Kent Reformu ve Yeni Gecekondu Hareketi-Kendi Evini Kendin Yap Kılavuzu Metin Yeğin ve Merve T. Tanok, Notabene Yayınları, Ankara, 2014, 189 Sayfa. Hilal KARA* İnsanlar kenti terk etmelidir demiş otomobil sanayiinin ünlü patronu Henry Ford (s.25). Günümüz kentinin içinden çıkılmaz sorun yumağı içinde kalmış halini düşündüğümüzde, terk etmek ne ölçüde bir çözüm? Bir yerden bir yere ulaşamama sorununun gün geçtikçe belirginleştiği kentler için ne yapılabilir? Farklı kent perspektifleri sunulabilir mi? Mekan ve kent mekanı sorunu belki de hiç olmadığı kadar tartışılıyor günümüzde. Çünkü kentsel dönüşüm projeleri, kentlere yönelik kalkınma stratejileri, suç, güvenlik, göç gibi pek çok kavram, bir mekân olan kentte cereyan ediyor. Haliyle bu kadar ön planda olan bu tartışmaya dair bir kitap incelemesinin, bu derin nitelikli tartışmaya küçük de olsa bir katkı sunabileceği şiarıyla yola çıkan bir çalışma sunacağız. İnceleyeceğimiz kitap, Kent Reformu ve Yeni Gecekondu Hareketi-Kendi Evini Kendin Yap Kılavuzu. Kitabın iki yazarı var: Metin Yeğin ve Merve Tuba Tanok. Pek çok toplumsal harekette aktif olarak yer almış, kendini yazar, belgeselci, gazeteci, sinemacı, işçi, avukat ve öğretim üyesi şeklinde tanımlayan Metin Yeğin ile kent plancısı Merve Tuba Tanok un bu keyifli ve eleştirel çalışmasını bir kılavuz şeklinde tanımlamak doğru olacaktır. Kitap iki kısımdan oluşuyor. İlk kısım, Kent Reformu ve Yeni Gecekondu Hareketi iken, ikinci kısmı Kendi Evini Kendin Yap kılavuzu teşkil ediyor. İlk kısımda ortaya koydukları kent reformu ve yeni gecekondu hareketi kavramlarını anlatan yazarlar, ikinci kısımda bu kavram setlerini çizimlerle anlatıyorlar. Yazarlar üretim formas- * Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü. E-mail: hilal.kara@ yahoo.com. 159
yonunun cereyan ettiği, her parçasının kentle iç içe olduğu kabulünden yola çıkarak, Başka bir kent mümkün mü? sorusunu yanıtlanmaya çalışıyor. Daha geniş kapsamlı ifade edecek olursak, Yaşadığımız ya da yaşamaya çalıştığımız günümüz kentlerine alternatif başka bir kent mümkün müdür? sorusuna yanıt arıyor. Bu çalışma tipik bir kentleşme kuramları kitabı değil ve kendini farklı bir kentleşme kuramı oluşturma üzerine inşa etmiyor. Tam tersine kitap, herkesin yapabileceği, üretebileceği, içinde olabileceği bir kent perspektifi ortaya koyuyor. Bu kent içinde ne bir kentsel dönüşüm mağduru, ne de bir yerden bir yere gitmek için yollarda uzun vakitler harcayan ve bunun stresiyle yaşayan yol mağdurları yok. Bu kent perspektifi, kişileri nesne konumundan özne konumuna getiriyor. Kente yapılan her müdahalede etkilenen nesne durumunda olan kent sakinleri, bu perspektif içinde adeta etkiyen, yani özne durumuna, kentin eyleyeni haline geliyor. Farklı bir kent anlayışı öne süren yazarlar bununla da kalmıyor, öne sürdükleri kent anlayışını inşa ediyor. Bu çalışma kentin tesadüfi olarak yan yana gelmiş binalar-yapılar bütünü olduğu algısını yıkarak, kentin inşasının iktidar biçimlerinin ve sistemin bir yansıması olduğunu kabul ediyor. Çalışma üç ana başlık ve sonunda yer alan bir kılavuzdan oluşuyor. İlk başlık; Kapitalist Kent Anlayışına Karşı Eko-Kent Alternatifi - Eko Topluluk Üzerine Notlar. Bu başlık altında köyden kente göçten kent meydanları ve iktidar ilişkisine, dünyadaki toplumsal kent hareketleri ve nihayetinde Gezi hareketinden mekân analizlerine kadar pek çok alt başlık irdeleniyor. İkinci başlık kitaba ismini veren ilk kavram olan Kent Reformu. Bu başlık altında kent reformu kavramı açıklanıyor. Üçüncü başlık olan Yeni Gecekondu Hareketi nde ise, kendi evini kendin yap kılavuzu ile teorik anlatı pratiğe dönüşüyor. Kitap, günümüz kentini tasvir ederek başlıyor. Yazarlara göre, günümüz kentlerini inşa etmek oldukça maliyetlidir; çünkü yüksek katlı binaların hem altyapıyla ilgili sorunlarını çözmek hem de bu yaşam alanlarının sağlıklı bir şekilde devamlılığını sağlamak, belki de çok daha büyük bir semtin