Kentsel Mekanlarda Kamusal Alan

Benzer belgeler
SANAYİ KENTİNİN SORUNLARINA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI:

Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Ders İçerikleri

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Helen Birliği/İskender İmparatorluğu

İktisat Tarihi II

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur.

Konsept Yorum 200 EYLÜL 2010

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

Farklı Sistemlerde Kentleşme

D E R S 1 0 : ÇAĞDAŞ KENT P O L İ T İ K E KO N O M İ

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

YENİ YAYIN ULUSLARARASI ÖRGÜTLER HUKUKU: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SİSTEMİ

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS Ön Koşul Dersler

Bitkilerle Alan Oluşturma -1

Sanayi Toplumundan Bilgi Toplumuna Geçiş Sürecinde Temel Dinamikler

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

KRONOLOJİK İSLAM MİMARİSİ

DESIGN WEEK ANTALYA İÇ MEKAN TASARIMI VE MOBİLYA Kasım 2017 Antalya Expo Center

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

KENTSEL TASARIM ve KATILIM

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü

Dersin Adı D. Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 IV Ön Koşul Dersler

PARK-BAHÇE VE PEYZAJ MİMARİSİ

Çalışma alanları. 19 kasım 2012

Eğitim Tarihi. Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

ESKİ İRAN DA DİN VE TOPLUM (MS ) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK

Bırakın doğa evinize gelsin!

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

www. vadistanbul.com

Dünya üzümden sadece şarap yaparken, biz ise üzümden sadece şarap değil, başka neler yapacağımızı göstermeye devam edeceğiz.

Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir.

Parşömen Yayınları Kültürel Çalışmalar Genel Yayın Yönetmeni İsmet Gülseçgin

TEKİRDAĞ- MALKARA. G-17-b-13-b PAFTA. Kültür Merkezi Alanı Oluşturulması ve Yeşil Alan Yer Değişikliği NAZIM İMAR PLANI DEĞİŞİKLİĞİ AÇIKLAMA RAPORU

BROADACRE CITY. Frank Lloyd Wright. Doç. Dr. Zeynep Enlil Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

İktisat Tarihi II

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar)

HER TÜRLÜ MEKANIN YIKILIŞINI İŞİTİYORUM,PARÇALANAN CAMI VE ÇÖKEN

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

TEKNOLOJİ ve TASARIM DERSİ 7. SINIF I. DÖNEM YAZILI-TEST SINAV ÇALIŞMA SORULARI

12. SINIF MANTIK DERSİ SÖKE ANADOLU LİSESİ 1. ORTAK SINAVI KAZANIM TABLOSU (Sınav Tarihi: 4 Nisan 2017)

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ... iii GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYOLOJİYE GİRİŞ

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

İLETİŞİM VE TOPLUM B A H A R D Ö N E M İ N İ S A N D E R S S U N U M U

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS

KENTSEL POLİTİKALAR II. Bölüm

Editörler Prof. Dr. Mustafa Talas / Yrd. Doç. Dr. Emin Yiğit. Kent Sosyolojisi

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U)

DÜNYA GÖRÜŞÜ VE SİYASAL SİSTEMİN MEKANA YANSIMASI. Dy3 ANTİK YUNAN KÜLTÜRÜ YUNAN KENTİ SİTE (POLİS)

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere,

Planlama Kademelenmesi II

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

KÜLTÜR VARLIKLARI, ANITSAL YAPILAR, SİTLER vb. ÇEVRE VE PEYZAJ TASARIMI

Doğu ve Batı Mekânsal Tasarım Sürecinin Aktif Yaşlanma Açısından Ele Alınışı

SOSYAL TABAKALAŞMA SOSYAL TABAKALAŞMA Taylan DÖRTYOL Akdeniz Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Pazarlama Bölümü

İktisat Tarihi II. IV. Hafta

KENT SOSYOLOJİSİ GİRİŞ PLANLAMA TEKNOLOJİ ORGANİZASYON. Kutsal Üçlü (Storper,1997)

Bağlıca nın En Kapsamlı Projesi

1.Ünite: SOSYOLOJİYE GİRİŞ A) Sosyolojinin Özellikleri ve Diğer Bilimlerle İlişkisi

COĞRAFİ YAPISI VE İKLİMİ:

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER

DERS VI-VII Nüfus Artışı Küresel Isınma

DERS ÖĞRETİM PLANI. İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü. Seçmeli Doktora

MİM IS 101 İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ I NORMAL MİM 211 MİMARİ TASARIM II * MİM 111 ÖZEL ÖZEL

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA

IFLA/UNESCO Çok Kültürlü Kütüphane Bildirisi

İktisat Tarihi II. 1. Hafta

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

İktisat Tarihi II. 13 Nisan 2018

ÖĞRENME ALANI: BİREY VE TOPLUM

Doğal Afetler ve Kent Planlama

MODERN ÇİZGİLERİN ÇEKİCİ YANSIMASI

KÜRESEL PAZARLAMA Pzl-402u

Türkiye dönüşüm geçirerek kırsal bir tarım ekonomisinden küresel ölçekte yılında Türkiye nin kentsel nüfusu ülkenin toplam nüfusunun sadece

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER

ÖZEL EGEBERK ANAOKULU Sorgulama Programı. Kendimizi ifade etme yollarımız

İktisat Tarihi I. 27 Ekim 2017

Transkript:

Kentsel Mekanlarda Kamusal Alan Serap Fırat Bu çalışma, kentsel mekanlarda şekillenen kamusal hayatı, tarihsel bir perspektifle incelemek ve bu mekanlarda yaşanan değişimle, kamusal yaşamın sönüşü arasında gösterilebilir bir paralellik olduğu tezini savunmak için kaleme a lınmıştır. Kamusal alanların yaşanan mekanlar olmaktan çıkıp, gelip geçilen yerlere dönüşmesiyle; özel alanlarına kapanan insanların, kamudaki sessizliği, yalnızlığı, yaşayan değil, seyreden birey haline gelmesi arasındaki ilişki, bu anlamda modernite projesinin bir boyutu ya da sonucu olarak kabul edilebilir mi? Modernitenin dayattığı modem kent tasarımının "kamusal" içeriği, nasıl bir değişime uğradı ve bu anlamda mekanlar ne kadar belirleyici oldu? Bu ilişkiyi doğrulayıcı belirtiler bizi hangi sonuçlara, kamusal öznedeki nasıl bir dönüşüme götürmektedir? Bu anlamda kamusallığın çözülüş ve çöküşü, özel sektörün kamu sektörüne, özelleştirmenin kamusallaştırmaya, liberalizmin kollektivizme galebe çaldığı bir dönemsel ortaklıkla da ilişkilendirilebilir mi? Böylesi bir zorlama çaba hangi anlamlı bütünselliklere ulaşabilir? Bu soruları cevaplandırabilmenin olanaklılığı kadar, soruların geçerliliğinin de sorgulanmasını amaçlayan çalışma öncelikle, mekanı -özellikle kentsel mekanı- konu edinirken, mekanın insan ve toplum üzerindeki etkilerini ve belirleyiciliklerini vurgulamaya çalışmaktadır. İkincil olarak ise "kamusal hayat", "kamusal insan" ve "kamusal alan" kavramlarını sorun edinen ve bu anlamda bir çöküşü vurgulayan Richard Sennet, Habermas gibi düşünürlerin görüşleri "mekansal ilişkilendirmelerle" yeniden okunmaya çalışılacak ve son bölümde bir senteze ulaşmak hedeflenecektir. Kent Mekanı Mekan, sözlüklerde, "varolanıarın içinde yer aldığı, tüm sınırlı büyüklükleri içine alan uçsuz bucaksız büyüklük. Boşluk, hiçlik durumu. Sınırsız ortam, sonsuz büyük kap ya da hazne. Üç boyutu, yani eni, boyu ve derinliği olan hacim. Yer kaplama" olarak tanımlanmaktadır (Cevizci, 1996: 359). Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kentleşme ve çevre Bilim Dalı Doktora ögrencisi. ÇağdllŞ Yerel Yönetimler, Cilt II Sayı 4 Ekim 2002, so 41-72.

42 Çağdaş Yerel Yönetimler. Cilt / / (4) Ekim 2002 Mekan kavramını, dokunma ve görme duyusu aracılığıyla kazandığımızı söyleyen Locke'un empirist görüşünün karşısında, mekan kavramına rasyonel bir analizle ulaşan Descartes ve Leibniz'in mekan anlayışı yer alır. Boş mekanın var olmadığını savunan Descartes'a göre, mekan maddi tözden ya da maddeden başka bir şey değildir. Çünkü mekan işgal eden bir şey, yer kaplayan maddi bir şeydir; yer kaplama ise, mekandır. Mekanın bir öznel, bir de nesnel yanı, bir psikolojik, bir de ontolojik tarafı olduğunu söyleyen Leibniz ise, yalnızca monadların gerçek bir var oluşa s~hip olduğu sisteminde, mekanın hiçbir şekilde gerçek olmayıp, mantıksal bir yaptm olduğunu dile getirmiştir. Mutlak bir zaman anlayışı geliştirmiş olan Newton ise, mekanın içeriğinden bağımsız olarak, zorunlu ve soysuz olduğunu ifade etmiştir. Buna göre mekan tüm diğer varlıkların koşulu olan zorunlu yapıdır. Felsefesinde Newton fiziğini temellendirmeyi amaçlayan Kant da, tüm bu mekan görüşlerinden farklılık gösteren öznel bir mekan anlayışı geliştirmiştir. Buna göre, mekan duyarlığın a priori bir formudur" (Cevizci, 1996: 359). "Şehir, insanın, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en önemli, en büyük fizikiürünü ve insan hayatını yönelten, çevreleyen yapıdır. Bu yapıya biçim veren tercihleri ise, insan ve toplumlar, inanç ve düşüncelerinden hareket ederek belirlerler. İnsanlar arası ilişkinin ilk ve en alt düzeydeki biçimi bireysel savunma güdüsüdür. Kendisini tehlikeye karşı korumadan bir sonraki aşama ise, kendini koruma için bir başkasıyla beraber hareket etmesidir. Ancak insanın hayatını idame ettirmek için ihtiyacı olan maddeleri, nesneleri, bunların farklı çeşitlerini üretmek ve bu ürettiklerini başkalarının ürettikleri ile değişmek, satmak, satın almak ile oluşan iktisadi hayat da şehirlerin bir asli fonksiyonu olmuştur. Bu sosyal iktisadi alanlara ait faaliyetleri yürütmek için gereken bilgi ve yeteneklerin geliştirilmesi, bu faaliyetlerin düzenli işleyişini sağlamak üzere insanın oluşturduğu ahlak ve hukuk sistemlerinin uygulanması da ayrı bir yönüdür. İnsan bu oluşum içinde, şehirde artan ve yoğunlaşan nüfusun bütün bu faaliyetlerinin çelişki ve çatışmalara sebep olmadan gerçekleşmesini sağlayan idari sistemleri de oluşturmuştur. Şehiri şehir yapan yalnız evler değil, bütün bu faaliyetlerin içinde barındığı yapılar, yapı grupları ve bunları birbirine bağlayan u laşım, altyapı, sosyal donanım sistemleri ve bunları ayrıştıran, işleten kuruluşların bütünüdür. Bütün bu alanlarda insanların ve toplumların öncelik ve önemlilik açısından tercihleri şehirlere farklı özellikler kazandırır. Tarih bu açıdan sonsuz zengin örnekle doludur. Bu tercihleırin kökenini, insanın kendisi ve çevresi hakkındaki yargı ve tasarımları oluşturur" (Cansever, 1997: 125). Bu yargı ve tasarımlann fizik mekana yansımasıdır mimari. Bir süre sonra ise o kalıplar insanın yaşamı kadar fikirlerini de belirleyen bir anlam kazanır. Mimarİ eserlerin kahcıhğı üzerine birçok yorum yapılmış ise de Victor Hugo'nun bir katkısını da atlamamak gerekir. "Notre Dame de Paris" adlı eserin giriş bö

