Türkiye de Burjuva Reformasyonu: Fırsatlar ve Tehditler



Benzer belgeler
Avrupalıların Müstakbel Bir AB Üyesi Olarak Türkiye ye Bakışları ve. Türkiye nin Avrupalılaşma Sorunları

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Haziran 2015 Seçimlerine Giderken Kamuoyu Dinamikleri

Avrupalıların Müstakbel Bir AB Üyesi Olarak Türkiye ye Bakışları ve Türkiye nin Avrupalılaşma Sorunları

TÜRKİYE DE ETNİK, DİNİ VE SİYASİ KUTUPLAŞMA. Dr. Salih Akyürek Fatma Serap Koydemir

12. SINIF MANTIK DERSİ SÖKE ANADOLU LİSESİ 1. ORTAK SINAVI KAZANIM TABLOSU (Sınav Tarihi: 4 Nisan 2017)

ACR Group. NEDEN? neden?

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

TÜRKİYE - FRANSA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

SEÇMENLERİN TOPLUMSAL PROFİLİ VE SİYASAL EĞİLİMLERİ: SINIF, TOPLUMSAL CİNSİYET, ETNİSİTE, DİN, İDEOLOJİ VE GEZİ OLAYLARI

Araştırma Notu 15/181

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ..i. İÇİNDEKİLER.iii. KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Biz lik, Öteki lik, Ötekileştirme ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler NİHAİ İÇERİKSEL RAPOR 2 TEMMUZ 2010.

EKİM 2014 KAHRAMANMARAŞ SELİM IŞIK

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

TÜRKİYE DE AVRUPA- ŞÜPHECİLİĞİ KARŞILAŞTIRMALI BULGULAR

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE'DE ORTAK BİR KİMLİK OLARAK "ÖTEKİLİK" İKİNCİ BÖLÜM ARAŞTIRMADA İZLENEN YÖNTEM... 27

İ Ç İ N D E K İ L E R

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık

YILDIZ TEKNİKTE YENİ ANAYASA PANELİ

ÇOK PARTİLİ DÖNEMDE SİYASET Erol Tuncer - 23 Mart 2018

TÜRKİYE NİN NABZI KASIM 2014 Cumhurbaşkanlığı Sarayı, İş Kazaları, Barış Süreci ve Sığınmacılar Sorunu

TÜRKİYE DE KİMLİKLER, KÜRT SORUNU VE ÇÖZÜM SÜRECİ ALGILAR VE TUTUMLAR

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, (1)

TÜRKİYE DE AVRUPA-ŞÜPHECİLİĞİ Türk Halkının AB Konusundaki Şüpheleri, Kaygıları ve Korkuları

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

24 Haziran Seçimlerine İlişkin Kamuoyu Eğilimleri

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

Başlık Laikler de dindarlar da özeleştiri yapmalı

ARAŞTIRMA GRUBU. Prof. Dr. Özer SENCAR Prof. Dr. İhsan DAĞI Prof. Dr. Doğu ERGİL Dr. Sıtkı YILDIZ Dr. Vahap COŞKUN MAYIS

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI SEÇİM SİSTEMLERİNİN SEÇMEN İRADESİNE ETKİSİ

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

Yerel Demokrasi, Yerel Hukuk ve Evrensel Değerler


Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

R A P O R. Doç. Dr. Fatih YARDIMCIOĞLU Arş. Gör. Furkan BEŞEL. Mayıs 2015

TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Dr. Zerrin Ayşe Bakan

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI VE KAZANIM TESTLERİ

T.C. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI Basın Bürosu Sayı: 19

Türkiye nin Milli Güvenliği: Güncel Durum ve Gelecek

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

ÜNİTE:1. Anayasa Kavramı, Anayasacılık Akımı ve Anayasa Çeşitleri ÜNİTE:2. Türkiye de Anayasa Gelişmelerine Genel Bakış ÜNİTE:3

Doç. Dr. SERDAR GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUHARREM YILMAZ IN DEMOKRASİNİN KURUMSALLAŞMASI VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ KONFERANSI AÇILIŞ KONUŞMASI

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

Çarşamba İzmir Gündemi

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

1: İNSAN VE TOPLUM...

ANAYASA DERSĐ ( ) ( GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

Dr. Serdar GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU

MetroPOLL Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi A.Ş. Cinnah Caddesi No: 67/ Çankaya/ANKARA Tel: (312) Faks: (312)

Cumhuriyet Halk Partisi

(DEÜ Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölümü Anayasa Hukuku Anabilim Dalı)

tepav Haziran2011 N POLİTİKANOTU 12 Haziran 2011 Seçiminde Seçim Sisteminin Parlamento Yapısına Etkileri

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Ayşegül DEDE / Etüd Araştırma Servisi / Uzman 2009 YILI TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ GENEL DEĞERLENDİRME

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

GENÇ TÜRK MİLLİYETÇİLERİ NİN SİYASETTEN BEKLENTİLERİ ANKETİNİN RAPORU

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

EUROBAROMETRE 71 AVRUPA BİRLİĞİ NDE KAMUOYU

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı

Türk Kamuoyunun ABD ye ve Amerikalılara Bakışı Araştırması

Gezi Parkı Araştırması. GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar?

Araştırma Notu 18/224

Sosyal Araştırmalar Enstitüsü 1 Kasım 2015 Genel Seçim Sandık Sonrası Araştırması

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

KAPSAYICI EĞİTİM. Kapsayıcı Eğitimin Tanımı Ayrımcılığa Neden Olan Faktörler

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

AĞUSTOS 2015 TÜRKİYE GÜNDEMİ VESEÇMEN EĞİLİMİ ARAŞTIRMASI SONUÇ RAPORU 25 AĞUSTOS 2015

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

Biz yeni anayasa diyoruz

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

ANAYASA GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI 5 OCAK 2015 SAAT 09:00

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim CHP

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

Katılımcı Demokrasi STK ları Güçlendirme Önerileri

Prof. Dr. Özer SENCAR Prof. Dr. Doğu ERGİL Prof. Dr. İhsan DAĞI Prof. Dr. Cengiz YILMAZ Dr. Sıtkı YILDIZ Dr. Vahap COŞKUN NİSAN

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Kamuoyunda Erken Seçim Algısı Araştırması

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS TÜRK ANAYASA HUKUKU LAW

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF T.C. İNKILAPTARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

Metodoloji Türkiye Ne Diyor?

