ÖCALAN'IN SORUŞTURMA KOMİSYONUNA VERDİĞİ SORGU İFADESİ GEREKÇELİ KARAR-II GEREKÇELİ KARAR (5)



Benzer belgeler
İ Ç İ N D E K İ L E R

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

ANAYASA MAHKEMESİ İKİNCİ BÖLÜM

T.C. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI Basın Bürosu Sayı: 19

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI!

20. RİG TOPLANTISI Basın Bildirisi Konya, 9 Nisan 2010

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI VE KAZANIM TESTLERİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

Cumhuriyet Halk Partisi

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

2018-LGS-İnkılap Tarihi Deneme Sınavı 9

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

İş Yeri Hakları Politikası

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GÜÇ KULLANMA SEÇENEĞİ ( )

İKİNCİ DAİRE KABUL EDĠLEBĠLĠRLĠK HAKKINDA KARAR

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

KURTULUŞ SAVAŞI ( ) Gülsema Lüyer

İnsanların, sadece insan olması nedeniyle sahip oldukları devredilemez ve vazgeçilemez haklardır.

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler

1: İNSAN VE TOPLUM...

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

HOCAİLYAS ORTAOKULU. ÜNİTE 1: Bir Kahraman Doğuyor T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK-8

Kadına YÖNELİK ŞİDDET ve Ev İçİ Şİddetİn Mücadeleye İlİşkİn. Sözleşmesi. İstanbul. Sözleşmesİ. Korkudan uzak Şİddetten uzak

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

Musul Sorunu'na Lozan'da bir çözüm bulunamadı. Bu nedenle Irak sınırının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakıldı.

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ

Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin Uygulanması

ACR Group. NEDEN? neden?

MİLLİ MÜCADELE TRENİ

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa Birliği ne değil, hemen

Sayın Komiser, Saygıdeğer Bakanlar, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

ANAYASA MAHKEMESİ İKİNCİ BÖLÜM TEDBİRE İLİŞKİN ARA KARAR

1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN

Türkiye de Çocukların Terör Suçluluğu. Dr. Yusuf Solmaz BALO

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ

Bilmek Bizler uzmanız. Müşterilerimizi, şirketlerini, adaylarımızı ve işimizi biliriz. Bizim işimizde detaylar çoğu zaman çok önemlidir.

Av. Ece KAVAKLI Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Ankara Halk Sağlığı Müdürlüğü Hukuk Birimi

ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ Eğitim-Öğretim Yılı. Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 SĠYASET

Tuba ÖZDİNÇ. Örgün Eğitim

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5

Özal'dan şok açıklama

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER YILLIK PLANI

T.B.M.M. CUMHURİYET HALK PARTİSİ Grup Başkanlığı Tarih :.../..«. 8

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

BATI CEPHESİ'NDE SAVAŞ

ANAYASA MAHKEMESİ NE BİREYSEL BAŞVURU YOLU AÇILDI

ÖZET : 353 Sayılı Kanunun 10/^ maddesi uyarınca asker kişi sayılan. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ CEZA BÖLtMÜ. sanıkların askerî cezaevinde işledikleri

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Yargı Örgütü Dersleri

DİN VEYA İNANCA DAYANAN HER TÜRLÜ HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN VE AYRIMCILIĞIN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ

Devrim Öncesinde Yemen

Sayı : Konu : Tavsiye Kararı Talebi KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMUNA

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Hazırlayan: TACETTİN ÇALIK. Tacettin Hoca İle KPSS Vatandaşlık

İLTİCA HAKKI NEDİR? 13 Ağustos 1993 tarihli Fransız Ana yasa mahkemesinin kararı uyarınca iltica hakkinin anayasal değeri su şekilde açıklanmıştır:

1.- GÜMRÜK BİRLİĞİ: 1968 (Ticari engellerin kaldırılması + OGT) 2.- AET den AB ye GEÇİŞ :1992 (Kişilerin + Sermayenin + Hizmetlerin Serbest Dolaşımı.

(Resmî Gazete ile yayımı: Sayı : Mükerrer)

Harf üzerine ÎÇDEM. Numara

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI. Şubat 2018

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık

Yorumluyorum. Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM

TASLAK DEĞERLENDİRME ÇALIŞMASI. Bursa Tabip Odası Aile Hekimliği Komisyonu

MADDELER T.C. İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ GENÇLİK MECLİSİ YÖNETMELİĞİ

EUROPEAN COURT OF HUMAN RIGHTS AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

BİRİNCİ MEŞRUTİYET'İN İLANI (1876)

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Terörle Mücadele Mevzuatı

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

Transkript:

ÖCALAN'IN SORUŞTURMA KOMİSYONUNA VERDİĞİ SORGU İFADESİ GEREKÇELİ KARAR-II GEREKÇELİ KARAR (5) 2- Esas Hakkında Mütalaa Yazılı olarak hazırlanıp 08.06.1999 günlü oturumda, DGM.C.Başsavcısı Cevdet VOLKAN tarafından okunarak sunulan esas hakkındaki mütalaada; Sanık hakkında açılan son davaya ait 26.04.1999 gün ve 1997/514 Hz, 1999/98 Es., 1999/78 nolu iddianamede, sanığın başında bulunduğu PKK terör örgütünün kuruluşu, amacı, programı, stratejisi, yapılanması ve genel faaliyetleri ile gerçekleştirdiği eylemler ve bunların nitelikleri, hukuki değerlendirilmesi konularında geniş bilgi verildiğinden tekrarında yarar görülmediği, bu nedenle sanığın değişik aşamalardaki savunmaları ve yargılama sırasında ortaya çıkan fiili ve hukuki durumu değerlendirilerek esas hakkındaki mütalaanın hazırlandığı, Sanığın 31.05.1999 günlü oturumdaki sorgusunda, iddianamede belirtilen ve kendisinin verdiği talimatlar üzerine örgüt elemanları tarafından gerçekleştirilen bütün eylemlerden 1. derecede sorumlu olduğunu, hatta ölümlerin iddianamede belirtilenden daha da fazla olması gerektiğini, 01.06.1999 günlü oturumda da hazırlık soruşturması sırasında Jandarma ve DGM C.Savcılarınca alınan ifadeleri ile Ankara DGM Yedek Hakimliği nce tespit olunan, ilk savunmasının doğru olduğunu,, herhangi bir baskıya maruz kalmadan serbest iradesiyle verdiğini kabul ettiği, yine mahkeme başkanlığına sunduğu yazılı savunmasının 69. sayfasında PKK örgütünün eylemlerindeki sorumluluğunu açıkça ikrar ettiği, Sanık Abdullah ÖCALAN ın 22.02.1999 günü DGM.C.Savcılığı na verdiği ifadesinde PKK örgütünün kurucusu olduğum doğrudur. Yine bu örgütün önderliğini yaptığım, benim önderliğimde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığım da doğrudur. Başlangıçta gerçekten Kürdistan Devleti kurmak gibi bir kavramımız da vardır. Bu da doğrudur. Ancak gelişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt Devleti kurmak değil de Kürtlerin de Cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi sonucuna vardım. Bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak birarada yaşayabileceğimiz sonucuna vardım. dediği, Kendi isteğiyle ikinci kez verdiği 03.04.1999 günlü ifadesinde de; ''...bildiğiniz gibi PKK'nın da kurucusu benim, PKK kurulurken programını da yaptık. 0 zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı. Marksist temele dayalı yeni bir sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman, bize bu programın hayali olduğunu gösterdi... Kürt Devleti kurmanın mümkün olamayacağı ilmen de sabittir, gerekli de değildir. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde de demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca yardım. dediği, Hazırlık tahkikatı ile son tahkikat aşamasındaki ifadelerinde: Silahlı çete PKK'nın kurucusu ve 1 / 16

