TÜRKİYE EKONOMİSİ -GENEL ÇERÇEVE-



Benzer belgeler
PLANLI KALKINMA DÖNEMİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNE PANORAMİK BAKIŞ...

Türkiye Ekonomisi 2000 li yıllar

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

MALİYE POLİTİKASI II

ORTA VADELİ PROGRAM ( ) 8 Ekim 2014

Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli

CARİ AÇIK NEREYE KADAR?

TÜRKİYE EKONOMİSİ. Prof.Dr.İlkay DELLAL Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

ORTA VADELİ PROGRAMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ( )

2005 YILI İLERLEME RAPORU VE KATILIM ORTAKLIĞI BELGESİNİN KOPENHAG EKONOMİK KRİTERLERİ ÇERÇEVESİNDE ÖN DEĞERLENDİRMESİ

Yılları Bütçesinin Makroekonomik Çerçevede Değerlendirilmesi

TÜRKİYE EKONOMİSİ. Prof.Dr.İlkay DELLAL Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR

5.21% -11.0% 25.2% 10.8% % Eylül 18 Ağustos 18 Eylül 18 Ekim 18 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER. Piyasalar

tepav Mart2011 N POLİTİKANOTU Cari Açığın Sebebini Merak Eden Bütçeye Baksın Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

GSYH (Milyar TL, Cari Fiyatlarla) GSYH (Milyar $, Cari Fiyatlarla)

HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI EKONOMİK ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

7,36% 5,1% 15,4% 10,1% 87,1 57,1 2,7 17,75% Mayıs 18 Nisan 18 Mayıs 18 Haziran 18

TÜRKİYE EKONOMİSİ MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER (NİSAN 2015)

1930 DÜNYA BUHRANI DÂHİL, TÜRKİYE BU KADAR AĞIR KRİZ YAŞAMADI.

KAMU FİNANSMANI VE BORÇ GÖSTERGELERİ

Bankacılık sektörü değerlendirmesi ve 2012 yılı beklentileri

Rakamlarla 2011'de Türkiye Ekonomisi

Dünya ve Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler ve Orta Vadeli Program. 22 Kasım 2013

HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI EKONOMİK ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

EKONOMİ POLİTİKALARI VE

Küresel İktisadi Görünüm

A Y L I K EKONOMİ BÜLTENİ

Ekonomi II. 21.Enflasyon. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom ve Denkleştirici

-2.98% -7.3% 19.7% 13.5% % Şubat 19 Ocak 19 Şubat 19 Mart 19

%7.26 Aralık

TÜRKİYE DÜZENLİ EKONOMİ NOTU

7.36% 2.9% 17.9% 9.7% % Temmuz 18 Nisan 18 Temmuz 18 Ağustos 18

AÇIKLANAN SON EKONOMİK GÖSTERGELERDE AYLIK DEĞERLENDİRME RAPORU

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER

CİGNA FİNANS EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. PARA PİYASASI LİKİT KAMU EMEKLİLİK YATIRIM FONU DÖNEMİ ALTI AYLIK RAPORU

EKONOMİ DEKİ SON GELİŞMELER Y M M O D A S I P R O F. D R. M U S T A F A A. A Y S A N

Ekonomi Bülteni. 17 Ekim 2016, Sayı: 40. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Cari işlemler açığında neler oluyor? Bu defa farklı mı, yoksa aynı mı? Sarp Kalkan Ekonomi Politikaları Analisti

ŞUBAT 2019-BÜLTEN 13 MARMARA ÜNİVERSİTESİ İKTİSAT FAKÜLTESİ AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

7.26% 9.9% 10.8% 10.8% % Mart 18 Şubat 18 Mart 18 Nisan 18 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER. Piyasalar

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Nisan 2015

1.56% -4.1% 20.3% 11.4% % Kasım 18 Ekim 18 Kasım 18 Aralık 18

RUS TÜRK İŞADAMLARI BİRLİĞİ (RTİB) AYLIK EKONOMİ RAPORU. Rusya ekonomisindeki gelişmeler: Aralık Rusya Ekonomisi Temel Göstergeler Tablosu

-2.98% -10.0% 19.7% 13.5% % Ocak 19 Ocak 19 Şubat 19 Şubat 19 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER.

Finansal Piyasa Dinamikleri. Yekta NAZLI

Finansal Krizler ve Türkiye Deneyimi. Nazlı Çalıkoğlu Aslı Kazdağlı

Grafik-4.1: Cari Açığın GSYH ye Oranı (%)

İZMİR TİCARET ODASI EKONOMİK KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ (OECD) TÜRKİYE EKONOMİK TAHMİN ÖZETİ 2017 RAPORU DEĞERLENDİRMESİ

Artış. Ocak-Haziran Oranı (Yüzde) Ocak-Haziran 2014

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş PARA PİYASASI LİKİT EMEKLİLİK YATIRIM FONU(KAMU) YILLIK RAPOR

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI KAMU BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

Ekonomi Bülteni. 17 Ağustos 2015, Sayı: 23. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Türkiye Ekonomisinde Dönüşüm

Kıvanç Duru 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Programı Değerlendirmesi

5.21% 4.6% 21.6% 11.1% % Ekim 18 Eylül 18 Ekim 18 Kasım 18

Küresel Kriz Sonrası Türkiye de Finansal Sistem Bankacılık Sektörü

OCAK 2019-BÜLTEN 12 MARMARA ÜNİVERSİTESİ İKTİSAT FAKÜLTESİ AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası

Ekonomik Göstergeler Neyi Gösteriyor? 2013 e Bakış ve 2014 Beklentileri

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

8. BÖLÜM STAGFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI. Dr. Süleyman BOLAT

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER

Ekonomi Bülteni. 18 Temmuz 2016, Sayı: 28. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ekim 2011, No:7

Ekonomi Bülteni. 14 Kasım 2016, Sayı: 44. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ DEVLET PLANLAMA ÖRGÜTÜ

GENEL DEĞERLENDİRME TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

2002 HANEHALKI BÜTÇE ANKETİ: GELİR DAĞILIMI VE TÜKETİM HARCAMALARINA İLİŞKİN SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

PAZAR BÜYÜKLÜĞÜ YATIRIM MALĐYETLERĐ AÇIKLIK EKO OMĐK VE POLĐTĐK ĐSTĐKRAR FĐ A SAL ĐSTĐKRAR

Ekonomi Bülteni. 15 Ağustos 2016, Sayı: 32. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı


2015 MAYIS ÖZEL SEKTÖRÜN YURT DIŞINDAN SAĞLADIĞI KREDİ BORCU GELİŞMELERİ

Ulusal Finans Sempozyumu Dr. İbrahim M. Turhan Başkan Yardımcısı

2015 NİSAN ÖZEL SEKTÖRÜN YURT DIŞINDAN SAĞLADIĞI KREDİ BORCU GELİŞMELERİ

Genel Görünüm. ABD, Euro Bölgesi, İngiltere ve Japonya merkez bankaları da kısa dönemde faiz artırımı yapmayacaklarının sinyalini vermişlerdir.

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI KARMA BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU(EURO) YILLIK RAPOR

ARALIK 2018-BÜLTEN 11 MARMARA ÜNİVERSİTESİ İKTİSAT FAKÜLTESİ AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ SON GELİŞMELER

İçindekiler kısa tablosu

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

1- Ekonominin Genel durumu

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mayıs 2012, No: 33

BASIN AÇIKLAMASI. SÜREYYA SERDENGEÇTİ Başkan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Ankara, 19 Mart 2001

CİGNA FİNANS EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. STANDART EMEKLİLİK YATIRIM FONU DÖNEMİ ALTI AYLIK RAPORU

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

Kamu Finansmanı ve Borç Göstergeleri

A Y L I K EKONOMİ BÜLTENİ

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 25 Mayıs 2016 Ankara

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ağustos 2012, No: 38

7.36% 7.0% 15.8% 9.6% % Haziran 18 Mayıs 18 Haziran 18 Temmuz 18

Makro Veri. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre -5,6 puan olan dış ticaretin büyümeye katkısını daha yüksek olarak hesaplamamızdan kaynaklandı.

Merkez Bankası 1998 Yılı İlk Üç Aylık Para Programı Gerçekleşmesi ve İkinci Üç Aylık Para Programı Uygulaması

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 24 Şubat 2016 Ankara

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

Yurtdışına kâr transferi 8 yılda 54 milyar doları aştı

Transkript:

TÜRKİYE EKONOMİSİ -GENEL ÇERÇEVE- Osmanlı Devleti döneminde ekonomi, tarım ve ticarete dayalı bir yapı içindeydi. Osmanlı Devleti, tarım ürünleri ve bazı maden cevherlerini ihraç edip, tüketim, ara ve yatırım malları ithal eden bir ekonomik yapıya sahipti. Batı Avrupa ülkelerinin tarımsal ve sınai malları için tam bir açık Pazar konumunda olan imparatorlukta, yıkıcı ve haksız rekabete dayanabilen halıcılık, bakırcılık, dokumacılık.. faaliyetleri günümüze kadar gelebilmiştir. Osmanlı Devleti,. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dış ticaret ve bütçe açıklarını kapatmak için içerden ve dışardan sürekli borçlanmaktaydı. Lozan Antlaşması sırasında toplam dış borç miktarı 161,3 milyon lira olarak belirlenmişti. Bu kısa açıklamadan sonra, Türkiye nin iktisadi tarihinin ana çizgileri, şu sırayla anlatılacaktır: -2. Dünya savaşı öncesi dönem -2. Dünya savaşı yıllarında ve sonrasında ekonomik durum -Anti- devletçi dönem veya Demokrat Parti dönemi -Planlı Kalkınma Dönemi -2000 li yıllar İlk dönemi 23 yılından başlatacağız... Cumhuriyetin ilk yıllarında yani ulusal ekonomiye geçiş süreci içinde, demiryolu yapımı öncelikle ele alındı. Ülkenin bir merkez bankası yoktu, işleri yabancı bir banka olan Osmanlı bankası yürütüyordu. 29 yılında büyük buhranın patlak vermesiyle, özellikle tarım ürünleri piyasalarında fiyatlar hızla düştü, dolayısıyla geleneksel tarım ürünleri ihracatçısı olan Türkiye nin döviz gelirleri hızla düştü. 30 yılıyla birlikte, devletçiliğin gereği olan ekonomik yasalar ve kurumlar hayata geçirildi. T.C. Merkez Bankası, 31 yılında faaliyete geçti. Bugünkü anlamda bir kalkınma bankası olan Sümer Bank kuruldu. Hammaddesi ülke içinden sağlanacak sınai yatırım projelerine bankanın öncelik vermesi öngörülmüştü. 34-38 yıllarını kapsayan birinci beş yıllık sanayi planı uygulamaya kondu. Enerji ve madencilik konusundaki işletmeleri bir merkezden yönetmek için Eti Bank kuruldu. Esnaf ve sanatkarın kredi ihtiyacını karşılamak üzere Halk Bankası bir kamu bankası olarak örgütlendi. Türkiye, kırk milyona yakın insanın ölmesine neden olan 2. Dünya Savaşı^nın dışında kaldı. Fakat ekonominin dengelerinin bozulması ve sanayileşmenin durması önlenemedi. Savaş yılları boyunca ülkede mal kıtlıkları yaşandı, karaborsa ve kaçakçılık dizginlenemedi, enflasyonla mücadelede başarılı olunamadı, ülkenin dış ticaret hacmi daraldı. 46 yılında Demokrat Parti kuruldu ve anti-devletçi iktisat politikaları, ülkenin gündemine oturdu. Ülkenin dış ekonomik ilişkilerinde ve sanayileşme hedeflerinde yeni düzenlemelere girişildi. Örneğin 46 da TL, ABD doları karşısında %50 oranında devalüe edildi, önceki planda yer alan ağır sanayi projeleri rafa kaldırıldı. 50 yılında demokrat Parti, tek başına iktidar oldu. Demokrat Parti Dönemi, 50-60 yıllarını kapsıyor. 50 de başlayan Kore Savaşı nın etkisiyle, tarım ürünleri ve hammadde fiyatlarının hızla yükselmesi sonucu hükümet, tarım sektöründe üretimi arttırmaya yönelik önlemler aldı. Bunun dışında sanayileşmenin özel kesim öncülüğünde yürütülmesi ve dış ekonomik ilişkilerde devlet müdahalelerinin asgariye indirilmesi hedefleri kararlaştırıldı. Neoliberal dönemin yani DP döneminin temel kurumu Türkiye Sınai Kalkınma Bankası dır. (50) Banka, özel kesime orta ve uzun vadeli sanayi yatırım kredisi vermek üzere büyük ticaret bankalarınca örgütlenmişti. 60 yılına dek, ithal ikamesi stratejisine uygun olarak kurulan ve daha çok tüketim malı üreten sınai işletmelere destek veren bu banka Dünya Bankası nın teknik ve mali yardımlarından yararlanmıştır. 1

