BİRLİKTE YAŞAMA İSTENCİ SORGULANIRKEN



Benzer belgeler
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

ANAYASA DERSĐ ( ) ( GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

İ Ç İ N D E K İ L E R

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

GENEL BAŞKANIN MESAJI

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

REKABET KURUMU, ÖZERKLİK VE İŞLEVSELLİK

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX

Faik ÖZTRAK Tekirdağ Milletvekili

İş Yeri Hakları Politikası

Cumhuriyet Halk Partisi

İktisat Tarihi

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

GENÇLİK KOLLARI YÖNETMELİĞİ

ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ Eğitim-Öğretim Yılı. Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 SĠYASET

Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli

YENİ YAYIN ULUSLARARASI ÖRGÜTLER HUKUKU: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SİSTEMİ

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

ITUC KONGRESİ KARAR TASLAĞI NDA HAK-İŞ İN ÖNERİLERİ KABUL GÖRDÜ

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 26313

ABD - AB SERBEST TİCARET ANLAŞMASI Ve TÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Türkiye de işsizler artık daha yaşlı

T.B.M.M. CUMHURİYET HALK PARTİSİ Grup Başkanlığı Tarih :.../..«. 8

Türkiye'de "Decentralization" Süreci

Sayı: 2009/18 Tarih: Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNE PANORAMİK BAKIŞ...

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Haziran 2013, No: 62

R KARLILIK VE SÜRDÜRÜLEB

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

HALKLA İLİŞKİLERİN AMAÇLARI

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/

Enerji Yatırımları ve Belirsizliklerin Önemi

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık

SARACAĞIZ YARALARIMIZI

MECLİS TOPLANTISI. Ender YORGANCILAR Yönetim Kurulu Başkanı

İşyeri Temsilcileri Rehberi

Fon Bülteni Ocak Önce Sen

Dünya siyasi, ekonomik sorunların daha da arttığı, kutuplaşmanın ve karşıtlığın güçlendiği bir dönemi yaşıyor.

KUZEY KIBRISTA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ MEVZUATI

TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTA GRUP SÜRECİ: TAKIM ÇALIŞMASI Doç. Dr. Cevat ELMA

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI VE KAZANIM TESTLERİ

TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

21. YÜZYILDA TEMEL RİSKLER

DİN VEYA İNANCA DAYANAN HER TÜRLÜ HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN VE AYRIMCILIĞIN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ

İKLİM MÜCADELELERİ. bu küresel sorunlarla yüzleşmede kilit bir rol oynayacak, eğitme, tecrübeye ve uzmanlığa sahiptir.

Cari işlemler açığında neler oluyor? Bu defa farklı mı, yoksa aynı mı? Sarp Kalkan Ekonomi Politikaları Analisti

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim CHP

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığında Basın Açıklaması Gerçekleştirdik!

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ANAYASA KAVRAMI

2. Gün: Stratejik Planlamanın Temel Kavramları

Türkiye Ekonomisinde Temel Sorunlar ve CHP nin Ekonomi Politikaları Eylül 2012

BÖLGE VE NÜFUSUN GENEL DURUMU. Doç.Dr.Tufan BAL

KTO KARATAY ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU DERSİ ÖĞRETİM YILI II. DÖNEM DERS PROGRAMI İÇERİĞİ DERS TARİHİ 1. DERS SAATİ 2.

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

EUROBAROMETRE 71 AVRUPA BİRLİĞİ NDE KAMUOYU

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

KTO KARATAY ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU DERSİ ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM DERS PROGRAMI İÇERİĞİ

1: İNSAN VE TOPLUM...

İMF siz Yapamayacak mıyız?...47 Yakın İzleme Programı Üzerine...48 Daha Dikkatli Olma Zamanı...49 Siyasette İstikrarsızlığa Yılında Ekonomi

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi

YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1


Transkript:

BİRLİKTE YAŞAMA İSTENCİ SORGULANIRKEN Melih OĞUZ Arka arkaya gelen şehit haberleri ve artan terör, toplumumuzu, birlikte yaşama istencini sorgulama aşamasına getirmiş görünüyor. Günümüzde küreselleşmenin sınırları zorladığı ve kültürleri benzeştirdiği söylemine karşın yaşadıklarımız ve çevre ülkelerde yaşananlar sanki bu savı doğrulamıyor. Gelişmelere daha yakından baktığımızda tüketim kültürü ve beklentilerin, yaşam biçimleri ile statü göstergelerinin tüm toplumlarda birbirlerine benzeşme eğilimi gösterdiğini saptayabiliriz. Örneğin Çin dahil dünyanın pek çok yerinde Mc Donald restoranlarının bulunması, televizyon, cep telefonu, ipad, iphone, bilgisunar(internet) kullanımı, otomobil tutkusu vb. en kapalı ve geleneksel toplumları bile etkisi altına almış gibi. Her geçen gün değişik ürünlerle ilgili piyasa raporlarında gelişimin yönünü ve boyutlarını gösteren yeni bilgilerle karşılaşıyoruz. Tüm bu gerçeklere karşın gelişmiş ülkelerde yabancı düşmanlığı, gelişmekte olan ülkelerde ise etnik, din ve mezhep ayrılıklarının hızla ivme kazandığını ve yer yer sıcak çatışmalara yol açacak boyutlara ulaştığını da görmekteyiz. Finans kapitalin yönetimindeki tüketim toplumunun postmodern kültürle yönlendirilmesinin toplumlarda bireyciliği ön plana çıkararak ayrışmaları hızlandırdığı da bir diğer gerçek. Toplumsal dayanışmayı zayıflatıp grup dayanışmalarını güçlendiren tersine seçiciliği(yönetimden nitelikli ve donanımlı seçkin azınlığı, daha düşük nitelikli, kullanılmaya hazır, hırslı ve tedirgin bireylerden oluşmuş örgütlü yapıların tasfiye etmesi) öne çıkartan değişimler sonucu pek çok gelişmekte olan toplumun çöküş ve dağılma sürecine girdiği görülmektedir. Bu durum, o toplumların kendine ve toplumuna güvenmeyen bir kısım seçkinlerinin işbirliğiyle gerçekleştirilebilmiştir kuşkusuz.sözkonusu işbirliği etkin(karşılığını alarak veya alacağı beklentisiyle bilinçli biçimde) ya da edilgen(ne yapacağını bilemeden olayları izlemek ve sessiz kalmakla) olabilmektedir. Seçkin kavramı ile içinde yaşanılan dünyanın ve toplumun gerçeklerini anlayıp kavrayarak toplumuna aktaran ve siyasi iktidarı ve toplumu yönlendirebilme/ etkileyebilme gücüne sahip iyi eğitimli kesimleri kastediyorum. Günümüzde bilimsel ve teknolojik buluşların artışı ve iletişimin yoğunlaşması; beklentilerin artması ve bireyciliğin yükselmesi sonucunu veriyor. Nüfus artışı, doğal kaynakların azalması, çevresel bozulma, yüksek işsizlik oranları, iş güvenliğinin zayıflaması, sosyal devlet anlayışındaki gerilemeler toplumlardaki bireysel yarışmanın keskinleşmesine neden oluyor. Yeterli gelir sağlayacak iş olanaklarında yüksek nitelikler aranması dolayısı ile zayıf ve yetersiz eğitimliler farklı dayanışma/ örgütlenme modellerine yöneliyor. Görünüşte din, dil, etnik köken, mezhep, ideoloji vb. görünümlü gibi algılansa da gerçekte nicelik ağırlığı ile dünya nimetlerinden daha fazla yararlanma çabası diye de yorumlayabiliriz bu durumu. İlk bakışta kolay ve sonuç verici gibi görünen zayıfların böyle bir modelde dayanışmasının iki büyük sorunu var. Birincisi toplumda verimliliği azaltması; ikincisi ise toplumsal çatışmaların yoğunlaşarak kırılma noktalarına getirmesi. Verimlilik, yönetimde işe göre değil de gruptan olana öncelik verilmesi ile ve kısa sürede daha yüksek bir tüketim düzeyine ulaşabilmek için yağmacı bir anlayışa yönelinmesi dolayısı ile düşer. Örgütlenme yapısı üretim öncelikli olmaktan çok paylaşım amaçlıdır. Yağmacılıkla kastedilen bugünü kurtarmak için doğal(ormanlar ve madenler gibi), kentsel(yapılaşma vb.), insani (eğitim ve işgücü vb.), mali (vergi, borçlanma vb.), sınai (özelleştirmeler vb.), tarımsal (tohumculuk, toprak satışları vb.), ticari(gümrük birliği gibi), tarihi, kültürel, çevresel ve hukuksal tüm alanlarda uzun vadede büyük maliyetlere yol açacak politikalardır. İkinci sorun ise sanırım daha açık görülebilir. Bir toplum içinde grup dayanışması modelini egemen kılmak o gruptan olmayanları dışlamak ve farklı gruptan olanları da benzer öbekleşmelere yönlendirmek sonucunu doğurur. Belli gruptan olmak ya da olmamak başlangıçta bireysel seçim gibi görünse de sonrasında toplumsal algılamaların yaygınlaşması dolayısı ile bireysel olmaktan çıkar. Üretim temelli olmayıp bölüşüme dönük olduklarından ve gruplar arası geçişlere büyük ölçüde kapalı olduğundan bu tür örgütlenmelerin toplumlarda çatışma kültürünü besleyip güçlendirdiğini görürüz. Her grup iç dayanışmasını güçlendirebilmek ve zayıflıklarını gizle- 2 BCP: Mithatpaşa Cad. 49-5 Kızılay - ANKARA Tel: +90 312 442 59 45 Belgeç: +90 312 442 16 85