yöneticisi olarak eylemlerinden birinci derecede sorumlu olduğunu kabul ettiği, ancak 1990 lı yıllardan itibaren aynı sınırlar dahilinde demokrasiyi geliştirerek sınırlara hiç dokunmadan geliştirilecek bir çözümün daha gerçekçi olduğunu gördüğünü, kısaca 70 ler programını bırakıp yeni bir programa ulaşması gerektiğini kavradığını, Pratiğim yakınen incelenirse şu çok açık görülecektir ve kitap dolusu belgelerle kanıtlanacaktır. En iyi anlamlı ve mümkün olan özgürlük ve bağımsızlık bu yer Kürdistan da olsa ancak Türkiye nin genel Misak-ı Milli sınırları içerisinde mümkündür. Bilimsel olarak kanıtlamak zor değildir. Ayrılmış bir Kürdistan bitmiş ve bir gücün kuklası, işbirlikçilerin malikanesinden öteye gidemeyecek bir Kürdistan'dır. Ayrılmış bir Kürdistan halkın değil, yabancı ve işbirlikçilerin olabilir, ki bu ağırlıklı olarak hayaldir. Ancak çıkar güçlerinin oyunu olarak sık sık tekrarlanır. Tarih bütün oyunların isyanlarda nasıl oynandığını, asıl felaketleri halkın yaşadığını çok iyi ortaya koymaktadır. Kendi isyanımızda da bunu gördük. Tarihin en kritik dönemlerinde bu oyunlar oynanmıştır. Çözümsüz kaldığında başarıyla oynanmıştır da. 0 halde sorunu kendi ellerimizle çözmek, oynamak isteyenlere karşı kendi güçlü silahımız haline getirmektir. Bizzat tecrübemiz buna en iyi kanıt oldu. 0 halde ilk defa özgür irade ile gerçekleştireceğimiz bu kardeşlik çözümü yeni bir tarihi süreç olacak derken haklıyız. Kendi yargılanmamı olumlu barışın gerekçesi yapmak en temel demokratik idealimdir. Savunmanı temelde bu amaçla bağlantılıdır. gibi görüşlere yer verilmişse de; Sanık Abdullah ÖCALAN tarafından yazılan Kürdistan da Zorun Rolü isimli kitapta...kürt halkı kurtuluş mücadelesini bazı alanlarda eylem biçimleri ile sınırlayamaz., Sanık tarafından V. Kongre ye sunulan politik raporda 1993 te biraz da geçiş arzeden o dönemi bir ateşkes ile lehimize çevirmek istedik ve bu çok önemli bir adımdı. Hiç olmazsa bunu fırsat bilirler, canlanırlar diye düşündük. Aslında biraz da hem uzun soluk alma, hem de hazırlık yapma imkanı idi. Bazıları bu hazırlığı yaptı ama yine komuta yapılınca bu layıkıyla değerlendirilemedi. Yine PKK parti önderliği adı altında 08 Ekim 1998 tarihinde tüm partililer ve ARGK. savaşçılarına gönderdiği telsiz emrinde ateşkesle ilgili Çoğunuz görev alacaksınız, görev bu temelde olabilir. Tabi düşmanın kısa bir süre için şöyle bir hedefi de var, kök kazımaktan bahsediyor... Bizim bunlara misilleme hakkımız makbuldür. Yani kendimizi iyi düzenleyerek bu 10 kat değişmiş, dönüşmüş bir temelde cevaplandırma görevimiz var. Biz ateşkes olayını tek taraflı da olsa düzenlemeyi sadece biraz daha hazırlık düzeyimiz, siyasi, diplomatik olarak da hamle imkanı kazanmak için yaptık, bu başarılı olmuştur, ama yetersizdir, daha da yapılacak işler vardır, düşman bunları bilerek çok sert davranıyor. Sanık tarafından 16.10.1998 tarihinde sözde Botan Eyalet Sorumlularına verilen telsiz talimatında Nasıl ki Ankara dan çıkış partileşme anlamına geldi ise, yine Ortadoğu ya açılıp bir ordulaşma başarıldıysa, Uluslar arası alanda fazlasıyla açılmak kesinlikle devletleşme anlamında ciddi bir adım olarak değerlendirilmelidir. İnanıyorum ki yeni dönem bundan epey güç olacaktır. Gerilla tarzında yenilik ustalık en etkili cevabı verecektir. şeklindeki sözlerle asıl niyetini ortaya koyduğu, keza sanık tarafından 1995 yılı içerisinde Hatay Alan Komutanı na verilen telsiz talimatında... şimdi onlara özgün yaklaşırsınız, yani zaten dostane ilişkilerimizi söylersiniz ve mutlaka kazanmaya çalışırsınız, fakat faşist Türk kesimini de yıldırırsınız sanırım. Sanırım o başlangıçta yaptığınız eylemler önemli, fakat genelleştirmemek kaydıyla. 0 yoksulları kazanın fakat tehlikeli olan ele başları da ezin. Tabii hiç acımadan çıkarlarını darbeleyen ve yine 2 / 16

dediğim gibi bu arada zengin bir alan aslında. Birçok şeyini de haraca bağlayabilirsiniz o zenginlerin, bundan sonra hissederlerse epey gelir imkanınız da artar. şeklindeki sözlerle örgüte gelir sağlamada karşı gelenleri yıldırma ve sindirme amacıyla acımasızlığını sergilemesinin dikkat çekici olduğu, bu nedenlerle sanığın savunmasında samimi olmadığı, silahlı çete PKK'nın kuruluş amacı olan müstakil Kürdistan ı kurmak idealinden vazgeçmediği, bunun için koşulların oluşumunu bekleyip daha uygun bir ortamın yaratılması fırsatını kolladığı, tek taraflı ateşkes ilan etmesinin örgütün biraz daha iyi hazırlanması, siyasi ve diplomatik hamle imkanının kazanabilmesine yönelik olduğunu, bu itibarla sanığın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için çaba sarf edip samimi olmayan ifadelerde bulunduğunu, Silahlı çete PKK'nın bir terör örgütü olduğunu, yurtiçinde ve özellikle yurtdışında uyuşturucu ticareti yapanlarla sıkı bir ilişki içerisine girerek gelir temininde onları aracı olarak kullandığını, uyuşturucu ticaretinden pay ve haraç aldığını, bu terör örgütünün bütün Kürtleri temsil ettiğinin gerçeklerle bağdaşmadığını, duruşmalarda dinlenen kimi müdahiller ile müdahil vekillerinden Av. Kazım AYAYDIN ın da ifadelerinde Kürt kökenli Türk vatandaşı olduklarını ve Türkiye de Kürt-Türk ayırımı yapılamayacağını, Türk ve Kürt ün iç içe yaşadığını vurguladıklarını, PKK'nın suni olarak Türk ve Kürt ayrılığı yaratmaya, millet ve vatan bütünlüğünü bozmaya çalıştığını, oysa sanığın da ifadelerinde vurguladığı gibi 11. asırdan itibaren Türk ler ile Kürt lerin birlikte yaşamaya başladıklarını, birçok Türk boyunun Kürt boyları arasında eridiğini, bu itibarla iki halk arasında tabii bir kültür erozyonunun yaşandığını, kan bağının oluştuğunu, PKK çetelerine karşı savaşırken şehit düşen Kürt asıllı vatandaşların sayıca daha fazla olduğunu, PKK'ya karşı mücadele veren güvenlik kuvvetlerimizin yanında yer alan geçici köy korucularının Kürt asıllı vatandaşlar olmasının da dikkate değer olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nde Kürt lere baskı yapılmadığını, inkar politikası güdülmediğini, 1925 te patlak veren Şeyh Sait İsyanı'nın dahi devletten ayrılmayı hedeflemediğini, saltanat ve hilafetin geri getirilmesini amaçladığını, devlete karşı başlatılan silahlı bir hareketin güç kullanılarak bastırılması, isyan edenlerin de cezalandırılmasının uluslararası hukukta kabul edilmiş bir kural olduğunu, Erzurum ve Sivas Kongreleri nde benimsenip Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nca da kabul edilen Misak-ı Milli nin bir maddesinde; Mondros Mütarekesi nin imzaladığı 30 Ekim 1918 günü mütareke sınırları içinde dinsel, kültürel amaçlı ve amaç bakımından birlik oluşturmuş ve birbirlerine saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu ırki ve toplumsal haklarıyla coğrafi konumlarına bütünü ile saygılı ve fedakarlık duyguları ile dolu Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşik bulunduğu bölümlerin tamamının gerçekte veya yasal olarak hiçbir nedenle ayrım yapılması mümkün olmayan bir bütün olduğunun kabul edildiği, İstiklal Savaşı nda Misak-ı Milli nin bu hükmünün aynen benimsendiği, İstiklal Savaşı iyi incelendiğinde Atatürk ün Misak-ı Milli nin çizdiği sınırları içinde yaşayan halkın tamamını bir bütün olarak gördüğü, bölgesel güçleri birleştirmeye çalıştığı ve düşmana topyekün milletin gücüyle karşı koymaya çalıştığının görüleceği, Amasya genelgesinde; ''Milletin bağımsızlığını yine milletin kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır., Erzurum Kongresi nde ; Trabzon ile Canik sancağı ve doğu illeri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis ve bağımsız livaların hiçbir sebeple, bahane ile birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu,, Sivas kongresinde ise, Bütün yurttaki Müdafa-i Hukuk 3 / 16

