Kabus Genç adamın duyduğu tek şey o tuhaf biplemeydi. Sahi nereden geliyordu bu tuhaf ses neden kendinden başka kimse bu sesi duymuyormuş gibiydi. Duyuyorlarsa bile rahatsız olduklarına dair en ufak bir tepki bile vermiyorlardı. Kimi zaman kesik kesik bazen ise tiz bir çığlığa dönüşen bu ses geceleri bile etrafta yankılanmaya devam ediyordu. Başta etrafındakilerin sağır olduklarını düşündü ama sonra fark etti ki en az kendisi kadar sağlıklı işitiyorlardı. Aslına bakarsanız duymadıkları sadece o tuhaf sesti. Önceleri insanlara anlatmaya çalıştı genç adam ama tuhaf ve boş bakışlardı tek karşılaştığı. Bir gün dayanamadı ve o sesi başkaları da duysun diye siren gibi gezinmeye başladı. İnsanların kendisini anlamlarını istiyordu, bu sesin gerçek olduğunu. Belli ki onun etraftaki insanları bilinçlendirmeye çalışmasından rahatsız olan o tuhaf beyaz üniformalılar onu susturmaya hatta uyutup bağlamaya, odalara kapatmaya başladılar. Evet o ses gerçekti o zaman ve kendinden başka kimsenin duymuyor olması ise muhtemelen genç adamın zihin gücünden yahut başkalarında bulunmayan muhteşem yeteneklerinden kaynaklanıyor olmalıydı. O hücrede kaldığı süre boyunca genç adam bu konu üzerinde kafa patlattı ve vardığı sonuç kendinin ve etrafındaki insanların uzaylılar tarafından kaçırılmış olduklarıydı. İnsanlara giydirdikleri o tuhaf elleri kolları bağlı giysiler de muhtemelen kendilerini incelerken insanlar zorluk çıkarmasın diye vardı. Verdikleri yemekler ve ilaçlar da insanlar üzerinde deneyler yapabilmek için onları yaşayan zombilere dönüştürmelerini sağlıyordu. Ama genç adamın üstün zekâsı bütün bunlara direnmiş ve o biplemelerin aslında kendilerine mors alfabesiyle dünyadan mesaj gönderen bir kişiden olduğunu çözmüştü. Kendilerini kurtarabilecek yegane kişinin ismini bir türlü hatırlayamasa da onu bir şekilde tanıyordu. Hatta eline kalem verseler gülüşüne, kahkahasına, saçlarında yansıyan güneş ışınlarına, gamzesine kadar
resmedebilirdi onu. Eğer görevleri bu kadar hayati olmasa ona aşık bile olabilirdi. Hep o ilaçlardan olmalıydı adını hatırlayamaması. Biliyordu çok eskiden beri tanıyordu onu öyle ki içindeki eksik parçaları bile sanki o tamamlıyordu. Fakat açıklayamadığı bir duygu uyanıyordu içinde ne zaman aklına O gelse. Sahi ne olmuştu da ayrılmışlar? O lanet beyaz üniformalı uzaylılar! Nasıl fark edememişti kaçırıldığını bunca zamandır. Verdikleri ilaçları almamaya ve mümkün olan en kısa zamanda onunla bir yolunu bulup irtibata geçmeye karar verdi. Ona bir şekilde ulaşacaktı ya da o kendisini bulacaktı, bundan emindi. Aksi imkânsızdı, çünkü ona öyle çok bağlıydı ki bu bağ sayesinde mutlak olarak onun gönderdiğini bildiği sinyalleri bir tek kendisi duyabiliyordu. Öyle kuvvetliydi ki bu bağ onun sayesinde hücrede kaldığı gecelere ve bu hapishaneye katlanabiliyordu. Geceleri onunla kavuştuklarının hayalini kuruyordu hep onu ilk gördüğünde nasıl davranmalıydı nasıl selam vermeliydi nasıl gülümsemeliydi. Resmî mi olmalı samimi mi bir türlü karar veremiyordu. Her ne kadar birbirlerini yıllardır tanıdıklarından emin olsa da sonuçta buradaki insanları kurtarmak onların göreviydi bu yüzden herkesin içinde koşup ona sarılması uygun olmazdı ama sonrasında onunla doya doya hasret gidereceklerdi. Emindi genç delikanlı o da kendisini düşünüyordu, arıyordu yoksa o sinyalleri neden göndersin. Tabii ya kesinlikle öyleydi. Günler ilerledikçe delikanlı ilaçlarını almayı kesti ve zihninde ona dair görüntüler daha da netleşti. Kendine dair kimi fotoğraflar da canlanmaya başladı. Bazen gece rüyalarında onu da kendini de üniforma içinde görüyordu. Rüyalarından yola çıkarak delikanlı kendisin de onun da dünyanın istilasında uzaylılara karşı savaşan takımda ortak çalıştıkları sonucunu çıkardı. Bir saldırı esnasında genç adam onun kaçmasını sağlamış fakat kendisi esir düşmekten kurtulamamıştı. Ama buradan kurtulduklarında yeniden beraber olacaklardı; sonsuza kadar.
