). Gebelik maternal kardiovasküler fizyolojide belirgin değişiklikler yaratır. Sistemik vasküler direnç azalmıştır, nabız basıncının genişlemesi ile birlikte kan basıncında düşme vardır. Kan hacmi artmıştır. Kardiak debi, atım hızı ve atım hacmiyle yükselir. Bu değişiklikler gebeliğin steroid hormonlarına bağlıdır ve bu değişiklikler ilk trimesterde, plasental yatakta hemodinamik değişiklikler oluşmadan önce başlar. Uterus dolaşımı iki komponente sahiptir; myometriuma ve plasental yatağa olan kan akımı. Bunlar ayrı kontroller altındadır. Myometriuma olan kan akımı, gebeliğin çoğunda az çok otoregülasyon ile kontrol altındadır. Fakat plasental akım normal gebelikte pasif özelliktedir. Normal gebelikte uteroplasental yatağa olan kan akımı artışı sonucu olarak uterin akımda belirgin artış olur. Bu, vasküler yataktaki basınç gradientinin azalması ve belli bir noktaya kadar vasküler resistanstaki azalma ile olur(21). Vasküler resistanstaki azalma, ikinci trimesterde düşük rezistanslı bir arteriovenöz şant halini alan derin uterus damarlarındaki fiziksel değişikliklere bağlanmaktadır. Uteroplasental damarsal yatakta masif genişleme vardır. Bu da 11

plasenta büyüdükçe plasental yatağa eklenen damar sayısında artma ile birliktedir. İnsan gebeliğinde uterus kan akımı termde 700ml/dk. (total kardiak debinin %10 u) olarak tahmin edilmektedir. Bunun da %80 i plasental yatağın derin kısımlarına gitmektedir. Bu akım uterus ağırlığı ve onun komponentleri ile ilişkilidir ve gebelik süresince sabit kalmaktadır. Ayrıca bu akım oksijen tüketimi ile de ilişkilidir(22). Damar sayısının artmasına ilaveten damar karakterinde de oldukça farklı değişiklikler olur. Spiral arterler uteroplasental arterlere dönüşürler. Bu yaklaşık olarak 12.haftada başlar ve yaklaşık 18 ve 20. gebelik haftalarında maksimuma ulaşır. Bundan sonra plasental invazyonun ikinci kısmı olan trofoblast tabakalarının ilerleyişi başlar(23,24). Bu oluşan damarlar görüntü ya da işlev olarak arterlere benzemezler. Sitotrofoblastların damar lümenine ve damar duvarına invazyonu ile damarın kas tabakasında dejenerasyonlar gözlenir. Arterler oldukça sıkı spiral konfigurasyonlarını kaybederler, düzleşirler ve masif bir dilatasyon olur. Trofoblastlar, myometrial segmente ulaşmak için spiral arterler boyunca ilerler ve sonuçta bahsedilen vasküler değişiklikler gelişir. Sonuçta plasental yatak damarlanması gebeliğin başındaki spiral arterlerden çok kıvrımlı venlere benzer. Bu damarlar desidua tabakası içinde yaygın olarak dağılırlar. Bu sırada muskuloelastik yapılarını kaybederler ve sonuçta sistemik vazoregülatuvar bileşenlere ve basınç değişikliklerine yanıt özelliklerini kaybederler. Uterin arter istmus seviyesinde dallanır, bu dallar myometriuma girmeden önce arkuat ağ olarak korpusa ve servikse doğru yol alırlar, myometriuma giren dallar (radial arterler) plasental yatağa yaklaşırlar. Normal gebeliğin basınca bağlı olumlu pasif damarsal değişiklikleri myometrium ve desidual tabakaların bileşimindeki bazı radial arterleri de etkiler. Bu bileşime yakın, bazal arter ağı myometrial-desidual bileşimin kanlanmasını sağlar. Spiral arterler de plasental yatağın kendisinin kanlanmasını sağlar. Trofoblast invazyonunda ve damar transformasyonundaki yetersizlikler, preeklampsi ve plasental kaynaklı intrauterin gelişme geriliğinin patofizyolojisinin altında yatan gerçektir(23,25). Trofoblast göçü tamamen başarısızlığa uğrayabilir ya da desidual-myometrial kesişim noktasında duraklayabilir. Fizyolojik vasküler transformasyonların eksikliği sonucu plasentanın her iki tarafında kardiyovasküler fonksiyonlar ciddi olarak etkilenir. 12

