HAZIRLAYANLAR AYŞEGÜL TAŞITMAN 9/A 98 BULUT TURAN 9/A 19 ESRA EZGİ DEMİRCİ 9/A 177 ÖZEL EGE LİSESİ İZMİR 2002
İÇİNDEKİLER Teşekkür ve İthaf...3 Giriş...3 Asit ve Baz...3-11 1) Asit...3-4 2) Baz...4-5 3) Asit ve bazların genel özellikleri...6 4) Asit ve bazların kuvvetleri...6-7 5) Asit ve baz dengeleri...8 5-a) Toprağın asiditesi (ph)...8 6) Asit Yağmurları.....8-9 7) Asit ve Bazların Kullanım Alanları...10-11 Materyal ve Metot... 11 Sonuç...12 Kaynakça...12
TEŞEKKÜR VE İTHAF Bu projede bize yardım eden, deneyimlerini ve bilgilerini bizimle paylaşan değerli Kimya öğretmenimiz sayın Aynur ERTÜRER e teşekkür ederiz. Ayrıca bize bu imkanları sunan okul yöneticilerine teşekkür ederiz. GİRİŞ Asit baz olarak bilinen maddelerin çevreye etkilerinin incelenmesini amaçladık. Asit ve bazla sulanmış aynı tür ortancaların çiçeklerindeki renk farkının oluşup oluşmayacağını gözlemledik. Asit ve bazların genel özelliklerini ve günlük hayatta ki kullanım alanlarını inceledik. Asit yağmurlarının oluşumunu ve zararlarını araştırdık. Asit-baz terimleri kimya da çok önemli iki kavramı ifade eder. Kimyasal reaksiyonların büyük çoğunluğu asit-baz reaksiyonları olduğunda asit ve bazlar bölümü kimyanın en önemli konularından biridir. Bazı maddeleri asit, bazı maddeleri baz olarak tanımlama düşüncesi, belki kimyanın tarihi kadar eskidir. ASİT VE BAZ KAVRAMI 1- Asit Asitler bütün kimyasal maddelerin hem en yararlılarından hem de en tehlikelilerinden sayılır. Söz gelimi derişik hidroklorik asit öldürücü bir zehirdir; ama mide özsuyunda bir miktar seyreltik hidroklorik asit bulunmasaydı besinler yeterince sindirilmezlerdi. Asit terimi ekşi anlamındaki Latince bir sözcükten türetilmiştir, çünkü bu bileşiklerden çoğunun tadı ekşidir. Bu yüzden eski çağlarda insanlar asitleri tadına bakarak ayırt eder, örneğin sirkenin tipik bir asit olduğunu bilirlerdi. Kimyacılar ise tanımadıklar bir sıvının asit olup olmadığını anlamak için turnusol denen boyarmaddelerden yararlanırlar. Liken türü bitkilerden elde edilen bu boyarmaddeler, asit ve baz yapısındaki maddeleri tanıyıp ayırt etmeye yarayan birer belirteç ya da ayıraçtır. Nitekim mavi renkte turnusol çözeltisi emdirilmiş bir kağıt bir aside batırıldığı zaman rengi kırmızıya döner. Asitleri tanımanın bir yolu da bu maddelerin içine element halinde magnezyum ya da sodyum karbonat karıştırmaktır. Çünkü bu maddelerin ikisi de asitlerde çözünürken tıpkı bir gazoz gibi köpürür. Eskiden bütün asitlerin birleşiminde oksijen bulunduğu sanılıyordu. Hatta asit yapıcı anlamındaki oksijen adı da bu düşünceden doğmuştu. Sonradan bütün asitlerdeki ortak elementin oksijen değil hidrojen olduğu ve asitler ile metaller tepkimeye girdiğinde, asitteki hidrojenin serbest kalarak açığa çıktığı anlaşıldı. Derişik, yani sulandırılmamış asitler son derece tehlikelidir;hatta seyreltik asitleri bile çok dikkatli kullanmak gerekir. Örneğin sülfirik, nitrik ve hidroklorik asit gibi sıvı ya da sulu çözelti halindeki yakıcı ve aşındırıcı olduğundan, kullanırken bu maddelerin