Cemiyetleri birleştirilmiş, Anadolu ve Rumeli Müdafa-ı Hukuk Cemiyeti adı altında kurulmuştur. Erzurum Kongresi nde kararlaştırılan her türlü müdahaleye karşı toptan direnme kararı perçinlenmiş, Mondros Mütarakesi sırasında sınırlarımız içerisinde kalan ve ezici İslam çoğunluğu tarafından yerleşik Osmanlı ülkesi sınırları birbirinden ve Osmanlı camiasından bölünmesi mümkün olmayan ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Adı geçen ülkelerde yaşayan bütün islami unsurlar birbirlerine karşı saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu ve ırki, toplumsal ve coğrafik haklarına bütünü ile saygılı özkardeşlerdir. şeklindeki hükümlere yer verilerek, kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin ırk esasına dayandırılmamasının amaçlandığını, bilahare ırk esasına dayanmama prensibinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarında da aynen muhafaza edildiğini, PKK tarafından başlatılan terör eylemlerinin bir bağımsızlık hareketi olarak kabul edilemeyeceğini, çünkü kendi toprakları üzerinde egemenlik iddiasında bulunan güçlerle savaşmanın ancak bağımsızlık mücadelesi sayılabileceğini, oysa PKK terör örgütünün hedef olarak gösterdiği toprak parçasının Türkiye Cumhuriyeti nin egemenliği altında bulunduğunu, ayaklanma, başkaldırı ya da isyan şeklini alan bu hareketin devlet güçlerine yöneltilerek devletin otoritesini zayıflatmayı, sonuçta ülke topraklarını ve millet bütünlüğünün parçalanmasını, zayıflatmayı, sonuçta ülke topraklarını ve millet bütünlüğünün parçalanmasını amaçladığını, bu açıdan bu eylemlerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası nın 3. maddesindeki Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür ilkesi, 14. maddesinde belirtilen hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmaması hükmü ile bağdaşmadığını ve tümü ile TCK'nun 125. maddesinde müeyyidesini bulan devletin birliğini bozmağa veya devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya kalkışmak suçunu oluşturduğu, 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu hükümlerine göre PKK'nın bir terör örgütü, mensuplarının da terör suçlusu sayılacağını, uluslararası hukukta da terörizmin her koşulda yasaklanıp ciddi bir insan hakları ihlali olarak kabul edildiğini, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme de, sonuçta terör suçlarının insanlık suçu olarak kabul edildiğini, 1989 AGİK Viyana Kapanış Belgesi, 1990 Paris Şartı, 1992 Helsinki Bildirisi ve 1993 Viyana İnsan Hakları Dünya Konferansı Deklarasyonunda terör suçlarının ve bu suçlara katılan ülkelerin kınanacağı, hiçbir şart altında teröre hak verilmeyeceği, devletlerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü ihlal eden faaliyetlere karşı savunmada işbirliği yapılacağı, terörün her ülkede suç sayılacağı, terör tehdidinin ortadan kaldırılması için işbirliği yapılacağı hususlarında karşılıklı anlaşmaya varıldığı, bu bakımdan gerek ulusal ve gerekse uluslararası hukuk açısından sanık Abdullah ÖCALAN ın terör suçu sanığı olduğu, Cenevre Sözleşmesi hükümlerine göre savaş suçlusu statüsü verilmesi yönündeki istemlerin hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığı, PKK'nın başlattığı ayrılıkçı-terör eylemlerini önlemek, mensuplarını yakalandığında yargılamak Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin temel görevi olduğunu, PKK'ya uluslararası anlaşmalara göre bir taraf statüsü tanınmasının mümkün olamayacağını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin insan haklarına saygılı, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu, bölge ve ırk ayırımı yapılmaksızın, konuştuğu dile bakılmaksızın herkese yasaların eşit şekilde uygulandığını, Anayasa ve Yasaların tanıdığı hak ve özgürlüklerden herkesin yararlandığını, nitekim Anayasa nın 10. maddesinde bu ilkenin yer aldığını, PKK terör örgütünü fiilen kuran, gizli ve açık şekilde verdiği yazılı ve sözlü talimat ve emirlerle sev ve idare eden, yöneten sanık Abdullah ÖCALAN ın fiil ve hareketinin TCK'nun ayrı ayrı 4 / 16

bölümlerinde her biri ayrı ayrı suç sayılan şahıslara karşı işlenen mal, kamunun düzeni ve güvenliği ile geleceği, adliyenin şahsiyeti, devlet idaresi ve hürriyet aleyhine işlenen suç kapsamında olduğu gibi, bunların tamamını içine alan, bünyesi içerisinde toplayan ve mahiyeti gereği devletin şahsiyetine karşı cürümler başlığı altında düzenlenen TCK'nun 125. maddesindeki suçun unsurlarını oluşturacağını, Sanığın 1990 yılından sonra sivil kesimlere karşı hiçbir saldırıda bulunulmaması talimatı verdiği, bu yönde gelişen az sayıdaki olayların kendi inisiyatifi dışında ve bölge sorumlularınca geliştirildiği, bundan acı duymakla birlikte önleyemediği yönündeki savunmasının bir an için doğru olduğu kabul edilirse ve samimi düşüncesi olduğu varsayılsa bile yasadışı olan ve silahlı faaliyetleri ile uzun süredir devamlı terörü canlı tutarak amacına ulaşmak isteyen, Türk Ulusu na yurtiçinde ve dışarıda acı veren, kin, nefret duygularını uyandıran PKK'nın dosya içerisinde mevcut resmi verilere göre 15.02.1999 tarihine kadar gerçekleştirdiği eylemlerin bu savunmayı doğrulamadığını, nitekim PKK'nın kurulduğu tarihten sanığın yakalandığı 15.02.1999 tarihine kadar düzenlediği 6036 saldırı olayından 4057'sinin, devlet güçleri ile giriştiği 8257 silahlı çatışmadan 6057 sinin, 3071 bombalama ve patlatma eyleminden 2403'unün, 388 gasp olayından 298 inin, 1046 adam kaçırma olayından 934 ünün, 567 yasadışı gösteri olayından 329 unun 1993 yılından sonra gerçekleştirilmiş olması, keza KK terör örgütü tarafından öldürülen ya da şehit edilen 4472 T.C. vatandaşlarından 2871 inin, 3874 rütbeli ve rütbesiz askerden 2778 inin, 247 polisten 148 inin, 1225 geçici köy korucusundan 960 ının, yaralananlardan 5620 vatandaştan 4009 unun, 8178 askerden 6192 sinin, 909 polisten 606 sının, 1655 geçici köy korucusundan 1373 ünün, 1993 yılından 15.02.1999 tarihine kadar geçen zaman içerisinde meydana gelmesi, ayrıca güvenlik güçleri ile çatışmaya zorlanan ve sonunda ölü olarak ele geçirilen 18777 PKK elemanından 12623 ünün, yaralı olarak ele geçirilen 647 kişiden 502 sinin 1993 yılından bu yana gerçekleşmiş olmasının, sanığın savunmasının hangi gerçeklere dayandığını ve ne derecede samimi olduğunu ortaya koyduğunu, PKK'nın V. Kongresi nin 08-27 Ocak 1995 tarihinde yapıldığını, bu kongrede ajan ve GKK'ları aileleri olarak tanınan şahıslara imha şeklinde yönelineceği, bu tür şahısların birbirleri ile çelişkilerinin derinleştirilmesinin sağlanacağı, malvarlıklarına el konulacağı, güvenlik ve ekonomik yönde abluka altına alınarak imkanlarının kısıtlanacağının kararlaştırıldığı, keza 1-5 Mayıs 1996 tarihlerinde yapılan IV. Konferans ta da il ve ilçe kalabalık yerleşim birimlerine baskınlar düzenleyip intihar eylemlerinin gerçekleştirilmesinin öngörüldüğü, sanığın bilhassa GKK'ların barındığı köyleri hedef gösterdiğini, GKK'nın PKK örgütüne katılmayan Kürt asıllı vatandaşlarımız olduğunu, GKK'nın PKK ya katılmayı kabul etmemesi ve aksine devlet güçleri yanında yer almasının ve 22 Şubat 1999 tarihi itibariyle 1225 GKK'nın şehit edilmesi, öldürülen 4472 vatandaşın büyük çoğunluğunun Kürt asıllı bulunması gibi olguların; Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin Kürtlere baskı yaptığı ve PKK'nın Kürt halkının özgürlüğü için savaştığı yönündeki propagandayı boşa çıkaran çok iyi gerçekler olduğunu, Sonuç olarak iddianamelerde yer verilen ve her biri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının canına ve malına yönelen, toplum düzenini bozan ve sarsan, herkeste kin ve nefret duyguları uyandıran, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü hedef alan, gerek yurtiçinde ve gerek yurtdışında yasadışı silahlı terör faaliyetlerine başvuran PKK örgütünün ve elebaşı olan sanık Abdullah ÖCALAN ın eylemlerini tüm dosya kapsamı ve sanığın savunmaları ile sabit 5 / 16

