Özet ve Analiz: Beşinci Meditasyon. Maddesel şeylerin özü ve Tanrının varlığı tekrar ele alınıyor.



Benzer belgeler
FELSEFE BÖLÜMÜ SOFİSTLER DERSİ DERS NOTLARI (3)

Matematik Ve Felsefe

Descartes. Dünyanın yalnızca iki tür töz içerdiğini savunan Descartes a göre bunlar, zihinsel tözler ve maddesel tözlerdir.

BILGI FELSEFESI. Bilginin Doğruluk Ölçütleri

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

BİLİMSEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ (1) Y R D. D O Ç. D R. C. D E H A D O Ğ A N

Nesnellik. İdelerin Öznelliği

-DERS PLANI- Görsel Sanatlar Dersi. 2 Ders Saati (40+40dk)

Ontolojik Yaklaşım (*)

V. Descartes ve Kartezyen Felsefe

Final Sınavı. Güz 2005

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

1- Matematik ve Geometri

6 Sofistlerin O rtaya Ç ıkışın d a Etkili O lan Felsefe-D ışı N edenler ıo Felsefi N ed enler

FELSEFİ PROBLEMLERE GENEL BAKIŞ

Bilimsel Yasa Kavramı. Yrd.Doç.Dr. Hasan Said TORTOP Kdz.Ereğli-2014

Web adresi. Psikolojiye Giriş. Diğer hayvanlar da aynı türde bir dile sahip midir? Dil (devam) Şimdinin Bilinci, Geçmişin Bilinci Ders 7

7.Ünite: ESTETİK ve SANAT FELSEFESİ

Gök Mekaniği: Giriş ve Temel Kavramlar

MATEMATİĞİ SEVİYORUM OKUL ÖNCESİNDE MATEMATİK

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi

Web adresi. Psikolojiye Giriş. Bu Senin Beynin! Ders 2. Değerlendirme. Diğer şeyler. Bağlantıya geçme. Nasıl iyi yapılır. Arasınav (%30) Final (%35)

BİLGİ KURAMI DERS NOTLARI DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ, FELSEFE BÖLÜMÜ

Özet ve Analiz: Üçüncü Meditasyon. Kısım Bir: Açık seçik algılar ve Descartes ın ideler kuramı

Felsefe Nedir OKG 1201 EĞİTİM FELSEFESİ. Felsefe: Bilgelik sevgisi Filozof: Bilgelik, hikmet yolunu arayan kişi

ALGI VE ALGISAL ÖRGÜTLEME YASALARI

EĞİTİMİN FELSEFİ TEMELLERİ. 3. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

ALGI BİLGİ İŞLEME SÜREÇ VE YAKLAŞIMLARI

Havacılıkta Ġnsan Faktörleri. Uçak Müh.Tevfik Uyar, MBA

TEMEL ALGISAL SÜREÇLER VE BİLGİ İŞLEMEDE ALGININ YERİ VE GESTALT PRENSİPLERİ BİLGİ İŞLEME SÜREÇ VE YAKLAŞIMLARI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 3. SINIFLAR VELİ BİLGİLENDİRME MEKTUBU 2

10. SINIF KONU ANLATIMLI. 4. ÜNİTE: OPTİK 5. Konu RENKLER ETKİNLİK ve TEST ÇÖZÜMLERİ

ZEKA ATÖLYESİ AKIL OYUNLAR

VARLIKBİLİMSEL KANIT ÜZERİNE KANT IN DÜŞÜNCESİ

DAVRANIŞ BİLİMLERİ DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN İNCELENDİĞİ SİSTEMLER

RENK İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

Not. Aşağıdaki Kant la ilgili notlar Taylan Altuğ un Kant Estetiği (Payel Yayınları, 1989) başlıklı çalışması kullanılarak oluşturulmuştur.

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

HAYVAN ÖZGÜRLEŞMESİ HOŞGELDİNİZ

İbn Sînâ nın Kitâbu l-burhân Eserinde Bilimin Konu Sorunsal ve İlkelerinin Açıklanması

DOĞRU DİYE BİLDİKLERİMİZİ SORGULADIK MI?

Mantıksal Operatörlerin Semantiği (Anlambilimi)

FELSEFİ YAPIDA EĞİTİM MODELLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

Saf Stratejilerde Evrimsel Kararlılık Bilgi Notu Ben Polak, Econ 159a/MGT 522a Ekim 9, 2007

VAN HIELE GEOMETRİ ANLAMA DÜZEYLERİ

A Tüm S ler P dir. Tümel olumlu. E Hiçbir S, P değildir. Tümel olumsuz. I Bazı S ler P dir. Tikel olumlu. O Bazı S ler P değildir.

