Kanser Nedir? Kanserin Nedenleri. Kanser ve Beslenme



Benzer belgeler
LENFATİK VE İMMÜN SİSTEM HANGİ ORGANLARDAN OLUŞUR?

Kanserin sebebi, belirtileri, tedavi ve korunma yöntemleri...

KANSER NEDIR? TARAMA YÖNTEMLERI NELERDIR? BURSA HALK SAĞLIĞI MÜDÜRLÜĞÜ KANSER ŞUBE DR.AYŞE AKAN

Türkiye de Kanser İstatistikleri Kanser, Türkiye'de 1982 yılında 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu'nun 57. Maddesi gereğince "bildirimi zorunlu

Vücutta dolaşan akkan sistemidir. Bağışıklığımızı sağlayan hücreler bu sistemle vücuda dağılır.

AKCİĞER KANSERİ AKCİĞER KANSERİNE NEDEN OLAN FAKTÖRLER

HODGKIN DIŞI LENFOMA

AKCİĞER KANSERİ. Doç.Dr.Filiz Koşar

MEME KANSERİ. Söke Fehime Faik Kocagöz Devlet Hastanesi Sağlıklı Günler Diler

Kan Kanserleri (Lösemiler)

Vitaminlerin yararları nedendir?

AKCİĞER KANSERİ TANISI KONULDUKTAN SONRA NE YAPILIR HASTA NASIL TAKİP VE İDARE EDİLİR

İSTATİSTİK, ANALİZ VE RAPORLAMA DAİRE BAŞKANLIĞI

KANSER TANIMA VE KORUNMA

Rahim Ağzı Kanseri Korkulu Rüyanız Olmaktan Çıkıyor

BESİNLER. Süt, yumurta, peynir, et, tavuk, balık gibi hayvansal kaynaklı besinler

OVER KANSERİ. Yumurtalık kanseri; Over tümörü; Over kanseri neden olur?

Kansız kişilerde görülebilecek belirtileri

KEMOTERAPİ NASIL İŞLEV GÖRÜR?

TÜRK KOLON ve REKTUM CERRAHİ DERNEĞİ ANALKANS

KANSER İSTATİSTİKLERİ

KOLOREKTAL KANSERE DUR DEMENİN 12 YOLU

Sigaranın Vücudumuza Zararları

Sigara sağlığa zararlı olmasına rağmen birçok kişi bunu bile bile sigara kullanmaktadır. En yaygın görülen zararlı alışkanlıkların içinde en başı

gereksinimi kadar sağlamasıdır.

Hangi vitamin hangi besinlerde var?

T.C. PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ NEDİR

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ YETERLİ VE DENGELİ BESLENMEDEKİ ÖNEMİ

BESİN GRUPLARININ YETERLİ VE DENGELİ BESLENMEDEKİ ÖNEMİ

KANSER GELİŞİMİ VE RİSK FAKTÖRLERİ DR BURÇAK ERKOL HAYDARPAŞA NUMUNE EAH TIBBİ ONKOLOJİ

KOLONOSKOPİK TARAMA VE KOLONOSKOPİ

Gastrointestinal Sistem Hastalıkları. Dr. Nazan ÇALBAYRAM

SAĞLIKLI BESLENME BİRECİK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ ZEYNEP ŞAHAN KARADERE

BESLENME İLKELERİ BESLEME, BESİN ÖĞESİ VE SAĞLIK

Genellikle 50 yaş üstünde görülür ancak seyrekte olsa gençler de de görülme olasılığı vardır.

Kelime anlamı olarak kanser, bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz bir şekilde bölünüp çoğalmasıyla ortaya çıkan kötü urlara denir.

4.Sınıf Fen Bilimleri

Günde bir elma doktoru evden uzak tutar.

Vücudumuzda oluşan tümör hücrelerini yok etmek için uygulanan ilaç tedavisine kemoterapi denir.

Kolon Kanseri Nedir? Prof. Dr Tahsin ÇOLAK. MEÜ Tıp Fakültesi. Kolorktal Cerrahi Ünitesi. Genel Cerrahi AD

KOLON KANSERİ. Op.Dr.Aytekin COŞKUN VAKIF GUREBA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

TÜRKİYE DE MİDE KANSERLİ HASTALARIN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ: -Çok Merkezli Retrospektif Çalışma- Türk Onkoloji Grubu

TÜRKİYE DE MİDE KANSERLERİ SIKLIĞI, COĞRAFİ DAĞILIMI VE KLİNİK ÖZELLİKLERİ. Prof.Dr.Fikri İçli

T.C. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tüberküloz Daire Başkanlığı VEREM HASTALIĞI

Endometriozis. (Çikolata kisti)

Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu

YETERLİ VE DENGELİ BESLENME NEDİR?

neden az yağlı az kolesterollü diyet?

KADIN VE AİLE SAĞLIĞI HİZMETLERİ İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ SAĞLIK VE SOSYAL HİZMETLER DAİRE BAŞKANLIĞI SAĞLIK VE HIFZISSIHHA MÜDÜRLÜĞÜ

2. Çocukluk çağında demir eksikliği anemisi?

Kanser Hastalarında Beslenme

09/11/2015 BEYAZ KAN HÜCRELERİ. Lökosit ya da akyuvarlar olarak adlandırılan beyaz kan hücresi, kemik iliğinde üretilir.

Gıdalar ve Güzellik Ananas Armut Avokado Balık Balkabağı Biber Böğürtlen Brezilya fıstığı Çilek Elma

BÖBREK HASTALIKLARI. Prof. Dr. Tekin AKPOLAT. Böbrekler ne işe yarar?

GEBELİK VE LOHUSALIK

Şişmanlık (obezite); sağlığı bozacak düzeyde vücutta yağ miktarının artmasıdır.

KALP KRİZİ UZ.DR.MUHAMMET HULUSİ SATILMIŞOĞLU

ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ

TÜMÖR BELİRTEÇLERİNİN KLİNİK TANIDA ÖNEMİ. Doç.Dr. Mustafa ALTINIŞIK ADÜTF Biyokimya AD 2006

Kış Aylarında Nasıl Beslenmeliyiz? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

MEME KANSERİ VE KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ 2009

Genital Siğiller Risk Faktörler: Belirtiler:

PROSTAT BÜYÜMESİ VE KANSERİ

GEBELİKTE YETERLİ ve DENGELİ BESLENME

ALKALİ BESLENME HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

Beyin tümörü, beyni oluşturan üç bölgeden birinden -beyin, beyincik ve beyin sapıkaynaklanabilir.

HASTALIKLARA ÖZEL BESLENME

Yeterli ve Dengeli Beslen!

DiYABET VE BESLENME N M.-

GEBELİK DÖNEMİNDE BESLENME. Dr. Hülya YARDIMCI A.Ü. Beslenme ve Diyetetik Bölümü

VİTAMİN NEDİR? Vitaminler organik besinler grubunda bulunup

Pankreas, midenin arkasında karın içine yerleşmiş bir organdır. Gıdaların sindirim ve kullanımında büyük rol alır. Vücut için önemli hormonlar

Can boğazdan gelir.. Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur..

Dr. Hülya ÇAKMAK Gıda Mühendisliği Bölümü ANTİOKSİDANLAR

OKUL ÇAĞINDA BESLENME

Hepatit B ile Yaşamak

B unl a r ı B i l i yor mus unuz? MİTOZ. Canlının en küçük yapı biriminin hücre olduğunu 6. sınıfta öğrenmiştik. Hücreler; hücre zarı,

C vitamini (Askorbik asit)

Emzirme dönemindeki beslenmeniz en az hamilelikte beslenmenize dikkat etmeniz kadar önemlidir.

Beyin Omurilik ve Sinir Tümörlerinin Cerrahisi. (Nöro-Onkolojik Cerrahi)

METASTATİK BEYİN TÜMÖRLERİ Hazırlayan: Türk Nöroşirürji Derneği Nöroonkoloji Eğitim ve Araştırma Grubu (TURNOG)

BAŞ BOYUN KANSELERİ. Uyarıcı işaretlerin bilinmesi:

DOĞUM SONU EVDE BAKIM (ANNE EĞİTİMİ) Hazırlayan: Aysun Çakır Acıbadem Kadıköy Hastanesi Eğitim ve Gelişim Hemşiresi

Türkiye'de Yıllara Göre Yeni Verem Hasta Sayıları Yıllar

Interventi di screening per i tumori intestinali in Galles

Sağlıklı besleniyoruz Sağlıkla büyüyoruz. Diyetisyen Serap Orak Tufan

TROMBOSİTOPENİ KONTROLÜ

Bakteriler, virüsler, parazitler, mantarlar gibi pek çok patojen hastalığın oluşmasına neden olur.

Pazardan Sofraya:Pazarlama ve Tüketim Beslenmede Balığın Yeri ve Önemi

İSTATİSTİK, ANALİZ VE RAPORLAMA DAİRE BAŞKANLIĞI

ADIM ADIM YGS LYS Adım DOLAŞIM SİSTEMİ 5 İNSANDA BAĞIŞIKLIK VE VÜCUDUN SAVUNULMASI

NEFRİT. Prof. Dr. Tekin AKPOLAT. Genel Bilgiler. Nefrit

Epilepsi nedenlerine gelince üç ana başlıkta incelemek mümkün;

Ankilozan Spondilit BR.HLİ.065

MEME KANSERİ Erken tanı konulduğunda şifa şansı son derece yüksek bir kanser türüdür.

