Dr. Hikmet Kıvılcımlı (1902-1971)



Benzer belgeler
Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

SUNUŞ. İleride daha sağlıklı bir veri elde edilirse, gerekli düzeltme

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

Kitabın çok sayıda tezi bulunmakla birlikte bence bunlar üçe indirilebilir:

Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

ZUBRÝTSKÝ, MÝTROPOLSKÝ, KEROV KAPÝTALÝST TOPLUM ERÝÞ YAYINLARI. Kapitalist Toplum

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

İktisat Tarihi

Haftalık ders sayısı 2, yıllık toplam 74 ders saati Kategoriler Alt kategoriler Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki IV.

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

Prof. Dr. İlhan F. AKIN SİYASÎ TARİH Beta

İÇİNDEKİLER KAPİTALİST ÜRETİM TARZI 41 I TEKEL-ÖNCESİ KAPİTALİZM 42

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

İ Ç İ N D E K İ L E R

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

MAYIS 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ (TAR222U)

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİSTEM BİLİMİ AÇISINDAN TÜRK TİPİ DEVLET ANLAYIŞIYLA MARKSİST- LENİNİST DEVLET ANLAYIŞI ARASINDAKİ İLİŞKİ VE BUNUN ELEŞTİRİSİ!..

İktisat Tarihi II

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ...

ÇAĞDAŞ SİYASET DÜŞÜNCESİ (SBK204)

Fevzi Karamw;o TARIH 10 SHTEPIA BOTUESE

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, (1)

SSCB'DE SOVYET TOPLUMUNUN VE İKTİDARININ ZAFERİ - GÖSTERGELER (100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ) (2. Makale) İbrahim Okçuoğlu

GENEL BAŞKANIN MESAJI


İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

29 Eylül 2010 Çarşamba (Canlı) DÜŞÜNCE KERVANI NDA FAŞİZM ÜZERİNE TARTIŞMALAR. CUMARTESİ SU TV. SAAT: (Tekrar)

İktisat Tarihi I. 27 Ekim 2017

Teorik Bakış. Tarihte Bireyin Rolü Üzerine. Kapital'i Topraktan Çıkaranlar

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5

NİSAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Altın Ayarlı İslâmi Finans

KOR KİTAP STRATEJi ve TAKTiK - J. V. STALiN. ÇEVİREN A. FIRAT KAPAK ve İÇ TASARIM DEVRİM KOÇLAN

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Sınıf mücadelesi karşısında ilan edilmemiş ittifak: Esad- Merkel-Chavez Cephesi

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER HEPİMİZİN DÜNYASI TESTİ

AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ

İktisat Tarihi I. 5/6 Ocak 2017

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

Türkler ve Kürtler üzerine yanlış düşünceler

Cumhuriyet Halk Partisi

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

İktisat Tarihi II. 13 Nisan 2018

VE 2007/2008 DÜNYA KRİZLERİ KARŞILAŞTIRMASI

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

SSCB - KADIN DEVRİMİ ÜLKESİ TEMEL GÖSTERGELER (100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ) 7. Makale

Seçmen sayısı. Böylesine uçuk rakamlar veren bir YSK na nasıl güvenilir?

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

ÜNİVERS ALIST TARİH. Prof. Dr. Karam Khella. Tarihin Yeniden Keşfi. Avrupa Merkezci Tarihsel Bilincin Yıkımı. Çeviren: İsmail KAYGUSUZ.

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Kamu hukuku paradigmasında birey ÜÇÜNCÜ KUŞAK HAKLAR

Beğenin beğenmeyin: Yalçın küçük bunları yazıyor.

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1. ABD Silahlı Kuvvetleri dünyanın en güçlü ordusu

10SORUDA AİLE SİGORTASI

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Baskı: Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı / İstanbul Tel:

EYLÜL 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

2014 YILI NİSAN AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

istiklâl Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi BİR GARİP HAL! Ithal Fikirlerle Milli Menfaatler Korunamaz...

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ!

Sonucu ekonomik kriz değil, politik kaygılar şekillendirdi

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Enternasyonalist Komünist Birlik (EKB)

TÜRKİYE PROLETARYASININ SOSYALİST VE DEMOKRATİK PLATFORMU

1.- GÜMRÜK BİRLİĞİ: 1968 (Ticari engellerin kaldırılması + OGT) 2.- AET den AB ye GEÇİŞ :1992 (Kişilerin + Sermayenin + Hizmetlerin Serbest Dolaşımı.

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

Değerli S. Arabistan Cidde Uluslararası Türk Okulu

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

İktisat Tarihi II

Çarşamba İzmir Basın Gündemi

HAZİRAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Hak ihlalinin sosyal boyutları Prof. Dr. Ejder Okumuş Eskişehir Osmangazi Üniv. İlahiyat Fak. Hak-fedakârlık dengesi

izlenmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kurulmuştur. IMF'ye bağlıbirimler: Guvernörler Konseyi, İcra Kurulu, Geçici Kurul, Kalkınma Kurulu

Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI

Dünya siyasi, ekonomik sorunların daha da arttığı, kutuplaşmanın ve karşıtlığın güçlendiği bir dönemi yaşıyor.

Transkript:

Dr. Hikmet Kıvılcımlı (1902-1971) Dr. Hikmet Kıvılcımlı 1902 Priştina doğumludur. 1921 yılından itibaren Türkiye devrimci hareketi içinde örgütlü bir biçimde yer almış, ömrünün 22 yılını yan derebeyi Türkiye zindanlarında geçirmiş, 11 Ekim 1971'de Belgrad'da ölmüş büyük bir devrimci önderdir. 1929 yargılamalarında mahkum edildiğinde savcıya "dört yıl kızıl bir profesör olmak için yeterli bir zamandır" diye karşılık veren Kıvılcımlı için, 38 Donanma Davası'nda savcı "Dr. Hikmet için delil arayacak kadar saf değilim" diyebilmiştir. Bu düşünce ve davranış önderi, çağımızda sosyal devrimin biricik özgücü olan sınıfının bilimini kendi ülkemizin orijinalitesi ile işleyip geliştirmiştir. Bugün Türkiye'de teori denildi mi akla Dr. Hikmet Kıvılcımlı gelmektedir. Ülkemizin de içinde yer aldığı Doğu toplumlarının antika modern karma yapısı Dr Hikmet Kıvılcımlı'nın tez ve yöntemi ışığında ele alınmadıkça devrimci hareketin önündeki yapısal/politik ve ideolojik/teorik sorunların çözümündeki yetersizlikler aşılamayacaktır.

BİBLİOTEK YAYINLARI Dr. Hikmet Kıvılcımlı YOL BİBLİOTEK YAYINLARI /24 YOL 2 Dr. Hikmet Kıvılcımlı Derleyen ve yayına hazırlayan: Mustafa Çakır Bütün yayın hakları Bibliotek Yayınlarına aittir. Gözden geçirilmiş Birinci Basım: Mayıs 1992 Kapak Düzeni: İrfan Ertel Dizgi ve baskıya hazırlık: Bibliotek Baskı: Yalçın Ofset Cilt: As Mücellithanesi -STRATEJİ PLANI -DÜŞMAN: BURJUVAZİ -MÜTTEFİK: KÖYLÜ -TÜRKİYE'DE ULUSAL SORUN -LEGALİTEYİ İSTİSMAR Babıali Cad. 14/3 Cağaloğlu İstanbul Tel: 513 43 60 BÎBLÎOTEK YAYINLARI

YAYINCININ NOTU Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın YOL adını verdiği çalışma, Türkiye komünist hareketini Leninci bir zemine çekme ve bu zemini kalıcılaştırma platformudur. Bu platform bütünüyle ilk kez Türkiye devrimci hareketinin bilgisine sunuluyor. Platformun oluşturulması 1930'lardır, tümüyle günışığına çıkması 1990'ları bulmuştur. Yol platformunun kendisi ve kendisini olmamışa çeviren kadersizliği Kıvılcımlı tarafından şöyle belirtiliyordu: "1930 yılına dek Türkiye'de geçirdiğim ilk on yıllık Marksist- Leninist pratik ve teori savaşına dayanarak, 40 yıl önce 'Yol' adı altında bir seri yerli orijinal araştırmalar yapmıştım. Burada, her biri ayn kitaplar halinde, ideoloji, Sosyal Gelişim, Parti Tarihi, Strateji Planında burjuvazi, proletarya, köylü ve ulus ve Taktik problemleri ayrıntı ve eleştirileriyle ele alınıyordu. "Bunu o zaman içinde bulunduğum Santral Komite'ye bir tartışma platformu olur umuduyla verdim... Üstüste tevkifler, mahkemeler ve en sonunda 1939 Donanma Davası'nda 'askeri isyana tahrik'ten 15 yıla mahkum edilişim ideolojik tartışma özlemimi kursağımda bıraktı. Sezdiğime göre, Santral Komite'ye sunduğum araştırmalar yok edildi. Ve bizim devrimciler, 1920 ve 1930'larda olduğu gibi 1940'larda ve daha sonraları dahi, tam Lenin'in 'primitivizm' adını taktığı, 'mujiğin çakmaklı tüfekle savaşa gitmesi' biçimli 'kafasız işgüzarlık' (Stalin) larına kapılıp gittiler." Kıvılcımlı'nın da belirttiği gibi,yol'un talihsizliği, Türkiye devrimci hareketinin de talihsizliği oldu. Geçen zaman içinde, devrimci hareketimizde tarihsel yer alışları itibariyle oluşan iki kanal akışı en acımasız yenilgileri yaşadı. 1920'lerden gelen birinci kanal, Yol'u hasır altı etmesiyle yolundan çıktı ve proletarya ve günümüz devrimci kuşaklarınca yok sayılacak bir değersizliğe düştü. 60'larla sosyalizme gelen ikinci kanal devrimciliğimiz ise öncellerinin başarısızlığında varlıklarını inkâr temeli üzerinde kendi platformunu kurmaya çalıştı, çalışıyor.ancak, ge-

