Giriş Cumhuriyete Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet in Birikimi başlıklı bu çalışma, Cumhuriyet Türkiyesi nde siyasal düşünce hayatına etki eden düşünce akımlarını inceleyen kapsamlı bir projenin ilk cildidir. Elinizdeki cilt Osmanlı nın son döneminden Cumhuriyet e devreden siyasal düşünce mirasını betimlemeyi amaçlamıştır. Zira Cumhuriyet Türkiyesi ndeki bir çok kurum gibi siyasal/toplumsal akımların da kökenini ve gelişimini Osmanlı modernleşme sürecinde bulmak olanaklıdır. Düşünceler, içinde yer aldıkları toplumsal, siyasal ve ekonomik ortamdan bağımsız ele alınamazlar. Doğrudan ya da dolaylı toplumsal yapının özellikleri ile sorunlarından etkilenirler/etkilerler, bu sorunlara yanıt arayışlarına girerler. Bir çok ülkede olduğu gibi Osmanlı modernleşme sürecindeki düşünce hayatı da dönemin siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarıyla yakından ilişkilidir, bunlara yanıt verme çabasındadır. Ve Osmanlı modernleşmesine sahne olan bu uzun evre, çalkantılı bir dönem, ağır bir kriz dönemidir. Gerçekten de siyasal düşünceler tarihine bakıldığında, önemli siyasal kuramların, genellikle, siyasal yapı ve kurumların sorunlu ve bunalımlı olduğu dönemlerde ortaya çıktıkları gözlemlenmektedir. Klasik bir örnek, Eski Yunan toplumudur. Bilindiği gibi, Antik Yunan toplumunun yaygın siyasal birimi site yönetimi idi. Site yönetimlerinin çökmeye başladığı, toplumsal ve siyasal sorunlara, istemlere yanıt veremez duruma geldiği dönemde, önce Platon (Eflatun) ideal siyasal sistem arayışında ideal site kurgulamasına gitmiş ve ünlü Devlet - Politeia yapıtını bu çaba içinde ortaya çıkarmıştır. Öğrencisi ve siyasal bilimin kurucusu olarak kabul edilen Aristoteles (Aristo) ise bir yandan Politika, diğer yandan da kendi dönemindeki 158 site anayasasını karşılaştırarak incelemeler yaptığı Atinalıların Devleti adlı yapıtı ile yönetimlerin dolaşım kuramını geliştirerek uygulanabilir en iyi site rejimini betimlemeye çalışmıştır.
Yeni Çağda, mutlak monarşilerin güçlenmeye başladığı, feodal siyasal birimlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlar yarattığı bir evrede, merkezî devlet ve mutlak monarşiyi savunan siyasal kuramların geliştirildiğine tanık oluyoruz. 16. yüzyıldan itibaren, İtalya nın baş sorunu olan birlik sağlama ihtiyacına yönelik olarak Niccolo Machiavelli nin Prens - Il Principe adlı yapıtında sınırsız yetkili monarkın gerekliliğini ahlâk dışı bir meşruiyet çerçevesinde ele alması, Fransa da Jean Bodin in Devlet Üstüne Altı Kitap adlı yapıtında mutlak monarşinin egemenlik kavramını hukuksal temellere oturtması, nihayet İngiltere de iç savaş sırasında Thomas Hobbes un Leviathan da sözleşme kuramını da kullanarak ve homo homini lupus [insan insanın kurdudur] durumundan kurtulmanın da yolu olarak mutlak monarşinin savunusunu kurgulaması hep bu amaca yönelik düşünsel etkinliklerdir. Bütün bunların ardında yatan gerçek ise, feodal siyasal kurumların çözülmeye, merkezi devletlerin gelişmeye başlamasıdır. Sonrasında, güçlü merkezi devletin özellikle toplum devlet ilişkilerinde ortaya çıkardığı tahakküm sorunları nedeniyle, sınırlandırılması arayışlarına tanık oluruz. Jean Jacques Rousseau ve John Locke sözleşme kuramlarını, bu kez merkezî siyasal iktidarın