Bunların çoğu doppler velosimetri ile saptanabilir. Hemodinamide kötüleşme, süregelen plasental yatak hasarı ve infarktı sonucu oluşur ki, bu hasar ve infarkt preeklampsi/iugr için patagnomonik gibi görünmektedir(26). Plasentalaşma sonucunda, maternal uteroplasental ve fetal umblikal plasental dolaşımlar arasında temas oluşur. Perfüzyondaki uyumlu düzen sonucu her iki dolaşım arasındaki oksijen ve besin alışverişi ve artık maddelerin uzaklaştırılması sağlanmış olur. Her iki dolaşımın da bu alışverişin kontrolünde payı var gibi gözükmektedir. Eğer embolizasyon ile maternal uteroplasental akım azaltılacak olursa, fetal umblikal akımda bir azalma meydana gelir(27). Bu durumda fetus hayati önem taşıyan organlara öncelik verilmek üzere kardiyak outputun dağılımını yeniden düzenler. Bunu aksine, fetal ölümden sonra açıkça görülebileceği gibi, fetal umblikal dolaşım uteroplasental perfüzyonu etkileyebilir. Yükseklik arttıkça, uterin kan akımındaki artışa paralel olarak fetal dolaşım hızı da artmaktadır. Perfüzyon dengesinin nasıl sağlandığı açık değildir, ama vazoaktif prostaglandinler arasındaki dengesizlik, toksik vazokonstriktörlerin oluşumu ya da bunların her ikisi beraber olaya dahildir(28). Benzer şekilde, erken gebelikte belirgin uyumsuzlukların önemi de tam anlaşılamamıştır Preeklampsinin başlıca olaylarından biri gelişen hipertansiyondur. Kan basıncını etkileyen iki faktör kardiyak output ve periferik damar direncidir. Normal gebelerde kardiyak output 1. trimesterde gebe olmayan kadınların %30-50 si kadar artar, sonra artış durur ve gebeliğin sonuna kadar aynı seviyede kalır. Oysa preeklamptik hastalarda bu artış durmaz ve gebeliğin sonuna kadar devam eder. Yine normal gebelerde periferal damar direnci %25 azalırken preeklamptiklerde artar. Bu artış preeklampside görülen yüksek tansiyonun ana nedeni olarak gösterilmektedir Artmış vasküler dirence; angiotensin II, katekolaminler, vasopressin gibi endojen hormonlara karşı damar seviyesindeki değişikliklerin neden olabileceği düşünülmektedir. Normal gebelerde angiotensin II ye bir direnç oluşurken preeklamptiklerde tersine artmış bir hassasiyet mevcuttur. Bu artmış hassasiyet 17.haftadan başlayarak ortaya çıkabilmektedir. Böylelikle preeklampsi gelişme riski olanların, hastalık klinik olarak aşikar hale gelmeden, 8-12 hafta öncesinden bilinebileceği belirtilmektedir. Angiotensin II nin damar direncine 13

yaptığı etki muhtemelen damar endotelinde sentezlenen prostaglandinler üzerinden olmaktadır. İndometazin ve aspirin gibi inhibitörlerin kullanımıyla damar duvarının angiotension II ye verdiği cevap azaltılabilmektedir. Normal gebelerde hem prostasiklin hem de hem de tromboksan A2 de arış gözlenir. Fakat denge prostasiklin lehinedir. Damar endoteli tarafından üretilen prostasiklin potent bir vazodilatatör ve anti-platelet agregan bir maddedir. Plateletler ve trofoblastlar tarafından üretilen tromboksan A2 ise vazokonstriktör ve platelet agregatör olarak görev yapar. Preeklamptik hastalarda tromboksan A2/ prostasiklin oranı artar. Bunun nedeni olarak preeklamptik hastalarda hasar görmüş endotel hücrelerinden prostasiklin üretiminin azalması sonucu platelet aktivasyonunun artması ve tromboksan A2 nin salınmasına neden olması gösterilmektedir. Böylelikle artmış tromboksan A2/ prostasiklin oranı ortaya çıkar. Bu da vasküler tonus artışına ve yükselmiş vasküler basınca neden olur. Normal gebelerde toplam kan hacmi 2.trimesterin sonunda %50 oranında artmıştır. Bu artışın nedeni artmış eritrositlerden çok, artmış plazma volümü nedeniyledir. Bu da fizyolojik anemiye sebep olur. Preeklamptiklerde kan hacmindeki toplam artış ancak %16 seviyelerinde kalmaktadır. Bunun neden olduğu hemokonsantrasyon perfüzyonu bozmaktadır. Ancak bu hastalarda artmış damar tonusu ve vazospazm nedeniyle akut bir kanama olmazsa intravasküler kompartmandaki eksiklik sorun yaratmaz. Klinik olarak preeklampsinin şiddeti artıkça hemokonsantarsyon oranının arttığı görülür. Preeklamptik hastalardaki endotel hasarı mikroangiopatik hemoliz nedeniyle olabilir. Preeklampside görülen trombositopeni, alyuvarların parçalanması, artmış fibrinonektin, azalmış antitrombin III ve alfa2-antiplazmin seviyeleri, endotel hasarı, bunu izleyen pıhtılaşma ve fibrinolizin sonucu olarak ortaya çıkabilirler(29). Bu faktörlerin seviyelerindeki değişiklikler preeklampsinin tanınmasında ve özellikle kronik hipertansiyondan ayrımında önem taşımaktadır. 14

MORFOLOJİK VE FONKSİYONEL ORGAN DEĞİŞİKLİKLERİ A) Kardiyovasküler sistem: Preeklampsi hipovolemi, hipertansiyon ve artmış sistemik vasküler rezistans ile karakterizedir(30). Hipovolemi vasokonstriksiyon, kapiller yataktan sıvı kaybı veya başka bir nedene bağlı olabilir. Kan akımının direkt ölçümü ile birçok organın perfüzyonunun azaldığı bilinmektedir. Yine preeklamptik gebelerde tedavi öncesi yapılan ölçümlerde normal sol ventrikül dolma basıncı, artmış sistemik vasküler rezistans ve hiperdinamik ventriküler fonksiyon bulunmuştur(31). Preeklamptik gebelerin azalmış intravasküler kompartmanları vasospazm nedeniyle dışarıdan verilen sıvı ile doldurulamaz. Bu hastalara fazla sıvı verildiğinde normal olan sol ventrikül dolma basıncı ve buna bağlı kardiyak output da artacaktır. Preeklamptik gebeler fazla sıvı kadar volüm kaybına da hassastırlar. Doğumdan birkaç saat sonra vazospazmın çözülmesi ile volüm artar ve hematokrit değeri düşer. B) Santral sinir sistemi ve beyin: Preeklampside beyine giden kan akımında ve serebral oksijen metabolizmasında herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen normal gebelere oranla serebral vasküler dirençte belirgin bir artış olmaktadır. Eklampsi nedeniyle ölen hastaların üçte birinde peteşiden geniş hematomlara kadar uzanan serebral kanamalar görülmüştür. Eklamptik konvülzyonlardan sonra ise hastaların %75 inde spesifik olmayan, geçici, anormal elektroensefalogram bulguları mevcuttur(32). Bu hastaların bilgisayarlı tomografi görüntülerinde ise lokal ödem ve kanama ile uyumlu olabilecek kortikal hipodens alanlar dikkati çekebilir. C) Hematopoetik sistem: Bütün preeklamptik gebelerde hematolojik bozukluk olması şart değildir. Görülen patolojiler şunlardır; trombositopeni, bazı pıhtılaşma faktörlerinin miktarında azalma, hemoliz. Preeklampsi-eklampsi olgularında maternal trombositopeni görülmektedir. Doğumdan birkaç gün sonra normal seviyeye çıkar. 15