DERS PROFİLİ. Türk Siyasi Hayatı POLS 401 Güz Yrd. Doç. Dr. Ödül Celep

Transkript:

1 Türkiye de Burjuva Reformasyonu: Fırsatlar ve Tehditler Prof. Dr. HAKAN YILMAZ Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü 34342 Bebek-İstanbul Tel: (212) 359 6528 Fax: (212) 287 24 55 E-mail: yilmazh@boun.edu.tr Kişisel web sitesi: www.hakanyilmaz.info Kişisel Blog: http://www.hakan-yilmaz.blogspot.com Bölüm Web Sitesi: http://www.pols.boun.edu.tr Prof. Dr. Hakan Yılmaz, Galatasaray Lisesi nden ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü nden mezun oldu. Master ve doktora derecelerini A.B.D. de Columbia Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü nden aldı. Halen Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü nde öğretim üyesidir ve aynı üniversitenin Avrupa Çalışmaları Merkezi nin direktörlüğünü yapmaktadır. Prof. Dr. Yılmaz, yakın dönem Türk siyasal hayatı; Türkiye de siyasal ve popüler kültür; Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerinin ve Avrupa bütünleşmesinin kültür ve kimlik boyutları; demokratikleşme sürecinin dış dinamikleri üzerinde çalışmaktadır. Yılmaz, Hakan. 2010. "Türkiye de Burjuva Reformasyonu: Fırsatlar ve Tehditler". Yayıma hazırlanan taslak. Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü. www.hakanyilmaz.info

2 21. Yüzyıl Türkiye sinde Burjuva Reformasyonu : Kazananlar, Kaybedenler Bundan uzun yıllar sonra, günümüz Türkiye sinde yaşanan gelişmeleri değerlendiren bir siyasal tarihçi, olup bitenleri bir burjuva reformasyonu olarak nitelendirebilirdi: demokrasi içerisinde, demokrasinin mekanizmalarını kullanarak gerçekleştirilen bir reformasyon. Tıpkı Fransız devrimi sırasında, Fransız burjuvazisinin baldırı çıplakları özgürlük, eşitlik ve kardeşlik umutlarıyla aristokrasiye karşı harekete geçirdiği gibi, Türkiye deki yükselen burjuvazi de Anadolu kentlerinin yoksul kesimlerinin ve büyük kentlerin kenar mahallelerine toplanmış yeni göçmenlerin siyasal desteğini arkasına alarak, eski rejime karşı bir mücadele yürütmektedir. Yükselen burjuvazi, yükselmesine ket vuran siyasal, ideolojik ve bürokratik kurumları ve toplumsal kesimleri geri püskürtmek, gücünü kırmak, kıramıyorsa da ele geçirmek ve kendine tabi hale getirmek istemektedir. Bu reformasyonu gerçekleştiren Türk burjuvazisi, ideolojik-kültürel bakımdan laik, kilise karşıtı ve sola yatkın Fransız burjuvazisinden ziyade, dindar, muhafazakar, ama o ölçüde de atılımcı, yayılmacı ve piyasacı ondokuzuncu yüzyıl İngiliz ve Amerikan burjuvazilerini veya yirminci yüzyılın gelenekçi, girişimci ve otoriter güneydoğu Asya burjuvazilerini andırmaktadır. Peki, yıllar sonra Türkiye ye dışardan bakan siyasal tarihçimiz, Türkiye yi 2000 li yıllarda bu dindar-muhafazakar burjuva reformasyonu nun eşiğine getiren şartları nasıl değerlendirirdi? Her şeyden önce, 1980 li yıllardan başlayan dönemdeki üç kritik gelişmenin üzerinde duracağını tahmin edebiliriz. Bunlardan birincisi, hiç şüphesiz, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin partileri, sivil toplum kuruluşları, sendikaları, entelektüel önderleri, militan kadroları ve sıradan destekçileri ile Türkiye solunu tam bir yenilgiye uğratmış ve solu Türkiye deki siyasal rejimin reform seçenekleri arasından bütünüyle çıkartmış olmasıdır. Böylelikle, rejim emekçi tabanlı bir sol seçenekten tamamiyle mahrum bırakılmış oldu. Rejimden sol seçeneğin askeri yöntemlerle kazınmış olması da, tarihsel olarak, Türkiye yi güçlü sol hareketlere dayanan Avrupa siyasal dünyasının dışına taşıyarak, Amerikan hegemonyası altındaki solsuz, otoriter ve gelenekçi güneydoğu Asya tipi kalkınmacı rejimlerin rotasına soktu. Solun askeri yöntemlerle siyasal rejimden kazınmasının bir başka sonucu da, devletin kurucu ideolojisi olan Kemalizmin, 1960 lı ve 1970 li yıllarda yükselen sol hareketlerin elinde halkçılık, eşitlikçilik, sosyal devletçilik ve bağımsızlıkçılık özelliklerine vurgu yapan bir Sol Cumhuriyetçiliğe evrilmesi imkanının tamamen ortadan kalkması oldu. Sol Cumhuriyetçiliğe evrilemeyen Kemalizm, 12 Eylül askeri yönetimi tarafından içeriği tamamen boşaltılmış bir otoriter-milliyetçi ikonografiye dönüştürüldü. Kemalizm, her türlü tarihsel, halkçı ve ilerlemeci içeriğinden boşaltıldı; bağlamından koparılmış, biçimselleştirilmiş ve birer fetiş haline getirilmiş bazı Atatürk resimlerinden ve sözlerinden oluşan ve tüm işlevi 12 Eylül otoriter rejimini kutsamak ve meşrulaştırmak olan bir ikonlar dizisine indirgendi. Benzer bir biçimde, Kurtuluş Savaşı'nın ve Cumhuriyet'in kuruluşunun tarihi de, eleştirilemez, değiştirilemez bir otoriter-milliyetçi anlatı biçiminde dondurularak bir metinsel ikon haline getirildi ve ilkokuldan üniversiteye dek tüm öğrencilere ezberletilmeye çalışıldı.

