T.C. BOZOK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS Makâle Çevirisi Çeviren Yasin RİHAN Yozgat, 2016
Emotion, Neuroscience and Investing: Investors as Dopamine Addicts Duygu, Sinirbilim ve Yatırım: Dopamin Bağımlıları olarak Yatırımcılar James Montier Bu makale 20 Ocak 2005 tarihinde Global Equity Strategy dergisinde yayınlanmıştır.
James Montier şu anda GMO'nun (gelişmiş varlık yönetimi çözümleri ile sofistike müşterilere sunmayı taahhüt eden küresel bir yatırım yönetim firmasıdır.)avrupa varlık tahsis ekibi üyesidir. 2009 yılında GMO'ya katılmadan önce, Société Générale'de Global Strateji dergisinin eş başkanlığını yürüttü. James Montier, yatırımcılar için yol gösterici kitaplar yazmıştır..
Karar verirken kafamızda neler oluyor? Beynimizin nasıl olduğunu anlamak? Yaptığımız kararları anlamak için çalışma hayatının önemi nedir? Nöroekonomi nedir?
Ekonomi ve sinir sözcüklerinin birlikte ne çağrıştırdığını insanlara sorsak, çoğu kimse kötü ekonomik koşulların insanların sinirini bozduğu şeklinde cevap verir herhalde Gelgelelim, nöroekonominin bu çağrışımla uzaktan yakından ilgisi yok. Bu, yeni ortaya çıkmış bir bilim dalıdır.
Makalemizde, hepimizin doğal olarak yaşadığı fakat birçoğumuzun dünyasına pek muhtemel ki ilk kez girecek nöroekonomiden bahsedeceğiz. Psikoloji, ekonomi ve sinirbilimi birleştirir. Sinirbilimciler kısa süre önce yatırımcılara önemli iki özellik kazandırdı.
Birincisi, kısa vadede kablolu yani fiziksel bağımlı olduğumuz. Kısa süreli şans bulma şansını bulma eğilimindeyiz, kısa vadeli kazanımlar çok çekici. Beynin duygusal merkezlerini teşvik ederler, Ve dopamin hormonunu serbest bırakır. Bu bizi kendine güvende hissettiriyor, harekete geçiriliyor ve genel olarak kendimizi iyi hissederiz.
İkincisi, sürülere bağlanmış gibi görünüyoruz. Sosyal dışlanma ağrısı (ör. herkese karşı bahis oynamak) gerçek hisseden beynin tam olarak aynı kısımlarında hissedilir. Düzenli olarak stratejileri takip etmek biraz kolunuz kırılmak gibidir! Bu dürtülerin -ani hareketlerin- kendi kendine kontrolü çok zordur.
İyi haberler aldığımızda, hayatımız boyunca beyin hücrelerini hemen hemen çoğalmaya devam eder. Beyin hücrelerimiz sonsuza dek sabit değildir, nöronları yeniden düzenleyebiliriz Biz buna mahkum değiliz, öğrenebiliriz, ancak bu kolay değil!
Mr Spock mu yoksa McCoy mu?
Dışarıdaki Trekkiler için bu iki sistem belki de Dr. McCoy ve Mr. Spock olarak karakterize edilebilir. McCoy, insanların duygularını sonsuza kadar yönetmesine izin verilemez derecede insandır. Buna karşın, Mr. Spock (yarım insan, yarım Vulcan), kararlarını mantığa bırakarak duygularını bastırmaya kararlıydı. İki bilgi işleme sistemini vardır: Refleksif (duygusal) ve yansıtıcı (nesnel).
McCoy'un yaklaşımı X sisteminde kurulmuştur. Sistem X aslında beynin duygusal parçasıdır. Bilginin işleyiş biçiminde otomatik ve zahmetsizdir. X-sistemi bilgi ile ilişkisel bir yol izlemektedir. X-sisteminin bilgi ile uğraşması nedeniyle, aynı anda çok miktarda veriyi işleyebilir.
