ERDEM ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZÎ DERGİSİ. DÖRT AYDA BlR ÇIKAR. Cilt 2 Mayıs 1986 Sayı 5



Benzer belgeler
( ) ARASI KONUSUNU TÜRK TARİHİNDEN ALAN TİYATROLAR

Bağlaç 88 adet P. Phrase 6 adet Toplam 94 adet

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Argumentative Essay Nasıl Yazılır?

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

AİLE İRŞAT VE REHBERLİK BÜROLARINDA YAPILAN DİNİ DANIŞMANLIK - ÇORUM ÖRNEĞİ -

Tanrının Varlığının Ontolojik Kanıtı a

First Stage of an Automated Content-Based Citation Analysis Study: Detection of Citation Sentences

(Bu örnekte görüldüğü gibi aktive cümlenin nesnesi, pasif cümlenin öznesi konumuna geçmektedir.)

1. Superlative lerden sonra gelen fiil infinitive olur. ( the latest species to join the

BİLİM İLE BİLİMSEL YÖNTEM İLİŞKİSİ

AB surecinde Turkiyede Ozel Guvenlik Hizmetleri Yapisi ve Uyum Sorunlari (Turkish Edition)

İŞLETMELERDE KURUMSAL İMAJ VE OLUŞUMUNDAKİ ANA ETKENLER

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

MÜZİĞİN RESİM SANATINDA TARİHSEL SÜRECİ 20.yy SANATINA ETKİSİ VE YANSIMASI. Emin GÜLÖREN YÜKSEK LİSANS TEZİ. Resim Anasanat Dalı

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

The person called HAKAN and was kut (had the blood of god) had the political power in Turkish countries before Islam.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ İŞLERİ DAİRE BAŞKANLIĞI

Yrd.Doç.Dr. TUNCAY SAYGIN

7.Ünite: ESTETİK ve SANAT FELSEFESİ

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir.

This empire began in 330 and lasted until 1453, for 1123 years.

"IF CLAUSE KALIPLARI"

Makbul Re y Tefsirinin Yöneldiği Farklı Alanlar. The Different Fields Twords That The Commentary By Judgement Has Gone

I.YIL HAFTALIK DERS AKTS

Ahlâk ve Etikle İlgili Temel Kavramlar

M.Ü. lâhiyat Fakültesi Dergisi 41 (2011/2),

İngilizce konu anlatımlarının devamı burada Tıkla! Spot On 8 Ders Kitabı Tüm Kelimeleri. How do we spell the Present Continuous Tense?

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

BAYAN DİN GÖREVLİSİNİN İMAJI VE MESLEĞİNİ TEMSİL GÜCÜ -Çorum Örneği-

.. ÜNİVERSİTESİ UNIVERSITY ÖĞRENCİ NİHAİ RAPORU STUDENT FINAL REPORT

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS MESLEKİ İNGİLİZCE II İLH

1. Yarıyıl. Türk Dili ve Edebiyatı Programı Ders Listesi KODU DERSİN ADI Z/S T P K AKTS İNG127 TEMEL İNGİLİZCE I Z

Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2, Temmuz 2011

"Farklı?-Evrensel Dünyada Kendi Kimliğimizi Oluşturma" İsimli Comenius Projesi Kapsamında Yapılan Anket Çalışma Sonuçları.

Bedri Baykam. Atatürk Caddesi 386/A, Alsancak 35220, Izmir Tel/Fax: *

ŞEYH SAFVET İN TASAVVUF DERGİSİ NDEKİ YAZILARINDA TASAVVUFÎ KAVRAMLARA BAKIŞI

1. Soru. Aşağıdakilerden hangisi bu paragrafın sonuç cümlesi olabilir? olaylara farklı bakış açılarıyla bakalım. insanlarla iyi ilişkiler kuralım.

ARZU ATİK, Yard. Doç. Dr.

HÜRRİYET GAZETESİ: DÖNEMİNİN YAYIN POLİTİKASI

Doç. Dr. Ümit KOÇ (You can see his CV in English on the following pages)

( Özet - Abstract ) 1-8 s ind

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

Hukuk ve Hukukçular için İngilizce/ English for Law and Lawyers

THE IMPACT OF AUTONOMOUS LEARNING ON GRADUATE STUDENTS PROFICIENCY LEVEL IN FOREIGN LANGUAGE LEARNING ABSTRACT

OSMANLI ARAŞTIRMALARI

ÖNEMLİ PREPOSİTİONAL PHRASES

İSMAİL TAŞ, MEHMET HARMANCI, TAHİR ULUÇ,

Sokak Hayvanları yararına olan bu takvim, Ara Güler tarafından bağışlanan fotoğraflardan oluşmaktadır. Ara Güler

Student (Trainee) Evaluation [To be filled by the Supervisor] Öğrencinin (Stajyerin) Değerlendirilmesi [Stajyer Amiri tarafından doldurulacaktır]

İman. Çalışmanın ana fikri. İsa ya iman etmek, zihin, duygu ve iradeyle O na güvenmek, dayanmak demektir. Çizimler: Meghan Burns

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

ÖNEMLİ PREPOSİTİONAL PHRASES

Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl. Lisans İLAHİYAT ERCİYES Üniversitesi Y. Lisans Sosyal Bilimler Enstitüsü ANKARA Üniversitesi 1989

DÜNYA DA VE TÜRKİYE DE EKONOMİK BÜYÜMENİN SİGORTACILIK SEKTÖRÜNE ETKİSİ

WEEK 11 CME323 NUMERIC ANALYSIS. Lect. Yasin ORTAKCI.

HİTİT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ 2007 VE SONRASI MÜFREDAT PROGRAMI AKTS KODU

myp - communıty&servıce ınstructıons & forms

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

Do not open the exam until you are told that you may begin.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ İŞLERİ DAİRE BAŞKANLIĞI

ġevkġ EFENDĠ ve HASAN RIZA EFENDĠ SÜLÜS-NESĠH MURAKKAʻLARININ MUKAYESESĠ

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

a, ı ı o, u u e, i i ö, ü ü

Erol KAYA Yönetim Kurulu Başkanı Chairman Of The Board

D-Link DSL 500G için ayarları

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

Kamuran Özlem Sarnıç (Sanatta Yeterlik Tezi)

A LANGUAGE TEACHER'S PERSONAL OPINION

HAKKARİ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ İLAHİYAT LİSANS MÜFREDAT PROGRAMI

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

FOCUS ON LANGUAGE and MULTI MEDIA LANGUAGE ASSISTANT

DİĞER NOKTALAMA İŞARETLERİ

A UNIFIED APPROACH IN GPS ACCURACY DETERMINATION STUDIES

AZİZZÂDE HÜSEYİN RÂMİZ EFENDİ NİN ZÜBDETÜ L-VÂKI ÂT ADLI ESERİ NİN TAHLİL ve TENKİTLİ METNİ

...Bir kitap,bir mesaj!


Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 9 SBS PRACTICE TEST 9

Islington da Pratisyen Hekimliğinizi ziyaret ettiğinizde bir tercüman istemek. Getting an interpreter when you visit your GP practice in Islington

Bir gün, kozada küçük bir delik belirdi; bir adam oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi.

MM103 E COMPUTER AIDED ENGINEERING DRAWING I

Parça İle İlgili Kelimeler

ÖZ GEÇMİŞ II. Akademik ve Mesleki Geçmiş

Cases in the Turkish Language

Virtualmin'e Yeni Web Sitesi Host Etmek - Domain Eklemek

Temel Kavramlar Bilgi :

KIMSE KIZMASIN KENDIMI YAZDIM BY HASAN CEMAL

KAVRAMLARIN ANLAMINI KARŞITLARI BELİRLER

SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI GÜZ DÖNEMİ PROGRAMI

T.C. Hitit Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı W. MONTGOMERY WATT IN VAHİY VE KUR AN ALGISI.

Ve Brahman bir felsefedir ve o çeşit anlamlarıyla felsefi ve edebi yazılarda kullanılır.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ

Yüz Tanımaya Dayalı Uygulamalar. (Özet)

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

CALUM SAILS AWAY. Written and illustrated by Sarah Sweeney

Transkript:

Cilt:I Sayı:5

A T A T Ü R K K Ü L T Ü R, D İL V E T A R İH Y Ü K S E K K U R U M U ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZÎ ERDEM ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZÎ DERGİSİ DÖRT AYDA BlR ÇIKAR Cilt 2 Mayıs 1986 Sayı 5 TÜRK TARİH KURUMU BASIMEVİ, ANKARA, EYLÜL 1986

İ Ç İ N D E K İ L E R M akaleler Sayfa M ü b a h a t T ü r k e r - K ü y e l : İki Gemi T ü r ü... 3 3 7 C e v a d M em d u h A l t a r : Çağdaş Sanat Yaratıcılığında Eleştirinin Yeri.. 3 5 1 M İNE M e n g İ : The Fifteenth Century Ottoman Poet M esîh î and His Works 3 5 7 ----------- : Onbeşinci Yüzyıl Osmanlı Şairi Mesîhî ve Eserleri (Türkçe Özet) 3 7 1 R ü ç h a n A r ik : Günümüz Türkiye sinde Güzel Sanatlara Genel Bir Bakış.. 3 7 3 E m e l Esİn : Ribât-ı Melik, Hakan! Sülâlesinden İbrâhîm-Oğlu Çu Tigin İkinci Naşr Şemsü l-mülk ve Harcang de H. 471/1078 de Yaptırdığı Külliye... 405 ----------- : Ribât-ı Malik, A Monument Erected at Harçang, Buhârâ, by the Hâkânid (Hâkânî Turk) Monarch Çu Tigin Nası- II Şamsu l-mulk, Son of Ibrâhîm, in H. 4 7 1/ 10 7 8... 427 J e n s H o y r u p : Al-Khwârizmî, ibn Turk, and the biber Mensurationum: On the Origins of Islamic A lg e b ra... 445 ----------- : Hârezmî, İbn Türk, ve biber Mensurationum: İslâm Cebirinin Kökenleri Üzerine (çeviren: Melek D o s a y )... 485 M a h m u t Ş a k İr o ğ l u : II. Selim in Venedik Cumhuriyeti ne Verdiği 1567 ve 1573 Tarihli Ahidnâmeler... 527 W. v o n D ü n h e im : Feldmareşal Moltke nin Şark Gezisi (çeviren: Selçuk Ünlü)... 555 H i c r a n A k i n : Onbeşinci Yüzyıl Macar Kroniği Thuröczy de Türkler... 579 Отто M e in a r d u s : Eine Volkstümliche Darstellung einer Mittelalterlichen Verheerung in der Haghia Sophia zu iz n ik... 599 ----------- : İznik teki Ayasofya Kilisesinde Bulunan Bir Halk Sanatı Tasvirinin Ortaçağdaki Tahribi (Çeviren: Vedat İdil)... 607 Yayın Tanıtm aları P u l a t O t k a n : Atlı Göçebe Devleti ve Japon İmparatorları Üzerine Bir Tez... 615 E m e l E s in : O.I. Smirnova nm Batı Türkistan da Kök-Türk Sikkelerine Dâir Araştırmaları... 623 ----------- : O.I. Smirnova, On Turkish Numismatics of the Kök-Türk Period in Western Türkistan... 628

M a h m u t Ş a k î r o ğ l u : Catalogo delta Biblioteca di Armando Sapori, 2 cilt v e Catalogo della Biblioteca di Luigi Einaudi, 2 c i l t... ----------- : Contributions a l'histoire Economique et Sociale de VEmpire Ottomane.. ----------- : Turks-Hungarians and Kipchaks, A Festschrift in Honor of Tiber Halasi-Kıın... ----------- : K en n eth M. Setton, The Papacy and the Levant {1204-1571), volume 3, The Sixteenth Century... -------: Ç elik G ü lersoy, Dolmabahçe.... ------ : C lau d io C o stan tin i, Le Monarchie Assolute... ----------- : M ach iel K ie l, Art and Society of Bulgaria in the Turkish Period... ----------- : Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları Sempozyumu... ----------- : R h o ad s M u rp h ey, Kanûn-nâme-i Sultanî li Aziz Efendi. Onyedinci Yüzyılda bir Osmanlı Devlet Adamının Islahat Teklifleri. Batı Berlin Devlet Kütüphanesindeki tek Nüshasının Tenkitli Metninin izahlı ingilizce Tercümesiyle Birlikte... ----------- : Folklor ve Etnografya Araştırmaları 1984, ve 1985... D u r s u n Y i ld ir im : N i m e t u l l a h H a f ı z, Kosova Türk Halk Edebiyatı Metinleri H aberler E sin K â h y a: Ülkemiz İçin Önemli Bir Kayıp: Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver... Haberler, Yankılar İbn-i Türk, Hârezmî, Fârâbî, Beyrûnî ve İbn-i Sinâ Sempozyumunun İki Yankısı... M erkezim izden H aberler... Kütüphanemize Arm ağan Edilen Nazlı ve Cem al Köprülü Kolleksiyonu K itaplarının Listesi (A - G )... 635 637 639 6 4 2 644 646 648 650 651 652 655 659 67З 6 7 7 683