leceğe ve tarihe taşınacak bütün destansı çıkışlara karşın bugün gelinen nokta bellidir. Saptamada herkes ortaktır, bir çözümsüzlük ve tıkanıklık yaşanmaktadır. Bu çözümsüzlük nedenleriyle bilince çıkarılarak diyalektik inkâra uğratılamazsa yaşanacak sonuç tıpkı birinci kanal akışının sonu gibi çürüme ve değersizleşme olacaktır. Kaldı ki, bu çürüme ve değersizleşme süreci daha bugünden somutça izlenebilecek durumdadır. Türkiye devrimci hareketinde bugün yaşayan, 1960'larda sosyalizmle buluşan tarihsel devrimci gelenekli II. kanal devrimciliğidir. Yaşam kanamayla sürüyor. Bu nedenle Yol'un yeniden sunumu tarihsel bir anlam kazanmaktadır.. Tarihsel anlam, birinci olarak, II. kanal devrimciliğinin ideolojideki, örgüt ve programdaki, strateji ve taktikteki yenilgilerinin doygunluk momentinde olmamızdan gelmektedir. Küçük-burjuva sosyalliği gereği kendi başlangıcını devrimin miladı kabul eden ve öncel komünist geçmişi salt geldiği başarısız, ordusuz, yenik sonuç itibariyle "50 yıllık revizyonist-oportünist gelenek" vb. tanımlamalarıyla tümden inkar edip toprağa gömmeye çalışan II. kanal devrimcilik de artık 30 yıllık bir tarih sahibidir ve gelinen nokta itibariyle yeniktir, ordusuzdur, başansızdır.doğal süreç yaşanmış, yaşananlarda bir doygunluk momentine gelinmiştir. Keskin pratiğin yol açıcılığı bitmiş, sınıf mücadelesinin sınıf bilimine ihtiyacı, diyalektik tarih ve yöntem gücüne ihtiyacı, bunlarsız olmazlığı tümüyle gözler önüne serilmiştir. Devrimimizin ikinci kanalı, ideoloji, Örgüt ve strateji itibariyle kendini ciddi bir otokritiğe tabi tutma momentindedir. Bu momentin hakkını veremediği ve üstünden atladığı anda bayağılaşacak, yozlaşacak, bir bayrak gibi tarihe taşınacak değerlerin yığınlar gözünde değersizleşmesine yol açacaktır, işte Yol, II. kanal'ın bu "nefsiyle mücadele cihadı"nda ona yol gösterecek bir platform olma niteliği taşıdığı için bu yeniden sunum tarihsel bir anlam kazanmaktadır. Tarihselliğin ikinci gerekçesi, esasında birincinin tanımladığı ilişkiler çerçevesinde oluşmaktadır; ancak, Yol'un çıkış orjinine organik bir bağlantı yapması itibariyle ayrıca anılmayı gerekli kılmaktadır. Yol, Leninci platformun, Mustafa Suphi'lerden gelen Türkiye komünist hareketine, yani I. kanal devrimciliğine bir sunumudur. Elinizdeki sunum ise II. kanal devrimciliğinedir. Böylece, devrimci hareketimizin en temel zaaflarından birinin, kuşaklar arası kopukluğun aşılmasında da bir çabadır. Başka bir söyleyişle, I. kanal devrimciliğin ölen, çürüyen, yok olan varlığına karşın ayakta, capcanlı kalan devrimci özünün, tarih pınarında kendini gölgeleyen, örten çamur ve yığıntılardan arınarak kanayarak yaşayan, ama yaşayan II. kanal hareketinin devrimci özüne uzanışıdır. Görmezden gelmek çürüyenle yok olmak demektir. Artık kanama, yeniye can verme değil, tükenme olacaktır. "Parlak göktaşları'ndan bir Samanyolu oluşturan II. kanal devrimciliğinin bir "evren sistemi"ne dönüşmesi, Türkiye özgülünde, bu ülke gerçekliğinde üretilmiş devrim bilimi ve yöntemiyle yaşama müdahale edebilmesine bağlıdır. Yol, bu imkandır. Yayınevimiz, devrimci ortamımıza bu imkanın sunulmasında bir görev yüklenebildiği için gururludur, onurludur. Elbette, bu hizmetin tek başına, Yol platformunu Türkiye devriminin gündemine sokmak demek olmadığının bilincindeyiz. Görevin tamamlanması, ancak, Kıvılcımlı takipçilerinin devrimci yaşamı Kıvılcımlı düşünce ve davranışına göre kucaklamalanyla olacaktır. En eski sosyalizmin en yeni sosyalist kuşaklarca benimsenmesinde birincinin bilim ve yöntem gücünün, ikincinin tarzıyla sentezleştirilmesinin gereği bugün herzamankinden daha öndedir. Yol'a ve bir bütün olarak Kıvılcımlıya, takipçilerince yaşatılan ve yaratılan talihsizlik de budur. Kıvılcımlı'nın ölümü ve 12 Mart ertesinde, yeni kuşaklar tarihten aldıkları hızla siperleri zorlarken, Kıvılcımlı mirasını taşıyanlar, en eski sosyalizmin teori hazinelerinin üstüne oturmakla bir yerlere geleceklerini sanarak zorlu,pratikten kaçtılar, kaçarken de Kıvılcımlı mirasını yeni kuşakların yaşamından kaçırdılar. Bu ihanetcil atmosferin yırtılması, esas olarak, ancak 80'lerin sonlarında gerçekleşebildi. Yayınevimiz Yol'un sunumunu o dönemde planlamıştı, şimdi başarabiliyor. Gecikme, Kıvılcımlıyı ve Yol'u 30'lardan beri gömmeye çalışan oportünizmin son tutamaklarının ancak kopartılması, Kıvılcımlıyı kanatarak taktıkları son tırnaklarının ancak sökülüp atılabilmesindendir. Yol'un sunumu, eski-yeni, yakın-uzak tüm oportünizmlerin yırtılmasıdır. *** Yol'un günışığına çıkarılması, devrimizin salt özgül sorunlarına bir çözüm anlamı taşımamaktadır. Bunun evrensel bir yanı da vardır. Bu anlam, Yol'un kendi başına evrensel olana bir katkı içermesi itibariyle değildir. Böyle bir katkı, Kıvılcımlı'nın Yol çalışmasını takiben, bilimsel sosyalizme açtığı Tarih, Devrim, Sosyalizm boyutuyla olmuştur.

Yol'da evrensel olan, işçi sınıfı biliminin evrensel ilke ve yöntemlerinin ülke özgülüne doğru uygulanmasıyla yeniden evrensele açılmasıdır. Özellikle Leninci-Marksizmin şiddetli bir bayağılaşmaya uğratıldığı ve sosyalizmin geri düşüşüyle birlikte devrimci kavram ve perspektiflerin saldırıya uğradığı bu süreçte evrensel olanların diri ve uygulamada tutulması özellikle önemlidir. Yaşanan konjonktürde, uluslararası işçi hareketinin tıkanıklıkları itibariyle genelde Ortadoğulu, özelde Türkiyeli çözümlerin dünya devriminde çözüm anlamına geldiği için Yol'un özgülde evrenseli koruyan ve geliştiren içeriği Tarih, Devrim, Sosyalizmle teoride yapılanın öncesinde pratiğin ele alınışıdır. Yol, devrimde özgülün evrensele açılma pratiğidir. *** Yukarıda belirttiklerimiz Yol için, Yol'un devrimimizde taşıdığı anlam için hemen söylenebilecekler.. Bir de Yol'un kendi iç ve alt bölümlerinin üzerine söylenebilecekler var. Ancak, böyle bir çaba başlı başına bir kitap konusu olacak içerik taşımaktadır. Bu çalışma, Yol'u işleme Türkiyeli devrimcilerin işi. Bibliotek, bu işin işçilerine hizmet etmekten geri durmayacaktır. Yol, Kıvılcımlı'nın devrime armağanıdır. Yol'u, Türkiye'de, Kürdistan'da, Küba'da, eski Sovyetler ülkesinde emperyalizmin, faşizmin ve sömürgeciliğin en azgın saldırılarına karşı direnenleri, sosyalizm için savaşanları, savaşkan sosyalistleri selamlamak için yayınlıyoruz. Saygılarımızla. Bibliotek Yayınları STRATEJİ KONUSU Buraya kadar hep yıkıcılıkla kaldım. Fakat, yıktıklarımız içinde yeni yapıya elverişli olan taş ve harçlara da kısmen işaret ettim. Şimdi, geçmişin tecrübelerinden ders ve yön alarak, elverişli malzeme ile yeni koşullara göre yeni bir binayı deneyeyim. Lenin, özellikle taktik ve strateji konularında, fakat genellikle tüm siyasal mücadelede, bir sözcükle (ajitasyon+propaganda+örgüt) işlerinde en ince ayrıntıya kadar her noktayı işlediği halde, mücadelenin her konağında, o konakta en çok, eksen ve manivela rolünü oynayacak olan konuyu bulur çıkarır ve bütün öteki konulan bu merkezi noktaya göre tertip ve düzene koyardı. Lenin bu eksen manivela konusuna "halka" der. Bu öyle bir halkadır ki, üstüne basılınca, peşinden bütün bir zinciri sürükler. Yani bütün siyasal konuları, birbirlerine bağlı ve zincir halinde bir takım halkalara benzetirsek, bu halkalardan hangisinin üstüne basarsak, peşinden bütün öteki halkaları getirir ve zinciri sürükler? işte o halkaya "ana halka" diyelim. Şüphesiz, ana-halka, zemine ve zamana göre başka başkadır. Şu halde, her konuda, Leninizmin bu ana halkalarını bulmak önemlidir. Benim, burada deneyeceğim, strateji ve taktik konularında partimizin bugün hangi ana-halkalara sarılması gerektiğini araştırmaktır. Fakat, "araştırmak" olduğu için büsbütün kısaltılamayacaktır. * * * Strateji Planı Partimizin strateji plânını şöyle şemalaştırmak olanaklıdır: 1-Devrim Konağı: Komünist partisi dünya biricik Komünist En-ternasyonali'dir. Hedefi dünya toplumsal [kurtuluşu] 1, proletarya devrimidir. Komünist Enternasyonali'nin TKP şubesinin [amacı da budur]. Şube parti, uluslararası proletarya devrimi işinin bölünmüş bir parçasını başarmak için uğraşır. [Her Komünist] partisi, uluslararası proletarya devriminin bir ülkedeki konaklarını başarır. Bu işte, Dünya Komünist [Parti- 1. Elyazması yer yer yırtık olduğundan aşağıdaki birkaç sayfada bazı kelimeler eksiktir. Cümlelerin gelişinden bunların bir kısmını tahmin etmek güç değil, bu gibi kelimeler köşeli parantez içerisinde metne eklenmiştir. Tahmin edilemeyenlerin yerine ise... konmuştur.

12 YOL STRATEJİ PLANI 13 si'ni bir filoya benzetirsek], dünya devrim savaşında filo komutanlığı komünist Enternasyonali'ndedir; fakat, her parti, savaşın çeşitli aşamalarına göre gereken mücadele slogan ve biçimlerini uygulayan bir tamın parçası, örneğin bir savaş gemisi, bir dritnot ve zırhlı demektir. Tabii gemisine göre, filoda dritnottan gambota kadar çeşit çeşit "sefine"ler var. Fakat büyüklük ve küçüklükleri ne olursa olsun, her gemi, toplumsal savaşın {içeri}..sinde, bütün savaşın sonu üzerinde etkili bir rol oynar. Önemli olan geminin büyüklüğü küçüklüğü değil -savaş için hepsi de gerekli ve önemli- fakat üstüne aldığı görevi hakkıyla başarıp başaramadığıdır. Bu bakımdan, partimiz de, dünya devrimi savaşında bir savaş bütününün parçası sıfatıyla: 1- Dünya devrimindeki rolünü; 2- Bir ülke [kendi ülkesi] devrimindeki rolünü hakkıyla oynamaya tarihen çağrılı bir örgüttür. Gemimizin dünya devrimindeki rolü ne demektir? Bu devrimin aşamalarına göre üzerine düşen görevi tam ve mükemmel yapabilmesi... Şu halde, eğer partimiz, dünya devrim strateji planı içinde, planın kendisine düşen kısmını pürüzsüz gerçekleştirirse, hem dünya devrimine, hem kendi ülkesindeki devrime karşı işini görmüş sayılır. Tekrarlamayalım, uluslararası devrim, dünya komünist partileri arasında bir işbölümü düzenince başarılacaktır. Şu halde her parti kendine düşen dövüş alanında kendi stratejisini ne kadar başarıyla kurar ve güderse, dünya devrimindeki rolünde o oranda başarılı olur. Şu halde bizim bugünkü stratejimiz dünya devriminin hangi konağına uyar, toplumsal savaşımızda hangi strateji hedefiyle karşı karşıyayız? Varılacak konak, amaç, hedef nedir? Bu soruya yanıt vermek için keramet sahibi olmaya gerek yok. Türkiye'de, Türk burjuvazisi kendi devrimini yaptı. Bu devrimi bitirdi mi, bitiremedi mi? Bitirebilir mi, bitiremez mi? Bunu bir yana bırakalım. Dünyanın herhangi bir kapitalist sınıfından beklenilmeyen ve alınamayan şeyi, demokratik burjuva devrimini son sınırına vardırmayı, bizim burjuvaziden ummak boşunadır. Türkiye kapitalizmi ununu elemiş, eleğini duvara asmıştır. Fazlası; fazla -kâr, artı -değer çekmekten ileriye geçemez. Şu halde bize, Türk proletaryasına, bütün ülkeler işçi sınıfına düşen bir görevi kendini dayatıyor: burjuvazinin bıraktığı yerden başlamak! Türk burjuvazisi, Türkiye'nin sömürge kurtuluşu mücadelesinde devrimci rolünü oynadı ve zaferden sonra kendi soygun düzenini kurdu. Zaferin ganimetiyle yaşıyor. Türk proletaryası, yarım kalan ve yarım bırakılmak istenen işi bütünleştirecek; sömürge kurtuluşunu yapan Türkiye halkını toplumsal kurtuluşa götürecektir. Bir kelimeyle, TKP'nin önüne çıkan konak, kapitalizmi devirmek, bir ülkede devrimini yapmaktır: Sovyetler iktidarı! 2. Devrim Kuvvetleri: Konak belli olunca, bu hedefe varmak için hangi güçleri ordulaştıracağız? Leninci sınıflamamızı yapalım: A- Özgüç: İşçi sınıfı... Bunu ileride göreceğiz. B- Yedek güçler: 1- Başlıca yedekler: Türkiye'de başlıca yedek güçler, ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısına özgün sınıf ilişkilerine göre iki gruptur. Çünkü: a) Türkiye'de köy sınıf ilişkileri, her tarafta aynı değildir: Tam kapitalist sınıf farklılaşmasından, tam derebeyi ilişkilerine kadar bir dizi farklı gelişim basamakları vardır; b) Türkiye henüz yarı-sömür-gelikten kurtulma yeteneğini gösteren bir burjuvazi tarafından temsil edildiği halde, en berbat sömürge usulleriyle sürekli bir sıkıyönetim altında ezdiği ulusal varlıklara dadanmıştır. Leninci Marksizmde ulusallık konusu, [köylü] konusuyla sıkı sıkıya bağlı ve adeta birbirinden çıkar olduğundan, burada yedek güçleri köylülüğe oranlayarak [tespit edelim]. Tespit edişte, biraz itibari bile olsa, burjuvazinin yaptığı sınıflamaya biz de uyalım: [a) Batı illeri]nde başlıca yedek güç yoksul köylülük; b) Doğu illerindeki yedek güç köylülük.. [2- Olası] yedek güç: Burada başlıca üç grup olası yedek güç vardır: a) Proletarya diktatörlüğü; b) Öteki ve özellikle komşu (Balkan) kapitalist ülkelerin işçi sınıflan (Bulgar, Yunan vb. proletaryaları gibi); c) Genellikle sömürge ve özellikle komşu sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin devrimci (ulusal ya da işçi) hareketleri (Suriye, Irak, Makedonya gibi).. C- Güçlerin Durumu: Yine yukarıda açıkladığımız gibi, Türkiye'nin melez manzarasına göre ikiz bir ilişki, diyalektik bir durum karşısındayız. Genel ilke olarak öz ve yedek güçlerin durumu şudur:işçi ve köylü ittifakı... Fakat bu formülün soyut anlamı ve ikiye ayrılır: 1- Batıda: İşçi ve yoksul köylü ittifakı; 2- Doğuda: İşçi ve bütün köylülük ile Türk burjuvazisi ve toprak sahiplerine saldırı: "İşçi sınıfı ile köylülerin demokratik diktatörlüğü"... 3- Başlıca Darbe: A- Düşman: Burjuvazi ve büyük toprak sahipleri.. Bu düşmana karşı strateji özellikleri şöyle belirlenebilir: 1- Batıda: İşçi ve yoksul köylü elbirliğiyle: a) Orta köylüyü tarafsızlaştır, küçük burjuva düşüncelerini soyutla; b) Burjuvazinin direncini kır.. 2- Doğuda: İişçi ve köylü elbirliğiyle: a) Küçük ve orta asaleti soyutla; b) Türk burjuvazisinin ve büyük asaletin direncini kır. B- Koşul: 1- Ekonomik: a) Bunalımın devamı; b) Sanayi alanında da derinleşmesi.. 2- Siyasal: a) Ekonomik bunalımın siyasal bunalımları son sınırına vardırması; b) Savaş.. * * *