3 1990 lı yıllarda ise, yükselen İslamcı hareketlerin meydan okuması karşısında, bu törensel ve ikonografik Kemalizme bir çağdaşlık içeriği eklenmeye çalışıldıysa da, söz konusu çağdaşlık da, önünde sonunda başı açık kadın-başı kapalı kadın simgeleri arasındaki karşıtlığa indirgenerek, son tahlilde ikonografik Kemalizmin bir uzantısı olmaktan öteye gidemedi. Gelecekten bugünkü Türkiye ye bakan siyasal yorumcumuz, Türkiye yi 2000 li yıllarda dindar-muhafazakar bir burjuva reformasyonu nun eşiğine getiren şartları gözden geçirdiğinde, ikinci olarak da 1980 li yıllarda Turgut Özal ın öncülüğünde yaşanan ekonomik açılımdan ve bu açılım sürecinin yarattığı parasal ve siyasal imkanlarla büyüyen ve serpilen Anadolu kökenli işadamlarından sözederdi. 1990 lı yıllarda Sovyet sisteminin çökmesiyle birlikte, Rusya, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde ortaya çıkan dış ticaret ve dış yatırım imkanlarını iyi kullanan bu işadamları kesiminin İslami cemaatler üzerinden politik, ekonomik ve sosyal dayanışma ağları kurduklarının, dış politikaya tüccar devlet anlayışıyla yaklaştıklarının, ve siyasal dillerini Osmanlıcı ve İslami bir vokabüler içerisinde kurduklarının altını çizerdi. Son olarak, gelecekteki siyasal tarihçimiz, 1990 lı yılların Türkiye için bir siyasi defile dönemi olduğundan sözederdi. Bu siyasi defilede, eski rejimin klasik sağ ve sol partilerinin tümü sahnede boy göstermişler, rollerini oynamışlar, ve ülkenin Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, ekonomik kriz gibi acil problemlerinin hiçbirine çözüm bulamayınca da, kendilerini tüketerek sahneden birer birer çekilmişlerdi. Özetle, gelecekteki tarihçimiz, günümüz Türkiye sinde yaşanan siyasal dönüşüme ilişkin şu analizi yapardı: 2000 li yıllardaki burjuva reformasyonu, 1960 lı ve 1970 li yıllarda yükselen solun 12 Eylül 1980 askeri yönetimi tarafından rejimden tamamen tasfiye edildiği; solun tasfiyesiyle, Kemalizmin Sol Cumhuriyetçiliğe dönüşme yolunun tıkandığı ve otoriter-milliyetçi bir ikonografiye indirgendiği; Özalcı ekonomik reformların ve Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan ticari imkanların Anadolu burjuvazisini geliştirdiği; ve 1990 lı yıllarda eski rejimin klasik partilerinin ülkenin başta kimlik sorunları olmak üzere kriz yaratan sorunlarıyla başedemeyip, sahneden çekildikleri şartlarda gerçekleşmeye başladı. Türkiye de şu an yaşadığımız toplumsal kutuplaşma, işte bu büyük dönüşümün topluma yansımasıdır. 2007 yılında gerçekleştirdiğimiz Türkiye de Orta Sınıflar araştırması, bu toplumsal kutuplaşmanın bazı göstergelerini ortaya çıkarmıştır 1. Buna göre, aşağıdaki tabloda özetlendiği gibi, Türkiye nin kentsel nüfusu üç ana sınıfa bölünmüş durumdadır: 1 Hakan Yılmaz. 2007. Türkiye de Orta Sınıfı Tanımlamak: Ekonomik Düzeyler, Siyasal Tutumlar, Hayat Tarzları, Dinsel- Ahlaki Yönelimler. Boğaziçi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (No. 07M103) ve Açık Toplum Enstitüsü (No. 20018998) tarafından ortak olarak desteklenen araştırma projesi. Sonuçlandığı tarih: Ekim 2007. Bulgular için bkz. www.hakanyilmaz.info.

4 Kentsel Toplum İçindeki Yüzdesi Siyasal Eğilim Gelir Düzeyi Yakın Gelecekten Ekonomik Beklentisi Avrupa Birliği Karşısındaki Tutum Alt Sınıf Orta Sınıf Üst Sınıf 33% 45% 22% İlgisiz- Bilgisiz (Parokyal) veya Geleneksel Sağ Düşük Gelirli Ekonomik durumunun makul bir ölçüde iyileşeceğini bekliyor Zayıf AB Yandaşı Yeni Sağ (Bu kesim içinde AKP ye oy verenlerin oranı %66, CHP ye oy verenlerin oranı %0) Orta Gelirli Ekonomik durumunun yakın geçmişten bugüne pozitif yönde değiştiğini; bugünden yakın geleceğe de yine pozitif yönde iyileşeceğini bekliyor Güçlü AB Yandaşı Geleneksel Sol (Bu kesim içinde AKP ye oy verenlerin oranı %0, CHP ye oy verenlerin oranı %47) Yüksek Gelirli Ekonomik durumunun yakın geçmişten bugüne negatif yönde değiştiğini; bugünden yakın geleceğe de yine negatif yönde kötüleşeceğini bekliyor AB Şüphecisi Bu tablonun da gösterdiği gibi, günümüz Türkiye sinin kentsel toplumundaki esas kutuplaşma, toplumun yaklaşık %45 ini oluşturan orta sınıf ile, toplumun yaklaşık %22 sini oluşturan üst sınıf arasında cereyan etmektedir. Orta sınıflar Türkiye coğrafyasına daha homojen olarak yayılmışken, üst sınıflar büyük ölçüde üç büyük kentte ve bu kentlerin eski ve yerleşik semtlerinde yoğunlaşmıştır. Orta sınıf-üst sınıf kutuplaşması, kendisini, ekonomik beklentiler ve siyasal eğilimler arasında açılan makaslar şeklinde göstermektedir. Buna göre, orta sınıflar ekonomik bakımdan yakın geçmişten bugüne çok yükseldiklerini ve yakın gelecekte daha da yükseleceklerini düşünürken, üst sınıflar, tam tersine, yakın geçmişten bugüne ekonomik durumlarının çok kötüleştiği ve yakın gelecekte daha da kötüleşeceği