tüm sosyal hizmetleri için gereken maliyetten çok daha fazladır. Şimdiki inşa teknikleriyle oluşturulan sözde ekolojik kentler elbette ki inşa edilebilir; fakat yazarların burada bahsettikleri ekolojik kentte önemli olan sadece organik inşa maddeleriyle üretilen yapılar bütünü değil; özgür, birlikte ve eşit irade ile inşaat tekellerine gerek duyulmadan inşa edilebilme vurgusudur (s. 14). Abu Dabi çölünde ekolojik kent olarak inşa edilen Masdar City nin - sadece güneş enerjisinin kullanılacağı, rüzgar kulelerinin, su buharlarının sokakları serinleteceği ekolojik kent tanımına haiz- inşa edilmesi için harcanan enerji, yazarlara 160
göre oldukça büyük boyuttadır. Sadece bu inşa sürecinde harcanan enerji, bu kentte yaşayacak ayrıcalıklı insanların toplamının en az 10 katı fazla insanın yaşayacağı bedevi yerleşim yerleri inşasında kullanılsa, bu enerji onları 300 yıl kadar hiçbir şey yapmalarına ihtiyaç olmadan yaşatacak durumdadır (s. 15). Yazarların tasvir ettiği kent, mutlaka daha az enerji tüketen ve kendi enerjisini üretebilen bir yapıya sahip olmalıdır. Yazarlar çok önemli iki kabule dair farklı düşüncelerini dile getirirler. Öncelikle yapıların günümüz malzemeleriyle ve tekniğiyle çok daha hızlı inşa edilebileceği şeklindeki kanıya karşı çıkarlar. Lima-Peru daki bir kazı çalışması sırasında İnkalar ın binlerce yıl önce kerpiçten inşa ettikleri yapılar günümüze kadar gelmiştir. Onlara göre kerpiç-alker malzemesiyle inşa edilen yapılar tuğla ile yapılanlardan çok daha sağlıklı ve sağlamdır. Haliyle onların tam olarak karşı çıktıkları, yapının ta kendisidir. İkinci kabul ise, hızlı artan nüfusla oluşan toprak yetersizliği ve akabinde göğe kadar yükselen yüksek katlı yapıların zaruriliği üzerinedir. Öncelikle artan nüfus ile yüksek binaların inşası arasında sahici bir korelasyon yoktur. Öyle ki yazarlar nüfusun kaçta kaçının bu yüksek katlı yapılarda oturabildiğini sorgular. Bu yüksek katlı yapıların devamlılığı için bir o kadar enerji tüketimi gereklidir. Bu nedenle yazarların ekolojik kentinde böyle yapılara yer olmamalıdır. Yazarların tasvir ettiği ekolojik kentte ulaşım sorunu yoktur, çünkü bir merkez yoktur. Kentin planlı olması, yolların genişliği, köprüler, viyadükler kentteki ulaşım problemini etkilemez. Merkez her zaman trafik sorunu yaşar. Kent ve sakinleri kent çevrelerine kaçmaya başladığında, bu merkez büyür ve ne kadar kaçsanız da trafik sorunu da peşinizden gelir (s. 24). Günümüz kenti yaratıcı yıkım ile kent mekanını her gün yeniden inşa eder ve toplumun bir kesimi bu sorun ile cebelleşirken, bir kesimi bu yıkılan yerlerde yaratılan yapıların yeni sakinleri olurken, ekolojik kentte böyle bir yıkım-yaratım vuku bulmaz. Bu bağlamda herhangi bir barınma sorunu da olmaz. Ekolojik kentte, yazarların deyimiyle yollar, viyadükler yerine ev vardır; ev sayısının çokluğu yerine, ev sahiplerinin sayısının artması önem taşır. Burada anlatılmaya çalışılan, barınma için ev sahibi olma halidir. Satmak için ev almak-bu durumda yine sadece toplumun belirli kesimleri mülk edinip, aralarında mülk dolaşımı yaparlar- ekolojik kentte mevzu bahis değildir. Bu nedenle ekolojik kentte, yazarların tabiriyle, toprak demokratikleşmiştir (s.33). Yazarların kentlere yönelik en temel eleştirilerinden biri de, kentin kırı içine alıp hapsederken, ondan ödünç alıp geri vermeye yanaşmadıklarını da ürün haline getirip piyasaya sürmesidir. Örneğin, o yöreye özgü, çeşitli seslerle yoğrulmuş ezgilerin, kültür merkezlerinde notalaştırılarak dondurulma- 161