14 YOL Bunalım ve savaş başlıca darbeyi indirmenin koşuludur dedik. Fakat hiç unutmayalım: Emperyalizm dönemindeyiz.. Sömürge, yarı -sömürge ve bağımlı ülkelerde, örneğin, Çin, Hindistan, Suriye, Trablus, Güney Amerika'da her gün bir savaş patlıyor. Fakat bunlar doğrudan doğruya emperyalistler arasındaki savaşlar değil. Kural, emperyalizmde bunalım ve savaşın çarçabuk evrensel olmasıdır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünyanın altıda biri kızıllaştı, ikinci bir devrim dalgası, yetersizliğin son sınırını bulan emperyalizmi ne hale getirecek? Konumuz bu değil. Burada kaydetmek istediğim şu ki, yarın Türkiye'de başlıca darbe koşulunu gerçekleştirecek olan koşulların, salt ve mutlaka Türkiye'de tekelleşme şansı pek azdır. O zaman, Türkiye'nin "bir ülkede devrim" konağından, çarçabuk "dünya devrimi" konağına sıçraması, hattâ bu iki konağın kaynaşması karşısında kalması olanaklıda:. Bu olanak, partimizin yukarıdaki strateji planını oldukça değiştirecektir. Bu değişiklikleri kuvvetçe şöyle belirleyebiliriz: Özgüç: İşçi sınıfı.. Yedek güç: Başlıca yedek güçler: a) Proletarya diktatörlüğü; b) Yoksul köylü; c) Öteki ülkeler işçileri; d) Ezilen ulus ve azınlıklar.. Olası yedek güçler: a) İçerde: Proleter olmayan eğilimlerin zıtlıklarından: b) Dışta: Emperyalizmler arasındaki zıtlıklardan yararlanma.. Buraya kadar strateji planımızı salt bir şema olarak çizdik. Şimdi, planın en önemli "tutum taşları" sayılabilecek noktaları üstünde biraz daha ayrıntıyla duralım. DEVRİM Lenin: "Tarih" der, "ve daha özel olarak devrimlerin tarihi, daima en iyi partilerin, en ileri sınıfların, en bilinçli keşif kollarının bile düşünemeyeceği kadar daha zengin içli, biçim ve manzaraca daha çeşitli, daha canlı, 'daha fazla çapkın'dırlar." 1 Şu halde, herhangi bir ülkede olduğu gibi, Türkiye'de de, şu"çapkın" tarihin, "daha özel olarak devrimler tarihinin" çok "çeşitli", "canlı", "zengin iç "i hakkında önceden keskin formüller koymak, umulmadık sürprizlerin şeytanca göz kırpmasını göze almak demektir. Fakat "pilavdan dönenin kaşığı kırılsın". Bolşevik hiç unutmaz: "Güçlük olanaksızlık değildir." (Lenin). Aslında "sözkonusu olan o yasaların kendileri, o eğilimlerdir ki, kaçınılmaz bir şekilde doğruluklarını kabul ettirirler ve bir şeyler yapar, etkiler bırakırlar" 2 Hem bugün "o yasalar" apaçık ve apaydın ortadadırlar. Biz devrim yasalarını bulmaya değil, bilmeye zorunluyuz.. Fakat her şey bu kadar değil. Yasaları ne kadar bilirsek, onların bir ülkedeki gelişiminin özelliklerini de o kadar sezmeye, derlemeye, araştırmaya ve görüşmeye zorunluyuz.. Devrimin softası değil, militanı olmak, anahatları iki kere ikinin sonucu dört ettiği kadar bilinen iktidarın -çünkü Leninizmde her devrimin en önemli davası iktidar davasıdır- Sovyetler ve proletarya diktatörlüğü konusunun, her ülkenin özelliği içinde gerçekleşme aynntılarını kavramakla olanaklıdır. Türkiye'de strateji planında ilke olarak bulunan devrim konağı nasıl gelişecektir? Bunu araştırmak için, aynı konuyu iki başka başka taraftan görelim: 1- Genellikle devrim; 2- Özel olarak devrim. 1- Genellikle Devrim: Sorunu şöyle koyalım: İlk muzaffer proletarya devrimi 1917'de oldu. Geri kalan dünyada, dünya proletarya devrimi yakın mı, uzak mıdır? Önce, bu soru gülünç derecede yersiz gibi görünüyor. Fakat, daha baştan, en gülünç konulan bile, eğer bizim için pratik bir faydaları varsa, alayla geçiştirmemeye söz vermiştim. İkinci olarak, "Aynı sorun, geniş uluslararası bir davadır. Bize mi kaldı, dünya sorununu halletmek?.." tarzında bir küçük burjuva alçakgönüllüğü akla gelebilir. Oysa: 1) Bizi ilgilendiren her konuda kafamızı işletmeye zorun- 1. Lenin: Sol Komünizm..., s.82. 2. K. Marx: Werke, c.23, s.12.

16 YOL STRATEJİ PLANI 17 lu olduğumuzu unutamayız; 2) Biz de o uluslararasının bir parçasıyız, şu halde onun ad ve hesabına da düşünmek görevimizdir, 3) Nihayet burada daha çok kendi ülkemizdeki devrimin seyrini araştırmak için, genel bir yol açmak ve yönelmek gerekir. O da bu genel soruya yanıt araştırmakla olanaklıdır. Genellikle devrimin bir ülkeden bütün dünyaya yayılışı hakkında yapılacak araştırma, tarihte burjuva devriminin bir ülkeden sonra bütün dünyaya yayılışı ile karşılaştırma yapmaktan az çok ışık alabilir. İlk burjuva devrimi İngiltere'de oldu. Ondan sonra, geri kalan dünyaya nasıl yayıldı? Tarih sırasıyla yazalım: Devrim yeri Devrim yılı iki devrimin arasında geçen süre ingiltere 1648 141 Fransa 1789 59 Orta Avrupa 1848 30 Balkanlar (Bağımsız) 1878 30 Türkiye 1908 260 Büyük Britanya adasından Fransa'ya, burjuva devrimi hemen hemen bir buçuk yüzyılda, fakat Türkiye'ye iki buçuk yüzyıldan daha fazla bir sürede geliyor. Ve Fransa'da başlayan süreç hemen yarım yüzyıl gibi bir zamanda bütün Orta Avrupa'ya ve 30 yılda Balkanlara, tam daha 30 yılda da Türkiye'ye ayak basıyor. Niçin? Çünkü kapitalist gelişim: 1- Kendiliğindenci yasalarla; 2- Eşit olmayan bir şekilde gelişiyordu, kapitalizm öncesi insan kitleleri, ilk ve ortaçağ kaza ve kaderinin felsefesiyle bunalmış, yarından çok düne bağlı, geçmişle kolay kolay kopuşamayan yığınlardı. Kapitalizm öncesi ekonomi, esrarengiz bir gücün bilinmeyen yönlerde körü körüne eşelenişi gibi görülüyordu. Sınıf ilişkileri, derebeyliğin binbir hiyerarşisiyle karmakarışıktı. Neredeyiz? Ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz? Kapitalizm öncesi toplumda bu soruların yanıtları karanlık doğmalarla ve platonik inançla açıklanıyordu. Oysa, bugün, olayların maddi yasaları bire kadar sezilmiş ve gelecek hakkındaki sorulara verilmedik yanıt kalmamıştır. Kapitalizm öncesi karışıklığa karşılık, kapitalizmin son konağında her şey zağlı ve dupdurudur. Sınıf ilişkileri, tarihte görülmedik derecede keskin, en basit insanı bile bocalatmayacak kadar açıktır. Kapitalizmin kendiliğindenci ve eşitsizlik özellikleri, yine sürüp gidiyor. Fakat bu kör gidiş karşısında dünya kadar bir bilinç güneşi yanıyor. Onun için, eşitsizlik ve kendiliğindencilik, olsa olsa proletarya devriminin, Troçki'nin dediği gibi bütün dünyada birden değil de, Leninizmin teorik ve pratik olarak kanıtladığı gibi, teker teker ya da grup grup ülkelerde olmasını gerektirir. Proletarya devriminin burjuva devriminden hiç olmazsa on katı hızla evrenselleşmesi neyle açıklanabilir? Şunlarla: A- Ekonomik neden: Hiç kuşkusuz, temel kapitalizmin son konağı olan emperyalizmin yarattığı biricik yüksek dünya ekonomik ilişkileridir. Yavuz'un,İstanbul'dan Çaldıran'a kaç ayda gittiğini tarih yazar. 1932'nin ilk aylarında, Amerikan sermayesine verilen "küçük kabotaj" ayrıcalığı sayesindeyse, gelişigüzel hava postaları, İstanbul'dan Van'a bir günde gidecektir. Bir ülke için böyle olan bu durum, uluslararası ilişkilerde, son zaman peygamberlerinin hurafe türünden olan kuruntuevlerinde yaratamadıktan derecede mucizeli ve harikalıdır. Hatırlayalım: Avrupa kapitalist ilişkilerinin hayli biriktiği 1492 tarihinde Endülüs'ün Palos limanından 3 Ağustos'ta kalkan Kristof Kolomb, geceli günlü yol alarak, ancak 12 Ekim'de San Salvador (kutsal kurtuluş) adasına kavuştu. Kolomb'un 70 günde aldığı bu yola bugünün kanatlanan tekniği ne kadar zaman harcıyor? 29 Temmuz 1931'de New York'tan kalkan N. Boardrhan ile Polando, ertesi günü Londra'ya uğradıktan sonra bütün Avrupa'yı baştan başa yararak İstanbul'a damlıyorlar. Musa, Isa ve Muhammed'lerin rüyalannda bile görmedikleri bir kıtadan, 9240 kilometre uzaklığı 48 saat beş dakikada disiplinli bir yıldırım gibi aşan bugünün elektrikli ve uçaklı tekniği, Kolomb'un yüzyılından 40-50 katı fazla hız bulur da, zamanımızın devrim...si 3, burjuva devrimlerine göre hiç olmazsa on kat, yirmi kat, otuz kat hızla taşamaz olur mu? Oysa buraya kadar söylediklerimiz, devrim diyalektiğinin yalnız olumlu tarafıdır. Tek yanlı kalmamak için, bugünkü dünya ilişkilerinin yalnız yapıcı değil, yıkıcı tarafını da, hatırlamamız gerekir. Dünyada emperyalizmin çöküş manzarasına, tekniğin müthiş gelişimiyle birlikte, kapitalist ilişkileri, bir kabın içindeki su gibi, her etkisi, her zerresi derhal hisseder bir hale getirdi. Bu yüzden, devrimler hattâ klasik burjuva mantığının tersine, gerçeklik diyalektiğiyle canlanıyor. Ekonomik ilişkilerin yüksek- 3. Bir kelime okunamadı.