E R D E M Gilt: 2 MAYIS 1986 Sayı: 5 i k i g e m! t ü r ü * M ÜBAH A T T Ü R K E R -K Ü Y E L * * Gerçi konumuzun başlığı tki Gemi Türü dür, ama, burada söz konusu olan gemiler, acaba, Kanûnî devri şairlerinden Yetîm in Gemiler forsa yürür, dondadur yelkenler veya Nuh Tahtı na. binip başımıza şah olalım dediğinde kastetmiş olduğu gemiler midir? Yoksa, bu gemiler Beyatlı nm Sessiz Gemi si veya Dolu rüzgarla çıkıp ufka giden yelkenli si midir? Yoksa bunlar Ömer Bedrettin in Uyuyor mu limanda her gece sallanarak, altından çivilerle çakılmış gemilerin? dediği gemiler midir? Yoksa bir başka şairin Bir leğende Çin e varan yelkenli si midir? Bu incelememizde söz konusu olan gemiler bu gemilerin hiçbirisi değildir! O halde, bu başlık bir açıklama beklemektedir. Hattâ, belki, bir düzeltme bile isteyebilir. İki Gemi Türü nde söz konusu olan gemiler, Sumerli hükümdarı ebedî Ziu Sudra nm T ekneci ile ebedî Buddha ya (Adi Вигхап а.) bağlanan Kiçig Kölüngü ile Uluğ Kölüngü dür. Kölüngü kelimesinin K ö l den, yani gölden, geçmeyi sağlayan araç, taşıt ve asıl, tekne anlamına geldiğini Clauson un dayanmış olduğu literatürden anlamaktayız. Buddhistlere göre, şu yaşamakta * Bu yazı 27 Şubat 1986, Perşembe günü Atatürk Kültür Merkezinde verilmiş konferansın çok az değişikliklerle düzenlenmiş şeklidir. * * Prof. Dr. Mübahat Türker - Küyel, Felsefe Tarihi Profesörü, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Felsefe Tarihi Ana Bilim Dalı Başkam; F. i \ fc

338 MÜ В AH AT TÜRKER - KÜYEL olduğumuz hayat bir Sel dir. Bu Hayat Seli ni geçmek, bu Hayat Selinden kurtulmak için, insanın sığınacağı bir taşıt aracı, bir gemi gerekir. Bu araca Sanskritte Tâna deniyor. Bu Yana, eğer büyük olursa, Mahayâna, yani Uluğ Kölüngü, Büyük Gemi, Büyük Tekne adını alır; eğer küçük olursa, Hinayâyna, yani Kiçig Kölüngü, Küçük Gemi, Küçük Tekne adını alır. Burada geçen Büyük ve Küçük sıfatları bir hacmi değil, kurtarılacak olan toplumun bütünü ile kurtarılacak olan tek ferdi göstermektedir. Demek ki, yazımızda söz konusu olan gemilerden birisi Ziu Sudra nm gemisi veya teknesi, ötekisi Buddhacıların gemisi veya teknesidir. O halde, yazımızın başlığı İki Tekne Türü veya Tekne Türleri de olabilirdi. Biliyoruz ki, Atatürk, Türk insanımn bilimsel yolla tanınması ve tanıtılması amacıyla geniş kapsamlı bir Türkoloji çalışması ortaya koymak üzere, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurduğunda, insanın tâ Paleoantropoloji den başlayıp, Prehistorya dan geçerek, yazılı tarihte mevcut olmuş olan bütün kültürlerinin incelenmesini istemişti. Sumeroloji, Hititoloji, Hindoloji, Sinoloji, Klâsik Filoloji, Hungaroloji, Arap ve Fars Filolojileri, Modern Filolojiler bu maksatla kurulmuştu. Dilleri yanında, insan kültürlerinin tarihi, coğrafyası, sanatı, felsefî ve ilmî düşünceleri bu amaçla ele alınmıştır. Elli yıldır uygulanmakta ve geliştirilmekte olan bu geniş kapsamlı plânda Egyptoloji ve Eski Amerika uygarlıkları daha henüz yerini almış değildir. Bu geniş kapsamlı plâna son olarak, Japonya ya ilişkin incelemeler de katılmış bulunmaktadır. Yine biliyoruz ki, Atatürk, Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve onu bulduğumuza kani oldukça, ifadeye cüret eden adamlar olmalıyız demiştir. Biz bu yazımızda, işte bu bağlamda olarak, birisi Sumerli, birisi de Hintli olmak üzere, iki kültürün Evren, Toplum ve İnsan hakkındaki görüşlerini, ilgili bazı yerli ve yabancı yayınlara dayanarak, iki tekne türünü vurgulama yolu ile serimlemek, değerlendirmeyi ise okuyucularımıza bırakmak istiyoruz. Bu değerlendirmede sayın okuyucularımızı yalınız bırakmamak için, Atatürk ün bizzat kendisinin hayat karşısında yapmış olduğu bir değerlendirmeyi örnek olarak sunmayı düşünüyoruz. * * * Ondokuzuncu yüzyılda, Batı da beliren Tarihçilik veya Tarihselcilik (Historisme, Historicisme) akımı çerçevesinde, Mezopotamya da

İKİ GEMİ TÜRÜ 339 da başlayan ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını sürdüren arkeolojik araştırmaların sonuçlarını toparlayanlar arasında Arno Poebel ile, Fakültemizde uzun yıllar ders vermiş olan Landsberger başta olmak üzere, Thureau-Dangin ekibi, Deimel, Frankfort, Meek, Langdon, Bauer, Lambert, Chiera, Falkenstein, Jacobsen ile, özellikle, Kramer ve Van Dyck ilk hatıra gelenlerdendir. Öteki değerli araştırıcılar hakkında daha ayrıntılı bilgileri ve katkıları Borger in Handbuch der Keilschriftsliteratur (1967 1975, de Gruyter, Berlin) "unda, Chicago gibi ünlü merkezlerin yayınlarında, uzmanlaşmış sürelilerde bulmak mümkündür. Türkçe yayınlar için Türkiye Bibliyografyası ile Makaleler Bibliyografyası'm taramak sağlıklı yoldur. Buna ek olarak ayrıca Astika ve JVastika denen literatüre dayanan uzmanların Hint düşüncesi hakkında yazmış oldukları genel mahiyetteki eserleri ile özellikle Buddhizm^i tanımış Türkler konusunda yerli ve yabancı uzmanların aydınlara hitabeden eserlerine baş vurulabileceğini belirtmek uygun olur. İlâhiyat ve felsefe doktoru olan ünlü hekim Albert Schweizer in Les Grands Penseurs de rinde (Payot, Paris, 1936)' inde yapmış olduğu mukayeseler ve değerlendirmeler, fikrî vaziyet alışlarımızda bir zemin oluşturabilir. Sumerologlarm destan, mitos, hikâye, atasözü, neşide, ilenç ile kanun epilogları ile prologlarına dayanarak bizlere sunmuş oldukları verilerden öyle anlıyoruz ki M. Ö. 4000 ilâ 3500,lerde, Fırat ve Dicle nin birleşerek denize vardığı yerlerde oturan Sumerlilerde adâlet ve kanun kavramları anahtar kavramlardır; hattâ temel kavramlardır. Ancak Sumerlilerin bu konudaki düşüncelerini anlamaya çalışırken, onlarda söz konusu olan adâletin ve kanunun, hukukta anlaşıldığı üzere, Positif veya Conventionel değil ama, Cosmique olduğunu dâima gözönünde bulundurmamız gerekmektedir. Çünkü adâlet, Sumerli ye göre, Gök Tanrısı ve Baş Tanrı olan Anû nun işidir. Anû, Sumerli Panteonumun en büyük Tanrısıdır. O, yaratıcı TanrıMır. Onun emrinde, başka yaratan ve yaratmayan Tanrılar bulunmaktadır. Anû aynı zamanda ekvator kuşağıdır. Hak ve adâletin insanlardan değil, ama Tanrılardan geldiği görüşü, M. Ö. I500',lerde tarihte görünen Eski Yunanlıların da sarsılmaz bir düşüncesi idi (Kranz, Antik Metinler, Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1976, 2. Bsm., s. 19, not i). Sumerlilere göre, adâlet, en yüksek varlık ve düşünce kategorisidir. Adâlet varlığın ve hikmetin temelinde bulunur. Bu demektir-