deriye ve giysilere sıçramamasına özen gösterilmelidir. Buna karşılık katı halde bulunan asitlerin yakıcılık ve aşındırıcılık özelliği bu kadar kuvvetli değildir. Aşındırıcılığın yalnızca asitlere özgü bir özellik olmadığını da belirtmek gerekir. Örneğin sodyum hidroksit aşındırıcı ve yakıcı bir madde olduğu halde bir asit değil, sulu çözelti halinde bulunan bir baz, yani alkalidir. Kimyasal olarak birbirinin karşıtı olan asitler ile bazlar arasındaki tepkimelere nötrleşme ya da yansızlaşma tepkimesi denir. Böyle bir tepkimenin sonucunda tuz denen bir bileşik ile su oluşur. Bazı asitler ağır yanıklara yol açarken bazıları yalnızca ağrı verir. Örneğin karınca ya da arı gibi böceklerin ya da ısırgan otu gibi bitkilerin salgıları ağrı verici asitlerdir. Öte yandan bazı asitlerin öldürücü bir zehir olmasına karşılık bazıları zararsız, hatta meyve asitleri gibi tadı ve kokusu hoş maddelerdir. Bu gruptaki asitlerin çoğu doğal olarak bulundukları maddenin ya da meyvenin Latince adıyla anılır. Örneğin sirkedeki asetik asit Latince sirke ya da ekşi anlamındaki acetum sözcüğünden, ham elmadaki malik asit elmanın Latince adı olan malum dan, portakal, limon ve turunçtaki sitrik asit ise bu turunçgillerin adı olan citrus sözcüğünden türetilmiştir. Üzümde de, şarap dinlendiren fıçılarda krem tartar biçiminde çökelen ve kabartma tozu yapımında kullanılan tartarik asit bulunur. Bitki ve hayvanlardan elde edilen asitlere organik asitler denir. Ama bu asitlerin hepsi yukarıda anılan meyve asitleri gibi zararsız maddeler değildir. Örneğin kuzukulağında, raventte ve bazı başka bitkilerde bulunan oksalik asit oldukça zehirlidir. Acıbademde ve şeftali çekirdeğinde az miktarda bulunan prusik asit ise siyanür içerdiği için çok kuvvetli bir zehirdir. Organik ya da mineral asitler arasında en önemlileri, sanayi kimyasının temel maddeleri olan sülfürik, hidroklorik ve nitrik asitlerdir. Kimyacılar bugüne kadar yüzlerce asidi tanımlamış ve bunlardan çoğunu, hatta bitkilerde bulunan organik asitleri bile laboratuarda yapay olarak üretmeyi başarmışlardır. İnorganik asitler, özellikle sülfürik, hidroklorik ve nitrik asitler sanayide büyük ölçüde üretilir ve tüketilir. Örneğin sülfürik asit gübre, pil, patlayıcı ve plastik maddelerin yapımında çok kullanılır. Kezzap adıyla bilinen nitrik asit ise patlayıcı madde, ilaç ve boya sanayilerinin temel maddelerinden biridir. 2-Baz Kimyasal maddelerin iki önemli sınıfını oluşturan bazlar ile asitler kimyasal açıdan birbirinin karşıtı dır. Bazların asitlerle tepkimeye girmesiyle, gene önemli bir bileşik sınıfı olan tuzlar ve su oluşur. Bu bir nötrleşme tepkimesidir; çünkü tepkime ürünü olan tuz artık ne asit ne baz özelliği taşıyan nötr ya da yansız bir bileşiktir. Bazlar genel olarak molekülünde bir hidroksil grubu ile en az bir metal atomu bulunan bileşikler olarak tanımlanır; bu nedenle de kimyasal açıdan metal hidroksitleri sayılır. Bunların çoğunda suda çözünmeyen katı bileşiklerdir. Oysa bazıları, örneğin metal atomları içermeyen amonyağın (NH3) ve sodyum, potasyum gibi alkali metallerin hidroksitleri suda kolayca çözünür. Sanayi açısından büyük önem taşıyan bu çözünür bazlara alkaliler denir. Alkali terimi, kül anlamındaki Arapça bir sözcükten türetilmiştir. Çünkü bu bileşikler eskiden odun ve bitki küllerinden elde edilirdi. Gerçekten de alkalilerinin küllü suyu andıran kendine özgü, acımsı bir tadı vardır. Bu çözeltiler deriye deydiğinde kaygan bir izlenim bırakır ve baz belirteci olarak kullanılan kırmızı turnusol kağıdının rengini maviye dönüştürür. Kostik (yakıcı) alkali denilen en kuvvetli bazlar, büyük bir dikkatle ve sakınılarak kullanılması gereken çok tehlikeli maddelerdir. İnsanın üzerine sıçradığında giysilerini parçalayan ve derisini ateş ya da kaynar su gibi yakan bu maddelerin kazayla
