Neden Yükseköğretim Reformu Gerekli? YÖK ün kurulması, yükseköğretim sisteminin yapısında oldukça önemli değişimlere neden olmuştur. Böylece Türkiye yükseköğretim sistemi, ulusal düzeyde bir koordinasyon sağlayan, merkeziyetçi bir yapıya bürünmüştür. Ayrıca, 1961 Anayasasında özerk bir kurum olarak tanımlanan üniversitelerin bir üst otorite olan YÖK e bağlanması ve geçmişte öğretim üyeleri tarafından seçilen rektörlerin, artık YÖK ün önerdiği üç kişi arasından Cumhurbaşkanınca atanması; üniversitelerin özerkliği bağlamından tartışılmıştır. İlaveten, 12 Eylül darbesi sonrasında, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile birçok öğretim üyesinin üniversiteden uzaklaştırılması ve YÖK ün bu müdahalelere sessiz kalması, YÖK e yönelik eleştirilerin yapılmasına neden olmuştur (Gür & Çelik, 2011). Zafer Çelik* Bekir S. Gür** Türkiye de yükseköğretim sistemine ilişkin tartışmalar, genellikle Yükseköğretim Kurulu (YÖK) üzerinden şekillenmektedir. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında hazırlanan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile YÖK ün kurulmuş olması, tartışmaların odağını oluşturmaktadır. Bu yazıda, Türkiye yükseköğretim sistemine ilişkin reform çalışmalarının arka planı sunulduktan sonra, yükseköğretim sisteminin reformunu gerektiren gerekçeler ele alınmaktadır. Son olarak, muhtemel bir reform çalışmasından dikkat edilmesi gereken hususlar, öneri olarak sunulmuştur. Arka Plan Geçen 30 yıldan fazla zamanda YÖK ün kaldırılması, lağvedilmesi, dönüştürülmesi gibi konular, kamuoyunda ve özellikle politika yapıcılar tarafından sıklıkla telaffuz edilmiştir. Hemen her kalkınma planı ve hükümet programında bir YÖK reformuna ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir. Bu belgelerde, yükseköğretim sisteminde bir reform ihtiyacının olduğu ve özellikle YÖK ün bir koordinasyon kurumuna dönüştürüleceği vurgulanmıştır. Örneğin, 61. Hükümet programında şu ifadeler yer almaktadır: Yüksek Öğretim Sistemimiz, bu dönemde tüm yönleriyle reforme edilecektir. Bu sayede üniversitelerimizin daha özerk olacağı ve kendi özgün gelişme alanları içerisinde yarışacağı rekabetçi bir ortam oluşturulacaktır. YÖK ü sadece üniversiteler arasında koordinasyon, akreditasyon sağlayan ve kalite standartları belirleyen bir kurum haline dönüştüreceğiz (61. Hükümet Programı, 2011, para. 392). Benzer ifadeler kalkınma planlarında da yer almaktadır. Örneğin, 2014-2018 yılları için hazırlanan 10. Kalkınma Planında yükseköğretim sisteminin çeşitliliği az olan merkeziyetçi yapısının ve eğitim-araştırma kalitesindeki sorunların, yükseköğretim sisteminin rekabetçiliğini, toplumsal talepleri karşılama becerisini ve üretkenliğini olumsuz etkilediğini vurgulanmaktadır. Bu sorunları aşmak için Planda şunlar önerilmiştir: (*) Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi. (**) Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi. SETA, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Direktörü. 719