Bu dönemde kamu harcamalarının karşılanmasında gerçek gelirler yerine ortaya çıkan kamu finansman açığını kapatmak için, büyük çapta ve sürekli olarak MB kaynaklarında başvuruldu. Enflasyonla beslenen büyüme, yoksulluğu artırdı; ancak her mahallede bir milyoner in doğmasına da neden oldu... 54 yılından itibaren baş gösteren döviz dar boğazını aşmak için, ithalatta liberalleşmeye son verildi. İthal ikamesi yoluna gidilmesi için KİT lere yeniden yatırım yapma ve izni verildi. Yani yeniden Türkiye de sanayi sektöründe kamu ve özel kesim yan yana, işbirliği içindeydi. Artık Türkiye dolar bölgesi ne katılmıştı. Özellikle ABD çıkışlı yabancı sermaye Türkiye ye gelmeye ve özel kuruluşlarla işbirliği yapmaya başlamıştı. Ancak ülke 58 yılının ortalarında döviz dar boğazı nedeniyle, ithalat ve yatırım yapamadığı gibi kurulu tesisleri de girdi yokluğundan çalıştıramıyordu; bu durum iç piyasada mal kıtlıklarının, enflasyonun ve işsizliğin yaygınlaşmasına yol açmıştı. Ağustos 582de Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı nın (OEEC) hazırladığı raporla istikrar önlemleri alındı. Bu önlemler kısaca şöyle idi: - TL nin değeri düşürülecek - Para arzı sıkı kontrol altına alınacak - KİT ürünlerinin fiyatları yükseltilecek - İhracatı artırmak için farklı kur sistemine geçilecek - Bütçe denkliği için gelirler artırılırken harcamalar kısılacak... Bu önlemler sayesinde OEEC ülkelerine olan 400 milyon dolar borcun ertelenmesi sağlandı. Ancak, artık ABD ve batı avrupa ülkelerinden ek kredi alınamayacağı da anlaşıldı. Bu kez Doğu Bloku ülkeleriyle takas yoluyla ticarete girişildi. Dönem sonunda ülkenin borcu 1 milyon dolara ulaştı. DP, 27 Mayıs 60 darbesiyle iktidardan uzaklaştırıldı. PLANLI KALKINMA DÖNEMİ 61 Anayasası yürürlüğe girdikten sonra, CHP Adalet Partisi (AP) koalisyon hükümeti kurulmuştu. Birinci beş yıllık kalkınma planı, on beş yıllık perspektif planın birinci dilimi olarak hazırlanmıştı. Plan için seçilen model, sektörel boyutları olan basit Harrot Domar tipi büyüme modeliydi. Birinci beş yıllık kalkınma planı, 65 67 yıllarına kapsıyordu. Ancak hükümet, planın birinci programını 63 yılı başında yürürlüğe koyamamıştı. Zaten planın ilk yılı dolmadan İnönü Hükümeti istifa etti, bağımsızlarla kurulan yeni hükümet, ulusal tasarrufları artırmak yönünde vergi ve KİT reformlarını gerçekleştiremedi. Fakat planın ikinci yılında, yurt dışına giden işçiler döviz göndermeye başlayınca dış tasarruflarda beklenmedik bir artış oldu. Aralık 64 te AET ile imzalanan Ankara Antlaşması hükümete itibar kazandırmıştı; fakat içerde siyasal istikrarsızlığın yeni boyutlar kazanmasıyla, İnönü Hükümeti nin bütçesi reddedildi. Meclisteki bu yeni gelişme, İsmet İnönü yü istifa ettirdi. 65 te yaşanan erken seçim sonucunda, Süleyman Demirel in başkanlığındaki Adalet Partisi çoğunluğu sağladı. Planın son iki yılında, Sovyetlerle kurulan ekonomik ilişkiler sonucu büyüme, Sovyet yardımıyla 66 yılında % 12 ye ulaştı. Bu, son otuz yılın en yüksek büyüme hızıydı. 2

Kısaca, birinci beş yıllık kalkınma plan döneminde öngörülen hedeflere ulaşılmıştı; özel sektör sınai yatırımlarının yıllık veya toplam olarak plan hedeflerini aştığı, ihracatın ithalatı karşılama oranının dönem içinde yükseldiği gözlendi. İkinci beş yıllık kalkınma planı, 68 72 yıllarını kapsar. İkinci plan, şu temel hedefleri benimsemişti; - Büyüme hızı ortalama olarak % 7 olacak, - Sanayi sektörü sürükleyici görev yapacak, - Sanayi sektörü ortalama olarak % 12 büyüyecek - Tarım yılda % 4,1 oranında büyüyecek - Enflasyonist ve deflasyonist eğilimlere karşı çıkılacak - Yurtiçi tasarrufların GSMH ye oranı % 22,6 ya çıkarılacak - Dış tasarrufların GSMH içindeki payı düşürülecek - Cari işlemler açığı düşürülecek. Demirel hükümetinin popülist politikaları, ekonomiyi ve rejimi 70 lerden itibaren dar boğazlara sürükledi. 70 yılında % 66 oranında devalüasyon yapıldı. Yani 1$ = 15 TL oldu. Fakat bu tedbir işe yaramadı., siyasal, sosyal ve ekonomik dar boğazların sonu gelmedi. 71 de bir darbe daha yaşandı. 71 hükümeti kurmakla Nihat Erim görevlendirildi. Turgut Özal Başbakanlık müşavirliğine alındı ve bir ay sonra Dünya Bankası2na ABD ye gönderildi... 71 de 11 ilde sıkıyönetim ilan edildi, 61 Anayasası nda değişiklikler yapılarak çok sayıda yasak getirildi. 72 de Nihat Erim in istifasıyla ikinci plan döneminin hükümetini Ferit Melen kurmuştu. Bu dönemde öngörülen ortalama büyüme hızına ulaşıldığını görüyoruz. (%7) ikinci plan döneminde, dış ticaret açığı yıldan yıla artmış, ihracatın ithalatı karşılama oranı düşmüştür. Üçüncü beş yıllık kalkınma planı, 73 77 yıllarını kapsar. Ocak 73 yılında yürürlüğe giren planın bir yılı dahi dolmadan Melen Hükümeti istifa etti ve yerine Naim Talu hükümeti geldi. Bu hükümetin 73 te ülkeyi genel seçimlere götürmesiyle, 74 te CHP MSP koalisyonu göreve başladı. CHP nin başına Bülent Ecevit geçmişti. 73 te petrol ihraç eden arap ülkelerinin girişimiyle hampetrol fiyatı 2,5 dolarken, 11,6 dolara yükseltilmişti. Bu petrol şoku, petrol iithalatçısı Türkiye nin dış ticaret açığının üç misli artmasına neden olmuştu. Bunun yanında 74 yılındaki Kıbrıs harekatı da ülkenin gündemine oturmuştu. Koalisyon Hükümeti, eylül 74 te dağıldı. Sadi Irmak hükümeti kurmakla görevlendirildi. Güvenoyu alamayan hükümetin ardından Ecevit in azınlık hükümetinin de güvenoyu alamaması sonucu 77 yılında S. Demirel, Milliyetçi Cephe (MC) hükümetini kurdu. Üçüncü plan da bir Harrod-Domar tipi büyüme modeliydi, ancak planlı dönem başlatılırken benimsenmiş on beş yıllık perspektif planı anlayışı terkedilmişti. AET ile imzalanan Katma Protokol uyarınca 22 yıl sonra gümrük duvarlarının tamamen kalkması öngörülmüştü. Bu açıdan plan, hızlı sanayileşmeyi ve tüketim malları yerine ara ve yatırım malları üretiminin ağırlık kazandığı bir sanayi yapısına ulaşmayı hedef almıştı. Üçüncü planın başlıca ekonomik ve osyal hedefleri şöyleydi; -Nüfusun 95 yılında 65 milyonu aşmaması yönünde önlem alınacak -Yılda ortalama olarak GSMH %7,9 oranında büyüyecek 3

-Sektörel büyüme hedefleri tarımda %4-4,5 düzeyinde, sanayide &11,5-12 düzeyinde gerçekleşecek -Yatırımların %12 si tarımda, %45 i sanayide, %43 ü de hizmetlerde gerçekleşecek. Üçüncü plan dönemde GSMH nin ortalama yıllık büyüme hızı, %6,5 olarak gerçekleşmiştir. Plan döneminde ortalama olarak tarım, %3,5 oranında büyümüştür. Sınırlı büyümeye rağmen çift rakamlı enflasyon yerleşmiştir. Bu dönemde dış ticaret bilançosu sürekli açık vermiştir. Plan dönemi sonunda (77) Türkiye nin toplam dış borçları, 11,439 milyon dolar düzeyine çıkmıştır. Bunun %58 i kısa, geri kalanı da orta ve uzun vadeli olan dış borçtur. Artık ülke vadesi gelen dış borçları ödeyemez hale gelmiştir. Türkiye IMF ve dış açıklar güdümünde borç ödeme planı hazırlamış, bu durum ülkenin itibarını yok olma düzeyine düşürmüştür. Dördüncü Plan Dönemi; 79-83 yıllarını kapsar. 77 de çok hassas bir çoğunlukla kurulan B.Ecevit hükümeti, dördüncü planın hazırlıklarını başlatmıştı. İlk kez bir öğretim üyesi iktisatçı Prof. Bilsay Kuruç (SBF), DPT nin başına geçmişti. Ancak 79 da istifa eden B. Ecevit in ardından S: Demirel, yeniden (altıncı kez) başbakan olurken, Turgut Özalı da Başbakanlık Müsteşarlıği na ve DPT Müsteşar vekilliğine getirmişti. Ve bu ikili, birlikte 24 Ocak kararlarını hazırladılar. Ardından 12 Eylül 80 darbesi gerçekleşti. Yeni hükümeti emekli oramiral Bülent Ulusu kurdu. Bu hükümette ekonomik işlerden sorumlu başbakan yardımcılığı görevi T. Özal a verildi. Ecevit Hükümeti ve plancıların hedefleri tabi ki gerçekleştirilmedi. Dönem, Türkiye tarihinde bir kara leke olarak yerini almıştır. Türkiye li insanlar yoksullaşmış, ekonomi gerilemiştir. Aşağıdaki tabloda dördüncü plan döneminin temel göstergeleri yer almaktadır. YILLAR ENFLASYON BÜYÜME HIZI% DIŞ AÇIK MİLYON$ 78 52.6 2.9-2311 79 63.9-0.4-2808 80 107.2-1.1-4999 81 36.8 4.1-4231 82 27.0 4.5-3097 83 30.5 3.3-3508 4