5 kanısını taşımaktadırlar. Kısacası, ekonomik beklentiler arasındaki makas çok açılmış durumdadır. Siyasal eğilimler arasındaki makasın ise daha da vahim bir ölçüde açıldığını gözlemliyoruz. Buna göre, orta sınıflar arasında Ak Parti ye destek verme oranı %66 gibi çok yüksek bir orana ulaşırken, CHP ye destek verme oranı ise sıfırdır. Kısacası, orta sınıfllar neredeyse silme Ak Parti yandaşıyken, aralarında bir tane bile CHP seçmeni yoktur. Bunun tam tersine ise, üst sınıflar arasında hiç Ak Parti seçmeni bulunmazken, bu kategori içerisinde CHP yi seçimde destekleme oranı %47 yi bulmaktadır. Ekonomik beklentiler ve siyasal tutumlar eksenlerinde gözlemlediğimiz bu uçurumlar, Türkiye deki siyasal kutuplaşmanın ve bunun toplumsal yansımasının en net göstergeleridir. Bu kutuplaşmanın işbirliği yönünde çözümlenememesinin telafi edilemeyecek ölçüde negatif bazı sonuçları olabileceği konusundaki bazı gözlemlerimizi nakletmek istiyoruz. Yaşadığımız burjuva reformasyonu, dindar-muhafazakar burjuvaziyi ve ona ümit bağlamış halk kitlelerini siyasal sahneye çıkararak ve güçlendirerek, tarihsel anlamda pozitif bir rol oynamıştır. Öte yandan, Türkiye nin politik sermaye bakımından gücünü kaybeden, ama hem ekonomik, hem de kültürel sermaye bakımından hala çok güçlü olan yerleşik sınıflarını yok saymanın, dışlamanın, ve tasfiye etmeye çalışmanın en az iki kötü sonucu olacaktır. Bu kötü sonuçlardan birincisi, böyle bir tasfiye hareketinin derin bir toplumsal güvensizliğe yolaçma ve buna koşut olarak da yoğun bir siyasal çatışma ortamı yaratma riskidir. Kendilerini yokolma tehdidi altında gören ve siyasal planda temsil edilmediklerini ve kaale alınmadıklarını düşünen kesimlerin bir kısmının demokrasi dışı hareketlere destek vermeleri muhtemel olduğu gibi, bir kısmının da rejimden tamamen umutlarını keserek ülkeden gitmek de dahil olmak üzere her türlü çıkış opsiyonuna yönelmeleri beklenebilir. İkinci kötü sonuç ise, hala büyük bir ekonomik sermayeyi ve hatırı sayılır bir kültürel sermayeyi ellerinde tutan yerleşik sınıfların tasfiye edilmesiyle, büyük miktarda ekonomik ve kültürel sermayenin ve yetişmiş insan gücünün de heba edileceğidir. Buna karşılık, dışlama yerine içlemenin, gerginlik yerine uzlaşmanın, çatışma yerine işbirliğinin egemen olduğu bir siyasal ortamın, toplumsal güveni artıracağını, bu yolla da ekonomik kalkınmaya ve demokrasinin pekişmesine katkıda bulunacağını bekleyebiliriz. Özetle, Türkiye nin içinden geçmekte olduğu burjuva reformasyonu, Fransız devrimi esnasında olduğu gibi yerleşik sınıfların toptan ve zorla tasfiyesine yönelebilir; bu takdirde, tıpkı Fransa da olduğu gibi onyıllarca sürecek toplumsal istikrarsızlığın ve siyasal krizlerin kapısını açabilir; öte yandan, İngiltere de olduğu gibi yerleşik sınıflarla işbirliği yoluna gidebilir ve böyle davranarak da daha yavaş, ama daha barışçıl bir dönüşümün yolunu yapabilir. Kimlik Tabularının Kırılması: Demokratik Çoğulculuğa mı, Yeni-Feodal Çoğunlukçuluğa mı? Türkiye toplumunun 1980 li yılların sonuyla birlikte başlayan ve 2000 li yıllarda güçlenerek devam eden en göze çarpan gelişmesi nedir diye düşündüğümüzde, en uygun kavram kimlik tabularının kırılması veya, daha amiyane bir tabirle, açılıp, saçılma olabilir. Kimlik tabularının kırılması, hiç şüphesiz, 1980 li yıllarla birlikte büyüyen kadın hareketi tarafından başlatıldı. Kadın hareketi, kadın kimliğine ilişkin milliyetçi, dinsel ve sıradan erkek-egemen