Kentsel Mekanlarda Kamusal Alan 43 lümünde mimarlık felsefesi yapan yazar, "taştan kitap" olarak nitelediği mimarlığın "kağıttan kitap" karşısında öleceğini vurgulamaktadır. "İnsan düşüncesinin biçim değiştirerek anlatım tarzını da değiştireceği, her kuşağın başlıca düşüncesinin artık aynı özdekle ve aynı biçimde anlatılamayacağı, taştan kitabın, ne ölçüde dayanıklı ve kalıcı olursa olsun, yerini daha dayanıklı ve daha kalıcı olan kağıttan kitaba bırakacağı önsezisiydi bu 15. yüzyılda herşey değişir. İnsan düşüncesi kendini ölümsüzleştirrnek için, mimarlıktan daha yalın ve daha kolay bir yol bulur. Mimarlık tahttan düşer. Orpheus 'un taştan harflerinin yerini Gutenberg'in kurşundan harfleri alacaktır artık. Bu arada mimarlık, artık herhangi bir diğer sanat olduğuna göre, eksiksiz sanat, tiran sanat özelliklerini yitirir yitirrnez, öbür sanatları içine alma gücünden de yoksun kalır. Böylece öbür sanatlar özgürleşir, mimarinin boyunduruğundan kurtulur ve her biri kendi yönünde ilerlemeye koyulur. Hepsi kazançlı çıkar bu ayrılıktan. Her şeyi büyütür yalnızlık. Oymacılık heykelciliğe, resim ressamlığa, ayin müziğe dönüşür. Bu arada Ortaçağ güneşi bütünüyle battığında mimarlık artık hiçbir şeyanlatmaz; başka bir zamanın anısını bile anlatmaz" (Hugo, 1997: 64-66). Mekan bir fıziksel ortam olduğu kadar toplumsal boyutu da olan bir unsurdur. "İnsanlar ilk doğayı, doğalolarak bahşedilmiş kavramsalolarak düşünme, biyolojik olanın ötesinde aletler ve makineler yaratma ve bunu insan olmayan varılkıann davranış ve yeteneklerinden çok farklı olan yüksek bir kollektif örgütlenme ve amaçhlıkla yapma kapasiteleri sayesinde değiştirirler. Bu eşi görülmemiş insani hayatta kalma kapasiteleri doğal evrimin bir ürünü olmakla kalmaz, daha da yeni bir potansiyellik alanı -toplumsal çizgilerde evrilme ve ilk doğanın evrimini ve yaşam biçimlerini derinden etkileyen ikinci bir doğa üretme potansiyelini- açarlar" (Bookchin, 1994: 42). Urry'ye göre ise, "Farklı merkezleri, ana ulaşım yolları vb. sadece belirli bir mekansal yapının ögeleri ve insan etkinliğinin dışandan belirleyicileri değillerdir. Daha ziyade, bizzat bunlar toplumsaldır, toplumsalolarak üretilmiştir ve toplumsalolarak yeniden üretilirler... Yalın "mekan" yoktur, sadece farklı türden mekanlar, mekansal ilişkiler veya mekansallaşmalar vardır." (Urry, ı 999: 97) "Foucault'nun öne sürdüğü gibi, belki de 19. yüzyıl bir zaman ve tarih çağı, 20. yüzyıl ise bir mekan çağı olduğundan, mimarlık tartışmaları meslek içi tartışma boyutunu aşıyor" (Zeka, 1994: 12). İşte kentsel mekanlardaki kamusal alanlara dönük okumalar yapma çabasının dayanağı burada bulunmaktadır. Bu "üretilmiş mekanlar" aynı zamanda "üretilmiş bir kamusal alan"dırlar. Buralarda yaşanan dönüşüm de Sennet'ın öngördüğü sönüş ile paralellik taşır. "Kamusal alan aynı zamanda bir coğrafyadır. Başka bir alanla, yani özel alanla bağlantısı içinde var olmaktadır. Kamusallık toplumdaki çok geniş bir dengenin bir parçasıdır. Ayrıca politik davranışlar, haklar kavramı, ailenin düzenlenmesi ve