18 YOL STRATEJI PLANI 19 İlkleri oranında genişlemesi ve bütün yeryüzünü kaplaması, bütün insan toplumlarını bir tek toplumsal yasalar topluluğuna bağlı kılması, işçi devrimleri tarihine de şu iki özelliği damgalıyor: 1- Devrim diyalektiktir: Yani, İkinci Enternasyonal'in dilediği gibi, devrim mutlaka salt sanayice en ileri olan ülkede olmayabiliyor. Çünkü, falan ülkede sanayinin ilerlemiş bulunması, ancak filan ve falan ülkelerin (sömürge, yan-sömürge, bağımlı vb. ülkelerin), oradaki sanayi gelişimin olumlu birikişi adına olumsuz bir çapulu, tahribi ya da ezilerek suyunun çıkarılması sayesindedir. Bu yüzden, uluslararası doğal işbölümü aşamasını olgunlaştıran emperyalizm konağında, şu ya da bu ülke değil, bütün toplum içindeki denge söz konusu olur. İşte bu denge nerede daha çabuk koparsa, devrim de orada daha erken olur. Emperyalizmin en zıtlıklar dolu halkası Rusya'ydı. Onun için, sözgelimi dünyanın dörtte bi rine varan sömürgelerinden soyduğu fazla-kârla henüz satılık bir işçi aris tokrasisi besleyen ve sendikacılık sapıklığını yaşatan liberal İngiltere'den önce, zorba Çarlıkta, her türlü devrimci girişimlerin basıldığı Rusya'da ilk proletarya devriminin muzaffer bayrağı çekildi. Bu nokta hiç unutulmaya gelmez. 2- Devrim uluslararasıdır: Kuşkusuz, Troçkivari bir küçük-burjuva i- yimserlik krizi içinde, bütün dünyada aynı zamanda devrim zaferini defnelemeyi hayalimizden geçiremeyiz. Ancak biricik ekonomik yapı içinde dev rimin, zaferi mutlaka değil- fakat hızı, girişimi ve etkileri ister istemez uluslararasıdır. Sözgelimi, Manş'ın bir top atımı ötesindeki İngiltere'de kopan devrimin anlamı, ancak bir yüzyıl kadar sonra, sıkışıp da İngiltere'ye kaçmak zorunda kalan Fransız düşünürleri tarafından adeta nasılsa öğreniliyordu. Fransız düşünürleri tarafından adeta nasılsa öğreniliyordu. Fransa'nın, burnu dibinde olan bitenlerin şu hemen bir yüzyıl sonra kokusunu alışı neyle açıklanır? Kuşkusuz, o zamanki ulusla rarası ekonomik ilişkilerin vurdumduymazlığıyla. Oysa, bugün, Mosko va'da patlayan devrimden beş on yıl sonra hesap, memur ve belediye seçimleri işinde oy sahibi olmak isteyen Faslılar karşısında, Fas askeri işgal komutanı "Komünizm en büyük tehlikedir" diye, emperyalizmi gözünü dört açmaya çağırıyor. (Cumhuriyet, 11.6.1931) 14 Haziran 1932'de, Moskova dönüşünde Ankara'ya uğrayan, Habeşistan delegesinden başka, Hicaz Ibnüssuud'unun Faysal'ı, Kemalizmle birlikte "Doğunun ezi len ulusları" hakkındaki Leninizmin şemasını bülbül gibi okurken: "Te menni ederim ki," der, "bu uzun seyahatim doğu ülkelerimizde (a.b.ç) layık olduğumuz mertebeye varmak için harcanmakta olan gayretin muzaa- flaşmasına yeni itici güç olsun." Bugün buzlar dünyasının eskimosundan, ateşler deryasının Çat zencisine, iki metre boyundaki Patagonyalıdan, Çin Seddi'nin "Yecüc Mecüc"lerine kadar, emperyalizmin pençesini tanıyan her insan kümesi, komünizmin ne olduğunu biliyor ve onun ışığında yürüyor. Savualı deha, Pascal, ingiliz devriminden sonra, Allanın hikmetini kanıtlamak için yazdığı ve bitiremediği Pensees 'sinde: "Üç derece" diyordu, "kutba yükseliş bütün yasa konularını altüst ediyor, bir boylam dairesi gerçeğin (şu ya da bu olduğuna) karar veriyor.. Bir ırmağın ya da bir dağın kendisine sınır çizdiği bir adalet, doğrusu gönül eğlendirici, hoş adalet! Pirenele-rin berisinde gerçek ve hak olan şey, Pirenelerin ötesinde değil." Niçin? Çünkü, o zaman her ırmağın kıyısında, her dağın arkasında birbirinden kopuk, ayda yılda bir rastlantısal gibi gelgeç bir temas yapan, ayrı ayrı ekonomik birlikler, başka insan kümeleri vardı. Fakat bugün, İI n'y a plus de Pyrenees: Artık Pirene mirene yok!"* Bugün Lombrozo'nunİtalya'da düzenlediği Ceza Yasası, Türk uyruğuna girerek, Türkiye'de, yanında dört yıl çalışıp on para alamadığı ağasından iki koyun çalarak kaçan iki Kürt paryasını ikişer yıla mahkum ediyor. Yani, Pirenelerin de önünde hazırlanan adalet, Pirenelerin değil, Toroslann arkasında da adalettir. Her komünist tevkifatında polisin "müteferrika"sı uluslararası polisle doluyor. Şili'de komünistler iktidara geçip çiftliklere el koyunca, "İngiliz çıkarlarını ve uyruğunu korumak" için Büyük Britanya'nın diritnotları Valparezo'yu bombardımana gidiyor. Çünkü Amerika'nın güneyinde de, Avrupa'nın kuzeyinde de, Avustralya sırtlarında olduğu gibi, Afrika'nın göbeğinde de aynı ekonomik yasalar, finans-kapital hazretleriyle proletarya kullarının ilişkileri egemendir. Onun için, Bolşevik devrimi, uluslararası devrim tufanının bir büyük ve galip siklonundan başka bir şey değildir. Aynı siklonlar, genellikle mağlup, az ya da çok önemli oranlarda bütün Avrupa'yı Marx'in Komünist Manifesto'sunda tanımladığı dev, fakat bu kez hayal gibi değil, *) Bu söz, XIV. Louis'nin, İspanya tahtına varis olan torunu Filip'e, allahaısmarladık makamında söylediği iddia edilen, fakat gerçekte ispanya elçisinin sarfettiği bir cümleden yanlıştır. Fransızca'da deyim olan anlamı: aileler, uluslar, kurumlar gelenekler arasındaki engellerin ortadan kalması ve hepsinin birbirleriyle kaynaşmasıdır. Pascal'ın ölümünden sonra (XIV. Louis 1661'de tahta çıkar, Paskal 1662'de ölür) siyasal anlamda kullanılan bu söz,... 4 4. Bir kelima okunamadı.

20 YOL STRATEJİ PLANI 21 bir gerçeğin bütün canlılığıyla gezdi. Birkaç yıl arayla Almanya'dan İtalya'ya, Bulgaristan'dan Macaristan'a kadar bütün Avrupa'yı allak bullak etti. Ya sömürge, yan-sömürge, bağımlı ülkelerdeki kanlı devrimler? Bolşevik Devriminin bugüne kadar dinmeyen ve dinmeyecek olan "contre coup"lan, yankıları değil midir? Fakat Avrupa burjuvazisinin egemen kültürü, nasıl genel "tarih"i bezirgan dönemiyle başlatıyorsa, devrim denince de ancak Avrupa'nın ortasında patlayacak bir borayı kastediyor. Ve dünyada, Yeni ve Eski Dünya emperyalizmlerinin zıtlıklarından doğma a- yaklanma ve devrim fırtınaları, körebe oyunundaki toy çocuklar gibi, "saymıyor!".. O saymaya dursun.. Biz hiç aklımızdan çıkaramayız: Bolşevik Devriminden hemen on yıl sonra, dört Türkiye nüfuslu bir Çin ülkesi Sovyetler iktidarına girdi. Arada burjuvazinin boğazladığı "komüna"ları, Berlin'den Şanghay'a, Karadeniz'in mor dalgalarından yeşil ve güvercinli Santiago tepelerine kadar yeryüzünü kanlandıran kızıl ve bahtsız "devrimci kanatlanış"lan biz de saymayalım.. Fakat, dünya ekonomik bunalımı dört yaşına basmış gebe bir ejderha gibi enikleyecek yer arıyor. Ve kolları sıvalı, gözleri kızıl yıldızlar gibi pırıldayan, eli orakçekiçli ebe-hekimler sistemleri, komünist partileri, dünyanın dört bir bucağında, gece uyumuyorlar, gündüz durmuyorlar; ekonomik gerçeklerin emrettiği tarihin o en büyük zorlu doğumunu, bilimin en yüksek ve şaşmaz silah ve aletleriyle başarmaya hazır bekliyorlar! B. Toplumsal neden: Burjuva devrimleri niçin, bütün ülkelerde ve dünyada çarçabuk yapılamadı: Büyük Britanya adasından Kara-Avrupa'ya 141 yılda atladı; Fransa'dan Iç-Avrupa'ya yarım yüzyıldan fazla bir süre sonra, o da proletaryanın salgını sayesinde, geçti; Batı ve İç Avrupa'dan Balkanlara 30 yılda, Balkanlardan "İstanbul'a" da bir o kadar yılda ancak inebildi? Bu niçini gerektiren temel yanıtı, yukarıda taslaklaştırdım. Fakat "faktör"cülüğe inmemek için, bu gericiliğin, bu tereddüdün toplumsal nedenlerini de hatırlamamız gerekir. Marx 18. Brumair'inde burjuva devrimlerini şöyle karakterize ediyordu: "Bir devrimle, ilerleyişini hızlandıracağına inanan bütün bir ulus, kendini derhal geçmiş bir döneme iade edilmiş buluyor." 5 Bu insanlık "tam kendi kendilerini başkalaştırmak herşeyi altüst etmek, yeni yaratışlar ve varlıklar gerçekleştirmekle meşgul görüldükleri bir zamanda, sıkıntılı bir halle, geçmişin ruhlarını imdatlarına çağırıyorlar, tam bu devrim bunalımı dönemlerinde, kendilerinden önce gelenlerin isimlerini, savaş çığlıklarını, kıyafetlerini alıntı yapıyorlar, ta ki bu eski ve hürmete değer kendini bilmez- 4. Marx-Engels: Werke, c.8, s. 117. likler içinde ve bu kendilerinin olmayan dille, evrensel genel tarihin yeni sahnesini temsil edebilsinler." 6 Yeni bir toplumsal düzene atlayış hengamında, bu bezirganca "eskiler alayım!" niye? Marx'ın çeşitli açıklamalarını şu üç noktada derleyebiliriz: 1- Sermayeyi ebedileştirme kastı: Kapitalizmin eylemli rezaletini örtbas etmek için gerçekleri kuramlarının faziletiyle şişirmek ve hurafe tütsüleri içinde örtbas ederek maske arkasında rol oynamaktır: "Bu devrimlerde [Marx'in içinde bulunduğu dönemin burjuva devrimlerinde, 1848'lerde..] ölülerin gaipten çağrılışının hedefi, demek, eski mücadeleleri gülünç bir sahne ile taklit etmek değil, yeni mücadeleleri zaferlendirmek, ululamak içindir. Günün iş ve gücünün, günün görevinin gerçekleştirilmesi önünden pratikte yüzgeri etmek değil, o görevi teoride abartmak, devrim ruhunun hayallerini göstermek değil, o ruhu tekrar bulmak içindir." 1 2- Kapitalizme derin bir gidim noktası bulmak amacı: Sermaye, tarih sel manzarasıyla gelgeç olduğunu göstermediği gibi, kendisine bir gidim (azimet) noktası da bulmadan olamaz. O noktayı bulmalıdır ki, kendi gelişiminin seyrini maddi olarak izlesin ve dayatabilsin: "Toplum bu anda gidim noktasından ötelere çekilmiş görünüyor. Gerçekte, önceden onsuz çağdaş devrimin asla ciddi olmayacağı devrimci gidim noktasını, devrim durumunu, koşullarını yaratmaya zorunlu oluyor." 8 3- Eski dille yeniliği övmek ve alıştırmak amacı: Marx, burjuvazi için: "Yabancı bir dili," der, "henüz öğrenmiş bir acemi gibi bu dili sürekli tekrar kendi diline çeviriyor ve yeni dilin gizli inceliklerini özümlemedikçe, o dili ancak en ufak bir anı duymaksızın ve kendi anadilini unutarak kullandığı gün doğru dürüst söyleyebiliyor." 9 Burjuvazi eski efendilerini, derebeyliği alaşağı ederek, yerine kendisi geçmek istiyor. Fakat ezilen halk kitlelerine karşı, derebey efendisinden de eski olduğunu ve onun kadar saltanat sürmeye liyakatli bulunduğunu tanıtmak istiyor. Tutsakken birdenbire efendiliğe geçince, eski dili bırakıp yeni bir dille konuşmaya kalkışıyor. O zaman ya Yunan ya da Roma uygarlıklarında beliren bezirgan ekonominin kahramanları şeklinde görünmeye başlıyor. Geçmişle kopuşamıyor. Niçin? Çünkü, geçmişten kopmak, geleceğe başdöndürücü bir hızla yuvarlanmak olabilir. Bu gele- 6. Marx-Engels: Werke, c.8, s.115. 7. Marx-Engels: Werke, c.8, s.116. 8. Marx-Engels: Werke, c.8, s.118. 9. Marx-Engels: Werke, c.8, s.115.