Trombositopeninin her hastada derecesi farklıdır. Trombositopeninin etyolojisinde trombosit bağlayan antikorlar sorumlu tutulmuştur(33). Koagülasyon sistemindeki değişiklikler preeklampside klinik olarak belirgin değildir. Von Willebrand faktörün aktivitesinin Faktör VIII aktivitesine oranı artmıştır. Antitrombin III seviyesi ise azalmıştır(34). Ağır preeklampsi ve eklampsi olgularının %7 sinde dissemine intravasküler koagülasyon (DIC) görülmektedir. DIC te intravasküler prokoagülanlarda azalma, fibrin yıkım ürünlerinde artma ve mikrotrombüslere bağlı son organ hasarı vardır(35). DIC in preeeklampside oluş mekanizmasında vazospazma bağlı endotel hasarı sorumlu tutulmaktadır. Yine vasküler fibronektinin preeklampside yüksek bulunması bu görüşü desteklemektedir(36). Hemolizin oluş mekanizması vazospazma bağlı endotelyal yüzeyin bozulması, trombositlerin bu yüzeylere yapışması, fibrin birikimi ve sonuçta mikroanjiopatik hemolizin gerçekleşmesi şeklinde açıklanır. Ağır preeklampsili ve eklampsili hastaların eritrositlerinin morfolojisi incelendiğinde şizositosis ve ekinositosis görülmüş, bu değişiklikler normal gebelerde gözlenmemiştir. D) Böbrekler: Gebelik sırasında renal kan akımı ve glomerüler filtrasyon oranı artar. Fakat preeklamptik hastalarda normal gebelere kıyasla renal perfüzyon %20, glomerüler filtrasyon oranı %32 oranında azdır. Preeklamptik hastalardan alınan renal biyopsilerde hastalığa ait değişiklikler izlenebilir. Bu hastaların glomerüler kapiller endotelinde şişme ve bununla birlikte endotel hücrelerinin altında ve aralarında fibrinojen derivelerinin depozitleri görülür. Bu yapıya Spargo tarafından glomerüler kapiller endoteliyozis adı verilmiştir(37). Glomerüler değişiklikler ancak postpartum haftalar sonra normale dönebilmektedir. E) Karaciğer: Preeklampsi ile birlikte görülen hemoliz, yükselmiş karaciğer enzimleri, düşük platelet sayısı ile karakterize bir durum olan HELLP sendromu tariflenmiştir. Serumda karaciğer enzimlerinin yükselmesinin muhtemel sebebi, karaciğer lobüllerinin periferinde görülen periportal hemorajik nekrozlar 16

şeklindeki lezyonlardır. Bu lezyonlardan ve kapsülden olan kanamalar subkapsüler hematomlara neden olabilmektedir. Karaciğer kapsülü altından olan kanama o kadar ciddi boyutta olabilir ki kapsül rüptüre olup hayatı tehdit edici intraperitoneal kanamaya sebep olabilir. F) Plasenta: Preeklampsi olgularında uteroplasental kan akımı azalmaktadır. Normal gebelikte trofoblastların invazyonu ile spiral arterler dilate, rezistansı düşük damarlara çevrilirler. Preeklampside trofoblast invazyonu defektiftir. Preeklamptik hastaların uteroplasental yapılarında meydana gelen belirgin histolojik değişiklikler hastalık için patognomoniktir ve akut arteroz olarak adlandırılır. Bu değişiklikler; endotel hücre hasarı, bazal membran bütünlüğünün bozulması, platelet depositleri, mural trombus, fibrinoid nekroz, intimal hücre proliferasyonu ve myointimal hiperplazi, düz kas hücre hiperplazisi, düz kas hücrelerinde ve myointimal geniş yağ nekrozları, damar lümeninde daralmaya neden olan vazospazmla birlikte düz kas hücresi proliferasyonu gibi mikroskobik bulguları içermektedir. G) Endokrin sistem: Normal gebelikte renin, anjiotensin ve aldosteron artarken preeklamptiklerde gebe olmayan kadınlardaki düzeye kadar iner. Normal gebelerde anjiotensin ve aldosterona karşı direnç varken preeklamptikler ise hassastır. Preeklampside norepinefrinin pressör etkilerine duyarlılık ve üriner katekolamin atılımında artış vardır(15,17). Bu olgularda vasodilatatör etkili PGE2 ve PGI2 (prostasiklin) miktarı azalmış, vazokonstriktör etkili PGF2 miktarı artmıştır(38). Human koryonik gonadotropin (HCG) seviyesi ağır preeklampsi olgularında normal gebelere göre yüksek, hafif preeklampsi hastalarında ise aynı olduğu daha önceki çalışmalarda görülmüştür(39). Daha sonra Said ve arkadaşları yaptıkları araştırmada normal gebeler ile karşılaştırıldığında preeklamptik gebelerde beta HCG değerini daha yüksek bulmuşlardır; hafif ve ağır preeklampsi arasında ise fark bulamamışlardır. 17