44 Çağdaş Yerel Yönetim/er, Ci/t / / (4) Ekim 2002 devletin sınırları gibi daha geniş bir bütünün bir parçası olarak taşıdığı anlamlar vardır" (Sennet, ı 996: ı ı 9). Kamu ile özel arasındaki ayırım Althusser' e göre de önemlidir. Devletin ideolojik mekanizmaları ile baskı mekanizmaları arasındaki ayrımlaşmayı vurgulamaya çalışırken şöyle demektedir: "Kamu ve özel ayırımı, burjuva hukukunda yeralan ve burjuva hukukunun "otoritesini" uyguladığı (bağımlı) alanlarda geçerli olan bir ayırımdır. Devletin alanı bu ayırımın dışında kalır, çünkü devlet alanı "hukuk üstü"dür. Yönetici sınıfın devleti olan devlet ne kamusal, ne de özeldir. Tam tersine her türlü kamusal ve özel ayrımının ön-koşuludur" (Althusser, 1995: 34-35). "16. yüzyıldan beri Kuzeybatı Avrupa'da kendisini gösteren ve oradan giderek dünyanın diğer yörelerini de etkileyip, büyük bir dönüşümü belirleyen kapitalizm, 19. yüzyılda sanayi devrimi ile beraber hem olgunlaşmış, hem de yeni bir aşamaya girmiştir. Bu aşamayı belirleyen ana toplumsalolgular sanayileşme ve kentleşme olmuş; böylece 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra başat toplumsal düzen, sanayileşmiş kent toplumu olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu dönüşüm, aynı zamanda insanoğlunun düşünce düoyasının da köklü ve kapsamlı bir biçimde değişimi anlamına gelmektedir"(şaylan, 1998: 1). Kentin önemi, sadece kapitalizm tarafından içerimlenmiş boyutuyla değil, modernizmin de önemli bir fiziksel formu olmasıyla açığa çıkar. "Modernizmin kalesi: şehir. Aralarında bir aşamadan sonra neredeyse birebir örtüşen bir ilişki var. Birbirlerini zorunlu kıldılar; birbirlerinin üzerine basarak yükseliyorlar. E şiğinde kıpraştığımız yeni çağ, eğer dönüşümü başaracaksa, odağına şehiri alacak ve iktidarını sarsmaya yönelecektir" (Akaş, 1997: 336-337). Neden derseniz, çünkü kentler "özgürlük havası" ile tanımlanan bir başlangıç öyküsüne sahip. Büyük nehirlerin kıyılarında ilk ortaya çıkan devletlerde üretimin organizasyonu, suyun kullanımı, savunmanın organize edilmesi gibi konu alanları, bir merkezi otoriteyi gerektirmekteydi. "Eskiçağda otoritenin ilk işlevinin, tarım i çin gerekli önlemleri almak olduğu" (Amittay, ı 983: 25-26) saptaması, bu gücüo mekansal düzenleme yetkisini de açıklamaktaydı. Kuşkusuz bu durumun "mülkiyetin toprak üzerine kurulması nedeniyle, site demokrasisine göre oldukça eşitsiz bir yapı sunduğu" (Huberman, 1982: 9) da doğrudur. Sadece bu demokratik yapının, köleler dışındaki p<:>lisin vatandaşlarına açık olduğu şeklindeki notu unutmamak kaydıyla.

Kentsel Mekanlarda Kamusal Alan 4S Kentsel Mekanlar ve Kamusal Alanlar Agoralar, Saraylar, Kiliseler "Kentlerde belirginleşen kamusal alanlar, Yunan kentleri ve agoralar ile başlatılabilir. Tipik Yunan bireyi, polis veya kent devletler çağında, bir kentli sınıfın biçimlenmesiyle belirmişti. Yüksek Ortaçağ Avrupa toplumunda ise özel alandan ayrı bir kamusal alan yoktu. Kamusal kabul edilen şeyler egemenlik simgeleriydi. Erkin kamusal temsili/sunumu vardı. Kilise ritüelleri ve ayinleri, saraylı-şövalye temsiliyeti, barok şölenler, erkin kamusal sunumu örnekleridir" (Kejanlıoğlu, 1995: 41). Egemenliğin simgeselleştiği mekanlar olarak saraylar, öncelikle bir 'merkez'diler. "Bir sarayen başta bir merkez, insanların kendilerini ona göre konumladıkları bir nokta olarak düşünuıür... ilk başta bu merkezi nokta hareketliydi;her yerde olabilirdi; etrafına hareket eden insanların yer değiştirmesiyle o da hareket ederdi. Ancak giderek konumu sabitlendi. Kayalar ve ağaçlar kalıcı olan her şeyin prototipieridir ve dayanıklı olması hedeflenen binalar kayalar ve ağaçlarla inşa edilmiştir. Zaman içinde, kalıcılık unsuruna giderek daha çok vurgu yapıldı. Böyle bir merkezi inşa etmenin, uzak mesafelere taş blokları taşımanın zorluğu, işin içindeki insan sayısı ve hatta bunun tamamlanmasının gerektirdiği süre, bunların hepsi binaların kalıcılığını borçlu olduğu saygınlığın artmasına yardım etti" (Canetti, Elias 1998: 396). Kentlerin kurulmasında "merkez" kadar "yollar" da askeri, coğrafi, siyasi ve ticari açıdan pek çok öneme sahiptir. Dolayısıyla "kamusal mekanların" yapılandırılmaları ve birbirleriyle ilişkilendirilmeleri de yollarla olanaklıdır. "ABD Federal iletişim Komisyonu'nun bir danışmanı olan Peter Cowhey'in benzetmesine göre, Roma İmparatorluğunun emperyal topraklarının gelişimi yol yapımıyla belirginleşmişti, 19 ve 20. yuzyıl emperyalizmi, demiryollarını inşa etti, çağımızda üretimin zirvesinde duran enformasyon ve iletişim üretilmiş metanın ta kendisidir; ağ da hem üretimin hem de dağıtırnın mekanıdır" (Hardt ve Negri, 2001: 310). Gerçekten de "Avrupa'da imparatorluk Roma'sının büyuklüğünde ve yaşam standartlarında başka bir şehir, 1750'lerin Londra'sına kadar ortaya çıkmayacaktı. Karanlık çağların sonunda (1453), Roma yolları bin yıl boyunca hiç bakım görmemiş olmalarına karşın halen kıtadaki en iyi yollardı" (Thurow,1 997: 219). Baechler ise yollarla belirginleştirilen bu dönemselleştirmeye, kentsel yapıların özellikleri boyutuyla bakarak yeni bir açılım getirir. "Uygarlık, insanı hayatta kalabilmek için gerekenden fazlasını üretme tekniğine sahip olarak varsayan bir lükstür. Daha doğrusu, onlara kabul ettirilen bir disiplinden doğmaktadır. Bu