Ülkenin ekonomi tarihinde ilk kez 46 da %104 olan üç rakamlı enflasyon, 80 de %107 olmuştur. Yaşanan döviz kıtlığı kasım 79 da petrol fiyatlarının 24 dolara çıkmasıyla daha da büyümüş, yatırımların ertelenmesine, üretimin daralmasına, mal kıtlıklarının ve kuyruklarının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Kaçak ithalat ve ihracat büyük boyutlara ulaşmıştır. 80 yılında her türlü sendikal faaliyetler askıya alınmış, DİSK kapatılmıştır. Sanayileşme durmuş, işssizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. 81 de 5100 e yakın bir ayarlama ile 1 dolar= 142 TL olmuştu. Dolayısıyla ihracatta bir artış gözlendi. Türkiye için 81 yılı, yepyeni uygulamaların yürürlüğe girdiği bir yıldı. MB, günlük döviz kuru ilanına na başladı, Sermaye Piyasası Kanunu yürürlülüğe girdi. Dördüncü plan döneminin sonunda, işsizlik, tekelleşme, hayali ihracat ve gelir dağılımında dengesizlikler, önceki dönem verileri aşacak şekilde artmıştı. Dördüncü plan döneminde 24 Ocak 80 de yürürlüğe konan İstikrar Programı nın kısa vadede öngördüğü hedefler şunlardı; -Enflasyonu düşürmek -Para arzının kısılması ve serbest faize geçilmesi -TL nin yüksek oranda devalüe edilmesi -kamu harcamalarının küçülmesi -KİT lere açıklarını kapatmaları için zam yapma yetkisinin verilmesi -Esnek kur, günlük döviz kuru uygulamasına geçilmesi -Yabancı sermaye girişini hızlandıracak önlemlerin alınması -İhracata dayalı sanayileşmenin özendirilmesi Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi85-89 yıllarını kapsar. 82 Anayasası, yürürlüğe girdikten sonra Özal Hükümeti, 83 yılında göreve başladı. Özal hükümetinin politikalarının ortak hedefi piyasa ekonomisi ne geçişi hızlandırmaktı. Ancak hükümetin kararları sık sık değişiyordu ve çok sayıda olumsoz gelişmeyle birlikte süreç işliyordu. Beşinci plan döneminin sonunda, 89 da enflasyon oranı %69,6 ya çıkmıştı. Büyüme hedefi ise %5,1 seviyesinde gerçekleşmişti. Hükümetin üreticiyi değil de doğrudan ihracatçıyı desteklemesi, çok sayıda hayali ihracatçının ortaya çıkmasına neden oldu. Öte yandan her türlü ithalat serbest bırakılarak sanayici olma yerine ihracatçı olmak çok cazip hale getirilmişti. İhracatın da dönem sonuna doğru hızla azalması kendiliğinden döviz piyasasına yansıdı. 84 yılında 375 TL olan ABD doları, 89 yılı sonunda 2141,7 TL oldu. Bozulan dengeler, yurt dışına kaçan döviz miktarının hızla artmasına neden olmuştur. Plan dönemi içinde toplam dış borçlar katlanmıştır. Adı serbest piyasa ekonomisi olan ülkelerde enflasyon düşmüyorsa, o ülkede gelir dağılımı hızla bozuluyor demektir. Bu açıdan, 5, plan dönemi, zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olduğu bir dönemdir. Türk finansal sisteminin gelişme süreci 80 sonrası aşağıdaki sırayla gerçekleşmiştir. 81 de faiz hadleri serbestleştirilmiş, 84 te döviz alımları serbestleştirilmiş 89 da kambiyo kontrolleri kaldırılarak, yurt dışı sermaye hareketleri serbestleştirilmiş 86 da SPK oluşturulmuş 87 de MB açık piyasa işlemleri başlatmıştır. Altıncı Beş Yılık Kalkınma Planı Dönemi, 90-94 yıllarını kapsar. Bu plan daha yürürlüğe girmeden T. Özal, cumhurbaşkanı oldu. Başbakanlığa Yıldırım Akbulut atandı. 6. planın üretim, genel denge, kamu finansmanı ve ödemeler dengesi konusunda hedefleri şöyle sıralanmıştı; -GSMH sabit fiyatlarla yılda ortalama %7 oranında büyüyecek -GSYİH içinde tarımın payı azaltılıp, sanayinin payı arttırılacak 5

-İmalat sanayinin bileşimi içinde tüketimin ara mallarının payı azalacak, yatırım mallarının payı artacak. -Toplam tüketim azaltılacak -Plan döneminde ekonominin dışa açılma süreci devam ettirilecek ve dış ticaret hacminin GSMH içindeki payı arttırılacak. Bu dönemde dünyada da çok önemli gelişmeler yaşandı. Doğu Bloku ülkeleri, Sovyet Rusya dağıldı, kanlı 91 yılında Kuveyt e harekat düzenledi ve bu savaşın iktisadi açıdan çok büyük külfetini Türkiye yüklenmek zorunda kaldı. Ülkede 91 yılında erken genel seçime gidildi. Ancak hükümet kurulamadı. T.Özal tarafından, seçimden birinci parti olarak çıkan DYP başkanı S. Demirel e hükümeti ky,urma görevi verildi. Ardından DYP-SHP koalisyon hükümeti kuruldu. Hazırlanan Sanayileşme ve Atılım Programı nın yürürlüğe konamadığını görüyoruz. Ülkede vergilendirilmeyen gelir sahipleri, vergi kaçıranlar, her türlü haksız kazanç elde edenlerin refahı hızla yükseldi. 93 yılında S. Demirel TBMM tarafından cumhurbaşkanı seçildi. Ve Demirel, haziran 93 te 50. hükümeti kurma görevini Tansu Çiller e verdi. 6, planın son yılı olan 94 yılına girilirken, devalüasyon söylentileri gerçek oldu ve MB TL yi dolar karşısında %13,6 oranında devalüe ederek kuru 17,250 TL olarak ilan etti. Hemen ardından döviz tevdiat hesaplarının munzam karşılık oranları arttırıldı. Hazine giderek artan nakit açığını kapatmak için üç ay vadeli brüt %90! Faizli hazine bonosu çıkardı. Hazine ile bankalar arasında para piyasalarında meydana gelen rekabet sonucu, bankalar bir yıl vadeli mevduat faizini %105 e çıkardı. Ardından Hazine, bir yıl vadeli ve %125 faizle tahvil çıkardı. MB, para piyasalarındaki yönlendirme ve denetim görevini yapmayınca spekülatörler etkili olmaya başladı. Mali piyasalarda yaşanan bu çalkantılara, 94 tarihli yerel yönetimler seçimleri eklendi; ülke seçim ekonomisi havasına girdi. Seçimlerden RP ile MHP kazanarak çıktı. Koalisyon Hükümeti nin başarısızlığı devam ediyordu, bankalar yıllık faiz oranını %115 e çıkarınca, hazinenin vadesi gelen iç ve dış borçlarını ödeyebilmesi için daha yüksek faizle borçlanması gerekiyordu. Bu durum,,kısa vadeli dış sermaye girişini hızlandırırken artan ithalatla dış sermaye tekrar dışarıya gidiyordu. Dolayısıyla yerli ve yabancı mali kurumlar ucuza alıp, devlete pahalı satarak büyük karlar elde etmektedirler. Yani bu dönemde yükselen kamu açıklarına bağlı olarak artan iç faiz oranları, sıcak para girişini hızlandırmış ve TL nin reel olarak aşırı değer kazanmasına neden olmuştur. Bu gelişme, işgücü maliyetindeki reel artışlar, (özellikle de sendikalı işçilerin) doğrudan ve dolaylı ihracat teşviklerindeki azalmayla birleşerek Türk ekonomisinin hızla rekabet gücünün azalmasına neden olmuştur. Sonuçta yüksek kamu açıklarından kaynaklanan ekonominin iç dengesizlikleri dış dengede de bir bozulmaya neden olmuş, ithalat hızla artmış, ihracat yavaşlamış ve dış ticaret açığı önemli bir boyuta ulaşmıştır. Hızla bozulan iç ve dış dengeler 94 yılı başında para, sermaye ve döviz piyasalarında ciddi bir krize yol açmıştır. 5 Nisan 94 günü başbakan T. Çiller tarafından olağanüstü istikrar tedbirleri açıklandı. Bu programın üç ana hedefi vardı; 1. Enflasyonu hızla düşürmek, TL ye değer kazandırmak, ihracat artışını artırmak. 2. Bir taraftan ekonominin hızla istikrara kavuşturulması amaçlanırken, diğer taraftan da istikrarı sürekli kılarak yapısal reformları gerçekleştirmek. 3. kamu açıkları hızla aşağı çekilirken,üretim yapan sübvansiyon dağıtan devlet yapısından, piyasa mekanizmasının tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir devlet yapısına geçmektir. Bu amaçlara yönelik olarak istikrar programı ve yapısal önlemler hükümet tarafından açıklanmıştır. Bu yapısal önlemler arasında, vergi reformu, özelleştirme, tarımsal destekleme politikaları ve kamu kesiminde istihdamın rasyonalizasyonu, ayrıca sosyal güvenlik kurumlarının mali dengeye kavuşturulmaları ve yerel yönetimlerin idari ve mali açıdan güçlendirilmeleri konularında yapısal düzenlemelre gidilmesi saylabilir. 6

Bunun ardından uluslarası rating kuruluşu olan Moody s in Türkiye nin kredi notunu düşürmesi, MB nin rezervlerinin azalmaya devam etmesi ve para piyasalarında 2 milyar dolar kadar likidite fazlasının bulunması, 6 Nisan günü doların 17,500 TL den 40,000 TL ye yükselmesine neden oldu. MB anında İnter Bank ta gecelik faizi %1000 e çıkardı. Bu şokun yaşanmasında Hazine müsteşarı ile MB Başkanı arasında işbirliği eksikliğinin etkili olduğu anlaşılınca, müsteşar Osman Ünsal görevinden alındı... 8 Nisan günü dolar, serbest piyasada 32,000 TL ye düştü. Bankalar, üç aylık hazine bonosu faizlerine paralel olarak, üç aylık mevduat faizini %140 a çıkardılar. Hükümet TL ye güveni arttırmak ve tasarrufların bankalara dönmesini sağlamak amacıyla 6 Mayıs 94 te bankalardaki tüm mevduatların sigorta kapsamına alındığını ilan etti. Ardından bankalar arası faiz yarışı başladı ve küçük bankalar üç aylık faizi %160 a kadar çıkardılar. Hazine 13 Haziran da Türkiye nin mali tarihinin en yüksek şok faizini uygulayarak yıllık bileşik faizi %406 olan üç aylık %200 faizli hazine bonosu çıkardı. Bu şok faizle, döviz piyasaları bütünüyle durgunluğa itildi. Ve ardından 8 Temmuz 94 te IMF le stand-by anlaşması yürürlüğe girdi. Altıncı planın sonunda Türkiye üç rakamlı enflasyon ve negatif büyüme dolayısıyla stagflasyon içinde ayakta durmaya çalışmıştır. İç borçlar, 800 trilyon TL, dış borçlar 65 milyar doları aşmış, buna rağmen negatif büyümeyle işsizlik ve yoksullaşma devam etmiştir. Küçük bir azınlık ise faiz temettü, kira ve kar gelirlerini katlamaya, kayıt dışı ekonomi giderek büyümeye devam etmiştir. 90 lardaki kriz sürecinin ekonomideki yansımaları, kamunun borçlanma gereğindeki hızlı artış ve iç borç faiz yükündeki artışlarda ifadesini bulmaktaydı. 89 da başlayan uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesine yönelik düzenlemeler, yarı bilinçli bir refleksle kamu kesimi borçlanma gereğinin uluslararası kısa vadeli sermaye (sıcak para) girişleriyle karşılanmasını olası kılmıştır. Bu durum, ulusal ekonomiyi doğrudan doğruya uluslararası spekülatif finans-kapitalin çıkar alanına itmiş ve sıcak para akımlarına bağımlı bir yapıyı doğurmuştur. Altıncı plan dönemine ait ekonomik durum göstergeleri aşağıda verilmiştir: YILLAR ENFLASYON BÜYÜME HIZI DIŞ TİCARETAÇIĞI TOPLAM DIŞ BORÇ 90 48.6 % 9.4-9.3 MİLYAR$ 49 MİLYAR $ 91 59.2 0.3-7.5 50.5 92 61.4 6.4-8.2 55.6 93 60.3 8.1-14.1 67.4 94 149.6-6.1-5.2 65.6 95 64.9 8.0-14.1 73.2 7