Bebeğinizin Beslenme Sağlığı ve Zeytin Yağı

Prof. Dr. Lale TOKGÖZOĞLU

Dengeli Beslenme. Efe Kaan Fidancı

SAĞLIKLI BESLENME. AVRASYA ÜNİVERSİTESİ Sağlıklı Yaşam Merkezi Dyt. Melda KANGALGİL

Transkript:

Kanser Nedir? Vücudumuzda tüm organlar hücrelerden oluşur. Hücreler vücudumuzun en küçük yapıtaşlarıdır ve ancak mikroskopla görülebilirler. Sağlıklı vücut hücreleri (kas ve sinir hücreleri hariç) bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların (vücut içi ve dışındaki) onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Fakat bu yetenekleri de sınırlıdır. Sonsuz bölünemezler. Her hücrenin hayatı boyunca belli bir bölünebilme sayısı vardır. Sağlıklı bir hücre gerektiği yerde ve gerektiği kadar bölüneceğini bilir. Buna karşın kanser hücreleri, bu bilinci kaybeder, kontrolsüz bölünmeye baslar ve çoğalırlar. Kanser hücreleri birikerek tümörleri (kitleleri) oluştururlar, tümörler normal dokuları sıkıştırabilirler, içine sızabilirler ya da tahrip edebilirler. Eğer kanser hücreleri oluştukları tümörden ayrılırsa, kan ya da lenf dolaşımı aracılığı ile vücudun diğer bölgelerine gidebilirler. Gittikleri yerlerde tümör kolonileri oluşturur ve büyümeye devam ederler. Kanserin bu şekilde vücudun diğer bölgelerine yayılması olayına metastaz adi verilir. Kanserler oluşmaya başladıkları organ ve mikroskop altındaki görünüşlerine göre sınıflandırılırlar. Farklı tipteki kanserler, farklı hızlarda büyürler, farklı yayılma biçimleri gösterirler ve farklı tedavilere cevap verirler. Bu nedenle kanser hastalarının tedavisinde, var olan kanser türüne göre farklı tedaviler uygulanır. Kanserin Nedenleri Kanserin sebebi henüz kesin olarak bilinmemektedir. Kanser hastalığı için iki grup risk faktörü vardır. Kanser için risk faktörleri yaşam şekillerine, yaşa, cinsiyete ve aile öykülerine bağlı olarak değişir. Bir başka risk grubu ise çevresel faktörlerdir. Sigara alkol kullanımı, Uzun süre ve tehlikeli saatlerde güneş altında kalma, Aşırı dozda röntgen ışınına maruz kalma, Bazı kimyasal maddeler (katran, benzin, boya maddeleri, asbest v.b.) Bazı virüsler Hava kirliliği Radyasyona maruz kalma, Kötü beslenme alışkanlığı Kanser ve Beslenme Kanserin oluşumunda beslenme alışkanlıklarının etkisinin % 30 ile 70 arasında değişmekte olduğu bilinmektedir. Beslenmeye bağlı hangi alışkanlıkların kanserin oluşumunda desteklediğini bilirsek ve besin seçimlerimizi bu doğrultuda yaparsak kanser riskini önleyebiliriz. İşte dikkat edilmesi gereken noktalar:

Diyetle alınan posa miktarının yetersiz olması kolon kanseri başta olmak üzere pek çok kanser türünün oluşumunda önemli bir etkendir. Bu sebeple diyet posasının kaynağı olan sebze ve meyvelerin, kuru baklagillerin, kepekli tahıl ürünlerinin bol miktarda tüketilmesi önemlidir. Günlük beslenmemizde diyetimizle aldığımız katkı maddelerinin miktarları ve türleri kanserin oluşumunda önemli bir etkendir. Etlerin korunmasında kullanılan nitrit ve nitrat tuzları, doğal veya sentetik antioksidantlar, renk vericiler, zayıflama ve diyabet diyetlerinde kullanılan yapay tatlandırıcılar, dikkatli kullanılması gereken katkı maddeleridir. Özellikle bulgur, mısır, yer fıstığı ve diğer yağlı tohumlarda üreyen küfler ve onların toksinleri kansere neden olabilmektedir. Bu besinlerin üretiminde neme ve sıcaklığa dikkat edilmelidir. Tahılların yıkanması, havalandırılması, güneşletilmesi bir dereceye kadar toksini azaltmaktadır. Kızartma, kavurma, tütsüleme gibi bazı pişirme yöntemleri kanser oluşumuna neden olabilmektedir. Özellikle protein içeriği yüksek besinlerin kızartılması veya tütsülenmesi kanserin öncüsü olan kimyasal bileşiklerin oluşumuna neden olur. Bu sebeple yiyeceklerimizi hazırlarken en sağlıklı pişirme yöntemleri olan haşlama, fırında pişirme veya ızgara tercih edilmelidir. Alkol ve sigara kanserin oluşumunda önemli iki etkendir.bu ürünlerin kullanımları mümkün olduğunca azaltılmalıdır. Şişmanlık kanserin ortaya çıkmasını kolaylaştıran etkenlerden birisidir.şişmanlık ile özellikle meme ve endormetrial kanseri riski artmaktadır, var olan kolon,prostat, rektum, böbrek ve seviks kanser türleri daha hızlı gelişmektedir.bu sebeple vücut ağırlığının korunması şarttır. Ayrıca diyetle fazla miktarda alınan hayvansal kaynaklı protein ve yağın da meme, uterus, kolon kanseri gibi bazı kanser türlerinin ortaya çıkmasında önemli bir etken olduğu bilinmektedir. Antioksidant vitaminler olarak bilinen A,C ve E vitaminlerinin yetersiz miktarlarda alınması, kanserin nedenlerinden birisidir. Çünkü bu vitaminler kansere neden olan bileşiklerin oluşumunu engelleyebilmektedir. Bunun yanında riboflavin,kolin, pantotenik asit,tiamin vitaminleri ile çinko,selenyum,nikel,iyot, molibden.demir ve magnezyum minerallerini yeterli miktarlarda alınması kanserin önlenmesi için gereklidir. İnek sütünün kanseri engelleyici etkisi de son bilimsel çalışmalarla ortaya konmaktadır Tüm bu bilgiler ışığında kanser riskini azaltmak için beslenmemizde dikkat etmemiz gereken noktaları şu şekilde özetleyebiliriz: İdeal vücut ağırlığınızı koruyunuz

Diyetinizle aldığınız hayvansal kaynaklı yağı ve proteini azaltınız.et yemeklerini hazırlarken yağsız sığır,dana ve kuzu etini tercih edin ve görünür yağı temizleyin; tavuk ve hindiyi derisiz tüketin; az yağlı et ürünlerini kullanın; balık ve kabuklu deniz ürünlerini daha sık tüketiniz. Yiyeceklerinizi hazırlarken kızartma, kavurma veya tütsüleme yerine ızgara,fırında pişirme veya haşlama gibi yöntemleri kullanınız. Günde 5 porsiyon taze sebze ve meyve tüketiniz.antioksidant vitamin ve minerallerin kaynağı olan ıspanak, karnabahar, lahana, brocolli, brüksel lahanası, havuç, domates, kırmızı-yeşil biber ve turunçgilleri bol miktarda tüketiniz. Kuru baklagilleri ve yağlı tohumları daha sık tüketiniz. Yemekleriniz hazırlarken sarımsak, soğan, arpacık soğanı,nane,maydanoz gibi besinleri eklemeyi ihmal etmeyin. Süt ve süt ürünlerini satın alırken daha düşük yağlı ürünleri tercih ediniz; yoğurt tercihinizi probiyotik yoğurt olan LC1'den yana kullanırsanız kolon kanseri riskini azaltmış olursunuz. Koruyan Vitaminler C VİTAMİNİ Hem doğal hem de yapay c vitamininin kanseri önlemedeki etkinliğiyle ilgili araştırmalar vardır. C vitaminini az alan kişilerin kalın bağırsak kanseri olma riski 3 kat artmaktadır. Kalın bağırsaktaki etkisi DNA ya zarar veren mutajenleri azaltmak ya da engellemek olabilir. Ameliyatla bağırsaklarından polip alınmış hastalara C ve E vitaminleri verilmesi poliplerin tekrarlanmasını engellemiştir. Mide kanseri le ilgili bir teoride fazla yenen yağların oksitlenerek serbest radikal üretiminde rol oynamaları ve kanser riskini artırmalarıdır. C ve E vitamini gibi antioksidanlar bu süreci engellemektedirler. Mide kanserini önlemede taze meyve ve sebzelerin rolü birçok araştırmayla ispatlanmıştır. Örneğin haftada 2 defadan az meyve yiyen Polonyalıların mide kanserine yakalanma riskleri, her gün yiyenlere göre 3 kat yüksek bulunmuştur. Dünyada mide ve yutak kanserinden ölenlerin en çok bulunduğu yer Çin in bir bölgesidir. Bunun nedenlerinin nitrozaminler, bir küf toksini olan mikotoksinler ya da çok sıcak çay içilmesi olabileceği düşünülmektedir. Bu bölgede yaşayan Çinlilerin diyetinin çok az meyve içerdiği ve kandaki C, A ve E vitamini seviyelerinin düşük olduğu gözlenmiştir. C vitamini Ağız, yutak ve nefes borusu kanserlerinden de korumaktadır.iran da yapılan bir araştırmada C vitamini kaynağı meyveler içerisinde en etkilisinin portakal olduğu belirlenmiştir. Beslenmeyle fazla ilgisi yok gibi görünen akciğer kanserinde bile C vitamininin koruyucu rolü bulunmaktadır. C vitamini yalnızca bitkisel gıdalarda bulunur. Kuşburnu, kivi, turunçgiller, çilek, brokoli, kırmızı ve yeşil biber, kavun, yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar, domates, patates en iyi kaynaklardır.