46 Çağdaş Yerel Yönetimler. Cilt II (4) Ekim 2002 disiplin gereği, üreticiler ürettikleri herşeyi tüketmemektedirler. Üretimin bir kesiri tutulmakta ve değişik kullanımlar için serbest bırakıımaktadır. Bir uygarlık en iyi, bu kesirle ne yaptığıyla tanımlanmaktadır. Eski Mısır bu kesirin bir bölümünü, ölülerini anmaya yönelik dinsel vakıflara; diğer bir bölümünü de, mabetler, mezarlıklar, piramitler, dinsel ve entelektüel bir sistemi taş ve metal halinde sabitleştirmeye yönelik heykellere ayırmaktaydı. Her toplumsal sistemin bir nihai amacı vardır (yalnızca seçkinleri için değil, halkın duygularını da okşamak için), Mısır'da bu amaç metafizik idi. Yunan-Roma uygarlığı, artıklarını öncelikle kentlerin yapım ve güzelleştirilmeleri için harcamıştır. Hellenistik dönem ve Roma seçkinleri, zenginlerin kentleri güzelleştirme ve halkı eğlendirme konusunda yapacakları harcamaları rekabet konusu haline getirmişlerdir. Ortaçağ ve Modem çağ Batısı köyler, kentler, manastırlar, kiliseler, katedraller, şatolar...inşa etmiştir. 18. yüzyılın sonundan ve özellikle de 19. yüzyıldan itibaren, artığı sistematik bir biçimde yatırımlara aktaran ilk toplum olmuştur. çağdaş Batı 'nın insani maceraya katkısı ise fabrikalardır" (Baechler, 1986: 108 109).' Pirene, bütün yapılanmaları sadece yönetsel erke bağlamaz. Kentlilerİn oluşturduğu bir ortak duruştan söz eder ki bu boyut, kamusal yaşamda kentlilerin aktif katılımını gösterir. "Kentsoyluların kentsellik eğilimi, onlara yüklenen görevlere eşit olmasaydı, bütün bunlar gerçekleştirilemezdi. Gerçekten, kentsoylular kamu yararına öylesine bağlıydılar ki, eşine rastlayabilmek için antik çağa dönmek gerekir. Daha ıı. yüzyılda tüccarlar kazançlarının oldukça büyük bir bölümünü yurttaşlarının yararı için harcıyoriardı; kiliseler yaptırıyor, hastaneler kuruyor, pazar vergilerini ödüyorlardl. Ortaçağ komünü, günümüzde devletin sahip olduğu tüm temel nitelikleri taşıyordu. 13. yüzyılda yapılan o görkemli kiliseler, kentlilerin içtenlikti bağışlarıyla katkıları olmasaydı tasarlanamazdı. Bu kiliseler yalnızca Tanrı'nın evleri değildi; en büyük süsünü oluşturdukları ve görkemli kuleleriyle ta uzaktan göze çarpmasını sağladıkları kenti de yüceltiyorlardı. Antik çağda tapınaklar ne ise, ortaçağda da kiliseler kentler için oydu" (Pirene, 1982: 149). "Ticari büyümenin en önemli etkilerinden biri şehirlerin büyümesiydi. Ticaretin büyümesi devam ettikçe, yol kavşaklarında, nehir ağızlarında ya da toprak eğiminin elverişli olduğu yerlerde de şehirler oluştu. Şehirlerde canlanan yaşam, tüccarların serbest hareketlerine engelolan feodal kısıtlamalarla karşılaşınca "lonca" denilen birlikler kuruldu. Halk kendi özgürlüğü dışında toprağın da özgür olmasını, kendi mahkemelerinde yargılanmayı ve vergilerini kendileri düı "Kentleşme"kavramıyla somutlanan, çalışma ve hız çağı, roman insanlarına da yansır. Woolf bir romanında, bu hareketliliği, istem dışı bir "desen çizme" olarak: yorumlar: "Her zamanki haşin sesli adamlar, el araba lannda bitkiler, sokaklarda bir aşağı, bir yukarı geziniyorlardı. Kimisi şarkı söylüyor, kimisi de bağınyordu. Londra bir atölyeyi andınyordu. Bu düz fonun üzerinde hepimiz desenler çizmek üzere ileri geri itilip duruyorduk." Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda. s. 3 ı.