İlaçlarını almayı bıraktıktan bir ay kadar sonra genç adamın zihni artık çok berraktı. O onun nişanlısıydı ve ikisi de istila karşıtı direnişte görevli subaylardı. Dünyanın istilasından hemen önce nişanlanmışlar ama evliliği savaş sonrasına ertelemek durumunda kalmışlardı. Biplemeler de anılarla beraber gün geçtikçe artarak devam etti. Genç adam bütün dikkatini seslerin şifrelerini çözmeye ve olası bir kaçış yolu aramaya verdi. Zamanla ailesini, annesini, yaşadığı şehri, kardeşlerini, her şeyi hatırlamaya başlamıştı. Bu arada dikkat çekmeden etrafta keşifler yapıyor ve uzay gemisinin yahut kendilerini tuttukları gezegendeki hapishanenin açıklarını arıyordu. Bilinci geri geldikçe sahip olduğu duyuların da keskinleşmeye başladığını hissetti. Her ne kadar uzay gemisi dünyaya benzer yapılmış olsa da beyaz üniformalıların donukluğu ve etrafndaki insanların tuhaf hareketlerinden buranın dünya olmadığı anlaşılıyordu. Genç adam haftalar boyunca uzaylıların rutinini ezberledi ve kendine titizlikle hazırlanmış bir kaçış planı hazırladı. Tek problem kimlik okutularak açılan kapıydı, onu da beyaz önlüklülerden birinden aşıracaktı. Sabahları herkes uyurken etrafı gezen yaşlı bir beyaz önlüklü vardı kendine hedef olarak onu seçti ve ertesi sabah harekete geçmeye karar verdi. Ertesi gün gün ağarmaya başladığında odaya giren beyaz önlüklü ama çıkan genç adamdı. Heyecanlı ve hızlı adımlarla ilerleyen genç adam için ilk hedefi kolay olmuştu. Asıl problem kapıda bekleyen iki iri beyaz önlüklüydü. Neyse ki birisinden horlama sesleri yükseliyor diğeri ise önündeki ekrana dalmış oturuyordu. Genç adamın yaklaştığını fark etmediler bile, kilitli kapıyı geçen genç adamın özgürlüğüne bir adım kalmıştı. Amacı ana kapıya ulaşıp uzay gemisinin yerini ona bildirmekti. Böylelikle yardım getirebileceklerdi. Heyecanına yenik düşen genç adam hızla ana kapıya doğru ilerledi. Uzaylılar onun kaçtığını fark etmiş olmalılardı ki arkasından ayak esleri ve bağrışmalar duymaya başladı. Son anda üzerine atlayan iki uzaylıdan güçlükle kurtulan genç adam soluğu ana kapının dışında aldı. Bu uzay gemisi
ne kadar gerçekçiydi böyle suni güneş gözlerini kamaştırıyor hatta sabah meltemini teninde hissediyordu. Arkasından koşturan insanlara ve o tanıdık siren sesine aldırış etmeden koştu. Yüz metre ilerde büyük bir kapı daha vardı. Kokpit mutlaka onun arkasından olmalıydı, evet evet mutlaka öyle olmalıydı. Belki de o korna çalmasaydı o kamyon o sokaktan o anda geçmeyip o arabayla karşılaşmasaydı o kornaya basmayacak ve genç adam o kapıya ulaşıp dünyayı kurtarabilecekti ve O na o eksik yarısına, biriciğine kavuşacaktı. Oydu onun hayatının anlamı kurtuluş mücadelesindeki tutanağı her şeyi. Onun gülümseyişiydi tek görmek istediği, o korna çaldı. genç adamın zihninde bu sefer çok değil sadece altı ay öncesine dair anılar berraklaştı. Fakat genç adam hatırladıklarını kaldıramadı, yığılıp kaldı. Uyandığında genç adamın tek hatırladığı şey o bip sesiydi yine. Altı ay öncesi.. Gözlerinin rengi geldi bir an gözlerinin önüne, saçlarından yansıyan gün ışığı, sahi ne güzel gülümserdi biricik sevgilisi. Bir an için o muhteşem gülüşü canlandırdı zihninde, istemsizce şu anda dağılmış olan o yüzün gülümsemeye çalıştığında alacağı komik ve bir o kadar ürkütücü surat canlandı. Genç adam dayanamadı patlattı kahkahayı. Ambulansın siren seslerine karışan kahkahayı dışarıdan duyan kimse olmadı sadece genç adamın hemen yanında oturan ve sevgilisine tuhaf tüpler bağlayan sağlık görevlisinin aklından genç adamın da bir sakinleştiriciye ihtiyacı olabileceği geçti. Ne de olsa daha beş dakika öncesine kadar el ele dolaştığı kız şimdi önündeki sedyede darmadağın olmuş halde yatıyordu. İkisinin de dikkatini dağıtan şey kesik kesik makinadan gelen biplemelerin tiz kulak cırmalayan kesiksiz ve henüz yirmilerinin başında olan bir canın artık yaşamadığını ilan eden o tuhaf ses oldu. Ambulanstaki iki sağlık görevlisi genç kızı hayata döndürmek için her şeyi yapmalarına rağmen genç kızın kalbi bir daha ne sevgilisi için ne de bir başkası için atmamak üzere durmuştu. Araç hastaneye
ulaştığında ambulans görevlilerine bir ceset ve saniyeler içinde etrafındaki hiçbir şeye tepki veremez duruma gelmiş o tiz bip sesini tekrarlayan genç adamı teslim ettiler. Genç adamın hayatı boyunca sürecek olan kabusu henüz yeni başlıyordu...