yutulması da yemek borusunun ve midenin delinmesiyle, hatta ölümle sonuçlanan ağır yanıklara yol açar. Sanayide çok önemli uygulamaları olan bu bileşikler arasında en çok kullanılanları sodyum hidroksit (sudkostik), potasyum hidroksit (potaskostik), kalsiyum hidroksit (sönmüş kireç) ve amonyum hidroksittir (amonyaklı su). En önemli alkalilerden biri olan sudkostik beyaz renkli bir bileşiktir. Ya ince levha ve çubuklar halinde katı olarak ya da suda eritilerek sıvı halde satışa sunulur. Sabun yapımında ve reyon denen yapay ipekli kumaşların üretiminde çok önemli bir hammadde olan sudkostik, ayrıca pamuk ipliklerine sağlamlık ve parlaklık kazandırmak amacıyla pamuklu dokuma sanayisinde de kullanılır. Potaskostiğin sanayide ki en önemli kullanım alanı arapsabunu ve öbür temizlik maddelerinin üretimidir. Sönmüş kireçten inşaat sanayisinde sıva, çimento ve badana yapımında, ayrıca asitli toprakları nötrleştirmek için tarımda yararlanılır. Yaygın ama yanlış bir adlandırmayla kısaca amonyak olarak bilinen amonyaklı su, evlerde en çok kullanılan temizlik maddelerinden biridir. Bütün yağ ve kirleri çözen bu bileşik özellikle banyo küveti, lavabo ve cam temizleyilerinin bileşimine katılır. Gene kısaca karbonat ya da karbonat tozu olarak bilinen sodyum bikarbonat oldukça zayıf bir alkalidir. Kabartma tozlarının ve bazı köpüklü içeceklerin yapımında kullanılır; midede ki fazla asidi giderdiği için mide yanmalarına ve arı sokmasından ileri gelen ağrılara karşı etkilidir. Dünyanın birçok yerinde, özellikle ABD nin batısında alkali topraklar denen çok geniş alanlar vardır. Bu bölgelere çok az yağmur yağdığı için, çözünebilen tuzlar yağmur suyuna karışarak akıp gidemez ve alkaliler toprakta birikir. Alkali oranı çok yüksek olan topraklarda pek az bitki ve hayvanın yaşama şansı olduğundan, sonunda bu bölgeler çorak alanlara dönüşür.
3- ASİT VE BAZLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ A) ASİTLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ Mavi turnusolün rengini kırmızıya çevirirler. Renksiz olan fenolftalein in rengini değiştirmezler. Genellikle suda çok çözünürler, çözeltileri elektrolittir. Çözeltilerinin tadı ekşidir. Limonda sitrik asit, sirkede asetik asit, elmada malik asit bulunur. Mg, Zn, Fe, Al gibi soy olmayan metallere etki ederek bunların tuzlarını oluşturur ve hidrojen gazı açığa çıkarırlar. Zn + HCl2 ZnCl2 + H2 Fe + H2SO4 = FeSO 4 + H2 Cu, Hg, Ag gibi soy veya yarı soy metallere oksijensiz asitler etki etmez. Oksijenli asitler ise yükseltgen olarak etki ederler. Ancak bu reaksiyonlarda H2 gazı oluşmaz. Asitler, bazlarla etkileşerek nötrleşme ürünleri olan tuzları oluşturur. Asitler, kendilerinden daha zayıf olan asitin oluşturduğu tuzlara etki eder. B) BAZLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ Kırmızı turnusolün rengini maviye, fenolftaleini pembeye boyar. Genellikle suda çözünürler, çözeltileri elektrolittir. Çözeltilerinin tadı acıdır ve elde kayganlık duygusu yaratır. Asitlerle nötrleşme reaksiyonu vererek tuz oluştururlar. Genel olarak metallere etki etmezler. Ancak Al, Zn gibi amfoter metallerle bunların oksitleri ve hidroksitlerine etki ederler. 