HUKUKİ DEĞERLENDİRMELER Müvekkilimize isnat edilen TCK nun 312. 313 ve 314. Maddelerinde öngörülen suçlamaların tamamı özel kast aranan ve belirli bir plan ve hiyerarşik ilişki çerçevesinde işlenebilecek suçlardandır. Bu suçların meydana gelebilmesi için görev dağılımı içinde, harmonize hareket edilmesi ve kişi ve fiillerin uyumlu bir tablo oluşturması gerekmektedir. Bütün bu şartların oluşmuş olması dahi kişinin cezalandırılması için yeterli değildir. Suçun fiili işlenmiş kısmının bulunmaması isnat edilen suçlardan dolayı cezalandırılmayı fiili ve hukuki imkânsızlıkla yok hükmüne getirmektedir. Kısacası Müvekkilimize isnat edilen suçlamalar ile Kanunda yer alan düzenleme örtüşmemekte, suçun oluşması için gerekli şartlar sağlanmamaktadır. Buna göre; TCK nın 314. Maddesi Silâhlı örgüt (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir. (3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. TCK nun 314/2. Maddesinde, Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir denilmektedir. Bu suç isnadı müvekkilimizin, örgüt yöneticisi olmakla suçlanan Şener ERUYGUR la birlikte katıldığı bir panele ve kişisel dostluk ilişkisi nedeniyle yaptığı suç unsuru taşımayan sadece 28 adet telefon görüşmesine dayanmaktadır. Oysaki bu zayıf illiyet bağı ile tesis edilmek istenen sözde bir örgüt ilişkisinin koşullarının oluşmadığı ortadır. Zira ne yapılan telefon konuşmalarının sayısı ne de konuşmanın niteliği böyle bir suçun oluşabilmesi için yeterli değildir. Ceza Hukukunda esas olan tutuksuz yargılanmadır. Bu durum Masumiyet Karinesinin zedelenmemesi ve telafisi mümkün olmayan zararların doğmaması için benimsenmiş olan bir yargılama usulüdür. İddianame kapsamında tutuksuz olarak yargılanan
sanıklara isnat edilen suçlamalara ilişkin hukuki değerlendirmelerde, müvekkilimizden çok daha ağır cezalar istenmesi, iddia makamının delil olduğunu iddia ettiği dokümanların sayısı ve yapılan telefon konuşmalarının nitelik ve nicelikleri itibariyle fazlalılığı ortadayken bu sanıklar tutuksuz yargılanırken müvekkilimizin tutuklu olarak burada bulunması adalet duygusunu zedelemektedir. Sadece bu durum bile adil bir yargılamanın yapılmadığına ilişkin kanaatin oluşmadığına yeterli gelirken, sözde delillerle müvekkilimizin 1 yılı aşkın bir süredir hürriyetinden yoksun bırakılması ulusal yada uluslar arası platformlarda yer alan hiçbir hukuk insanının kabul edemeyeceği bir yaklaşımı ifade etmektedir. Yetersiz kanıtlarla tesis edilmeye çalışılan zayıf illiyet bağı böylesine ağır bir suça vücut verebilecek durumda kabul edilirse, şüpheli ve sanık sıfatlarına sahip olan kişilerle bir şekilde telefon görüşmesi yapmış veya konferanslarda dinleyici olmuş yüz binlerce vatandaşında potansiyel şüpheli durumuna düşeceği bir ortam yaratılmış olacaktır. İşte bu durumda hukuk yoluyla korku ve kaos ortamı oluşacaktır. Müvekkilimizin TCK 220 VE 314. Maddelerinde düzenlenen örgüt suçunu işlediğine dair hiçbir yasal unsur gerçekleşmemiştir. TCK nun 314. Maddesinde düzenlenen suçun oluşması için, devletin şahsiyetine karşı belirli fiilleri işlemek için kurulan, faillerinin çoğu silahlı olmak üzere organize bir yapının bulunması gerekmektedir. Çok sayıda kimsenin belirli bir disiplin ve hiyerarşi içinde yer alması bu suçun oluşması için gerekli olan bir unsurdur. Oysaki müvekkilimize isnat edilen suçlarda onun ne katı bir disiplin ne de hiyerarşik bir bağ içinde olduğunu gösteren somut olgular bulunmaktadır. Müvekkilimizin örgüt üyeliği konusunda hiçbir inandırıcı delilin bulunmaması yanında müvekkilimizin tamamen yasal yollarla edinilmiş ruhsatlı silahının, sözde üyesi olduğu örgütün silahı olarak kabul edilmesi de mümkün değildir. Zira hangi terör örgütü mensubu yasal yollarla elde etmiş olduğu silahı, örgüt eylemlerini