340 MÜBAHAT TÜRKER - KÜYEL ki, bir varlık ilkin âdil dir, adâlete uygundur, uyum ve dengededir, sonra vardır. Başka deyimle, ne ki âdildir, ne ki adâlete uygundur, o vardır; buna karşılık, ne ki vardır, o âdildir ve adâlete uygundur. Bunun gibi, ne ki âdil değildir, ne ki âdalete uygun değildir, o var- -değildir. Var-değil olan ise, âdil-değil olduğu için var-değildir. Yani, o, adâlete uymadığı için yoktur. Özetle, bir varlık eğer âdil ise, dengede ise, uyum halinde ise vardır, aksi halde yoktur. Demek ki Sumerli gözünde adâlet, varlığın tâ kendisidir, varlığın arke sidir. Bütün bunların böyle olduğunu bilmek demek, hikmete, bilgeliğe sahip olmak demektir. Sumerliler işte böylece adâlet kavramını temele alarak, yazılı tarihte ilk defa bütün varlığı Transandantal bir vahdet içinde kavramaya muktedir olabilmişlerdir, hikmete ulaşabilmişlerdir. Öyle ki, adâlet Sumerlilerde şu üç noktayı kapsamına almış bulunmaktadır: i. Adâlet, bir şeyi o şey yapan şeydir. Bilindiği üzere, felsefede buna mâhiyet denir. 2. Adâlet, o olmuş olan şeyin tâ kendisidir; yani varlıktır. Varlığın tâ kendisidir. 3. Adâlet bütün bunların böyle olduklarını bilmektedir. Yani hikmettir, doğru bilgidir, bilgeliktir. Sumerli gözünde böylece, varlık, bilgi ve değer, bunların her üçü de, adâleti oluşturmaktadırlar. Bu demektir ki, Sumerli gözünde, Tanrılar, Evren, Toplum ve İnsan adâletin kendini dışa vuruş şekilleri olmak gerekir. Sumerliler, Tanrılarda, Evrende, Toplumda ve İnsanda kendini dışa vurmuş bir adâlet ve bunlar arasında bir paralellik, bir denge görmektedirler. İşte, belki de, Küfr ile dünya durur, ama zulm ile durmaz düşüncesinin köklerinde, insanlığın yazılı tarihteki bu en eski tecrübesi yer almaktadır. Adâletin bu dışa vuruşunda bir sıra ve tertip bulunmaktadır. Sumerlilerin adâlet anlamına gelen Mg. Si. Sa kelimesi ile Di. Ku (hüküm vermek) kelimesi ve bunların Akkadca karşılıkları olan Maşarum, Simdatum, ile Arapça Hikmet, Hakamet kelimeleri, hattâ Hintlilerin Rta sı ile Çinlilerin Tao su, Eski Yunanlıların Cosmos u, Logos'u, Lâtinlerin Ratis i, Ratio su karşılaştırılırsa, bu karşılaştırma, bize, Sumerlilerin Adâlet, Hikmet ve Akıl arasındaki ilişkiyi bildikleri izlenimini de verir. Netekim, eski Yunanlılarda, Adâlet (doğru) bilgidir dendiğinden de, Yedi Bilge, Sokrates ve Platon yoluyle, haberdar bulunuyoruz. Sumerlilerde adâlet ve kanuniyet kendisini bir sıra dahilinde dışarı vurur, dedik. Adâlet, tâ temelde, ilkin, İlk Deniz olarak görünür. İlk Deniz veya Nin-Khursag, filozofların Protohüle veya

İKİ GEMİ TÜRÜ 341 Materia Prima dedikleri, hiç belirleme almamış, apeiron mahiyetinde, en dipteki yerdir, ınahaldir. Bütün varlıklar, belirleme ala ala, veya belirleme aldıkça, bu ilk mahallin kucağında oluşmuşlardır. Bu İlk Denizden sonra, arkadan, kimisi yaratıcı olan, kimisi yaratıcı olmayan Dingirler, yani Tengriler veya Tanrılar gelir. Yaratıcı Tanrılar, ilkin, Yer-Gök Dağı nı yaratmışlardır. Gök ile yer birbirlerinden Hava ile ayrılmıştır. Gök, baba Tanrı Anû dur. Yer ise ana Tanrıça K i dir. Bu ikisini, çocukları olan Hava Tanrısı Lil birbirinden ayırmıştır. Hava Lü, üzerine Uğ denen parlaklık ekini alarak, göksel cisimleri meydana getirir. Yıldızlar, Ay, Güneş ve gezegenler böylece oluşurlar. Hava Lü, Yer K i ile birleşerek cansızları ve canlıları, madenleri, bitkileri, hayvanları, insanı ve insanın kültür ve uygarlığını meydana getirirler; özellikle, insana, Tanrılar tarafından dil ve akıl bağışlanır. İnsanın görevi Tanrılara ibadetten ibarettir, onları yüceltmektir. Kültür ve uygarlığın Tanrıların insana birer bağışı olduğu düşüncesi Eski Yunanlıların da fikri idi. Sumerlilere göre, Tanrılar, varlıkları yarattıktan sonra, yaratmış olduklarına ad takarlar. Tanrıların takmış oldukları adlara Mu denir. Tanrıların yaratma fiili, yaratılanlara isimleri takılmadıkça, onlara isimleriyle ünlenmedikçe, tamamlanmış olmaz. Yaratılmış olan varlıklarda, Tanrı emirlerine bir boyun eğiş görülür. Buna Me denir. Sumerologlar bu Me3yi Tanrı buyruğu, Par su Farz olarak anlamak isterler. İşte, bu, herhalde, daha sonra, filozofların Bir şeyi o şey yapan şey olarak tanımlayacakları Mâhiyet olsa gerektir. Bu Me, Tabiat kavramının, eskilerin tabiat-ı eşya deyimindeki ta b ia tın da prototipini oluşturması gerektir. Me3ler, Hikmet Tanrısı Enki nin Göksel 7 <?bz<? sinde mahfûzdur. Me3ler o tekne içinde oradan oraya taşınırlar, ihtiyacı olanlara dağıtılırlar. M^ ler Enki nin Göksel Levha1sında, demirbaşlar halinde, kayıtlıdırlar: Hepsi emniyete alınmışlardır, kaybolmazlar, eksilmezler, hesabı verilmeye hazır bulunurlar. Hikmet Tanrısı Enki, bütün Tanrıların kalplerinden geçenleri bilir. Bir şeyi o şey yapan şey, böylece, hem onları yaratan Tanrıların kalplerinde, hem varlıklarda (jvyglerde), hem de onları tanıyan insan zihninde hikmet olarak, hem de Dubb-balax&a., yani Levhalarda, demirbaşta, yazılı olarak bulunurlar. Gök Tanrısı Anû emir verir. Emirler Ay Tanrısı Nannar aracılığı ile iletilir. Ay Tanrısı Nannar da damgalar yeridir. O, gebe bırakır, damgalar. Hükümdarı hükümdar olarak Ay Tanrısı Nannar tayin eder.