4- ASİT VE BAZLARIN KUVVETİ Asitlerin değerlikleriyle, kuvvetli ya da zayıf oluşları arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Asitlerin molekül yapısı ile asitlik gücü arasındaki ilişkiler de oldukça karışıktır. Bununla beraber ileride açıklanacağı gibi bir asit, iyonlarına ne kadar kolay ve ne kadar çok ayrılabiliyorsa o kadar kuvvetlidir. Asitleri kendi aralarında kuvvetlilik bakımından şöyle sıralamak mümkündür: Bir periyotta, elementlerin hidrojenli bileşiklerinin asitlik gücü. Hidrojenin bağlı olduğu elementin elektronegatifliği arttıkça artar. Örneğin; 2. Periyotta soldan sağa doğru sıralama azot, oksijen ve flüorun hidrojenle oluşturdukları NH3, H2O ve HF ün asitlik güçleri NH3 < H20 < HF sırasında artar. Ancak, asitlik gücünün, hidrojenin bağlı bağlı olduğu elementin elektronegatifliğine paralel olarak artması kuralı, yalnızca aynı elementlerin hidrojenli bileşikleri için geçerlidir. Periyodik cetvelde bir grupta yukarıdan aşağıya doğru inildikçe elementlerin atom yarıçapları artarken bu elementlerin hidrojenli bileşiklerinin asitlik gücü, hidrojenin bağlı olduğu elementin atom yarı çapı arttıkça artar. Örneğin; VIIA grubunda yukarıdan aşağıya sıralanan flüor, klor brom ve iyodun hidrojenle oluşturdukları asitlerin asitlik gücü HF < HCl < HBr < Hl şeklinde değişir. Grupta yukarıdan aşağıya
doğru elektronegetiflik azaldığından, elektronegetifliğe bağlı olarak asitlik kuvveti açıklanamaz. Oksijenli inorganik asitlerde, oksijen sayısı arttıkça H iyonunun koparılması kolaylaşır. Bu nedenle; daha fazla oksijen taşıyan aynı elementlerden oluşmuş asitlerde asitlik kuvveti artar. Klor elementinin oluşturduğu oksijenli asitlerin kuvveti, HClO, HClO2 HClO3, HClO4, sırasıyla artar. Ancak, bu tür bir karşılaştırma HNO3 HClO3 HlO3 gibi farklı elementlerden oluşmuş oksijenli asitler arasında yapılamaz. Bazlarında değerlikleriyle kuvvetli ya da zayıf oluşları arasında, doğrudan bir ilişki yoktur. Bazlar, çözeltilerinde iyonlarına ne kadar kolay ve çok ayrılabiliyorsa o kadar kuvvetlidir. Ancak bazlık gücündeki değişmeler elementlerin periyodik özelliklerine göre aşağıdaki genellemelerle açıklanabilir: Bir periyottaki elementlerden türeyen bazların bazlık gücü, bazı oluşturan elementin iyonlaşma enerjisi ( diğer bir tanımla elektronegatifliği ) arttıkça azalır. Çünkü, iyonlaşma enerjisi arttıkça, atomun elektron tutma gücü de artacak, -OH bağının kopması zorlaşacaktır. Periyodik sistemde soldan sağa doğru gidildikçe iyonlaşma enerjisi arttığından, soldan sağa doğru sıralanan elementlerin oluşturdukları bazların bazlık gücü de azalır. Örneğin; ikinci periyotta sıralanan N, O ve F elementlerinin oluşturdukları bileşiklerin bazlık gücü için, NH3 > H2O > HF sıralaması yapılabilir. Periyodik cetvelin üçüncü sıra elementleri olan Na, Mg ve Al elementlerinin oluşturdukları bazların bazlık gücü için de NaOH > Mg(OH)2 > Al(OH)3 sıralamasını yapmak uygundur. Gruplarda aşağıya doğru inildikçe, iyonlaşma enerjisi ( diğer bir tanımla elektronegatiflik ) azalır. Dolayısıyla aynı grup elementlerinin oluşturduğu bazlarda OH bağının kopması aşağıya doğru kolaylaşır, bazlık gücü artar. IIA grubunda yukarıdan aşağıya doğru sıralanan Be, Mg, Ca, Sr ve Ba elementlerinin oluşturduğu bazların bazlık gücü, Be(OH)2 < Mg(OH)2 < Ca(OH)2 < Sr(OH)2 < Ba(OH)2 şeklinde değişir. Asit ve bazların zayıf ya da kuvvetli olmaları iyonlaşma dereceleri ile açıklanabilir. Sulu çözeltilerinde HCl, HNC3 ve H2SO4 gibi asitler tam olarak iyonlaştıklarından kuvvetli asit, tam olarak iyonlaşmayan HCN, CH3COOl gibi asitler ise zayıf asitlerdir. Tam olarak iyonlaşan NaOH, KOH kuvvetli baz, tam olarak iyonlaşmayan NH, zayıf bazdır. 