olduğu, eylemlerinin gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında uzun süredir ve sürekli olarak gerçekleştirilip yaygınlaştırılması, çokluğu ve nitelikleri ile sanığın halen de örgütle olan bağlantısını kesmemiş olduğu nazara alınarak TCK'nun 125. maddesi uyarınca cezalandırılmasına, emanette kayıtlı olan örgüte at eşya ile paranın TCK'nın 36. maddesi gereğince müsaderesine, tutukluluk halinin devamına karar verilmesi talep olunmuştur. (Kl-88) 3 - Müdahillerin Beyanları Davaya; çok sayıda şehit ve gazi aileleri ile bazı dernek, vakıf ve sendika temsilcileri müdahale talebinde bulunmuş olup, mahkememizce talepte bulunanların suçtan zarar görmüş olmalarına binaen, CMUK'nun 365 ve müteakip maddeleri gereğince davaya müdahilliklerine karar verilmiştir. Mahkememizce dinlenen müdahiller; müdahale dilekçelerini tekrar ederek, sanığın kurduğu ve lideri olduğu PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen eylemler sonucu, çok sayıda askerin, polisin, kamu görevlilerinin ve sivil kişilerin öldürüldüğünü veya sakat bırakıldıklarını beyan ederek, sanıktan şikayetçi olduklarını, sanığın cezalandırılmasını ve şahsi haklarının saklı tutulmasını talep etmişlerdir. Yine mahkememizce dinlenen müdahiller vekilleri, müdahale dilekçeleri ile müstakilen veya müştereken verdikleri iddialarını içeren dilekçelerini tekrar ederek, sanık Abdullah ÖCALAN'ın başında bulunduğu PKK terör örgütünün bağımsız Kürt Devleti kurmak ve vatanı parçalamak amacıyla gerçekleştirdiği terör eylemleri sonucu sivil, asker ve polis ayırımı yapmadan binlerce kişinin öldürüldüklerini veya sakat bırakıldıklarını, yine terör eylemleriyle iş makinalarını, alt ve üst yapı yatırımlarını, petrol tesislerini, ormanları vb. yakıp yıktıklarını, Ülkede, Türkler in ve Kürtler in en az bin yıldır birlikte yaşamakta olup, Türk-Kürt ayırımı yapılmadığını, sanığın amacının; devleti parçalamak olduğunu, şehit kanı ile çizilmiş Misak-ı Milli sınırları içinde vatanın bir bütün olup, asla parçalanamayacağını beyan ederek, Sanıktan şikayetçi olduklarını, sanığın vatana ihanet suçundan TCK'nun 125. inci maddesi gereğince cezalandırılmasını ve şahsi haklarının saklı tutulmasını talep etmişlerdir. (Kl.:67 ve 70) -------------------------------------------------------------------------------- B - S A V U N M A : Sanık Abdullah ÖCALAN ın Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılarına, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Yedek Hakimliği ne verdiği ifadeleri ve sanık ile vekillerinin duruşma aşamasında verdiği yazılı ve sözlü savunmaları ana hatlarıyla ve özet olarak aşağıdaki şekildedir. 6 / 16

1- Sanık Abdullah ÖCALAN, Ankara DGM. C. Savcılığınca alınan 22.02.1999 günlü ifadesinde: PKK örgütünün kurucusu olduğunu, örgütün önderliğini yaptığını, kendi, önderliğinde Türkiye toprakları üzerinde silahlı bir mücadele başlattığını, başlangıçta Kürdistan Devleti kurmak gibi bir kavramları olduğunu ancak gelişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt Devleti kurmak değil de, Kürtlerin de cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak Özgür olduğu bir ortam içerisinde birleştirilmesi ve bu temelde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel özgürlüğünü elde etmiş olarak birarada yaşayabileceği sonucuna vardığını, MED Televizyonunda 13.12.1998 günü, Kendinizi yakmayın, sizi yakanları yakın şeklindeki konuşmanın kendisine ait olduğunu, bu konuşmanın özgürlük temelinde bir arada yaşama düşüncesine de aykırı olduğunun farkında olduğunu, ancak bu konuşmayı ağır bir ortam içerisinde yaptığını, yine 25.12.1998 günlü MED Televizyonu nda intihar eylemleri ile ilgili yaptığı konuşmanın kendisine ait olduğunu ve bu konuşmaları duygusallıkla yaptığını, 18.06.1998 günlü Panel Programı nda geçici köy korucuları ile ilgili yaptığı konuşmanın doğru olduğunu, korucuların üzerlerine en çok gelen grup olduğunu, kendilerine saldırdıkları için korucuların hedef alındığını, PKK nın şiddet anlayışında sivil vatandaşlara yapılan saldırıların çok olduğunu, bilhassa 1987 yılından sonra yoğunlaştığını, yarı çete anlayışı olan bu saldırıları kendisinin tasvip etmediğini, önüne geçmek için büyük mücadele verdiğini ancak başarılı olamadığını, PKK nın terör eylemlerinden en fazla zararı bölge halkının gördüğünü, başlangıçta bölgenin özgürlüğü için ortaya çıktıklarını, ancak daha sonra kendilerine katılımlar olduğunu, bölgede öteden beri süregelen düşmanlıkların olması, Şemdin SAKIK gibi, Kör Cemal gibi, Şahin BALİÇ gibi, Cemil IŞIK gibi, PKK dan yönetimi ele geçirenlerin baskılarını ve eylemlerini daha duyarlı bölge halkı üzerinde yoğunlaştırdıklarını, kendisinin buna sonuna kadar karşı koyduğunu, hatta bu şekil eylemleri gerçekleştirenlerden bazıları (Kör Cemal Kod) Halil KAYA, (Hogir Kod) Cemil IŞIK, (Mete Kod) Şahin BALİÇ gibilerini cezalandırdığını, Şemdin SAKIK ı da cezalandıracağı sırada ellerinden kaçtığını, suçlu görülen şahısların merkez komutasınca yargılandıklarını, yargılanma sonucunda kendisinin özel onayıyla cezaların infaz edildiğini, kendisinin özel onayının önemli kişiler için alındığını, cezalandırmaların ARGK Yönetmeliği çerçevesinde yapıldığını, Terör eylemleri sonucu meydana gelen ölü ve yaralı sayısı ile ilgili bilançonun doğru olup, ölü ve yaralı sayısının belirtilenden de daha fazla olabileceğini, bu olayların emrini kendisinin verdiğini, sorumluluğun kendisine ait olduğunu, 1993 yılındaki ateşkesle ilgili olarak bu tarihte Celal TALABANİ nin Şam a geldiğini, kendisine Özal ın ateşkes konusunda talebi olduğunu ilettiğini, böyle bir beklentisi olduğunu söylediğini, daha önceden bazı gazetecilerle yaptığı röportajlarda da bu izlenimi edindiğini ve bunun üzerine 15 Mart 1993 günü Celal TALABANİ ile birlikte ateşkes ilan ettiğini, Örgütün mali kaynaklarının büyük çoğunlukla Avrupa dan bağış ve kampanyalardan elde edilen gelirler olduğunu, vergilendirme adı altında para toplandığını, 1991-1993 yılları arasında bölgedeki mütahitlerden yüzde itibariyle bir miktar örgüte gelir adı altında para alındığını, 7 / 16

Körfez Savaşı nda kuzeye doğru sürülen insanların bıraktıkları, silahları topladıklarını ve bir kısmını da para ile satın aldıklarını, PKK tarafından kullanılan Strella füzelerinin Yunanistan temsilcisi Rozalin Kod Ayfer KAYA nın yardım kampanyası oluşturup, kiliselerden ve kendilerine yakın halktan topladıkları paralarla 20 adet Strella füzesini tüccar vasıtası ile Sırbistan dan satın aldıklarını ve kendilerine Kuzey Irak ta teslim edildiğini, yine örgütün kullandığı Sam 6 ve Sam 7 füzelerini Kuzey Irak taki boşluktan yararlanarak temin ettiklerini, PKK nın siyasi görüşüne uygun propaganda yapmak amacıyla MED Televizyonunu kurduklarını, finansını bağış yoluyla temin ettiklerini ve toplanan paraları yasal hale getirmek için vakıflar kurduklarını ve bu televizyonda çalışan kişilerin örgüt elemanları olup gönüllü olarak çalıştıklarını, Kendisinin bilgisi dahilinde PKK örgütünün uyuşturucu kaçakçılığı yapmadığını, ZAROS bölgesi dedikleri Van ve Hakkari bölgesinde yapılan uyuşturucu ticaretinden oradaki sorumlularının, bu uyuşturucu ticaretini yapanlardan pay aldıklarını, bunun dışında örgütün, uyuşturucu ticareti ile iştigal etmediğini, kendisinin uyuşturucu ticaretine karşı çıktığını, 1995 yılında Lahey de kurulan ve merkezi Brüksel de olan Sürgünde Kürdistan Parlamentosu nun kurulmasını desteklediğini, bu parlamentonun 65 üyesi mevcut olup 12 tanesinin PKK Temsilcisi olduğunu, diplomasi alanında faaliyet göstermek ve Avrupa daki birçok kişi ve kuruluşlar için rahatça ilişki kurabilecekleri legal ve kabul görmüş bir oluşum meydana getirmek için kurulduğunu, PKK örgütünün klasik anlamda siyasi parti olmaktan öte parti, ordu ve cephe şeklinde teşkilatlandığını, kendisinin örgütte genelde APO Kod adıyla anıldığını, yazışmalarda Ali Fırat Kod adını kullandığını, ayrıca yurtdışı temsilciliklerinin olduğunu, yine örgüte bağlı Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği (YAJK) örgütünün olduğunu, emrinde Avrupa dahil 3.000 kadar örgüt elemanının olduğunu, 1979 yılında Suriye ye geçtiğini, Filistin örgütü ile irtibat kurarak bu örgütten demokratik cephe-kimliği temin edip, bu kimliklerle Lübnan a geçtiklerini, Filistin örgütünün kendilerine Bekaa vadisinde kamp yeri verdiğini, HELVE adı verilen bu kampın daha sonra ismini Mahsun Korkmaz Akademisi olarak değiştirdiklerini, 1992 yılında tekrar Suriye ye geçtiklerini, burada El Muhaberat elemanı Ağa Kod Mervan Zerki ile ilişki kurduklarını, bu şahsın Suriye İstihbaratı ve Devleti ile aralarında bir halka oluşturduğunu, Suriye ye geldiklerinde evler satın aldıklarını veya kiraladıklarını ve daha sonra bu evleri parti okullarına çevirdiklerini, Suriye de bulunduğu süre içerisinde Ali Ammar adına tanzim edilmiş Demokratik Cephe kimliği ile dolaştığını, 1992 yılı sonunda 9 Ekim 1998 yılına kadar ağırlıklı olarak Şam da kaldığını, 09 Ekim 1998 günü Rozerin kod Ayfer KAYA ile birlikte Suriye den çıkış yapıp Yunanistan a geldiklerini, o zamana kadar PKK'ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan ın iltica talebini kabul etmemesi nedeniyle, Yunanistan dan ayrılıp Moskova ya geldiklerini, Rusya da kalmasını DUMA nın kabul etmesine rağmen Rusya Başbakanının karşı çıkması nedeniyle 33 gün sonra Rusya dan ayrılmak zorunda kaldığını, bazı İtalyan milletvekillerinin daveti üzerine yanında Roma temsilcisi Ahmet YAMAN olduğu halde Rus yolcu uçağı ile Roma ya geldiklerini, İtalya da siyasi iltica talebinin kabul edilmesini beklerken, tutuklamanın gündeme geldiğini, daha önce 8 / 16