Beta karoten ve A vitamini Harvard Üniversitesinde 90.000 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada A vitaminini en çok tüketen kadınların meme kanseri riskinin çok düşük olduğu gösterilmiştir. Başka bir araştırmada yumurtalık kanseri olan kadınların kanlarındaki beta- karoten düzeyinin düşük olduğunu ve diyetlerinde karoten içeren gıdalara az yer verdiklerini ortaya çıkarmıştır. Beta- karotence zengin gıdaların tüketimi mesane kanserini de önlemektedir. Sigara akciğer kanserinde başlıca rolü oynadığı halde neden sigara içen herkesin kansere yakalanmadığını merek Adenler bulunabilir. Bunun nedenlerinden biri bu kişilerin fazlaca A vitamini almaları olabilir. A vitamini organları saran hücrelerdeki değişmeleri kontrol eder. Bu nedenle sigara içen kişilerde A vitamini düzeyi yüksekse akciğer kanseri riski azalmaktadır. A vitamini ve beta-karotenin kanserden koruma mekanizmaları arasında, mutajen oluşumunu ve güneşin uv ışınlarından zarar görmemizi engellemeleri bağışıklık sistemini güçlendirmeleri kanser yapıcı maddelerin hücre çekirdeğine zarar vermesini önlemeleri ve serbest radikalleri yakalamaları sayılabilir. Balık, yumurta, karaciğer, kuzu ve dana etleri, süt ve yoğurt A vitamini içerir. Havuç, kayısı, tatlı kabak, kavun, şeftali, ıspanak, brokoli, maydanoz, dere otu, roka, tere Beta-karoten içerir. E VİTAMİNİ Hem serbest radikalleri yakalayarak, hem de bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser riskini azaltır. E vitamininin değişik formları arasında serbest radikaller üzerinde en etkili olanı Alfa-tokoferol dür. Özellikle kadınların yakalandığı kanserleri önlemede en yararlı vitaminlerden biri E vitaminidir. 15.000 Finlandiyalı kadın üzerinde yapılan bir araştırmada kandaki E vitamini düzeyi yüksek kadınların serviks kanserini de içeren çeşitli kanserlere yakalanma riskinin daha düşük olduğu gösterilmiştir. Erkeklerde de E vitamini alımının prostat kanseri riskini üçte bir, bu kanserden ölüm oranını da %40 azalttığı belirlenmiştir.sürekli olarak E vitamini alan kişilerin ağız ve yutak kanserine yakalanma riski yarı yarıya düşmektedir. Sigara içen ya da tütün çiğneyen kişilerde de E vitamininin bu kanserlerden koruyucu etkisi gösterilmiştir.kimyasal kanserojenlerle temas sonucu oluşan deri kanserini önlemek de E vitaminiyle mümkün olabilmektedir. Bitkisel yağlar, mayonez, ay çekirdeği, yerfıstığı, buğday embriyosu, yeşil yapraklı sebzelerde E vitamini bulunur. FOLİK ASİT Sebze ve meyvelerde bolca bulunan bu B vitamini genlerin normal olarak kuşaktan kuşağa geçmesi için gereklidir. Folik asit yetersizliğinde kromozomlarda kopmalar olmaktadır. ABD de yapılan geniş çaplı bir araştırmada kalın bağırsak kanseri için belirteç olan bağırsak poliplerinin diyetteki folik asit düzeyiyle ters ilişkisi ortaya çıkarılmıştır. Günde yaklaşık 400 mikrogram folik asit alan kişilerde kolon kanseri en düşük oranda görülmektedir.yeşil sebzeler, portakal suyu, kuru baklagiller, enginar folik asitin en iyi kaynaklarıdır. D VİTAMİNİ VE KALSİYUM Bu iki besin öğesinin kanserden koruyucu rolü ilk kez kuzey ülkelerinde yaşayan

insanların kanserden ölüm oranlarının daha yüksek olduğunun farkına varılması sonucu ortaya atılmıştır. Son zamanlarda yapılan araştırmalar D vitamini ve kalsiyumu kalın bağırsak,meme ve prostat kanserinden koruyucu etkisi olduğu göstermiştir. Kalsiyumun bağırsak kanserini hangi mekanizmayla önlediği tam olarak bilinmemekle birlikte, emilim sırasında bağırsaklardan salgılanan ve kansere neden olabilen safra asitlerini bağlayarak bağırsakların zarar görmesini engellediği sanılmaktadır.ayrıca sindirim sırasında ortaya çıkan ve bağırsak hücreleri için toksik olan yağ asitleriyle birleşerek sabun oluşturmakta ve bu sabun emilemediğinden dışarı atılarak temizlenmiş olmaktadır. D vitamini ve kalsiyumu yağlı balıklar, yumurta sarısı, kuru baklagiller, yeşil sebzeler, incir kurusu, badem, peynir ve sütten alabiliriz. D vitamini güneş ışınlarıyla deri altında sentez edilebilen bir vitamindir. SELENYUM 1800 lü yılların başında yerkabuğunda keşfedilen selenyum diyetteki minerallerin en zehirlisidir. E vitaminiyle birlikte dokuları koruma görev alır. Son yıllarda yutak, kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin yaygın görüldüğü bölgelerde selenyumun yetersiz alındığı belirlenmiştir. Hayvanların diyetinde de selenyum yetersiz bulunduğu zaman küf toksinlerinin kanser yapıcı etkisi artmaktadır. Ayrıca hayvanlarda virüslerin neden olduğu kanserleri de önlediği gösterilmiştir. Ancak selenyumun koruyucu dozu ile toksik dozu arasında çok dar bir sınır ulunduğundan zehirlenmeyi önlemek için doktor kontrolünde alınmalıdır. Aşırı selenyum bulantı, kusma, kellik, tırnak dökülmesi ve sonuçta ölüme yol açabilir. Selenyum balıklarda, tahıllarda, bira mayasında, brokoli de, lahana, kereviz, salatalık, soğan, sarımsak, turp, mantar, yumurta, ay çekirdeği ve mısır cipsinde bulunur. Kanser Yapan Etkenler BEDENSEL ÖZELLİKLER: Aileden gelen (genetik) kansere yatkınlık: Meme kanseri, lösemiler, bazı çocukluk çağı tümörleri gibi. Hormonal nedenler: Meme, prostat, karaciğer, testis, kalınbağırsak kanseri ve bazı yumurtalık tümörleri gibi. ÇEVRESEL FAKTÖRLER Fiziksel Etkiler: Güneş ışığı: (deri kanserleri) Radyasyon: (lösemiler, akciğer, boğaz-yutak, yemek borusu, mide bağırsak, deri, tiroit kanserleri ile yumuşak doku tümörleri) Isı: Deri, yumuşak doku, yemek borusu ve yutak kanserleri Mekanik darbeler: Kemik ve yumuşak doku tümörleri Kimyasal etkiler: Endüstriyel maddeler: Alüminyum ürünleri: Akciğer, idrar kesesi, yemek borusu, mide kanserleri Ayakkabı sanayisinde kullanılan maddeler: Lösemi, sinüs tümörleri, idrar kesesi ve sindirim yolları kanserleri. Kömür dumanları: Deri, Akciğer ve idrar kesesi kanserleri.

Kok kömürü ürünleri: Deri, akciğer ve böbrek Demir tozları: Solunum yolları, lösemi, sindirim, cinsel organlar ve boşaltım organları Boyalar: Akciğer, yemek borusu, mide, idrar kesesi. Lastik endüstrisi: İdrar kesesi, lösemi, lenfoma, akciğer, böbrek yolları, sindirim yolları, deri, karaciğer, gırtlak, beyin. Mobilyacılıkta kullanılan maddeler: Gırtlak ve sinüs kanserleri. İlaçlar: Ağrı kesiciler: Böbrek ve idrar yolları Östrojen: Meme, döl yatağı ve testis. Doğum kontrol hapları: Karaciğer, döl yatağı Bazı kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar: Lösemi, idrar kesesi. Besinler: Yağlı yiyecekler: Meme, kalın bağırsak Bazı küfler (alfatoksinler): Kalın bağırsak Yanmış yağlar: Meme, kalınbağırsak Kırmızı etten zengin diyetler: kalınbağırsak İyottan fakir diyet: tiroid bezi Diğer kimyasal kanser yapıcı etkenler: Sigara: Akciğer, ağız, gırtlak, yutak, yemek borusu, mide, idrar kesesi, pankreas, böbrek, döl yolu ağzı, karaciğer Alkollü İçecekler: Ağız, yutak, gırtlak, yemek borusu, karaciğer, meme Asbestos: Akciğer, plevra, peritoneum, sindirim sistemi, gırtlak Benzen: Lösemi Kömür tozları: Deri, akciğer ve idrar kesesi Kömür tozu, zifti: deri, akciğer, idrar kesesi, sindirim yolları lösemi Madeni yağlar: Deri, idrar kesesi, sindirim ve solunum yolları Naftalin: İdrar kesesi, karaciğer Hardal gazı: Akciğer, gırtlak, yutak Virüsler, bakteriler: Hepatit B ve C virüsü: Karaciğer T gözeli lösemi virüsü: Lösemi HP virüsü: Döl yolu ağzı, daha nadir olarak ağız, dil, gırtlak Helicobacter pylori: Mide Diğer risk faktörleri: Yaş: 55 yaşın üstünde olmak: Bedenin birçok yerinde görülen kanserler Stres: Çeşitli dokulardaki tümörler Hareketsiz yaşam tarzı: Meme, kolon, diğer yerleşimler. Yüksek tansiyon: Meme, kolon Ümmin sistem yetersizliği: lenfoma, karsinoma Kadının rastgele cinsel ilişkisi: Rahim ağzı Erkekte temizliğe uymama: Penis Erkek homoseksüel ilişkisi: Kaposi sarkomu, anüs ve dil