22 YOL STRATEJI PLANI 23 cekte ise, zaten daha o günlerde yer yer patlak veren, protetarya devrimi nöbet bekliyor. Bu yüzden kapitalist sınıfını hemen her devrimci hamlesi çarçabuk şu iki nokta üstünde belirir: 1- Geçmişle kopuşamamak; 2- Gelecekten korkmak.. 1- Geçmişle kopuşamamak: Her ülkede kapitalist sınıfları mümkün mertebe önce zamanın egemen sınıflarıyla bir uzlaşma ve kaynaşma yap maya zorladı. Demokratik burjuva devrimi hiç bir ülkede başarılamadı. Çünkü, hiçbir kapitalist sınıf, kendi ekonomik ilişkilerinin gelişimi için ideal olan, toprağın toplumsallaştırılması işine girişme cesaretini gösteremedi. Örneğin, İngiliz burjuvazisi, mülki ve askeri mekanizmayı hemen olduğu gibi asilzadelerin elinde bıraktı. Eski egemen sınıfların bu alandaki yönetsel uzmanlığını ezilen sınıf ve uluslara karşı aynen koru mayı yararlı buldu. Alman burjuvazisi, Anglo-Sakson ırkdaşlarından gördüğünü Cermen diyarında uygulamakta şaşmadı. En büyük reformlarını Prens Otto Bismarck'ın koltuğu altında tattı. Fransa'da, o bir zaman senyör şatolarında kırmızı horozu öttüren Avrupa'nın en devrimci ülkesinde bile, burjuvazi, 20 yıl süren İkinci İmparatorlukla başına geçirdiği bir serseriler kralının altında, Fransız proletaryasını kurşunlatarak en büyük ekonomik çapulunu yaptı. Bugün toprak oligarşisinin yerini finans oligarşisi tuttuğu halde, dünyanın en yüksek sanayi burjuvazilerini temsil eden ingiltere ve Almanya'da fiilen idare ve iktidar "Torie"lerin Vekili Hazine Lordu Macdonald ve Bismarck'ın "hayırlı oğlu" Hindenburg ve Von Papen'lerin elindedir. 2- Gelecekten korkmak: Proletarya devrimi, her burjuva hareketi için en büyük gözdağı ve tehlikeydi. Onun için, Engels'in Fransa'da İç Savaş'ın Önsözünde açıkladığı gibi, devrimde kapitalist sınıf muzaffer olur olmaz, halkı ve işçileri silahlarından soyutlamayı kendisine ilk iş bilirdi. Ve burjuvazinin en göğsünü kabartan zaferi, derebeyliği değil, halkı kurşuna dizdirerek kazandığıdır. Marx, 1848'de, iktidara geçen burjuvazi için şöyle diyordu: "O zamandan beri kendisini Louis Philippe'in yasal mirasçısı sayan burjuvazinin cumhuriyetçi fraksiyonu, böylelikle, idealini aşmış taşmış bulunuyordu. Fakat, bu iktidara, Louis Philippe zamanında hayal ettiği gibi, burjuvazinin saltanata karşı liberal (serbestçi) bir isyanıyla değil, fakat proletaryanın sermayeye karşı mitralyözle bastırılan bir isyan hareketiyle geliyordu. En devrimci bir olay gibi düşünülen durum, gerçekte en karşı-devrimci bir şekilde geçti. Meyve (burjuvazinin) avuçları içine düşüyordu, fakat hayır ve şerr ilmi- nin ağacından ileri geliyordu; yoksa, hayat ağacından değil." 10 Sonuç: Herhangi bir devrim gibi, burjuva devrimi de, halkın çoğunluğunu peşinden sürüklemedikçe başarılamazdı. Çünkü bir devrim olduğuna göre, burjuva devrimi de, özverili kahramanlık ve büyük güçler ister. Marx: "Her ne kadar burjuva toplumunda" der, "kahramanca hiçbir şey yoksa da, burjuva toplumunu dünyaya getirmek için az kahramanlık, özveri, terör, iç savaşlar, ulus çarpışmaları da gerekmedi." 11 Bu kahramanlık ve özveriyi, burjuvazi değil, genellikle halk yapacaktır. Oysa, burjuvazi, her iktidara geçişinde, ayaklanmış olan halkı yüzükoyun yere düşürerek sırtına binmeye zorunludur. Şu halde kitlelerin heyecan coşkunluğu çarçabuk boğulur. Halkın âkibeti, tekniğin gelişimine oranlanınca, daha büyük bir yoksullukla taçlanır. Herşeyi yapan halka hiçbir şey verilmez. Burjuva devriminin özelliği halka vermeye mecbur olduklarını dirhem dirhem eksiltmek ve geri almaktır. Onun için, bir ülkedeki burjuva devriminin halka veriyorum dediği "hürriyet-adalet-eşitlik" ilkelerinden, öteki ülkelerin halkı, haklı olarak bir şey anlamıyor ve burjuva devrimine kolay kolay girmeyi göze alamıyordu. İşte burjuva devriminin o kadar yavaş yayılışındaki toplumsal nedenleri burada aramak ve bulmak gerekir. Oysa proletarya devrimi burjuvazininkinden taban tabana karşıttır. Bu karşıtlığı Marx şöyle canlandırır: "18. yüzyılın devrimleri* çarçabuk başarıdan başarıya uçuyor; gittikçe abartılan facialı sonuçlanan elde ediyorlar; denilebilir ki insanlar ve şeyler ateş kesilmişler; kendinden geçiş günün konusudur. Fakat bu devrimlerin ömrü kısadır; bir elçabukluğu ile son sınırlarına erişiveriyorlar; ve toplum, mücadeleler ve kışkırtmalar devresinin sonuçlarını soğukkanlılıkla özümlemeyi bilmezden önce, uzun süre bir tür 'saçkıran'dan muztarip oluyor. Proletarya devrimleri ise, tam tersine, 19. yüzyıl devrimleri**, nasıl kendi kendine çatacak neden arıyor, her ân kendi seyrini kesintiye uğratıyorlar; başladıkları esere yeniden girişmek için elde ettikleri görünüşte ve açık kazançlara tekrar tekrar geliyorlar; merhametsiz bir derinlikle, ilk girişimlerinin olgunsuzluklarını, zaaflarını ve yoksulluklarını bir araya topluyorlar; düşmanlarını, sanki toprakla temasında yeni yeni güçler oluştursun da sonra karşılarına görülmedik şekilde daha devâsâ bir şekilde dikilebilsin diye yere çalar görünüyorlar; kendi amaçlarının harikulade fakat pek iyi tanımlanmamış büyüklüğü önünde, tâ her türlü gerileyişi olanaksız kılan durumun doğuşuna ve 10. Marx-Engels: Werke, c.8, s.125. 11. Marx-Engels: Werke, c.8, s.116. * Burjuva devrimleri. ** Proletarya devrimleri.

24 YOL STRATEJİ PLANI 25 durum ve şartların kendi kendisini yaratışına kadar, daima bir daha geriliyorlar." 12 Marx, 1848'lerde, iç Avrupa'yı sarsan devrimler sırasında, proletarya devriminin bocalayışını bir idman, bir olgunlaşma gibi düşünürken, onun zayıf taraflarından birini, "amaçlarının harikulade fakat pek iyi tanımlanmamış büyüklüğü" ile karakterize ediyor. Marx, bu boşluğu görüyor, belirtiyor ve aynı zamanda, proletarya devriminin "pek iyi tanımlanmamış" amaçlarını anahatlarında ve "harikulade" denecek bir güçle "tanım"lıyordu. O günden bugüne, o büyük amaç dünyanın altıda birinde zafer anıtını bile kurmuş, yalnız "tanım"lanmakla kalmamış, yarı yoldan daha çok gerçekleştirilmiş bulunuyor. Marx daha bir yüzyıl önce: "19. yüzyılın toplumsal devrimi," diyordu, "şiirini geçmişte boşuna arayamaz; o bu şiiri ancak gelecekte bulabilir. Toplumsal devrim, ancak onu geçmişe bağlayan bütün bâtıl inançlardan vazgeçtikten sonra kendi gelişimine çalışabilir. Eski devrimler, kendi konuları hakkında körleşmek için tarihsel anıları canlandırmaya muhtaçtılar. 19. yüzyılın devrimi, özel ve kişisel hedefine varmak için ölüleri cenazelerini gömmeye bırakmalıdır. Vaktiyle biçim özü geçiyordu, bugün biçimi geçen özdür." 13 Marx'in bu gözlemi de, bugünkü Sovyetlerin ana özelliklerindendir: Örneğin, orada henüz ücret, para vb. gibi eski kurumlar var. Birçok burjuva yazılarına piyazlı bir demagoji araç olan bu şekiller, içlerinde en devrimci özü biçimlendirmiyor mu? Onun için, hiçbir burjuva ulemasının sonsuza dek kavrayamayacağı bu diyalektiği, anlamayan mahkum sınıf ve ezilen ulus yoktur. Komünist devrimi, "bütün batıl inançlardan vazgeçtikten sonra", bütün kitleleri manen devrim heyecanıyla ve maddeten Kızılordu şeklinde silahlandırdı ve bu sayede en yüksek proletarya demokrasisi olan proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirdi. Yıllarca süren emperyalizmin son çöküşü önünde, traktör ve otomobile binen Sovyet işçi ve köylüleri, Beş Yıllık Planı dört yılda başararak, aşamaları yakan bir hızla sosyalizme girdi. İşte ekonomik gelişmenin hazırladığı başkalaşımlar zemini üstünde, proletarya devriminin bu geçmişle hiç uzlaşmazcasına, özde kopuşan ve geleceğe elektrik hızıyla uçan gücü, geniş ve ezilen sınıf ve kitlelere, bütün dünyada, tarihin yazmadığı bir devrimci coşkuyu salgınlaştırır. 12. Marx-Engels: Werke, c.8, s.118. 13. Marx-Engels: Werke, c.8, s.117. Şu halde, gerek ekonomik, gerek toplumsal nedenler, dünya toplumsal devriminin yaklaştığını, ve o hedefe doğru her gün iki adım ileri, bir adım geri yüründüğünü gösteriyor. Bugün bir ülkede proletarya diktatörlüğünden sosyalizme girildi. Dünyada, proletaryanın bu ilk zaferini oluşturan olaylar zinciri, bir daha aynı hızla ne zaman çözülecek? Kapitalizmin tarihçesini hatırlayanlar bilir ki, her beş on yılda bir gelen dönemsel ekonomik bunalımlar, o zamana kadar iyi kötü bir istikrarla gelişen ekonomik dengeyi parçalardı. Bunalım geçince -ki bütün önceki bunalımlar özel ve gelgeç bunalımlardı- kurulan yeni ekonomik denge, ülkeler arasındaki eskiden beri varolan siyasal dengeyi de yenileştirmek için bozar ve yeni bir siyasal dengeyi gerektirirdi. Bu şekilde, kapitalizm her ekonomik bunalımdan sonra bir siyasal bunalım, yani bir savaş geçirdi. Klasik kapitalist ülkelerde patlayan her ciddi çarpışmanın peşinden neleri sürüklediği biliniyor. Özellikle işçi sınıfının tarihte bağımsız söz sahibi olduğu günden beri, savaşın sonu, genellikle sınıf ilişkilerinin de yeni bir dengeye girmesi ve özel olarak proletarya devrimidir. 1856 Kırım Savaşı, 30 yıllık zorba Nikola'ya karşı toprakbentlik karşıtlığını çıkarttı. 1870-71 Fransız-Alman Savaşından sonra Paris Komünü, 1905 Rus- (!m) Japon Savaşından sonra Moskova Komünü ve 1917'den sonra muzaffer Bolşevik Devrimi doğdu. Marx, savaşla devrimin birbirini kovalayışını, daha Paris Komünü'nün bozgunundan itibaren belirlemiş ve kurulan yeni kapitalist dengesinin yeni bir savaşa girmesinden önce -sanki II. Enternas-yonal'in sapıtmasını önceden sezmiş gibi- "sıkı halk hareketlerinin güç" olacağını haber vermişti: "Bütün diplomasi kaçamak ve hilelerine karşın, 'en peu plus tot, en peu plus tard' (er ya da geç) yeni bir savaş kaçınılmazdır; ve bu savaşın sonundan önce, sıkı halk hareketlerinin başgöstermesi güç, ya da başlasa bile, bu hareketler yüzeysel ve önemsiz kalacaklardır.," 14 Bugün neredeyiz? Dördüncü yılını dolduran ve bütün kapitalist dünyayı, geçen- Dünya Savaşı'ndan hiç olmazsa yüz kez daha güçle ve şiddetle kökünden sallayan bunalımda... Bu bunalım geçecek mi? Eğer üst katların da alt ekonomik yapıya aynı derecede etkili olduğunu kabul edersek, özellikle iki yıldan beri bütün emperyalist dünyayı kasıp kavuran gümrük savaşının ve dar şovenizm meydan savaşının ekonomik bunalımı tasfiye etmek şöyle dursun, günden güne beterleştireceği sonucuna varmamak olanaklı değildir. Bununla birlikte, biz fazla iyimser=kötümser, - çünkü burjuvazi için kötümser olmak, işçi sınıfı için iyimser olmaktır= olmamak için şu iki rahmetten birini kabul edelim: 14. Marx-Ergels: Werke, c.33, s.628.