gerek İtalya gerekse Avrupa Devletleri nin her gün yüzlerce Kürt ün siyasi bile olmayan iltica taleplerini kabul ederken kendisinin siyasi olan iltica talebini kabul etmediklerini, giderek üstündeki baskıyı artırdıklarını, kaç kurtul şeklinde kendisine karşı bir tutum göstermeye başladıklarını, bu baskılar karşısında İtalya da toplam 66 gün kaldıktan sonra 16 Ocak 1999 günü İtalya dan ayrıldığını, ayrılmadan önce Rozalin vasıtası ile Güney Kıbrıs tan kırmızı pasaport temin ettiğini ve tekrar Moskova ya geldiklerini, Moskova nın ters tutum takınması sonucu 29 Ocak 1999 tarihinde Rusya dan ayrıldıklarını, Yunan gizli servisine ait uçakla tekrar Yunanistan a geldiklerini, Yunanistan yetkililerinin karşı çıkmaları sonucu tekrar kendisini uçakla Minsk Havaalanı na bıraktıklarını, burada da kabul görmemesi üzerine sonuçta mecburen tekrar Yunanistan a dönme gereğini duyduğunu ve oradan da kendisini Kenya ya götürdüklerini, Yunanistan ın PKK örgütü ile ilişkilerinin, Suriye nin PKK örgütü ile ilişkilerine benzediğini, 1988 yılında Lübnan da Badovas ve Nagazakis ziyaretleri ile bu ilişkilerin başladığını, 1994 senesinde Yunanistan da PKK örgütünün kamplarının açıldığını, Lavrion kampında PKK'lı gençlere daha çok ideolojik eğitim verildiğini, ayrıca bomba eğitimi yapılan Dimitri Elen Kampının olduğunu, bu kampın sorumlusunun Mahir Kod Fethi DEMİR olduğunu, ayrıca Yunanistan da küçük grupların yerleşmesi için evlerin bulunduğunu, Yunanistan da sivil kurumlardan, kiliselerden ve sendikalardan para yardımı aldıklarını, İran da Urumiye de bir hastanelerinin mevcut olduğunu ayrıca İran-Irak sınırına yakın ve İran topraklarında kalan kamp yerlerinin olduğunu, Ermenistan da temsilciliklerinin bulunduğunu, Almanya da çok sayıda demek ve temsilciliklerinin olduğunu, Avrupa nın kendisini Türkiye ye karşı kullandığını, Türkiye yi ve kendisini karşı karşıya getirirken, Türkiye nin de önünü kesmeyi hedeflediğini, insan haklarından çok sık bahseden Avrupa nın kendisini kullanmak suretiyle çok kan dökülmesine sebep olduğunu ve sonuçta insan haklarını işletmeyerek iki yüzlü olduğunu gösterdiğini, bu nedenle Avrupa yı kınadığını, kendisinin sebep olduğu eylemler nedeniyle yüz binlerce Kürt e siyasi olmadığı halde iltica hakkı tanırlarken kendisinin PKK örgütünün başı ve bir numaralı siyasi adamı olduğu halde kendisine siyasi sığınma hakkı tanımadıklarını beyan etmiştir. (Kl.: 1) 2- Sanık Abdullah ÖCALAN Ankara DGM. C. Savcılarınca alınan 03.04.1999 günlü ek ifadesinde: PKK'nın kurucusu olduğunu, kurulurken programını da yaptıklarını, o zaman bağımsız bir Kürdistan kavramı olduğunu, Marksist temele dayalı yeni bir sistem getireceklerini, ancak değişen olaylar ve zamanın kendilerine bu programın hayali olduğunu gösterdiğini, PKK kurulduktan sonra şiddete başvurulduğunu, ama zaman içerisinde PKK'nın gösterdiği bu şiddetten rahatsız olduğunu, 1993 ten sonra bütün çabasını PKK'yı şiddet unsurundan arındırıp siyasi kanal içerisine sokmayı amaçladığını, kendisinin uzun örgüt hayatında Kürtlerin özgürlüklerini Türkiye içerisinde bulduklarını gördüğünü, Kürtlerin derdinin ayrı bir devlet kurmak olamayacağını, federasyon ve otonominin çözüm olmadığını, bundan daha ileri bir çözümün demokratik sistem olduğunu, Türkiye de de mevcut sistemde, Kürtlerin siyasal haklarının var olduğunu, 1990 lardan sonra Kürtler ile ilgili kültürel hakların geliştiğini ve halen yürürlükte olduğunu, Kürtçe kaset de çıkarıldığını, Kürt Enstitüsü kurulduğunu, Kürtlerin oy verdiği bir parti ve kültür derneklerinin olduğunu, bütün bu olanların Türkiye de Kürtlerin özgür ifade hakkının geliştiğinin göstergesi olduğunu, PKK programının politik ve siyasi değerinin olmadığını, kavram 9 / 16

olarak Kürdistan ibaresini kullandığını, coğrafi olarak ele aldığını, Kürt devleti kurmanın mümkün olmayacağının ilmen de sabit olup, gerekli de olmadığını, mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu, kendisinin bu sonuca vardığını, Avrupa ya siyasi faaliyette bulunmak için çıktığını, ancak hiçbir Avrupa ülkesinin siyasi sığınma hakkı vermediğini, Yunanistan ın ve onunla ilişkili komploda yer alanların kendisini Türkiye ye teslim etmekle, asıl hedeflerinin yüzyıllık Kürt-Türk düşmanlığının temelini atmak olduğunu ve kendisinin en büyük emelinin bu Kürt Türk düşmanlığına engel olmak olduğu, 1993 ten beri PKK'yı şiddet kullanan örgüt olmaktan çıkarıp, siyasi alanda faaliyet gösteren bir örgüt haline getirmek için çaba sarfettiğini beyan etmiştir. (Kl.: 1) 3- Sanık Abdullah ÖCALAN, Ankara DGM. Yedek Hakimliği'nce yapılan 23.02.1999 günlü sorgusunda: Sanık, Yedek Hakimlikçe yapılan sorgusunda; 22.02.1999 günlü Ankara DGM. C.Savcılarınca alınan ifadesini aynen tekrar ettiğini beyan ederek, kendisinin PKK örgütünün kurucusu ve lideri olduğunu, örgütle alınan kararların en son olarak kendisinin onayına sunulduğunu, örgütün ideolojik ve siyasi faaliyetinin 1973-1978 tarihleri arası olduğunu, 1977-1978 tarihleri arasında da Hilvan-Siverek te mahalli otoriteye karşı toprak sahipleri ve ağalara karşı, örgüt tarafından bir silahlı girişimde bulunulduğunu, ilk silahlı çatışmanın bu temelde başladığını, kendisinin Temmuz 1979 tarihinde Lübnan a gittiğini ve bu tarihten itibaren silahlı, ideolojik ve askeri hareketi daha da geliştirmek için eğitimlere başladıklarını, 1984 yılında Diyarbakır Cezaevinde başlayan ölüm oruçlarının ağır etkisi altında kalarak yeni bir silahlı mücadele sürecine başladıklarını ve bunun günümüze kadar devam edegeldiğini, yurtiçinde mücadele şeklinin eyalet şekline dayandığını, eyaletlerin de birimlere kadar gittiğini, her eyaletin bir sorumlusu olup, silahlı eylem kararlarının buradaki sorumlu birliklerce alındığını, silahlı eylem kararlarının, genel hatları itibariyle kendisinin onayına sunulduğunu, kendisinin daha çok temel stratejik ve taktik kararlar alıp örgüte bildirdiğini, uygulamanın birimler tarafından yapıldığını, PKK örgütünün temel gelir kaynağının geniş halk yığınlarından sağlanan bağış, aidat ve kampanyalara dayandığını ve ayrıca bazı sivil kuruluşlardan da mali destek gördüklerini, PKK örgütünün uyuşturucu kaçakçılığı ile bir ilgisinin olmadığını, ancak bazı bölgelerde bazı kişilerce yapılan uyuşturucu kaçakçılığından o bölgeden sorumlu elemanları tarafından bu kişilerden belli miktarda bağış şeklinde paralar alındığını, ancak örgütün direkt olarak uyuşturucu ticareti ile bir ilgisinin olmadığını, örgüt ideolojisine ters düşeceğini, Örgütün temel hedefleri arasında ekonomik hedeflerin olduğunu, ancak bu hedefler arasında orman yakmalar ve insanların oldukları kurumların olmadığını, daha çok savaşın sürmesine yol açan ekonomik hedefler söz konusu olduğunu, ayrıca örgütün insana dokunmamak kaydıyla turistik hedeflere karşı da eylemlerinin olduğunu, kendisinin genellikle köylerde ve sivil yerlerde yapılan katliam şeklindeki eylemleri tasvip etmediğini ve bu şekilde eylem yapılmaması hususunda da mücadele verdiğini, ancak örgütteki bazı öğelerin iktidarı ele geçirmek amacı ve anlayışı içinde toplu köy katliamlarını gerçekleştirmiş olduklarını, kendisinin bu hususta mücadele edip bu şekilde eylem yapanları en ağır şekilde cezalandırdığını, 1987 yılından sonra kurulan koruculuk sisteminde koruculara karşı da silahlı eylemlerinin olduğunu, 10 / 16