Yine preeklampside human plasental laktojen hormon (HPL) konsantrasyonu azalmış, atriyal natriüretik peptid ise yüksek bulunmuştur(40). LABORATUAR TESTLERİ Preeklampsinin taranmasında ve risk altındakilerin tespiti için bugüne kadar çeşitli testler önerilmiştir. Fakat yeteri kadar doğru ve basit bir test henüz geliştirilmemiştir. Gebelikte anjiotensin 2 reseptörlerinde olması gereken fizyolojik azalmanın preeklamptiklerde olmayışı, vazopressine artmış bir platelet kalsiyum cevabının oluşu, CD 63 gibi çeşitli platelet yüzey antijenlerinin ekspresyonunda artış çeşitli çalışmalarda kullanılabileceği belirtilen testlerdir(41). Fakat yeteri kadar kullanışlı değillerdir. 13 ve 20. haftalar arasında azalmış üriner kallekrein/kreatinin oranının preeklampsi için prediktif olduğu ifade edilmiştir. 200 ün altındaki değerlerde pozitif prediktif değer %91 ve negatif prediktif değer %99 olarak belirtilmiştir. Diğer bazı yayınlarda ise idrar albümin/kreatinin ve kalsiyum/kreatinin oranlarının tarama testi olarak kullanılabileceği ifade edilmiştir(42). Son zamanlarda doppler ölçümlerinin preeklampsinin varlığını ve şiddetini göstermede etkili olduğunu belirten çalışmalar mevcuttur. Diğer tarama testleri şunlardır: plazma fibonektin seviyesi, atrial natriüretik faktör, üriner kalsiyum ekskresyonu, maternal serum kalsiyum metabolizması, vazopressine karşı trombosit kalsiyum cevabında değişiklik, ortalama trombosit volümü, eritrosit yağ asitleri, plazma homosistein konsantrasyonu(43). KLİNİK VE TANI Oturur pozisyonda, sağ koldan, kalp hizasında yapılacak kan basıncı ölçümünde sistolik basıncın >140 mmhg ve diastolik basıncın >90 mmhg olması preeklampsinin ana olayı olan vazospazmın göstergesidir. Erken preeklampside proteinüri minimaldir. Fakat hastalık ilerledikçe proteinürinin artması fetal morbidite ve mortalitenin de artacağının en güvenilir kanıtıdır. 18

Ödem, preeklampsinin erken bulgularından biri olmakla beraber yeteri kadar spesifik olmadığından yanıltıcı olabilir. Bir haftada 2 kg dan fazla olan kilo artışları preeklampsi için uyarıcı niteliktedir. Buna rağmen normal gebeliklerin % 35 inde ödem görülür. Yine hızlı kilo artışı olan gebelerin çoğunluğu preeklampsi geliştirmeyebilir. Diğer yandan bu bulguların olmadığı hastalarda preeklampsi görülebilir. Bu nedenle 12 saat istirahat sonrası yüzü ve tüm vücudu kaplayan genel bir ödem ancak patolojik olarak kabul edilmektedir. Artmış derin tendon refleksleri bir eklampsi atağının habercisi olabileceği gibi normal gebelerde de bulunabilir. Yine, hiperrefleksi olmadan nöbet de gözlenebilir. Retinal arterlerin spazmı hastaların %85 inde görülür. Segmental arteriolar spazm ya da jeneralize bir darlık şeklinde kendini gösterir. Oksipital korteksteki ve retinadaki damarlardaki vazospazm, iskemi veya kanama nedeniyle görmeyle ilgili bulanık görme, çift görme, körlük gibi semptomlar ortaya çıkabilir. Azalmış serebral perfüzyon nedeniyle baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, uyuklama, bilinçte değişiklikler meydana gelebilir ve bunlar yaklaşan bir eklamptik krizin habercisi olabilir. Ödem ve kanamaya bağlı olarak Glisson kapsülündeki gerilme bulantı,kusma,epigastrik ağrı ve hematemezise neden olabilir. Ciddi preeklampside hepatik rüptür görülebilir. Renal arter vazospazmına bağlı olarak oligüri, anüri, hematüri meydana gelebilir. Renal fonksiyonları değerlendirmek için kreatin klirensi bakılması glomerular filtrasyon hakkında iyi fikir verir. Preeklampsinin şiddeti arttıkça kreatinin klirensi azalır. Yine serum ürik asit, serum kreatin ve kan üre nitrojen (BUN) seviyeleri preeklampsiyi göstermede önemli testlerdir. Karaciğer fonksiyon testlerini değerlendirmede serum SGOT, SGPT, LDH kullanılabilir. Preeklampsinin şiddetindeki artışla birlikte hemokonsantrasyon ve hipoalbuminemi gelişir. Serum fibrinojen seviyesi, protrombin zamanı, parsiyel tromboplastin zamanı genellikle normaldir. Fibrinojen yıkım ürünleri artmıştır. Trombositopeni mevcuttur. Özellikle < 100.000/mm3 den küçük platelet değerlerinde HELLP açısından dikkatli olunmalıdır. İntravasküler hemoliz ve 19