6 şablonları, bir yandan feminist yazarların eleştirileriyle, bir yandan feminist grupların eylemleriyle, bir yandan da Duygu Asena gibi popüler yazarların kitaplarıyla kırmaya başladı. Bu eleştiri ve eylemlerin toplumsal bilincin derinliklerine sızmasıyla, bugün çeşitli kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği gibi, kadın hakları, ortalama kadının bildiği ve savunduğu değerler haline geldi. Kürt hareketi de, kadın hareketiyle birlikte, kimlik tabularının kırılmasında baş rollerden birini oynadı. Gerçekten de, önceki yıllarda adının anılması bile suç oluşturan Kürtler bugün artık tarihleri, dilleri, şarkıları, radyoları, televizyonları, kentleri, yazarları, işadamları, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partileriyle birlikte ortaya çıkmışlardır. Uzun yıllar boyunca Kürt varlığını düpedüz inkar eden devlet, son yıllarda bu varlığı kabul etmekle kalmamış, günde yirmidört saat Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalı kurmuş, ve Mardin Artuklu Üniversitesi nde Kürt dili ve edebiyatının araştırılacağı ve öğretileceği bir enstitü açmıştır. Kürt kamuoyunun gözünde ne denli eksikli olursa olsun, Türkiye de devletin, resmi ideolojinin ve siyasi rejimin evrimi açısından bu kabullenişler ve açılımlar tam bir tabu kırılmasına ve dönüm noktasına tekabül etmektedir. Kürtçe televizyon ve Kürt dili enstitüsünün bir ilk adım olduğunu, bunu devletin ve sivil kuruluşların atacağı diğer adımların takip edeceğini, ve uzak olmayan bir gelecekte bugün hala tabu kabul edilen ana dilde eğitim gibi talepleri de hayata geçirecek formüllerin bulunacağını düşünmek için elimizde yeterince gerekçe vardır. Alevi kimliği ve Alevi hakları söz konusu olduğunda ise, Kürt kimliği konusunda sağlanan ilerlemelere kıyasla gelişmenin çok daha yavaş, Aleviliği tanıma ve haklarını teslim etme konusunda devletten ve toplumdan kaynaklanan direncin ise çok daha güçlü olduğunu görmekteyiz. Kürt kimliği bir tabu ise, Alevi kimliğinin iki kez daha güçlü bir tabu olduğunu müşahade etmekteyiz. Buradaki farklı direnç seviyelerinin kökenini, Kürt ve Alevi kimliklerini ötekileştiren baskın kimliklere bakarak bulabiliriz. Kürtlüğü ötekileştiren Türk kimliğinin devlet tarafından kayrılan kimlik olarak seçilmesinin ve topluma benimsetilmesinin tarihi ancak seksen yılsa, Aleviliği ötekileştiren Sünni Müslüman kimliğin kayrılan kimlik olarak devlet tarafından tercih edilmesinin ve topluma benimsetilmesinin tarihi yüzlerce yılı bulmaktadır. Türklük, Sünni Müslümanlığa göre, deyim yerindeyse çok daha genç ve kırılgan bir kimliktir; bu yüzden de Türklüğün ötekileştirme gücünün ve egemenliğinin kırılmasına göstereceği direncin, Sünni Müslümanlığınkine kıyasla daha zayıf olması anlaşılabilir bir durumdur. Kürt ve Alevi kimliklerinin kendilerini ifade etme serbestlikleri arasındaki farkı, bir başka deyişle bu kimlikleri serbestçe ifade etmeye engel olan toplumsal direncin gücünü, bizim ve diğer araştırmacıların yürüttüğü çeşitli araştırmaların sonuçlarından da takip etmek mümkündür. Gerçekten de, bir çok kamuoyu yoklamasından gördüğümüz gibi, bir kişi artık rahatça anadil olarak Kürtçe konuştuğunu veya etnik bakımdan Kürt kökenli olduğunu söyleyebilmektedir. Öte yandan, kamuoyu yoklamalarında kişiler Alevi olduklarını söylemekten hala çekinmektedirler ve bu çekingenlik yüzünden de Alevilerin toplum içindeki oranları konusunda bildiğimiz yöntemlerle sağlıklı bir veriye ulaşmak hala çok zordur. 1990 lı yıllarda kendini bireysel planda ve toplu gösterilerle ifade eden bir başka kimlik hareketini de başörtülü Sünni Müslüman kadınlar başlatmış ve sürdürmüştür. Başörtülü