yebilmek için diğer grupları kötüler, düşmanlıkları artırır. Bu durum bir yönüyle toplumun önemli kaynak ve enerjisinin iç çatışmalarda erimesine yol açarken diğer yandan da bireylerin daha otoriter bir yönetim altında özgürlüklerinden vazgeçmesi sonucunu doğurur. Çünkü sürekli düşmanlarla savaşan bir grubun iç disiplinini sağlayabilmesi için grup yönetimine kesin itaatinin sağlanması gereklidir. Böylesi toplumlar bu yapıları ile dış yönlendirmelere karşı daha açık ve kırılgan yapıdadırlar. Ülkemizde insan hakları temelli bir hukuksal ve kültürel anlayışın uygulamada egemen kılınması gerekmektedir. Birbirini Türk-Kürt, Müslüman-laik, sünnialevi vb. olarak tanımlayan ve böyle bir kültürü içselleştiren bir toplumda özerk yerel yönetim modelinin ve verilecek bazı kültürel hakların ne yazık ki birlikte yaşama irademizi güçlendiremeyeceği düşüncesindeyim. Ülkemizin karşılaştığı terör sorununun Kürt vatandaşlarımızdan bağımsız olarak dış güçlerce başlatıldığı ve bir aşamadan sonra Kürt vatandaşlarımızdan belli bir destek bularak kültürel ve siyasi görünüm kazandırıldığı bilinmektedir. Zaman zaman dış destekler değişebilse de amacın Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında emperyalistlerin oyuncağı bir Kürt devleti kurmak olduğu da yeterince açıktır. Bu nedenlerle Bağımsız Cumhuriyet Partisi nin Durum ve Çözüm kitapçığında belirtilen çözümlerin ve bu gerçekleşmediğinde ise Sayın Mümtaz Soysal ın Kesin Çözüm * yazısındaki gerçeklerin geçerliliğini koruduğu kanısındayım. *Sayın Melih Oğuz un göndermede bulunduğu yazıyı ekte sunmayı ödev bildik. sağduyuyla değerlendirileceğine inanıyoruz. KESİN ÇÖZÜM Mümtaz SOYSAL / 17.08.2009 Cumhuriyet Gazetesi KONU ciddidir; kimse kimseyi aldatmasın: Sonuçta Güneydoğu yu halkıyla birlikte Türkiye den koparıp Irak ın kuzeyinden başlayarak kurulacak bağımsız bir Kürt devletine katmayı hedefleyen uzun vadeli bir tasarım var. Bunu kimler ister ve gerçekleşmesi için aşama aşama çalışır? Bölgedeki çıkarları için ABD, İsrail ve onlarla birlikte Batılı bazı çevreler. Bir de yaklaşık yüz yıllık geçmişi olan Kürt milliyetçiliğinin mensupları. O milliyetçiliğin bağımsız bir devlet kurmayı hedeflemesinden daha doğal bir şey olamaz. Ama bizce önemli olan, Türk vatandaşı Kürtlerin kaçta kaçında böyle bir özlemin olup olmadığıdır. Bunu kesin olarak bilmek ya da öğrenmek zor. Zamanla, olayların gidişine göre oluşacak bir tablo söz konusudur. Şimdiden neler düşünülebileceğine gelince, tercihler çok değişik olabilir. Kimileri, Bölge, insanlarıyla birlikte bizden kopacaksa kopsun; zaten, astarı yüzünden pahalı; bizi istemeyenlerle birlikte yaşamak niye? diye düşünüp o yöndeki gidişi hızlandırmaktan yana olabilir. Bu tercihin zayıf yanı, ülke ve ulus bütünlüğünden kolayca vazgeçivermiş bir Türkiye nin dünyadaki saygınlığını ve ağırlığını kaybedecek olmasıdır. Kimimiz, Onca emekten, yatırımdan, özveriden ve şehitten sonra buna izin verilir mi? diyerek kopuşu önleyecek her şeyin yapılmasını isteyebiliriz. Buradaki zayıflık da, kopuşu önlemek için ulus-devlet bütünlüğünden verile- Web: www.bcp.org.tr; iletişim: merkez@bcp.org.tr cek her ödünün tam tersine bir etkiyle kopuşu hızlandırma olasılığıdır. Böylesine olumsuz olasılıklar varsa, en doğru tercih, neyi yapıp yapamayacağınıza, nereye kadar gidip gidemeyeceğinize kesin karar verip atacağınız her adımın bu kararlı tutumla tutarlı olmasında ısrar etmektir. Kuzey Irak ta Kürt devletinin kurulmasına, daha doğrusu kurulmuş olanın kesinleşmesine engel olamayacağımıza göre, hiç değilse o konuda hoşgörülü davranma ve ekonomik destek sağlama karşılığı sınırın akla yakın duruma getirilmesi ve Türkmen nüfusun statüsü yönünde birtakım isteklerimiz olmalıdır. Güneydoğu da ise, bölgesel özerklik, resmi dil dışında öğretim gibi ulus-devlet ilkesiyle çatışan isteklere karşı kesin kırmızı çizgiler çizmek ve düzen değiştirici planlı ekonomiksosyal kalkınmayı öne çıkarıp bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gerekecektir. Bu tür çözümlerin ilk bakışta ne denli hoyratça, hatta trajik olduğunu en iyi bilen, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti nin Balkanlar ve Kafkaslar daki etnik temizliklerden kopup Anadolu ya sığınmış olan aileleridir. Eğer bu Cumhuriyet de ayakta kalmak için nüfus mübadelesi gibi kökten ve acıklı çözümlere başvurmak zorunda kalırsa, bilinmelidir ki böyle bir trajedinin günahı etnik kimlik mikrobunu çileli Anadolu halkının içine tekrar sokan ve bölücülük tehdidiyle başka etnik haklar koparıp yeni bölünmelerin kapısını açmaya çalışanların olacaktır. İçtekiler ve dıştakiler bunu böylece bilmelidirler. 3