bunun sonucu olarak artmış bilirubin, LDH, SGOT değerleri de yine HELLP açısından anlamlıdır. Tanı koymak için yapılabilecek testler: Roll-over testi (supin pressör testi): 28-32. haftalar arasındaki bir gebenin lateral pozisyondan supin pozisyona getirildikten 5 dakika sonra ölçülen diastolik kan basıncında > 20 mmhg dan fazla artış olması pozitif roll-over test olarak kabul edilir. Fakat yüksek yalancı pozitif değerleri ve sensitivite-spesifitesi yetersiz olması nedeniyle klinikte pek kullanılmamaktadır. Anjiotensin II testi: Preeklampsi gelişecek gebeler anjiotensin II infüzyonunun vazopressör etkisine normal gebeler gibi refrakter değildir. Ancak bu testte yüksek oranda yalancı pozitif sonuçlar vermesi ve uygulama zorluğu nedeniyle klinikte kullanımı kısıtlıdır. Doppler bulguları: Uterin ve umblikal damarlardan yapılan doppler çalışmaları perfüzyonda azalma, plasentada iskemi ve fetusta intrauterin tehlike yaratan artmış direnci açık şekilde göstermektedir(44). Uterin arter doppler bulgusu normal, ancak umblikal arter bulgusu anormal olan olgularda İUGR, trombositopeni, fetal distrese bağlı sezaryen ve erken doğum oranında artma gözlenmiştir. Umblikal arter doppler bulgusu normal, uterin arter bulgusu anormal olan olgularda ise; fetal prognozun daha iyi olmasına karşılık maternal semptomların (baş ağrısı, oligüri, kan basıncı yüksekliği gibi) daha belirgin olduğu saptanmıştır. Hem uterin hem de umblikal arter doppler bulgusunun patolojik olması maternal ve fetal prognozun iyi olmadığını gösterir. MATERNAL VE FETAL KOMPLİKASYONLAR Preeklampsi ve eklampsi, perinatal morbidite ve mortalitede belirgin derecede artışa neden olan obstetrik bir olgudur. Preeklamptiklerde %5-14 arasında olan perinatal mortalite, eklamptiklerde %13-37,9 arasında değişmektedir(8). 20

Preeklampside karşılaşılabilecek başlıca komplikasyonlar hem anneyi hem de bebeği etkileyebilir(tablo II). Komplikasyonların sıklığı; hastalığın şiddeti, hastalığın başladığı gebelik haftası ve beraberindeki diğer medikal problemlerin varlığı ile ilgilidir. Preeklampside maternal mortalite çok nadir olmasına karşın (15), eklampside bu oran %0-17.5 arasında değişmektedir (8, 15, 45). Tablo II: Preeklampsinin anne ve fetusta neden olabileceği komplikasyonlar: Serebral kanama Kortikal körlük Retinal ayrılma Hepatik rüptür DIC Pulmoner ödem Akut renal kortikal ya da tübüler nekroz Ablatio plasenta Maternal ölüm IUGR Fetal asfiksi Perinatal ölüm İatrojenik prematürite Oligohidramnios RDS Nekrotizan enterokolit Bronkopulmoner displazi Preeklampside artmış fetal morbiditeye rağmen tansiyondaki yükseklik ile perinatal sonuç arasında doğru orantı yoktur. IUGR oranı, erken ortaya çıkan preeklampside artmaktadır. Antihipertansif kullanımında ise perfüzyon basıncındaki düşme nedeniyle fetusa yetersiz kan akımı riski söz konusudur. Preeklampsi kendisi yüksek perinatal mortaliteye sebep olurken aynı zamanda prematüriteye ve ablasyo plasentaya yol açarak da bu oranı arttırır. Kontrol 21

altına alınamayan preeklampsinin tek tedavisi gebelik haftasına bakılmaksızın gebeliğin sonlandırılmasıdır. TİROİD BEZİ VE FONKSİYONLARI Tiroid bezi embriyolojik olarak dördüncü faringeal keseden gelişen, larenksin hemen altında, trakeanın önünde her iki yanda yerleşmiş olan 20-30 gram ağırlığında bir iç salgı bezidir. Kısmen sternokleidomastoid kası altında yerleşen sol ve sağdaki iki lob kolaylıkla palpe edilebilir. Bu loblar krikoid kıkırdağın tam altında istmus aracılığıyla birleşirler Tiroid bezi, çok sayıda 150-300 mikron çapındaki kapalı foliküllerden oluşur. Folliküllerin içini dolduran kolloid denen madde, follikülleri çevreleyen kübik epiteloid hücrelerce salgılanır. Koloidin başlıca maddesi, molekülü içinde tiroid hormonlarını da tutan büyük bir glikoprotein yani tiroglobulindir. Salgı follikülere geçtikten sonra vücutta fonksiyon yapabilmesi için önce follikül epitelinden kana absorbe edilmesi gerekir. Tiroid bezi, dakikada kendi ağırlığının yaklaşık beş katı kadar kan akımına sahiptir. Tiroid bezi vücut metabolizması hızı üzerinde büyük etkisi olan iki önemli hormonu salgılar: Tiroksin (T4) ve Triiyodotironin (T3). Tiroid bezi aynı zamanda kalsiyum metabolizması için önemli olan Kalsitonin hormonunu da salgılamaktadır. TİROİD HORMONLARININ FİZYOLOJİSİ T4, T3 ile birlikte tiroid dokusundan salgılanan, vücudun karbonhidrat, yağ, protein metabolizmasını düzenleyen bir hormondur(46). T4 kanda dolaşan tiroid hormonlarının %95 ini oluşturur. Vücuttaki bütün T4, tiroid bezi tarafından sentezlenir ve salınır. T4 inaktif prohormon olup etkisini T3 e dönüşerek gösterir. Periferik dokuda metabolize olan T4 ün %40-50 si T3 e dönüşür. T4 ün %20 si ise organik şekilde gaitayla itrah edilir. T4 ün yarı ömrü 6-8 gün iken ; turnover hızı 10 gündür(47). T3 ise tiroid hormonlarını hücrelerde aktif olan formudur. T4 ten yaklaşık 4-5 kat daha etkilidir. T3 ün ancak %20 si tiroid bezinden sentezlenirken büyük 22

