Öncelikle belirtmek isterim ki, iddia makamı tarafından hazırlanan sözde mütalaa yı ciddiye almıyoruz. Gerek yazılı ifademizde gerekse sözlü beyanlarımızda ifadelerimizin muhattabı, adından başka hiçbir niteliği mütalaa olmayan bu kağıt yığını değildir. Hiçbir somut veriye dayanmayan, savcıların ön yargılı hayal gücünden başka dayanağı olmayan, mantık kuramı ile çelişen iddianameleri ve adının mütalaa kelimesi ile eşsesli olması dışında hiçbir ortak unsuru olmayan bu kağıt yığını ile beraber tüm dava dosyası, 120 milyon sayfayı bulmaktadır. Her gün yüzlerce sayfa okunsa bile bu dava dosyasını bitirerek, yeterince inceleyerek savunma yapabilir hale gelinmesi mümkün değildir. Bu gerçek mahkemenizce bilinmesine rağmen, binlerce sayfa iddianameyi birleştirerek yargılamayı, torba yasalar gibi, torba yargılamaya çevirmek ve delillerin değerlendirilmesi aşaması sanki yasal bir zorunluluk değilmişçesine atlanmak sureti ile, esas hakkındaki savunmaya geçilerek müvekkilimin savunmalarını kısıtlamak, bu süre içerisinde bizleri ise 10 ar dakika konuşturmak, buradaki yargılamayı bir kez daha adil olmaktan çıkarmıştır. Savunmamız hazır değildir!! ve verdiğiniz iki saatlik süre savunma için yeterli değildir. Ancak savunmaya hazır olmadığımızı beyan ettiğimiz vakit, mahkemenizce susma hakkının kullanılmış sayılacağı yönünde,irademizigasp eder şekilde alacağı muhtemel bir karar karşısında, bu karara kısa sürede etkili şekilde itiraz edebileceğimiz bir merci bırakılmadığından söyleyebildiklerimizitutanağa geçiriyoruz. Ayrıca yapmış olduğunuz bu kısıtlamalar sonucunda, sözlü olan ceza yargılamasını, yazılı usule çevirdiğinizden,bu sınırlı sürede hazırlayabildiğimiz kadar yazılı savunmamızı sunuyoruz. 1
Müvekkilim hakkında hazırlanan iddianame de Suç tarihi ve yeri: 2008 yılı ve öncesi ANKARA olarak belirtilmiştir. Ancak müvekkilim hakkındaki iddialar ise2009 yılına aittir. Bu kapsamda Mütalaanın soruşturma safhatı bölümünde yer alan 57. Sayfasında, müvekkilimin 16.06.2009 tarihinde dinlenmeye başlandığı belirtilmişse de bu ifade sizinde bildiği üzere gerçek dışıdır. Müvekkilim hakkında hiçbir soruşturma açılmamışken, 09.03.2009 TEM görevlileri tarafından dinleme kararı alınmıştır. İstanbul 11. ACM nin 25.03.2009 Tarih sayıl dinleme kararı, mahkemenizin yazdığı müzekkereye rağmen gönderilmemiştir. Bu fiil suçu gizleme ve delil karartma amacına yöneliktir.mütalaa dahil, müvekkil hakkında hazırlanan iddianame de, Danıştay Saldırısı, Cumhuriyet Gazetesini bombalama iddiası, Ümraniye el bombaları gibi konular hakkında hiçbir iddia bulunmamaktayken, alınan bu dinleme ve takip kararları, bugün yaratılan yargılamada müvekkilimin önceden hedef seçildiğinin göstergesidir. Sözde Ergenekon Terör Örgütü nün 1950 lerde kurulduğu iddia edilmekte ve 1999 yılından önce 50 yıllık geçmişi olduğu belirtilerek bu sanal kurgular ile Türkiye tarihinde işlenen toplu katliamların, faili meçhullerin üstü kapatılmak istenmektedir. 1950 yılında müvekkilim henüz doğmamıştır. 1999 yılında ise, Altay Tim Komutanı Tiran/ Arnavutluk Şubat 1999 Temmuz 1999 Amfibi Tugay Kurmay Başkanı Foça/ İzmir Ağustos 1999-2001 6 Ay 2 Yıl görev yapmıştır. Müvekkilim bu görev süreleri dahil olmak üzere sözde örgütün neresinde, hangi görev ile ve ne şekilde yer almıştır.örgütün kuruluşu, kurucuları, 50 yıllık faaliyeti, mali kaynakları, örgüt üyeleri arası ilişki nasıl kurululmuştur? Bu sorulara,müvekkilimin örgüt üyeliğinden, her nasılsa örgüt yöneticiliğine terfi edilmesi de düşünüldüğünde, İddia makamı ve mahkemeniz cevap vermek zorundadır. Bu haliyle herkes yaratılan sanal örgütün üyesi haline getirilebilinir. 2