YENİ ANAYASA TUZAĞI Feyzi COŞKUN Ülkemizde anayasa tartışmaları yeni değil. İlk Anayasadan bu yana çeşitli nedenlerle konu toplum gündemine girmiş, ya değişiklikler yapılmış ya da bütünüyle yeni anayasa yapılarak sorun çözülmek istenmiştir. Tarihsel gelişmelere bakılırsa, anayasa konusu, hak, özgürlük, eşitlik bilincinin gelişmesine bağlı olarak toplumların gündemine girmiş, sınıf ya da kesimlerin güç dengelerince belirlenen bir ortak yaşam düzenleme belgesine dönüşmüştür. Anayasalardan beklenen, toplumsal yaşamın barış, huzur, güvenlik, birlik ve dayanışma düzenini kurması, sürekliliğini sağlamasıdır. Bunun temel ölçütü de anayasanın, evrensel hukukun tanımladığı insan hak ve özgürlüklerini benimseyen, güvence altına alan, kullanımına ve geliştirilebilmesine kaynaklık eden bir anlayışla hazırlanmış olup olmadığıdır. Böyle bir anayasa anlayışına, insanların eşit değerde varlıklar olduğuna dayanan çağdaş insan algısı kaynaklık etmektedir. Bu algı nedeniyledir ki, istenen eşitlik beklentisinin gerçekleştirilmesi, anayasaların bir toplumsal sözleşme niteliğinde yapılmış olmasına bağlanmıştır. Anayasa konusuna ilişkin kuramsal boyut böyle benimsenmiş gibi görünse de, gerçek yaşama yansımalar ne yazık ki böyle görünmemektedir. Çünkü, toplumsal yaşamın gelişim aşaması, sınıf ve kesimlerin hak ve özgürlüklerine ilişkin bilinç düzeyleri, yaşanan uluslar arası ilişkiler ortamı gibi çok önemli etkenler, anayasaların yapılışında etkili olabilmektedir. Sözgelimi, anayasal düzen fikrinin bizim toplumsal yaşamımıza girişi görüşleri yabana atılamayacak kesimlerce, kendi toplumsal gelişim ve değişim etkenlerimizden çok, Osmanlının son döneminde yaşanan dış ilişkilerin etkilerine bağlanmaktadır. O nedenle de, anayasalarımızın kendi toplumumuzun sınıf ve kesimlerinin iç etkileşiminin ürünleri olduğu kolayca öne sürülemez. Hatta, hemen tüm anayasalarımızın yapılışında dış etkilerin baskın olduğu düşünülebilir. Bunun şaşılacak bir yanı da yoktur. Çünkü, yakın tarihimizin en azından son iki yüz yılı, Batı Kapitalizminin emperyalist aşamasının tüm sonuçlarından doğrudan etkilenen bir süreç olmuştur. Bu sürecin en önemli sonuçlarından biri olan Ulusal Kurtuluş Savaşı nın sırası ve sonrasında kısa sayılabilecek bir dönem ayrı tutulursa, bugün de aynı emperyalist etkilerin, toplumsal değişim ve gelişimimizde daha belirleyici olabildiği yadsınamaz. Nitekim, özellikle 12 Mart darbesi sonrasında yapılan anayasa değişiklikleriyle 12 Eylül darbesi sonrasında yapılan 1982 Anayasasının özellikle ABD kaynaklı dış tasarımların yansıması oldukları genel kanıdır. Bağımsız ve ulusal egemenliğe dayalı ulus devlet yapısı, laik ve demokratik sosyal hukuk devleti nitelikleriyle Türkiye Cumhuriyetinin, Batı emperyalizminin, sömürü alanı olarak gördüğü ve uğruna onca tasarımlar ürettiği Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasındaki öteki halk ve uluslara örneklik ve öncülük eden bir odak olması baştan beri içine sindiremediği bir olgudur. O nedenle de en azından Batının çıkarlarına ters düşmeyen bir dönüşüme uğratılması gerekli görülmektedir. Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesi nin yaşam bulmasında da bu dönüşümün anahtar işlevi göreceği hemen herkesçe bilinmektedir. Bu dönüştürmenin İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana ABD ile kurulan ikili ilişkiler, NATO ya giriş, yaşanan darbe dönemleri, Gümrük Birliğine giriş, AB Üyeli Süreci gibi aşamalarla giderek ivme kazandığı gözlenmektedir. Bu süreçte ağırlıklı olarak sağ iktidarlar sorumluluk taşımıştır. Bağımsızlık ve cumhuriyete bağlılık konusunda duyarlıklarını da tam yitirmediği gözlenen ve o nedenle de Batının, özellikle de ABD nin kimi dayatmalarına ayak sürüdükleri de görülen bu iktidarlar, tamamlanmak istenen Yeni Dünya Düzeni nin gerekleri bakımından istenen esnekliği sunmakta yetersiz görülmüşlerdir. Özelleştirme/yabancılaştırma uygulamalarındaki pervasızlığı, dinsel gerekçelerle örtse de serbest piyasayı güvence altına alan düzenlemeleri, ulus devlet ve cumhuriyet karşıtı düşünce köklerine 4 BCP: Mithatpaşa Cad. 49-5 Kızılay - ANKARA Tel: +90 312 442 59 45 Belgeç: +90 312 442 16 85

bağlılığı göz önüne alındığında AKP nin kısa sürede oluşturulup iktidara taşınmasını anlamak zor olmamalıdır. Batı Emperyalizmine daha cevval bir iktidar gerekliydi. Bu cevvalliğin en gösterişli aşamasını da hem emperyalizmin beklentilerine, hem de geleneksel dinsel motiflerle örtülenmiş bir işbirlikçi iktidar sürekliliğine güvence oluşturacak Yeni Anayasa oluşturmalıdır. Bu değerlendirmeler göz önüne alınmaksızın, ülkemiz gündemine yeniden taşınan Yeni Anayasa tartışmasını gerçekçi biçimde anlamak zor olabilir. TBMM de tüm içteki partilerin katılımıyla bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuluşuna, liberallerin, hatta kimi sözde solcuların İleri Demokrasi alkışçılığına bakılırsa da böyle bir sorun yaşandığı görülebilir. Konuya iyi niyetle ve gerçekçilikle yaklaşıldığında şöyle bir soruya gereksinim yok mudur? Türkiye de yaşanan sorunların ana kaynağı Anayasa mıdır? Örneğin; 1. Bölgeler arası gelişmişlik farkları anayasal düzenleme eksikliğinden mi kaynaklanmaktadır? 2. Toplumsal kesimler arası gelir dağılımı bozukluğu anayasal düzenleme yetersizliğinden mi kaynaklanmaktadır? 3. Eğitim hakkının tüm yurttaşlara tam bir fırsat eşitliği içinde kullandırılamaması anayasal düzenleme yetersizliğinden midir? 4. Sağlık hakkına ilişkin hizmetlerin sunumu anayasal düzenleme yetersizliğinden midir? 5. Uluslar arası ilişkilerdeki tam bağımsızlığı ve ulusal egemenliği tartışmalı duruma getiren durumlar anayasal düzenleme yetersizliğinden midir? 6. Açık bütçe yapmak, para basmak eflasyonla ulusu ezmek anayasal düzenin yetersizliğinden midir? Web: www.bcp.org.tr; iletişim: merkez@bcp.org.tr 7. Tarım ve sanayi başta olmak üzere üretken yatırımların artırılması ve yurt yüzeyine dengeli dağıtılması anayasal düzenleme yetersizliğinden midir? 8. Köy, kasaba, kent gelişiminin sağlıklı gerçekleştirilmesine ilişkin planlama düzensizlikleri anayasal eksikliklerden midir? 9. Başta terör olmak üzere, güvenlik sorunları anayasal düzenleme yetersizliğinden mi kaynaklanmaktadır? 10. Evrensel hukuka dayalı hak, özgürlük ve eşitlik sorunları anayasal engellerden mi kaynaklanmaktadır? 11. Toplumsal sınıf ve kesimlerin örgütlenme ve hak arayış yollarını kullanamayışları anayasal düzenlemelerden mi kaynaklanmaktadır? 12. Etnik, töresel, dinsel, mezhepsel ve kültürel ilkelliklerin beslediği kadın-erkek eşitsizliği, çocuk haklarının kullanılamazlığı anayasal engellerin ürünü müdür? 13. Bağımsız yargılanma ve adalet hakkı anayasal engeller nedeniyle mi kullanılamamaktadır? 14. Anadilini öğrenme, kullanma ve geliştirme özgürlüğü anayasayla mı engellenmekteydi? 15. Anayasanın tanımladığı, ulus devlet ve üniter yönetim temelli cumhuriyet, istenen hak ve özgürlüklerin kullanılabileceği bir demokratikleşmeye gerçekten engel midir? Daha pekçok soru sıralanabilir. Ancak, bu sorular da bu sorunların ancak Yeni Anayasa ile çözülebileceğine kanıt oluşturamaz. Çünkü bu sorunlara ilişkin pek çok yasal düzenleme anayasa değişikliğine gerek duyulmaksızın gerçekleştirilebilmiştir. Üstelik de tüm yurttaşları gözeten eşitlik ve özgürlük beklentileri yerine, yerli yabancı sermaye sahiplerine yeni olanaklar ve ayrıcalıklar sunabilmek için O zaman ne amaçlanmaktadır Yeni Anayasa girişimiyle? 5