kısmı tiroid bezi dışında T4 ün 5 no lu C atomundaki iyodun deiyodinizasyon ile oluşmaktadır(47,48). T3, T4 e göre kanda çok daha az bulunur. Yarılanma ömrü ise yaklaşık 1 gündür(47). T3 ve T4 ün tiroid bezinde oluşum basamakları şöyledir: 1-Tiroglobulin sentezi. 2-İyodun tiroid tarafından plazmadan aktif transportla alınımı. 3-İyot iyonunun oksidasyonu ve organifikasyonu: İyod tiroglobulindeki tirozine bağlanır ve iyodotirozinler (MIT-DIT) oluşur. 4-Mono ve di iyodinize tirozinlerin birleşerek, tiroglobulin molekülünün bir parçası olan tironinleri oluşturması (coupling). 5-İyodotirozin ve tironinlerin tiroglobuline bağlı olarak kolloid içine salınımı. 6-Kolloid endositozu. 7-Tiroglobulin proteolizisi ile T3 ve T4 serbestleşmesi. 8-T3 ve T4 ün kana salınımı. Tiroid hormonlarını salgılanması TSH tarafından düzenlenmektedir. Tirotiropin olarak da bilinen TSH, hipofiz ön lobundan salgılanan, glikoprotein yapısında bir hormondur. En önemli görevi tiroid hormonu yapımını uyarmasıdır. TSH salgılanması hipotalamik bir hormon olan tirotropin releasing hormon (TRH) tarafından uyarılır; T3 ve T4 tarafından negatif feedback ile inhibe edilir(49). TSH tiroid fonksiyonlarının tüm basamaklarını hızlandırmakta olup, tiroid hücrelerinde büyümeye ve fonksiyonel kapasitede artışa yol açmaktadır(48). TSH etkisini, hücre membranı reseptörlerine bağlanarak adenil siklaz aktivitesini arttırmak yoluyla gösterir. Bu enzim ATP den siklik-amp oluşumunu uyarır. Bu sırada oluşan enerji iyodürün hücre içine aktif taşınmasında kullanılır. Siklik-AMP ve 3-5- AMP hormonların etkisini ayarlarlar(47). Tiroid hormonları etkilerini intrasellüler T3 ün spesifik bir nükleer reseptöre bağlanarak gösterirler. T3 reseptörleri ilgili genlerin regülatör elementlerine bağlanarak spesifik m-rna sentezini ve buna bağlı protein sentezini düzenlerler. Hipofiz ön lobunda ve beyinde intrasellüler T3 ihtiyacı T4 den elde edilirken; kalp, iskelet kası gibi dokularda ise T3 plazmadan alınır. 23

T3 hücre içinde en aktif tiroid hormonu olmasına rağmen; serum T4 konsantrasyonu TSH ile daha iyi korelasyon gösterir(49). TİROİD HORMONLARINI KANDA TAŞINMASI Tiroid hormonları kan dolaşımında proteinlere bağlanarak taşınır. Plazmada T4 ün %99.9 u, T3 ün ise % %99.7 si proteinlere bağlanarak taşınır. Kanda pek az miktarda bulunan ve proteinlere bağlı olmayan serbest T3 ve T4 (FT3 ve FT4), bunların proteinlere bağlı olanlarıyla dinamik denge halindedir. Bu proteinler; tiroksin bağlayan globulin (TBG), tiroksin bağlayan prealbumin (TBPA) ve albumindir(48,50) TBG bir alfa globulindir. TBG T4 e T3 ten daha sıkı bağlanır(47). TBG nin ancak %30 u doymuş durumdadır(48). TBG miktarının azalıp çoğalması tiroid hormon miktarını etkiler, fakat serbest hormon miktarı değişmeden kalır. Tiroid bezinin TBG miktarındaki değişmelere rağmen, serbest tiroid hormon miktarını sabit tutma özelliği serbest tiroid hormonu hipotezi olarak adlandırılır. T4 ün % 60 ı TGB ye, %30 u TBPA ne, %10 una yakın kısmı albumine bağlanırken sadece %0.03 ü serbest olarak kanda dolaşır(48,50). T3 ün ise %70 i TBG ne, %30 una yakın kısmı albumine bağlanırken, %0.3 ü serbset olarak kanda dolaşır(50). T3, TBPA ne hiç bağlanmaz(50). TİROİD HORMONLARININ FONKSİYONLARI Tiroid hormonlarını vücutta iki önemli etkisi bulunmaktadır.: 1)Tüm metabolizma hızının artırılması 2)Çocuklarda büyümenin stimulasyonu. Tiroid hormonları beyin, retina, dalak, testis ve akciğer gibi birkaç doku dışında vücudun tüm dokularında metabolik aktiviteyi artırırlar. Çok miktarda hormon salgılandığında metabolizma hızı normalin 60-100 katı kadar yükselebilir. Aynı zamanda protein katabolizma hızı da artmakla beraber protein sentez hızı da artar. Gençlerde büyüme hızlanır, mental işlevler uyarılır ve birçok iç salgı bezlerinin aktivitesi artar. Tiroid hormonlarının önemli bir etkisi, fötal yaşamda ve postnatal dönemin ilk birkaç yılında beynin büyüme ve gelişmesini sağlamasıdır. Eğer 24