Müvekkilim, T.C. hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçu ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanmaktadır. Türk Ceza Yasasının 312. Maddesinde düzenlenen bu suçun oluşabilmesi için, cebir ve şiddetin varlığı gerekir. Cebir ve şiddetin yanında elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlanması gerekir. Bu elverişli vasıtalarla ortaya konan cebir ve şiddetin ise sıradan bir cebir ve şiddet değil, amaç suçu gerçekleştirmeye muktedir bir cebir şiddet olması gerekir. Ve son olaraksuçun icrasına elverişli vasıtalarla başlayan failin, elinde olmayan sebeplerden ötürü icra hareketlerinitamamlayamamış olması gerekir. Müvekkilim Dursun Çiçek hakkındaki iddia, sözde İrtica İle Mücadele Yazısı nı yazmak ve bunu Erzincan da uygulamaktır. Müvekkilimin Erzincan a hiç gitmediği ve Erzincan Davası sanıkları ile ilişkisi olamadığına ilişkin onlarca delil mahkemeniz dosyasında mevcuttur. Bunun aksini iddia eden iddia makamı, adı üstünde iddiasından öteye gidememiş, 8 ayrı Dursun ÇİÇEK i mahkeme dosyasına taşımış ve bizlerle tanıştırmıştır. Tüm bu gerçek karşısında, bir an için farzı mahal kaydıyla, Sözde İrtica İle Mücadele Planının gerçek olduğu hayal edilse bile, bu planın müvekkil tarafından uygulamaya konulduğuna teşebbüs edildiğiyönündeki eylemi nedir? Müvekkilimin dış dünyada ortaya çıkan ve karşı tarafça hissedilen nitelikte bir cebri eylemi olmuş mudur? Örneğin müvekkilim hangi Fethullah Gülen Cemaati evine silah ve mühimmat koymuştur? Hangi televizyon kanalında hükümet aleyhine yayın yaptırmış yada buna teşebbüs etmiştir? Bu soruların hiçbirisinin cevabı sözde mütalaada bulunmamaktadır.osman Yaşar, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Kitabında verdiği örnekte diyor ki, Plan çerçevesinde de olsa, henüz planın icrasına başlanmamışken, örgüt üyesinin evinde belirlenen yerlere konulacak bomba düzeneğinin montajına yönelik olarak yapılan davranışlar, hazırlık hareketleri niteliğindedir ve bu durumda ceza verilemez Bu durum karşısında iddia makamının yapmış olduğu gibi,salt soyut norm gerekçe gösterilerek somut hiçbir olgu ve mantıksal bağ ortaya konulmadan hatta savunma 3
tarafından savcılığın iddialarının gerçeği yansıtmadığı konusunda somut veriler ortaya konulmuşken savcının; sanık bu fiili işlemiştir denmesi, suçun unsuru oluşmuş, oluşmamış ne önemi var. Ben sanıkları peşinen cezalandırmanın peşindeyim demenin kibar yoludur. İddianamede isnat edilen örgüt üyeliği suçlamasına karşı, savunma için yeterli süre vermeyen mahkemenizin, ilk kez sözde mütalaa ile ortaya atılan terör örgütü yöneticiliği iddiasına karşı, açık yasa hükmüne rağmen ek savunma hakkı vermeyeceğine olan inancımız baskın olsa da yasal hakkımızı bir kez daha CMK 226 kapsamında talep ediyoruz. Süre kısıtlığından dolayı, bu sözde mütalaanın bazı kısımlarından bahsetmek istiyorum, Mütalaanın 1466. Sayfasında Dursun ÇİÇEK imzalı İrtica Mücadele Palnının askeri yazım tekniğine uygun olup olmadığı ile ilgili olarak Askeri Savcılığın soruşturma aşamasında yaptırdığı bilirkişi raporunda, söz konusu belgenin farklı açılardan Askeri Yazım Tekniklerine uygun olmadığına dair hususların ileri sürüldüğü, ancak yapılan son inceleme ile bu husuların tutarlı olmadığı, yine benzer konularda Dursun ÇİÇEK in beyanlarının da gerçeği yansıtmadığı, hatta bizat sanık tarafından hazırlanan benzer çalışmaların Irticayla Mucadele Eylem Planı ile şekilsel olarak benzediği dolayısıyla İrtica İle Mücadele