Bağışıklık Sistemi ve Önemi Kanserde Bağışıklık Sisteminin Önemi: Kanserle bağışıklık sistemi arasında çok önemli bir bağ vardır. Vücudun kanserle savaşmasında bağışıklık sistemi anahtar görevi üstleniyor. Bağışıklık sistemi herhangi bir nedenle zayıflarsa, kanser hücrelerini denetlemekte yetersiz kalıp gelişmelerine izin verebiliyor. Bu yüzden kanser bağışıklık sisteminin bir hastalığı, daha doğrusu bağışıklık sisteminin zayıflamasının yol açtığı bir hastalık olarak görülebilir. Bağışıklık sisteminin zayıflamasının yol açtığı tek hastalık kanser olmamakla birlikte bu hastalıklar içindeki en ciddi örnektir. BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NEDİR? Bağışıklık sistemi vücudun hastalık yapabilecek mikroorganizmalara karşı oluşturduğu savunma sistemidir. Bağışıklık sistemi kavramı çok eski tarihlerden beridir bilinmektedir. Bulaşıcı hastalıklar geçiren ve iyileşen kişilerin yeniden aynı hastalığa yakalanmadıkları görülmüş ve böylece bağışıklık sisteminin varlığı anlaşılmıştır. Bağışıklık sisteminde temelde 2 grup hücre rol oynar. Fagositler ve lenfositler. Bu hücreler belirli anatomik bölgelerde yer almakla birlikte yaygın olarak bütün vücuda dağılmış durumdadır ve topluca bağışıklık sistemini oluştururlar. Bağışıklık sisteminin vücuda yabancı nesnelerle vücudun kendi yapılarını tanıma ve ayırt etme yeteneği vardır. Sistem vücut yapılarına karşı herhangi bir tepki göstermez. Bu olaya da immünolojik tolerans denir. Sistemdeki bazı hücreler genel savunma görevini üstlenmişlerdir. Bunlar vücudun kendisinden olmayan, yabancı olarak gördükleri her şeye saldırırlar. Genel savunma hücreleri az önce bahsettiğimiz fagositlerdir. Fagositlerin erleri olarak tabir edebileceğimiz nötrofiller kan içinde çok hızlı hareket ederek düşmanı gördükleri zaman amip gibi kollar uzatıp etrafını sarar ve kimyasal silah gibi üzerine sindirim enzimleri salgılarlar. Makrofajlar ise büyük ve yavaş yiyici hücrelerdir. Sonsuz sayıda bakteriyi yavaş yavaş yiyebilirler. Virüs ya da bakteriyi sindirdikten sonra, makrofajlar yedikleri saldırganın parçalarını dışarı atarak lenfositler adı verilen hücrelere sunarlar. Bundan sonra özel hedefe yönelik lenfosit hücreleri devreye girer. Bunların B ve T hücreleri olmak üzere iki türü vardır. B hücreleri savunma sisteminin generalleri olarak düşünülebilir. Kan dolaşımına antikorları gönderirler, daha önceki savaşların kayıtlarını tutarak aynı saldırıların tekrarlanmasını engellerler. Üç tür olan T hücrelerinden Öldürücü T hücreleri vücutta virüsler tarafından kuşatılan hücreleri öldürür. Yardımcı T hücreleri ve Bastırıcı T hücreleri ise vücudun verdiği bağışıklık yanıtının boyutlarını kontrol eder ve enfeksiyonla savaş sona erdiği zaman her şeyin normale dönmesini sağlar. Bir de Doğal Öldürücü Hücreler vardır. Bunlar Öldürücü T hücrelerinin akrabasıdır. Virüsler tarafından enfekte olmuş hücrelerle bazı tümör hücrelerini öldürürler.

Bağışıklık sisteminin önemini sanırım bu şekilde anlatmış olduk. Bağışıklık sistemi zayıf olan bir kişi her türlü hastalığa daha kolay yakalanır ve daha zor kurtulur. Bağışıklık sistemimizin beslenme şeklimizle doğrudan ilişkisi vardır. Bu ilişki dünya çapında yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır. Yetersiz beslenen kobay fareleriyle, iyi beslenen bağışıklık sistemi güçlü fareler arasında tedaviye cevap verme oranının çok farklı olduğu görülmüştür. Kanser Türleri Meme Kanseri Meme kanserinin en yaygın belirtisi ağrısız bir kitlenin hissedilmesidir. Ancak, hastaların %10 kadarı, kitle olmaksızın ağrı hissetmektedir. Meme kanserinin daha seyrek görülen belirtileri arasında, göğüste oluşan geçici olmayan değişimler, (örneğin kalınlaşma, şişlikler, deride tahriş yada bozulmalar, ve anlık akıntılar, aşınma, göğüs ucunun hassaslaşması yada içe dönmesi de dahil olmak üzere göğüs ucu belirtileri). Tedavisi en kolay olan erken aşamadaki meme kanseri tipik olarak hiç bir belirti göstermezler. Bu nedenle, kadınların meme kanserinin erken tanısı için önerilen kontrol programlarını uygulamaları çok önemlidir. Meme kanserine erken aşamada tanı konması, tedavi seçeneklerinin sayısını, tedavinin başarıya ulaşma ve hayatta kalma şansını önemli oranda arttırır. Erken tanı için temelde önerilen biri birini tamamlayıcı üç yöntem vardır; Kişisel (Kendi kendine yapılan) göğüs kontrolleri Klinik (Doktor tarafından yapılan) göğüs kontrolleri Mamogramlar Normal de doktorlar 20 yaşından sonra her ay kişisel göğüs kontrollerinin yapılmasını, kırk yaşından sonrada yılda bir kez olmak üzere klinik göğüs kontrollerini ve mamografiyi önermektedirler. Ancak daha sonraki mamogramlarınıza referans olması için otuzlu yaşlarınızda en azından bir mamogram çektirerek saklamanız önerilir. Burada verilen başlama yaşları, toplumun geneli için önerilmektedir, eğer yüksek risk grubunda olduğunuzu düşünüyorsanız kontrol programınızı doktorunuz ile konuşmalısınız. Kanserlerin küçük bir bölümü mamografi tarafından tanımlayamayacağı için, mamografiyi klinik göğüs kontrollerine alternatif olarak görmek yanlıştır. Eğer bu testlerden birinde normal olmayan bir belirtiye rastlanırsa, durumu açıklığa kavuşturmak için belirleyici testler yapılacaktır. Unutmayın ki, göğüs kontrollerinde bulunan kitlelerin büyük bir kısmı kanser olmayan gelişimlerdir. Kontroller sonrası şüphelerin giderilemediği durumlarda, kesin tanının konması amacıyla biyopsi yapılır. Kitlenin büyüklüğüne, yerine, doktorun yada hastanın tercihine bağlı olarak biyopsi lokal anestezi altında iğnelerle yapılabileceği gibi, ameliyatla kitlenin çıkarılmasıyla da yapılabilir.

Akciğer Kanseri Akciğeri kanseri sıklığı, son yıllarda giderek artmaktadır. Daha önceleri sıklıkla 60 yaşın üzerindeki erkeklerde görülmesine rağmen, günümüzde kadınlar arasında da sıklığı artmıştır. Erkeklerde görülme yaşı da 60 yaşın altına inmeye başlamıştır. Yapılan çalışmalar, akciğer kanseri ile aşağıda bahsedilecek çeşitli olayların ilgili olduğunu göstermiştir; Sigara: Sigara içimi ile akciğer kanseri arasında direkt bir ilişki mevcuttur. Kişinin sigara içmesi yanı sıra, başkalarının içtikleri sigaranın dumanına maruz kalması da bu açıdan önemlidir. Çeşitli kanser yapıcı maddeler: Berilyum, Radon ve Asbestoz gibi maddeler akciğer kanseri riskini arttırırlar. Geçirilmiş tüberküloz (verem) nedbe dokusu üzerinde akciğer kanserleri gelişebilir. Ailede akciğer kanseri olması akciğer kanserine yakalanma riskini arttırmaktadır. Belirtileri Öksürük, balgam, kanlı balgam, göğüs ağrısı, akciğer iltihabı, göğüs kafesi içine sıvı birikmesi, ses kısıklığı, tümörün damar basısı nedeniyle göğüs üst bölümünde boyunda ve başta ortaya çıkan ödem (şişlik) İştahsızlık, zayıflama Kemiğe yayılım sonrası kemik ağrıları, kanda kalsiyum artışı ve buna bağlı belirtiler Karaciğere yayılım sonrası, karaciğer büyüklüğü, ağrı ve ateş, Beyne yayılım sonrası, bazı nörolojik belirtiler ve nöbetler, Bazı hormonların tümör tarafından anormal salgılanması nedeniyle çeşitli hormonal bozukluklar Tanı Göğüs röntgeni (akciğer grafiği), bilgisayarlı tomografi Balgam sitolojisi (hücre incelenmesi) Bronkoskopi (hava yollarına özel aletle bakılması) Biyopsi (incelenmek üzere parça alınması) Diğer organ metastazlarına (organ yayılması) yönelik ileri tetkikler sonrası akciğer kanseri tanısı konur. Tedavi Tümörün büyüklüğüne, yayılımına ve patolojik tipine bağlı olarak tedavide:

Cerrahi Kemoterapi (ilaç tedavisi) Radyoterapi (ışın tedavisi) önemli yerler tutmaktadır. Akciğerlerde başlayan kanserler 2 tipe ayrılırlar. Mikroskop altında hücrelerin görüntüsüne göre küçük olmayan hücreli akciğer kanseri ve küçük hücreli akciğer kanseri. Her tip akciğer kanseri farklı şekilde büyür, gelişir ve tedavi edilir. Küçük Hücreli Akciğer Kanseri Tüm akciğer kanserlerinin %20 kadarı küçük hücreli akciğer kanseridir. Diğer akciğer kanseri tipleri içinde en hızlı artış gösteren tip budur. Bu tip akciğer kanseri sigara içimi ile ilişkisi en belirgin akciğer kanseridir. Sigara içen kadınların erkeklere göre bu tipe yakalanma olasılığı daha fazladır. Hastalığın Evreleri Sınırlı Hastalık Kanser sadece bir akciğerde ve/veya yakınındaki lenf bezlerindedir (lenf bezleri küçük, fasulye benzeri oluşumlardır ve tüm vücutta bulunmaktadır. Vücutta mikroplarla savaşan hücreleri yapar ve depolarlar). Yaygın Hastalık Kanser başladığı akciğerden göğüs boşluğundaki veya vücudun diğer bölgelerindeki başka dokulara yayılmıştır. Nüks Evresi Nüks hastalık demek tedavi edildikten sonra kanserin yeniden ortaya çıkması (nüks etmesi) demektir. Akciğerlerde veya vücudun başka bir yerinde ortaya çıkabilir. Küçük Hücreli Dişi Akciğer Kanseri Küçük hücreli akciğer kanserlerinden daha yaygındır ve genel olarak daha yavaş gelişir ve yayılırlar. Bu kanserin 3 ana tipi vardır:bu tipler arasında tedavi ve yaşam süresi açısından fark yoktur. ABD'de tanı koyulan tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık %80'i küçük hücreli dışı akciğer kanseridir. Bu kanser türü şunları içermektedir: Skuamöz Hücreli Karsinom Genellikle yerleşimi akciğerin iç (santral) kısımlarıdır. Sıklıkla bronş tıkanıklığına yol açar. Yavaş büyüme eğilimindedir.

Adenokarsinom ABD'de tanı koyulan tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık %40'ından sorumludur. Genellikle yerleşimi akciğerin dış (periferik) kısımlarındadır. Sıklıkla lenf nodlarına ve uzak organlara yayılır. Sigara içmeyen kişilerde en yaygın olan küçük hücreli dışı akciğer kanseridir. Büyük Hücreli Akciğer Kanseri ABD'de tanı koyulan tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık %15'inden sorumludur. Genellikle büyük bir lezyon olarak görünür. Yerleşimi akciğerin dışı (periferik) kısımlarındadır. Lenf nodlarına ve uzak organlara yayılma eğilimindedir. Lenfomalar LENFOMA NEDİR? Lenfoma,diğer grup onkolojik hastalıklar içinde yaşamın uzatılması ve daha kaliteli yaşam sağlanması ve hastaların kurtarılmaları açısından daha fazla başarı elde edilmiş bir hastalıktır. Lenf sisteminden köken alan habis bir hastalıktır. Lenfomalar öncelikle 2 gruba ayrılır. Hastaların az bir kısmı Hodgkin Hastalığı denilen lenfoma türüne sahiptir. Çoğunluk, Hodgkin dışı (Nonhodgkin) denilen lenfoma grubunda yer alır ve hastaya sadece lenfoma deniliyorsa genellikle bu grup kastedilmektedir. LENFATİK VE İMMÜN SİSTEM HANGİ ORGANLARDAN OLUŞUR? Lenfatik ve immun sistem, vücudun enfeksiyonlara karşı mücadele etmesini sağlayan sistemin içinde yer alır. Lenfatik sistemde lenf bezeleri denilen boyun, koltuk altı, kasık bölgelerimizde normalde erişkinlerde genellikle ele gelmeyen küçük yapılar vardır. Ayrıca lenfatik sisteme dahil olan organlar vardır. Bunlar bademcikler, dalak, karaciğer, kemik iliği ve göğüs boşluğumuzda bulunan ve çocuklukta aktif olan bir organ timusdur. Ayrıca mide, ince barsak ve cildimiz katmanları arasında bu lenfatik yapılar yer almaktadır. Hastalık, yukarda bulunan lenfatik yapılardaki normal hücrelerin yerinde anormal şekil, yada hızlı bölünme özellikleri olan hücrelerin ortaya çıkması ile gelişmektedir. Bu hücreler ayrıca dalağa, karaciğer ve kemik iliğine yayılma özelliği gösterebilmektedir. HODGKİN DIŞI LENFOMALAR BELİRTİLERİ NELERDİR? En sık görülen belirti boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerindeki lenf bezelerinin ağrısız şişerek ele gelmesidir. Hastalarda diğer bulunabilen belirtiler ise şöyledir; sebebi tam açıklanamayan ateş, kilo kaybı, gece terlemesi, halsizlik, ciltte kaşıntı... Bu şikayetler, grip gibi başka hastalıkların seyrinde de görülebilir. Bu nedenle bu tür bulguları olan hastalarda lenfoma teşhisini ancak doktor koyabilir.

TANI NASIL KONUR? Lenfoma olasılığı düşünülen hastada kesin tanı konulabilmesi için büyüyen lenf bezinin tümünün çıkartılması ya da her hangi bir organda yerleşmiş ise parça alınması ilk işlemdir. Yapılan bu işleme biyopsi denir. Elde edilen dokuların patolog tarafından çeşitli işlemlere tabi tutularak mikroskop altında incelenmesiyle tanı konur. Hodgkin dışı lenfoma için çok farklı sınıflamalar vardır. Patolog tarafından hangi tipi olduğu tanı raporunda verilir. Bu tiplerin önemi; hangi tedavi seçeneğinin hasta için uygun olacağını göstermesidir. Doktor hangi tedavi seçeneğini uygulayacağına patoloji raporunda belirtilen tiplemeye göre karar verir. EVRELEME NEDİR ve NASIL YAPILIR? Evreleme hastalığın yaygınlığının belirlenmesi işlemidir. Hastada lenf bölgeleri taranmalıdır. Hastanın el ile saptanabilecek boyun, koltuk altı, kasık vb bölgelerindeki lenf bezlerine muayene sırasında bakılır. Elle saptanamayan diğer bölgelerinde ise basit direkt röntgen grafikleri, ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi (BT) yada magnetik rezonans görüntüleme (MRG) gibi çeşitli görüntüleme yöntemleri kullanılır. Görüntüleme yöntemleri ile genellikle boyun, göğüs (toraks), karın (abdomen) ve alt karının (pelvis) bölgeleri incelenir. Ayrıca kemik iliği biyopsisi yapılarak kemik iliğinde yayılım olup olmadığı araştırılır. NASIL TEDAVİ EDİLİR? Her lenfoma hastası için tedavi kendine özgündür. Çünkü hastalığın evresine, hücre tipine, hastanın yaşına, hastanın tedaviyi kaldırıp kaldıramayacağına ve lenfoma tipinin hızlı yada yavaş seyirli oluşuna göre doktor tedavinin şeklini ve verilecek ilaçları belirler. Hodgkin dışı lenfomanın tedavisi ilaçlarla (kemoterapi), ışın tedavisiyle (radyoterapi) veya ikisi birlikte olarak yapılmaktadır. Ayrıca hastadan kök hücre toplanarak yüksek doz kemoterapi sonrası bu kök hücreleri tekrar hastaya verme işlemi (yüksek doz kemoterapi ve otolog periferik kök hücre transplantasyonu), biyolojik ilaçlarla ve cerrahi olarak da tedavi edilebilmektedir. Bazen yavaş seyirli lenfomalar da hastaya tedavi verilmez ve hasta belli aralarla doktor tarafından kontrol edilerek izlenir. Hastanın tedavisine karar veren uzmanlar tıbbi onkolog ve radyasyon onkologu olmaktadır. TEDAVİNİN YAN ETKİLERİ NELERDİR? Tedavi sırasında kullanılan ilaçları tipine ve dozuna göre bazı istenmeyen etkiler olabilmektedir. Bunlara yan etkiler denir. Burada sık görülenler belirtilecektir. Ancak siz bu tedaviler sırasında fark ettiklerinizi doktorunuza bildirerek bunlarında değerlendirilmesini ve bunlar için yapılabilecek tedavileri öğreneceksiniz. Hodgkin dışı lenfoma tedavisinde kullanılan ilaçların bulantı ve kusma yan etkisi genellikle hafif ve kısa süreli olmaktadır. Saç dökülmesi bazı tedavilerde hafif bazılarında tamamen dökülme tarzındadır. Ancak tedavi bittikten sonra 6 ay içerisinde