Kimi iktisatçılara göre, 94 krizinin nedeni, ekonomini temellerini yıkan 32 nolu KHK nın yarattığı tahribatla açıklanır. 89 dan önce yasal olmayan, ancak tahminlere göre çok büyük boyutlara varan sermaye kaçışları, 89 da 32 nolu KHK ve değişikleri yoluyla yasalaştı. Türkiye nin bu tarih itibariyle dolaysız dış yatırımlar yoluyla küçük ölçüde küreselleşme hareketine katıldığı anlaşılıyor. Türkiye nin sadece dolaysız yatırımları değil, diğer yollardan sermaye çıkışlarıyla da dışa açıldığı ve giderek artan faiz gelirini dışardan sağlamaya başladığı anlaşılıyor. 89 dan itibaren yasallaşan dışarıda menkul kıymetler e yatırım olanağıyla, 93 sonuna kadar 268,7 milyon dolar ülkeden çıkmış. Bunların büyük kısmı, tahvil ve bonolara yapılan, faiz geliri sağlayan yatırımlardır. Şu noktayı da saptamak gerekir; cari işlemler açıklarıyla birlikte artan dış yatırımlar ilginç bir çelişki yaratmakta, Türkiye nin dış yatırımları da dış borçlanmayla karşılanıyor demek oluyor. Çünkü, iç tasarruflar, yurtiçi yatırımları dahi karşılamaya yetmiyordu. Sonuç olarak, 32 nolu kararın gerektirdiği gibi TL konvertible olmuştu. Ancak konvertible para gibi işlem görmüyordu. Fakat hükümet, semaye hareketleri serbestliğine bağlıydı ve bunu IMF e garanti etmişti. Olayı da sadece bir finans piyasası krizi olarak görüyordu. İlan edilen 5 Nisan Paketi bu yaklaşımı açıkça gösterdi. (Kimi çevrelerce savunulan 32 nolu kararın iptali önerisi dikkate dahi alınmadı.) 1 Ocak 95 te yürürlüğe konulması öngörülen 7. plan dönemi, 96 Ocak ta başladı. Bu süreç içinde 6 Mart 95 te AB ile Gümrük Birliği Antlaşması imzalandı. 24 Aralık 95 te erken seçime gidildi, bu yüzden kamu harcamaları kontrolden çıktı, bütçe yasalaşamadı, derken ülke için borçlanmanın maliyeti dış piyasalarda yükseldi. Yedinci Beş Yıllık Plan Dönemi, 96-2000 yıllarını kapsar. AB ile imzalanan Gümrük Birliği Antlaşması, planla birlikte yürürlüğe girmiş, yeni bir dönem başlamıştır. Planın ilk uygulama yılının programını yani 96 yılı programını Çiller in başında bulunduğu koalisyon hükümeti hazırlayıp, yürürlüğe koymuştu ( DYP-CHP koalisyonu ). Ancak ülke,95 erken seçimlerinin ardından yeni bir koalisyon hükümeti arayışı içine girmiştir. 28 Haziran 96 da RP ile DYP Koalisyon hükümeti Necmettin Erbakan ın başkanlığında kuruldu. Piyasalarda, bu dönemde önemli gelişmeler yaşandığı söylenebilir. N. Erbakan ın denk bütçe tasarısı meclise sunuldu; kamu harcamalarında bir azalma eğilimi yok, vergi gelirinde olağan dışı bir artış öngörülmüyor, geriye vergi dışı kamu gelirlerinde önemli artışa dayanan bir denklik kalıyordu.96 da meydan gelen temel gelişme ve değişmeler, şöyle sıralanabilir; 1. %7,1 lik bir büyüme hızı gerçekleşti 2. Enflasyon hızla yükseldi, %84,9 oldu. (95 yılı sonunda %65,6 olarak hesaplanmıştı) 3. İhracatın ithalatı karşılama oranı % 54,5 düzeyine indi. (95 te %60 civarındaydı, gümrük birliğinin etkisi düşünülmelidir.) 4. Toplam dış borçların GSMH ye oranında düşüş gözlenirken, iç borçların GSMH ye oranı yükselmiştir. Dış borçlar içinde kamu payı azalma eğilimi gösterirken özel bankaların ve şirketlerin artma eğilimini sürdürmüştür. 5. 96 yılı konsolide bütçe nakit açığı, öngörülen düzeyi aşmıştır. Nakit açığının GSMH ye oranı, 95 te %3,7 iken, 96 sonunda %8,4 gibi yüksek bir düzeye ulaşmıştır. 6. Toplam iç borçlar anapara ve faiz olarak 96 da %158 artmıştır. 97 yılına gelindiğinde N. Erbakan ın istifası gerçekleşti. (MGK nin 28 Şubat kararlarının etkisiyle) Ardından Cumhurbaşkanı S. Demirel tarafından hükümeti kurma görevi Anavatan Partisi ne, Mesut Yılmaz a verildi. 97 yılı sonunda ekonomik durumda önemli bir değişiklik yoktu; yüksek enflasyona karşı büyüme devam ediyordu. Kayıt dışı ekonominin beslediği ve iç ve dış talebin etkisi bu sonuçta çok etkiliydi. 98 e gelindiğinde de, enflasyonun büyük bir sorun olarak devam ettiğini, ancak aylık enflasyon 8

oranlarında düşme eğilimini görüyoruz. Bu plan dönemi boyunca, vergi tabanını genişleten, vergi reform tasarısı ele alınıyor, özelleştirme hızlanarak devam ediyordu. Ancak ülke yeni bir krize doğru yol alıyordu. Türk bankacılık sektörünün 89 sonrası, asıl işlevlerinden biri olan reel sektör yatırımlarını finanse etmeyi bir tarafa bıraktığını, spekülatif kazançları öne çıkartan bir finansal birikim modeline sürüklendiğini söyleyebiliriz. Bankacılık kesimi, devlet iç borçlanma senetlerinin neredeyse monopsonist tarzda bir alıcısı haline gelmiştir. Bankaların bu dönemde içine girdikleri spekülatif rantiye davranışının kaynağı, temel olarak yurt dışından getirilen kısa vadeli yabancı sermayenin yurtiçinde TL olarak değerlendirilmesidir. Ancak bu işlem bankalar açısından, yabancı para cinsinden yükümlülükleri ve TL cinsinden varlıkları açısından bir uyumsuzluk yaratacaktır. Teknik ifadeyle açık pozisyon olarak tanımlanan bu uyumsuzluk bankacılık sisteminin kırılganlığının ve büyümenin ardındaki koşulların yapaylığının göstergesidir. 98 in ikinci yarısı itibariyle derinleşen ekonomik kriz, bir yandan dışsal şokların, bir yandan da 90 lar boyunca sürdürülen dışa bağımlı yapay büyüme stratejisinin ve çarpık toplumsal bölüşüm ve birikim mekanizmalarının artık tıkanmış olmasından kaynaklanmaktaydı. Devlet, 90 sonrasında ekonominin birikim önceliklerini doğrudan doğruya kısa vadeli dış sermaye girişlerinin özendirilmesine dayandırarak,kısa süreli ve yapay büyümeyi gerçekleştirmeyi tercih etmiştir. Bu olgu, ulusal ekonomiyi tamamaen dışa bağımlı bir hale getirmiştir. Bu süreçte kamu kesimi tasarruf ve yatırım yapamaz hale gelmiş, özel sektör birikim terchleri giderek reel üretici sektörlerden uzaklaşmaya başlamıştır. İşgücü piyasalarında kuralsızlaşma artarken, toplumsal gelir dağılımı da ciddi olarak bozulma aşamasına girmiştir. 99 tarihinde MB ve Hazine Müsteşarlığı tarafından ortaklaşa hazırlanarak IMF ye sunulan niyet mektubu, Türkiye ekonomisinin 2000 li yılların başındaki hedeflerini ortaya koymaktadır. 2000 Enflasyonu Düşürme Programı, 99 niyet mektubuyla somutlaşmıştır. Ülkemiz 2000 li yılların başında, derin ve toplumsal etkileri giderek yoğunlaşan bir kriz sürecinden geçmiştir. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB) eşliğinde şekillenen iktisat politikaları toplumsal yapının bütününde dönüştürücü etkiler yaratmaktadır. Özelleştirmeler ve kamusal denetimin daraltılması politikaları ile sürdürülen bu dönüşümlerin toplumsal maliyetleri artan işsizlik ve yoksulluk olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye ekonomisi sistematik olarak kırılganlaşmış; potansiyel krizlere yatkın hale getirmiştir. Bilindiği gibi Türkiye, 2000'li yıllara IMF ve DB güdümlü istikrar politikalarıyla girdi. Programın uygulamaya geçirilmesinin hemen ardından yaşanan iki büyük krize (2000 Kasım ve 2001 Şubat) rağmen dönemin siyasal iktidarları ve AKP hükümetleri istikrar politikalarının temel felsefesini tümüyle desteklemeyi kararlı bir şekilde sürdürdü. Mevcut AKP hükümeti 2004 yılında IMF ile üzerinde mutabakat sağladığı yeni stand-by (yakın izleme) anlaşmasıyla bu sürecin 2007 yılına değin süreceğinin de garantisini uluslararası sisteme vermiş durumda. Kamuoyuna temel hedefi, ekonomideki iç ve dış borç stokundaki artışları kontrol altına alarak, Türkiye ekonomisini yeniden istikrarlı bir büyüme yoluna oturtmak şeklinde duyurulan programın, bu hedefin çok ötesinde Türkiye toplumunun yeniden yapılandırılması yolunda çok daha kalıcı düzenlemeleri içerdiği artık herkesçe biliniyor. Söz konusu düzenlemelerin asli ve en önemli hedefi kamusal alan olarak tanımlanabilecek sosyal güvenlik sistemi, eğitim, sağlık, v.b. deki kamusal hizmet ve kazanımların budanarak, bu hizmetlerin metalaştırılması, giderek özelleştirilmesi olduğu da bilinen bir gerçek. Acaba bu durum yalnızca Türkiye'de mi yaşanıyor? Uzunca bir süredir hükümet çevrelerinin Türkiye bürokratlarınca tasarlanan ve uygulanan ekonomik ve siyasal politikalar olarak savundukları düzenleme ve uygulamalar ne kadar Türkiye'ye özgü? 80 li yılların başlangıcı tıpkı Türkiye gibi çevre ekonomilerin çoğunda da IMF ve DB güdümlü istikrar ve yapısal uyum programlarıyla şekillendi. Söz konusu politikalar 90'ların başında bu iki 9

kurumun politika ve amaçlarındaki uyumlaşma şeklinde tanımlanabilecek, ilki Washington Mutabakatı, ardılı Washington Mutabakatı Sonrası olarak anılan, küresel düzeyde kapitalizmin yeniden yapılandırılmasını hedefleyen iktisadi ve siyasal politikalar şeklinde tüm ulusal devletlere uymakla yükümlü oldukları zorunlu yapısal hedefler olarak sunuldu. Birinci ve İkinci Kuşak Yapısal Reformlar olarak da anılan bu politika dayatmalarında birinci kuşak düzenlemeler ekonomiyi daha fazla öncelemekte ve ulus devletlerin piyasalarını küresel kapitalizmin piyasa kurallarına sınırsızca açmalarını öngörmekteydi. Bu amaçla ticaretin tümüyle serbestleştirilmesi, sermayenin önündeki kısıtlamalarının kaldırılarak ülkelerin uluslararası finans ağlarına açılması ve bu hedeflere uygun olarak sürdürülen kuralsızlaştırma (de-regülasyon) ve özelleştirme politikaları, birinci kuşak politikaların temel çerçevesini oluşturmaktaydı. Türkiye'nin 89'u izleyen yıllarda sermaye hareketlerinin serbestleştirmesiyle başlayan mali dışa açılma süreci, büyük ölçüde bu birinci kuşak politikaların hayata geçirilme sürecinin bir parçasıdır. Hatırlanacağı gibi bu dönemde ülkemizdeki egemen iktisat siyasetinin dilini etkin piyasalar, hantal devlet, yüksek ücret talep eden sendikalar, verimsiz KİT'ler ve özelleştirmeler söylemleri oluşturmaktaydı. İkinci kuşak reformlar birinci kuşak reformların tamamlayıcısı niteliğinde olsalar da, devlete verdikleri işlev açısından önemli bir farklılık taşımaktadır. Bu fark ulusal piyasaların küresel piyasaların gereğine göre işlemesi için kurumların ve yasaların önemli olduğuna ilişkin vurgularda açıkça ortaya çıkmaktadır. Başka bir deyişle birinci kuşak reformlarda piyasa kuralları karşısında edilgen olarak tanımlanan devletin, ikinci kuşak reformlarla yerini piyasanın toplumsal olan her alana yaygınlaştırılması görevini üstlenen etkin düzenleyici devlete (re-regülasyon) bırakması söz konusudur. Böylece ulusal devletler kendi tarihsel ve toplumsal ilişkilerince biçimlenen kurumsal ve hukuksal yapılarını küresel hukuk ve kurumların dayatmaları karşısında yeniden tanımlama ve düzenlemeye tabi kılmışlardır. Farklı ulusal devletlerin kurumsal ve yasal düzenlemeleri arasında eşgüdüm ve ortak standartlar sağlama amacı, özünde küresel sermayenin tek hukuk sistemini tüm dünyaya yaygınlaştırma arayışından başka bir şey değildir. Karar alma süreçlerinin toplumların kendi anayasal kurumlarından, küresel kurallara tâbi bağımsız düzenleyici üst kurullara devri ve kamusal alanın giderek daha fazla ticarileştirilmesi, küresel sermayenin kullandığı temel araçlardan biridir. Siyasetin ekonomiden ayrılması şeklinde meşrulaştırılmaya çalışılan bu süreç toplumun geniş kesimlerinin siyasal süreçlerden uzaklaştırılması sonucunu doğurarak, küresel sermayenin ve bu sermayenin yerli uzantılarının toplumsal yapılar üzerindeki tahakkümlerini artırmaktadır. Söz konusu düzenlemeler etrafında Türkiye'nin 2000'li yıllardan bu yana geçirdiği süreç değerlendirildiğinde, yaşadığımız sürecin basit anlamda yalnızca ekonominin istikrara kavuşturulması olmadığı, Türkiye toplumsal yapısının kökten yeniden düzenlemelere tâbi tutulduğu daha açık ortaya çıkmaktadır. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (15 Mayıs 2001) Türkiye, 2000 yılı boyunca uygulamış olduğu kur çapasına dayalı enflasyonu düşürme programının art arda yaşanan iki krizle çökmesini izleyen dönemde, 14 Nisan ve 15 Mayıs tarihlerinde iki aşamada açıklanan yeni bir istikrar programını uygulamaya koymuştur. Önceleri ulusal program, daha sonra da güçlü ekonomiye geçiş programı (GEGP) olarak tanımlanan yeni istikrar arayışının temel amacı kamuoyuna güven bunalımını ve istikrarsızlığı süratle ortadan kaldırmak ve bir daha geri dönülmeyecek şekilde kamu yönetiminin ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik altyapıyı oluşturmak şeklinde duyuruldu. GEGP'ye göre eski düzene" dönmek artık mümkün değildir. Program, siyaset ve ekonomi alanlarının ayrıştırılması temelinde, devletin fonksiyonlarının esas itibariyle "denetim" ve "eğitim, sağlık ve adalet" gibi kamu hizmetleri ile sınırlanacağı bir düzeni hedeflediği iddiasındadır. 10