Örgütün yurt dışında çıkan Serxwebun, Özgür Politika ve yurtiçinde çıkan Özgür Gündem isimli legal yayınlarının olduğunu, bu yayınlarda Ali Fırat Kod adı ile yazılarının yayınlandığını, örgütün propagandasını yapmak amacıyla MED Televizyonu nu kurduklarını beyan etmiştir. (Kl.: 1) -------------------------------------------------------------------------------- 4- Sanık Abdullah ÖCALAN duruşmada verdiği yazılı savunmasında: Sanığın ''demokratik çözüm sürecinde bir dönemeç'' başlığı altında 81 sayfadan ibaret yazılı savunmasının ''giriş'' kısmında, savunmasının temelinde, Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, hakkında hazırladığı iddianameye ayrıntılı bir yanıt olmaktan çok; daha önemli gördüğü Kürt sorunu ve PKK öncülüğündeki son isyandan, tarihi bir uzlaşma ve çözüm imkanının nasıl geliştirebileceğini, orta boy bir savaş olarak da anlaşılabilecek bu eylemliliğin, barış şansını ortaya koymaya çalıştığını, hukuki yaklaşım ağırlıklı savunmalarını avukatlarına bıraktığını, kendisi için daha büyük önem taşıyan, adı, kaynağı, amaçları nasıl izah edilirse edilsin, resmi olarak bile "düşük yoğunluklu bir savaş" olarak değerlendirilen bu kapsamlı eylemliliğin barış gereğini ortaya koymak, "Her savaşın bir barışı vardır" kuralı gereği, makul olan çözümü aramanın savunmasının temel amacı olduğunu, özünün, çok tekrar içerse de, "demokratik çözüm" kavramında yoğunlaştırıldığını, daha önceleri sınırlı değindiği bu yaklaşımı, oldukça açtığını, bunda, eline geçen, Leslie LİPSON' un "Demokratik Uygarlık" adlı kitabının da katkısı olduğunu beyan etmiş, 20. yüzyılda zafer kazanan demokrasinin ve demokratik sistemin, insanlık tarihine kadar kökeni uzanmakla beraber devlet sistemi olmasının, ilkçağ Atinası'nda kapsamlı bir anlama kavuştuğunu, esasta, toplumun kendi yönetim gücünü ifade ederken, bireyi en özgür kılan sistemlerin en gerçekçisi olduğunu, esas gücünü toplumun doğallığına cevap vermesinden aldığını, otoriter rejimler, belki hızlı gelişmelere yol açarlar ama, toplumsal doğallığa yabancılaşmaları, onları dönemlerinde ne kadar güçlü de olsalar, er geç çöküşe götüreceğini, devsel köleci imparatorluklardan, kapitalist faşist totaliter diktatörlüklere, hatta, reel-sosyalist totaliterliğe kadar, hepsinin aynı akıbeti paylaşmış olduklarını, günümüz demokrasilerinin, basit ve karmaşık yönleriyle önce fikri boyutta, 17'inci ve 18'inci yüzyılda gelişirken, kurumsal yönetimsel gelişmenin, 19'uncu yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmış olup, 20'inci yüzyılda ise, faşizmin total amansız diktatörlüğü ile zıt yöndeki reel-sosyalizmin, totaliter rejimlerine karşı direnerek, yüzyılın sonunda kesin zaferini ilan etmiş olduğunu, Demokratik kuramın ışığında Türk toplumunu ve yakın dönem Türkiye tarihini değerlendirmeden, günümüzün çok gündeme getirilen demokrasi paketlerini de anlamanın mümkün olmayacağını, Osmanlı İmparatorluğu nun Britanya, hatta Rusya tarzı bir güç haline gelememesinin, bünyesinde ciddi hiçbir demokratik gelişmeye imkan vermemesinin, çöküşle sonuçlanmaya götürdüğünü, 1. Dünya Savaşı sonunda imparatorluğun dağılışından sonra, cumhuriyetin kuruluşunu Mustafa Kemal in pratik komuta ve gerçekçi siyasi anlayışı ile, yakından bağlantılı olduğunu, pratik ustalığının çok güçlü ama derin bir teorik ve siyasi yaşamının olmamasının gerçekten cumhuriyetin daha ileri açılımını, özellikle demokratik 11 / 16

boyutunu sınırlandırdığını, bunda toplumsal bünyede demokratik akımdan uzaklık, dinsel geriliğin hakimiyeti ve çok sayıda ayaklanmanın saltanat lehine cumhuriyeti tehdit etmesinin, otokratik cumhuriyete yol açtığını, demokratik parti ile cumhuriyetin oligarşik bir karakter kazandığını ve daha sonra ordunun 27 Mayıs ve 12 Eylül hareketlerinin yaşandığını, bilahare PKK'nın Kürt sorununu tüm sisteme mal ettiğini, dünyada reel-sosyalizmin çözülüşü genelde otoriter ve totaliter rejimlerin geniş bir coğrafyada çözülüş ve çöküş sürecine girmelerinin, dünya çapında demokratik sistemin zaferine götürdüğünü, demokratik sistemin faşist rejimlerin çöküşü ile II. Dünya Savaşı sonrası gelişimine, 90 Iarda reel-sosyalizmin çözülüşünü ekleyince tüm dünyayı etkilemesi gibi Türkiye yi de etkilediğini beyan ederek, Türkiye nin 2000 li yıllar gündeminin demokratik cumhuriyet dönemi olduğunu, demokratik çözüm seçeneği, genelde olduğu gibi Kürt sorununda da tek seçenek durumunda olduğunu, ayrılmanın ne mümkün ne de gerekli olduğunu, Kürtlerin çıkarının kesinlikle tüm Türkiye ile demokratik birliğinden geçtiğini, demokratik çözümün, hakkıyla uygulanırsa otonomi, federasyondan bile daha başarılı ve gerçekçi bir model olma yolunda olduğunu, pratiği daha şimdiden bu yolda ilerlediğini, en zor sorunun böyle çözüme gidilmesi halinde artık şiddet onun devrimci, karşı devrimci, darbeci, dinci biçimlerinin de gündemden düşeceklerini, batı tarzı sorunları ele alışın hızlı bir sürece gireceğini, o zaman ekonomik kaynakların, toplumun eğitim düzeyi, demagojik, oligarşik olmayan yönetim yapısı ve gerçek demokratik değerlere Özgürlük, Eşitlik, Adalet gibi bağlılığın büyük bir hamleye yol açabileceğini belirterek, Türk-Kürt ilişkilerinde kısa tarih ve bazı temel özelliklere değinerek, Türklerin özellikle hakim tabakadan giderek kopan Türkmen akınlarının X1. Yüzyılda Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları coğrafyaya akın etmelerinin iki halk arasında yoğun bir kaynaşmaya yol açtığını, Kürtlerin nispeten yerleşik konumları bu yüzyıllarda daha çok Türk boylarının erimelerine yol açtığını, siyasallaşmada Türklerin, sosyalleşmede Kürtlerin nispeten hakim konumda olduklarını, Yavuz Selim ile başlayan Osmanlı Kürdistan ilişki düzeninin 19. yüzyıldan itibaren bozulmaya başladığını, bunda imparatorluğun batı kapitalizmi karşısında gerilemesi, bölgeye özellikle Britanya İmparatorluğu nun sızması, merkezi otoritenin artan vergi ve askerlik talebinin, bu bozulmada dolayısıyla günümüze kadar gelecek bir isyan sürecine yol açtığım, diğer tüm kavimlerin isyanının başarıya ulaşmasına karşın bu isyanların büyük çapta olmalarına rağmen başarıya gitmelerinde bünyedeki ortak vatan ve devlet anlayışının büyük rol oynadığını, Gerek son Mebusan Meclisi nde ve gerekse Mustafa Kemal in önderlik ettiği Amasya, Erzurum, Sivas ve Ankara toplantı ve kongrelerinde, ulusal kurtuluşun açıkça Türk ve Kürt ortak ulusal kurtuluşçuluğu olduğunu, ortak ulusal kurtuluşun başını şüphesiz devlet tecrübesi, askeri deneyimi, milli bilinç gelişkinliği itibariyle Türk tarafının çektiğini, Kürt tarafın temel bağlı yedek güç olmaktan rahatsız ve endişe duymadığını, ortak tarih devlet ve ülke, din anlayışının bunun temelinde yattığını, gerek ulusal kurtuluş, gerekse cumhuriyetin zaferini iki halk için tarihi, ortak bir vatan ve devlet olarak değerlendirmenin en doğru yaklaşım olduğunu ifade ile, ulusal kurtuluş savaşı ve Türk-Kürt ilişkilerinde gelinen yeni aşama ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Sanık, PKK'nın ortaya çıkışı ile ilgili olarak, PKK'nın Cumhuriyetin 50 yıllık alt ve üst yapısının ortaya çıkardığı objektif temel üzerinde dünyadaki fırtınalı devrim ve karşı devrimin teorik-pratik incelemesini, ütopik ve teorik bir grubun öncelikle 1970-1980 arası ideolojik isyan hareketi, 12 / 16