7 öğrencilerin üniversitelere alınması talebiyle simgeleşen başörtülü kadın kimliği de, başörtüsünü gerici bir siyasi akımın simgesi olmanın dışında bir anlamla yorumlamayı reddeden katı laik devlet kurumlarından ve toplumsal gruplardan gördüğü büyük direnişle mücadele etmiş, kendisine toplumsal kültür içinde meşru bir varoluş alanı açmaya çalışmıştır. Nitekim, 2010 yılı başlarında gerçekleştirdiğimiz Türkiye'de 'Biz'lik, 'Öteki'lik ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler araştırmasının da gösterdiği gibi, başörtülü kadınların iş ve eğitim hayatından dışlanmalarının toplumun yaklaşık yarısı (%47) tarafından kadınlara karşı yapılan en önemli ayrımcılıklardan biri olarak görülmesi, başörtülü kadın hareketinin toplumsal meşruiyet sağlamdaki başarısının bir göstergesi sayılabilir 2. Tabuların kırılması sürecinde açığa çıkan kimliklerin nasıl bir siyasal yapı kapsamında birarada yaşatılacağı da kritik bir sorun olarak Türkiye nin gündemine girmiştir. Bu siyasal yapı, her kimlik grubunun, sayısal farkları ne olursa olsun, devletin gözünde hukuksal bakımdan eşit sayıldığı ve hiçbirinin devletçe kayrılmadığı demokratik ve çoğulcu bir yapı mı olacaktır; yoksa, azınlıkların, devlet tarafından kayrılan hakim bir çoğunluğun tahammül ve müsaade sınırları içerisinde iğreti varoluşlarını sürdürebildiği otoriter, çoğunlukçu ve yenifeodal bir yapı mı olacaktır? Son yıllarda azınlık hakları konusunda çok övülen ve pek çok referans verilen Osmanlı hoşgörüsü nün, önünde sonunda modern öncesi, otoriter ve feodal bir hoşgörü sistemi olduğuna da bu noktada değinmekte fayda vardır. 21. yüzyılda kurmamız gereken, dinsel, etnik ve diğer azınlıkların, kimsenin kendilerini hoşgörmesine veya kimsenin kendilerine müsamaha göstermesine ihtiyaç duymadan, diğerleriyle eşit ve özgür bireyler olarak yaşayabilecekleri çoğulcu bir sosyal yapıya, demokratik bir siyasal rejime ve hukuk devletine dayanan bir cumhuriyet olmalıdır. Bu anlamda, hoşgörü anlamında bizim Batı dan alacak hiçbir dersimiz yoktur iddiasındaki Osmanlıcı teze, Batı dan alacağımız en az bir dersin hala bulunduğunu, bunun da çoğulcu ve hukuka dayanan demokrasi dersi olduğunu hatırlatmakta fayda olabilir. Açığa çıkan kimliklerin nasıl bir siyasal sistem (çoğulcu ve demokratik mi, yoksa çoğunlukçu ve yeni-feodal mi?) içinde dengeleneceği, toplumun kimliklerden kaynaklanan farklılıklara nasıl baktığı ile yakından bağlantılıdır. Daha önce sözünü ettiğimiz ve 2010 baharında tamamladığımız Türkiye'de 'Biz'lik, 'Öteki'lik ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler başlıklı kamuoyu yoklamasından çıkan bazı sonuçlar, Türkiye toplumunda farklılıkları kabul etme ve farklılıklarla birlikte yaşama konusundaki istekliliğin, demokratik ve çoğulcu bir siyasal sisteme payanda oluşturacak ölçüde güçlü olmadığını göstermektedir. Kamuoyu yoklamasının belki de en trajik sonuçları, cevap verenlerin arasında oldukça geniş grupların öteki olarak algıladıkları kişilerin haklarının tamamen kısıtlanabileceğine onay vermeleri ve "öteki"lerin toplum içerisinde kimliklerini açık edemeyeceklerini düşünmeleri oldu. Buna göre, eşcinsellerin ve ateistlerin Türk toplumunun bir çeşit "ultra ötekileri" olduğu 2 Hakan Yilmaz. 2010. Türkiye'de 'Biz'lik, 'Öteki'lik ve Ayrımcılık: Kamuoyundaki Algılar ve Eğilimler. Açık Toplum Vakfı (Destek No: 2009001) ve Boğaziçi Üniversitesi (Destek No: 07K120620) tarafından eş katkıyla desteklenen bir araştırma projesi olarak hayata geçirildi. Bulgular için bkz. www.hakanyilmaz.info

8 ortaya çıktı. Nitekim, cevap verenlerin %53'ü eşcinsellerin, %37'si ise ateistlerin haklarının tamamen kısıtlanabileceğine onay verdi. Yaklaşık %25'lik gruplar, din değiştirme hakkı, işkenceye uğramama hakkı, ve gösteri yürüyüşü hakkının tamamen kısıtlanabileceğini düşünürken, %20'lik gruplar da Türkçe dışındaki anadilleri özgürce kullanma ve Müslümanlık dışındaki dinleri serbestçe yaşama haklarının ihlal edilmesine onay verdi. Yukarıdaki sonuçlara paralel bir biçimde, cevap verenlerin büyük çoğunluğu eğer bir insan eşcinselse veya ateistse (eşcinseller için %72 ve ateistler için %59), bu kimliğini açıklayamayacağını ifade etti. Yaklaşık %30'luk gruplar Müslüman olmayanların veya Müslüman olduğu halde dini vecibelerini yerine getirmeyenlerin; yaklaşık %20'lik gruplar ise Sünni olmayan Müslümanların ve Türk kökenli olmayan vatandaşların kimliklerini açık edemeyeceklerini söyledi. Ana akımdan bir ölçüde sapan kimliklerin açık edilemesinin bir başka verisi de, yaklaşık %60'lık bir çoğunluğun hoş karşılanmayacağını sezdikleri bir ortamda kimliklerini açık etmeyeceklerini söylemeleriydi. Cevap verenlerin yarıya yakını, insanların, farklı olanla karşılaşmanın kendilerini değerleri ve inançları hakkında şüpheye düşürmesinden korktukları için farklı olanı bastırdıklarını, gözden ırak tutmaya çalıştıklarını ve ayrımcılık yaptıklarını söyledi. Buradan yola çıkarak, insanlarımızın yarıya yakınında farklı olanı bir zenginlik olarak değil, kendi kimliğine bir tehdit olarak algılayan zayıf, kırılgan bir "biz"lik kurgusu olduğunu düşünebiliriz. Araştırmanın gözaçıcı bulgularından biri, cevap verenlerin %40 gibi büyük bir oranının polis ve yargı gibi adli kurumların ayrımcılık gibi sorunlara çözüm bulacaklarına inanmadıklarını söylemesiydi (%50'lik bir grup ise tersini düşünüyordu). Belki de varolan adalet mekanizmasına duyulan bu güvensizliğin bir sonucu olarak, eğer özellikle ayrımcılıkla mücadele etmek için ombudsmanlık gibi yepyeni bir kurum oluşturulursa, yaklaşık %70 gibi büyük bir çoğunluk sorunlarının çözümü için böyle bir kuruma başvuracağını söyledi. Bu hukuk arayışını pekiştiren bir diğer önemli sonuç ise, her türlü etnik, dinsel ve diğer kimliklere anayasal tanınma ve güvence getirilmesini cevap verenlerin yaklaşık dörtte üçünün desteklemesi oldu. Araştırma sonuçlarından yola çıkarak, bu bölümün başındaki soruya, yani kimlik tabularının kırılmasının siyasal rejimi demokratik çoğulculuğa mı, yoksa yeni-feodal çoğunlukçuluğa mı götürdüğü sorusuna, aşağıdaki gözlemler ve politika önerileriyle yanıt vermeyi ve deneyebiliriz: Türkiye toplumunda ötekileştirmenin temelini farklılığa tahammül edememe ve farklılığı kendine bir tehdit olarak görme eğilimi oluşturuyor. Nitekim, "ultra-ötekiler" diyebileceğimiz eşcinseller ve ateistler başta olmak üzere, kültürel ve toplumsal anlamda farklılık oluşturan azınlık kimliklerini hoşgörme eğilimi oldukça düşük. Bu tür farklılıkları, bir zenginlikten ziyade, kendi varoluşuna bir tehdit olarak algılama eğilimi oldukça yüksek. Sonuç olarak, çoğu kişi hor görüleceğini bildiği bir kimliğe sahipse, kimliğini açık etmek yerine saklamayı tercih ediyor. Bu hoşgörüsüz kültürel ortam ise, toplumda, açıklık yerine gizli-saklılığın, şeffaflık yerine görünmezliğin, kendini belli etmeden varlığını sürdürmeye çalışmanın, olan bitene müdahale etmeye yeltenmemenin, işlere karışmamanın baskın bir tutum olarak ortaya çıkmasını teşvik ediyor. Görünür olma, karşı çıkma tutumları çok zayıf olduğu için, çoğunluk kültürüyle çatışmalı karşılaşmalar da o ölçüde az oluyor. Bunun