342 MÜBAHAT TÜRKER - KÜYEL Tanrılar belli zamanlarda bir araya gelerek ve aralarında kingeşerek, tartışarak, görüşerek, kanunları göklere yazarlar. Tanrıların göklere yazmış oldukları bu kanunlara Nam denir. Nam'ları kimse ihlâl edemez. Tanrılar bile! Öte dünya Kur dahî bu kanunlara tâbidir. Sumerlilerin, yazılı tarihte, insanlık kültür ve uygarlığına nizam prensibini getirmiş oldukları düşüncesinin kaynaklarından birisi işte budur. Tanrılar ölmez, uyumaz, dalmaz; onlar daima canlı gözlerle bakarlar, daima uyanıktırlar, diridirler, canlıdırlar, ebedîdirler. Oysa insan ölür, uyur, dalar; insan ebedî değildir. Tanrılar kendi kanlarıyla balçığı kararak, insanı kendi sûretlerinde yaratmışlar, ona kendi nefeslerinden üfleyerek, ona can vermişler, onu diriltmişler, sonra insanın gönlünde kendilerine bir mesken, bir oturacak yer kurmuşlar, yapmışlardır. İnsanın isteği Tanrı gibi olmaktır; yani, ebedî olmaktır, ölümsüzlüktür. Ebediyet yolunda, Sumerli insanın bir sürü çareler aramış olduğunu görmekteyiz. Bu çareler arasında, bize Adapa nın, Etena - nın ve Kılkamış m çırpınışları intikal etmiştir. Enkidu ile hükümdar Ziu Sudra nm durumlarını ayrıca mütâlaa etmemiz gerekiyor. Enkidu toplum hayatından hiç nasibini almamış olan, konuşamayan, değerleri tanımayan, kültür ve uygarlıktan uzakta, hayvanlarıyla birlikte yaşayan, onlar için çarpışan insan kılıklı bir canlıdır. Demek ki, Sumerliler, toplum dışında kalmış olan bir insanın sadece bir canlı, sadece bir hayvan olduğunun bilincindedirler. Enkidu, sonradan, filozofların sabi veya wild beast, orman adamı, vahşi diyecekleri tiptir. Enkidu, sonradan, düşünürlerin kişi artığı, kişi sonu diyecekleri (.Kutatgu Bilig, Arat neşri) halde bulunan kişinin de prototipidir. Enkidu yu kültür ve uygarlığı, bilgelik Tanrısı Enki den alarak şehirleri kuran Astarte nin (Venüs ün) kızları eğitirler. Enkidu yu el içine çıkacak hale onlar getirirler. Topluma adım atan Enkidu, insan haline gelmenin, insan olmanın ne kadar mihnet ile gerçekleşen bir iş olduğunun bilincine varmıştır. Özellikle, o, dostluk değerini gerçekleştirirken, arkadaşlık değerini yaşarken, sehâ olayında, bunu idrâk eder. Hattâ bir ara, insan haline gelmekten bile pişmanlık duyar; ama artık hayvanlarına da dönemez. Hükümdar Kılkamış ın, toplumsal çevresinden vefakâr, fedakâr ve sehâ sahibi bir kişiyi seçecek yere, ormandan bir adamı, bir orman adamını seçmesi düşündü

ÎKl GEMİ TÜRÜ 343 rücüdür. Acaba toplumda istediği vasıfta birisini bulamadı mı? Burası bilinmiyor. Sevgili eşini hastalıktan kurtarmak için didinen Etena, bu yolla Tanrıların rızasını ve ebediyeti ümit eden bir kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne yazık ki Tanrılar, bu kadar özel bir sebebe dayanan bir kişiden ebediyeti esirgemişlerdir; Etana yı tekrar geldiği yere, yeryüzüne iade etmişlerdir. Adapa ya gelince: Adapa, gece gündüz Tanrılara ibâdet eden, sunular sunan bir âbid kişidir. Adapa, bir gün, Tanrılara sunulmak üzere bir balık yakalar; ama rüzgar Şutu esince deniz dalgalanır, Adapa balığını elinden kaçırır. Adapa ceza olsun diye, rüzgar Şutu - nun kanadını kırar. Rüzgar esmez olur. Rüzgar esmeyince, yağmur yağmaz, yağmur yağmayınca ekin bitmez, ekin bitmeyince kıtlık başlar; insanlar sıkıntıya düşer. Başkalarına zarar vermek, Tanrı Me lerine ve jvam lanna karşı koymak yüzünden Adapa, Gökte, Gök T anrısı Anû tarafından sorguya çekilir. Adapa son derece âbid olmakla birlikte, geldiği yere yeryüzüne iade edilir; ebediyete kavuşamaz. Gözü pek, kudretli alp hükümdar Kılkamış, arkadaşı ve dostu Enkidu ile büyük kahramanlıklar yapar; sedr ağaçlarını devin devin verir; Humbaba yı öldürür; Gökboğasmı yere serip, göğsünü yararak kalbini çıkarıp Güneş Utu nun ayakları dibine atar; Sabitu Suduri nin dayanılmaz ısrarlarına karşı kor; Astarte nin câzip tekliflerini istihfaf eder; istihza ve istihkar ile geri çevirir. Hiç bir yerde sendelemeyen gerilemeyen bu alp hükümdar, arkadaşı ve dostu Enkidu nun öldüğünü gördüğünde, ölümü öldürmeye, yani, ebediyeti bulmaya karar verir. Varıp bir gemi inşa eder. Ölümsüzlüğe ermiş hükümdar Ziu Sudra yı aramaya öte dünya Kur'a, gider. Bulduğu ölümsüzlük sırrını, bir anlık dalgınlık eseri, yılana kaptırır, kaybeder, ebedileşemez. Öte dünyada kalır, buraya dönemez. Ziu Sudra, Sumerli hükümdarlar arasında, ölümsüzlüğe ermiş tek kişidir. Ziu Sudra, bir gün, duvar dibinde, birdenbire, Tanrıların konuştuklarını işitir. Tanrılar söz dinlemeyen şu insanları bir tufanla yok etmeye karar vermiş bulunmaktadırlar. Bunu duyan, işiten Ziu Sudra, hemen koşup, gerçek bir tekne, gerçek bir gemi inşa eder. Canlı cansız, her yaratığı, bitkileri, hayvanları aralarında hiçbir fark gözetmeden bütün insanları, kültür ve uygarlığı içine doldurur. Tufanı atlattıktan sonra, Güneşin yüzünü gören Ziu Sudra, gemiyi