fetusta yeteri kadar tiroid hormonu salgılanmazsa, beynin gelişmesi hem doğumdan önce hem de doğumdan sonra geri kalır. Doğum sonrası en kısa zamanda tiroid tedavisi uygulanmazsa çocuk ömür boyu mental retarde kalabilir. TİROİD FONKSİYON TESTLERİ Tiroid işlevini yansıtan spesifik tek bir test yoktur. Bu nedenle pek çok test geliştirilmiştir. TSH, Serum total T4, serum total T3 ve free T4, free T3 yoğunluklarının ölçülmesi tiroid işlevlerinin değerlendirilmesinde uygulanması gereken ilk testlerdir. Serum total tiroksin (TT4) konsantrasyonları, TBG ne bağlı olan T4 ü ve serbest ve biyolojik aktif olan free T4 (FT4) ü; total T3 (TT3) ise TBG ne bağlı T3 Ü ve az miktardaki FT3 ü içerir(51). Tiroid hormonlarının serum total yoğunlukları tiroid işlevleri dışında taşıyıcı protein farksiyonundaki değişikliklerden de etkilendiği için tiroid hormonlarının direk serbest formlarının (örn; FT4 ) ölçülmesi tercih edilmelidir. Primer tiroid bozukluklarından ileri gelen TT3 ve TT4 değişmelerini, TBG değişikliklerinden ayırabilmek ancak TBG değerini saptamakla mümkündür(46). TBG miktarının azalıp çoğalması tiroid hormon miktarını etkiler, fakat serbest hormon miktarı değişmeden kalır(48). Kendi başına bir tiroid testi olmayan triiyodotironin uptake (T3U), serum TBG konsantrasyonunun indirekt olarak tahmini için en uygun testtir. T3U, TBG nin işgal edilmemiş bağlama bölgelerini ölçmek yoluyla tiroid hormonlarıyla TBG nin doygunluk derecesini gösterir. Serbest tiroksin indeksi (FT4) ise serumda serbest tiroksin konsantrasyonunun gerçek miktarıyla ilişkilidir. GEBELİK VE TİROİD Tiroid bezi gebeliğin metabolik ihtiyaçları ve değişikliklerinden önemli ölçüde etkilenir. Tiroid bezi hafifçe büyür, kolloid birikimi olur, bazı tiroid hormomlarında değişiklikler olur(8,47,52). Bol kolloidli büyük folliküler ve hücresel hipertrofi oluşur. Ekstratiroidal iyot, tiroid ve böbreklerle dinamik denge halindedir. Gebelikte artmış glomerular filtrasyon hızı ve TT4 miktarında artış tiroide daha fazla iyot alımını gerektirir. Böylece gebelikte fizyolojik guatr olarak adlandırılan tiroid büyümesi meydana gelir ve bu, glomerular filtrasyon hızının artması nedeniyle artmış olan iyodun renal kaybını kompanze etmek içindir(53). 25

TT4 miktarında artış, iyot eksikliği ve fetusun iyot kullanımının artması da ilave rol oynar(53). Özellikle iyottan fakir diyetle beslenen bölgelerde gebelikte guatr gelişir(54). GEBELİKTE TİROİD FONKSİYONLARI Gebelikte normal tiroid aktivitesinde önemli değişiklikler meydana gelir. Ancak bu hormonların %99 undan fazlası proteine bağlı olup inaktiftir. Bu proteinler; TBG, tiroksin bağlayan prealbumin ve albumindir. TBG serumda çok düşük miktarda bulunmasına rağmen tiroid hormonları için yüksek afiniteye sahiptir ve T4 ün %68 nin, T3 ün %80 nin taşınmasından sorumludur. Gebelik boyunca bu üç bağlayıcı proteinin T4 ve T3 e karşı afiniteleri önemli ölçüde değişmez; ancak albumin ve tiroksin bağlayan prealbumin serum konsantrasyonları değişmezken TBG nin serum konsantrasyonu 2-3 kat artar (55). TGB, konsepsiyondan birkaç hafta sonra artmaya başlar ve midtrimesterde platoya ulaşır. Bu artışın nedeni TBG nin hepatik sentezinin artışı ve östrojenin indüklediği TBG nin glikozilasyonudur. Bu glikozilasyon TBG nin yarı ömrünü 15 dakikadan 3 güne kadar artırabilir(55,56). Gebelikte TT4 ve TT3 ün plazma konsantrasyonları da artar. TT4 ve TT3 konsantrasyonları erken gebelikte keskin bir artış gösterir ve ikinci trimesterin başlarında plato çizer ve gebelik öncesi değerlerden %30-100 daha fazladır (57). Bu artış öncelikle artmış plazma TBG konsantrasyonuna bağlıdır(57). Diğer bir neden ise plasentadan tip III de-iyodinazın üretimidir. T4 ün daha aktif olan T3 e dönüşümünü ve her iki hormonu da inaktif bileşiklere dönüştürerek deaktivasyonu kontrol eden 3 tane de-iyodinaz enzimi vardır. Bu enzimler tiroid hormonlarının lokal regülasyonunda önemlidir. De-iyodinaz III plasentada oluşur ve konsantrasyonu gebelik ilerledikçe artar. De-iyodinaz III T4 ü reverse T3 e ve T3 ü diiyodotirozine (T2) dönüştürerek inaktive eder. Bu işlem sırasında moleküllerden uzaklaştırılan iyot daha sonra fetusa transport edilir. Bu enzim fetal hayat boyunca oldukça yüksek aktiviteye sahiptir(58). TT4 en erken gebeliğin ikinci ayından başlayarak artar ve doğum sonrasına kadar plato yapar(8) (Şekil 1). T4 ün T3 e dönüşümü kısıtlanmakta ve hormonlar inaktive edilmekte olup, bu şekilde dokular gebelikte hipermetabolik etkilerden korunmaktadır. 26