9 sonucunda da, çok yaygın ve etkin bir ötekileştirme ağıyla sarılıp, sarmalanmış toplumda, deneyimlenen ve gözlemlenen ayrımcılık vakaları da azmış gibi görünüyor. Öte yandan, aynı toplumda, kabuğunu kırma, görünür olma, değişme emareleri de gözlemleniyor. Özellikle uzun süreli, ısrarlı, nisbeten açık ve nisbeten geniş katılımlı kamusal tartışmalara açılmış konularda bilinç sıçramaları ve bundan kaynaklanan özgürleşme talepleri beliriyor. Örneğin, kadın hakları ve Alevi hakları konusunda ciddi bir uyanış ortaya çıkıyor. Kimliklere anayasal güvence getirilmesi konusunda çok güçlü bir toplumsal onay oluşuyor. Son olarak da, ayrımcılıkla mücadele etmek için kurulacak, ombudsmanlık gibi yeni hukuk kurumlarının kurulmasına da büyük çoğunluk destek veriyor. Toplumu sarıp sarmalayan ve bireyleri ayrımcılık doğuracak çatışmalı karşılaşmalara girmekten daha baştan alıkoyan, ağır ve yoğun bir ötekileştirme ağının kısmen de olsa yırtılması için, bir yandan farklılıkların görünürlüğünün artırılmasına, öte yandan da farklılıklar konusunda serbest ve geniş katılımlı bir kamusal tartışmanın sürdürülmesine ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Bunların sağlanabilmesinin yolu da, hem farklı kimlikleri devlet ve "mahalle" baskısı karşısında koruyacak, hem de ifade hürriyetini güvence altına alacak yeni hukuk kurumları ve kuralları yaratmaktan geçiyor. Kimlikler konusundaki tartışmanın hukukla çerçevelenmiş ve korunmuş sivil toplum alanında sürmesi, ve kimin hangi kimliği edineceği meselesinin ise, nihayetinde, bireyler arasındaki sivil müzakerelerin sonunda bireysel bir seçim olarak belirmesi ve benimsenmesi gerektiğini kabullenmek gerekiyor. Eylül 2010 daki Anayasa Referandumundan, Haziran 2011 deki Genel Seçimlere: Sorun Alanları ve Muhtemel Gelişmeler 12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda iktidarın ve anayasa değişikliklerine karşı çıkan kesimlerin tavırları da, yukarıda anlatılan burjuva reformasyonun mantığı içinde daha iyi anlaşılabilir. Reformcu iktidar, reform karşıtlarını esastan, kökten ve daha baştan haksız ve kötücül varsayarak, onlarla hiçbir uzlaşma yoluna gitmedi; anayasa değişikliklerini kendi gücüyle geçirmek için çaba gösterdi; bu çabasında da, referandumdan çıkan %42 hayıra karşılık %58 lik evet oyuyla, başarılı oldu. Anayasa referandumuna evet diyenler, değişikliklerin özel içeriğine değil, bu değişikliklerin bir parçası olduğu reform sürecine evet dediler. Benzer biçimde, referandumunda hayır diyenler de, değişikliklerin özel içeriğinden çok, bu değişikliklerin bir parçası olduğu reform sürecine hayır dediler. Bu noktada, referandumdaki evet cephesinin karşı tarafı esastan suçlayan ve asla uzlaşmaya yanaşmayan tavrının uzun vadede nasıl bir sosyal istikrarsızlık ve siyasal gerginlik doğuracağına değinmek gerekir. Bununla birlikte, anayasa değişikliklerine yekten karşı çıkan hayır cephesinin de reform karşıtı bir muhafazakar cepheye dönüşmek yerine, alternatif reformlarla ortaya çıkmasının reform sürecinin sağlığı bakımından ne kadar önemli olduğunun altını çizmek de gerekir. Hayır ve boykot cephesinde bulunan CHP, MHP ve BDP nin arasında, alternatif reform önerileri geliştiren tek parti BDP oldu. Nitekim, Kürt sorunu söz konusu olduğunda, Ak Parti nin ılımlı reform önerileriyle BDP nin radikal reform