gerçekleştirmede kullanacaktır? Bunun akıl ve mantıkla bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. Bu kapsamda hakimlerin kafasında şüphe uyandıracak şekilde müvekkilimizin ruhsatlı silahına iddianame içinde yer verilmesini adaletin tesisi için benimsenmiş iyi niyetli bir hareket olarak görmemekteyiz. Zira bu silah kriminal incelemesi tamamlanmış, bulundurma ruhsatı savcılığa ibraz edilmiş ve hiçbir suç fiilinin işlenmesine karışmamıştır. TCK 314. Maddede düzenlenen suçun devlet aleyhine işlenen bir suç olması gerekmektedir. Oysaki müvekkilimizin devlet aleyhinde herhangi bir fiilde bulunduğuna ilişkin somut hiçbir bulgu bulunmamaktadır. Müvekkilimizin, sözde üyesi olduğu örgütün benimsediği siyasi ideoloji ve görüşe sahip olması ve bu örgüte ilişkin eserleri okuması ve bulundurması gerekmektedir. Oysaki müvekkilimizin evinde ve işyerinde yapılan aramalarda, sözde örgüte ilişkin olarak hiçbir dokümana rastlanmamış olması müvekkilimizin var olduğu iddia edilen örgütle doğrudan yâda dolaylı olarak hiçbir bağlantısının olmadığını göstermektedir.
314. Maddede düzelenmiş olan örgüt kurma ve üyesi olma suçları özel kasıtla işlenebilen suçlardandır. Kurulan örgütün suç sayılabilmesi için örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı, araç ve gereçler bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması gerekmektedir. Ayrıca söz konusu suçun oluşabilmesi için oluşturulmuş bir örgütün varlığı gereklidir. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 03.07.1986 Tarihli kararında, örgüt suçunun yasal unsurlarını, a. Sürekli olması b. Düzenli ve planlı ortaklık bulunması c. Yönetim ve hiyerarşik bir yapının bulunması d. Eylemsellik e. Önceden anlaşma f. Üyeler arasında iş bölümü tesis etmek g. Belirlenmemiş sayıda suç işleme amacı etrafında birleşme, h. Üyeler arasında dayanışma bulunması ve ı. Disiplin içinde hareket etme olarak saymıştır. Bu çerçevede kişiler açısından bir değerlendirmeye gidildiğinde, öncelikle örgüt üyesi olma isnadıyla karşı karşıya olan bir kişinin, bu örgütün amacını bilerek hareket etmesi ve süreklilik arz eden eylemsellik içinde bulunması gerekmektedir. Buradaki örgütsel birleşme basit bir birleşme değil aksine örgüt amaçlarını gerçekleştirme amacı etrafında gerçekleşen tehlikeli bir birleşmedir. Bu sebepten bir araya gelen kişilerin ortak payda da bir araya gelmiş olan insanlardan olması gerekmektedir. Bu da kişilerin dini, siyasi ve sosyal özellikleri ile doğrudan ilişkili olan bir konudur. İddia makamı tarafından 1. ve 2. İddianame kapsamında sanık konumuna getirilen kişilerin sosyal konumları ve siyasi görüşlerinin taban tabana zıt olması bir örgütün teşekkül etmesi için gerekli olan düzenli ve planlı bir ortaklık bulunmadığını göstermektedir. Farklı derneklere farklı zamanlarda üye olan sanıkların, birbirinden bağımsız faaliyet alanları içinde etkinlikler gösteren ve ortak hiçbir etkinlikleri bulunmayan bu sivil toplum kuruluşlarına üye olmaları dahi bu ayrımı ortaya koymak için yeterlidir. Bunun yanında farklı siyasi görüşlere sahip olan sanıklar doğal olarak farklı siyasi partilerinde üyesi konumunda bulunmaktadırlar. Siyasi partilerin genel gayesi kendi program ve tüzüğü çerçevesinde ve Siyasi Partiler Kanunu nun çizmiş olduğu sınırlar içinde benimsemiş olduğu ideolojiyi ülkenin kurucu iradesine dokunmaksızın günün gereklerine uygun bir şekilde yorumlayarak hayata geçirmektir. İşte tam da bu noktada sorulması gereken bir soru bulunmaktadır. Bu da, kimisi Milliyetçi, kimisi Liberal kimisi Sosyalist kimisi ise Sosyal Demokrat Kemalist çizgide olan bu kişilerin nasıl ve hangi saikle bir araya gelebilecekleridir. Bunu yeryüzündeki hiçbir siyasi platform başaramamışken bu sözde örgütün başarması ne kadar mümkün gözükmektedir.