Toplumsal sözleşme niteliğinde bir anayasa yapılmak istendiği söylenebilir mi? Öyle olsaydı; 1. Toplumun her sınıf ve kesiminin beklentilerini ortaya konup özgürce tartışılabildiği bir ortam oluşturulurdu. Bu amaçla öncelikle, düşünce ve basın yayın özgürlüğü güvence altına alınırdı. 2. Toplumsal sınıf ve kesimlerin örgütlenme ve hak arama özgürlüklerini tam kullanabilecekleri demokratik mücadele olanak ve araçları sağlanırdı. 3. Gerçek bir yargı bağımsızlığı ve üniversite özerkliği sağlanarak, bilim çevrelerinin yeterli uyarı ve öneri sunma olanakları yaratılırdı. 4. Siyasi partiler ve seçim yasaları, örgütlenme ve temsil engellerinden(baraj vb.) temizlenip demokratikleştirilerek, anayasal düzenlemeleri görüşüp sonuçlandıracak bir temsil ortamı/anayasa meclisi oluşturulabilirdi. 5. Dış güçlerin bağımsızlık ve ulusal irade oluşumunu çarpıtıcı karışmalarını önleyici önlemler alınırdı. Oysa bugün bu koşulların hiçbiri yoktur. Daha önemlisi bu koşulların kırıntılarını bile yok edici niyetler taşıdığına inanılan, uygulamalarıyla da bu niyetlerini sıkça ve pervasızca ortaya koyduğu on yılı aşkındır izlenen bir siyasal iktidar söz konusudur. Üstelik bu iktidar, güvenilir sayılmasa da kendisine oy vermeyerek hoşnutsuzluğunu ortaya koyan ve toplumun yarısını aşan bir kesimin varlığını, beklentilerini, kaygılarını göz önüne almaksızın davranabilmektedir. Kendisine eleştiri yönelten ya da karşı tavır alanları hukuk dışı yollarla tasfiye edebileceğini gözlere sokarcasına ve inatlaşarak sürdüren bir iktidardır söz edilen. Gerçekten bir İleri Demokrasi yaratmak düşünülüyor olabilir mi? O zaman da, başta Mümtaz SOYSAL olmak üzere, bilimsel birikim ve deneyimlerini pazarlama kaygısı gütmeyen pek çok bilim adamının Eğer anayasa girişiminizle bir özgürlükleri genişletme amacı güdüyorsanız, bir anayasa değişikliği gerektirmeksizin, salt yasal düzenlemelerle genişletilebilecek bir çok özgürlük konusunu şimdiden çözümleyin. Örneğin uzun tutukluluk sürelerini kısaltmak, YHSK yı iktidar vesayetinden kurtarmak, özel yetkili mahkemeler sorununu kaldırmak vb. konularda yasal düzenleme yapmak için kimsenin desteğine gereksinim bırakmayan bir TBMM çoğunluğunuz var. İyi niyetinize inanmak bakımından önemli bir gösterge de oluşturur. Buyrun görelim. önerilerine karşın bu konularda bir adım atmaktan kaçınabilen bir iktidarın İleri Demokrasi si inandırıcı bulunabilir mi? Öyleyse asıl amaç nedir? Aslında açıktır Ama, önce başka bir soruya yanıt vermeli. Türkiye nin demokrat, sol ve Kemalist güçlerinin uzun yıllardır savundukları ve uğruna ağır bedeller ödedikleri Yeni Anayasa gereksinimi ortadan mı kalkmıştır da, bugün bu girişime karşı tavır almaktadırlar, üstelik de bir Darbe Anayasası nı savunur konumda değerlendirilmeyi bile göze alabilmektedirler?... Ne yeni Anayasa gereksinimi ortadan kalkmıştır, ne de darbe Anayasası savunulmaktadır. Yukarda uzun uzun anlatıldı ki; AKP İktidarı bir Toplumsal Sözleşme niteliğinde anayasa yapma koşullarını aklından bile geçirmemektedir. Çünkü bu yolda hiçbir adım atmamıştır, atmayacaktır. Oysa, artık başlangıçtaki demokrasi ve özgürlük karşıtlığına kaynaklık eden pek çok hükmü de değiştirilmiş olan bu Anayasa, hem istenirse daha geniş hak ve özgürlükler sunulmasına engel değildir, hem de Türk Ulusunun varlığını, birliğini ve yurt bütünlüğünü sürdürebilmesi bakımından çok önemli, vazgeçilmez, değiştirilmesi teklif edilemez ulus devlet, laik ve demokratik sosyal hukuk devleti nitelikleri taşıyan bir cumhuriyetin güvencelerini taşımaktadır. İşte asıl amaç bu güvencelerdir. Düşünsel kökleri bilinen AKP nin ve ardındaki Batı Emperyalizminin, başından beri içlerine sindiremedikleri Türkiye Cumhuriyeti ni dönüştürmek, kuruluş felsefesi, kurum ve kuruluşlarından temizlemektir. Yıkıyorum demektense, demokratikleştiriyorum diyerek, her türden saf salaklara daha benimsetilebilir bir iyi niyet zehri vererek O nedenle Yeni Anayasa girişimi, aslında yeni olmayan bir işbirlikçiliğin, cumhuriyet yıkıcılığı tuzağıdır. Her türden katılımcılarına bir kez daha duyurulur 6 BCP: Mithatpaşa Cad. 49-5 Kızılay - ANKARA Tel: +90 312 442 59 45 Belgeç: +90 312 442 16 85

LOZAN ANTLAŞMASININ 89. YILDÖNÜMÜNDEYİZ Aytekin ERTUĞRUL Milletlerin tarihlerinde çok önemli ve unutulmaması gereken yıldönümleri vardır. 24 Temmuz 1923 işte bu tarihlerden biridir. Neden unutulmaması gerektiğini ebedi başkomutanımız Atatürk ten madde madde okuyalım: Bilirsiniz ki yeni Türk devletinden önceki Osmanlı İmparatorluğu kapitülasyon adı altındaki birtakım hakların tutsağı idi Osmanlı nın ülkesindeki yabancıları yargılama yetkisi yoktu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içerisinde bulunan Hıristiyan topluluklara karşı önlemler alınması yasak edilmişti. Ülkeyi bayındırlaştıramaz demiryolu yapamaz, dahası okul bile açamazdı Osmanlı Padişahları ulusun her türlü gelirini karşılık göstererek devletin onurunu ayaklar altına alarak birçok borçlara girmişlerdi. Osmanlı devletinin dünya gözünde hiçbir değeri ve saygınlığı kalmamıştı. O kadar çok borçlanmışlardı ki devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma düşmüş dünya gözünde bıktın ve iflas sayılmıştı. (1) Lozan Barış Antlaşmasını imzalayan delegeler kurulu başkanı İsmet Paşa hazretlerine Atatürk şu telgrafı çekmiştir. Ulusun ve hükümetin yüksek kişiliğinize verdiği yeni görevi başarı ile sonuçlandırdınız. Yurda yararlı sıra sıra işlerle örülü ömrünüzü bu kez de tarihsel bir başarı ile yücelttiniz. Uzun savaşmalardan sonra yurdumuzun barışa ve bağımsızlığa kavuştuğu bu gün de parlak başarılarınız ve dolayısı ile sizi ve değerli delegeler kurulu üyelerini içtenlikle kutlarım. Atatürk Lozan Öncesinde ve sonrasında bunları söyledikten sonra büyük Nutkun sonunda şöyle seslenmektedir. Sayın baylar sizi günlerdir işgal eden nutkum nihayet mazı olmuş bir çağın öyküsüdür. Bu nutkumla ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmişsem kendimi mutlu sayacağım. (1) Yukarıda Atatürk ün ağzından madde madde yazdığımız bağımsızlıkla ve ulusal onurla bağdaşmayan acılar Lozan Antlaşması ile bir daha geri dönmemek üzere tarihe gömülmüştür. Ancak haçlılar Lozan Antlaşmasını o günden bu yana hazmedememişler. Web: www.bcp.org.tr; iletişim: merkez@bcp.org.tr 24 Temmuz 1923 haçlılarla Lozan Antlaşmasının imzalandığı tarihtir. 25 Temmuz 1923 ise Lozan Antlaşmasını SEVR Antlaşmasına dönüştürmek üzere Haçlıların yola çıktıkları tarihtir. Anadolu henüz Türk Milletinin elindedir İstanbul da Türk Milletinin elindedir. TBMM açık ve görevi başındadır. Egemenlik kayıtsız ve şartsız Türk milletinidir. Lozan henüz SEVR E dönüştürülememiştir. Ama su uyur düşman uyumaz denilmiştir. Haçlılar Lozan ı SEVR E çevirmek mücadelesini dahili bedhahlarla birlikte 10 Kasım 1938 den beri sürdürmektedirler. B u gün Lozan ın 89. yıldönümünde Haçlıların ve dahili bedhahların Lozan ı SEVR E çevirmek için Tüm güçleri ile çalıştıklarını unutmamalıyız. Bu savımızın delilleri; Türk parasının ezilerek düşman paralarının değer kazanması, ardı arkası kesilmeyen zamlar,iç ve dış seyahatlerde su gibi harcanan milyonlar, açık bütçeleri kapatmak için karşılıksız basılan paralar, alınan iç ve dış borçlar, Cumhuriyetimizin kalelerinin (KİT) birer birer haraç mezat satışlarıdır. Atatürk ün gününde bir ABD doları 80 Kuruş iken bu gün itibari ile 1.825.000 TL dır yani paramız 2.000.000 defa milletimiz de 2.000.000 defa ezilmiştir. Bu ezilme 1950 yılından bu yana sürekli artan bir şiddetle sürmüştür. Lozan Antlaşması, İlelebet muhafaza ve müdafaa etmek zorunda olduğumuz tam bağımsız demokratik sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin kuruluşunun temel taşıdır. Bu nedenle vatanımızın tapusuna sahip çıkmak siyasi bağımsızlığımıza sahip çıkmak demektir. Bu da ulusal siyasetimize (tam bağımsızlık, kayıtsız şartsız ulusal egemenlik) sıkı sıkıya bağlı olmak ve siyasi partilerde örgütlenmekle mümkündür Lozan antlaşmasının bekçileri bu görevi üstlenmek zorundadır. Lozan Anlaşmasının bekçileri tüm Türk milletine başarılar dilenir. (1) Atatürk Söylev: Çağdaş yayınları 1987 İstanbul. Türkçesi. Ord. Profesör Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu. 7