Bu programın oluşturulması, Türkiye'nin dünya ile ilişkilerinden kopuk bir olgu değildir. GEGP, 24 Ocak 80 tarihinde başlayan ve Türkiye'nin dünya ekonomisi ile düşük vasıflı emek ile üretilen metalar üreten bir çevre ekonomisi biçiminde bütünleşmesinde yepyeni bir evreyi teşkil eden sürecin son halkasıdır. Bu bütünleşme biçimi, Türkiye ile dış dünya arasında her türlü mal, hizmet ve sermaye hareketlerinin üzerindeki denetimleri kaldırmaya yöneliktir. Oysa Türkiye'nin ve diğer azgelişmiş ülkelerin tarihi göstermektedir ki; serbestleştirme lehindeki savların aksine, gelişmiş ülkelerle bizimki gibi azgelişmiş ülkeler arasında denetimsiz mal ve hizmet ticareti ve sermaye hareketleri azgelişmişliği derinleştirmektedir. Nitekim ülkemizde 80'den bu yana sürdürülen neoliberal uygulamalar, beklenenin aksine, ulusal tasarrufları artırmamış, yatırım hacmini genişletmemiş ve istikrarlı bir büyüme ortamını bir türlü sağlayamamıştır. Bu çerçeveden bakıldığında GEGP, son on yılda istikrarsızlık kriz yapay büyüme istikrarsızlık sarmalında bocalayan Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarına nasıl bir çözüm getirmektedir? Getirdiği iktisadî önlemler ve hedefler açısından ne kadar yeni bir programdır ve başarısız olan 2000 Enflasyonu Düşürme programından ne ölçüde farklılaşmaktadır? Her iki programın da hedeflediği yeniden yapılanma Türkiye toplumunun birikmiş sorunlarına çözümler mi getirecektir, yoksa bu sorunları derinleştirecek midir? Programın temel hedefi, "sürdürülemez boyutlara" varmış olan kamu borçlarına yol açan "borç dinamiğinin" ortadan kaldırılarak Türkiye ekonomisinin "bugünkü gibi olağanüstü bir dış yardıma muhtaç kalmayacak" bir yapıya kavuşturulmasıdır. Bu uzun vadeli temel hedefe ulaşmanın ana şartı ise makroekonomik dengelerin kurulmasıdır. Ancak söz konusu dengenin kurulması, ekonomide kısa vadede bir daralmayı gerektirmekte; bu ise toplumun değişik kesimlerinin fedakârlığını gerekli kılmaktadır. Nitekim GEGP ilk yılı olan 2001 yılı için millî gelirde %3,0 düzeyinde bir daralma ve ardından 2002 de %5, 2003 de ise %6 artış hızı öngörmektedir. Bu süreçte tüketici fiyatları endeks artış hızı 2001 yılında %52,5, 2002 de %20,0, 2003 te de %15,0 olarak tahmin edilmektedir. Konsolide bütçeden net faiz ödemelerinin millî gelire oranı ise 2001 de %20,1, 2002 de %,1, 2003 de de %16,1 olacaktır. Kamu kesiminin net borç stokunun millî gelire oranının aynı yıllarda, sırasıyla, %78,5, %70,4 ve %64,9 olacağı öngörülmektedir. Bu oranlar içinde geçen net iç borçların milli gelir içindeki payının 2001 de %44,3, 2002 de %42,1, 2003 de %41,5 olacağı hesaplanmaktadır. Net iç borç stokunun millî gelire oranının enflasyonu düşürme programının uygulamaya konulduğu 99 yılında %40,9 olduğu düşünülürse, Türkiye ekonomisinin mevcut istikrar programının sonunda gelinecek noktada, iç borç stoku IMF programının ilk uygulanmaya başlandığı yıldaki noktadan farklı değildir. Dolayısıyla, GEGP'nin net iç borç hedefi aslında 99 dan bu yana ki uygulamanın yol açtığı bozulmayı düzeltme çabasından öte gitmemektedir. Programın ana hedefi olan kamu kesimi borçlanma dinamiğinin kırılması için gerekli olan koşul ise bankacılık kesimine yeniden işlerlik kazandırılmasıdır. Bu amaçla GEGP malî piyasalar ve para piyasalarına ilişkin düzenlemeleri zorunlu görmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde mevcut program, öncelikle parasal sermayenin krizden çıkış programı niteliğindedir. GEGP'nin reel ekonomiye yönelik politikaları ve beklentileri ise açıktır. Temel olarak bu politikalar, yurtiçi talebin daraltılması ve ihracat için bir fazla oluşturulmasını amaçlamaktadır. Bunu gerçekleştirmek için bir yandan kamu kesimi harcamalarını kısarak ve emek ve kırsal kesim gelirlerini bastırarak yurtiçi talebin azaltılması, öte yandan kur makası, ücret maliyetlerinden ve tarımsal ürün fiyatlarından sağlanacak tasarruflar aracılığı ile ihracatın teşvik edilmesi öngörülmektedir. Ayrıca Türkiye'deki dışa açılma sürecinin mevcut aşamasında, özelleştirme ve kuralsızlaştırma yoluyla yer üstü ve yeraltı kaynaklarının giderek yabancı tekelci sermayenin güdümüne bırakılmasına hız verilmektedir. Sonuç itibariyle, son yirmi yıldır son derece yetersiz ölçekte sabit sermaye yatırımı yapılan sanayi sektörünün 11

sorunlarına gerçek hiçbir çözüm önerilmemektedir. Hiçbir sanayileşme hedefi olmayan GEGP, Türkiye'de 80'li yıllardan bu yana sürdürülmekte olan ucuz-marjinalleşmiş emeğe ve taşeronlaşmaya dayalı ihracat yapısını dönüştürecek, ulusal sanayiin rekabet gücünü geliştirecek bir strateji sunmak bir yana, bu yönde bir "vizyona" bile sahip değildir. GEGP ile 2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programının Karşılaştırılması Aralık 99 Niyet Mektubu ile somutlaşan 2000 Enflasyonu Düşürme Programının genelde üç ana başlık üzerine inşa edildiği bilinmektedir: (i) kamu kesimi (maliye) reformu; (ii) sosyal güvenlik, özelleştirme ve tarım kesimine yönelik yapısal nitelikli dönüşümler, ve (iii) döviz kuru nominal çıpasına dayalı para programı. GEGP ise bunlardan ilk iki politika alanını muhafaza ederken, üçüncü uygulamayı Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerine yol açan temel nedenlerden biri olarak görüp terk etmiş ve dalgalı kur uygulamasını benimsemiştir. GEGP yi biçimlendiren 3 Mayıs 2000 tarihli Niyet Mektubu ndaki Structural Policies for a Stronger Economy başlıklı bölümde (Bölüm B) yapısal politikalar üç alt başlıkta irdelenmektedir: 1.Bankacılık sektörü reformu, 2.Mali saydamlık ve mali yönetim ve 3.Özel yerli ve yabancı sermayenin Türkiye ekonomisindeki rolünün artırılması. Bu alt başlıklar ile GEGP nin 14 Nisan 200l deki basın toplantısında açıklanan ilk versiyonu arasında büyük benzerlik vardır. Dolayısıyla, gerek 2000 programı, gerekse GEGP, ana felsefesi açısından, ulusal ekonominin dünya ekonomisi ile bütünleşme biçiminde yeni bir aşamayı hedeflediği ölçüde, hem devlet ekonomi ilişkilerinde bir yeniden yapılanmayı, hem de devletin toplumsal sınıflar ile olan tarihsel ilişkilerinde kökten dönüşümleri hedeflemektedir. GEGP bir yandan devletin tarım ve emek kesimi ile olan teşvik, destekleme ve emeklilik fonu gibi toplumsal yapının bütünlüğünü sağlamada işlevsel olmuş mekanizmalarını büyük ölçüde zedeleyen bir yeniden yapılandırma peşindedir. Öte yandan, özelleştirme, 'kurullaştırma' vb. yeni müdahale biçimleriyle, devletin ekonomiyi yönlendirme ve denetlemede üstlenegeldiği sorumluluklarını ve teknik işlevlerini sınırlama çabasındadır. 2000-Enflasyonu Düşürme programında 1 dolar artı 0.77 Euro dan oluşan bir sepet yaratılmış ve TL'nin bu sepete göre 2000 yılı sonuna dek %20 oranında değer yitirmesi planlanmıştı. Döviz kurunun her ay içerisinde sabit kalması öngörülmüştü. Böylelikle program boyunca para arzındaki genişleme doğrudan doğruya piyasa güçlerine terk edilecek ve enflasyonist baskılar hafifletilecekti. Ancak, spekülatif sermayenin son derece akışkan olduğu günümüz finans dünyasında bir ekonominin tüm parasal tabanını dış dünyanın kısa dönemci, spekülatif nitelikli sermaye giriş-çıkışlarının denetimine bırakmayı öngören bu adımın ne kadar tehlikeli bir girişim olduğu daha 2000 yılının Kasım ayında yaşanan uyarı kriziyle anlaşılmış olmalıydı. Türkiye istikrar programının teknik gereklerine 2000 yılı genelinde sıkı sıkıya uymuştur. Programın özelleştirme hedefleri ve tarım, bankacılık gibi bazı alanlardaki yapısal nitelikli reformları daha tam anlamıyla gerçekleştirilememiş olmasına karşın, maliye ve para politikaları hedefleri tutturulmuştur. TL'nin döviz kuru sepetine göre yıllık aşınma hedefi tutturulmuş; Merkez Bankası bir para kurulu gibi çalışarak, net iç varlıklar hesabını denetim altında tutmuş; kamu bütçesinde de faiz dışı denge yılsonu hedefini yakalamıştır. O halde şu sorunun yanıtlanması gerekmektedir: 22 Kasım ve 21 Şubat krizleri bu şartlar altında ne ölçüde uygulama hatasıdır? Ne kadar bu yaklaşımın kendi içsel tutarsızlıklarının sonucudur? Türkiye de sıklaşan ve ağırlaşan malî ve dış ödemeler bunalımlarının gerçek nedenleri, (i) paranın konvertibilitesi ve ekonominin kısa vadeli spekülatif ( sıcak ) para hareketlerine açılmasının kurlarda ve faizlerde yol açtığı istikrarsızlık, (ii) sanayileşme politikasızlığı ve ithalat kontrolsüzlüğü sebebiyle döviz gelirlerinin ülkenin döviz kazanma potansiyelini artıracak yatırımlarda kullanılmaması, (iii) ithalatın kontrol edilmemesi ve 12