1980-1990 arasında da siyasi ve eylemsel hareketi olarak doğup geliştiğini, gerçekten de son büyük Kürt isyan hareketi olduğunu; siyaset ve savaş sanatını birleştirmede ileri adımlar atmış, benzeri olmayan, şeklen Kürt olsa da özde bölgesel bir özgürlük hareketi olduğunu, PKK tarihinde ayrılık ve birlik sorununda iki önemli aşamayı ayırt etmenin büyük önem taşıdığını, çıkış sürecinde bir yandan yılların dil yasağına kadar varan baskı ve inkar, diğer yandan o dönem sonuna hakim olan sorunlara sloganvari, ütopik yaklaşım, yine Kürt milliyetçiliğindeki kuşku ve korkuya dayanan ayrıcılıkla birlikte dünya çapındaki ulusal kurtuluş hareketlerinin tek çözüm yolunun ayrı devlet kurma biçiminde anlaşılması, PKK'nın programında da, propagandasında ayrılma yönüne ağırlık vermeye yol açtığını, devletin 90 başlarında dil yasağını kaldırması, dil ve kültür alanına getirilen sınırlı özgürlük ve üst düzey yetkililerin sorunu kabul edip, çözüme yönelik çabaları ve en son kendisinin Mart 93 ateşkes yaklaşımının, aslında özgür birlikteliğe giderek vurgu yaptıkları dönemi açıkça ortaya koyduğunu, bu yıllardan itibaren özgür birlik propagandasının hakim olduğunu, 96 dan itibaren kendilerine gelen dolaylı mesajlara, çözümü Ülkenin bütünlüğü ve devletin bağımsızlığı çerçevesinde demokratik birlik biçiminde açıkça sözlü ve yazılı değerlendirmelerinde esas aldıklarını, bunda hem devletin yaklaşımlarının eski katılığı aşması, hem de pratikte ayrılıkçı yaklaşımın gerçekçi olmamak, pek yararlı bir yol olmamak kadar, acı ve kaybın çok olmasının da payının büyük olduğunu, hayatın, neyin doğru ve birleşme zemini olabileceğini kendilerine her geçen gün daha açıkça gösterdiğini, 20. yüzyılın sonlarına doğru sosyal ve siyasal sistemlerin büyük değişim ve dönüşüm yaşadıklarını, buna direnenlerin fazla başarı gösteremediklerinin çarpıcı bir gerçeklik olduğunu, PKK'nın da bölüşüm sorunlarını yaşadığını, PKK'nın program ve ilkelerinde son çeyrek asrın büyük değişikliklerini de gözüne getirerek ve en önemlisi Cumhuriyetin demokratik yapısında Kürt sorununda kaynaklanan fiili değişimi ve zorlanan yasal sistemi gözönüne getirerek, kendinden beklenen ve bu gelişmelerin çok yönlü gerekli kıldığı değişikleri yapması gerektiğini, demokratik cumhuriyetin temel çerçevesinde ortak vatan anlayışında, ütopik dönemin ve özgür birlik anlayışında ifadesini bulan bir siyasi programı geliştirmesi gerektiğini beyan ederek, PKK'nın eylem yapısını değerlendirirken, Başsavcılığın PKK'nın eylem yapısı hakkında da gerçeğin toplu bir yapısını veremediğini belirtirken, seçtiği bazı eylemlerle, daha çok isyanın acımasız yönünü sadece PKK'ya yüklemek terörizm iddiasını güçlendirmek amacıyla değerlendirdiğini, halbuki başladıklarından günümüze kadar resmi-sivil ve asker en üst düzeyde bir yetkilinin olayı bir isyan, hatta 28. isyan, üstü örtülü bir gerilla savaşı, daha bilimsel olarak orta veya düşük yoğunluklu bir savaş olarak değerlendirdiklerini, doğrusunun da bu olduğunu, dolayısıyla eylem yapısına propaganda dili dışında bakıldığında, her iki taraf için acısı bol, çok kayba yol açan, güvenlik güçleri için resmen ifade edilen 5.000, PKK tarafından ise 20.000; arada faili meçhul ve sivillerden de en azından 15.000 rakamıyla 40.000 toplam insan kaybının yaşandığı, 3 bini aşkın köyün boşaltıldığı, 3 milyonu aşan göçüyle, her tür uçak, top ve tankın kullanıldığı, bazen resmen 40-50 bin ordu gücüyle haftalarca süren çatışmalara açık ki terörizm ile savaş denilemeyeceğini, bunun bilimsel ifadesinin süre itibariyle de 15 yılını dolduran kapsamlı bir savaş olduğunu ifade ile, Cumhuriyetin, tarihin bu en kapsamlı sorununa demokrasi ile yanıt vermesi gerektiğini belirterek, Başsavcılığın iddianamesinin en sakıncalı yanının Cumhuriyet tarihi boyunca en kapsamlı bir sorun olarak kendini koyan ve tüm siyasi, askeri önde gelenlerce de değerlendirilen 13 / 16

ve günümüzde Cumhuriyetin asil kurucu öğesi olarak kabul edilen Kürtleri kelime olarak kabule yanaşmaması olduğunu, bunun çok geri, inkarcı ve sonuçları tehlikeli yaklaşımı ifade ettiğini, bu hususta Atatürk ün Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtleri nasıl değerlendirdiğini Atatürk ün Haziran 1920 El Cezire komutanı Nihat Paşa ya Kürt ve Kürdistan politikasını belirleyen talimatından ve İzmit Basın Konferansı nda Ahmet Emin YALMAN ın sorularına verdiği yanıtlardan alıntılar yaparak Atatürk ün bu sözleri ile ulusal kurtuluşun ve zaferinin ürünü olan Cumhuriyetin temelinde Kürtlerin konumunu çok açık olarak ortaya koyduğunu, hiç olmazsa Atatürk ün bu sözlerinde anlaşmanın çözüm şansını herkesçe en makul konumda tutacağını, Ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruluşunda Kürt öğesinin kurucu özelliği ile birlikte olunmadığında, Türk ulusunun bir ayağından kopuk, topal kalacağını, bunun tarihin tüm önemli dönemlerinde Malazgirt te, Çaldıran da kendisini açıkça kanıtladığını, kader birliği ve kardeşliğin bu tarihin bir sonucu olduğunu, isyanların tarihinin bu gerçeği gözardı ettirmemesi gerektiğini, kaldı ki isyanların daha çok merkezi otorite ile Kürt feodalitesinin otorite kavgası olduğunu, Kürt feodalitesinin, fazla milli endişelerle hareket etmediğini, kendi aşiret ve bölgesel otorite ve çıkarları peşinde koştuğunun iyi bilindiğini, kim bu çıkarları desteklerse ondan yana geçtiğinin de tarihi bir gerçek olduğunu, Kürt olgusunun ise daha çok etnik, yani aşiretsel, kültürel ve sosyo-ekonomik olarak geri bir yapı olgusu ve ondan kaynaklanan sorun olarak karşımıza çıktığını, özellikle Cumhuriyet tarihinde her iki tarafın da bilimsel yaklaşımdan uzak, dar milliyetçi ve ayrılıkçı ve bundan kaynaklanan çatışmacı yaklaşımının sorunu tehlikeli boyutlarda ağırlaştırıp, çözümü zorlaştırdığını, ulusal kurtuluş ve Cumhuriyetin kuruiuş yıllarında aslında çözüme yakın yaklaşımların olduğunu, Atatürk ün bu dönem yaklaşımlarının alıntılarda görüldüğü gibi, bunu gayet iyi açıklamakta ve somut gelişme yani ortak savaş, ortak vatan ve Cumhuriyetin kurtarılışı ve kuruluşu, TBMM'de milli giysi ve dillerini kullanmalarının da bunun pratik kanıtları olduğunu, Koçkiri isyanının bile bu dönemde af ve uzlaşmayla sonuçlandığını, sertlik yaklaşımının TBMM'de kabul görmediğini, Nurettin Paşa olayında bunun açık olduğunu, aslında bu devam ettirilseydi sorun daha o dönemde ağırlaşmaz ve Cumhuriyete kan kaybettirmez, bu kadar pahalıya yol açmayacağını, burada sorunun can alıcı özünün Cumhuriyetin kendini daha doğuya, Kürtlere, kaldı ki tüm Türkiye ye yansıtmadan saltanat ve hilafetle bağ kurma ve mahalli otoriteden vazgeçmemenin bu yılların isyan sonuçları olduğunu, ki bunun da sert çatışma ve ezilme ile sonuçlandığını, bundan çıkarılması gereken sonucun sorunların inkarı değil, gerçekten doğru çözüm yolları olduğunu, ki bunun da iki Dünya Savaşı arası dönemde tam görülmezse de II. Dünya Savaşı ndan günümüze doğru büyük bir tempo ve yoğunlukla gelişim gösteren demokratikleşme gücü olduğunu, Türkiye nin en büyük sorununun bu anlamda demokratik mücadelesini başarıyla vermemesi, demokratik ölçülerini geliştirememesi olduğunu, Demokratik sistemin bu gücünün en temel nedeninin şüphesiz toplumsal realiteyi bilimsel olduğu kadar ahlaki, felsefi ve altındaki alt yapılarla politik, hukuki yapılarına kadar tanım getirmek kadar çözümü de ileri-geri ayırımı yapmadan o dönem toplumsal güçlerin irade düzeylerine, eşitlik ve özgürlük sistemlerine açık çözüm kanalı üretmesinin olduğunu, demokrasinin gelişmesinde ayrıca bilimsel-teknik gelişmenin de payının büyük olduğunu, din ve inanç özgürlüğünü bünyesinde taşıdığını, dil ve kültür konusunda da demokratik çözümün daha çarpıcı olup, en başarılı olan saha olduğunu, çünkü dil ve kültürün iç içe geçmişliği birçok ulusal topluluğun yüzyıllardır birlikte asimile ettiği bu değerler ayrılarak zayıflamayı, monotonluğa 14 / 16