5- ASİT BAZ DENGESİ Asitlik derecesini göstermek üzere ph, bazlık derecesini göstermek üzere poh terimleri kullanılır. ph, hidrojen iyonlarının, poh ise hidroksit iyonlarının derişimlerinin bir ölçüsüdür. Bu çözelti ortamının asitlik ya da bazlık derecesi, ph metre denilen araçla veya turnusol kağıdı gibi göstergelerle ölçülür. Bir çözeltide H iyonu derişimi büyüdükçe ortamın asitliği artar ve ph, 0 ile 7 arasında bir değerdedir. OH- iyonu derişimi büyüdükçe ortamın bazikliği artar ve ph, 7 ile 14 arasında bir değerde olur. H iyonu ve OH- iyonu derişimi birbirine eşit ise ortam nötrdür ve ph = 7 dir. ph değeri organizma için yaşamsal önem taşır. Çünkü biyokimyasal tepkimelerin gerçekleşebilmesi için ortamın ph değerinin belirli bir düzeyde tutulması gerekir. ph değerindeki küçük bir değişme, biyokimyasal tepkimenin yürüyüşünü değiştirir ve
olumsuz sonuçlara yol açabilir. Söz gelimi; insan kanının ph ı 7,4 olup bu değerin 7 ye düşmesi ya da 7,8 in üzerine çıkması ölümle sonuçlanır. Asitler ile bazlar tepkimeye sokulduğunda asidin H iyonu ile bazın OH- iyonu birleşir. Nötrleşme tepkimesi denilen bu olay sonucu tuz oluşur. HCl(suda) + NaOH(suda) = H2O(sıvı) + NaCl(suda) Hidroklorik sodyum su sodyum klorür asit hidroksit (BAZ) (TUZ) Örnek ; ph < 7 ise, ortam asidiktir. ph = poh = 7 ise, ortam nötrdür. ph > 7 ise, ortam baziktir. Genellikle hücrede ve hücreler arasındaki sıvılarda çeşitli tuzlar bulunur. Bu tuzlardan en önemlileri sodyum, potasyum, kalsiyum ve magnezyum tuzlarıdır. Birçok omurgasız deniz hayvanının vücut sıvısındaki toplam tuz oranı yaklaşık %3 - %4 tür. Bu oran deniz suyunun tuzluluğuna yakındır. Kara, deniz ve tatlı sularda yaşayan omurgalılarda ise vücut sıvısının tuzluluk oranı %1 den düşüktür. Canlı, bazı tuzların vücut sıvısındaki oranını belli sınırlar arasında tutar. Canlının vücut sıvısındaki tuz oranının belirli sınırlar dışına taşması, canlının yaşamını tehlikeye sokar. Tuzlar, canlıların yapısında suda çözünmüş yani iyonlarına ayrılmış halde bulunur. Örneğin; memelilerde kalp kasının sağlıklı çalışması için kanlarında Na, K, Ca iyonlarının belirli oranlarda bulunması gerekir. Herhangi bir nedenle memelilerin kanındaki Ca oranı düşerse bayılma, hatta ölüm olayı meydana gelebilir. 5-a) TOPRAĞIN ASİDİTESİ Toprağın ph değeri toprak çözeltisindeki H iyonuna bağlıdır. ph değeri bir litre eriyikte bulunan H iyonu sayısının negatif logaritmasıdır. ph değeri 0 ile 14 arasında değişir. ph = 3 olan topraklar asitli, ph = 11 olan topraklar ise alkalidir Yağışın bol miktarlarda olduğu ılıman iklimlerde daha çok asitli topraklara rastlanır. Alkali topraklar ise daha çok kurak ve yarı kurak bölgelerde bulunur. Genel olarak ph = 3-4 olan, ph = 7-9 arası olan topraklar arid (kurak) ve ph = 10 ve daha yukarı tuzlu sodyumlu bölgelerin topraklarıdır. 6- ASİT YAĞMURLARI Kömür ve petrol gibi fosil yakıtlar ile mazot ve benzin gibi petrol türevleri, yandığında, bol miktarda kükürt dioksit ve bir miktar azot oksitleri içeren dumanlar çıkar. Havaya yükselen bu durumların zamanla bulutlardaki su damlacıkları ve havadaki su buharıyla birleşmesiyle sülfürik ve nitrik asitler oluşur. Yakıt dumanlarının içinde ayrıca bu tepkimeyi hazırlayan ve katalizör denen bazı kimyasal maddeler vardır. En