Mr Spock yaklaşımı Sistem C, beynin "Vulkan" kısmıdır. Bunu kullanmak için kasıtlı çaba gerektirir. Bilgiyi işleme biçiminde mantıklı ve tümdengelimlidir. C sistemini bir şeylerin doğru olduğunu ikna etmek için, mantıksal argüman ve ampirik kanıt gerekecektir. Zihnin çalışma biçimine yönelik bu ikili sistem yaklaşımı, Nörologlar tarafından yapılan son çalışmalarda kullanılmaktadır.
Duyguların Önceliği (X sistemi) duygusal kararlara odaklanır ve hikayeleri sever. Örneğin Korku, iki sinir yolundan geçiyor gibi görünüyor. Hızlı ve kirli (düşük yol), diğeri daha yansıtıcı ve mantıklı (yüksek yol)
İçerisinde bir yılanın bulunduğu bir cam kabın önünde durup düşünün. Yılan ortaya çıkıyor, Tehlike algılanır ve duyusal talamus bilgiyi işler. Buradan itibaren iki sinyal ortaya çıkıyor. Düşük Yolda sinyal amigdalaya gönderilen X sisteminin bir parçası, (beyin korku ve risk merkezi). Amigdala çabucak tepki verir ve sizi atlamanıza zorlar. Bununla birlikte, ikinci sinyal (yüksek yol alarak), bilgiyi duyuya gönderir. Korteks, daha bilinçli bir şekilde olası tehdidi değerlendirir. Sizinle yılan arasında bir cam tabakası olduğunu belirtiyor. Ancak, hayatta kalmaya bakış açısı, yanlış kararlar almamıza neden olabiliyor.
Duygular: Beden veya beyin? Çoğu kişi, duyguların olaylara veya eylemlere karşı bilinçli tepki olduğunu düşünmeye eğilimlidir. Yani, bir şey olur ve beyniniz duygusal tepki verir. Üzüntü, öfke, mutluluk vb. durumlarda beynimizin vücuduna nasıl tepki vereceğini söyler. Örneğin: gözyaşı dökme, kalbe kan pompalanması, nefes alma oranını artması gibi.
William James, modern psikolojinin dedesi, : nasıl hissedeceğimizin bilinçli olarak farkına varma zamanımız olmadığı için beyin durumu hızlı bir şekilde değerlendiriyor. Beynimiz vücuda bakar, sonuçları alır (yani ciltte terleme, kalp atışı artışı vb.), daha sonra vücudun ürettiği fiziksel sinyallerle eşleşen duyguyu değerlendirir.
Beynimiz acı hissetmez... Beynimizde acı algılama reseptörü bulunmuyor. Bu sebeple cerrahlar beyin ameliyatlarını hasta uyanıkken ve anestezi uygulamadan gerçekleştirirler. Bu durum cerrahlara ameliyat sırasında hastanın motor fonksiyonlarına herhangi bir zarar gelip gelmediğini kontrol etmekte yardımcı oluyor.
Bunu kendiniz denemek isterseniz, yaşamak istediğiniz duyguyla uyuşan yüzü çekmeyi deneyin. Örneğin, gülümsemeyi deneyin. Yüzünüzde bir gülümsemeyle fotoğrafçının karşısına oturursanız, o gülümseme üzerine yoğunlaşırsınız. Bir süre sonra gülümsemenizin sizde olumlu duyguları hissetmeye başlama olasılığı çok yüksektir.
Biz anlık gerçekçiyiz. Yani, ilk duygusal tepkimize güvenme eğilimindeyiz ve ilk görünümü "yalnızca, daha sonrasında ve çaba sarf etmeden" düzeltiriz. Örneğin, bir kaya üzerine bir tekme attığımızda ya da kafamızı bir kirişe vurduğumuzda (evimizde yapmak kolay bir şey) kendi hatamızı önlemek için hiçbir şey yapamamış olmamıza rağmen bize verdiği acı nedeniyle cansız nesneyi lanetleriz.
Duygular: İyi, kötü ya da ikisi de? Bununla birlikte, aslında karar vermemize izin vermek için duyguya ihtiyaç duyulabilir. Iowa Üniversitesi Tıp Koleji nde, doktora sonrası Antoine Bechara tarafından ortaya konmuş Iowa Kumar Deneyi (bireyler optimal olmayan kararlar almaya yönelebilirler)
Iowa Kumar Deneyi
Amaç, oyun esnasında beynimizin nasıl karar verdiğini, seçimlerimizi nasıl yaptığımızı görmektir. Hatta, deneyin sonunda söyleyeceğimizi baştan söylemek gerekirse, beynimizin bir tarafları çoktan karar verdiği halde, bilincimizin bunun farkında olmadığıdır. O zaman oyunun nasıl oynandığına geçelim.