720 Toplumun ve ekonominin ihtiyaçlarına duyarlı, paydaşlarıyla etkileşim içerisinde olan, ürettiği bilgiyi ürüne, teknolojiye ve hizmete dönüştüren, akademik, idari ve mali açıdan özerk üniversite modeli çerçevesinde küresel ölçekte rekabetçi bir yükseköğretim sistemine ulaşılması hedeflenmektedir. Yükseköğretim sistemi, hesap verebilirlik temelinde özerklik, performans odaklılık, ihtisaslaşma ve çeşitlilik ilkeleri çerçevesinde kalite odaklı rekabetçi bir yapıya dönüştürülecektir. Yükseköğretim Kurulu, standart belirleme, planlama ve koordinasyondan sorumlu olacak şekilde yeniden yapılandırılacaktır (Kalkınma Bakanlığı, 2013, s.34-35). En güncel hükümet programı ve kalkınma planındaki yükseköğretim reformuna ilişkin bu vurgulara paralel olarak son yıllarda YÖK e ilişkin bazı reform çalışmaları başlatılmıştır. Yükseköğretim reformunun kapsamını belirlemeye yönelik olarak 2012 yılında YÖK tarafından; üniversiteler, akademisyenler, sivil toplum örgütlerinin katıldığı birçok çalıştay düzenlenmiştir. Daha sonra, Eylül 2012 de YÖK tarafından hazırlanan bir yükseköğretim yasa taslağının temel ilkeleri ortaya çıkmış ve Kasım 2012 de ilk yasa taslağı kamuoyu ile paylaşılmıştır. Üniversiteler, akademisyenler, sivil toplum örgütleri kanun taslağına ilişkin görüşlerini iletmişler ve bu görüşler ekseninde taslakta düzenlemeler yapılmıştır. Taslak, Ocak 2013 te son halini almış ve yasal düzenlemelerin gerçekleşmesi için MEB e gönderilmiştir. Ocak 2013 ten itibaren yasa taslağıyla ilgili herhangi bir çalışma kamuoyuna yansımamış ve yükseköğretim reformu Meclis gündemine gelmemiştir (Çelik & Gür, 2013). Resmi belgelere ilaveten, toplumun çeşitli kesimleri tarafından da hazırlanan rapor ve çalışmalarda da YÖK ün yetkilerinin azaltılması, eşgüdüm ve planlamadan sorumlu bir üst kurula dönüştürülmesi konusunda bir uzlaşı söz konusudur (Barblan, Ergüder & Gürüz, 2008; Gürüz, 2008; Küçükcan & Gür, 2009; Mutluer, 2008; TÜSİAD, 2003; YÖK, 2007). Hatta farklı YÖK başkanlarının açıklamalarında ve çalışmalarında da benzer hususlar dile getirilmiş; son iki YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan ve Gökhan Çetinsaya, çeşitli vesilelerle YÖK ün kapatılması gerektiğini belirtmişlerdir (Özcan, 2009; YÖK artık lağvedilmelidir, 2014). Yükseköğretime yönelik reform taleplerinin odağında aşırı merkeziyetçi ve tek tipçi yapının terk edilmesi, bunun yerine çeşitlenmiş ve daha özerk bir üniversite anlayışının getirilmesi yer almaktadır. Yükseköğretimde bir reform yapılması gerektiği konusundaki bu geniş bir uzlaşıya rağmen, yükseköğretim reformunun neleri içermesi gerektiği konusunda farklılaşmalar yaşanmış, dolayısıyla mevcut reform girişimleri bugüne kadar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yükseköğretim reformuna ilişkin tüm tartışmalar, genellikle YÖK üyelerinin ve rektörlerinin atama usullerine odaklanmış, diğer konular (ör. hesap verebilirlik, üniversite ve toplum ilişkileri, finansman, planlama, koordinasyon vs.) geri planda kalmıştır. Yükseköğretim reformlarındaki asıl tartışma, hangi yetkiye kimin sahip olacağına ilişkindir. Başka bir ifade ile, YÖK başkanı, üyeleri ve rektörleri kim tarafından atanacak ve bu kişiler hangi yetkilere sahip olacağı tartışılmıştır (Gür ve Çelik, 2011). Bundan dolayı, tüm tarafların bir reform talebine ve çabasına rağmen, köklü bir adım atılamamıştır. Hatta bu tartışma ve çalışmalarda mesele, bir yükseköğretim reformu olarak değil, YÖK reformu olarak ele alınmıştır. Bu durumun en son örneği yeni Anayasa çalışmalarında da görülmüştür. Mecliste temsil edilen dört partinin temsilcilerinden oluşan Meclis Anayasa Komisyonu 2013 yılı içinde yükseköğretime ilişkin taslak maddede uzlaşmıştır. Buna göre, YÖK yerine Yükseköğretim Düzenleme Kurulu (YDK) nun kurulması öngörülmüştür. Taslak maddeye