İBRET VERİCİ BİR D PUSULA Ülkelerin iklimine ve yönetim sistemine göre biraz değişse de mevsimler takvimi ile siyasal yaşamlar arasında hep rastlanan bir bağlantı vardır. Örneğin, bizde Haziran sonlarına doğru havalar ısınırken siyaset soğur ve iktidar mücadelesinin sıcaklığı azalır. Gerginliklerin yerini tatil atmosferinin ve dinlenmekte olan sinirlerin yumuşaklığı alır. Ayrıca, başkent tenhalaşmakta ve siyasal ağırlık merkezi yavaş yavaş başka kentlere kaymaktadır. Elbet ara sıra içte ve dışta ortaya çıkan olağanüstü gelişmeler bu durgunluğu bozsa da, Mayıs ortalarından başlayarak siyasal etkinliklerin azalması, çalışmaların yavaşlaması doğal sayılır. Partiler genellikle bu durgunlaşmanın dışında kalmaz, onlar da hız keserler. Bu yıl, farklı oldu. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin siyasal rejmlerini Batılı büyük devletlerin çıkarlarına uygun biçimlere sokmaya yönelik çabalar Mısır seçimleriyle birlikte pek sağlam görünmeyen bir istikrara bağlanmışken, Suriye deki çalkalanma yalnız o ülkenin içini hallaç pamuğu gibi darmadağın etmekle kalmadı, devletler arasında Soğuk Savaş yıllarını andırır bir cepheleşme yarattı: Bir yanda Batılı büyük devletlerle Türkiye nin de desteklediği Suriyeli âsiler; öte yanda Esad hanedanının yönettiği Suriye devletiyle yanında İran, Rusya ve Çin. Son günlerin düşürülen uçak olayı Ankara nın şimdiye kadarki politikasıyla nasıl bir çıkmaza sürüklendiğimizi açıkça gösterdi ve ülkeyi tehlikeli bir ikilemle karşı karşıya bıraktı: Ya Şam yönetiminin bilinçli ve küstahça davranışı karşısında dıştan bakıldığında pek onurlu gözükmeyen bir sonucu sineye çekmek gerekecektir, ya da gereksiz ve anlamsız bir silahlı kapışmaya sürüklenip yanlıştan yanlışa sürüklenmek zorunda kalınacaktır. *** Gelinen nokta, başlangıçta benimsenen ve Türkiye gibi bir devlete çok yakıştığı söylenen bir politikanın yanlışlığını ortaya koymuş oldu. Ankara, yıldızının yükselmekte olduğu söylenmiş bir devletten beklenen role çağırılmış ve böyle bir çağrıyı gözleri kapalı hemen benimseyivermiştir. Sözde gurur okşayıcı bir çağrıydı bu: Büyük bir imparatorluğun vârisi yüzyıllar boyu egemenliğini sürdürdüğü topraklara yeniden göz kulak olması ve Batı dünyasının ilkelerine o topraklarda saygı gösterilmesini sağlaması istenmekteydi. Böyle bir çağrıyı kim reddedebilirdi? Nitekim, Ankara da reddetmedi. O ysa, böyle bir göreve hevesle sarılmadan önce Suriye deki durumu çözümlemek ve orada neler olmakta olduğunu, kimin ne yapmak istediğini iyi anlamak gerekiyordu. Ayaklananlar acaba gerçek demokrasi ve özgürlük âşıkları mıydı? Yoksa ülkede karışıklık çıkarıp o kaosta Batı yandaşlarını iktidara getirmek ve bölge için Batılı büyük devletlerce öngörülmüş yeni düzenin kurulmasında yararlanılmak istenen gruplar mı söz konusuydu? Mezhep kavgaları kışkırtılarak Sünni ve Alevi mi birbirine düşürülmüştü? 8 BCP: Mithatpaşa Cad. 49-5 Kızılay - ANKARA Tel: +90 312 442 59 45 Belgeç: +90 312 442 16 85

İPLOMASİ DERSİ Mümtaz SOYSAL Üstelik, böyle bir hengâmeye bulaşmak Ankara nın İran la ve Rusya yla kurduğu ilişkilere zarar vermeyecek miydi? Hesapsızlığın zararları saymakla bitmez ve bunların getireceği yararların neler olabileceğini de kimse bilemezdi. *** Ama bütün bunlardan daha da vahim olan ve Şark ya da Ortadoğu kültürünün insanlarınca asla affedilmeyecek sosyal psikoloji hatası, henüz birkaç yıl önce ma aile sarmaş dolaş olunmuş insanlara birden bire sırt çevirmek ve onlara karşı Batılı büyüklerle bir olmaktı. Öte yandan, Suriye yle kapışmanın Türk sanayicilerce üretilmiş malları Yakın Doğu ya satma çabalarına vereceği zarar kolay hesap edilmeyecek kadar büyüktü. Gerçekten bütün bunları düşünmeden böyle bir politikaya niçin ve nasıl sarılındığını anlamak çok zordur. Hele komşularla sıfır sorun formülüyle yola çıkanların stratejik derinlik ararken böyle bir sonuç yaratmış olmaları diplomasi tarihinin ibret sayfalarından hiç eksik olmayacak. *** Oysa Suriye devletini yönetenler, hiç tanımadığımız ve ilk kez ilişkiye girdiğimiz insanlar değil. Beşar Esad ya da Esed babasından devraldığı devleti aynı ilkeler çerçevesinde yönetmeyi sürdürmek niyetiyle işbaşına geçmişti. O tarihte, daha önceki dönemin gerginlikleri zaten büyük ölçüde giderilmiş ve oğul Esad devraldığı yönetimin Türkiye yle ilişkilerini daha da geliştirebileceğı bir zemin bulmuştu. Kısacası, ilişkilerin bugünkü duruma sürüklenmesi, Suriye tarafında kesin ve belirgin bir siyaset değişikliği yüzünden değil, tam tersine Ankara nın bu ilişki konusundaki Web: www.bcp.org.tr; iletişim: merkez@bcp.org.tr politikasında köklü bir tutum kaymasının ortaya çıkmasından ötürü olmuştur. Beşar Esad ın işbaşına geçişiyle birlikte önceki ilişkinin daha da geliştirildiği ve neredeyse tam bir kucaklaşmaya dönüştüğü bir noktada ansızın beliren bir tutum kaymasıdır bu. Yalnız Türk kamuoyunu değil, bölgenin birçok ülkesindeki insanları şaşırtan bir dönüş olmuş, Türk tarafı, birden bire, Suriye deki durumun ve epeydir sürmekte olan kargaşanın sorumluluğunu bütünüyle Beşar yönetimine yüklemek yolunu seçmiş ve eleştiri okları hep o yönetime çevrilmiştir. Aslında bu şaşırtıcı dönüş, Arap Baharı nı yönlendiren Batılı büyük devletlerin rejim öğütme değirmeni çarklarına Suriye yi de itmiş olmalarından kaynaklanmaktaydı. Kuzey Afrika da Tunus ve Libya yla başlayan senaryoyu uygulama sırası artık Suriye ye gelmişti: İnsan hakları ihlalleriyle suçlanan kesimlerin direnişleri, direnişlerin şiddet dönüşmesi, şiddetin şiddete doğurması, iktidarca alınan önlemlerin zalimleşmesi, zalimliğin göçlere ve baş kaldırışlara yol açması ve sonuçta iç savaş uçurumuna sürüklenme raddesine getirilmiş bir toplum. Kısacası, ve demokratik düzeni sağlamak amacıyla dış müdahaleyi, rejim değişikliğini hatta huzur getirici işgali kabul etmeye hazır duruma getirilmiş bir toplum ortamı. Ankara nın yanlışı, böyle bir senaryonun savunucuları arasına katılmak, rejim muhaliflerine kanat germek ve sanki uygulayıcığına da soyunacakmış gibi bir izlenim vermek. Oysa, taraflar arasında tercihsiz ve tarafsız bir tutum komşuya daha fazla huzur getirebilir ve Türkiye ye daha az zarar verirdi. M.S. 9