Bir masada A, B, C, D olarak isimlendirilen dört adet iskambil destesine benzer deste vardır. Bir denek, destelerden çekmek üzere masaya oturtulur. Deneğe 2000 $ borç para verilir. Denekten yapması istenilen şey, önündeki A, B, C, D destelerinden hangisinden ve hangi sırada isterse kâğıt çekmesidir. Söz gelimi denek, A destesinden arka arkaya 3 adet kart çekimi yaptıktan sonra C destesine yönlenerek 2 adet, sonra B destesinden 6 adet ve tekrar A destesine dönerek 1 adet çekebilir ve bu şekilde devam edebilir. İsterse, tüm seçimlerini aynı desteden de yapabilir. Sonuçta, hangi desteden ne miktar ve hangi sırada seçtiğine dair karar, tamamen deneğe aittir. Ancak deneğin bilmediği bir şey vardır. Deneğin, destelerden çektiği toplam kart sayısı 100 adet olduğu anda, deneyi gerçekleştiren kişi, deneyi sonlandıracaktır.
Denek, kartları çektikçe, kartlarda yazan miktar kadar ya kazanacaktır ya da kaybedecektir. Söz gelimi çekilen kartların üzerinde 50$ kazandınız, 25$ kazandınız, 75$ kaybettiniz, 100$ kazandınız veya 100$ kaybettiniz gibi ibareler vardır. Denek, kazandıkça, deneyciden karttaki kadar para alacak, kaybettikçe de kartta yazan miktar kadar para verecektir. Ancak, deneye katılan deneğin bilmediği bir şey daha vardır. A ve B destesi öyle bir ayarlanmıştır ki, 100$, 250$, 500$ kazandırabilirken, bir anda 500$ hatta 1000$ kaybettirebilmektedir. Buna karşılık, C ve D destesi daha mütevazi rakamlarla donatılmış olup, 25$, 50$, 75$ ve en fazla 100$ kazandırabilecek veya kaybettirebilecek şekilde hazırlanmıştır.
oyunun kurallarını özetlersek; dört adet desteden A ve B olarak isimlendirilen desteler riskli, C ve D olarak isimlendirilen desteler ise mütevazi rakamlarla kazandırmaya veya kaybettirmeye ayarlanmış kağıtlar olup deneğin bundan haberi yoktur. Denek, istediği sırada olmak üzere istediği desteden istediği kadar seçim yapabilmektedir. Ve ayrıca, deneyi yapan, kartların toplam sayısı 100 olduğunda deneyi durdurmaktadır. Tabii ki, hangi destelerin riskli hangilerinin mütevazi kayıp ve kazançlar içerdiği ile toplam 100 adet kart sayısına varıldığında, deneyin durdurulacağından deneğin haberi yoktur.
Deney başladığında, denekler, hemen hemen ortalama olarak toplamda 30 kart seçtiklerinde, hangi destelerin riskli, hangilerinin nispeten kazandırabilen desteler olduğunun farkına varmaktadırlar. Bazı hırslı denekler, oyun içinde zaman zaman daha fazla kazanmak için A ve B destelerine dönseler de, beklediği büyük kazançlar yerine, büyük kayıplarla karşılaşınca, deneye tekrar C ve D destelerinden devam etmektedirler.
Elbette ki bu kararları beynimizin düşünen ve planlayan, muhakeme yapan, alnımızın arkasında ve adına prefrontal korteks denilen kısımla yapıldığın biliyoruz. Peki bu deney, sadece prefrontal korteksin yani düşünen beyin dediğimiz kısmın kontrolünde mi yapılmaktadır?