Kentsel Mekanlarda Kamusal Alan 47 zenlemeyi istiyordu. Dönem içinde kazanılan haklar, toprak zenginliği yerine yeni bir servet kaynağı olan para mülkiyeti ile orta sınıfa da yönetime katılma imkanını veriyordu. Paranın ve faizin doğuşu, kilise öğretilerini de etkiledi ve yeni bir gelişme aşamasına girerken inançlar, yasalar, kişisel ilişkiler değişti" (Huberman, 1982; 23-48). Böylece "kent havası özgür kılar" felsefesi ile birlikte oluşan bir "burjuva kamusallığı" ortaya çıktı. Oysa Fukuyama bu savın tarihsel bazı noktalarda ironik bir tersineliğe uğradığına işaret etmektedir; "Ortaçağ ve erken dönem modem Avrupa ülkeleri, çok sayıda birbirinin içine geçmiş, bireyin davranışlarını sınırlayıcı komünel otorite kaynaklarıyla -asillik, kilise, derebeylik ve lokal- birçok açıdan son derece komünel toplumlardı. Kasabalarda ekonomik yaşam, geleneksel el sanatları loncaları tarafından sıkı bir biçimde düzenlenmişti. Bu loncalar, üyelik için gerekli nitelikleri saptıyor ve loncalara katılacak olanların sayısını ve uğraşabilecekleri işin türünü sınırlıyordu. Sanayi devriminin ilk aşamalarında, yeni işletmeler loncalar tarafından getirilen sınırlamalardan kaçabilmek için kasabaların dışına kurulmak zorundaydı -bu da "şehir havası özgürleştirir" vecizesini ironik bir biçimde tepe taklak ediyordu. Loncalann ortadan kaldırılması ve ekonomik faaliyetlerin bağlı bulundukları otoritelere karşı özgürlüğünü ilan etmesi, Fransa ve Britanya'nın sanayileşme sürecinde belli başlı kilometre taşlarını oluşturdu" (Fukuyama, 1998: 146). Ancak bu felsefe, kapitalizmin krizinin kaçınılmaz olarak kentsel mekana taşınmasıyla birlikte, kentli birey ve onun kamudaki varlığı üzerinde de etkide bulundu. "Bireyin talihi, hep kentsel toplumun gelişmesine bağlı olmuştur. Kent sakinleri, bireylerdir. Kent yaşamını eleştiren Rousseau ve Tolstoy gibi büyük bireycilerin kökleri kentsel geleneklerde yatar. Ormanıara kaçmayı öneren Thoreau 1, bir köylü değil, Yunan polisi üzerine çalışan bir öğrencidir. Bu insanlarda uygarlığa duyulan bireyci tepkiyi besleyen şey, yine o uygarlığın meyve leridir. Bireyselliğin kendi ekonomik ve toplumsal varoluş koşullanyla olan çatışması... bireyselliğin bugünkü bunalımının belirtisidir; bu bunalım da, Batı tarihinde 25. yüzyıl boyunca geçerli olan, geleneksel kent kavramının çöküşünü yansıtmaktadır" (Horkheimer, 1986: 167-168). "17. yüzyılda ortaya çıkan kamusallık biçiminde ise, özel alan, kamu otoritesinin müdahalelerine karşı kendini savunan bir pozisyondadır. Kişinin görüşü, kimliği, özelde (yani devletten bağımsız iktisadi etkinliklerde ve özelin farklı bir alanı olan, kendi ailesinin dışarıya kapalı, sıcak, insani ortamında) biçimleı Siyasal katılırnda iktidar ilişkilerinin oluşumuna eleştirel bir bakış açısıyla iktidann nüfuz edemeyecegi şiddet- dışı bir pratik varoluş alanını işaret eden Thoureau, bunun adını: "yönetime boyun eymeyiş", "kişinin buyun eymezligi" veya yaygın tabiriyle "sivil itaatsizligi" kurgulamıştır. Bu düşüncede kentsel merkezin alanını aşıp dogaya dönebilmek özgürleştirici bir yönelim olarak olumlanmaktadır. H.David Thoureau-Mohandas K.Gandhi, Sivil itaatsizlik ve PasifDireniş, (Çev. Hakan Arslan-fatma Ünsal). Vadi yayınları, Ankara, 1997.

48 Çağdaş Yerel Yönetimler. Cilt IL (4) Ekim 2002 nir. Ve bu yüzden burjuva tipi bir kamusallık, özel bireylerin kendi yaşamlarının kurallarını kendilerinin belirlemeleriyle ilgili taleplerle kamu otoritesinin müdahalelerine karşı savunmacı nitelikte oluşturulmuş bir kamusallıktı. 17. yüzyılda oluştuğu şekliyle burjuva toplumunda özgürlüğün kaynağı, özelde, kişiselde tanımlıyken, Eski Yunan'da özgürlük kamunun içindedir" (Ergene, 1994: 78). "Kamusal alan insan yaratımıydı. Özel alan ise insanlık durumuydu" (Sennet, 1996: 131). "Temsilci kamusal alanla ilk kez bağlantısını gördüğümüz feodalotoriteler (Kilise, prensler ve soyluluk) uzun bir kutuplaşma dönemi sırasında parçalandılar. 18. yüzyıl sonunda sözkonusu otoriteler bir taraftan özel, diğer yandan kamusal alana ayrıldılar. Bu arada kilisenin konumu reform hareketi ile birlikte değişti: Kilisenin temsil ettiği ilahi otorite, ya da din, özel bir alan haline geldi. Dinsel özgürlük şeklinde betimlenen alan tarihselolarak ilk özel alanı garanti altına alma işlevini görmeye başladı. Feodal prensin otoritesinde görülen kutuplaşma da kamu bütçesinin hükümdarının özel hane bütçesinden ayrılması ile gerçekleşti. Bürokratik ve askeri kurumlar gibi kamu kurumları da diğer hukuk kurumlarıyla beraber, kendilerini (feodal) prensin özel alanından ayırarak bağımsız hale geldiler. En son olarak feodal malikaneler de dönüşüme uğradı: soyluluk, kamu otoritesi, parlamento ve hukuk kurumlarının bir organı haline geldi; bölgesel örgütlenmelerde ve kentlerdeki şirketlerde çalışan tüccar ve profesyoneller de devletten apayrı bir burjuva toplum alanı içinde gelişmeye başladılar" (Habermas, 1995: 63). Ancak bağlantının tümüyle kesilmesinden sözedilemez. Yaşanan bir iç dönüşüm şeklindeydi. "Yükselen talepler ve sıradan halkın mütevazi ve basit yaşam tarzına kıyasla incelmiş olan bir yaşam biçimi nedeniyle can sıkıntısına boğulmuş büyük toprak sahipleri, ayrıcalıklı bir mevki elde etme rekabeti ve çalışan nüfus karşısında belirginleşme çabalarında zaman zaman birleşmiş, idari görevlerde yer almak, aynı zamanda erklerini artırmak, dolayısıyla eğlence alanlarını genişletebilmek için, yasa koyucu organların ve en yüksek dereceden yargı kurumlarının komşuluğuna nakletmiştir ikametgahıarını. Büyük kentlerin kökeni işte budur, dolayısıyla da günümüzdeki başkentlerin" (Sombart, 1998: 58). Kahvehane ve Salonlar "Habermas burjuva kamusal alanının oluşumuna katkıda bulunan gelişmeleri şöyle sıralamaktadır: Gelişmelerden birisi, süreli yayınların ve basın ürünlerinin ortaya çıkmasıdır. Habermas, eleştirel dergilerin ve gazetecilerin 17. yüzyıldan itibaren görülmesine, burjuva kamusallığının gelişmesi bağlamında özel bir ö nem atfediyor. Bu tür yayınlar, edebi ve kültürel konuların yanı sıra genel sosyal ve politik tartışmaları ve görüşleri de içeriyoriardı. Bununla birlikte aynı dönemde, birçok Avrupa kentinde farklı sosyalizasyon şekilleri de ortaya çık