Türkiye nin sanayileşmesinin harcıâlem teknolojili ve vasıfsız işgücüne dayanan mallarda tıkanmış olması nedeniyle dış ödemeler bunalımlarında cari işlemler dengesini düzeltmenin mutlaka iktisadi büyümeyi durdurmayı ve ücretleri düşürmeyi gerektirmesi, ve (iv) devletin dış ödeme bunalımında özel kreditörler ile özel kesimdeki borçluların biriken borçların tasfiyesi üzerinde anlaşmalarına veya icra-iflas hukukuna göre çözülmesine aracı olmak yerine millet adına IMF ye başvurarak ağır siyasi tavizler karşılığında kredi temin edip borç servisinin aksamamasını amaçlamasıdır. Görünen odur ki, uygulanan politikalarda bir süreklilik vardır. IMF güdümlü politikaların krizleri doğurması ve krizlerin aşılması için IMF ye yeniden başvurmak şeklindeki döngü bilinçli bir süreklilik arz etmektedir. 2000 yılı programında bir diğer dengesizlik ulusal ekonominin cari işlemler açığında yaşanmıştı. Cari işlemler açığının Merkez Bankası rezervlerine oranı 99 sonunda %5,9 düzeyindeydi. Bu gösterge 2000 yılı boyunca hızla bozulmaya itilmiş ve Haziran da %28 e, yılsonunda da %49,7 ye çıkmıştır. Cari işlemler açığının ulusal gelire oranı ise 99 sonunda %0,7 iken, 2000 sonunda %5 e yükselmiştir. Niyet Mektubu ve 2002 Başında Türkiye Ekonomisi Türkiye ekonomisi 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinin ardından gittikçe derinleşen ve yapısal bir niteliğe bürünen bir daralma sürecine sürüklenmiştir. Kasım ve Şubat krizleri sadece mali piyasaları sarsmakla kalmamış; gerek bankaların, gerekse şirketlerin bilançolarında ağır tahribata yol açmış ve üretim ve istihdamda büyük ölçüde gerilemeler yaşanmıştır. 2001 yılı boyunca Devlet Bakanı Kemal Derviş gözetiminde sürdürülen kriz idaresi, ekonominin derinleşen sorunlarına gerçekçi çözümler üretememiş ve yeterli yanıt vermekten uzak kalmıştır. Mayıs 2001 de bizzat Dr. Derviş tarafından sunulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) Türkiye yi bunalımdan çıkartacak yeni bir program olma iddiası ile hazırlanmıştı. Ancak GEGP nin ilanından 2002 yılı başına kadar geçen dönemde ekonominin sorunları ağırlaşmış ve ulusal gelir yıl toplamında %8,5 gerilemiş; açık işsizlik oranı ise resmi rakamlarda %10 düzeyini aşmıştır. 2001 yılının son çeyreği itibariyle, açık işsizlik oranının tarım dışı sektörlerde %15'e ulaştığını ve "eğitimli" gençler arasındaki açık işsizliğin Türkiye genelinde %27'ye, kentsel bölgelerde ise %30'a yükseldiğini belgelemektedir. Bu gelişmelere koşut olarak, kamu kesimi sosyal harcamaları büyük bir daralma içine itilmiş ve kamu kesimi maliye politikası faiz dışı fazla hedeflerine ulaşmaktan ibaret kılınmıştır. TC Merkez Bankası ise gerek gayrı safi rezerv kayıpları, gerekse net döviz pozisyonunun eksi değerler alması sonucunda döviz piyasalarına etkili müdahalelerde bulunamaz duruma düşmüş, yapabileceği müdahaleler ise IMF tarafından engellenmiştir. Öte yandan TCMB enflasyonla mücadele ve siyasetten bağımsızlık gerekçeleriyle Kasım 2001 den itibaren doğrudan ve dolaylı olarak kamu kesimine ödünç kaynak sunamaz duruma getirilmiş, böylece para otoritesinin reel ekonomiye müdahale edebileceği önemli bir politika aracı elden çıkartılmıştır. Bu açılardan bakıldığında, 2001 yılı kriz idaresinin asıl hedefinin ekonomik ve toplumsal yapıda kuralsızlaştırmaya yol açan bir dizi yapısal dönüşüm aracılığıyla, ülkemizin geleceğini bütünüyle piyasa güçlerinin denetimsiz ve başıboş işleyişine terk etmeyi amaçladığı görülmektedir. Bunun da ötesinde, özelleştirmeler, üst kurullar, yönetişim ve yabancı sermayeyi teşvik aldatmacası altında ülkemizin stratejik sektörlerinin terk edilmesi ve yer üstü ve yeraltı kaynaklarının giderek çok uluslu şirketlerin güdümüne bırakılması hedeflenmektedir. Nitekim Şubat 2001-Şubat 2002 arasında kalan bir yıllık dönemde, bazı teknik yasalar hariç tutulursa, 65 civarında yapısal düzenleme yapılmıştır. Bunların yaklaşık yarısı doğrudan doğruya "yapısal uyarlama" kapsamı içindedir. 13

18 Ocak 2002 tarihinde IMF ye sunulan ve 4 Şubat ta onaylanan yeni Niyet Mektubu da bu amaçları sürdürmekte ve Türkiye nin dünya ekonomisiyle düşük vasıflı emek yoğun teknolojiler ile çalışan bir çevre ekonomisi biçiminde bütünleştirilmesi amacını sürdürmektedir. Niyet Mektubu nda somutlanan makroekonomik hedefler, 2001 kriz idaresi altında sürdürülmüş olan hedeflere görece daha düşük büyüme, daha yüksek enflasyon, daha yüksek reel faizler ve daha yüksek dış borçlanmayı öngörmekte ve bunun da ötesinde, bir dizi yapısal dönüşüm altında Türkiye yi uluslararası sermayenin açık sömürüsüne terk etme amacını sürdürmektedir. 18 Ocak 2002 tarihli Niyet Mektubu nda somutlanan makroekonomik hedefler, GEGP de öngörülen yaklaşımı esas olarak benimsemektedir. Ancak bir farkla: Niyet Mektubu nda esas alınan kamu kesimi faiz dışı fazla hedefleri aynen korunmasına karşın, makroekonomik genel denge artık daha yüksek enflasyon, daha yüksek reel faizler ve daha düşük büyüme oranları ile sağlanabilmektedir. GEGP ve Niyet Mektubu nun enflasyon hedefleri, yeni programın çok daha yüksek fiyat artışlarını kabul etmek zorunda kaldığını belgelemektedir. GEGP nin 2002 öngörüleri TEFE de %16,6, TÜFE de %20 olarak planlanmış idi. Niyet Mektubu nun 2002 ye ait enflasyon hedefleri ise sırasıyla %31 ve %35 tir. Bütün bu saptamalara ek olarak, Niyet Mektubu nda somutlanan dış ekonomik ilişkilerin Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığını artırıcı öğeler içerdiği gözlenmektedir.türkiye nin 2002 deki brüt dış borcunun gayrı safi milli hasılaya oranı, Niyet Mektubu nda %71,7 olarak planlanmıştır. Oysa aynı hedef GEGP de %59,6 olarak belirlenmiş idi. Niyet Mektubu, dış borçlanma temposunu değiştirmeden korumakta ve programın nihai yılı olan 2004 te dış borç-gsmh oranını %63,3 ile ancak 2001 düzeyine geri getirmeyi hedefleyebilmektedir. Benzer şekilde kamu sektörü net dış borcunun GSMH ye oranı 2002 de %35 olarak planlanmakta ve 2004 te %28 e indirileceği öngörülmektedir. Oysa aynı oran GEGP metninde 2002 için %28 idi. Dolayısıyla Niyet Mektubu, GEGP nin kamu kesimi net dış borçlanması 2002 hedefini ancak iki yıl sonra, 2004 te gerçekleştirmeyi taahhüt edebilmektedir. Sonuç olarak, Niyet Mektubu nun makroekonomik dengeleri sağlamadaki tek aracının 2002 sonrasında milli gelire oran olarak %6,5 düzeyinde tutturmayı planladığı kamu kesimi faiz dışı fazlası hedefinde somutlandığı görülmektedir. Ancak, Niyet Mektubu nda öngörülen makroekonomik hedefler, bu politikanın GEGP ye görece daha yüksek enflasyon, daha yüksek reel faizler, daha düşük reel büyüme ve daha yüksek dış borçlanma sayesinde sürdürülmeye çalışılacağını belgelemektedir. 2003 Başında Türkiye Ekonomisi ve AKP nin Programı Üzerine Değerlendirmeler 3 Kasım 2002 genel seçimi sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tek başına iktidara geldi. Seçimlerin sonrasında açıklanan Acil Eylem Planı ile 23 Kasım da duyurulan 58. Hükümet Programı, özü itibariyle IMF-Dünya Bankası ikilisinin güdümünde sürdürülen neoliberal iktisat politikalarının Türkiye nin dışa bağımlılığını artırıcı, dış şoklara dayanıksız, zayıf ve taşeronlaştırılmış bir ekonomi yaratma projesinin devamı niteliğindedir. Türkiye 2002 yılını reel ekonomik büyümenin artıya dönüştüğü ve enflasyonunda önemli gerilemelerin yaşandığı bir yıl olarak geçirmiştir. İlk üç çeyreğe ait veriler, 2002 de 2001 in eş dönemine görece GSYİH nin sabit fiyatlarla %6,4 büyüdüğünü göstermektedir. Bu, 2001 de yaşanan ve GSYİH nin %7,4 daralmasıyla somutlanan iktisadi krizin ardından gelen son derece olumlu bir gelişmedir. Ancak büyüme sürecinde toplam GSYİH ye ilişkin bu gözlem GSYİH üzerine yapılan harcamaların niteliğine bakıldığında bir dizi olumsuzluğa işaret etmektedir. 14

Tablo 1 den görüleceği üzere, GSYİH nın en önemli bileşeni olan Özel Nihai Tüketim Harcamaları 2002 nin ilk üç çeyreğinde %-1,9, %2,2 ve %2,6 ile çok sınırlı bir artış göstermiş ve 2002 nin ilk dokuz ayındaki ortalama artış hızı sadece %1,1 olmuştur. Benzer şekilde GSYİH nın bir diğer önemli harcama unsuru olan Sabit Sermaye Yatırımları 2002 nin ilk üç Tablo 1. Harcamalar yönünden GSYİH ve Büyüme Oranları 2000 2001 2002.I a 2002.II a 2002.III a 2002-2001 ilk üç çeyreğe göre Özel Nihai Tüketim 4.1-9.0-1.9 2.2 2.6 1.1 Devletin Nihai Tüketimi 4.5-8.6 2.3 2.6 12.1 5.9 Sabit Sermaye Yatırımları 16.0-31.7-24.7-1.2 6.9-5.7 Özel 14.1-35.1-26.0-2.7-2.1-10.5 Devlet 20.8-22.0-17.8 3.1 29.6 9.5 İhracat.2 7.4 10.2 5.2 16.0 10.6 İthalat 25.4-24.8 2.1 20.3.1 13.7 GSYİH 7.4-7.4 1.8 8.8 7.9 6.4 a. Bir önceki yılın eş değer dönemine görece reel değişim. Kaynak: Devlet İstatistik Enstitüsü çeyreğinde bir kriz yılı olan 2001 in eşdeğer dönemine görece %5,7 daralmıştır. Özel sabit sermaye yatırımlarında söz konusu dönemdeki gerileme %10 u aşmaktadır. 2002 in ilk dokuz ayında ihracat gelirlerinde görece hızlı bir artış yaşanmasına karşın (ilk dokuz ay ortalaması %10,6), ithalatın da artma eğilimi içinde olması (%13,7) sonucu net ihracatın GSYİH a katkısı negatif olmuştur. O halde 2002 de yaşanan reel büyümenin kaynağı nereden gelmektedir? Tablo 2 bu konuda ipuçları vermekte ve 2002 nin ilk dokuz ayında yaşanan genişlemenin aslında ne derece sağlıksız bir büyüme içerdiğini belgelemektedir. Tablo 2. Sabit (87) Fiyatlarıyla Reel GSYİH ve Harcama Unsurlarındaki Artışlar (Milyar TL) 2002.I 2002.II 2002.III 2002-2001 ilk üç GSYİH'a katkılar -2001.I -2001.II -2001.III çeyrek toplamı (%) Özel Nihai Tüketim -337.4 371.5 581.5 615.6 11.6 Devletin Nihai Tüketimi 39.9 59.6 266.3 365.8 6.9 Sabit Sermaye Yatırımları -1,349.4-69.1 416.3-1,002.2-18.8 Özel -1,188.4-117.4-89.7-1,395.5-26.2 Devlet -161.0 48.3 506.1 393.4 7.4 Stok Değişmeleri 1,340.9 3,208.2 1,170.7 5,7.8 107.3 İhracat 924.6 555.7 1,859.5 3,339.8 62.7 İthalat -5.1-1,836.4-1,678.6-3,710.1-69.6 GSYİH 423.4 2,289.7 2,615.5 5,328.6 100.0 Kaynak: Devlet İstatistik Enstitüsü 2 No lu Tablo GSYİH nin 2001 ve 2002 nin ilk üç çeyreği arasındaki net artışları reel olarak (sabit 87 fiyatlarıyla) sunmaktadır. Buna göre, söz konusu dokuz aylık dönemde GSYİH sabit fiyatlarla toplam 5,3 trilyon TL artmıştır. Bu artışın %11,6 sı 616 milyar TL ile özel nihai tüketim harcamalarından; %6,9 u da 366 milyar TL ile devlet harcamalarından 15