egemenliğinin sınırlandırılmasının bir aracı olarak geliştirmişler ve eşitlik üzerinde durmuşlardır. Montesquieu da kuvvetler ayrılığı konusundaki düşüncelerini, yürütme gücünün sınırlandırılması için bir mekanizma olarak geliştirmiştir. Tanzimat sonrası ve I. Meşrutiyet öncesi dönemde Osmanlı aydınları arasında bu üç siyaset felsefecisinin etkili olması da benzer bir sorunla ilişkilidir. Tocqueville in eşitlik ve sivil toplum kurumları üzerinde durması, Marx ın kapitalizm ve onun siyasal rejimi üzerine eleştirileri 19. yüzyılın gelişen kapitalizmine ilişkin iki farklı tespit ve tepkidir. Bu örnekleri çoğaltmak ve çeşitlemek olanaklıdır. Benzer biçimde özellikle 19. yüzyılın bir ürünü olan siyasal akımlar da
(milliyetçilik, liberalizm, feminizm, sosyalizm, anarşizm, dinlerin ideolojileşmesi, anayasacılık akımları ve devletçilik gibi) dönemin siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlarına birer tepki, arayış, takviye ya da yanıt olma amacını gütmüşlerdir. Bu ideolojilerin her biri toplumsal ve siyasal değişim üzerinde az çok belirleyici rol oynamıştır. Unutulmaması gereken bir nokta, bu yüzyılda ülkelerarası etkileşimin artmasının bir boyutunun da ideolojilerin yaygınlaşması oluşudur. Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere Avrupa dan başlayarak geniş bir coğrafyada Jön (Genç) Hareketleri nin yaygınlığı bunun somut örneğidir. Almanya da, İtalya da, İspanya da, Mağrip te, Türkiye de liberal, birlikçi, meşrutiyetçi ya da cumhuriyetçi gibi özellikleri olan bu hareketler genç öğrenci/aydın hareketleri olarak siyasal tarihte yerlerini almışlardır. Tanzimat dönemine baktığımızda benzer bir özellik gördüğümüzü söyleyebiliriz. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti nin ve toplumunun yaşadığı, karşı karşıya kaldığı sorunlar bu dönemde gerek resmi metinlerin gerekse siyasal, toplumsal ve felsefi düşünce akımlarının da ana temalarını oluşturmaktadır. İlkin Osmanlı düşünüşünün başlıca temalarından biri olarak birlik ve beraberlik, ilerleme, devletin kurtarılması, bu arayışların sloganlarıdır. En kaba ayrımıyla 18. yüzyıl sonuna değin, devleti, eskiyi ihya ederek yeniden yapılandırma önerileri getiren düşünüşün yerini, 19. yüzyılda -her ne kadar yine eskiyi ihyaya yönelik bir söylem taşısa da- yeni bir düzen yaratma düşüncesi almaya başlamıştır. Bu yeni düşünüşün ana ekseni ve temaları ise 1839 da Gülhane de okunan Tanzimat Fermanı ile 1856 yılında ilan edilen, Islahat Fermanı olarak bilinen, hatt-ı humayunlara verilen adlarda karşımıza çıkmaktadır: Tanzimat (düzenleme) ve Islahat (İyileştirme - reform). Geleneksel cemaat sisteminin çözülmeye başlaması, ekonomik ve mali güçlüklerin meydana
getirdiği sorunlar karşısında adalet ve müsavat (eşitlik) temalarının gündeme geldikleri gözlemlenmektedir. Elinizdeki cildin aktardığı düşünsel panorama, bu tarihsel arkaplan temelinde görülmelidir. Günümüzde var olan bir çok kurum Osmanlı nın bu arayış döneminin tanzimat ve ıslahat gayretlerinden miras kalmıştır ve bu kurumların günümüzdeki mensupları, kurumlarının eski liği ile övünmektedir. Bakanlıkların bir çoğu, yüksek yargı organları (Yargıtay, Danıştay, Sayıştay), kolluk (zabıta teşkilatı) ve kamu hizmet birimleri (İtfaiye Teşkilatı, Deniz Hatları İşletmesi/Şirket-i