26 YOL STRATEJİ PLANI 27 1- Bunalım geçmezse: Bugün yüz elli milyon insanı aç bırakan işsizlik, yarın 250 milyonu kakırdatacak.. Bu yüz milyonlar, ilkçağ esiri ve ortaçağ marabası değil; toplu-örgütlü-en yüksek devrimci ülküsüne kavuşmuş bir sınıftır; bir biricik, uluslararası sınıf.. Bir avuç finans oli garşinin, çürük bir kabuk gibi hâlâ yıldırımlı tekniği içinde hapsetmesi, sıkıştırması sonsuza değin devam edebilir mi? 2- Bunalım geçerse: Örnek olarak, bugünkü bunalım geçici ve kısa bir istikrara değil de, berbat bir müzminleşme devresine girerse, ne olacak? Herhalde ekonomik ve maddi üretici güçlerinin yeni bir dengesini uluslara rası yeni bir denge isteyecek. Şu halde, bugün emperyalizmin seksen bin parçayla yamayarak tutmak istediği uluslararası siyasal denge kırılacak.. Bu kırılış elbette peşinden, hemen bütün dünyada değilse bile, bir ya da birçok önemli ülkede toplumsal devrimi sürükleyecek... Bu iki olasılık da, bize, dünya devrim volkanının yeni patlangıcına, onlarca yıl değil, yalnızca yıllar, hattâ aylarla ve parmak hesabıyla ölçülecek bir mesafeye yaklaştığımızı yeterli derecede göstermez mi? Bu mesafeyi zamanla ölçmek isteyenler, 1931 savaş bütçelerinin, Avrupa ve Amerika'da, 1914 savaşından öncekine oranla %57 arttığına baksınlar. 2- Özel Olarak Türkiye'de Devrim: Dünya devrimleri döneminin dünya bunalımı içindeyiz. Ekonomik bunalım siyasal bunalımları ulusal çerçeveleri içinde alıp yürüttü. Şimdi uluslararası siyasal bunalım olan emperyalistler arasındaki çatışmaya ya da doğrudan devrime doğru son hızla gidiyoruz. Bu gidişte Türkiye'nin konumu ve yeri ne olabilir? Dünya savaşından sonra görülen türden yeni bir evrensel devrim tufanı içinde, önce hangi kapitalist gemilerin batacağı hakkında tahminleri bir yana bırakalım. Bizim gemi ne olacak? Kapitalist ekonominin iki büyük çelişkili özelliği var: 1- Ulusal iç ekonomide: Çeşitli sanayi şubeleri arasındaki dengesizlik ekonomik bunalımları getirir; 2- Uluslararası dış ekonomide: Çeşitli ülkelerin ekonomisindeki dengesizlik, sömürge siyasal bunalımlarını kışkırtır... Her iki dengesizlikten (bir ülkede üretici güçlerin eşitsiz gelişimi ve bütün dünyada üretici güçlerin eşitsiz gelişiminden) bir tek sonuç çıkar: Pazar kıtlığı = savaş bolluğu! İşçi sınıfının, uluslararası devrim bilinç ve örgütlenmesine erdiği emperyalizm konağında her savaş, siyasal bunalımı toplumsal bunalıma, devrime çevirir. Neden? Çünkü emperyalizm, Lenin ustamızın o insanın kafasına slogan gibi çivilediği tanımıyla: "Kapitalizmin en son aşaması"dır, yani "çürüyüp dökülen kapitalizm"dir. Devrim, bu "çürüyüp dökülüş"ün tam gerçekleşmesi, emperyalizm balonunun pat- laması... Buhar baskısı gittikçe artan düzensiz bir kazan neresinden patlar? En ince yerinden. Emperyalizmin en ince ve en zayıf yeri neresi? En çelişkili yeri... İşte aranacak nokta: Acaba emperyalist çelişkiler açısından Türkiye ne derecelere kadar "zayıftır? Yani Türkiye'de siyasal ve toplumsal dengeyi yok edecek olan çelişkiler ne derecededir? Bunu saptayabilirsem, o zaman, Türkiye devriminin devrimler tarihinde hangi sayfaya yazılacağı hakkında yaklaşık bir fikir edinilebilir. Türkiye'de kazanı patlatacak olan çelişkileri iki grupta yorumlamak doğru olur: 1- Dış çelişkiler, 2- İç çelişkiler... A- Dış çelişkiler: Türkiye'nin dünya siyasetinde ve ekonomisindeki konumu geri ve tarımsal bir ülke oluşuyla başlar. Büyük emperyalistlere göre küçük geri ülkeler üç gruptur: 1- Sömürge ülkeler; 2- Yan sömürge ülkeler; 3- Bağımlı ülkeler... Türkiye savaştan önce tam bir yarısömürgeydi. Mütareke yıllarında adeta birdenbire sömürgeleşiyordu. Fakat genellikle dünya komünist devrimleri, özel olarak komşu Sovyetler Birliği, uluslararası emperyalizme karşı, bütün ezilen uluslara maddi manevi yardımlarla yol açınca, olayların tepesi taklak geldiğini anlayan taşra burjuvazisi, anlamayan saltanata ve Meşrutiyetçi burjuvaziye karşın, siyasal bağımsızlık mücadelesinin başına geçti ve başarı kazanınca, Doğunun ezilen ulusları cephesinde, siyasal alanda yaptığı yarı-sömürge kurtuluşunu, ekonomik alanda da başarmaya girişti. 1932 yılına kadar Türkiye, hiç olmazsa siyasetçe tam bağımsızdı. Fakat bu "bağımsız" siyasetinde bile, yabancı sermayenin "alçakgönüllü" direktiflerini -kuşkusuz "ulusal" çember içinde kaldıkça- yabana atamadı. Ve örneğin, kapitülasyonları kaldırmakta ısrar ettiği halde, emperyalizme haraç ve baç vermenin bir şekli olan borçları tanımamazlık edemedi? Neden? Çünkü, Türkiye'de kurulan düzen, Sovyetler düzeni değil, kapitalist düzendi. Kapitalist düzen, bir ülkede herhangi ekonomik gelişimi sağlamak için sermaye biriktirmeye zorunludur. Oysa: 1- Sözgelimi, Avrupa sanayi kapitalizmlerinin sermaye biriktirmek için geçirdikleri uzun başkalaşım aşamalarını bekleyecek kadar uzun bir zaman, Türk burjuvazisi için yoktu; 2- Avrupa'da sermaye, o zamanki "bakir", "balta girmemiş" ve "pasif, "barışçı", "boş" dünya kesimlerini, ya da rakiplerini bulmak ve soymak gibi yöntemlerle biriktirmişti. Bugünse: a) Bulunacak "boş" bir parmak toprak yeryüzünde kalmamıştır. Hasan'ın böreği çoktan yağma edilmiş bulunuyor, b) Soyacak rakip bulmak ise, bulunacak "boş" topraklardan da daha azdır. Yani: 1- Bulunacak sömürgeler çoktan bulunmuştur; 2- Soyulacak az çok ileri, komşu ülkeler

28 YOL de, eğer sömürge değilseler, bağımlı ülkeler halinde yine kırpılması falan ya da filan büyük emperyalist devlete ait birer sağmal haline girmişlerdir. Emperyalist bir kodaman, hiç kendi sağmalını, Türkiye'nin soymasına izin verir mi? Örneğin, yeni sömürge bulmak şöyle dursun, Türkiye, galip geldiği Yunanistan'dan herhangi bir isim altında bir savaş tazminatı istemeye kalksa, karşısında bulacağı, Venizelos'tan önce, Hambro Bankası'nın cesedi Lord Curzon'dur. Bu iki yol tıkandıktan sonra, şu iki yol açılır: 1- Ülkede her türlü ekonomik gelişimden vazgeçmek: O zaman, boş yere siyasal bağımsızlık mücadelesi yapılmıştır. Daha Sivas Kongresi'nde, bir manda kabul edilip işin içinden sıyrılmak pekâlâ olanaklıydı. Türk burjuvazisi bu şekilde intihar etmenin olanaksızlığını denemişti. Ekono mik gelişimden vazgeçerse, yerini başkalarının tutacağını, Türkiye'nin ye niden sömürgeleşeceğini biliyordu. O halde? 2- Çabuk sermaye bulmak: Türkiye'de, klasik kapitalist birikim yöntemleriyle sermaye bulmanın olanaksızlığı kesin olunca, ekonomik gelişmeye iki çare gösterilebilirdi: a) Sovyet yöntemi: ile bütün fabrikaları, topraklan, ulusal sermaye leri, iç ticaretin önemli kısmı ile dış ticareti vb. sosyalistleştirmek ve top lumsal üretici güçleri, kapitalist unsurlara didikleterek müsrifçe kullanacak yerde, en büyük merkeziyetle yoğunlaştırarak nicelikten niteliğe geçirmek, yani -sermaye değil- anaparaların güçle gelişimini sağlamak... Burjuvazi den proletarya devrimini istemek ya da beklemek saçma olurdu... Türkiye için bu biricik yol da Türk burjuvazisinin bedeni ve sınıf egemenliği ile tıkanınca, en son bir çare kalıyordu: b) Yabancı sermayeden medet ummak: Bu şekilde Türk burjuvazisi, elde keşkül, kapı kapı dolaşmaya zorunlu kalınca, zaten göbek bağı ile, organik bir şekilde bağlı olduğu emperyalizme karşı ne kadar güven bes leyemez olursa olsun, yabancı sermayeden başka cankurtaran simidi bula mayacağını hissediyordu, işte bugünkü Türkiye'nin siyasal ekonomisi ge lir, bu köşeye dayanır. Şimdi, bu manzarasıyla, Türkiye hangi grup "geri" ülkelerden sayılabilir? Sömürge mi? Elbette hayır. Yan-sömürge mi? Siyaseten yarısömürge kurtuluşunu yaptı. Doğal mı? Henüz Cemiyet-i Akvam'a giriyor. 15 Şu halde, hangisi? Toplumsal yapılar "Allah tarafından" vahiy edi15. Türkiye'nin Cemiyet-i Akvam'a girişi 1932 Nisan sonlarında gündeme gelmiş; 18 Temmuz 1932'de resmen üyelik gerçekleşmiştir. STRATEJİ PLANI 29 len bir takım kalıplara göre dökülmüş değillerdir. Hele eşitsiz gelişimli kapitalist toplumda mutlak gruplara göre sınıflama yapmak değme hayaldir. Somut olarak Türkiye'nin özel olarak ve durumunu belirlerken yine bilinen grupları ele alarak fikir yürütmek gerekirse, denilebilir ki, Türkiye yarı-sömürgelikten küçük emperyalistliğe giden yolun ortalarındadır. Türkiye'de, yabancı sermaye hâlâ büyük üretim çoğunluğuna, bununla birlikte Türkiye ekonomisine egemen olduğu için (bunun oranını ileride göreceğiz), Türkiye yarı-sömürgelikten büsbütün çıkmış değildir. Fakat, örneğin yine, Cemiyet-i Akvam'ın bir işaretiyle Türk kabinelerinin, palas pandıras polka-mazurka... 16 oyunlarına, daha tanık olmadık. Onun için, Türkiye emperyalizme siyaseten tam bağımlı bir ülke, bir yan-sömürge de sayılamaz. Artık bu melez sıfatlı ülkenin devrim bunalımıyla ilgisini arayalım. Türkiye'nin yakın devrimle olan ilişkisini saptamak için, devrimin: 1- Yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerle olan ilişkisini; 2- Küçük emperyalistlere oranla konumunu açmak gerekir. O zaman ikisinin ortası, Türkiye yolu bulunur. Açalım: 1- Bağımlı ve yarı-sömürge ülkeler ve devrim: Dünya Savaşı'nda, Lenin'in dediğigibi: "Onmilyonlarca insan öldürüldü, sakatlandı. Salt, kimin, İngiliz haydutlarının mı, yoksa Alman haydutlarının mı, daha fazla ülkeyi talan edeceğini kararlaştırmak için..." 11 idi. "Talih" "İngiliz haydutları"na yaver oldu. Mağlupların dünya pazarındaki bütün nüfuz alanları (sömürgeleri anlayın) galiplerin eline geçti. Emperyalist savaş dünya pazarlarını paylaşmak olduğuna göre, Dünya Savaşı ne yapmıştı? Mağlupların sömürge pazarlarını galiplere geçirtmek... Bu iş bittikten sonra ne oldu? Yeryüzünde başka paylaşılacak pazar bulunup bulunmadığı arandı. Henüz paylaşılmamış pazar var mıydı? Evet: Resmen paylaşma, yani sömürgeleştirme töreni yapılmamış yarı-sömürge ve bağımlı ülkeler kalıyordu. Onun için, emperyalistler arasında doğrudan doğruya savaş bittikten sonra, yarı-sömürge ve bağımlı ülkeler üstünde, adeta dolaysız diyebileceğimiz emperyalist çarpışmalar başladı. Bu şekilde devrimlerin 16. Bir kelime okunamadı. Burada kastedilenin ne olduğunu bir başka yerde (s.34) geçen şu cümleden anlamak mümkün: "Bulgaristan'ın Cemiyet-i Akvam kapısındaki 'Medine dilenciliği'ni; 1932 başlarında, yine borç sorunu yüzünden Hacıyatmaz gibi takla atan Venizelos'un bir telgrafla başbakanlıktan çekilip, diğeriyle yine aynı konuma gelişini... vb..." 17. Lenin: Sol Komünizm..., s.86