SORULAR Melih OĞUZ Ekonomimizle ilgili çelişkili haberler her gün medyadan bize ulaştırılırken kimi sorular kendiliğinden geliyor aklıma. Örneğin 2.06.2012 tarihli Sözcü gazetesinin ekonomi sayfasında Kazanmadan harcayan Türkiye başlığı altında Türkiye de hane halkının borçlanma oranının 2009 daki %36 oranından 2011 in 9 aylık döneminde %44,7 ye çıkmasını ve kredi borcunu ödeyemeyen kişilerin sayısındaki artış tehlikeli bir gidiş olarak değerlendirilmektedir. Hükümete yakın basın/yayın organlarının genel değerlendirmeleri ise Avrupa ve ABD deki hane halkı borçlanmalarının %70 ten başlayıp %100 leri aştığı ve ortalamasının ise %80 lerin üzerinde olduğu ve bunlara bakılırsa korkmamızı gerektirecek bir durum olmadığı yönünde. Bankaların bireysel kredilerden dolayı takiplerinde artış olsa da bu oranın da uluslar arası ortalamaların çok altında olduğu belirtilmekte. Her iki görüşün de haklı yönleri var gibi görünmekle birlikte aklıma takılan birkaç sorunun yanıtını bulmadan bu konuda görüş oluşturmanın anlamsız olduğu sonucuna vardım. Takıldığım ilk soru borçlanma oranının yüksek ya da düşük olduğunun ölçüsü nedir? Salt oransal açıdan bakıldığında pek çok Afrika ülkesi ile Afganistan, Bangladeş, Pakistan, Moğolistan vb. gibi kapitalist pazar ekonomisinin daha alt evrelerindeki ülkelerin bizden daha iyi durumda oldukları söylenebilir. İkinci olarak hane halkı geliri nasıl hesaplanmaktadır? sorusu önemli gibi görünüyor bana. Aynı soruyu bazı ekonomistlerin ve yazarların da sorduğunu biliyorum. Ama ülkemizde 2011 de 36 adet olduğu ifade edilen dolar milyarderlerinin gelirleri ile asgari ücretten az kazandıkları için yeşil kart uygulamasından yararlanan 9 milyon kişinin gelirlerinin aritmetik ortalaması alındığında elde edilen sonuç pek anlamlı gelmiyor bana. Gelir dağılımının dengesi önemli görünüyor. Kuşkusuz ilk 500 firma arasında yer alan firmaların kaçının yabancı sermayeli olduğu da önemli. Diğer yandan TÜİK in verilerini ne şekilde hesapladığı da önemli. Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi borçlar az ya da milli gelir olduğundan yüksek gösterilebiliyor. Ancak sorun sürdürülemezlik boyutuna ulaştığında ortaya çıkıyor. Üçüncü soru bir yönü ile ilk soruya benzese de farklı bir boyutu olduğunu düşünüyorum. Kişi başı gelirin az olduğu ülkelerde gelirin daha büyük bölümü beslenme, barınma gibi zorunlu harcamalara gideceğinden borçlanabilme olanağı daha az olmaz mı? Borç verenlerin borçluların değerli gördükleri varlıklarına el koymaları gibi bir amaçları yoksa düşük gelirlilere verecekleri kredilerin sınırlarının ödeme güçleri ile orantılı olması beklenir. Dördüncü soru Alınan borçların maliyeti nedir? Gelişmiş ülkelerde faiz oranları ve kredinin dolaylı maliyetleri gelişmekte olan ülkelere göre çok daha düşüktür. Bu durum da borçlanma sınırını düşüren bir etkendir. Beşinci soru ise Ekonomik, sosyal ve siyasi düzenin hane halkının borçlanabilme olanakları üzerinde etkisi nedir? Ücretlilerin iş güvencelerinin olmadığı, serbest meslek sahiplerinin gelirlerinin ise siyasi iktidarların keyfi uygulamaları nedeniyle sık sık değiştiği ülkelerde hane halkının borçlanma olanaklarının da azalacağını görebiliriz. Örneğin Osmanlı İmparatorluğunda yöneticiler kişinin yaşamına bir anda son verip varlıklarına bir gecede el koyabildiğinden böyle bir düzende borç alma- verme konusundaki kurumsal yapılanmalar batıdaki örneklere göre çok daha geç ve küçük hacimli oluşmuşlardır. Borç verenlerin hukuk düzeninde etkin olmadıkları bir yapıda sürekli borçlanabilme olanaklarının bulunduğunu söyleyemeyiz. Bu bağlamda Dünya Ticaret Örgütü ne üye olmak ve uluslar arası tahkimi kabul ederek yabancı alacaklılara belli ölçülerde güvence verilmekte ise de sürekli iç çatışma ve savaş ortamında yaşayan ülkelerin kredi değerliliklerinin daha düşük olması doğaldır. Altıncı soru Borç verme koşullarını etkileyen uluslar arası koşullar nelerdir? Parası uluslar arası ticarette kabul gören ve rezerv para olarak kullanılan ülkelerle cari fazlası bulunan ülkelerin daha kolay ve ucuz kredi kullanabilme olanakları vardır. Dünya ticaretinin geliştiği dönemlerde de kredi ve kaynak bolluğu yaşanır. Bununla birlikte günümüzde olduğu gibi dünya ekonomisi büyüme sorunları yaşıyorsa ve piyasalarda balonlar oluşmuşsa alınacak önlemlere bağlı olarak kredi koşullarının ağırlaşması ve maliyetinin yükselmesi ile birlikte tutarının azalması söz konusudur. Son 4 yılda devletlerce piyasalara 15 trilyon dolar verildiği değişik kaynaklarca ifade edilmesine karşın ekonomiler büyüyemiyor ve işsizlik sorunu ağırlaşarak sürüyor. Egemen- 10 BCP: Mithatpaşa Cad. 49-5 Kızılay - ANKARA Tel: +90 312 442 59 45 Belgeç: +90 312 442 16 85

Web: www.bcp.org.tr; iletişim: merkez@bcp.org.tr lerce üzerinde uzlaşılmış bir çözüm de görünmüyor. Bu ortamda dış kredi ve kaynak akışı konusunda iyimser olmamakta yarar görüyorum. Konuya bir parantez açmak gereği duyuyorum. Yakın zamanda okuduğum bir rapora göre ABD de finansal sistemde bankaların payının 1975 lerde %60 a yakın iken 2010 da %26 ya indiği ve finansal olmayan sektörün borçlarının 1980 lere kadar GSMH nın %125 inden 2010 da %250 ne ulaştığı belirtiliyor. ABD para fonlarının yaklaşık 2,6 trilyon $ a ulaşan varlıkları olduğu ve bunun da ağırlıklı olarak kısa vadeli araçlarda değerlendirildiği ifade ediliyor. Yasal güvencelerden ve denetimden yoksun olan bu kesimdeki durumu FED in kabul edilemez bulması nedeniyle yeni kurallara bağlanması gündemde imiş. Olası düzenlemelerin gerçekleşmesi durumunda büyük tutarda nakdin para fonlarından banka mevduatına geçeceği ve bu durumun da kısa vadeli ABD faizlerini yükselteceği tahmini yapılmış. Buna gerekçe olarak da bankaların 25 baz puanın altında getiri sağlayan bir enstrümanı kabul etmemesi gösterilmiş. Bütün dünyada ABD ölçeğinde olmasa bile var olan bu eğilimin bizleri de kısmen etkilediğini ve etkileyeceğini düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl cari açığımızın yaklaşık üçte birinin kısa vadeli sermaye hareketleri ile karşılanmasını da bu açıdan değerlendiriyorum. Belli alanlara çok yüksek getiri beklentileri ile giren bu fonlar bunun dışında vur kaç taktiği ile işletilmektedirler. Giderek yaygınlaşan para fonlarının piyasalardaki oynaklığı artırdığı ve reel ekonomiye fon akışını azalttığı düşüncesiyle getirilecek düzenlemeler finansal iklimi etkileyecektir. Yedinci soru Bankalarımız yeni bir krizden ne ölçüde etkilenirler? Bankalarımızın 2001 krizinden sonra yeniden yapılanması ve türev işlemlerin yaygım olmaması dolayısı ile Basel uzlaşısından geliştirilen standart sermaye yeterlilik oranı batıdaki örneklerine göre yüksektir. Bununla birlikte 2010 yılında %19,2 den 2011 de 16,7 ye gerilemiştir. Uluslar arası bir raporda %10 develüasyon olması durumunda bu oranın bir çok bankamızda %13 lere ineceğine ilişkin bir çalışma gördüm. Karşılaştırıldığında yine de kötü görülmese de diğer iş alanlarına göre çok düşük özvarlıkla çalışan bankacılık kesiminin fırtınalı bir ortamda kırılganlıktan uzak olduğunu söyleyemeyiz. İki, üç yılda verimliliğimizi ve teknolojimizi artırmamız olanağı bulunmadığından ekonomimizle ilgili soruların çoğu mevcut durumu sürdürebilme noktasından hareketle borçlanabilme ve fon akışları koşulları üzerinde yoğunlaştı. Oysa ekonominin çok daha farklı yönlerden de sorgulanması gerekiyor. Sanayi ve üretim kültüründen gelmeyip kamu arazi ve kuruluşlarını siyasi iktidarların özelleştirme, 2B, TOKİ vb. yasaları ile ucuza kapatan yağmacı anlayışın yapılanların hukuk dışı olduğu ortaya çıktığında geçmişe mazi, yenmişe kuzu yaklaşımı ile ahlakdışı tutumlara yöneldiğini görüyoruz. Her geçen gün içte ve dışta yeni düşmanlık konuları yaratan bu yapının yabancı güçlerce kullanılmaya sonuna kadar açık olması ve yönsüzlüğü(bakmayın şeriat, din vb. sözlerine. Tüm Müslümanları tek kişinin ağzına baktıracak düzenlemelere kalkışmak olsa olsa kendini bilmeyen kişilerin Tanrı rolüne soyunmaları anlamına gelir. Bu denli dışa bağımlı ve verimlilikten uzak bir ekonomide faşizm de yabancıların bastonu ile yürütülür ancak.) ekonomik ve toplumsal geleceğimiz için bende derin kaygı uyandırıyor. İKTİDAR DENETLENMEKTEN NEDEN KAÇIYOR? AKP, millet adına yetki kullanan SAYIŞTAY IN iktidarı denetimini engellemek icin Bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi verdi. Sayıştay Denetcileri Derneği bu durumu söyle değerlendirdi. 1-İktidarın denetlenmesi imkansız hale geliyor. 2-Sayıştay Başkanı da iktidarla aynı düşündüğünden komisyon toplantılarına temsilci dahi göndermiyor. 3-Uluslararası kabul gören başarım denetimi bir kenara bırakıldı ve yeni bir tanım getirildi. Bu durum suyu H8o olarak yeniden tanımlamak gibi bir anlam taşıyor. 4-Bu teklif ile ortadan kaldırılacak yetkiler a- Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının güvenilirliği ve dogrulugu hakkında görüş bildirilmesi b- Kamu kaynaklarinin ekonomik ve verimli kullanilip kullanılmadıgının belirlenmesi c- İç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesine ilişkin görev ve yetkileri Düzenlemeler hukuka aykırı olup denetlenen kamu idaresinin denetime mudahalesi öngörülmüş ve Sayıştayların bağımsızlığı ilkesi zedelenmiştir. 11