10 önerilerinin bir rekabetini gözlemliyoruz. MHP ve CHP, gerek Kürt sorunununda, gerekse de diğer reform alanlarında, özgül reform önerileriyle ortaya çıkmak bir yana, genellikle koruyucu ve tutucu bir tavrın temsilcisi oldular. Böyle yaparak da reform ve değişim gündemini bütünüyle Ak Parti nin ve kısmen de BDP nin inisyatiflerine terkettiler. MHP nin, tarihi ve ideolojisi itibariyla koruyucu ve tutucu tavrını değiştirmesini beklemek pek gerçekçi olmaz. Öte yandan, Deniz Baykal ın bir skandal sonucu genel başkanlıktan çekilmek zorunda kalması ve Kemal Kılıçdaroğlu nun genel başkanlığa seçilmesiyle birlikte, CHP den, en azından Kürt sorunu gibi kritik sorun alanlarında alternatif reform önerileri bekleyebiliriz. Nitekim, CHP nin yeni lideri Kılıçdaroğlu, iki adım ileri, bir adım geri temposunda, ürkek ve çekingen de olsa, temel konularda (örneğin, Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, AB ye üyelik için apılması gereken reformlar sorunu) alternatif bir değişim programını hazırladıklarının sinyallerini vermeye başladı. Henüz, ortada, CHP damgalı bir reform programı yoktur. Ancak, CHP nin, koruyucu ve tutucu bir tavırdan, reformcu bir tavra geçmesinin, reform sürecinin sağlığı bakımından kritik bir önemi haiz olduğuna da şüphe yoktur. CHP nin Baykal sonrasında yaşamaya çalıştığı dönüşümün özü, partiye 1990 lı yıllarda yeniden açılmasından beri hakim olan devletçi zihniyetin, "devletin ve düzenin partisi" olma anlayışının terkedilmesidir. Bu devletçi ve düzenci zihniyet, siyasi planda, CHP yi bir halk partisi olmaktan çıkararak, bir devlet partisi haline getirmiş; CHP nin misyonunu, yükselen etnik ve dinsel kimliklerin ulusal bütünlüğe koyduğu tehditlere karşı devletin, ordu ve yüksek bürokrasi ile birlikte, bir payandası olmak şeklinde tanımlamıştır. İdeolojik planda ise, devletçi zihniyet, 1970 lerdeki Ecevit solculuğunda somutlaşan Kemalizmin Sol Cumhuriyetçilik yorumunu terketmenin, ve Kemalizme 12 Eylül askeri darbesince yüklenen ikonografik yoruma ve biçimci çağdaşlık anlayışına bağlanmanın ifadesidir. Kılıçdaroğlu önderliğindeki CHP kendisini bu devletçi ve düzenci misyondan koparıp, yeniden bir solcu-cumhuriyetçi halk partisi olmayı misyon edinebilirse, ve Türkiye nin gündemindeki kritik meseleleri aşmak için alternatif reform önerileriyle ortaya çıkabilirse, o zaman Türkiye nin reform gündemindeki Ak Parti hegemonyasının kırılabilmesi ve bu sayede de daha sağlıklı ve daha kapsayıcı bir reform hareketinin başlayabilmesi mümkün olabilecektir. Bugünden bakarak, CHP nin devlet partisinden halk partisine dönüşebilmeyi başarabilip, başaramayacağı hakkında bir kestirim yapmak ise çok zor görünmektedir. En fazla denilebilecek olan, 2011 seçimlerine kadar, CHP nin klasik devletçi çizgisini tamamen bırakmayacağı, ama bunun yanına bir de halkçı bir çizginin eklenebileceği; devleti koruyucu tavrının süreceği, ama buna karşılık Kürt meselesi ve başörtüsü gibi temel konularda bazı reform önerilerinin de bu koruyucu-tutucu tavrın yanısıra öne sürüleceğidir. Özetle, 2011 seçimlerine kadar CHP nin devletçilik ve halkçılık, tutuculuk ve reformculuk arasında gitgeller yaşayan, iç gerilimi yüksek, eklektik bir çizgisinin olacağını tahmin edebiliriz. CHP nin kısmen de olsa reformcu bir çizgiyi benimsemesiyle, MHP nin reform karşıtlığında ve koruyucu-tutucu kampta tek başına kalacağını düşünebiliriz. Bu durumda, her ikisi de benzer bir tabana seslenen, koruyucu-tutucu MHP ile reformcu Ak Parti arasında şiddetli bir siyasi-ideolojik çekişmenin yaşanacağı aşikardır. Oylarını MHP ye kaptırmaktan çekinen Ak Parti ise, özellikle Kürt sorunu konusundaki reform programını gitgide daha çok kırpabilir ve

11 MHP milliyetçiliğiyle başedebilmek için (Filistin davasının savunuculuğunu yapmak gibi) İslami-muhafazakar temalara daha çok tutunabilir. Devletçi ve reform karşıtı MHP ve reformlardan uzaklaşan ve dindar-muhafazakar kimliğini vurgulayan Ak Parti nin çekişmesinden bıkan ve kopan bir çok seçmenin, makul ve mantıklı reformlar öneren halkçı ve seküler bir CHP ye yöneldiğini de görebiliriz. Dahası, MHP-Ak Parti kavgası ve bu süreçte Ak Parti nin Kürt sorununa ilişkin reform programından MHP çekincesiyle vazgeçmesi, CHP ve BDP arasında da umulmadık ittifak arayışlarını gündeme getirebilir. 2011 seçimlerinin ve onu izleyen seçimlerin sonrasında, demokratik sürecin Nisan 2007 de olduğu gibi dışarıdan müdaheleler olmadan işlemesi şartı ile, yani yaklaşık önümüzdeki beş yıl içerisinde, siyasi aktörlerin pozisyonlarının, ve buna bağlı olarak da yaşamakta olduğumuz reform sürecinin, belirgin bir rotaya girmesi beklenebilir. O ana kadar ise belirsizlik içinde yaşamayı öğreneceğiz.