344 MÜBAHAT TÜRKER - KÜYEL boşaltır, gemiden iner, toprağı öper. Böylece, o, Tanrıların yaratıklarının hepsini tufanda yok olmaktan kurtarmış olur. Bunun üzerine Tanrılar, ona kendi ebedî soluklarından bağışlarlar; Ziu Sudra ölmezler arasına karışır, ebedileşir, Tanrılaşır. Oysa, babasından ateşi çalan Prometeus un nasıl babası tarafından cezalandırılmış olduğundan da haberdar bulunuyoruz. Bu, bize, iki kültür arasındaki zihniyet farkını göstermektedir. Bu Sumerli insan tiplerini bir değerlendirmeye tâbi tutacak olursak şunu görürüz: Enkidu, hükümdara yardımcı olacak kişide bulunması gereken değerler bakımından dengede kalmıştır; hayatını bu değerler çerçevesi içinde yaşayıp bitirmiştir. O, kendisi için bir ebediyet arayışı içinde olmamış, ancak insan olmanın bir mihnet işi olduğunun bilincine varmıştır. Etena da kişisel sevgi ve sevginin getirdiği değerler içerisinde dengede kalmıştır; bu yüzden de ebediyeti ummuştur, ama kişisel plânda kaldığı için, ona erememiştir. Adapa ise, sadece âbid bir kişi olma değerleri içerisinde dengede kalmıştır; ama doğa dengesini bozması, Sumerli gözünde, onun ebedîleşme şansını kaçırmasına sebep olmuştur. Kendisinde bir çeşit âbid ve zâhid karakter tesbit ettiğimiz Kılkamış ise, kahraman hükümdar değerleri içerisinde dengede kalmıştır; ama, ölümü öldürmek gibi Tanrıların jvaw larina karşı koymuş olduğu, kendi benliğini öne almış olduğu için, Sumerli gözünde, ebedîliğe lâyık görülmemiştir. Bu tiplerin hiçbirisi kendi amaçları dışında dengede değildirler. Oysa hükümdar Ziu Sudra her yönden dengededir; kendi şahsına ait özel bir isteği yoktur. Hattâ, o, İbn-i Sînâ nm deyimi ile, bir  rif Mütenezzih tir. İnsan, Toplum, Evren ve Tanrılar hakkında derin hikmete sahiptir. Onun gözünde ibadet, Tanrıların yaratıklarını, temiz, pis demeden, hiçbir fark gözetmeden kurtarmaktır. Sumerli gözünde, Tanrıların insanlardan bekledikleri asıl ibâdetin bu olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Tanrılar Ziu Sudra yı kendi katlarına yüceltmişlerdir. Ziu Sudra, sonra, basileus temistopoloi, melik-i sunna, melik-i 1âdil, el-ilâh el-beşerî, el-rabb el-însânvnin prototipini teşkil edecektir. Sonuçta, Sumerli zihniyetinde, Tanrılar gerçektir, Evren gerçektir, Toplum gerçektir, İnsan gerçektir. Tanrılar, Evren, Toplum ve İnsan ne imtiyazlı herhangibir insanın bilincinin içerikleridir, ne de birer yokluktur. Sumerli ye göre, ebedî olan, Tanrıların adâleti ve hikmetidir. İnsanlar, ancak bu hikmeti anladıkça, bu adâletten pay aldıkça, bu adâlet ve bu hik

İKİ GEMİ t ü r ü 345 mete göre davrandıkça ebediyet yoluna girebilirler. İnsanın kurtuluşu yani, ebediyeti, ancak Tanrıların adâletini ve hikmetini anlayıp, bilim ve tekniğe dayanarak gerçekleştirilebilir. İçlerinde Brahman râhiplerinin düşüncelerini okuduğumuz, M. Ö. 20004ere kadar çıkarılan Vedalar ve Uparıişadlarda. çok gelişik ve çeşitli bir terminoloji ile anlatılmak istenen şudur: Yaşanılmakta olan şu hayat, fakirlik, hastalık, ihtiyarlık ve, asıl, ölüm gibi acı veren olaylarla doludur. Bu açılardan kurtulmak esastır. Bu kurtuluş*un esası ise, şu içinde yaşadığımız evrenin kendisinin bir maya, bir rüya, bir korkulu ve acılı düş olduğunu kabul etmektir. Brahman râhibinin davranışları bize göstermektedir ki, bu açılardan kurtuluş yolu, Tanrılar dahil, bütün varlığı Brahman rahibinin bizzat kendisinin yarattığına inanmaktadır. Bu inanç, ben-değilleri Brahman ın Ben inin yarattığıdır. Öyle ki, Brahman râhibi, Tanrılara ibadet ede ede, onları hakimiyetine aldığına kani olmuştur. Aya, Güneşe dokunduduğuna, hattâ Tanrıları korkuttuğuna bile inanmıştır. Brahman râhibi, kendi bilincini Tanrı Brahman ın bilinci olan Atmân ile aynılaştırarak, bu sonuca varmış olmaktadır. Bu halde bütün varlık Brahm an^ bilincinin içeriklerine indirgenmiş oluyor. Bu teoriyi, Brahman râhibin müstakbel Brahman rahibini teke tek usulü ile, tek hocaya tek öğrenci usulü ile, yetiştirirken, bu eğitim sonucunda ikisi arasında geçen sözlerden anlıyoruz. Brahman adayı, eğitim süreci sırasında, ve sonunda, anlamış olmaktadır ki, kendisi artık, Brahman dır. Çünkü o, Ben Brahman ım Abam Brahmasmi demektedir. Eğitmeni de bunu Elbette, sen Brahmansın Tat Tvam Asi sözleriyle tasdik etmiş bulunmaktadır. Bu suretle Brahmanlık, Brahman adayında yeniden doğarak, Brahman dan Brahm an^ yaşamakta devam eder. Brahmanlık, BrahmanMan Brahman a yeniden doğuşlarla devam etmiş olmakla, Brahman ın ölüm acısı dindirilmiş, ebediyeti sağlamış olur. Brahman rahibi, bir yandan, bütün varlığı kendi bilincinin içerikleri sayarak, bir yandan da Tenâsuh çarkını kendisinin ebediyeti lehinde döndürerek, özellikle, ölüm acısından kurtulmuş, ölümü ortadan kaldırmış, ebedileşmiş olur. Bu tür bir ebediyet, onu, gündelik doğuş çarkından beriye almakta, tenasuhtan çıkarmakta, Nirvana kıyısına ulaştırmaktadır. Kurtuluş, yalnız ve ancak Brahma'nın kurtuluşudur; yoksa, Brahman olmayanların kurtuluşu değildir.