sağlanmıştır. Sabit sermaye yatırımları 1.0 trilyon TL ile GSYİH harcamalarında %18,8 lik bir daralma yaratmış; net ihracatın katkısı da 370 milyar TL (GSYİH ye oran olarak %-6,9) olmuştur. Elimizdeki veriler 5,3 trilyon TL ye ulaşan GSYİH deki artışın 5,7 trilyon TL ile stok değişimlerine aktarıldığını göstermektedir. Yani GSYİH deki artışın %107,3 ü tamamından fazlası stoklarda biriktirilmiştir. Dolayısıyla, 2002 deki reel büyüme halkın refahına yansımamış ve reel kişisel gelirlerde durgunluk yaşanırken ve sabit sermaye yatırımları gerilerken bütünüyle stok birikimine yönelen bir üretim artışı gerçekleştirilmiştir. Tablo 3. Makroekonomik Fiyatlar: Enflasyon, DİBS Faizi, TL/$ ve Reel Ücretler 2000 2001 2002 Enflasyon (TEFE) 32.7 88.6 30.8 Enflasyon (TÜFE) 39.0 68.5 29.7 Nominal Döviz Kuru Değişim Oranı (TL/$) 23.2 114.2 13.2 Devlet İç Borçlanma Araçları Reel Faiz Oranları Beklenen (ex-ante ) a -8.8 21.4 24.8 Gerçekleşen (ex-post ) b 35.9-7.2 28.3 İmalat Sanayi Reel Ücretleri c 0.5-14.6-2.9 d Devlet 15.1-12.5 3.8 d Özel -2.1-15.2-1.3 d a. DİBS üç aylık bileşik faiz oranı, TEFE ile indirgenmiştir. b. Önceki dönemlerde ihraç edilmiş, ilgili yılda vadesi dolan DİBS'in gerçekleşen faiz oranı, TEFE ile indirgenmiştir. c.imalat sanayi üretimde çalışılan saat başına reel ücret indeksinin bir önceki yıl aynı döneme göre yüzde değişimi d. İlk üç çeyrek. Kaynak: TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi (www.tcmb.gov.tr) 3 No lu Tablo da sergilediğimiz makroekonomik fiyatların seyri de milli gelirin ana unsurlarında yaşanan durgunluğun bir yansımasını vermektedir. DİE ce açıklanan son verilere göre enflasyon 2002 yılında TÜFE de %29,7, TEFE de ise %30,8 olmuştur. Döviz kuru ise yıl sonu değeri itibariyle %13,2 düzeyinde aşınmıştır. Buna karşın 2002 boyunca reel ücretler gerilemesini sürdürmüştür. 2002 nin ilk üç çeyreğinde 2001 in eşdeğer dönemine görece imalat sanayii özel sektöründe reel ücretler %1,3, reel kazançlar ise %4,6 düzeyinde gerilemiştir. İmalat sanayii kamu sektöründe reel ücretler %3,8 artmış, buna karşılık üretimde çalışan başına reel kazanç %2,6 gerilemiştir. Daha uzun dönemli bir perspektif içerisinde reel ücretlerin konjonktürel iniş çıkışlara karşın sürekli olarak düşme eğilimini muhafaza ettiğini görmekteyiz. 97 değerini 100 kabul edersek 2002.III itibari ile imalat sanayii ücretleri özel sektörde 87,9, kamu sektöründe 129,2, toplamda ise 92,5 endeks puanında gözükmektedir. AKP hükümetinin ekonomik programının en önemli iki belgesi 16 Kasım tarihli Acil Eylem Planı ile 23 Kasım da okunan Hükümet Programı dır. AKP hükümetince 2003 ün ilk çeyreğine ilişkin maliye hedefleri de IMF gözetiminde sürdürülen faiz dışı fazla yaratma yoluyla piyasa beklentilerinin olumlu kılınması stratejisine devam edileceğini belgelemektedir. Nitekim, 2003 ün ilk çeyreğine ait hedefler, 2002 yılındakilerle karşılaştırıldığında AKP hükümetinin bütçe anlayışının da bir borç ödeme bütçesinden ibaret kaldığı anlaşılmaktadır. Örneğin geçici bütçe hedeflerine göre, faiz giderlerinin, toplam harcamalar içindeki payı %49 olarak tespit edilmiş durumdadır. Oysa söz konusu oran 2002 de %43 olarak hedeflenmiş, gerçekleşme düzeyi ise %46 olmuştur. Gene benzer şekilde, faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranının 2002 sonu itibariyle %85 düzeyinde olması beklenirken, 2003 geçici bütçesinde bu oran %110 düzeyinde hedeflenmiştir. Bu arada, kamu 16

yatırımlarının toplam harcamalar içindeki payı 2002 de %5 iken, 2003 ün bütçe hedefi %2 nin altına indirilmiş durumdadır. 2004 Yılı Başında Türkiye Ekonomisi Türkiye ekonomisi 2003 yılının ilk üç çeyreğine ait verilere göre %4,5 oranında büyümüştür. Yıl sonunda millî gelirin ABD doları bazında 238,1 milyar dolara ulaşacağı öngörülmektedir. 2003 yılında enflâsyon bir önceki yıla kıyasla daha ılımlı gerçekleşmiş; fiyat artışlarının yıllık ortalaması TÜFE bazında %51,2 den %27,4 e; TEFE bazında ise yüzde 59 dan %28,5 e gerilemiştir. Fiyat hareketlerindeki bu yavaşlama devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) faizlerine de yansımış ve DİBS bileşik faizinin ağırlıklı ortalaması %62,7 den %29,4 e düşmüştür. 2003 yılı ihracat gelirlerinde de önemli bir sıçramanın yaşandığı yıl olmuş ve ihracat gelirleri Ocak-Kasım dönemi itibariyle 46 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak söz konusu dönemde ithalâtın da hızlı artış göstermesinin de etkisiyle cari işlemler açığı 4 milyar doları aşmıştır. Ödemeler dengesinin cari işlemlerine ilişkin Ocak-Kasım 2003 verilerini bir önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırdığımızda şu gözlemler yapılabilir: Bir yıl içinde cari işlemler açığı 200 milyon dolardan 4,2 milyar dolara yükselmiştir. Açığın büyümesine mal ticaret dengesindeki (-4,3 milyar dolarlık) çarpıcı bozulmayla, yatırım geliri (faiz ve kâr hareketleri) dengesindeki (-0,9 milyar dolarlık) daha ılımlı bozulma katkı yapmıştır. Buna karşılık hizmetler ticaret dengesindeki önemlice (+1,3 milyar dolar) düzelme dış açıktaki büyümeyi frenleyememiştir. 2002 de ve 2003 ün ilk yarısında gayrisafi yurt içi hâsıla artışlarında iç tüketim ve yatırım harcamalarının katkısının düşük olduğunu, buna karşın üretimi uyaran en büyük kalemin yabancıların harcamaları (ihracat) olduğunu görülmektedir. Ayrıca üretimin önemli bir kısmının stoka yapıldığı da dikkat çekmektedir. Bunun önemi şudur: stoka üretim yapıldıktan sonraki dönemde mal talebi artmazsa, sermayedarların stokları eritmek için üretimi şiddetle kısmaları ve bunun sonucu olarak da işsizliğin artması kaçınılmazdır. Yurt içi harcamalarda gözlenen daralmanın en önemli nedeni, istihdamda ve reel ücretlerde yaşanan azalmadır. Türkiye de özel tüketim harcamaları, 87 sabit fiyatlarıyla, 2000 yılının Temmuz-Eylül dönemindeki seviyesine (2003 ün üçüncü dönemi dahil) bir daha ulaşamamıştır. Nitekim DİE nin imalât sanayiinde tam kapasite ile çalışmama nedenlerini saptayan anketinde, 2002 III. döneminde işyerlerinin %47 si iç piyasadaki talep yetersizliğini belirtmiş iken, bu oran 2003 ün aynı döneminde %53 e yükselmiştir. Sonuç olarak istikrar adına sürdürülen daraltıcı politikalar, ülkemizin üretim kapasitesini büyük ölçüde yabancı piyasalara dönük üretmeye zorlamaktadır. 2005 Yılı Başında Türkiye Ekonomisi Türkiye ekonomisi 2004 yılının ilk üç çeyreğine ait verilere göre %9,7 oranında büyümüştür. Bu dönem sonunda milli gelirin ABD doları bazında 283,9 milyar dolara ulaştığı görülmektedir. 2004 yılında enflasyon bir önceki yıla kıyasla gerilemesini sürdürmüş, fiyat artışlarının yıllık ortalaması TÜFE bazında %18,4'ten %11,1'e, TEFE bazında ise %25,5'ten %9,3'e gerilemiştir. 2004 yılı ihracat gelirlerinde de önemli bir sıçramanın yaşandığı yıl olmuş ve ihracat gelirleri 62,7 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak söz konusu dönemde ithalatın da hızlı artış göstermesinin etkisiyle cari işlemler açığı 15 milyar doları aşmıştır. Cari işlemler açığının temel bileşenini oluşturan dış ticaret açığının ise bir rekor kırarak 34 milyar dolar düzeyine sıçradığı görülmektedir. 2000'li yılları etkileyen bunalım öncesindeki son normal yıl sayılabilecek olan 98'den 2004 sonuna kadar ekonomik büyümenin seyri, iki alt dönemde değerlendirilebilir: 99-2000 ve 2001-2004. İlk alt dönemde GSYİH'nin yıllık ortalama artış hızı % 1,1, ikinci 17