Davos ta küresel aktörler toplantı yaparken küreselleşme karşıtlarının bu toplantıyı protesto etmesi, Liberallerin serbest ekonomik düzeni desteklerken, sosyalistlerin gelir dağılımında eşitliği savunması ve küresel politikaları yermesi, Kemalistler ulus kavramı etrafında birleşmeyi savunurken, Liberallerin sermaye, Sosyalistlerin ise proletarya merkezli bir birleşmeyi savunması, Siyaset Biliminin ortaya koymuş olduğu bir gerçeklikken müvekkilimizin CHP çizgisindeki Sosyal Demokrasi Kemalizm çizgisindeki dünya görüşünü diğer sanıklarla hangi sözde terör örgütünün tabanında birleştirebileceksiniz? Kısacası sanıkların kamuoyu tarafından bilinen siyasi görüşleri birbirine taban tabana zıt iken sözde örgüt olgusunu nasıl tesis edeceksiniz? İşte bu iki sorunun cevapları dahi örgüt suçunun bulunmadığını ortaya koyarken bunu iddianame içinde nasıl sağlayacaksınız? Bunun başarısız örneği mevcut iddianame ile ortadayken bu iddianame ile sanıklara nasıl suç isnat edebileceksiniz? Kısacası fiiller, dokümanlar ve sanıklar arasında bir bütünlük söz konusu değilken, sanıkların siyasi görüşleri ve sosyal durumları birbirinden tamamen farklı iken hatta zaman zaman bu durum kamuoyunda siyasi tartışmalara neden olurken bu kişilerin bir örgüt çatısı altında tek bir amaca yöneldiği iddiasını nasıl ileri sürebilirsiniz. Bu ancak ve ancak, kendi içinde tartışmalarla parçalanacak ve ömrü bir günden bile az sürecek bir yapı olabilecektir. İddia makamı 60 lı 70 li yıllarda birbiriyle çatışma halinde olan bu farklı siyasi görüşteki insanları bir örgüt tabanında birleştirme becerisini gösterebilmiştir. Bu Türk Siyasi Tarihindeki bir dönüm noktasıdır. İddianameyi kaleme alan savcıların bu ideolojik birikim ve becerilerine Türk Siyasi Hayatı nerdeyse bir yüzyılı aşkın bir süredir hasrettir. Bu konuda müvekkilimizin özel durumu çerçevesinde yapılabilecek olan bir değerlendirme kapsamında şu tespitlerde bulunabilecektir: a. Müvekkilimizin iddia edilen bir örgütle sürekli bağı bulunmamakta b. İddia edilen örgütle düzenli ve planlı bir ortaklık içinde yer almamakta c. İddia edilen örgütün sözde yöneticileriyle arasında hiyerarşik hiçbir ilişkisi bulunmamakta d. Siyasi görüşleri müvekkilimizle taban tabana zıt olan sözde diğer örgüt üyeleriyle arasında bir dayanışma bulunmamaktadır. Savcılık makamının iddia ettiği gibi Müvekkilimiz sözde bir örgütün üyesi konumunda ise, bunun önceden anlaşma, eylemsellik ve disiplin içinde hareket etme koşullarıyla desteklenmesi gerekmektedir. Oysaki iddianame içinde iddia makamı soyut olgularla suç isnadında bulunmakta örgüt üyeliği konusunda müvekkilimizin hangi düzenli fiiller içinde yer aldığı konusunda açıklama yapmamaktadır. Bu çerçevede bir örgüt üyeliğinin söz konusu olabilmesi için,