Kentsel Mekanlarda Kamusal Alan 49 mıştı. Kahvehaneler ve aristokratik salonlar" bu tür yerlere örnek olan, içlerinde eğitilmiş elitlerin soylularla, aşağı yukarı eşit şartlarda iletişim kurdukları, tartışabildikleri yerlerdir. Bu tür mekanlarda, burjuva kamusallığının iddialarına uygun bir şekilde, tartışmalarda statü gözardı edilmeye başlanmıştır. Tartışmalarda muhakemelerin niteliği gözönüne alınmaya başlanmış ve dahası, daha önce problematize edilmemiş, devletin ve kilisenin tekeli altındaki konular bu tür mekanlarda, statü gözetilmeden sorgulanmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar ilke olarak kültürel ürünlere -kitaplar, piyesler, dergi ve gazeteler- ulaşabilen herkese açıktır; bu kimselerin hepsi potansiyelolarak tartışmayı yapan kamunun içine katılabilirler" (Ergene, 1994: 79). "18. yüzyıl başlarında bu konuşma işaretleri sisteminin hüküm sürdüğü kent kurumu kahvehane idi. Yüzyılın ortalarında, yabancıların toplandığı yeni kurumlar doğdu: Likör servisi sunan kafe ya da publar, ilk lokantalar ve gezinti parkıarı. Bu yeni kurumların bazılarında kahvehanelerdeki konuşma sistemi aynen korunurken, ötekilerde parçalanmıştı. Kahvehane sohbeti, mevki, soy, beğeni gibi somut anlam simgelerinden tamamen ayrı, aslında onlara meydan o kuyan anlamın işaret sistemi olan bir ifadenin uç örneğidir. İnsanlar böylece sözkonusu kahvehanelerde kendi duygularını, kişisel geçmişlerini ya da mevkilerini ele vermeksizin sosyalliklerini yaşadılar" (Sennett, 1996: 1 L0, 112). Tiyatrolar, Müzeler ve Konser Salonları "Habermas'a göre, tiyatrolar, müzeler ve konserlerde kökeni burjuva olan "büyük" kamu şekillenmeye başladı. Sanat eleştirmenliği mesleği ortaya çıktı ve önce el yazısı sonra basılı yazı şeklinde çıkan süreli yayınlar sanat eleştirisinin kamusal aracı haline geldi. Özel alanın temel taşlarından olan burjuva ailesi, İngiltere'de daha 17. yüzyılda kendini göstermeye başladı. Evin mimari stilindeki değişim (aile üyelerine ayrı odalar ayrılması ve evin salonunun biraraya gelişler için tasarlanması) burjuva ailesinin mahiyetini açıklar nitelikteydi" (Kejanlıoğlu, 1995: 42). Kamusal mekan olarak gelişen ilk yerlerden biri "tiyatro" idi. 18. yüzyıl tiyatrosundaki konuşmanın kendiliğindenliği özel bir anlamlılığa sahipti. "Seyirci tiyatroda, dışarıda tam ve düzgün bir biçimde yaşayamadığı konularda kendini açıkça ifade edebiliyordu. Comedie Française'deki 18. yüzyıl. davranışları ile sanat karşısında sessiz sakin oturan modern tiyatro seyircisinin davranışları arasında dünya kadar fark vardır. Bu farklılık sokaktaki konuşma ve giyim kuşam 3 Mareel Proust'un 1 ı ciltlik muhteşem eseri "Kayıp Zamanın İzinde" bu aristokrat ik salonlarda ol~n kamusal hayatı anlatan en degerli eserlerden biridir. Orada, giyim, asalet unvanlan, askerlik, toplumsal konum, Dreyfus Davası, aristokrasinin elitleri tarafından irdelenir ve birtakım eylemliliklere adım oluşturur. Marcel Proust "Kayıp Zamanın Izinde", Çev. Roza Hakmen, YK Y, İstanbul, 200 i.