genellikle eskisi kadar güzel saçlarınızın geri geleceği bilinmelidir. Kemoterapi sırasında kan hücrelerinin üretim yeri olan kemik iliği de tedaviden etkilenmektedir. Bu karşımıza kırmızı küreciklerin azalması (anemi), beyaz kürelerimizin azalması (lökopeni), enfeksiyonlarla savaşan beyaz küreler içinde önemli bir grup olan nötrofillerin azalması (nötropeni) ve kanama olmasını önleyen trombosit denilen küçük kan hücrelerinin azalması (trombositopeni) olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu kan hücrelerindeki azalma, doktorunuz tarafından belli aralarla yapılan kan sayımları ile izlenecek ve gerekli görülen kan ürünleri başkasından elde edilerek size verilecektir. Kemoterapi böbrek ve karaciğer işlevlerini etkileyebilir ; bu durum gerekli kan tetkikleri ile izlenir. Hastalarda iştahsızlık, damak tat alımında değişiklik, cilt ve tırnaklarda renk koyulaşması, geçici ya da kalıcı fertilite(üreyebilirlik) değişiklikleri olabilmektedir. Burada bildirilmiş olan yan etkiler her hastada mutlaka olacak belirtiler olarak düşünülmemelidir. Radyoterapiye bağlı yan etkiler, ışın yapılan bölge ve verilen doza göre değişkenlik gösterir. Genellikle hastalarda radyoterapinin ilerleyen günlerinde yorgunluk hali gelişmektedir. Hastaya dinlenmesi, yapabildiği kadar hareket etmesi önerilir. Radyoterapi yapılan alanlarda kıl ve saç kaybı, kızarma, kuruluk, duyarlılık ve kaşıntı, cilt koyulaşması sık görülen yan etkilerdir. Boyun ve göğüs bölge radyoterapisi sonrası boğazda kuruluk ve yutma güçlüğü olmaktadır. Karın bölgesine yapılan radyoterapilerde bulantı, kusma, ishal ve idrar şikayetleri ortaya çıkabilmektedir. Kan hücreleri etkilenebileceğinden kan sayımları ile yakın takip edilir. Ateş yükselmesi ve beklenmeyen kanamalar olduğunda takip eden doktorun hastalar tarafından uyarılması gerekir. Biyolojik tedaviler aşı tarzında (interferon) uygulanır. Bunların yan etkileri soğuk algınlığı bulgularını andırır. Kırıklık, yorgunluk, titreme, ateş, kas ve eklem ağrıları, iştah kaybı, bulantı, kusma ve ishal olabilir. Yüksek doz kemoterapi ve periferik kök hücre transplantasyonunda yan etkiler normal dozda kemoterapi tedavisinden daha fazladır. Hastalar kanama, enfeksiyon organ yan etkileri açısından yakın takibe alınır. HODGKİN HASTALIĞI Lenfomalar içinde yer alan bir alt gruptur. Diğer lenfomalara hodgkin dışı lenfomalar denir. Hodgkin hastalığı lenfomaların yaklaşık dörtte birini,yani oldukça azını oluşturmaktadır. Vücudumuzdaki lenf organlarından köken alır, genellikle tek veya birkaç adet lenf bezesinin büyümesi hasta tarafından fark edilen ilk olaydır. RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR? Hastalığın sebebi tam olarak bilinmemektedir. Bulaşıcı değildir. Kardeşlerinde hodgkin hastalığı olanların bu hastalığa yakalanma riski daha fazladır. Ebstein Barr adlı virüsün hastalığa yakalanmayı arttırdığı düşünülmektedir. Hastalar genellikle 15 ile 34 yaşları arasındaki genç erişkinlerdir.

HASTALIĞIN BELİRTİLERİ TANISI VE TEDAVİSİ Hodgkin hastalığının belirtileri, tanısı, evrelemesi ve tedavisi (kemoterapi ve radyoterapi) ve yan etkileri Hodgkin dışı lenfoma ile benzerdir (bakınız lenfoma). Ancak tedavide kullanılan ilaç ve şemalar, veriliş zamanları farklıdır. Hastalığın genel seyri hodgkin dışı lenfomalara nazaran daha iyidir. Hastaların büyük çoğunluğu uygun tedaviyle iyileşmektedir. Kolon Kanseri Kolo - Rektal kanserler A.B.D. de her iki cinste en sık görülen 2. kanser türüdür. Yılda ortalama 140.000 kişi hastalığa yakalanmakta ve yılda ortalama 60.000 kişide bu hastalıktan kaybedilmektedir. Yurdumuzda da tanı yöntemlerinin artması, kişilerin hastalık belirtilerini daha iyi algılamaları ve hekime başvurma olanaklarının artması, beslenme alışkanlığımızın da giderek daha çok endüstriyel gıdalara kayması sonucu bu kanserlerle daha sık karşılaşmamıza neden olmaktadır. Ancak erken teşhis ve tedavi yöntemleri uygulanabildiği takdirde Kolo - Rektal Kanserler tedaviden en çok yararlanan iç organ kanserleridir. Hatta TARAMA ( Screening) testleri ile hastalık oluşmadan, oluşmuş ise belirtileri daha ortaya çıkmadan saptanabilmekte ve gerekli tedavisi yapılarak tam şifa sağlanabilmektedir. Çünkü genelde ( % 95 ) Kolo-Rektal kanserler Poliplerden gelişmektedir. KİMLER RİSK ALTINDADIR? Genelde olguların büyük çoğunluğu 45-50 yaş üzerindeki kişilerde görülmektedir.bu Nedenle; 45-50 yaş üzerindeki kişiler Anne, baba, kardeş gibi yakın aile bireylerinde kolorektal kanseri veya polipleri olanlar, Uterus ( rahim ), over ( yumurtalık ) veya meme kanseri olan kadınlar, Ülseratif Kolit veya Crohn gibi hastalıkları olanlar. RİSKİ AZALTMAK İÇİN NELER YAPILMALIDIR? Risk altındaki kişiler, bu riski azaltmak için hastalık belirtileri ortaya çıkmadan yapılması gereken TARAMA (Screening ) testlerini yaptırmalıdırlar. Diyetlerini bol lifli - sebzeli, meyveli, az yağlı ve az kırmızı etli bir şekle dönüştürmelidirler. Alkol ve sigara alışkanlığı varsa iyice azaltmalı, hatta bırakmalıdırlar. Her gün 20-30 dakika hafif egzersiz yapmalıdırlar. TARAMA TESTLERİ NELERDİR? Kolo - Rektal kanserlerin klinik belirtileri ortaya çıkmadan yukarıda belirtilen RİSK altındaki kişilere yapılan testlerdir.bu kanserlerin oluşmasında esas neden % 95 oranında poliplerdir. Bu polipler zaman içerisinde kansere dönüşebilmektedir. O nedenle tarama tetkiklerinde amaç bu polipleri henüz kansere dönüşmeden, eğer dönüşmüş ise çok erken devrede henüz klinik belirti vermeden teşhis etmek ve

POLİPEKTOMİ ile ( kolonoskop yardımı ile polipin bağırsaktan uzaklaştırılması) çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu takdirde bu hastalar % 90 nın üzerinde ki bir oranda tam şifaya kavuşmaktadırlar. Tarama testleri şunlardır : 45 yaş üzerinde yılda bir kez Rektal tuşe muayenesi, 50 yaş üzerinde yılda bir kez gaitada gizli kan aranması, 50 yaş üzerinde 3-5 yılda bir defa KOLONOSKOPİ veya Sigmoidoskopi, 50 yaş üzerinde 5 yılda bir defa Kolon grafiği, Ailesinde kolorektal kanseri olanlar 45 yaştan sonra 2-3 yılda bir defa kolonoskopik tetkik, Ülseratif Koliti olanlar yılda bir defa kolonoskopi ve biyopsi yaptırmalıdırlar. KOLO - REKTAL KANSERLERDE KLİNİK BELİRTİLER NELERDİR? Genelde kadın ve erkekte eşit oranda görülen Kalın barsak - Rektum kanserleri sinsi seyreder. Hastalık aşağıdaki belirtilerle ortaya çıkar. Rektumdan kan gelmesi ( Rektal kanama ), gaitanın kanla bulaşık olması, Tuvalete çıkma alışkanlığında değişiklik Gaitanın eskiye oranla incelmesi, Kabızlık İshal durumlarının ortaya çıkması, Sık sık tuvalete çıkma isteği, buna rağmen tam boşalamama hissi, Karında gaz ağrıları, Kansızlık (anemi), İzah edilemeyen zayıflama Bu belirtilerin herhangi birinin 1-2 hafta devam etmesi veya aralıklarla tek rarlaması durumunda mutlaka hekime başvurulmalıdır. TEŞHİS NASIL KONUR? Kolo - Rektal kanserlerde kesin teşhis barsak içerisindeki tümörden endoskopik yöntemlerden ( Rektoskopi, Fleksibl Sigmoidoskopi, KOLONOSKOPİ ) biriyle yapılacak tetkik ve alınacak parçanın patolog tarafından mikroskobik tanısı ile konur. TEDAVİ NASIL YAPILIR? Kolo-Rektal kanserlerin esas tedavisi tümörlü kısmın ameliyatla çıkarılması ve barsak pasajının sağlanması için çıkarılan kısmın alt ve üst uçlarının tekrar karşılıklı ağızlaştırılmalarıdır.kolonlar uzun olduğu için bu işlem kolaylıkla uygulanabilir. Ancak REKTUM kanserlerinin tedavisinde bu durum biraz farklıdır. Rektum kısa bir organ (15 cm) olması nedeni ile özellikle anüse yakın yerleşim gösteren tümörlerde ( anüs girişinden 5-6 cm yukarıda), hastalıklı kısmının çıkarılmasını temin için anüsün tamamen çıkarılıp,iptal edilerek kolon, karın duvarına ağızlaştırılır ( KOLOSTOMİ ).