a. Örgüt üyesi isnadıyla karşı karşıya olan kişilerin bir kez suç işlemek için değil birden fazla sayıda suçları işlemek için bir araya gelmiş olması gerekmekte, b. Ve bu kişilerin yaptığı silahlı eylemlerin toplumda korku ve kargaşa ortamı yaratmak amacını gütmesi gerekmektedir. Oysaki müvekkilimizin ne suç işlemek amaçlı diğer sanıklarla bir araya gelme iradesi bulunmakta ne de düzeni hedef alan silahlı bir eylem içinde yer almaktadır. Yine amaç suçun vücut bulması için elverişli araçlarda Müvekkilimiz elinde bulunmamaktadır. Bu hususun sanıkların siyasi ve sosyal durumları sebebiyle mutlak bir imkânsızlık içinde olduğu da ortadadır. Müvekkilimizin evinde ve işyerinde ele geçen dokümanların tamamı onun özel hayatına ilişkin hususlar ihtiva eden bilgi ve belgelerdir. Bu belgelere dayanarak sözde bir örgüt ile üyelik bağlantısı kurmak mümkün değildir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi nin 01.05.1995 tarih ve 2737/3124 Sayılı kararı uyarınca, sanığın ev arama ve yakalama tutanağına uygun savcılık ve duruşmadaki savunması da nazara alındığında, müspet suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeterli, her türlü kuşkudan uzak inandırıcı deliller elde edilmediği gözetilmeden beraatı yerine ( ) denilmek suretiyle sanığın örgüt üyeliğinin inandırıcı delillerle desteklenmesi gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Bu konudaki bir başka içtihatta Yargıtay 10. CD nin 16.02.2006 tarih ve 19703/2202 sayılı kararıdır. İlgili kararda Somut olaya bakıldığında sanıkların örgüt oluşturmak için sayısal yeterlilikte olduğu anlaşılmakta ise de, aralarında hiyerarşik ilişki ve suç işleme iradelerinde devamlılık saplanamadığı anlaşılmaktadır. denilmektedir. İlgili Yargıtay kararı sadece belirli vesilelerle kısmen bir araya gelmiş olan sanıkların aralarında örgütsel bir bağın olması için hiyerarşik bir ilişki bulunmasını ve suç işleme iradesi olmasını şart koşmaktadır. İddianame kapsamında örgütsel ilişkiler noktasında zayıf bağlarla tesis edilmeye çalışılan örgüt üyeliğinin mevcut delillerle desteklenmesi ise mümkün değildir. Örgütsel irtibatlara dayanak olarak gösterilen eylemlerden biri olan müvekkilimizin Hukuk ve Siyaset Okulu nda Şener Eruygur ile konuşmacı olarak yer alması ise, örgütsel bir bağın olduğu noktasında yeterli bir delil olarak gösterilemeyecektir. As. Yargıtay 5. Ceza Dairesi nin 24.09.1986 tarih ve 180/170 sayılı kararında bu husus şu şekilde ifade edilmiştir: Sanığın örgütsel bir faaliyette bulunmadığı, toplantılara sadece katılması örgüte girdiğini gösterir başka deliller olmadıkça, yeterli delil olarak kabul edilemez. Ceza Genel Kurulu nun 07.11.1994 tarih ve 229/275 sayılı kararında, silahlı çeteye üye olma suçu bir zarar tehlikesi suçu olup, ağır zarar tehlikesi yaratacak nitelikteki hazırlık hareketlerinin varlığını gerektirir. demiştir. Müvekkilimizin bu hususta bir