alt dönemde ise % 3,7 dolayındadır. 99-2004 yıllarının tümü itibariyle GSYİH ve GSMH'nin ortalama büyüme hızları ise sırasıyla % 2,9 ve % 2,3 çevresindedir. Başka bir deyişle, 2002-2004'teki toparlanmaya rağmen, 99 ve 2001'deki büyük olumsuz şokların etkisi henüz tam olarak giderilememiştir. Büyümenin talep yanlı kaynakları ile ilgili aşağıdaki sonuçlar çıkartılabilir: (i) Gerek 99-2000, gerekse 2001-2004 alt dönemlerinde büyümenin kaynakları, esas itibariyle, tüketim harcamaları ve özel üretici kesimdeki stok artışlarıdır. 2003 ve 2004 yıllarında özel yatırımların canlanması, henüz sabit sermaye oluşumunu ya da dış ticareti büyümenin motoru haline dönüştürebilmiş değildir. (ii) Stok artışlarının büyüme aritmetiğinde bu kadar etkili bir öğe haline dönüşmesinin akla yakın bir iktisadi açıklaması yoktur. Döneme damgasını vuran yüksek reel faizlere rağmen, stok artışlarının GSMH'nin %7-8'i çevresinde gerçekleştiği bir ekonomik konjonktür tasavvur edilemez. Öyle anlaşılmaktadır ki, son yıllarda ekonominin ithal girdiler açısından daha fazla dışa bağımlı duruma gelmesi ve sonuç olarak başta sanayi olmak üzere tüm sektörlerde (katma değer/gayrisafi üretim değeri) oranlarının gerilemesi, 90'li yıllar sonundaki teknik katsayıları kullanmayı sürdüren DİE tarafından yeterince göz önünde bulundurulamamakta, böylece (gayrisafi üretim değerlerinden hareketle) GSMH artışı yüksek tahmin edildiğinde yatırım, tüketim ve net ihracattaki değişmelerle massedilemeyen nihai talepler, sanal talep öğeleri haline dönüşüp stok değişmelerine kalıntı olarak yansımaktadır.daha zayıf bir başka olasılık ise DPT tarafından yatırımlar kadar yakından izlenmeyen özel tüketim harcamalarının düşük tahmini ve bu tahmin hatasının stok değişmelerine taşınmasıdır. İlan edilen çarpıcı büyüme oranlarına rağmen, sıradan yurttaşın gündelik hayatındaki iyiye gidiş i fark etmiyor olması bu yanılgılar ile yakından ilgilidir. Ancak yapısal uyum programı uygulamalarını savunabilmek için başarı göstergelerine ihtiyaç duyan siyaset ve bürokrasi çevrelerinin bu vahim yanılgıyı düzeltmek için çaba harcamadığı görülmektedir. 2005 yılına ait bazı makro ekonomik veriler, aşağıdaki gibi sıralanabilir; Mart 2006 itibariyle ihracatın ithalatı karşılama oranı: %62,3 Mart 2006 itibariyle Mart 2005 e göre sanayi üretim indeksi: %8,9.. 2006 yılı için hedeflenen enflasyon oranı, %5 tir..(bu gibi verilerin güncelliğini koruyabilmesi için periyodik olarak tuik.gov.tr adresinden takip edilmesi önerilir. ) Genel Değerlendirme: Türkiye de 80 Sonrası Uygulanan Neoliberal Politikalar: 80 Dönüşümü Türkiye de genel ekonomi politikalarında 80 de meydana gelen köklü değişiklik, sonrasındaki ve günümüze kadar geçen 25 yıllık dönemin temellerini atmıştır. Serbest piyasa ekonomisinin tüm gereklerini yerine getirmeye çalışan Türkiye bu çerçevede, kalkınma sanayileşme hedeflerinden ödün verme pahasına gelişmiş ülkelerin ve onların temsilcisi olan IMF gibi uluslararası (ulus-ötesi) kuruluşların önerileri ve istekleri doğrultusunda gerekli yasal, stratejik, kurumsal adımları bir bir atabilmiştir. Piyasaların liberalizasyonu, dış ticarette kota ve diğer engellerin kaldırılması, devletin küçültülmesi ve özelleştirme ve yabancı sermayeye kapıların ardına kadar açılması olarak özetlenebilecek olan neo-liberal iktisat politikaları bu dönemde başarıyla uygulanmıştır. Bu politikaların diyeti ise; gelir dağılımının daha da bozulması, yoksulluk ve işsizliğin artması, daraltıcı maliye ve para politikaları sayesinde iç talebin ve yatırımların kısılması, ülke kaynaklarının öncelikle iç ve dış borç ödemelerine tahsisi olmuştur. 18

Tüm dünyayı etkileyen 74 Petrol Krizi, sistemin kendini gözden geçirmesini zorunlu kılmıştır. Kapitalizmin Altın Çağı olarak nitelendirilen 46 73 dönemi, diğer bir ifade ile Bretton Woods Dönemi son bulmaktadır. Uluslararası sermaye ve gelişmiş ülkeler yeni gelişen teknolojiler ile krizden çıkmanın yolları ararken, bir diğer taraftan krizi gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelere ihraç etmeyi de başarabilmişlerdir. IMF ve Dünya Bankası da strateji değişikliğine giderek tüm dünyada özellikle 80 sonrasında etkili olacak uygulamalarını başlatmışlardır: Ekonomik istikrar ve yapısal uyum vaadiyle finans kapitale mutlak bağımlılık. 74 sonrasında petrol fiyatlarındaki artışın Türkiye ekonomisine etkileri gecikmeli olarak ortaya çıkmıştır. Sürekli bir seçim konjonktürü içinde, kısa dönemli borçlanma kanallarını sonuna kadar zorlayarak ertelenen ekonomik bunalım, zamanında planlı ve rasyonel anti-kriz önlemleriyle hafif bir şekilde atlatılabilecekken üç yıl sonrasında çok daha şiddetli yaşanmıştır. 77 ye gelindiğinde bir çok piyasada kuyruklar ve karaborsalar oluşmuştur. Genel fiyat düzeyi 78 de yüzde 53, 79 da yüzde 64 artmıştır. 78 Şubatında 25 TL. olan Doların resmî döviz kuru, 79 Haziranında 47 TL. ye çıkarılmıştır. Devalüasyon, Türkiye ekonomisi için olağan bir ayarlama halini almıştır. Yine de bu dönemdeki devalüasyonlar, IMF tarafından yetersiz uygulamalar olarak değerlendirilmiştir. Çünkü IMF modelinin standart unsurları olan; fiyatlar serbest bırakılırken ücretler ve tarımsal desteklemenin dondurulması ve toplam talebin parasal önlemlerle daraltılması gibi uygulamalar henüz Türkiye de hayata geçirilmemiştir. Üstelik 76-79 döneminde, tüketici fiyatlarına göre hesaplanan reel ücretler yüzde 45 oranında artış göstermiştir. 79 yılının sonunda Başbakan S.Demirel e T.Özal tarafından sunulan raporda, 24 Ocak Kararları olarak anılacak olan istikrar programının esasları ve gerekçeleri savunulmaktadır. Bu raporda, yüksek reel ücretlerle ihracat yapılamayacağı ve bu nedenle ücretleri baskı altına alacak önlemlerin mutlaka bulunması gerektiği belirtiliyordu. Böylece 24 Ocak Kararları nın istendiği gibi uygulanabilmesi, 12 Eylül Darbesi nin ekonomik gerekçesi olarak ifade edilebilir. 80 Dönüşümünün Türkiye de iki yönü vardır; hem kalkınma stratejisi değişikliği hem de ekonomik paradigma değişikliği. Aradan geçen 25 yıldan sonra kolaylıkla söylenebilir ki; ihracata yönelik kalkınma stratejisi başarılı olamamıştır. Diğer taraftan yeni ekonomik paradigma, yani neo-liberalizm, tüm dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye de de etkili olmuş ve geçen sürede yerleşmiştir. Neo-liberalizm paradigması ile ulusal kalkınmacılık birbirini dışlayan olgulardır. Ulusal piyasalar serbestî ilkesi çerçevesinde programlı bir biçimde dışa açıldığında, rekabet gücü olmayan ulusal üreticiler, sanayiciler Pazar paylarını yitirirler. Diğer taraftan, planlı programlı bir teknoloji geliştirme stratejisi, bebek endüstrilere enerji ve hammadde teşvikleri ve ılımlı bir gümrük rejimi, ulusal kalkınmacılığı destekleyen temel unsurlar olarak gösterilebilir. Oysa Türkiye de 80 sonrasında ülke kaynakları, yukarıda dillendirilen kalkınma stratejisinin finansmanı için değil; IMF nin ve Dünya Bankası nın empoze ettiği istikrar ve yapısal uyum politikaları çerçevesinde iç ve dış borçların finansmanı için kullanılmıştır. 24 Ocak Kararları nın temel unsurları şunlardır; devalüasyonlar, KİT zamları ve fiyat denetimlerinin kaldırılması. Reel devalüasyonlar ve esnek kur sistemi sayesinde ihracatın artırılması hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda iç talebin kısılması gerekmektedir. Hükümetler, ucuz kredi ve vergi iadesi gibi teşvikler ile ihracatçı firmaları desteklemişlerdir. Çıkarılan yasalar ve getirilen yasaklar sayesinde reel ücretler hızla aşınmıştır. 80 yılında, bir önceki yıla göre reel ücretlerin yüzde 23 azalmıştır. İhracat teşviklerine paralel olarak serbest ithalat rejimi de zorunlu olmuştur. İhracatçı sektörlerin enerji ve yatırım mallarında ithal bağımlısı olması ithalatı hızla artırmıştır. KİT lere yapılan zamlar ve genel olarak fiyatların serbest bırakılması ile ülkenin ithal tüketim malları cenneti olması birbirini tamamlayan unsurlardır.

İhracata dayalı kalkınma stratejisi, 80 öncesinde âtıl duran kapasitelerin kullanılması sayesinde başlarda büyüme hedeflerini yakalayabilmiştir. Bu dönemde aynı zamanda tarımsal destekleme alımlarının daraltılması ile iç ticaret hadleri tarım sektörü aleyhine seyretmiştir. Reel ücretler sürekli aşınmıştır. Neo-liberalizmin ilk (görece) küçük krizleri 82 ortalarında görülmeye başlanmış; bankerler ve hayali ihracat skandalları patlak vermiştir. Bu dönemde devletin vergi gelirleri giderek azalmıştır. Servet beyannamesi 84 te kaldırılmış ve böylece gelir vergisi toplam vergi gelirleri içinde önemini yitirmiştir. 85 yılında getirilen KDV ile de vergi gelirleri dar gelirlilere dayandırılmış, bu durumda da toplam vergi gelirleri mutlak olarak azalmıştır. Bir bakıma devlet, diğer gelir edinme yöntemi olan borçlanmaya kendini mecbur bırakmıştır. İç borçlanma mekanizmasının kendisi, gelir dağılımını yeniden düzenleyen bir uygulama iken; izlenen vergi politikası da aynı yönlü gelir transferini hızlandırmaktadır. Yerli sermayedarlar, yatırımlar yaparak kâr gelirlerini artırmayı değil, devlete borç vererek faiz gelirlerini artırmayı yeğlemişlerdir. Reel faiz hadlerinin çok yüksek olması, bir taraftan borç vermeyi özendirirken, diğer taraftan yatırımların finansmanı için gerekli kredilerin maliyetini artırmaktadır. İç ve dış borç gereksiniminin diğer nedenleri ise şöyle sıralanabilir: KİT lerin finansman açıkları, seçim dönemlerinde uygulanan popülist politikalar, rüşvet, yolsuzluk ve siyasî bürokratik yozlaşma, savunma harcamalarının fazlalığı; bir de önceki borçların ödenebilmesi. Dönüşümün Tamamlanması: 89 Katkısı 80 Dönüşümü nün ikinci halkası ise 89 da çıkarılan 32 Sayılı Karardır. Sermayenin serbest dolaşımı veya finansal liberalizasyon olarak ifade edilen bu değişim, Türkiye ekonomisinin sonrasındaki on beş yılına damgasını vurmuştur. Sıcak para girişlerinin kontrol edilmemesi ve vergilendirilmemesi, 90 lı yılların kriz IMF kriz kısır döngüsünü tetiklemiştir. 89 dan sonra, gelişen işçi hareketlerinin ve seçim popülizminin etkisiyle reel ücretlerde önemli yükselmeler olmuştur; ki bu artış sonraki yıllarda fazlasıyla geri alınacaktır. Özellikle kamu sektöründeki ücret artışları KİT lerin malî krize sürüklenmesinin nedenlerinden biri olmuştur. Diğer bir neden de, hükümet tarafından KİT lere yönelik hazine desteğinin çekilmesidir. Bu durumda KİT ler iç borçlanmaya yönelmek zorunda kalmıştır. 90 ların başında KİT sistemi, yatırımların kısılmasına rağmen önemli miktarda katma değer üretiyor; ama ürettiği katma değerin tümü borç finansmanına ve ücretlere gidiyordu. Böylece KİT lerde özelleştirme zorunluluk olarak gösterildi. Özelleştirilme uygulamaları uzun yıllara yayılırken; sırasını bekleyen kuruluşlar, uzun vadeli yönetim, işletmecilik ve reform perspektifinden yoksun bir biçimde bitkisel hayata terkedilmişlerdir. 90 2002 yılları arasında özelleştirme uygulamaları sonucunda elde edilen gelir sadece 7 milyar Dolardır. Bu durumda özelleştirmenin devletin kaynak gereksinimine kayda değer bir katkı sağlamadığı söylenebilir. 89 dan sonra iç borçlanmanın döndürülmesi artık maliye politikasının tek hedefi haline gelmiştir. Yüksek faiz oranları ile borçlanan devlet, bu borcun finansmanı için giderek artan oranlarda borçlanmak zorunda kalmıştır. 99 yılında IMF programının ana hedefi olarak açıklanan ve hükümetlerin ekonomi politikalarının omurgasını oluşturan faiz dışı bütçe fazlası, borçların sürdürülebilirliğinin zorunlu koşulu olarak dayatılmıştır. Faiz dışı bütçe fazlası hedefi, 98 yılında IMF ile yapılan Yakın İzleme Anlaşması nda gündeme geldi. 99 yılında yapılan 17. Anlaşma ile de ekonomi politikaları içindeki önemi arttı. İç borcun çevrilebilmesi amacıyla GSMH nin yüzde 6,5 7 sine eşit bir faiz dışı fazlanın verilmesi gayreti, aynı zamanda maliye politikası araçlarının etkinsizleştirilmesi anlamına gelmekteydi. IMF programlarının genel hedefi, istikrar ın 20