30 YOL STRATEJİ PLANI 31 ağırlık merkezi de, bir süre sonra, emperyalist diyarlardan yan-sömürgeler ülkesine taşındı. En önemli, en geniş yarı-sömürge, Çin pazarıydı. Iran, Afgan, Türkiye'de kaynaşan ayaklanmalar toplumsal devrime kadar varamadı. Nedeni biraz diyalektiktir: Çünkü, bu küçük ülkeler, çeşitli etkenler yüzünden, Sovyetlere karşı hiçbir zaman açıktan açığa düşmanlık gösteremediler. Çin'de, Kuo-Min-Tang (Millet-Halk Partisi), küçükburjuva ikiyüzlülüğünü emperyalizmle köpekçe birliğe kadar vardırdıktan sonra, oluşan ve her gün biraz daha karşı-devrime kayan Nankin hükümeti, o yüce çalışkan kitleleri, bir daha yabancı sermaye yabancı ayncalıklanyla el ele veren yerli milyonerlerin + mandaran ve derebeyi generallerin katmerli soygununa yine ısmarladı. Ve Çin "Kuli"si, Çin işçi, köylüsü, yoksul halkı, bugüne kadar, Japon emperyalizminin askeri harekat ve açma uygulamasına, tüm finans-kapitalin komplocu "susuş kumkuması"na karşın, Sovyetler devriminden başka hiçbir şeyin ezilen halk yığınlarını toplumsal kurtuluşa vardıramayacağını fiili olarak kanıtlama olanağını buldu. Bu ayrıntı bize ne söylüyor? Şunu söylüyor ki, yarı-sömürge ülkelerde, Dünya Savaşı'nın açtığı bunalım başlayalı beri, toplumsal mayalanış dinmemiştir. Bu kaynaşmaların nedeni, eğer yerli burjuvazilerin hemen emperyalizmin kucağına atılmaları değilse, mutlaka ve genellikle dış, emperyalist müdahaleler olmuştur. Bu yeryüzünün tek paylaşılmamış vaatkâr bölgeleri, emperyalizmin gözünden asla silinmemiştir ve silinemez. Türkiye mi dediniz? Evet, Türkiye'de Cumhuriyet burjuvazisi ile beraber görünüşte bir istikrar var gibi geliyor. Türk burjuvazisi bu istikran, hiç kuşkusuz, dış siyasetinde en sağlam ve içten temelde, proletarya diktatörlüğüne dayanmış olmasına borçludur. Fakat, dış siyasetindeki bu güçlü dayanağına karşın; Türkiye, bu her zaman: "Doğu cephesinde sakinlik var!" resmi tebliği ile ilân ede ede durduğu gerçek istikrarını bulmuş mudur? Bizzat burjuvazinin, resmi kitaplarlarla belirlediği, emperyalist ve dış müdahale ve suikastlarından sakınabilmiş midir? Hayır. Şeyh Said isyanından Menemen olayına kadar, birbirini kovalayan irili ufaklı sarsıntılar, emperyalizmin, Türkiye'yi yarı-sömürgelikten sömürgeliği doğru sürüklemek için, doğrudan ya da dolayısıyla tuttuğu, alkışladığı, kışkırttığı ve çok kere hazırladığı, bazen bizzat silahlandırdığı girişimlerden başka nedir? Türkiye'de göreceli bir istikrar yok değil. Bu konuda Çin'den çok Afganistan'a benziyor. Fakat bu göreceli istikrar, emperyalizmin yan-sömürgeler hakkındaki niyetlerinin değiştiğini kanıtlayabilir mi? "Bolşevik de oluruz, şeytan da!" tehditi emperyalizmin kolunu kanadını bıçak gibi kesmeseydi, sınır boyunda kaçakçı karargâhları besleyen ve kaçakçı şehirleri kuran emperyalizm, Ağrı dağının sancısını daha kaç kere tutturmazdı? Bütün bu söylediklerimizden çıkan sonuç şudur: Türkiye, siyasal bağımsızlığını başarmış olmasına karşın, emperyalizmin istinasında yansömürgelik durumunu kaybetmemiştir. Emperyalizm, dış siyasetinde Bolşevizme dayanan Türkiye'yi dış siyasetle sarsamadığından, iç çelişkiler ile avlamak için her zaman pusudadır. Ve her fırsattan yararlanır. Hele, Türk burjuvazisi dış siyasetindeki odağını kaybetmeye görsün, o Yüzellilikleri birer ülkü kurbanı gibi göğsünde taşıyarak gerçekte hâlâ Türkiye'nin "gerçek sahibi" tanıyan ve Anadolu yaylasını nüfusu pek çok olan İtalyan emperyalizmine peşkeş çeken Fransa başta olmak üzere, bütün "Dain"ler, Lahey "Yüksek Mahkeme"sinden çıkarttıktan bir kararla, ertesi güne Türkiye'nin taşını toprağını haczederler. Şu halde, Türkiye yarı-sömürgelikten yarı-kurtulmuştur derken bunu anlıyoruz: Türk burjuvazisi Bolşevizme sıkı tutundukça bağımsızlıkta istikrarını koruyabilir. Fakat, emperyalizm, bu bağımsızlığı ve bu istikrarı bir pula satmak için pusuda fırsat bekliyor. Bir sözcükle, bu bakımdan istikrar görünüşte ve geçicidir. 2- Küçük emperyalist ülkelerden Balkanlar ve devrim: Türkiye, yarım bir küçük emperyalist özelliği ile Balkanlar arasına girer. Balkan Federasyonu'ndan sayılması yerinde bir sınıflandırmadır. Balkanlar deyince neyi anlıyoruz? Şu üç çelişkinin kördüğümünü: 1- Büyük emperyalistler ve finans-kapital çelişkisi; 2- Balkan devletleri arasındaki çelişki; 3-İç çelişkiler. a) Büyük emperyalizmle Balkan emperyalistçikleri arasındaki ilişkiler: Derebeylikteki vasalla süzeren, bağımlı ile üst arasındaki ilişkiden farksızdır. Biliniyor: Üst arasıra bağımlısına bazı "hediye"ler verir, fakat sonra bu verdiğini bağımlının burnundan fitil fitil getirdikten başka, onu emirber neferi gibi, hudut bekçisi gibi vb. kullanır. Balkanlarda üst finans-kapital hazretleridir. "Hediye"si, ihraç değeri %80'lerin pek geçmeyen bilinen borç almalardır. Fakat bu borçlara karşılık, bağımlının siyasal ve ekonomik nesi var nesi yoksa, her şeyinin rakipsiz amiri ve sahibidir. Örneğin, Fransız emperyalizminin İtalya'ya karşı Yugoslavya, Sovyetler'e karşı Romanya, Almanya'ya karşı Çekosyovakya'dan ibaret olmak

32. YOL üzere kurduğu "Küçük Anlaşma" sacayağından Yugoslavya'yı ele alalım. 193l'e kadar yaptığı borçlar için her yıl beş altı yüz milyon dinar (1931-32'de 587, 1933-34'te 686, 1950-51'de 500, 1970-71'de 385 milyon dinar), bizim parayla 16 ile 19 milyon lira ödeyen ve ödeyecek olan Yugoslavya, 1931'de yaptığı 675 milyon dinarlık yeni bir borçla, önceki toplama yılda 169 milyon dinarlık bir faiz ve amorti daha ekler. Ne alıp ne verdiğini mi soruyorsunuz? Hesap ortada: 675 milyona karşılık ödeme toplamı 1.025 milyon dinar, yani yüz alınıyor 854 veriliyor. Fakat eğer kırk yılda ödenen taksitler hesaba katılırsa, alınan 100'e karşılık ödenecek paranın 1.135 olduğunu anlarız. Eğer iş bu kadarla kalsaydı, basit bir çağdaş tefecilik der, geçerdik. Oysa finans-kapital hazretleri tütün, tuz, kibrit, sigara kâğıdı, saharin tekellerinin yönetimini ve karşılığını eline aldıktan sonra, Sırp Milli Bankası'nın düzenini de istediği gibi değiştirdi: Bankanın başkanı, yardımcısı ve üyesi hükümetçe seçilecek... Dahası var: Yugoslavya "Borcun bitmesine değin bugünkü vergilerde bir onarım yapmamayı kabul ve taahhüt etmiştir." 18 Bu klasik örnekleri öteki Balkanlılarda uzun uzadıya saymak yorucudur. Sözgelimi Romanya, buğdaylarını %200 fiyatla Almanya'ya satarak, 2 milyon sterling alacak... Alman murahhasları imza için Berlin'den hareket etmiştir. Fakat ansızın, ortalığa bir haber yayılır: Fransa'dan borç alınmıştır, Romanya'nın Paris elçisi Prens Gika Dışişleri Bakanıdır. Alman heyeti yarı yoldan, ters yüzü, geri döner. Adı geçen Romanya kralı Liberaller+Almanlar+Yahudiler tarafından kovulmuştu. Derken, Rumen Milli Çiftçi Partisi, Fransız bankalarının işaretiyle, serseri kralı havadan Romanya'ya kabul eder. Fakat az sonra, 7.6.1931, aynı finans-kapitalin bir işaretiyle, bu kez, Romanya kralı, kendisini yeniden tahta çıkaran ve Meclisin beşte dördünü oluşturan Milli Çiftçi Partisi'ni dağıtır. Liberaller+Almanlar+Yahudilerden ibaret "Milli Birlik"in ezici bir çoğunlukla oluşturduğu yeni Meclis'i "seçtirtir". Bulgaristan'ın Cemiyet-i Akvam kapısındaki "Medine dilenciliği"ni; 1932 başlarında, yine borç sorunu yüzünden Hacıyatmaz gibi taklak atan Venizelos'un bir telgrafla başbakanlıktan çekilip, diğeriyle yine yerine gelişini uzatmayalım, işte Balkanlar ve emperyalizm... b) Balkan emperyalistleri kendi aralarında: kedi ile köpek neyse, odurlar. Fakat kedilik ve köpekliklerinde hiç olmazsa bir kediyle bir köpek kadar olsun kendi ad ve hesaplarına bağımsız birer siyaset güdebilseler... 18. Cumhuriyet, 13.6.1931. STRATEJİ PLANI 33 Ne gezer! Bunun en güzel örneği, adı geçen "Balkan" Antlaşması oldu. Balkanlar, bilindiği gibi, eski Osmanlı toplumunda, birbirleriyle en içli dışlı olmuş ırk, millet, din ve kültürlerin kombinezonu, uyuşmasıdır. Henüz altmış yetmiş yıllık bir geçmişi olan yeni kapitalist Balkan devletçikleri, çeşitli nedenlerle, bu karmakarışıklığı, düzeltmek şöyle dursun - ki bu zaten kalburla su taşımaya benzerdi- tam tersine, yapay ve şöven önlemlerle büsbütün çıbanlaştırdılar. Onun için, 1931 yılının Ekim sonlarına doğru İstanbul'a üşüşen Balkan delegelerini, gündeminde bulunmayan ulusallıklar ve azınlıklar konusundan fazla meşgul eden hiçbir şey olmadı. Arnavutlar, 2,5 milyon Arnavuttan 1,5 milyonunun Sırbistan'da olduğunu söylerken, bunlar "mülkiyet haklarına bile sahip değildirler" diyorlar. Bulgarlar, azınlıklar konusu çözümlenirse herşey iyi gider düşüncesinde... Rumenler, azınlıklar konusu çözümlenirse birlik olacağını ilân ederler. Fakat örneğin Yugoslavlardan Filezoviç: Biz gündem maddelerinden başka şey konuşamayız, diyor, gündemde azınlıklar yoktur. Türk azınlıkları yok sanmayın. Yunanlılarla: "Söylesem etkisi yok, sussam gönlüm razı değil" tarzında şimdilik örtbas edilen azınlık sorunu bir yana bırakılırsa, Türklerce dokundurulan şu iki nokta kekeleniyor: Yugoslavya'da, 1920'dc "agranaforma" yasası ile, Türk mülkleri zorla alınır. Arada biraz kira miradan sonra karşılığında hiçbir şey verilmez! Bulgaristan'da, 1912'den önce doğmuş ve Türkiye uyruğunu korumuş olanların, malları geri verilecek. Bunun için anlaşma var. Ama sonuç yok! İki sözcük de, perde arkasında oynamak isteyen kodaman emperyalistlerin rolüne ilişkin, bizzat Balkanlılara söyletelim. Arnavutların dediği (İtalya adına): "Balkan federasyonu, ağabeylerimiz, yabancıların zararlı ve uğursuz etkilerine kapılmayacak kadar sağduyu sahibi olsalardı, çoktan gerçekleşmiş olurdu." Yugoslavların (Fransa adına) dediği: "Geçmişin hâlâ etkisini korumakta olduğu, Balkanların dışında bir Balkan birliğine karşı güçler bulunduğu"nu kaydettikten sonra: "Arnavut delegeleri, İtalyan diktatörlüğünün yönetmeliğini koruyarak konferansa katılmışlardır" Vb... c) Balkan emperyalistlerinin içi: Kodaman emperyalizmin şöven aletleri, Balkan devletlerinin iç siyasetini ayrıca tanımlamak için zahmete girmek boşuna değil midir? Balkan halkını kasan kavuran kara güç, çağdaş sözcüğüyle faşizmdir. Romanya'da Fransız bankalarının parmağında "kamuoyu" dolabının nasıl döndüğüne işaret etmiştik. Bulgar köylerinde ve sokak başlarında her gün kurşun alıp veren general, profesör ve komitacıların yüzünü tanımayan var mı? (Örnek: 8.9.1931, Cumhuriyet: Üç