346 MÜBAHAT TÜRKER - KÜYEL M. Ö. V I. yüzyılda yaşamış olan Buddha için Kurtuluş ise, Beri1den Kurtuluş ^ur. Buddha için de Evren veya hayat bir Maya dvc. Korku ve acı ile dolu bir düştür. Hayat fakirlik, hastalık, ihtiyarlık ve ölüm acılarıyla ve öteki acılarla doludur. Bu açılardan kurtulmak gerekir. Kurtuluş yolu, Brahman ın yapmış olduğu gibi, varlığı Brahman ın bilincinin içerikleri saymak, yani varlığı Brahman ın Ben ine indirgemek değildir, bilâkis, tenâsuhun her türünü önlemektir. Buddha zaten parlatılmış, uyandırılmış, uyanmış, aydınlamış, kurtarıcı, gemici, çarkçı... anlamlarına gelir. Nirvana ise söndürülmüş anlamına gelir. Buddha Nirvana yı amaçlıyor demek, hayat ateşinin söndürülmesinin gereği üzerinde uyanmış oluyor veya uyandırmış oluyor demektir. Buddha Bilgi Tekeri ni döndürerek, uyandırmaya çıkmıştır. Bilgi tekeri ni döndürmek demek, kendisinin görüşünü yaymak demektir. Asıl tarihî Budhha, tek ferdin Kurtuluşu1nu vurgulayan Amithaba dır, Adi Buddha (Adi Burxan) dir. İşte bu görüş sonradan Kiçig Kölüngü admı alacaktır. Çünkü, orada, Hayat Seli önünde tek ferdin kurtuluşu söz konusudur. Bu yüzden tenâsuhu önleyiş, ancak, Ben in de bir Maya, bir hiç olduğunu tasdik etmekle gerçekleşir. ( Özi tözi yok, közüngüdeki körkdeşteg ) ( Yok. Kurug ol ) Buddha tarafından Hiç e indirgenen Ben, özellikle Brahman ın Ben idir. Çünkü Buddha nm Brahmanlara karşı olduğu bilinmektedir. Buddha nın öğrencisi Nagarçuna Kurtuluş u gerçekleştirmek için, değil sadece Brahman ın Ben ini, Buddha yı bile Hiç e indirgemiştir. Nitekim Buddhizm Tibet e yayıldığında, Tibetli Buddhist rahip de Tangarıg da, extase da, bütün Tanrıları Hiç e indirgemiştir. Buddhizm bir din halini aldıktan sonra, Buddhistler arasında bir grup, dünyayı reddederek yeniden doğuş yani, tenâsuh devrelerinden kurtulacak yerde, gündelik hayatı yaşayarak, ama Buddha yı yücelterek de Kurtuluş a ulaşılacağına inanmıştır. İşte bunlar Uluğ Kölüngü veya Mahayâna buddhistleridir. Burada Kölüngü veya yâna, yeniden doğuşlar nehrini veya selini geçmeye, yani, acılarla dolu hayatı yaşamaya yardım eden ve Nirvana kıyısına ulaştıran teknedir, gemidir. Nirvana, hiç durmadan tekerrür eden yeniden doğuşların, samşâra nın, ötesine geçmektedir. Ama Mahayâna daki nihaî amaç, yeniden doğuşların çarkından kurtulmak değildir. Nihaî amaç, acımaktır. Mahayânacılara göre, Buddha esasen, yalınız kendini düşünmek iznini kimseye vermezdi. Kurtuluş, tek başına bir kişinin kurtuluşu değildir; Kurtuluş, bütün canlıların kurtuluşudur. İnsanın ideali, kendisini

İKİ GEMİ TÜRÜ 347 kurtarır kurtarmaz, Nirvana?ya erişmeyi reddetmek, yeryüzündekileri kurtarmak üzere dönüp, tekrar, yeniden doğmaktır. Acılara yeniden katlanmaktır. Bu amaca dönük kişiler, bu amacı gerçekleştirmek için, tekrar yeniden doğarlar; böylelikle birer Boddhisatva olurlar, yani, Buddha liyakatinde kişilere dönüşürler. Buddha nm kendisi, Nirvana'ya ulaşmıştır deniyorsa, bu, etrafındakilerin onu anlayamamış olmalarından ileri gelir. Çünkü Buddha nm amacı Nirvana değildir, acımaktır: Gautama Buddha olmaktır. Gautama Buddha, Nirvana1ya erişmedi; dünyayı nasıl kurtaracağını düşünerek, hep, göklerde dolaştı durdu. İşte onun için Mahayânacı için amaç, Evrensel acımak tır. Çünkü: Varlıklar acı çektikçe, merhametliler neşelenemezler! Acımak, bu suretle, ilk kez, düşüncenin merkezini işgal etmiş olmaktadır. Bilindiği üzere Türkler, Buddhizmin daha ziyade Mahayânacı şeklini kabul etmişlerdir. Türklerin, Mahayânacı görüşü, kendi aslî evren görüşleriyle, bilgelik ve alplik değerleriyle, telif ettiklerini ileriye süren araştırıcılar bulunmaktadır. Özellikle Uygur Türklerinin inancına göre, Varlık ve Bilgi, insanın Köngül Tabi nd tn, Köngiil Tözi nden, Gönlünden fışkırır, kaynar. Varlık, Bilgi ve Değer, temelini insanın gönlünde bulur; öyle ki: Bu görüş ve yahut Burxan kendü köngül erür, Köngül ok Burxan. Köngülden taş negü bar? (Arat yayını) (Buddha nın kendisi gönüldür Gönlün kendisi de Buddhadır Gönülden başka, var olan nedir?) Gönül çalabın tahtı Gönül çalaba bahtı. İki cihan bedbahtı K im gönül yıkar ise. Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil. Kıblegâh-ı Kibriyâdır. Yıkma kalbin kimsenin, Gönül bir sırça saraydır. Yıkılırsa yapılmaz şekillerinde günümüze kadar yaşamaya muvaffak olmuştur. Sonuçta, Mahayâna veya Uluğ Kölüngü, insanın bu tür bir bilgi ile kur-