Bu defa deneye, yine beynimizin ön tarafına isabet eden, prefrontal korteks dediğimiz kısmın biraz daha aşağılarında, bir kısmı beynimizin önünde, bir kısmı da beyin yarıkürelerinin içinde kalan ve adına ventromedial prefrontal korteks denilen ve herhangi bir nedenle bu kısmı hasar görmüş kişiler (hastalar) deneye dahil ediliyor. Diğer bir deyişle, Bu kişilerin (hastaların) prefrontal korteks denilen beyin kısımları son derece sağlam oldukları halde, ventromediyal prefrontal korteksleri hastalık, kaza veya doğuştan hasarlı kişilerdi. Bu arada hemen söyleyelim ki, bu kişiler, diğer karar mekanizmaları itibarıyla, gündelik hayatta, normal kişilerden çok da farklı davranmıyorlardı.
Ventromedial prefrontal hasarlı kişiler, bu deneye dahil edildiklerinde, normal kişilere göre farklı davranıyorlardı. Oyun esnasında, A ve B destelerinden daha fazla kazandıklarını görüyorlar, en yüksek kayıpların da aynı desteden olduğu gördükleri halde A ve B destelerinden kart çekmeye devam ediyorlardı. Hatta bazen, oyunun yarısına gelmeden ellerinde para kalmıyor, deneyi yapan kişiden (deneyci) ilave borç para istiyorlardı. İşin ilginç tarafı, deneye, kumar tutkunları da dahil edildiğinde, onlar da bir müddet sonra riskin farkına varıyorlar ve C, D destesine yöneliyorlardı.
Bu saptamalara bakarak, normal kişilerin, ortalama 30 kart çekiminden sonra A ve B destelerinden kaçınarak C ve D destelerine yönelmesini ventromediyal prefrontal korteks sağlıyor olmalıydı. Yani, ventromediyal prefrontal korteks, bizi, "geleceğimize de yatırım yapmamızı" söylüyordu. Dolayısıyla, bireyi sadece şimdiki hazlar için değil, gelecekte de varlığını sürdürmek üzere bir programa doğru itiyor olmalıydı.
Özetlersek, ventromediyal prefrontal korteks, geleceğimize yatırım yapmaya, şimdinin hazzına takılmamızı önlemeye çalışarak, gelecekte de varlığımızı sürdürmemize yol açıyordu. Söz gelimi, birkaç yüz bin yıl evvelinde avlandığımızda, yediklerimizin haricinde kalanları saklamak veya avın hepsini değil bir kısmını yiyerek bir kısmını da saklamamız ve gelecekte de varlığımızı sürdürmeye yöneltiyordu.
Ventromediyal prefrontal korteks yoksa veya hasarlı ise, beyin sadece şimdiyi ve şimdiye ait "çıkarlar" ile ilgileniyor fakat kayıplara dikkat etmiyordu. Şimdi kavramı onlar için daha ön plana çıkıyordu. Söz gelimi, uyuşturucu almış veya alkol almış kişiler için de şimdi önemlidir. Sarhoş bir kişinin alkol nedeni ile geleceğe yönelik ufku o kadar daralır ki, böyle kişilerin beyni neredeyse şimdiyi çok daha net olarak görürler. Yani onlar için, gelecekten çok, şimdi önemlidir. Dolayısıyla, bu kişileri (sarhoş veya ventromediyal prefrontal hasarlı kişileri) geleceğe dair sözler ile değil ama şimdiye dair olabilecek sözlerle ikna etmek daha kolaydır.
Bundan anlıyoruz ki, aslında bilincimiz daha farkında bile olmadan bir anda durduk yerde ortaya çıkan ve adına sezgi veya "önsezi" dediğimiz mekanizma için mistik veya metafizik bir atfa gerek kalmadan beynin bir işlevi olduğunu söyleyebiliriz. Belli ki evrimsel süreç, bundan birkaç milyon yıl evvel insanın atalarının henüz düşünen beyninin olmadığı veya henüz ortaya çıkmaya başladığı zamanlarda, kendisini olası tehlikelerden koruyacak sezgi veya dürtü olarak bu riskten uzaklaştıracak en azından riskleri azaltacak ve böylece hayatta kalmasına yardımcı olacak bir mekanizmayı hediye etmiş görülüyor. Kararı biz mi veriyoruz, yoksa bizim adımıza beynimiz mi? Siz ne düşünüyorsunuz?