34 YOL STRATEJİ PLANI 35 köyde komünistlerle asker ve subaylar arasında çatışma, 3 yaralı, 3 ölü, birçok tutuklama, Komünist Partisi Genel Sekreteri sokakta öldürülür, vb.) Yugoslavya kralı, 6 Ocak 1929'da "vatanı tehlikede" görünce Meclis'i dağıtmıştı. Yeni borçlar şerefine 3.9.1931'de yeniden açtığı Meclis'e, üyenin yarısı Kral, yarısı halk tarafından seçilecek... Galiba yarı üyelerin Kralca atandığını öğrenen halkın da yarısı (seçmenlerin %50'si) seçime nezaketen katılıyor... Bütün bunlar hep biliniyor. Fakat bilinen bir nokta, Yunanistan gibi en "demokrat" geçinen bir ülkede olup bitenleri de, bir işaret olsun türünden hatırlayalım: 28.6.193 l'de Selanik, Makedonya, Kavala'da Hıristiyanlar (Yunan burjuvazisi) Yahudilere (rakiplerine) karşı saldırıya geçmek için 30 bin tabanca sağlamış. 25 bin kişi Kampbel mahallesine "intikam!" diye saldırmış. Az önce, Makedonya Cemiyeti ile işbirliği yapan Yahudi Makabi Cemiyeti'nin Selanik'teki dükkanları yağma edilmiştir. Aynı tarihlerde basın yasalarının değiştirilmesi ortaya çıkar ve Venizelos'un istifasına kadar dayanır. 18.8.1932'de Yunanistan'da varolan bütün komünist (spor ve edebiyat) kurumları da "fesh"edilir. Çelik miğferliler örgütü, vb, vb... Sonuç: 1- Türkiye, yarı-sömürge olduğu oranda, emperyalizmin "iştihasını açan" bir pazar olarak, her zaman "dış müdahale"lere sahne olacaktır. Meğer ki emperyalizm ayda yeni bir sürüm bula, ya da bizzat kendisi -tabii o zaman Türk burjuvazisiyle birlikte- aya sürüle... 2- Türkiye, Balkan yarı ve küçücük emperyalistçiği oldukça, yukarıda saydığımız üç çelişkinin, tam olmasa bile, yarı yarıya kördüğümüdür: a) Finans-kapitalin, özellikle Fransa'nın, borçlarını asla inkâr etmeyen namuslu bir haraç verenidir. Cemiyet-i Akvam folluğunda bakalım ne yumurtlayacak bizim burjuvazi. Eğer Sovyetler'den kopuşursa, Kont Bethlen'in 1931 yılının 8. ayının ortalarında, 5 milyon sterlinlik borcu başkalarının eline bırakarak, 10 yıllık yorgunluğunu K. Caroly kabinesine katılımıyla dinlendirdiği gibi, İsmet'in de 1932 ya da 1933 yılının, rastlantı bu ya, sözgelimi 8. ayının ortalarında, şu kadar milyon franklık borcu başkalarının eline bırakarak, yedi sekiz yıllık yorgunluğunu eski Paris büyükelçisi Serbest Fethi kabinesine faal olmayan bir şekilde katılarak dinlendirmek için, Büyükada'da "sıtma"sını geçirmeye dönmeyeceğini kim temin edebilir? b) Azınlıklar konusunda, Türkiye değiş-tokuş faciasıyla, yalnız ileri rakiplerinden kısmen sıyrılmış ve kısmen zorla bir mülksüzleştirme yoluyla biraz sermaye biriktirmiş olmaktan başka bir şey yapmadı. "Geri -eko- nomik yönden az gelişmiş- ezilen ulusallıklar ile Balkan azınlıkları, herhangi bir Balkan devletinden çok fazlasıyla, Türk burjuvazisi için de aynıdır. c) İnsaf edelim de, artık Kemalizmin faşizmden ayrılan noktalarını aramakla zaman yitirmeydim. 19 O halde, sonucun sonucu: Türkiye, bir Balkan devleti olmak itibarıyla da, Balkan çelişkilerinin katmerlisine sahiptir. Balkan çelişkilerinin bir siyasal bunalım ve savaş sırasında ne sentezler vereceğini ise, bir komünist değil, Selanik'i güney Danzig'i yapmak için Lehistan'a giden ihtiyar Yunan tilkisi söylesin. Ortodoks ve sinik finans-kapital temsilcisi Venizelos, komünist örgütlerin kökünü kazımak üzere Yunanistan'a 1931 Ağustos sonu dönüşünde, aynen şöyle demişti: "Bir dış savaş olursa, mutlak iş savaşa dönecektir." 20 Yeterli değil mi? B- îç Çelişkiler: Dünyada ve özellikle yakın Avrupa'da kopacak herhangi kapsamlı bir siyasal bunalımın, bir savaşın, daha çok dış ilişkiler açısından yapabileceği etkileri yukarıda gördük. İç çelişkilerin böyle bir bunalımdaki rolü ne olabilir? Bu rolü belirleyen iç çelişkiler nelerdir? Bunu daha iyi kavramak için, ezberden akıl yürütüleceğine, somut bir karşılaştırma yapmak, ilk satırlardan beri tuttuğum yöntemin de "meşrebine uygun" olacak... Dünya Savaşı'nda muzaffer olan proletarya devrimi hangisidir? Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği devrimi! Çar Rusyası'ndan proletarya diktatörlüğüne doğru bir sıçrayışta geçen bu ülkede, bu yüce atlayışı ortaya çıkaran çelişkiler nelerdi? Kısaca hatırlayalım: 1- İşçi sınıfı için: Çarlık, en berbat barışta tekelci, savaşta devletçi ser mayenin domuzuna sömürmesi demekti. Bu durum, işçi sınıfı ile Çarlık emperyalizmi arasında hemen meydan savaşına döküldü. Ve bu çarpışmadan en devrimci ortodoks Bolşevik Partisi doğdu. 2- Genellikle köylü, özel olarak sömürge halk için: Sermaye+otokrasi +militarizmin elbirliğiyle zulüm+soygunu... 3- Avrupa emperyalizmi için: Çarlık, milyonlarca kitleyi sürü gibi kullanan, bitmez tükenmez bir yardımcı gücüydü. Çarlık Rusya'sının Av rupa emperyalizmine ihtiyaç gücü olduğunu söyleyince, bundan anlaşılan anlamlar şöyledir: 19. Araya sıkıştırılmış olan üç dört sözcüktük bir cümle okunamamıştır. 20. Cumhuriyet, 25.8.1931.

36 YOL a) Yabancı sermaye Rusya ekonomisine egemendi; b) Çarlık, yapılmış yüz milyonlarca borçların, Rus halkından alınması için, yabancı bankaların tahsildarı ve finans-kapitalin "bekçi köpeği" rolünü oynuyordu: c) Sömürge ve yarı-sömürgeler üzerinde kara-koncolos gibi dikilen Çarlık, istila çapulundan pay ister ve alırdı. Bu üç grup iç çelişki, uluslararası dış çelişkilerin alevlendiği bir anda, Çarlığı ve kapitalizmi tepesi taklak getirdi. Acaba Türkiye'nin, bu üç açıdan manzarası nedir? Bir kere daha belirttiğimiz gibi, pek farklı değildir. "Halep oradaysa, arşın burada!" Ölçelim: 1- İşçi sınıfı için: Tekelci sermaye Dünya Savaşı'ndan önceki Rusya'ya rahmet okutacak derecededir. Bunu ileride göreceğiz. İşçi sınıfının en ufak ekonomik bir hareketi bile, şiddetle siyasallaşmaya zorunlu olur. Ve tıpkı Rusya'da olduğu gibi, işçi sınıfının mücadelesine girenler, meclislerde bülbül kesilemeyecekleri için, "ya bu deveyi gütmeye, ya bu diyardan git meye" zorunlu olurlar. "Bu deveyi güden"ler için bir tek yer kalır: kitlenin sık ormanlığı, Komünist Partisi'nin "kale'leri içine karargâh kurmak... 2- Genellikle köylü, özellikle sömürge halkı için: tekelci sermaye+ militarizm Çarlığınkinden farksızdır. Özellikle Türkiye'nin sömürgesi olan Doğu illerinde, Çarlığın "otokrasi"si yerine, daha berbat ve daha kat merli bir yoketme sistemi vardır: terörist sıkıyönetim ve derebeylik geçer. Ve bütün ülkede, sıkı proleterleşme ile birlikte, devrim de şehir sınırlarından dışarıya sızmadığı için, köyler derebeyi artıklarıyla ezilir. Bunu da ileride göreceğiz. 3- Avrupa emperyalizmi için: a) Yabancı sermaye Türkiye'de egemen dir (göreceğiz); b) Türk burjuvazisi, Avrupa emperyalizminin "bekçi köpeği" değildir; fakat borçlarına karşı gösterdiği "namuslu"luğu, Cemiyet-i Akvam'a alkışlarla kabulü, şimdilik, Türk burjuvazisinin, Avrupa finans-kapitalinin sadık bir "tahsildar"ı olmaya kararlı olduğunu gösteriyor; c) Üçüncü nokta, Türkiye'de diyalektiktir: Türkiye, sömürge işinde aynı zamanda hem "bağımlı" hem de "üst" durumundadır (bu noktaya da yine geleceğiz)... Şu halde, Türkiye'de iç çelişkiler, Savaş'tan önceki Rusya'daki benzerine oranla kolay "ehven" değil, "şerr"dir. DÜŞMAN: BURJUVAZİ 37 rumu, bir yangınla bir barut fıçısı arasında bulunuyor. Yangın, sömürge ve yarı-sömürgeler; barut fıçısı, mağlup ve bağımlı iç, Orta Avrupa'dır. Yangın Çin'de çoktan tutuştu. Çin Hindi ve Hindistan'ı geçip geliyor. Suriye'de kapımızı çalıyor. Barut fıçısı Almanya'da, kıvılcım bekliyor. Balkanlar, o çok eski toplumsal olarak "volkanik" ülke, yeni bir patlama için bir çıban gibi topluyor. Bugün cumhuriyetçiliğin idamlara kapı açtığı Yugoslavya'da, yarın demokratik burjuva devrimini, proletarya devrimine dönüştürmek günün sorunu olabilir ve Balkanlar bir daha ve belki nihai olarak "tutuşmuş Balkan", "yanardağ" olur. Türkiye'ye şu iki kutbun sentezi düşüyor: Çin: sömürge ve yarı sömürgeler Türkiye Almanya: bağımlı Balkan emperyalistçikleri Derin sermaye ve iş çelişkisinden sonra, Türk burjuvazisinin dengesine doğrudan doğruya kazık gibi saplanan iki büyük zaafı vardır: 1- Köylü konusunun bir özel şekli demek olan ulusallık sorunu: "Doğu" sorunu; 2- Emperyalizmden gelen ayrıcalıklar ve borçlar konusu: "Batı soru nu"... Genel Devrim Sonucu: Yaklaşan devrim bunalımında, Türkiye, en büyük toplumsal altüstlüğe hassas ve adaydır. Türkiye'nin bugünkü du-

DÜŞMAN: BURJUVAZİ