Eylem Planın bu yönde inkarının ve kullanılan argümanların dayanaksız olduğu anlaşılmıştır demektedir. Bu ifadede savcının dayanaksız bulduğu bilimsel raporlardır!.. Hakikat korkusu olmayan savcının ileri sürdüğü, müvekkilim tarafından hazırlanan, İrtica İle Mücadele Yazısına benzer şekilsel özellikler gösteren belge hangi belgedir ve nerededir? Yapıldığı söylenen son inceleme nedir? Böyle bir son çalışma yoktur. Mahkemeniz önünde br kez daha Savcılık makamına soruyorum. Var olduğunu iddia ettiğiniz Askeri Savcılığın bilirkişi raporlarını yalanlar nitelikteki, son inceleme nedir ve neresinde müvekkilim tarafından böyle bir eylem planı hazırlanmıştır? (İMEP İ GÖSTER) Mütalaanın 1373. Sayfasında ise Savcı bey diyor ki, Ayrıca, Jandarma Kriminal Laboratuvarınca düzenlenen 16.03.2010 tarihli raporda, ihbar mektubu ve ekindeki belgeler ile "İrticayla Mucadele Eylem Plani" başlıklı belgenin farklı yazıcılardan cıkarıldığı vurgulanmıştır. Bu hususta, ihbar mektubunu gönderen kimligi tespit edilemeyen şahsın, söz konusu belgeyi ihbar mektubu içeriginde belirtildigi şekilde gizlice temin ettigini açıkca ortaya koymaktadır. Orta zekalı bir insanın dahi kanmayacağı bu iddianın ortaya atılması mütalaaya neden sözde dediğimizi bir kez daha teyit etmiştir. Öyle ki savcının hukuk idrakine göre, 4
ihbar mektubu ile sözde İrtica İle Mücaele Yazısının farklı yazıcılardan çıkmış olması müvekkilimden sadır olduğuna delil olarak gösterilmiştir. Halbu ki yazıların, farklı bir yazıcıdan çıkması nedeni ile müvekkilime ait olma olasılığı ne kadar ise, Cumhuriyet Savcısına ait olma olasılığı da en az o kadardır. Hatta daha fazladır. Çünkü ne Genelkurmayın bilgisayarlarında, ne müvekkilimin evinde yapılan aramada el konulan bilgisayarda, ne de mahkemeniz naip hakimi tarafından düzenlenen raporda, böyle bir yazıya dair bir emare bulunamamıştır. Savcılık adı, sanı, kim olduğu belli olmayan sahtekarların beyanlarını doğru kabul etmekte ve ihbar mektupları ne derse mütalaasına olduğu gibi geçirmektedir. Öyle ki, müvekkilim ile ilgili olarak 3 yıldır devam eden yargılamada, duruşmada söylenen beyanların, toplanan delillerin hiçbirisini mütalaasına yazmamıştır. İddianamenin bir tekrarı niteliğinde olan mütalaa bir yana Mahkemeniz neden kovuşturma aşamasında bilirkişi raporu almaktan kaçınmaktadır? Neden CMK 64-69. Maddelerine açıkça aykırı olarak alınan, raporu imzalayanların uzman olmadıkları, sihirli bir deynekle 13 günde uzman haline getirildikleri sabit olan ayarlama raporları yeterkli görmektedir? Müvekkilimin sahte planı hazırladığına dair tek bir delil bulunamamışken neden mahkenizin kafasında en ufak bir şüphe oluşmamaktadır? Neden CMK 178 e aykırı olarak duruşmada hazır ettiğimiz bilirkişiler dinlenilmemektedir? Delillerin Ortaya Konulması ve Tartışılması Safhası, açık kanun hükümlerine rağmen neden atlanıyor ve mütalaa aşamasına geçiliyor? Neden mi? Soruşturma evresinden başlayarak hüküm verilinceye kadar bir an bile tarafsız olmadığınızdan. Hukukun evrensel ilkelerinden, masumiyet karinesini hiçe sayarak, sanıkları "suçlu" kabul ettiğinizden ve bu ön kabul doğrultusunda yargılama yapıp hükme doğru gittiğinizden. 3 yıl, 1 aydır, müvekkilimin özgürlüğüne haksızca el koyduğunuz ve el koymaya devam ettiğinizden!! Gelinen şu noktada, eğer hala içinizde bir yerlerde zerre kadar vicdan ve hakkaniyet duygusu kaldıysa onlara sesleniyorum, İçlerinde bulundukları bedenleri ön yargının ve vicdansızlığın elinden kurtararak özgür kılsınlar. Onları tüm bu hukusuz davranışlarından rucu ettirsinler. 5