düşmeyi değil birlikte zenginleşmeyi, çeşitliliği, güçlenmeyi, yaşamayı tercih edecekler ki bunun okulunun da, laboratuarının da demokrasi ve onun inançlı uygulanması olduğunu, demokrasinin adeta bir dil ve kültür bahçesi olduğunu, günümüzün en gelişmiş, güçlü ülkelerinin yine bunun açık ispatı olduğunu ifade ederek, Leslie LİPSON un Demokratik Uygarlık adlı yapıtından alıntılar yapmak suretiyle ve İsviçre deki dil konusundaki parçalanmışlık ve bunun birliğin gücü haline nasıl geldiğine dair gelişmelerle ilgili örnekler vererek dil ve kültür farklılıklarının demokrasi içinde, bağımsızlık içinde nasıl güçlendiğini, hem nedeni ve sonucu olduğunu çarpıcı olarak ortaya koymakta olduğunu, bir diğer örnek ülke olarak İngiltere nin anayasa sistemini en iyi uygulama unvanına sahip olup, sorunlarını şiddete başvurmadan demokrasi içinde en uygar tartışmayla çözmenin de seçkin ülkesi olduğunu belirterek, Avrupa ülkelerinin ağırlıklı olarak 20. yüzyıl başlarında en önemli ulusal, dil, din vb. sorunlarını çözdüklerini ve bugünkü güçlü demokrasilerini kurduklarını, çok yönlü gelişme ve üstünlüklerinde bu rejimin belirleyici payı bulunduğunu, bu anlamda Avrupalılaşmanın daha Cumhuriyetin ilk yıllarında da bir hedef olduğunu, Atatürk ün görev olarak bıraktığı Çağdaş uygarlık seviyesini yakalamak ve hatta üstüne çıkmak deyişi kadar, Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz ilerleteceksiniz sözünün de herhalde ancak Cumhuriyetin demokratikleştirilmesiyle mümkün olacağını, Şunu çok iyi görmek gerektiğini, çağdaş Türkiye Devleti nin, 19. yüzyılın başlarında III. Selim'in zorla saltanattan indirilmesi ve ayanlarla yapılan Sened-i İttifak tan beri her türlü şiddeti, devrimi, karşı devrimi, darbeleri kendi içinde neredeyse iki yüzyıldır yaşamakta olduğunu ve şiddetin artık çözümleyici değil, zorlayıcı, engelleyici olduğunu, hatta kendisini aşırı tekrarladığının da tarihi bir gerçek olduğunu, şiddetin artık Cumhuriyetin gündeminden kesin kalkması gerektiğini, Türkiye de tüm kesimlerin konsensüs sağladıkları en temel konunun bu olduğunu, kimsenin sorunların şiddetle çözüleceğine inanmadığını, bunun açık ve tarihten en büyük dersi çıkarmış görünen ve büyük zor gücüne rağmen bu gücün etkisini ancak yaratıcı, çağdaş bir demokrasiye yönlendirmede kullanan ve açıkça 90 ortalarından beri MGK konseptleri ile yürütülen, içinden geçmekte olduğumuz tarihi aşamayla da kanıtlanmakta olduğunu, ordunun en demokratik görünen partilerden daha duyarlı demokrasinin ölçütlerini hatırlattığını, demokratik aşamanın karşısında bir tehdit değil, tersine sağlıklı aşama yapmasının ve işlemesinin teminat gücü aşamasında olduğunu, aşağı yukarı diğer tüm ağırlıklı siyasal, ekonomik ve sivil kuruluşların da açık ifade etmeseler de bir büyük demokrasi arayışında olduklarını, anlamlı bir demokratikleşmeden kaçınan kesimin olmadığının da, aşamanın tarihi değerini ortaya koyduğunu ifade ederek, Kürt sorununun, ayrılma değil Cumhuriyet ile demokratik birlik sorunu olduğunu, bu bağlamda çeşitli seçenekleri gözönüne getirdiklerinde ayrı bir devlet seçeneğinin hem maddi temeli hem de fayda anlamında bir çözüm yolu olmadığı iddiası olsa bile, pratik değerinin en zayıf yol olduğunun görüleceğini, ikinci seçenek olan federasyon, otonomi gibi seçeneklerin kısmı bir uygulama özelliğine sahip olup Türkiye deki Kürtler açısından durumun daha önemli farklılıkları olup, lehçe farklılıklar kadar Kürt-Türk içiçeliği olan bölgelerin durumu, Doğu daki Kürt nüfusunun en azından bir katı kadar Batı da bulunmasının federasyon ve otonomi tezinin de maddi temelinin elverişsizliğini gösterdiğini, üçüncü seçeneğin demokratik çözüm yolunun olduğunu, şimdiye kadar pek açıkça ifade edilemeyen teorik ve pratik yolları ile tartışılmayan aslında dünya çapında çok önemli sorunlara çözüm olan bu yaklaşımın Türkiye de gündemleşmemesinin büyük bir şanssızlık kadar, demokrasinin tutarlı, ciddi gelişmemesinin bir sonucu olduğunu, halbuki Kürt problemine en ideal yaklaşımı demokratik kuram ve zengin 15 / 16

pratikte görmek, rahatlıkla ideale yakın çözümleri üretmenin mümkün olduğunu, aslında Cumhuriyetin kuruluşunun buna tarihi temeli verdiği gibi Atatürk ün İzmit Basın Toplantısı ndaki konuşmasının da çözümün bu yolda aranması gerektiğini gayet açık ortaya koyduğunu, İsviçre örneğinde olduğu gibi Avrupa'nın ve dünyanın birçok devletlerinde bu yolla çözüme ulaşıldığı halde Türkiye açısından en acı veren, neden dünya politikalarından ders çıkaramadığımız, ideale yakın bir çözüm imkanının var olduğu halde neden değerlendiremediğimiz sorusu olduğunu, birçok sorunda olduğu gibi hep isyan ve bastırmanın sanki tek yolmuş gibi davranıldığını, bunu Kürt sorununa ilişkin açmak gerektiğinde: ya ayrılık, isyan, buna karşı ya bastırma ve inkar yolunun seçildiğini, halbuki her iki yaklaşımın da çok denendiği halde verdiği muazzam acı kayıpları bir yana bırakıldığında bir çözüm gücü olmadığı gibi, sorunu ve toplumu çok ağır sorunlarla yüzyüze bırakmış olduğunu dile getirerek, gerek Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ve sonraki yapısına ilişkin, gerekse de önemli bir son dönem isyanına çeyrek yüzyıldır neredeyse başlayan ve son 15 yıldır savaş boyutunda süren bir isyanın önde gelen sorumlusu olarak vardığı tarihi sonucun demokratik laik Cumhuriyetle bu çok ağırlaşmış sorunun, adı ne konulursa konulsun ancak kanıtı da ortaya çıkan demokratik birlik çözümü olduğunu, demokratik birlik çözümünün Türkiye nin geleceği olduğunu vurguladıktan sonra, 16 / 16