eylemi söz konusu olmayıp, iddianame içinde yer alan bilgi ve belgelerin hiçbirisi de hazırlık hareketi olarak nitelendirilemeyecektir. Bunun yanında sanık konumunda olan kişiler arasında hayatın olağan akışı çerçevesinde kurulan sosyal ilişkilerin yadırganacak hiçbir yanı olmadığı gibi, bunlarında örgütsel bir bağı işaret eden fiiller olarak nitelendirilmesi de sistemin demokratikleşmesi noktasında önemli bir engeldir. Kısacası farklı yâda aynı siyasi görüşe sahip olan kişilerin toplantı, panel ve konferanslarda bir araya gelerek fikir telakkisinde bulunmaları örgütsel bir bağın değil demokratik bir davranış modelinin delili olarak gösterilebilecektir. Türk Ceza Kanunu nda düzenlenen bu suç ile korunan hukuksal değer kamu güvenliği ve barışıdır. Bu çerçevede öncelikle üzerinde durulması gereken husus müvekkilimizin hangi fiil ve eylemlerinin bu hukuksal değere aykırı olduğudur. Kendi el yazısı ile yazmış olduğu ve üzerinde sadece birkaç akademisyenin isimlerinin yer aldığı A4 kâğıt mı yoksa bilgisayarında iş ve özel hayatına ilişkin tutuğu hatırlatma notları mı? Tamamen yasal sınırlar içinde gerçekleşmiş sivil toplum kuruluşlarına üyelik durumu mu yoksa hiçbir suç unsuru taşımayan konferans ve paneller mi? Kuşkusuz bunlardan hiçbirinin söz konusu suçla korunmaya çalışılan hukuki durumla bir bağlantısı bulunmamaktadır. Aksine bunlar Anayasada düzenlenmiş hak ve özgürlüklerden Düşünce ve İfade Özgürlükleri ile Dernek Faaliyetleri ve Siyasi Faaliyetlerde bulunma Haklarının güvencesi altındaki fiillerdir. Yargıtay kararlarıyla da sabit olduğu şekliyle, söz konusu suç bir tehlike suçudur ve bu suçun, sadece suç işlemek niyetini cezalandırmak ceza hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmaktadır. Bu sebepten birtakım icrai hareketlerin bulunması gerekmektedir. Peki müvekkillimin özel durumu çerçevesinde nedir bu girişilen icrai hareketler? İşte bu sorunun cevabı iddianame içinde yer alan hukuki değerlendirme kısmında yer almamaktadır. Kısacası müvekkilimizin kendisi ve bizler, hangi fiilleri neticesinde bu suçların oluştuğunu bilmemekteyiz. Kanunun ve Yargıtay ın örgüt disiplini içerisinde, planlı şekilde yapılmasını aradığı icrai hareketlerin neler olduğunu ve bu eylemlerin hangi suçlara vücut verdiğini iddianame içinden anlamak mümkün değildir. Bu çerçevede Müvekkilimiz örgüt içinde bulunması gereken; a. Hiyerarşik yapının neresinde yer almaktadır? b. Örgüt içindeki fonksiyonel iş bölümündeki yeri nedir? c. Hangi konuda uzmanlaşmış ve örgütün hangi faaliyetlerini kolaylaştıracak etkinliklerde bulunmuştur? d. Süreklilik arz etmesi gereken bu yapının içinde ne kadar süredir yer almaktadır? e. Örgüt adına girişmiş olduğu fiiller, somut tehlike oluşturabilecek bir boyuta ulaşmış mıdır?