sından, sanki daha önce bu ezgiler yokmuş gibi ezgilerin anonim ruhuna dokunulmasından bahsedilir. Başka bir örnek, yeme-içme pratiklerinde kendini gösterebilir. Örneğin, gündelik hayat içinde yapılan tandır ekmeğinin, tarladan alınıp hemen yenilebilen domatesin, organik kimliğiyle süpermarketlerde sergilenmesi gibi Kenti insanların artık beraber yaşamadığı, birbirinin üstüne binerek yaşadığı bir yer olarak betimleyen yazarlar; mekânın değişiminin, düşünüşün ve yaşayışının değişimini de beraberinde getireceğini savunurlar. Buna örnek olarak şundan bahsederler: Kentte bunalan insanlar kent dışına, sayfiye yerlerine, mesire yerlerine kaçma tasasıyla hareket ederler. Tabi ki bunun için otomobil gerekir. Kırda adeta gündelik ile iç içe olan doğa, kentli için son derece lüks bir mefhumdur. Seyahat kavramı bile değişir. Yazarlara göre Ahmet Hamdi Tanpınar ın Seyahat, yola düşmektir, tanımadığın handa tanımadığın insanlarla kalmaktır tanımı yerine, dört tarafı metallerle çevrilmiş olarak, otomobilinizde hızla bir posta kolisi gibi savrulmaktan başka bir anlam taşımamaya başlıyordu (s.59). Kent-doğa kopuşuna dair meseleye günümüzdeki hız kavramını da iliştiren yazarlar, hızın hızlı bir şekilde tükettiği hayatlarımıza da değinirler. Hızlı bir şekilde bir yerlere yetişme telaşında olan kent sakinleri, yine hızlı bir biçimde yetiştirmeye çalıştıkları işleri sebebiyle tatile ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaç zamanla tatile çıkma zorunluluğu hâline dönüşür. Bu zorunluluğun bir ayrıcalık halini alması da bir başka tartışmanın konusu. Hız meselesine dair yazarlardan bir alıntı yaparsak: Brezilya da yerliler ile beyazlar birlikte giderlerken, yerliler birden dururlar. Ne oldu? diye sorar beyazlar; Yoruldunuz mu?. Yok derler yerliler, Çok hızlı gittik. Ruhumuz geride kaldı (s. 60). Kentin, iktidar örüntülerinin bir yansıması olduğunu söyleyen yazarlar; mekân-iktidar ilişkisine de değinirler. Bu ilişkiyi anlamlandırmak için mahkeme salonlarının yapısal haline ve duruşma salonlarının konumlarına dikkat çekerler. Örneğin, Türkiye deki mahkeme salonlarında iddia makamı ile savcı ve karar makamı ile hâkim aynı yükseklikteki kürsülerde ve birbirinin devamı şeklinde konumlanmışlardır. Yazarlar bu mekânsal duruşun bile, Türk yargı sisteminin sıkıntılı pozisyonunu yansıttığını vurgularlar. Duruşma salonlarının kent dışında, ulaşılması zor bir biçimde inşa edilmesinin de yargıya dair sıkıntılı bir durum oluşturabileceğini ifade ederler. Bu yansımayı anlamlandırmak adına, Gezi olaylarına yönelik bir analiz de ortaya koyarlar. Yazarlarımıza göre Gezi; mekânsal, kimlik temelli, ekolojik taleplerin bir bileşkesidir. Taksim gibi sembolik ve kolektif bir yaşam alanına yönelik müdahaleye, tepkisel bir talebin cismani halidir. Yazarlar, Gezi, bir orta sınıf tepkiselliğidir 162
düşünüşüne yanıt olarak, bu hareketin kimlik boyutunun da olduğunun altını çizerler. Bu boyuta örneklem olarak özellikle taraftar grupların bu tepkiselliğe katılımını gösterirler. Yazarların kent reformundan kasıtları, yeni kent inşasına, konumlanış, temerküz bir yapıya karşı demokratik bir yapının savunulmasıdır. Henry Ford un kentin terk edilmesini salık vermesi gibi, mekan-kimlik-ekoloji temelinde eski kent yaşayışının terk edilmesidir. Kent reformu ile toprak demokratikleşip temerküz yapısından kurtulacak, herkesin olacak ve halka ev inşasının nasıl yapılacağına dair bilgi, kaynak, kolektif çalışmayı kolaylaştırıcı destek sunma önceliğini taşıyacak. Bu, yasadışı/kaçak gecekondulaşma ve sağlıksız yapılar yerine, kolektif çalışma ürünü olan, sosyal bağların, toplumsal ilişkilerin zayıflamayıp tam tersine güçlendiği, bilginin paylaşıldığı ev inşalarını içeren bir reform. Yazarlar bu hareketi, Yeni Gecekondu Hareketi şeklinde tanımlıyorlar (s.141-2). Bu çalışmanın eleştirel bir konumlanışı var. Yazarlar bu konumlanmalarının yanı sıra, eleştirdikleri sistemin yerine bir alternatif önermeyi de ihmal etmezler. Hatta bu önerinin kılavuzunu da sunarlar size. Kitabın sonundaki Kendi Evini Kendin Yap Kılavuzu çalışmanın oldukça ilginç bir parçası. Bu kılavuz, metnin başında ifade ettiğimiz alker adlı malzemenin nasıl yapılacağını, nasıl biçime sokulacağını, çok kısa bir sürede organik, ekolojik bir yapının nasıl inşa edilebileceğini çizimlerle ifade ediyor. Bundan sonra da size kendi evinizi inşa etmek kalıyor. 163