göre, YDK görev ve işlev olarak YÖK e benzemektedir. Ayrıca, YDK üyelerinin bazılarının öğretim elemanlarının oyları ile seçilmesi öngörülmektedir. YDK nın öngörülen bu üye yapısı ve seçimi, gelişmiş ülke örneklerinden farklılaşmaktadır. ABD ve OECD ülkelerinde yükseköğretimi düzenleyen üst kurulların üye yapısı, genellikle toplum tarafından seçilen siyasi iktidarlar tarafından belirlenmekte ve üniversite dışı üyeleri içermektedir (Çelik & Gür, 2013). Özetle, bugüne kadar tasarlanan yükseköğretim yasa taslakları, kapsamlı bir yükseköğretim reformundan ziyade, genellikle yükseköğretimden sorumlu bir üstotorite olarak YÖK ün dönüşümü olarak karşımıza çıkmıştır. Yükseköğretim Reformunun Gerekçeleri Türkiye yükseköğretim sistemi, 12 Eylül sonrası askeri darbe döneminin yapısına göre tasarlandığı için o günkü güncel sorunlara ve önceliklere cevap verme kaygısıyla oluşturulmuştur. Oysa 30 yıldan fazla olan bir süreçte Türkiye nin toplumsal, siyasal ve ekonomik yapısında önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Dahası, hem Türkiye yükseköğretim sistemi hem de dünya yükseköğretim sistemleri oldukça önemli finansal, yönetsel ve öğrenci yapısına ilişkin dönüşümler yaşanmıştır. Aşağıda tartışılacak olan bu hususlar Türkiye yükseköğretim sisteminin kapsamlı bir reforma ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. a. Yükseköğretim kurum sayısı artmıştır ve bu büyüme devam etmektedir. YÖK öncesinde Türkiye de 19 olan üniversite sayısı 1982 yılında açılan 7 üniversite ile 26 ya; 1990 yılında 29 a; 2003 AK Parti iktidarı ile 76 ya yükselmiştir (Günay & Günay, 2011). 2006 yılında başlayan, yükseköğretim sistemini elit bir sistemden kitlesel ve evrensel bir sisteme dönüştürme çalışmaları ile birlikte, bu son yedi yılda 100 e yakın devlet ve vakıf üniversitesi kurulmuştur (Çetinsaya, 2014). Dahası, her yıl birçok yeni vakıf ve devlet üniversitesi kurulmaya devam etmektedir. Ak Parti iktidara geldiğinde sadece 40 ilde bulunan üniversiteler, 2006-2008 yılları arasında açılan özellikle devlet üniversiteleri ile birlikte her şehirde en az bir tane olacak şekilde tüm ülkeye yayılmıştır (Günay & Günay, 2011). Türkiye deki üniversitelerin yaklaşık yarısı İstanbul (9 devlet, 39 vakıf üniversitesi), Ankara (6 devlet, 11 vakıf üniversitesi) ve İzmir (4 devlet, 5 vakıf üniversitesi) olmak üzere üç büyük şehirde toplanmıştır. Niceliksel bu artışlara ilaveten, son yıllarda yükseköğretim kurum yapıları çeşitlenmeye başlanmıştır. Bilindiği üzere, Anayasa nın 130. Maddesi vakıf üniversitelerinin ancak kâr amacı gütmemek şartıyla kurulabileceğini belirtmektedir. Bu çerçevede ilk vakıf üniversitesi 1984 yılında kurulmuştur. İkinci bir vakıf üniversitesi ancak 1992 yılında açılmıştır. Özellikle 1996-2001 yılları arasında 20 civarında daha vakıf üniversitesi kurulmuştur. Özellikle 2007 yılından itibaren vakıf üniversiteleri ve vakıf meslek yüksekokulları daha hızlı bir şekilde büyümeye başlamıştır. Bugün 80 nin üzerinde vakıf üniversitesi ve vakıf meslek yüksekokulu bulunmaktadır (Çetinsaya, 2014). b. Yükseköğretim kurum sayısındaki artışa paralel olarak, öğrenci sayısı da artmıştır; bu artışın devam etmesi beklenmektedir. 1984 yılında 320 bin civarında olan öğrenci sayısı bugün 5,5 milyona ulaşmıştır (Çetinsaya, 2014). Başka bir ifade ile YÖK ün kurulduğu dönemden bugüne yükseköğretim sistemindeki öğrenci sayısı yaklaşık 20 kat büyümüştür. Dahası bu büyümenin önümüzdeki yıllarda da devam etmesi beklenmektedir. Özellikle, 2012 yılında çıkan 6287 sayılı kanunla zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmış olmasının 721