Dolayısıyla duygular, hem bize yardım edebilir hem de bizi engelleyebilir. Duygular olmadan RİSK kavramını anlayamayız. Duygu ile riskin yarattığı korkuyu kontrol edemiyoruz!
Kendini Kontrol (Öz Denetim): kas gibi
İrade üzerine araştırma yapan en önemli araştırmacılardan biri olan Roy Baumeister: Toplumdaki modern insana rahatsızlık veren problemlerin çoğu -bağımlılık, aşırı yeme, suç, aile içi şiddet, bulaşıcı hastalıklar, ön yargı, borç, okulda başarısızlık, işte yetersiz performans gösterme, para biriktirememe, egzersiz eksikliği- bir dereceye kadar öz kontrol eksikliğinin bir sonucudur.
Baumeister in yaptığı bu araştırma insanın özkontrolünün artmasının, hayatının diğer alanlarını da pozitif olarak etkileyeceğini söylüyor. Daha fazla özkontrole sahip insanlar daha sağlıklı, ilişkiler konusunda daha başarılılar. Ayrıca daha fazla para kazanıyorlar, kariyerlerinde daha iyi bir noktadalar. İradesi güçlü olanların daha mutlu olması pek de sürpriz sayılmaz. Görünen o ki, iradenizi güçlendirmek için bir adım atmanız vereceğiniz en iyi kararlardan biri olabilir.
Baumeister, katılımcıları 3 gruba ayırmıştır. Aç olarak deneye katılan 1. gruba yeni yapılmış taze güzel kokulu kurabiyelerden ikram edilir. 2. grubun önüne kurabiye tabağı konulur fakat kurabiyelerden yemelerine izin verilmez, onlara da turp ikram edilir. 3. gruba ise ne kurabiyelerden ne de turptan ikram edilmez direkt 2. aşamaya alınırlar.
2. aşamada ise katılımcılardan çok zor bir yapboz yapılması istenir. 1. ve 3. grup yapboz ile bir müddet uğraşır ve pes eder. 2. gruptakiler ise çok daha kısa bir zaman içinde pes ederler. Burada kurabiyeye karşı olan arzuya, irade ile karşı koymak egoyu yoruyor ve tüketiyor. Aklı hala yiyemedikleri kurabiyelerde olan katılımcılar başka bir şeye odaklanmakta ve tahammül göstermekte zorluk yaşamıştırlar.
Baumeister e göre, irademizi bir kas gibi alıştırma yaparak güçlendirebileceğimize dair bulgular mevcuttur. Yani bugün direndiğiniz o kurabiyeler yarın başka bir şeye direnişinizi kolaylaştırabilir. Diğer yandan aşırıya kaçarak yapılan öz-kontrol kas çalışması sonraki görevde kontrol gücünün azalmasına ya da öz-kontrol tükenmesine yol açabilir.
KISA DÖNEMDE KONTROL Bazı ekonomistler, geleneksel olarak paranın doğrudan bir yarara sahip değil de dolaylı olarak faydalı olduğu görüşündedirler yani doğrudan yarar sağlayan mal ve hizmetleri satın almak için para kullanılabilir derler. Sinirbilimciler, paranın yararları olduğunu keşfettiler. Para kazanmanın da zevkli olduğunu savundular. Mcclure ve arkadaşlarının yaptığı ve bugün tüketmek ile yarın tüketmenin beynin farklı bölgeleri tarafından yönetildiğini gösteren araştırması bu konunun aydınlanmasına yardımcı olacaktır. McClure (2004) bu hipotezi test etmek için katılımcılara küçük ve yakın ödüllerle büyük ve ertelenmiş ödüller arasından bir dizi zamanlar arası seçim yaptırmıştır
Katılımcılara bugün 10 veya yarın 11 pound verilmesi arasında bir seçenek sunulduğunda birçok kişi acil seçeneği tercih ediyor. Bununla birlikte, bir yılın sonunda 10, bir yılın sonunda ve her gün 11 arasında seçim yapması istenirse, ilk durumda 'acele' seçeneği seçen birçok kişi şimdi ikinci seçeneği tercih etmişlerdir. McClure ve arkadaşları, böyle seçimlerle yüzleştiğinde beyinde neler olduğunu görmek için, katılımcıların beynin erken ve gecikmeli parasal kazançları arasında bir dizi zamanlar arası seçim yaparken beyin aktivitelerini gözlemlemişlerdir.