Şekil 1. Gebelikte gebelik haftasına göre serum total T4 ve T3 ün değişimi. FT4 ve FT3 konsantrasyonlarında gebelikteki değişimler tartışmalıdır. Bazı yazarlar serbest hormonlarda düşüş bildirirken (60), bazıları da değişim olmadığını veya hafif bir artış bildirmişlerdir(57,61). Bu çelişkilerin ölçüm farklılığından kaynaklanabileceği öne sürülmüştür. Roti ve arkadaşları(62), 10 farklı metod uygulayarak termdeki gebelerde serum serbest tiroid hormonlarında variabiliteyi göstermişlerdir ve kullanılan metoda bakılmaksızın, termdeki gebe kadınlarda gebe olmayan kadınlara göre daha düşük serbest hormon düzeyleri saptamışlardır. Diğer çalışmalarda gebe olmayan kadınlara göre gebe kadınların doğumda serum FT4 ve FT3 düzeylerini yaklaşık %25 daha düşük olduğunu bildirerek bu görüşü desteklemişlerdir(63). (Şekil 2) 27

Şekil 2. Gebelikte FT3 ve FT4 değişimleri. Ne var ki çoğu gebe kadında (> %78) serbest hormon düzeyleri gebe olmayan kadınlardaki gibi aynı referans aralığında kalmaktadır(63). (Tablo III) Tablo III. Gebelikte tiroid fonksiyonlarının referans aralığı. Gebe 1.trimester 2.trimester 3.trimester olmayan FT4 (pmol/l) 11-23 11-22 11-19 7-15 FT3 (pmol/l) 4-9 4-8 4-7 3-5 TSH (mu/l) 0-4 0-1,6 1-1,8 7-7,3 Human koryonik gonadotropin (hcg) orta derecede tirotropik aktiviteye sahiptir(64,65). hcg nin en yüksek konsantrasyonda olduğu ilk trimesterde serum TSH düzeyi düşer. Bu düşüş normal düzeyler içindedir. (Şekil 3) 28

Şekil 3. Gebelikte, gebelik haftasına göre hcg ve TSH nın değişimleri hcg nin patolojik olarak yüksek olduğu durumlarda, hcg nin indüklediği tiroid stimulasyonu meydana gelebilir ve bu TSH daki düşüş, serbest hormonlarda artma ile sonuçlanır. hcg ve TSH aynı alfa subüniteleri paylaşmakta ve beta subüniteleri %85 aynı aminoasit dizisini içermektedir. Bu nedenle bu iki hormonun tersiyer yapıları benzerdir(64,65). Purifiye hcg nin TSH gibi a) iyot uptake ve fare tiroid hücrelerinde camp yapımını artırdığı b) kültür edilmiş insan tiroid foliküllerinde iyot uptake, organifikasyon ve T3 sekresyonunu stimule ettiği gösterilmiştir(64,65). Glinoer, dolaşımdaki 10.000 IU/L hcg nin serumdaki 0.6 pmol/l (0.1 ng/dl) FT4 e ve aynı zamanda da TSH da 0.1 mlu/l lik bir azalmaya karşılık geldiğini öne sürmüştür. Buna karşı ilk trimesterde serum FT4 ündeki bir yükselmenin ancak hcg konsantrasyonu >50.000-75.000 IU/L de 1 haftadan fazla kalırsa gözlenebildiğini bildirmiştir. Özellikle 1.trimesterde yüksek hcg düzeylerinde, hipertiroidizmin biyokimyasal profiline benzer bir durum söz konusudur. Bu yüzden tiroid fonksiyon testleri ilk trimesterde dikkatli değerlendirilmelidir(53). Gebelikte artmış glomerular filtrasyon hızı nedeniyle iyotun renal klirensi artmıştır. İyot kaybı; iyotun renal kandaki konsantrasyonunu azaltır ve tiroidal iyot klirensinde kompanzatuar bir artış meydana getirir. Besinlerle iyot alımının yeterli olduğu bölgelerde, idrarla iyot kaybı önemli değildir. Ancak, gebelikte iyot yetersizliği olan bölgelerde bu durum hipotiroidizme ve guatra yol açarak önemli bir halk sağlığı problemi oluşturmaktadır. Gebe olmayan bir kadının yeterli iyot 29

alımı 100-150 mikrogram/gün olarak tahmin edilmektedir. WHO, gebelik boyunca en az 200 microgram/gün kadar iyot alınmasını önermektedir. Tiroglobulin spesifik aktiviteye sahip olmamasına rağmen tiroid bezinin aktivite durumunu gösterir(66). Tiroglobulin, gebelikte tiroid bezinin artmış aktivitesini göstermek üzere gebelik boyunca genellikle artar. Tiroglobulindeki bu artış ilk trimesterin başlarında görülebilir ancak ileri gebelik haftalarında daha belirgindir. Artmış serum tiroglobulin düzeyleri aynı zamanda artmış tiroid volümü ile de ilişkilidir. Gebelikte T3-uptake değeri azalırken (8,59,67), FT4 sabit kalmaktadır (51,59). (Şekil 4). Şekil 4. Gebelikte gebelik haftasına göre T3 uptake değişimi Gebelerde tiroid fonksiyonlarını değerlendirmede serum FT3 ve FT4 değerleri daha değerlidir. Yüksek hassasiyete sahip serum TSH seviyesi anormal tiroid fonksiyonlarının saptanmasında çok yararlıdır. (Tablo IV). 30