sonunda sülfürik ve nitrik asit buharları ile damlacıkları yoğunlaşarak asit yağmuru halinde yeryüzüne iner. Asit olarak nitelenen kimyasal maddelerin bir özelliği de, metallerle birleştiklerinde yapılarındaki hidrojen atomlarının artı elektrik yüklü iyonlar halinde açığa çıkmasıdır. Bu nedenle bir çözeltinin asitlik derecesi, o çözeltinin bir metre küpündeki hidrojen iyonlarının yoğunluğuyla ölçülür. ph simgesiyle gösterilen bu değer sıfıra yaklaştıkça çözeltinin asitliği artar. Aslında normal bir yağmur da bir ölçüde asit özelliği taşır. Asit yağmurlarında ise ph değeri bazen sirkenin asitliğine yaklaşarak 3 e hatta altına düşer. Asit yağmurlarının yeryüzüne inerek topraktaki, akarsu ve göllerdeki sulara karışmasıyla bu suların asitliği artar. Böylece doğadaki denge bozulur ve canlıların yaşamı tehlikeye düşer. Ağaçlar sağlığını yitirir, kararır, hatta kuruyarak ölür. Bunun sonucunda ağaçlarda barınan, yaprak ve meyveleriyle beslenen hayvanlar giderek azalır. Topraktaki besleyici maddeler kimyasal değişikliye uğrar. Suların asitliği arttığı için bu çevre kirliliğinden en çok etkilenen su bitkileri, balıklar ve öbür su hayvanları olur. Bu kadar asitli bir suda hiçbir canlı yaşayamayacağı için, göllere yeşil ya da mavi rengini veren yosunlarda ölünce göllerin suyu bir kristal gibi renksiz ve duru hale gelebilir. Asit yağmurundan etkilenen yalnızca doğadaki canlılar değildir. İçme suları da kirlenebilir ve asit zamanla yapıların dış yüzeyindeki taşları ve metalleri yiyerek aşındırabilir. Asit yağmuruna bağlı çevre kirliliğinin gözle görülür etkileri ilk kez Almanya da 1970 lerin başında gözlendi. Bugün bütün dünya ülkelerinde kaygı verici boyutlara ulaşan bu sorunun en önemli yanı, rüzgarların asitli dumanları yüzlerce kilometre öteye sürükleyebilmesidir. Bu yüzden çevre kirliliği çoğu kez asit yağmurlarının düştüğü bölgede değil, rüzgara açık başka yerlerde görülür. Örneğin İngiltere nin sanayi merkezlerinden yükselen dumanlar, bu bölgede sürekli olarak kuzeydoğu yönünde esen rüzgarların etkisiyle İskoçya ve İskandinavya ya sürüklenerek buralardaki ormanlara büyük zarar verir. Aynı nedenle, ABD nin yakıt tüketimi arttıkça yalnız bu ülkede değil, Avrupa nın birçok yerinde, Güney Amerika ve Avustralya da çevre kirliliğinden etkilenen alanlar giderek genişleyecektir. Kimyasal tepkimelerin karmaşıklığı nedeniyle, asit yağmurlarının nasıl oluştuğunu tam olarak açıklamak güçtür. Dumanların nereden geldiğini, dolayısıyla kimin sorumlu olduğunu kanıtlamak daha da güçtür. Ama çevre kirliliğinin başlıca kaynağı olan enerji santralarının ve fabrikaların bacalarından çıkan dumanlar özel filtrelerden geçirilerek tehlikeli kimyasal maddelerden temizlenebilir. Ne var ki bu pahalı bir önlemdir ve sanayicilerin çoğu bu dumanların çevre kirliliğinden sorumlu olduğu kesinlikle kanıtlanmadıkça bu filtreleri taktırmaya yanaşmamaktadır. Sorunun can alıcı noktası ise, bu tartışmalar sürüp giderken ormanların, geniş tarım alanlarının ve doğadaki canlıların giderek daha büyük zarara uğramasıdır. Kısa zamanda gerekli önlemler alınmazsa, asit yağmurlarının doğadaki yıkıcı etkileri bu yüzyılın sonunda belki 10 kat artacaktır.