Bütün bu soruların cevaplarının müvekkilimize isnat edilen bu suç kapsamında aranması gerekmektedir. Bu bağlantıyı tesis etmek noktasında yetersiz kalan tüm yorum kurallarının işaret ettiği ise müvekkilimizin TCK nun 314. Maddesine göre yargılanamayacağı hususudur. Örgütün ve amacının propagandasının yapılması da Kanunda suç olarak tanımlanmıştır. Ancak bu yöndeki bir propagandanın cezalandırılabilmesi için öncelikle aleni olması gerekmektedir. Bu çerçevede bir faaliyetten örgüt propagandası olarak bahsedebilmek için örgütün amacının övülmesi ve bu kapsamda yeni taraftar kazanılması için etkin çalışma yapılması gerekmektedir. Yine bu çalışmaların doğrudan kast saikıyla yapılmış olması da aranmaktadır. Bu kapsamda Müvekkilimiz, a. Varlığından haberinin dahi olmadığı sözde bir örgütü nerde ve hangi sözleriyle övmüştür? İddianame içinde geçen katıldığı panellerde örgüt propagandası yaptığı şeklindeki değerlendirme soyut, belirsiz ve muğlâk bir ifadedir. Bu övmenin nerde, nasıl ve hangi sözlerle yapıldığının iddia makamı tarafından açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. b. Örgüte yeni taraftar kazandırmak konusunda giriştiği eylem iddianame içinde yer almamaktadır. Burada açıkça örgüt propagandası yapmış olması ve örgütün amaç ve faaliyetlerini överek halkı örgüte üye olmaya çağırmış olması gerekmektedir ki, yapmış olduğumuz açıklamalarla da görülebileceği üzere, iddianame içinde yer alan hiçbir fiil ve eylem bu amaca hizmet etmemektedir. Burada kastedilen müvekkilimizin yürütmüş olduğu siyasi faaliyetler çerçevesinde 15 yıl önce yerel seçimler sonrası kaleme aldığı Bir Başka Sonbahar adlı belge ise, bu konuda yapmış olduğumuz açıklamalar ve sunmuş olduğumuz deliller, bu iddianın dayanaktan yoksunluğunu ortaya koymak hususunda yeterli görülmelidir. Müvekkilimiz, sırf hayatın olağan akışı içinde aynı iddianame kapsamında isnatlar yöneltilen kişilerle bir şekilde telefonla görüşmesi veya konferansta bir araya gelmesi sonucu iddianameye alınmıştır. İddianame kapsamındaki diğer sanıklara ulaşmak amacıyla yâda onların hukuki durumunu müvekkilimizden ele geçen mesnetsiz ve delil niteliği taşımayan dokümanlarla sağlamlaştırmak maksadıyla Müvekkilimiz 1 yılı aşkın bir süredir hürriyetinden yoksun bırakılmaktadır. Bu durum Masumiyet Karinesi ne aykırılık oluşturmaktadır. Silahların Eşitliği İlkesi çerçevesinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla müvekkilimizin lehine olana delillerin de toplanması gerekirken bu husus iddia makamı tarafından göz ardı edilmiş, müvekkilimizin suç konusuyla yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan faaliyetleri bir örgüt suçunun nüvesi haline getirilmiştir. Bu durum devletin yetkili organlarınca Kanun un amacı dışında yorumlanmasının sonucudur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 07.11.1994 tarih ve 229/275 sayılı kararında: Örgütsel faaliyet aşama aşama gelişir. Önce sempatizanlar saptanır, ardından bunlara siyasi ve ideolojik bilinç verilir, daha sonra kitle eylemlerine katılmaları sağlanarak cesaretleri getirilir. Bilahare kod adı verilerek gizlilikleri sağlanır denilmektedir. Buna göre, farklı siyasi ve sosyal yapılardan gelen sanıklar nasıl oluyor da bir örgüt içinde yer almaktadır? Bu örgütün belirli bir siyasi ve ideolojik bilinci bulunmazken nasıl oluyor da ortak eyleme girişebilmektedirler? Ve bu sözde örgüt mensupları nasıl oluyor da gizliliklerine önem vermeksizin faaliyetler yürütebilmektedirler? Aynı sorular müvekkilimizin özel durumu içinde sorulabilecektir. Buna göre; a. Müvekkilimiz CHP üyesi iken ve parti programı ile ifade bulan ideolojiyi benimsemişken aynı örgütün üyesi olmakla suçlanan farklı kişilerle nasıl bir düşünce ve eylem birlikteliği içinde yer almaktadır? b. Müvekkilimiz eğer bu sözde örgütün