PUSULA BCP TOGO İŞÇİLERİ İLE 2012 den beri ODTU karşısındaki TOGO fabrikası önünde direnişe geçtiler. Sendika uzmanı Engin Çelik 3.5 yıldır calıştığı görevinde bir çok grev direnişinde bulunduğunu ve emeğin örgütlenmesi konusunda yoğun caba sarfettiklerini ifade etti. İşçilerin çalişma süreleri farklı, Cengiz Karagöz 27 yil, Oğuz Karagöz 30 yıl, Kadir Akgümüş 23 yıl, Ergin Karagöz 13 yıl, tek kadın işçi Semiha Yılmaz da 13 yıl emek verdikleri çalişma hayatlarının kesintiye uğraması ile çok zor günler geçirmekteler. BCP Genel Merkezi 59 gündür grevde olan Togo işçilerine 27 haziran çarşamba öğlen saatlerinde Ankara da desdek ziyaretinde bulundu. Genel Başkan Mümtaz Soysal baskanlığğnda, Yüksel Ara, Müge Gülses, Fevziye Göl un işçilerle yaptıkları görüşmede aldıkları bilgileri sizlerle paylaşıyoruz. Eskişehir yolu üzerinde bulunan Togo ayakkabı fabrikasının 55 işçisinden 35 i Türkiye Deri iş Sendikasına nisan ayında uye olmuşlardı. Ayrıca kayıtdışı 11 işçi daha çalıştırıyordu. Toplu sözleşme yapabilmesi için yasal şartları sağlayan sendika 4 nisan tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına basvuru yaptı. Bağlı oldukları Türk- İş yönetiminin de kendilerine sahip cıkmadığını, toplumun maddi manevi desdeğini beklediklerini ifade ediyorlar CHP Genel Merkezinin cok yakinda olmasina ragmen kendilerine bir desdek gelmediginide sitemle bildirdiler BCP, emeğin yanında ve toplumsal eşitlik hedefi ile çalıştığını belirterek açtıkları ziyaretci defterini imzaladı. BCP olarak Togo işçilerinin haklı grevini destekliyoruz. Siyasi iktidarın,sendikasızlaştırma ve taşeronluk sistemi ile işçi haklarını gasp etme yol ve yönteminin bir sonucu olan, işten çıkarmaları kınıyoruz. Mağazalarda 300 TL. ye ayakkabı satılırken fabrika daha fazla kar elde etmek için kayıt dışı işçi istihdam ederken calışanlar da asgari ücret almaktaydı İş kazaları yasanıyor ama ortbas ediliyordu. Haklarını almak için işçilerin sendikaya üye olduklarını öğrenen işveren Ahmet Kuşgöz-Mehmet Aydinç- Alp Aydinç ilk firsatta 9 işçiyi işten attı geri kalan 26 işçiyide 1 aylık izne gönderdi ve izindeyken onlarıda işten çıkardığını duyurdu. Gerekce olarak da fason üretime gideceğini duyurdu. Kayıt dışı işçilerle üretimini surdurmeye çalışan fabrika Deri-iş sendikasının şikayetleri sonucu üretimi durdurdu. Togo işçileri geleceklerine sahip cıkmak için 30 nisan 12 BCP: Mithatpaşa Cad. 49-5 Kızılay - ANKARA Tel: +90 312 442 59 45 Belgeç: +90 312 442 16 85

AKP: YARGIYI DA TANIMAM...! AKP, bunca gürültü patırdı arasında yine bir Gece Yarısı Yasası çıkardı. 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanuna bir ek madde(ek Mad.-5) ekledi. Yargının verdiği özelleştirme uygulamalarının yürütmesinin durdurulması ya da iptal kararlarını uygulamama, yani özelleştirme konusu kamu varlıklarının yargı kararı uyarınca kamuya geri verilmesi yükümlülüğünü yerine getirmeme, yetkisini Bakanlar Kuruluna tanıyan bir düzenleme bu. Böylece,mahkeme kararları ile satış işlemleri Türk yasalarına aykırı bulunup,satış işlemleri iptal edilerek kamuya geri verilmesi gereken çok değerli kamu kurum ve kuruluşları Anayasaya da, yasalara da aykırı olarak, verildikleri sahiplerinde bırakılıyor.bakanlar kurulu böylece yasaların üzerinde bir yetki ile donatılarak, yasalar yürütme karşısında hükümsüzleştirilmektedir.böyle bir sistemin adı demokrasi olamaz,olsa olsa meşruti monarşi olabilir. Nitekim yasal düzenlemenin hemen ardından aşağıdaki Bakanlar Kurulu Kararı ve eki çıkarılarak; Eti Alümünyum AŞ.(Seydişehir),Kuşadası ve Çeşme Limanları, Balıkesir SEKA İşletmesi,TÜPRAŞ (%14,76 hisse) satıldıkları sahiplerinde bırakıldı.böylece hukuksuz olarak kamu malları özelleştirme adı altında gasp edildi ve bu gaspı maalesef bakanlar kurulu da onayladı. Karar Sayısı : 2012/3240 Özelleştirme uygulamaları sonucunda nihai devir sözleşmesi imzalanarak devir ve teslim işlemleri tamamlanmış olan bazı özelleştirme işlemleri hakkında verilen yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak tesis edilecek iş ve işlemlere ilişkin ekli Kararın yürürlüğe konulması; Maliye Bakanlığı (Özelleştirme İdaresi Başkanlığı) nın 21/5/2012 tarihli ve 3526 sayılı yazısı üzerine, Feyzi COŞKUN 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun ek 5 inci maddesine göre, Bakanlar Kurulu nca 11/6/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır. 11/6/2012 TARİHLİ VE 2012/3240 SAYILIKARARNAMENİN EKİ KARAR MADDE 1 (1) Özelleştirme uygulamaları sonucunda nihai devir sözleşmesi imzalanarak devir ve teslim işlemleri tamamlanmış olan özelleştirme işlemleri hakkında verilen yargı kararlarının uygulanmasında ORTAYA ÇIKAN FİİLİ İM- KANSIZLIK NEDENİYLE a) Eti Alüminyum A.Ş. nin %100 oranındaki hissesinin satış yöntemiyle özelleştirilmesi, b) Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. ye ait Kuşadası Limanının işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi, c) Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. ye ait Çeşme Limanının işletme hakkı verilmesi yöntemiyle özelleştirilmesi, ç) SEKA-Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A.Ş. ye ait Balıkesir İşletmesinin varlık satışı yöntemiyle özelleştirilmesi, d) Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. nin %14,76 oranındaki hissesinin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Toptan Satışlar Pazarında satılması, İŞLEMLERİNİ İPTAL EDEN YARGI KARAR- LARIYLA İLGİLİ OLARAK GERİYE VE İLERİYE YÖNELİK HER- HANGİ BİR İŞLEM TESİS EDİLMEMESİ ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca bu yönde yapılmış olan iş ve işlemlerin devam ettirilerek sonuçlandırılması kararlaştırılmıştır. MADDE 2 (1) Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 (1) Bu Karar hükümlerini Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bağlı olduğu Bakan yürütür. BCP ÖRGÜT HABERLERİ 9 Mayıs 2012-4. Kurultaydan sonra örgütlenme çalışmalarına başlandı. Partimize yeni katılan üye arkadaşlarımız Ankara Çankaya ilçesini kurmak üzere görevlendirildi. Ankara il ve diğer ilçe örgütlerinin kurulması da gündemde. Antalya Şubemiz Aksehir ilçe, Gaziantep-Konya illerinin kurulmasi icin temaslarini sürdürüyor. Genel Merkez 9 Haziran 2012 de PM toplantisi yaparak Genel Sekreter olarak Müge Gülses i Genel Sayman olarak Fevziye Göl ü seçti. Diger gorev dagilimi söyle; Genel Sekreter Yrd. A.Turan Güneş Genel Sayman Yrd. Mustafa Aytekin Genel Başkan yrd. İ. Yuksel Ara Genel Baskan Yrd. Sabri Çaklı Genel Başkan Yrd. Burhan Çalışkan Genel Baskan Yrd. Ayse Çöl Genel Başkan Yrd. Aytekin Ertuğrul Genel Başkan Yrd. Ercan Mergin Genel Başkan Yrd. Atilla Ongan Genel Başkan Yrd. Saim Serenli Genel Başkan Yrd. Ayhan E.Yurdal Disiplin Kurulu Başkan Sacit Sömel Disiplin Kurulu Yazmanı Zuhal Pekçağlayan Web: www.bcp.org.tr; iletişim: merkez@bcp.org.tr 13