UZUN DÖNEMDE KONTROL Tüm insanlar olarak sosyal bir grubun içinde yer almak, kendimizi bir yerlere ait hissetmek zorundayızdır. Bu insan olmanın en önemli gerekliliklerinden biridir. Peki ait olduğumuzu düşündüğümüz gruplar tarafından dışlanmak/reddedilmek bize gerçekte ne hissettirir?
Araştırmacılar birileri tarafından ait olma durumumuzun tehdit edilmesini Sosyal Reddedilme ya da Dışlanma kavramları ile açıklamışlardır. Matthew Lieberman ve Naomi Eisenberger, bu konuyla yakından ilgilenmişler ve sosyal olarak dışlanmanın, birileri tarafından reddedilmenin beyinde ne gibi değişikliklere yol açtığını bulmak için bir araştırma düzenlemişlerdir.
Bu araştırmada 3 katılımcı yer almaktadır. Her birine az sonra bilgisayar üzerinden birbirleri ile bir oyun oynayacakları söylenmiştir. Deney esnasında tüm katılımcıların fmri (beyin görüntüleme cihazı) ile beyinleri gözlenmiştir.
Oyunda; bilgisayardaki karakterlerini yöneterek ellerinde tuttukları topu birbirlerine atmaları gerekmektedir. Fakat deneyin asıl önemli kısmı katılımcılara açıklanmamıştır. Katılımcılar birbirleriyle top atma oyunu oynadıklarını sanarken, aslında bilgisayar ile oynamaktadırlar. Ve hamleler bellidir. Önce oyundaki 3 karakter birbirine top atarken, 7 hamle sonra denek dışarda bırakılmaktadır. 2 karakter (yani aslında bilgisayar) kendi kendine oynamaya başlamaktadır. Denek dışlandığı andan itibaren beyninde, fiziksel acı hissedildiğinde aktif olan bölge aktif olmaktadır, hem de hemen hemen aynı şiddette. Bu bölge beyinde Dorsal Anterior Cingulate olarak bilinmektedir.
Buna göre, psikolojik dışlanmaya maruz kalan katılımcılar, maruz kalmayan katılımcılara kıyasla benlik değeri, ait olma, algılanan kontrol ve anlamlı varoluş ihtiyaçlarının daha düşük düzeyde tatmin edildiğini bildirmişlerdir. İnsanlar genellikle gruptan dışlanma korkusu veya çoğunluğun verdiği kararın daha sağlıklı olduğu düşüncesiyle sürü davranışı sergilemektedirler. Çünkü insanlar grubun davranışını takip etmekle kendilerini o gruba ait hissederler ve bu çoğunluğun aldığı kararların, bireysel kararlarından daha sağlıklı olduğunu düşünmektedirler.
KURTULUŞ OLARAK ESNEKLİK Duygularla kendimizi kontrol edemiyoruz, duygular olmadan ise karar veremiyoruz. Kısa vadeli ödülleri kovalamaya mahkum görünüyoruz. Bu durumlara karşı direnmeye çalıştığımızda ise kendi kendini kontrol etme yeteneğimizi kaybediyor, acı çekiyoruz. Hiç güzel bir tablo değil.
Beynimiz belirli bir biçimde sabitlenmez. Bunu düşünmenin en kolay yolu beyni bir örümcek ağı olarak hayal etmek. Örümcek ağlarının bazı ipleri diğerlerinden daha kalındır. Beynimizde kalınlaşan iplerin olduğu belirli bir yolu kullanmaktadır. İp kalınlaştıkça beyin o yolu kullanmaya daha çok yönelecektir. Yani zihinsel kötü alışkanlıklara girersek, kalıcı olabilirler.
Ancak, biz de bu yolları (nöronlar) yeniden düzenleyebiliriz. Burada önemli olan beynin nasıl öğreneceğidir. İşte buna BEYİN ESNEKLİĞİ denir. Çok zor değil, öğrenebiliriz ama bu o kadar kolay değil.
BENİ DİNLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM Yasin RİHAN yasin.rihan@bozok.edu.tr 0541 622 08 80 Yozgat