üyesi ise nasıl oluyor da gizliliğe hiçbir önem vermeksizin sözde örgüt faaliyetlerini serbestçe yürütebilmektedir? c. Bu sözde örgütün üyesi olmakla suçlanan Müvekkilimiz nerede eğitim almış ve hangi kitlesel eylemleri gerçekleştirmiştir? Mantık ve akıl süzgecinden geçirince böylesine bir örgütün bırakın üyesi olmayı, örgütün kendi varlığının dahi hiçbir inandırıcılığının olmadığı kolaylıkla algılanabilecektir. Yargıtay 10. Ceza Dairesi nin 22.06.2006 tarih ve 2006/5542 E. 2006/8498 K. sayılı içtihadında belirttiği, üyeler arasında soyut bir birleşmenin yeterli olmadığı gevşek de olsa hiyerarşik bir ilişkinin bulunması gerektiği hususu Müvekkilimiz açısından sağlanmamaktadır. Zira ortada ne hiyerarşik bir birleşme bulunmakta ne de bu birleşme suç işleme iradelerinde bir devamlılık göstermektedir. Ayrıca burada kastedilen birleşmenin bir panelde konuşmacı olmak yâda az sayıda telefon konuşmasını kapsayacak şekilde basit bir birleşme olmaması gerekmektedir. Burada kastedilen kamu için tehlike oluşturacak bir birleşmedir. Bu da ancak devamlılık ve birden fazla suç için bir araya gelme iradesi ile sağlanabilecektir. Müvekkilimizin durumunda ise bu şartların hiçbirisi sağlanmaktadır. İddia makamının hukuki değerlendirmemiz içinde belirttiğimiz sorulara ilişkin yorum eksikliği iddianameyi muğlâk ve belirsiz ifadelerle dolu bir metin haline getirmiştir. Bu çerçevede iddianame hukuki ve fiili temelden yoksun bir belge durumuna düşmektedir ki, yapmış olduğumuz açıklamalar, hukuki değerlendirmeler ve saydığımız Yargıtay Kararları ışığında müvekkilimize isnat edilen suçlamaların mesnetsizliği daha iyi anlaşılabilecektir. Uluslar arası hukukta da terör suçlarına ilişkin ilk somut tanım, 1937 tarihli Terörizmin Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme de yapılmıştır. Buna göre, Terör,
bir devlete karşı gerçekleştirilen veya özel kişilerin, kişi gruplarının yâda kamunun zihninde bir terör hali yaratmayı amaçlayan suç oluşturan eylemler dir. Bu tanım açık bir ifade içermemekle birlikte uluslar arası hukukçular tarafından terör, mevcut anayasal düzenleme çerçevesinde alışılmış, meşru araçlarla elde edilemeyeceği ileri sürülen bir politik amacı elde etme aracı olarak açıklanmaktadır. Bunun yanında Terörün, bir stratejinin parçası olduğu, uzun bir zaman zarfında organize gruplar tarafından yürütülmesi gerektiği de kabul edilmektedir. 1566 sayılı ve Kasım 2004 tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararında ise terör faaliyetleri,, ölüme yâda ciddi bedensel yaralanmaya sebebiyet vermek amacıyla işlenen ve sivillere yönelikte olabilen suç doğurucu eylemler veya bir devleti, kamuoyunu, kişi topluluklarını veya bireyleri kışkırtmak amacıyla rehine alınması; halka gözdağı verilmesi şeklinde tanımlanmıştır. TCK daki düzenleme ile uluslar arası metinlerde öngörülen tanımlar arasındaki farklılık yanında bir eylemin terör eylemi olarak tanımlanabilmesi için gerekli olan şartların sağlanması hususundaki tespitler Yargıtay İçtihatlarıyla benzerlikler taşımaktadır. Bu durum müvekkilimizin durumu ile birlikte değerlendirildiğinde ise, müvekkilimizin hangi tarihten itibaren sözde örgütün üyesi olduğu, hangi gayrimeşru fiilleri gerçekleştirdiği ve hangi politik amacı elde etmek hususunda eylemlerde bulunduğu soruları cevapsız kalmaktadır. Bu çerçevede savcılar tarafından da herhangi bir hukuki değerlendirme yapılmayan bu hususlara ilişkin olarak isnat edilen suça ilişkin yasal şartların oluşmadığı söylenebilecektir. Zira delil olarak ileri sürülen bilgi ve belgelere ilişkin olarak yapılan açıklamalar ve karşı deliller göz önüne alındığında da, suçun yasal şartlarının oluşmadığı ve müvekkilimize suç isnadında kullanılan tüm bilgi ve belgelerin onun iş ve özel hayatına ilişkin dokümanlar olduğu görülmektedir.