7- ASİT VE BAZLARIN KULLANIM ALANLARI Formik asit (HCOOH); Bakterilere küf ve mayalara etki eder. Mikrobik bozulmayı önlemek için gıdalarda koruyucu olarak kullanılır. karınca salgısında bol miktarda bulunur. Asetik asit (CH3COOH) ; Sirke asidi olarak bilinir. Asetik asidin %5-8 lik çözeltisi sirke olarak kullanılır. Asetik asit birçok ilaç ve endüstri maddesinin hazırlanmasında kullanılır. Tahriş edici kokuya sahip bir sıvıdır. Alüminyum asetat tuzu, taze kesilmiş yaralarda kan dindirici olarak kullanılır. Sorbik asit (HC6H7O2) ; Küf ve mayaların gelişmesine engel olur. Bu özelliğinden dolayı yiyeceklerde antimikrobik koruyucu olarak kullanılır. Kokusu, lezzeti yoktur. Sülfürik asit (H2SO4); Endüstride kullanılan en önemli asit ve dünyada en çok üretilen kimyasallardan biridir. SO2 gazı kullanılarak Kontak Metodu denilen bir metotla üretilir. Endüstride birçok alanda kullanılan bu asit, özellikle gübre üretiminde, amonyum sülfat üretiminde, patlayıcı yapımında, boya sanayiinde, petro kimya sanayiinde kullanılmaktadır. Benzoik asit (C6H5COOH); Beyaz renkli iğne yaprakçık görünümünde bir maddedir. Gıdalarda mikrobik bozulmayı önlemek için kullanılır. En çok kullanıldığı alanlar; meyve suyu, marmelat, reçel, gazlı içecekler, turşular, ketçap ve benzeri ürünlerdir. Benzoik asit, birçok bitkinin yaprak, kabuk ve meyvelerinde bulunur. Benzoik asit, genellikle sodyum tuzu olarak kullanılır. İlave edildiği gıdanın tadını etkiler. Folik asit; Yaşayan tüm hayvan ve bitki dokularında az da olsa bulunur. Folik asit en çok koyu yeşil yapraklı sebzeler ve gıda olarak kullanılan hayvanların böbrek ve karaciğerlerinde bulunur. Biftek, hububat, sebzeler, domates, peynir ve sütte az miktarda bulunur. Folik asit eksikliğinde vücutta anemi (kansızlık) ortaya çıkar. Hidrojen sülfür (H2S) ; Renksiz bir gazdır. Kokmuş yumurtayı andıran bir kokusu vardır. Çok zehirlidir. Uzun zaman solunduğunda insanı öldürebilir. Havada seyreltik olarak bulunduğunda yorgunluk ve baş ağrısı yapar. Nitrik asit (HNO3); Dinamit yapımında kullanılır. Nitrik asidin gliserin ile reaksiyonundan nitrogliserin meydana gelir. Ayrıca nitrik asit NH4NO3 içeren gübrelerin üretiminde kullanılır. Fosforik asit (H3PO4); Saf fosforik asit, renksiz kristaller halinde bir katıdır. Fosforik asit, en çok, fosfatlı gübrelerin yapımında ve ilaç endüstrisinde kullanılır. Hidroflorik asit (HF); Yüksek oktanlı benzin yapımında, sentetik kriyolit imalatında kullanılır. Ayrıca hidroflorik asit, camların üzerine şekiller yapmak için kullanılır. Bu iş için, önce cam eşya yüzeyi bir parafin tabakasıyla kaplanır. Sonra parafinin üzerine bir çelik kalem ile istenen şekil çizilir. Bu çizgilere hidrojen florür gazı veya çözeltisi tatbik edilir. Camdaki parafin temizlendikten sonra camda yalnız sabit şekiller kalır. Sodyum hidroksit (NaOH); Beyaz renkte nem çekici bir maddedir. Suda kolaylıkla çözünür ve yumuşak kaygan ve sabun hissi veren bir çözelti oluşturur. İnsan