722 yükseköğretime yönelik talebi artırması beklenmektedir. Zaten, 1980 den günümüze yükseköğretime yönelik talep sürekli olarak artmıştır. 1980 de yaklaşık 470 bin kişi üniversite giriş sınavlarına başvurmuşken, bu sayı 2000 yılında 1,4 milyona, 2014 yılında ise ilk kez 2 milyona ulaşmıştır. Yükseköğretimi talep eden kesimler de çeşitlenmiş durumdadır. Yükseköğretim geçmişte yalnızca belirli bir kesim tarafından talep edilmekteyken bugün nüfusun çeşitli kesimleri tarafından da yoğun bir şekilde talep edilmektedir. Özellikle 2006 yılından sonra atılan adımlarla Türkiye yükseköğretim sistemi elit bir yapıdan kitlesel bir yapıya hatta çağ nüfusunun yarısından çoğuna hizmet sunan evrensel bir boyuta doğru ilerlemektedir. Bunun en önemli göstergesi 2014 yılında üniversite giriş sınava başvuranların sadece %40 a yakın bir kesiminin lise son sınıf öğrencisi olmasıdır. Farklı yaş gruplarının, özellikle kadınların, çalışanların ve hatta daha önce üniversite eğitimi almış olanların yükseköğretime yönelik talebi artarak devam etmektedir. c. Hâlihazırda yürürlükte olan Yükseköğretim Kanunu, Türkiye nin son yıllarda demokratikleşme ve sivilleşme konusunda vardığı düzeyin gerisinde kalmaktadır. Yükseköğretim Kanununun temel amaç ve hedeflerine bakıldığında bilimsellik ve akademik özgürlüğün arka plana atıldığı en temel amaçların, Atatürk milliyetçiliği, Türklük ve millet sevgisi olduğu görülmektedir. Kanun, askeri dönemin bir ürünü olarak, üniversiteyi bilimin öğrenildiği ve öğretildiği bir kurum olarak tanımlamaktan ziyade insanların belirli bir ideoloji ekseninde yetişmesini öngörmektedir (Küçükcan ve Gür, 2009). Kanundan da kaynaklanan bu sorun üniversitelerde geçen zaman içinde öğrenim, öğretim ve araştırma özgürlüklerinin kısıtlanması gibi birçok soruna neden olmuştur. Yükseköğretim Kanunu nun 5. Maddesine göre, yükseköğretim kurumlarında Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi ile Türk dili dersi halen zorunlu olarak okutulmaktadır. Bir kurum olarak üniversitenin endoktrinasyon merkezi değil, fikirlerin özgürce tartışıldığı bir kurum olarak tasarlandığı bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. d. Öğrenci sayılarının aşırı büyümesi finansmanla ilgili sorunları beraberinde getirmektedir. Türkiye deki mevcut öğrenci sayısı ve önümüzdeki yıllarda beklenen artış da dikkate alındığında yükseköğretim kurumlarının finansmanı bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Uluslararası eğilimlere bakıldığında, yükseköğretim kurumlarının finansmanında bir çeşitlenmenin olduğu görülmektedir. Son yıllarda, yükseköğretimde özelleşme oranları artmış, özel üniversiteler kurulmaya başlanmış, öğrenciler yükseköğretim almak için daha fazla finansal katkı vermeye başlamıştır (Eurydice, 2008; OECD, 2008). Sürdürülebilir bir yükseköğretim finansmanı için Türkiye de de bir yandan sosyal adaleti ve fırsat eşitliğini gözeten öte yandan yükseköğretim kaynaklarını artırıcı yeni finansman modellerine