Hayriyye), sivil ve askerî okullar (Siyasal Bilgiler Fakültesi/Mekteb-i Mülkiye, İstanbul Üniversitesi, Harp Akademileri), bazı gazeteler... vb. değişik alanlarda bir dizi kurum Osmanlı modernleşme döneminin ürünleridirler. Aynı şekilde demokrasi, cumhuriyet, özgürlük, eşitlik vb. modern siyasal kavramlar, keza İslâmcılık, sosyalizm, feminizm, milliyetçilik (yalnızca Türk milliyetçiliği değil, Sırp, Rum, Romen, Bulgar, Ermeni, Arnavut, Arap, Kürt milliyetçilikleri) ya da pozitivizm, materyalizm gibi bir çok düşünce akımının/ideolojinin de temeli bu dönemde atılmıştır. Cumhuriyet devrimleri, düşünsel ve kurumsal olarak, Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde mayalanmıştır; bir çok alanda belirgin bir süreklilikler tespit etmek zor olmayacaktır. Dolayısıyla, siyasal fikirlerin ve onların bağrında yer aldığı kurumların, hareketlerin Osmanlı modernleşmesine uzanan bir arkeolojisini yapmak, Cumhuriyet Türkiyesi nin siyasal düşünce ortamını layığıyla tahlil etmek açısından kaçınılmazdır. Böyle bir arkeoloji, bir yandan siyasal zihniyet yapılarının ( İttihatçı anlayış ya da bürokratik zihniyet/ devletadamı zihniyeti gibi...) oluşum ve aktarım koşullarını anlamayı sağlayacak, diğer yandan bu döneme ilişkin verili önkabulleri sorgulamaya da imkan verecektir örneğin, Prens Sabahaddin in Türkiye de liberal fikriyatın
atası olarak kabul etmenin sorunlu yanları kendini gösterecektir. Modern devletler ve modern ulusdevletin kurucu ideolojisi olarak milliyetçilikler, genellikle, uzun ve zengin bir Eski ye sahip olmakla övünürler. Türkiye açısından bu bakımdan sorun Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki süreklilik ve kopuş (ya da süreklilik mi kopuş mu? ) tartışmasında düğümlenmektedir. Bu noktada süreklilik ve kesinti çizgilerinin iyi çözümlenmesi ihtiyacı kendini göstermektedir. Modernleşme süreci açısından Osmanlı ile cumhuriyet arasındaki ilişki, nicel birikimlerin nitel sıçramaya dönüştüğü biçiminde ifade edilebilir. Cumhuriyet modernleşme sürecini devrimci ve dinamik bir yola sokmuştur. Türkiye nin düşünce hayatı açısından temel bir ihtiyaç, modernleşme tarihini güncel siyasal hareketlerin ve günlük siyasal rekabetlerin meşrulaştırma aracı olmaktan çıkarmaktır. Bu, Osmanlı nın tarihsel birikiminin kavramanın, modern toplumsal-siyasal yapıları doğru anlamak açısından da vazgeçilmez olduğunu unutmamayı, öte yandan bu vazgeçilmezliği Osmanlı-Cumhuriyet kutupsallığına (ya da yarıştırmasına ) taşımak gibi bir anakronizmaya düşmemeyi gerektirir. Bu anakronik bakışlardan uzaklaşıldığında, örneğin II. Abdülhamit in bugünün İslâmcılık tasavvurlarına uygun bir ulu hakan olmadığı görülebilecektir. Elinizdeki ciltteki makaleler, Cumhuriyet Türkiyesi nin siyasal düşünce oluşumlarının tohumlarıyla ilgili tatminkar bir çerçeve çizerken, Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki bu kritik süreklilik ve kopuş tartışmalarını bir çok açıdan değerlendirmeye yarayacak katkılar da içermektedir. Son olarak bu derleme, Türkiye nin üç kuşak aydınları, biliminsanlarını bir araya getirmiştir. Çiçeği burnunda akademisyenler veya araştırmacılar, kendi alanında yol almakta olanlarla, nihayet bu konuda otorite olmuş isimlerin bir araya geldiği nadir çalışmalardan biridir. Mehmet Ö. ALKAN