dokusuna kaşındırıcı etkisi vardır. Sodyum hidroksit, laboratuarda CO2 gibi asidik gazları yakalamak için kullanılır. Endüstride birçok kimyasal maddenin yapımında, yapay ipek, sabun, kağıt, tekstil, boya, deterjan endüstrisinde ve petrol rafinelerinde kullanılır. Potasyum hidroksit (KOH); Endüstride arap sabunu üretiminde, pillerde elektrolit olarak ve gübre yapımında kullanılır. Kalsiyum hidroksit (Ca(OH)2); Beyaz bir toz olup, suda hamurumsu bir görünüş alır. Sönmemiş kirece su ilave edilmesiyle elde edilir. Kalsiyum hidroksit asidik gazların uzaklaştırılması, kireç ve çimento yapımı alanlarında kullanılır. Amonyak (NH3); Renksiz, kendine özgü keskin kokusu olan bir gazdır. Sıvı amonyak özellikleri bakımından suya benzer, polar yapıdadır. Hidrojen bağı yapar ve su gibi iyonlarına ayrılır. Amonyak, endüstride en çok azotlu gübrelerin ve nitrik asidin üretiminde başlangıç maddesi olarak kullanılır. Laboratuarlarda ise amonyak, zayıf baz olarak ve bir çok kimyasal maddenin elde edilmesinde kullanılır. Amonyak, bilhassa nitrik asit ve amonyum tuzları imalatında, üre, boya, ilaç ve plastik gibi organik madde imalatında kullanılır. Amonyak gazı, normal sıcaklıkta basınç uygulandığında kolaylıkla sıvılaşır. Oluşan bu sıvının buharlaşma ısısı yüksektir (327 kkal/g). Bundan dolayı amonyak endüstride soğutucu olarak kullanılır. Hidrosiyanik asit (HCN); Tabiatta bulunan zehirlerin en kuvvetlisidir. HCN nin kokusu şeftali çekirdeği içi kokusuna benzer. Metreküpte 34 miligram HCN varlığında kokusu hissedilir. Öldürücü tesir hızı yaklaşık 16 dakikadır. Öldürücü dozu konsantrasyonuna bağlıdır. Mesela, 200 mg/m3 konsantrasyonda öldürücü doz 2000 mg dk/m3 tür. MATERYAL VE METOD Bitkilere renk veren bileşikler çoğunlukla asit ve alkalilere karşı duyarlıdır. Mavi ortancalar sadece asitli topraklarda yetişir, nötr ya da alkali topraklarda ki ortancalar ise pembedir. İçine asit (sirke) ve baz (cep sodası) koyduğumuz ortanca çiçeklerindeki renk değişimini gözlemledik ama deneyimizi sonuçlandıramadık. Çünkü sirke koyduğumuz ortanca çiçeği öldü ve renk değişimini göremedik. Soda koyduğumuz çiçek yaprakları açtı ve gelişti. Deneyimizi yaparken bir çiçeğin içine 150 gram sirke ve 50 gram suyu karıştırarak toplam 200 gram sirkeli suyu çiçeğe döktük. Aynı uygulamayı diğer ortanca çiçeği için de sodalı su karışımı yaparak döktük.
SONUÇ Önceden de belirttiğimiz gibi deneyimizi sonuçlandıramadık. Ama asit ve bazların bitkiler üzerindeki etkisini öğrendik. KAYNAKÇA www.kimyaokulu.com www.sanalhoca.com Illustrated Science Encyclopedia vol.1 Temel Britannicca Ziraat Fakültesi Süs Bitkileri