ihtiyaç vardır. Bu çerçevede, hem kamunun desteklerini artırması hem de özel finansmanın artırılması seçenekleri üzerinde durulmalıdır. e. Uluslararası eğilimlere bakıldığında, 1980 lerden itibaren yükseköğretim sistemlerinin yönetiminde önemli değişimler görülmektedir. Artık, merkezi yönetimler, toplumun ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak ve daha rekabetçi bir ekonomiye sahip olmak için yükseköğretim sistemini daha fazla denetlemeye başlamıştır (Çelik & Gür, 2014). Yükseköğretim sistemleri, kalite güvence çerçeveleri, performans temelli bütçeleme, yönetim kurullarına
dış paydaşların katılımı ile daha fazla denetime tabi tutulmaktadır (OECD, 2003, 2008). Öte yandan, hükümetler, doğrudan yönetim ve denetim süreçlerinden çekilmekte, yetki ve sorumluluklarını aracı ya da üst kurullara devretmektedir. Yükseköğretim kurumları üzerinde bir üst otorite olan üst ya da aracı kurulların yapısına bakıldığında, kurul üyelerin bazı ülkelerde tamamının bazı ülkelerde ise çoğunluğunun üniversite dışı paydaşlardan oluştuğu görülmektedir. Dahası, bu kişiler, üniversite personeli tarafından değil, topluma doğrudan hesap veren seçilmişler tarafından belirlenmektedir. Ayrıca, uluslararası eğilimler dikkate alındığında, rektörlerin öğretim üyeleri tarafından belirlenmesi terk edilen bir uygulamadır. Birkaç ülke haricinde rektörler, öğretim üyelerinin oylarıyla değil, doğrudan hal tarafından seçilmiş siyasi otorite (bakan, başbakan, cumhurbaşkanı) ya da bu otorite tarafından üyeleri belirlenen bir konsey/ kurul tarafından atanmaktadır. Bütün bu süreçlere ek olarak, yükseköğretim kurumlarının özerklikleri genişlemekte, rektörlerin yetki ve sorumlulukları artmaktadır (Küçükcan & Gür, 2009). Sonuç ve Öneriler Gelinen noktada, Türkiye yükseköğretim sisteminin reform edilmesi konusunda ciddi gerekçeler ve toplumsal talep söz konusudur. Muhtemelen bir reformda dikkat edilmesi gereken bazı önemli hususlar şu şekilde sıralanabilir: Türkiye de önümüzdeki yıllarda yükseköğretime yönelik taleplerin artarak devam edeceği dikkate alındığında, halen yeni üniversitelere ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Türkiye yükseköğretim sistemi, öncelikli olarak toplumsal talepleri karşılayacak şekilde büyümeye devam etmelidir. Buna ilaveten, yükseköğretimin, nitelikli işgücü yetiştirme, AR-GE ve bilgi ekonomilerine dâhil olmadaki etkileri de dikkate alınarak büyümenin nitelikli bir şekilde gerçekleşmesi için yeni politika tedbirleri alınmalıdır. Yeni yükseköğretim sisteminin üst yapısı belirlenirken, bu büyümenin sekteye uğramaması gözetilmelidir. Üniversitenin en temel öğelerden biri akademik özgürlüktür. Bundan dolayı akademik özgürlüklerin (öğrenim, öğretim ve araştırma özgürlükleri) garanti altına alınması gerekmektedir. Buna çerçevede, öğrenim özgürlüğünü kısıtlayan, endokrinasyona yönelik hususların yasal düzenlemelerden çıkarılması gerekmektedir. Bu çerçevede öncelikli olarak, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi ile Türk dili dersleri gibi derslerin YÖK tarafından zorunlu kılınan dersler kategorisinden çıkarılması gerekmektedir. Uluslararası tecrübeler de dikkate alındığında, üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayacak bir üst kurul/ kurullara ihtiyaç olduğu görülmektedir. Bu kurumların üye yapıları sadece akademik personelden