Daha önceleri çok daha sıklıkla uygulanan bu yöntem, günümüzde gerek teknolojik gelişmeler ( Stappler aleti vs.) ve gerekse bu konuda eğitilmiş ve deneyim kazanmış özellikle Kolo - Rektal cerrahi ile uğraşan cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlarda çok az sayıda hastaya uygulanmaktadır.bazen kolostomi rektumda yapılan ameliyatın iyileşmesini sağlamak için geçici olarak ( birkaç ay ) yapılabilir. Daha sonra bu kolostomi kapatılır. Ameliyata ek olarak, rektum tümörlerinde bazen ameliyattan önce, bazen ameliyattan sonra gerek olursa RADYOTERAPİ de yapılabilir. Kolon tümörlerinde radyoterapinin yeri yoktur. Her iki organın tümörlerinde ameliyattan sonra duruma göre KEMOTERAPİ yapılabilir. Anüs kanserlerinde genellikle radyoterapi tercih edilmektedir. Bazı durumlarda Cerrahi tedavide yapılabilir. AMELİYAT SONRASI BU HASTALAR NASIL İZLENMELİ? Kolo - Rektal Kanserlerde ameliyat sonrası nüks etme şansı hastalığın evresine göre değişir. Nüksler genellikle ilk 2 yıl içerisinde ortaya çıkarlar. Bu nedenle bu hastaların ameliyat sonrası ilk 2 yıl içerisinde çok sıkı izlenmeleri gerekir. Eğer nüks saptanacak olursa yeni yapılacak girişimlerle hastanın yaşam şansı artırılır. Ayrıca bu hastalarda geriye bırakılan kolon kısmında yeni tümör oluşma şansı azda olsa vardır. Bunların çok küçükken saptanması ve çıkarılması hastaya tam şifa sağlayacaktır.bu izlemelerde hastalara 3-6 aylık aralıklarla kan testleri tümör belirleyicileri ( CEA ), US, Tomografi; Akciğer grafiği, Kolonoskopi gibi tetkikler dönüşümlü olarak yapılır. 2 yıldan sonra senelik kontroller ile hasta 5 yıl izlenmelidir. Rahim Ağzı Kanseri RAHİM AĞZI KANSERİ NEDİR? Kadın rahmi gövde ve rahim ağzı kısımlarından oluşur. Rahim ağzı rahmin doğum sırasında genişleyerek bebeğin çıkmasını sağlayan kısmıdır. Bu kısmı oluşturan hücrelerin anormal bölünmesi ve üremesi sonucunda rahim ağzı kanseri oluşur. Rahim ağzı kanseri, jinekolojik tümörler içinde sağlıklı kadınlarda yapılan düzenli tarama ile önlenebilen yegane kanserdir. Uygulaması oldukça kolay olan Pap-smear testi rahim ağzında kanserleşme eğilimi olan hücrelerin saptanmasını sağlar. Bu hücrelerin kanserleşmeden tedavisiyle tam iyileşme mümkün olur. Rahim ağzı kanseri oluştuktan sonra lenf bezlerine, çevre organlara ve kan damarları yardımı ile uzak organlara yayılabilirler. RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR? Cinsel yolla bulaşan hastalıkların başında gelen AIDS virüsü (HIV) ve insan papilloma virüsü (HPV) enfeksiyonları serviks kanseri oluşumunda önemli risk faktörlerindendir. Sigara kullanımı, çok sayıda kişiyle cinsel temas, cinsel hayatın erken yaşlarda başlaması diğer risk faktörleridir.

BELİRTİLERİ NELERDİR? Cinsel temas sırasında kanama veya ağrı, anormal vajinal akıntı veya kanama, bel ve kasık ağrıları en sık belirtileridir. NASIL TEDAVİ EDİLİR? Hastalığın yaygınlığı tedavinin şeklini belirler. Hastalığın evresine göre cerrahi, radyoterapi, radyoterapiyle eşzamanlı kemoterapi veya sadece kemoterapi uygulanabilir. Cerrahi tedavi yerleşimi rahim ağzı bölgesinde sınırlı tümörlerde uygulanır. Bu girişim tümörün boyutuna göre küçük cerrahi tekniklerden (biyopsi), tüm rahim, rahim ağzı ve lenf bezlerinin alındığı (histerektomi ve lenfodenektomi) büyük cerrahi tekniklere kadar değişmektedir. Radyoterapi rahim ağzı kanserinin her aşamasında uygulanabilen tedavi yöntemidir.rahim ağzında sınırlı tümörlerde cerrahi veya radyoterapi ile şifa oranları benzerdir. Ayrıca radyoterapinin etkisini arttırmak amacıyla radyoterapiyle birlikte kemoterapi uygulanabilir. Bu durumda radyoterapinin yan etkileri artabilir. ERKEN TANISI MÜMKÜN MÜDÜR? Cinsel yaşamın başladığı yaştan itibaren kadınlar her yıl düzenli olarak kadın-doğum uzmanı tarafından muayene edilmelidir. Düzenli aralıklarla rahim ağzı ve hazne akıntısından alınan örnekler patolog tarafından incelenir. Bu sayede kanser oluşmadan önce veya çok erken evrede tanı koymak mümkündür. Erken tanı konan hastalar tamamen iyileşir. Tedavi Türleri Kemoterapi KEMOTERAPI NEDIR ve NASIL UYGULANIR? Size uygulanan kemoterapinin sekli,özellikle kanserin türü,vücudun neresinden başladığı,kanser hücrelerinin tipi ve bu hücrelerin ne kadar yayıldığı gibi bir çok nedenlere bağlıdır.kemoterapi, kanser hücrelerini yok etmek için anti-kanser (sitotoksik) ilaçların kullanılmasıdır.kemoterapi, kimyasal madde(ilaç) ve tedavi kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.bu tedavide mevcut bulunan yaklaşık kırk değişik ilaçtan seçilen bir veya birkaç ilaç uygulanır.kemoterapi,kanser tedavisinde,tek başına veya cerrahi işlemle ve/veya radyoterapi ile birlikte uygulanabilir. Kemoterapide kullanılan ilaçlar sizde deneme için yapılmamaktadır. Siz bir denek değilsiniz.bu ilaçların değerlendirmeleri yapılmış ve yıllardır kullanılmaktadır.eğer bir deney ilacı gerekir ise, doktorunuz ilacın fayda ve zararlarını sizinle tartışır ve bu konuda sizinle anlaşırsa uygulamaya geçer.bu nedenlerle,değerlendirilmesi yapılmamış veya yapılarak değersiz oldukları ortaya konulmuş bazı maddeleri ve metotları tedavi edici olarak uygulayan ve bilimsel ciddiyet taşımayan bu kişilerin iddialarına ve uygulamalarına itibar etmeyiniz.

Kemoterapi,kanser tipine ve kullanılan ilaçlara göre çok çeşitli yollarla verilebilir.en yaygın yolları damara enjekte etmek ve ağız yoluyla vermektir.daha ender olarak adaleye veya deri altına enjekte edilir.özel durumlarda omuriliğe de enjekte edilebilir.bazı hastalarda,bu yollardan bir kaçı birlikte kullanılabilir.hangi yolla verilirse verilsin ilaçlar kana karışarak vücudun her tarafına tabii ki kanser hücrelerine de ulaşırlar. İlaçların Damar Yoluyla Verilmesi Bazen ilaçlar çok miktarda sıvı içinde sulandırılarak damla damla kolunuzdaki bir damara verilir. Damardan kemoterapi yapılan bazı kişiler, serumun gittiği damardan zaman zaman yanma ve ağrı hissi duyabilirler.bu durumda doktor veya hemşireye haber vererek serumun yavaşlatılmasını isteyebilirsiniz.damar içinde kemoterapi vermenin bir başka yolu da,plastik bir kateterin (plastik ince bir hortum) cerrahi bir işlemle göğsünüzdeki bir damara yerleştirilmesidir.hickman kateterin en yaygın olarak kullanılanıdır.koldaki damar için kullanılan kateterden farklı olarak,lokal veya genel anestezi ile yerleştirilir.yerleştirildikten sonra damardan çıkmaması için göğsünüze sıkıca bantlanır ve damar içinde aylarca kalabilir,böylece damar için kemoterapi verilirken iğneye ihtiyacınız olmayacaktır.test için gereken kan da bu kateter aracılığıyla alınabilir.bu kateterin olası problemleri enfeksiyon ve pıhtılaşarak tıkanmasıdır.kateter haftada bir kez heparinle (pıhtılaşmayı engelleyen bir ilaç)yıkanacaktır.banyo yapıp duş almanızda sakınca yoktur,ama günlük yaşamınıza birkaç kısıtlama getirebilir.hickman kateterinini gerektiği gibi bakimi konusunda endişeleriniz varsa,evinize dönmeden önce bu hususu doktorunuzla konusun. Damar içi kemoterapi ilaçları,genellikle yarim saatten birkaç saate veya bazen birkaç güne kadar değişen bir süre verilir.eğer sadece birkaç saat sürerse hastanede kalmanıza gerek yoktur, birkaç gün sürerse bir süre hastanede kalabilirsiniz.infüzyon pompaları,kemoterapi vermenin oldukça yaygın bir seklidir.bir çok değişik tipten oluşan bu pompalar,belirli bir miktar ilacın belli bir sürede verilmesi için kullanılır. İlaçların ağız yoluyla verilmesi Tedavinizin tamamı veya bir kısmi tablet seklinde ağızdan verilebilir. Ilaçlari nasıl ve ne zaman alacığınız bütün ayrıntılarıyla anlatılır.verilen bu tabletleri herhangi bir sebeple alamıyorsanız derhal doktorunuza durumu bildirin. Radyoterapi Radyoterapi, radyoaktif ışınlarla tedavi demektir. Kanser olgularında ameliyat ve kemoterapi gibi bir tedavi yöntemidir ve tek başına yapılabileceği gibi, ameliyat öncesi, sonrası ya da kemoterapi beraberliğinde uygulanabilir. Yaklaşık 100 yıl önce radyoaktif ışınların keşfinden bu yana radyasyon, tıpta teşhis (radyoloji) ve tedavi (radyoterapi) amacıyla, giderek yaygınlaşarak kullanılmaktadır. Radyoterapide daha güçlü ışınlar kullanılmasına rağmen hasta tedavi sırasında, röntgen çekiminde olduğu gibi, işlemi hissetmez. Radyasyonun tehlikeleri hakkındaki yaygın endişelere karşın, tıp bugün radyasyonun kullanılmasında yeterince bilinçli ve