TERÖR A.Turan GÜNEŞ Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte kürenin büyük çoğunluğunda ekonomik etki sahibi olan küresel sermaye yayılma politikalarında yeni stratejiler oluşturmuştur. Ekonomik ve siyasi egemenlik sahalrında, doğrudan müdahale ve kendi atadığı kadrolarla yönetmeyi uygulama alanına sokmuştur. Büyük parçaları yönetme yerine küçük parçaları ayırarak yönetme ve küçük parçalar arası gerginliğininin sürekliliğini sağlama yöntemlerini her bölge için geliştirmiştir. BOP projesinin ana stratejiside budur. Yeni sömürgecilik, cumhuriyetin eşit yurttaşlık ilkesi sonucu kaynaşmayı ayrıştırmak ve bütünü bozmak amacıyla ayrılıkçı harekete destek olmuştur. Bu potansiyeli harekete geçirmek amacıyla PKK terör hareketine destek olmuş ve yön vermiştir.1984 yılından bu yana sürdürülen PKK terörü,süni bir ayaklanma hareketinin taktiklerini uygulayarak bu günlere gelmiştir. Bunun kurgulayıcısı olan emperyalist güçler hiçbir zaman nihai bir bağımsızlık hedefinde olmadıklarından, PKK öncülüğünde gelişen Kürt ayrılıkçı hareketine çeşitli şekillerde yön vermekten ve müdahale etmektende geri kalmamıştır. 1991 yılına kadar siyasi iktidarların olaya gerçek dışı yaklaşımı, tavizkar tutumları, yanlış dış politikaları sonucu, örgüt maddi olarak güçlü bir yapıya kavuşmuş, iç desteğin palazlanmasına, dışarda ise haklı bir mücadelenin sembolü haline gelmesine neden olmuştur. Bürokrasi bu silahlı mücadeleye düşük yoğunlukta savaş derken, bunun bir ayaklanma türü hareket olduğunun ve sonuçlarının neler olabileceğinin altını çizmemiştir. 1991 yılına kadar örgütsel gücünün zirvesine ulaşmış olan PKK hareketinin kendi kontrollerinden çıkabileceğini düşünen batı, bu yıldan itibaren liderliği ve hareket serbestliğindeki inisiyatifi kontrol edecek müdahalelere yol verilmiştir. 2002 yılı başlarında örgüt içindeki istikrarlı yönetimin, istikrarsızlığa devretmesine kadar Türk Devletinin bu alandaki mücadelesine dış müdahalede buluunulmamıştır. PKK lideri emperyalist güçlerce Türk Hükümetine teslim edilmiş, siahları bırakıp, düz ovada si- yaset yapmaları Türk kamuoyunun gündemine taşınmıştır. PKK içinde silahlı güçlere etkin kanadın elinden insiyatifin alınarak emperyalizmin kontrolündeki siyasi kanada verilmesi, bu projenin ikinci ayağı olmuştur. Türk Devletinin ve Silahlı kuvvetlerinin etkinliğini kırma ve bu bölgedeki varlığını etkisizleştirme faaliyetleri sürdürülürken, PKK nın siyasi uzantısının halk içinde güç oluşturma çalışmalarına göz yumulmuştur. Türk Bürokrasisinin hazırlayıp siyasi iktidarının uygulamaya soktuğu Kürt Açılımı projesi ise işin kaymağı olmuştur. PKK terörü ile uygulanan yöntem bir AYAKLAN- MA HAREKATI yöntemidir. Türkçe bir kelime olan AYAKLANMA hemen kolayca hepimize belli çağrışımlar yaptırsada, ayaklanma harekatına karşı koyma, kolay anlaşılabilecek ve kolay uygulanabilecek bir hareket değildir. Ayaklanmalara Karşı Koyma tabiri, askeri bir terim olup, bu konuda özel eğitimler almış askerlerin, bölgenin özel şartlarına göre hazırlayacağı çalışmalarla analiz edilir ve ayaklanmaya karşı koyma hareketi konsepleri ile mücadele yöntemleri belirlenir. Ayaklanma harekatına karşı koyma tüm dünyada askeri harekat olarak tanımlanır ve sivil kamu kuruluşları (Bayındırlık,sağlık, eğitim, haberleşme, güvenlik vb. kamu kuruluşları) ile birlikte yürütülmesini gerektirir. Ayaklanma harekatının silahlı güçleri gerilla tipi örgütler veyerel milislerden oluşur. İç ve dış destek büyük bir organganizasyonla gerçekleşir. Bu harekatta: iç destek ve dış desteğe müdahale etmek,hareketin gerçekleştiği bölgedeki nufusun kontrol altında tutulması ve silahlı güçlere karşı hareket, sivil asker işbirliği ile yürütülmek zorundadır. Ayaklanma harekatını yürütenlerin kullandığı yöntem gerilla yöntemidir. Bu nedenle bir askeri harekattır, buna müdahale emniyet teşkilatı kadroları ile yürütülemez. Bu yüzden askeri yöntemler ve imkanlar kullanılmak zorundadır. Türk siyasileri ve bürokrasisi bu düşük yoğunluklu savaşı uzun bir süre askerlere havale edilen bir sorumluluk olarak değerlendirmiş, yanında sivil tedbirleri ve işbirliğini koyamamıştır. Bu günse hakim siyaset PKK terörü ile mücadeleyi, bir iç asayiş meselesi yada kültürel hakların teslimiyeti ile halledilebilecek bir 14 BCP: Mithatpaşa Cad. 49-5 Kızılay - ANKARA Tel: +90 312 442 59 45 Belgeç: +90 312 442 16 85

mesele gibi değerlendirerek Türk Halkı nı aldatmayı sürdürmektedir. Bu sivil asker müşterek hareketin dünyada onlarca örnekleri varken maalesef dış yönlendirme ile, Türkiye bu gün tam teslimiyete doğru bir gelişme içine sokulmuştur. Başlangıçta, yoksul, devletine bağlı ve geçmişte acı tecrübeler yaşamış Kürt vatandaşlarımızın, Türklüğe karşı bir düşmanlığı, nede batıdaki vatandaşların Kürtlere karşı bir düşmanlığı yoktu. 1984 yılından beri süren terörle mücadelede, yanlış ve eksik uygulamalar,dış telkinler ve müdahaleler sonucu, bu gün bu düşmanlık kısmende olsa oluşmuştur. Bu suni ayaklanma hareketi ile, yaratılmak istenen; ortak düşman duygusu ve kendini farklı görme duygusu maalesef yaratılmıştır. Artık o mücadeleyi sahiplenecek, bölgesel oranı %35 lerde de olsa bir halk vardır. Bu da ülkede etnik gerginlik ortamının sürmesi için yeterlidir. Lider, örgüt, iç ve dış destek varken neden, küresel güçlerin bir Kürt devleti kurma çalışmaları bu güne kadar neden sonuçlandırılmadı? Sorusu akla gelmelidir. Buna bir kısım strateji uzmanları bölgesel şartların olgunlaşmadığı, iç denge unsurlarının oluşmadığı şeklinde yorum getirsede, bu asıl resmi görmeyi engellemekten başka bir işe yaramaz. Bu ülkede feodal beylere,sermaye sahiplerine ve arkasındaki emperyalist güçlere dayalı bir suni ayaklanma hareketi ile varılmak istenen sonuç Kürtlere tam bağımsızlık vermek değildir. Çünkü emperyalizm hiçbir zaman sömürü alanında bir ulus devlet yaratma çabasına girmez. Aksine oluşmuş ulus devletlerin bütünlüğünü bozarak, kendi içinde çatışan ve bütünleşemeyen bir toplum yartarak sömürüsünü devam ettirmek ister. Bu nedenle aydın kolaycılığına ve entel söylemlere kaçmadan yapılacak iş, çok açık ve net olarak bellidir. Halkın çoğunluğunundan yana olan, emekçileri savunan, yurt sevgisi ile ortaya çıkan, Demokratların, Milliyetçilerin, Sosyalistlerin, Kemalistlerin önündeki en önemli siyasi mücadele antiemperyalist mücadeledir. Ezilen halkın, emekçilerin hak ve özgürlüklerini savunmak antiemperyalist mücadeleden geçer. Bu gün terörün kaynağı olan bu büyük resmi görmeden, emperyalizme karşı mücadele edilemez. Bu mücadelenin başarısı ise bu büyük resmi görenlerin birliğinden geçecektir NE GAZİ NE ŞEHİT BİLE SAYILAMAYACAK OLAN, TÜRKİYENİN GENÇLERİ BAŞKALARININ HESAPLARI İÇİN ÖLMEK ÜZERE DOĞURULMAMIŞTIR MÜMTAZ SOYSAL Web: www.bcp.org.tr; iletişim: merkez@bcp.org.tr 15