oluşmamalıdır. Toplum ile daha etkin bir iletişim kurması ve hesap verebilir bir yapıya sahip olması için, yükseköğretim sistemini düzenleyen kurum ya da kuruluşların üyelerinin yarısı ya da çoğunun üniversite dışından ve toplumun farklı kesimlerini temsil eden kişilerden oluşmalıdır. Söz konusu kurum ve kuruluşların, doğrudan ya da dolaylı olarak halka hesap verebilir yapılar olması sağlanmalıdır. Yükseköğretim kurumlarının çok daha şeffaf ve topluma hesap verebilir bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Bunun için, dünya eğilimleri dikkate alınarak, rektör seçim sistemi değişmelidir. Rektörler, öğretim üyelerinin oyları ile değil, toplum tarafından seçilmişlerin de etkin olduğu mekanizmalarla belirlenmelidir. Bu 723
724 Kaynakça çerçevede, halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanının rektörleri ataması, topluma hesap verebilirliği artırma potansiyeline sahiptir. Buna mukabil, üniversitelerin akademik, idari ve mali konulardaki özerklikleri artırılmalıdır. 61. Hükümet Programı. (2011). 61. Hükümet Programı. Başbakanlık. http://www.basbakanlik.gov.tr/ Forms/pgGovProgramme.aspx Çelik, Z., & Gür, B. S. (2013). Turkey s education policy during the AK party era (2002-2013). Insight Turkey, 15(4), 151 176. Çelik, Z., & Gür, B. S. (2014). Yükseköğretim sistemlerinin yönetimi ve üniversite özerkliği: Küresel eğilimler ve Türkiye örneği. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 4(1), 18 27. doi:10.5961/jhes.2014.085 Çetinsaya, G. (2014). Büyüme, kalite, uluslararasılaşma: Türkiye yükseköğretimi için bir yol haritası. Eskişehir: Yükseköğretim Kurulu. Barblan, A., Ergüder, Ü. & Gürüz, K. (2008). Higher education in Turkey: Institutional autonomy and responsibility in a modernising society. Bologna: Bologna University Press. Eurydice. (2008). Higher education governance in Europe. Policies, structures, funding and academic staff. Brussels: Eurydice. Günay, D., & Günay, A. (2011). 1933 ten günümüze Türk yükseköğretiminde niceliksel gelişmeler. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, (1), 1 22. Gür, B. S., & Çelik, Z. (2011). YÖK ün 30 yılı (Rapor No. 4). Ankara: Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı. Gürüz, K. (2008). Yirmi birinci yüzyılın başında Türk milli eğitim sistemi. İstanbul: Türkiye İş Bankası. Kalkınma Bakanlığı. (2013). Onuncu kalkınma planı (2014-2018). Ankara: Kalkınma Bakanlığı. Küçükcan, T., & Gür, B. S. (2009). Türkiye de yükseköğretim: Karşılaştırmalı bir analiz. Ankara: SETA Yayınları. Mutluer, M. K. (2008). Türkiye de yük seköğretimin başlıca sorunları ve sorunlara çözüm önerileri. Ankara: Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı. OECD. (2003). Education policy analysis 2003. Paris: OECD. OECD. (2008). Higher education to 2030 (Vol. 1): Demography. Paris: OECD. Özcan, Y. (2009, Temmuz). En büyük hayalim YÖK ü yok etmek. Aksiyon. http://www.aksiyon.com. tr/aksiyon/newsdetail_getnewsbyid.action?sectionid =26&newsId=24511 TÜSİAD. (2003). Yükseköğretimin yeniden yapılandırılması: temel ilkeler. İstanbul: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği. YÖK. (2007). Türkiye nin yükseköğretim stratejisi. Ankara: Yükseköğretim Kurulu. YÖK artık lağvedilmelidir. (2014, March 23). Milliyet. http://www.milliyet.com.tr/yok-artiklagvedilmelidir/gundem/detay/1855788/default.htm