deneyimlidir. Radyasyon tedavisi, gereği gibi kullanıldığında riski çok az, yararları ise çok daha fazla olan bir tedavi modelidir. Radyoaktif ışınlar, tedavi edilen bölgedeki kanser hücrelerini yok ederek etkilerini gösterirler. Bu arada tedavi alanı içindeki normal hücreler de bu ışınlardan kötü etkilenseler de, onların kendilerini onarma yetenekleri vardır. Dolayısıyla radyasyona bağlı normal doku hasarı çoğu kez geçicidir. Muhtemel yan etkilerden olabildiğince kaçınmak amacıyla radyoterapide verilmesi planlanan toplam doz, seanslara bölünerek verilir.genellikle haftanın beş günü, günde bir seans şeklinde uygulanır ve hafta sonu hastanın dinlenmesi öngörülür. Böylece normal hücrelerin iyileşmesine de fırsat tanınmış olur. Radyasyon tedavisi, Co-60 ya da Lineer Akseleratör gibi cihazlar aracılığıyla vücudun dışından (harici radyoterapi) veya vücut boşlukları ya da doku içine radyoaktif maddelerin yerleştirilmesi yoluyla içerden (dahili radyoterapi) gerçekleştirilir. Tedavilerin şekli hastanın yaşı, genel sağlık durumu, teşhis edilen kanserin türü, evresi, yerleşim yeri gibi birçok önemli faktöre bağlıdır. Bu tedavi kararları, birçok farklı tıp branşından uzman hekimlerin hastayı en başından beri birlikte görüp değerlendirmeleri sonucu alınır ve her hasta ayrı değerlendirilir. Bu nedenle aynı tip kanser hastası bile olsalar, her hastanın tedavisi kendi şartlarında planlanır. Harici radyoterapi sizi radyoaktif yapmaz. Tedaviniz süresince ve sonrasında diğer insanlarla (çocuklar dahil) aynı ortamda birlikte olmanızda çevrenizdekiler açışından hiçbir sakınca yoktur. Evde kullandığınız hiçbir eşyanızı ayırmanıza kesinlikle gerek yoktur. Radyasyon, asla bulaşıcı bir özellik taşımaz. İSTATİSTİKLER Türkiye'de Kanser Kanser, Türkiye'de 1982 yılında 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu'nun 57. Maddesi gereğince "bildirimi zorunlu hastalıklar listesi"ne alınmış olmasına rağmen ülkemizde gerçek kanser insidansı hiç bilinmemektedir. Sağlık Bakanlığı 1983'te tüm ülke için "pasif kanser kayıt sistemi" kurmuş fakat bildirime dayalı bu sistemde beklenenin dörtte biri kadar bilgi elde edilmiştir. Bu nedenle ülke çapında ama güvenilirliği olmayan veri toplamak yerine, coğrafi sınırları ve nüfusu belirlenen bir alanda aktif olarak toplanacak verilerle bir kanser kayıt sistemi oluşturulması amacı ile 1992 yılında "Kanser Kayıt ve İnsidans" projesi başlatılmış ve Trabzon, Edirne, İzmir, Ankara, Adana, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Sivas ve Erzurum'da kanser kayıt merkezi kurulmuştur. Fakat bu sistemin 1993-1994 yıllarına ait ilk sonuçlarında da beklenen ve rapor edilen hastalar arasında büyük farklar olduğu görülmüştür. 1993 yılında Sağlık kuruluşlarından Kanserle Savaş Dairesi'ne bildirimi yapılan kanser vakalarının değerlendirilmesi sonucunda 23100 kanser vakasının 22079'u değerlendirilmiş (çift veri girişi ayıklandıktan sonra), ülkemizde kanser insidansı yüz binde 36.7 olarak tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalara göre yüz binde 100-150 olması gerektiği hesaplanan Türkiye genelinde beklenen kanser insidansına ulaşılamamıştır.

1977'de yürütülen bir araştırmada 10 büyük ilde 39 hastane ve özel patoloji laboratuarında 12 ay içinde 14696 yeni kanser hastası belirlenmiştir. Bu vakaların organ tutulumuna göre dağılımı incelendiğinde, birinci sırada melanom dışında kalan deri kanseri (%14.9), ikinci sırada meme (%9.1) bulunmaktadır. Bu iki kanser türü, tüm kanserlerin yaklaşık 1/4 ünü oluşturmaktadır. Bu kanserleri sırası ile larinks kanseri, lenfomalar ve mide kanserleri izlemektedir. Cinsiyete göre dağılım incelendiğinde ise erkeklerde en sık görülen kanser deri kanseri iken kadınlarda meme kanseridir. Bu çalışmada İnsidans hızı yüz binde 35 olarak bulunmuştur. Fakat aynı yıldaki kanser mortalite hızlarının daha yüksek olması gerçek kanser insidansının daha yüksek olması gerektiğini ortaya koymaktadır. 1994'te yayınlanan benzer bir araştırmada da 16 hastanede 5 yıl içinde patolojik tanıya dayanan kanser istatistikleri ile kanserin rölatif dağılımı ortaya konmuştur. Fakat patoloji laboratuar verilerini esas alan çalışmalar, soliç tümörler dışında kalan kanser türleri ile hiç biyopsi alınmayan hastaların verilerini içermemektedirler. Prof. Dr. Dinçer Fırat tarafından Türkiye'deki ölümler ve hastane yatışları içerisinde kanserin yerini inceleyen 1980 ve 1990'lı yıllarda yapılan çalışmalar da Türkiye'deki kanser probleminin tanımlanması bakımından önemli yer tutmaktadır. Türkiye'de ilk nüfus tabanlı kanser kayıt sistemi 1992'de İzmir'de kurulmuş ve 1993-1994 yıllarına ait insidans verileri 2001'de yayınlanmıştır. Erkeklerde yüz binde 157.5, kadınlarda ise yüz binde 94 yaşa göre standardize kanser insidansı bildirilmiş; erkeklerde akciğer (yüz binde 61.6), mesane (yüz binde 11.0), larinks (yüz binde 10.6); kadınlarda ise meme kanseri (yüz binde 24.4), korpus uteri (yüz binde 6.4), over (yüz binde 5.9) en sık görülen kanserler olmuştur. SONUÇ VE ÖNERİLER Kesin ölüm sebebinin kayıt edilmemesi, bazen altta yatan hastalığın değil kalp yetmezliği gibi terminal ölüm sebebinin kayıt edilmesi, primer bölge yerine metastaz bölgesinin kayıt edilmesi nedeniyle Ölüm İstatistik Formlarındaki kişi özellikleri ve ölüm nedenlerinin ne kadar doğru bildirildiğini saptamak güç olduğundan mortalite verileri, kanser insidansını belirleme çalışmalarında kayıt sistemlerinden elde edilenlerden daha az güvenilir kabul edilir. Fakat bu çalışmada elde edilen mortalite hızları, daha önce yapılan çalışmalarla ve Globocan 2000'de Türkiye için tahmin edilen rakamlarla tutarlılık göstermektedir. Tüm ülkeyi kapsayan bir veri tabanı kullanılarak yapıldığı da göz önüne alınırsa mortalite hızlarından hesaplanan kanser insidans ve trend analizlerinin güvenilir ve tutarlı bir yöntem olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de seneler içinde artış trendi gösteren kanserler erkeklerde akciğer, prostat; her iki cinsiyette bağırsak, rektum, lenfatik ve hematopoietik doku kanserleridir. Kadınlarda meme, mide, akciğer, serviks, uterus; her iki cinsiyette mide, ösefagus, larinks, kemik, deri kanserleri ve lösemiler ise bir artış trendi göstermemektedir. Bu çalışmada ölüm istatistikleri analiz edilerek ortaya çıkan 1998 yılı için yüz binde 156 kanser insidans hızı ile 2000 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına dayanarak yılda