50 Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt i i (4) Ekim 2002 kuralları için de sözkonusudur" (Sennet, ı 996: ı ı 7). Tiyatroda yaşanan içtenlikli, coşku dolu duygulanımlar bu 'kendiliğindenliği' besler. 4 Bir başka kamusal mekan ise sokaklar ve parklar idi. Buralardaki davranışlar kadar bir ifadeye sahip olup olmamasına göre giyim tarzı da kamusal alanda bir role sahipti. 5 Bütün bu mekanların içinde ya da dışında belirlenen ve sergilenen kamusallık bir kimliği ve bu çerçevede tiyatro ile bağlantılandırılabilecek bir aktörlüğü gereksinmekte idi. Mağazalar ve Ticari Fuarlar Bir başka "kentsel" ve "kamusal" mekan ise fuarlardır. "Dünya fuarları, adına mal denen fetişin hac yerleridir. Bu fuarlar insanın zaman geçirmek için içerisine daldığı bir fantazmagori oluşturur. İnsanoğlu da kendisine ve başkalarına yabancılaşmanın tadını çıkararak, kendini böyle bir dünyanın yönlendirmesine bırakmış olur. Mal denen fetişe hangi dinsel kurallarla tapılacağını moda saptar. Kapitalist kültürün fantazmagorisi, ı 867 Dünya Fuarı'nda en görkemli bir biçimde sergilenir. İmparatorluk yönetimi de iktidarının doru k noktasındadır. Paris, lüksün ve modanın başkenti olduğunu kanıtlar. Offenbach, Paris yaşamının ritmini belirler. Operet, sermayenin sürekli bir egemenliği ütopyasının ironik anlatımıdır" (Benjamin, 1995: 83-85). "Sanayi kapitalizminin kamusal alan üzerinde ikinci bir etkisi daha vardı. Kapitalizm özel yaşamın doğasını değiştirdi; yani kamusal alanın karşısında duran alanı etkiledi. Bu ikinci etkinin belirtileri şehir ticaretinde, mağazaların meydan okuduğu küçük dükkan ve marketlerde oluşan değişimlerde de saptanabilir" (Sennet, ı 996: 190). Bu değişim kapitalizmin geçirdiği dönüşümde, satış mekan ve yöntemleri ile kişilikler dünyasında yarattığı etkileri de apaçık sergiler.' 4 Stendhal da buyük romam Kınnızı ve Siyah'da taşrada duygulann, kenttekilere göre daha yavaş anlatılabildiğini belirtir: "Parisli olsaydı, Julien'in Madame de Renal'e karşı olan durumu çabuk anlaşılır, ParisH aşk romanlannda olduğu gibidir. Orada genç mürebbi ile sıkılgan hanımı üç dört romandan veya Gymnase tiyatrosundaki operetlerde söylenen birkaç şarkıdan birbirine karşı olan durumlanm anlatmakta gecikmezlerdi... Taşrada her şey yavaş yavaş, azar azar olur." Stendhal, Kınnızı ve Siyah, (I968), Remzi Kitabevi, 5. Bas., çev. Cevdet Perin, İstanbul, s. 54. 5 Mareel Proust, Champs Elysees'da her gün mürebbiyelerle dolan parkıardan söz eder. Parklardaki sandalyeler kiralıktır ve görevli kadından, "sandalye kirası olarak, on santimlik bilet" alınır. (Proust, Marcel. 2001,Kayıp Zamanın İzinde (Swannlann Tarafı), ıstanbul, YKY, çev. Roza Hamken, s. 409,417). 6 Zola, Paris'de bir anda onbinlerce müşterinin alışveriş yaptığı, bir mahalleyi kaplayan, her şey satan, buyük giyim mağazası karşısında eski tarzdaki sade ve şatafatsız ticarete devam etmeye çalışan bir mağazanın durumunu, üstelik kadın gözüyle verdiği çarpıcı romanında bu konuyu ele almaktadır: Emile Zola, Kadınların Saadeti, çev. İnci Tokgöz, Akba Yay., 1971, İstanbuL. Bizim edebiyatımızda da İmparator daha farklı unsurlar da içennekle birlikte aynı çerçevede okunabilir: Erol Toy, Imparator, May Yay., 20. Baskı., 1974, İstanbuL.

Kentsel Mekanlarda Kamusal Alan 51 Walter Benjamin'e göre, 19. yüzyılın başkenti Paris'de, "Büyülü sütunları bu sarayların, göstermekte amatöre her yandan direkleraltında sergilenen mallarla yarıştığını endüstrinin sanatlarla "... Paris pasajlarının yükseliş döneminin birinci koşulu, tekstil ticaretindeki büyük yoğunlaşmadır. Pasajlar lüks eşya ticaretinin merkezlerinden biridir. Pasajıarın donatımıyla birlikte sanat, tüccarın hizmetine girer" (Benjamin, ı 995: 77). "Bu kamusal yaşam için ı 9. yüzyıl başkentlerinde perakende ticaretin nasıl dönüşüme uğradığının ilgi çekici hikayesinden daha iyi bir giriş olamaz. Mağazaların doğuşu, her ne kadar sıradan bir olay gibi görülse de, aslında bu, aktif bir alışveriş alanı olarak kamusal alanın yerini nasıl insan yaşamında daha yoğun fakat daha az sosyal bir kamusal deneye bıraktığı Pazarlık etmek ve ona ilişkin ritüeller bir kentte günlük tiyatronun aktörü olarak kamusal insanın en alışıldık anlarıdır. Bir toplumda sabit fıyatlar yoksa üretim ve dağıtım sürecinin bir ucunda, poz vermek, hile ile pozisyon elde etmek, rakibin zırhındaki çatlakları fark edebilme yeteneği yatar. Suni bir biçimde karşılıklı sergilenen oyun, alıcı ve satıcıyı sosyalolarak kaynaştırır; oyuna aktif olarak katılmamak para yitirme riskine girmektir. Boucicault'nun sabit fıyat sistemi, hiçbir rol oynamamanın riskini oldukça azaitmıştı. Onun serbest giriş nosyonu pasifliği bir norma dönüştürdü" (Sennet, 1996: 183-184). paradigmasının özüydü. Süreç açıkça ekonomik sistemdeki dönüşüme paralelolarak toplum yaşamının tüm alanlarında, özellikle de kamusal alan niteliğindeki mekanlarda değişim yaratmaktadır. Bu nedenle şehir, ideolojik araç olarak taşıdığı önemini, yeni mekanlarıyla da vurgular. Sombart, dönüşümü ağırlıklı olarak "lüks"ün gelişimine bağlamaktadır: "Lüksün gelişmesi açısından büyük kentin sahip olduğu önem, coşkun ve zengin yaşamın yepyeni olanaklarını sunuyor olması, dolayısıyla lüksün yeni biçimlerinin önünü açıyor olmasıyla daha da artıyor. O zamana dek yalnızca prensin saraylarında kutlanılan festivalier, geniş halk tabakalarına yayılıyor; halk da aynı biçimde, düzenli olarak eğlenebileceği mekanlar kurmaya başlıyor. ı 8. yüzyılın sonunda... sıkı bir doku ya sahip olan kişisel özellikteki lüks, yerini bir tür kollektif lükse bırakmıştır. Artık, ekonomi politiğin ancak bir sonraki aşamasında özel bir yapıya bürünen yaşam biçiminin toplumsallaşması başlar. Bu bağlamda ilk elde akla gelenler şunlardır: 1- Tiyatrolar, ama özellikle de, ilk olarak İtalya'da görkemle inşa edildikten sonra diğer Avrupa devletlerini de kolaylıkla mesken edinebilmiş olan enfes opera binaları. Genellikle, saray dışından yalnızca davetlilerin girebildiği saray