348 MÜBAHAT TÜRKER - KÜYEL tulacağma bir inanç olmaktadır. Bilgi dendikçe işte bu bilgi, yani, Mahayânacı kurtuluş kastedilmektedir. Sumerli için dç. Kurtuluş" bir gemi, bir tekne ile olmaktadır. Bu, onlarda Tanrıların adâletine nüfuz etmek, hikmete ermek, bilim ve teknik olarak anlaşılmıştır. Çünkü Ziu Sudra, hikmeti sayesinde adâleti anlamış, bilim ve tekniğe dayanarak, her tür varlığı selden kurtarmak için gerçek bir gemi inşa etmiştir. Arkeologlar, kazılarında, Mezopotamya da bir değil, bir kaç kez tufan olduğunu ortaya koyabilmişlerdir. Bu tür gerçek selleri Uluğ Kölüngü ile geçip geçemeyeceğimizi de kendimize sorabiliriz. M akay âna için Kurtuluş, istisnasız bütün canlılara acımaktır, bütün canlıların Kurtuluşu'nu dilemektir. İşte insanı kurtaracak olan gemi bu Mahayânacı anlayışın kendisidir. Şimdi, konumuz olan iki Gemi Türü bir hayli açıklık kazanmış bulunmaktadır. * * * Okuyucularımızı, değerlendirmeleriyle başbaşa bırakmadan önce, buraya iki noktayı daha ilâve etmek istiyorum. Bunlardan birisi Mahayânacı görüş hakkında bir eleştiridir. Ötekisi ise Atatürk ün hayat hakkındaki görüşüdür. Mahayânacı görüşe yöneltilen eleştiriler, ondaki acıma düşüncesinin etkili olmadığı merkezindedir. Çünkü, denmektedir, Mahayânacı görüşte, temelde, dünyanın reddi bulunmaktadır. Acıma fiili, Mahayâna, Kurtuluşlu yaşama isteğini köreltmekte bulduğu için, insanı gerçekten acı çekenlere yardım etmeye teşvik edemiyor. Mahayâna, her ne kadar, tek bir insanın Kurtuluşu için değil, ama bütün canlıların kurtuluşu için uğraşmakta ise de, Kurtuluş'a erdirecek yolu göstermiyor. Netekim bu yolu Buddha da göstermemişti. Mahayânacı temenniler, hep başkasının Kurtuluşu'm. yönelik ise de, meselâ, kadınların dünyaya bir dahaki gelişlerinde dünyaya erkek olarak gelmelerini temenni etmek, cehennemdekilerin oradan kurtulmalarını temenni etmek gibi, Kurtuluş bir temenniden öte gidemiyor; acımak da teorik kalıyor. Boddisatva ise, Bütün canlıları, yeniden doğuş seli = samşâra'dan kurtarmalıyım diye düşünüyor. Bu düşünce, tek fiil olan Maya'dan kurtuluş olduğu için, etkisiz kalıyor. Maya'dan kurtuluş ise bildiğimiz anlamda bir fiil değildir; muhayyile ile gerçekleştirilmiş veya muhayyel bir fiildir. Ben in olmadığı yerde öteki Ben ler de yoktur; acı müşterektir, ferdî değildir. Ben ile Sen in ayrılmadığı yerde kendini değil, başkasını

İKİ GEMİ TÜRÜ 349 sevmek esastır. Ama, bu sevgi dahî etkisizdir. Çünkü Evren Maya"1dır. Ekstaz da insan, evrenin gerçek olduğu rüyasından uyanır: Herşey hiçlikten ibarettir. Ne varlık vardır, ne yokluk. Mutlak Hiçlik, Сипу ata vardır. Böyle bir mutlak Hiçlik te acımak fonksiyonunu yitirir. Elde bir tek Ulu Kölüngü vasıtası ile yeniden doğuşlardan kurtulmak kalır. Atatürk ün hayat karşısındaki görüşüne gelince, onu şu metinde görebiliyoruz : Milletler gam ve keder bilmemelidir. Şeflerin vazifesi hayatı neşe ve şevkle karşılamak hususunda milletlere yol göstermektir. Vaktiyle kitaplar karıştırdım; hayat hakkında filozofların dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. Mâdem ki hiçiz ve sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür sırasında neşe ve saadete yer bulunmaz, diyordu. Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardır. Diyorlardı ki: Mâdem ki sonu nasıl olsa sıfırdır, bâri yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım. Ben, kendi karakterim bakımından ikinci hayat anlayışını tercih ediyorum, fakat şu kayıtlar içinde: Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören adamlar bedbahttırlar. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça, memnûn ve mesûd olması için lâzım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Mâkul bir adam ancak bu sürede hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve saadet, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, saadeti için çalışmakta bulunabilir. Bir insan böyle hareket ederken, Benden sonra gelecekler, acaba böyle bir rûhla çalıştığımı farkedecekler mi? diye bile düşünmemelidir. Hattâ, en mesûd olanlar hizmetlerinin bütün nesillerce meçhûl kalmasını tercih edecek karakterde bulunanlardır. Herkesin kendisine göre bir zevki vardır. Kimi bir bahçe ile meşgûl olmak, güzel çiçekler yetiştirmek ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek yetiştiren adam bir şey bekler mi? Adam yetiştiren adam da çiçek yetiştirendeki hislerle hareket edebilmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine ve milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler (Falih Rıfkı Atay, Atatürk ün Yaşam Felsefesi, Bilim ve Teknik, s. 14, Kasım 1984, 204, Ankara).

ÇAĞDAŞ SANAT YARATICILIĞINDA ELEŞTİRİNİN YERİ ÇEV AD M EM DUH A L T A R * Sanatta eleştirinin, nasıl ve ne yolda değerlendirilmesi gerekeceği sorunu, herşeyden önce Güzel ve Güzellik kavramlarının sağlam bir algılayış yoluyla elde edilecek eleştiri gücündeki isabete bağlıdır. Öte yandan, üstün nitelikli bir eleştirinin, ancak dünya çapında ün yapmış büyük sanatçıların meydana getirmiş oldukları eserlerde saklı teknik ve estetik espriden beslendiği kanısı da çoğunlukla ağır başmaktadır ki, bu da sanat eserlerini yorumlamaya yönelik kanıları oluşturan, hattâ bu tür kanıları kesin, sağlam yöntemlere bağlayan bir bilim dalının varolması gerekeceği inancının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ve onun için sanat eserlerinin, güzellik açısından, aynı kıstaslara göre meydana getirilmiş olmaları ve dolayısıyla belirecek ortak yönlerin, güzelin ve güzelliğin oluşumunu sağlayacak koşul ve kuralları da kapsaması gerekeceği düşüncesine yol açmaktadır. Ne var ki, sanat felsefesine yönelme yolunda karşılaşılan en büyük anlaşmazlık, kendini özellikle bu noktada açığa vurmaktadır. Çünkü sanat eleştirmenlerinin, herhangi bir eser üstündeki görüş ve düşünceleri, birbirinden oldukça farklıdır; ve her eleştirmen, çoğunlukla sadece kendi görüşünün, en doğru, en şaşmaz eleştiri olduğu kanısındadır; ve düşüncelerinde haklı olduğu inancından küçük bir ödün vermeye de kesinlikle yanaşmamaktadır. Öte yandan bir başka gerçek de eleştirmenin, sanat üzerine açıklanan değişik düşünceleri, çoğu kez şüphecilikle karşılamaktan kolay kolay vazgeçememesidir. Bazan eleştirmen kendi görüşünün, başkalarınca paylaşılmamış olduğunu görse bile, düşüncesini ısrarla savunmaktadır; hattâ çoğunluğun beğendiği bir eseri, olumsuz bir kanı ile eleştirdiği gibi, aynı eseri, bir süre sonra benimsiyebilmektedir de. Nitekim tarih bizlere, sanat eserleri üstünde oluşan düşüncelerin, zamanla değişip gelişmekte olduğunu da açıkça göstermektedir; ve ulusların, aralarındaki zevk ayrılıkları doğrultusunda bir yaklaşıma * Cevat Memduh Altar, Sanat Tarihçisi ve Müzikolog.