ESTETİK; Estetiğin konusu olarak güzel;

Wertheimer, Köhler ve Kofka tarafından geliştirilmiş bir yaklaşımdır. Gestalt psikolojisi, bilişsel süreçler içerisinde özellikle "algı" ve "algısal

Bir Bakışta Fen Bilimleri Kazanım Defteri

Uzaktangörü (Remote Viewing) Basitleştirilmiş Çizim Taslağı Düzenleme V /02/28

SAYILARA GİRİŞ. Her şeyden önce temel kavramları bilmeliyiz. Nedir temel kavramlar? Matematik dilinin abc'si olarak tanımlayabiliriz.

ÜNİTE:1. Felsefe Nedir? ÜNİTE:2. Epistemoloji ÜNİTE:3. Metafizik ÜNİTE:4. Bilim Felsefesi ÜNİTE:5. Etik ÜNİTE:6. Siyaset Felsefesi ÜNİTE:7.

İÇİNDEKİLER BÖLÜM - I

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Temmuz 2008 // Sayı: 1/4. SCHELLING İN KANT ELEŞTİRİSİ Ogün Ürek ÖZET

BİZ, MELEKLER - DRUNVALO

MAT223 AYRIK MATEMATİK

SU Lise Yaz Okulu. Hubble Yasası, Evrenin Genişlemesi ve Büyük Patlama

DEMANS. ÿ Bu bir Demans (bunama hastalığı) olabilir mi? ÿ Demans tam olarak nedir? ÿ Alzheimer tipi Demans nasıl cerayan eder?

KAİNATTA DÜZENDEN DÜZENE

ZAMAN YÖNETİMİ. Gürcan Banger

KAR / ZARAR GRAFİKLERİ

MÜHENDİSLİK MEKANİĞİ (STATİK)

Elektrik Neden ve Ne Zaman Çarpar...

2. Konum. Bir cismin başlangıç kabul edilen sabit bir noktaya olan uzaklığına konum denir.

1- Geometri ve Öklid

VERİMLİ ÇALIŞMA VE MOTİVASYON

V. ÜNİTE SANAT FELSEFESİ

VEKTÖR UZAYLARI 1.GİRİŞ

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ÇALIŞMALARIMIZ. Saygılarımla Sebahattin Dilaver Ankara /2013

CERN BÖLÜM-3 İZAFİYET TEORİSİNDE SONUN BAŞLANGICI MI?

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI FELSEFE

Yazılı Ödeviniz Hakkında Kendinize Sormanız Gereken Bazı Sorular

Economic Policy. Opening Lecture

Bu durumu, konum bazında bileşenlerini, yani dalga fonksiyonunu, vererek tanımlıyoruz : ) 1. (ikx x2. (d)

Tasarım Raporu. - Projemizde detaylı bir şekilde ulaşmak istediğimiz amaçların belirlenmesi,

KANT FELSEFESİNDE PRATİK AKLIN ÖZGÜRLÜK POSTULATI

BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik

MBA 507 (7) ALGILAMA VE KARAR ALMA

On Yedinci Yüzyılda Felsefe Descartes. Prof. Dr. Doğan Göçmen Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü 17/10/2016

Duyum ve Algı. Fiziksel Uyarandan Anlamlı Algılara Uzanan Bir Süreç

Eleştirel Düşünme Tahir BENEK S

Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi. Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş

Bırakın doğa evinize gelsin!

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

ünite1 Fen Bilimleri Beş Duyumuz Beş Duyumuz 3. Burundaki kılları koparmak Çok sıcak cisimlere dokunmak

SANATSAL DÜZENLEME ÖĞE VE İLKELERİ

ÜNİTELENDİRME ŞEMASI

Gece Aslında Karanlık Değildir: Olbers Paradoksu

AĞIRLIK MERKEZİ VE ALAN ATALET MOMENTLERİ

ARİSTOTELES VE FİZİK Ömer Faik ANLI *

Yrd. Doç. Dr. Nuray Ç. Dedeoğlu İlköğretim Matematik Eğitimi İlkokul Matematik Dersi Öğretim Programı

02/17 Jelinek, Hauschildt, Moritz, Okyay, & Taş HOŞGELDİNİZ. Depresyon Tedavisinde Metakognisyon Eğitimi (D-MCT)

BİLGİ KURAMINA GİRİŞ

Prof. Dr. Münevver ÇETİN

AST101 ASTRONOMİ TARİHİ

Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma

Transkript:

Özet ve Analiz: Beşinci Meditasyon. Maddesel şeylerin özü ve Tanrının varlığı tekrar ele alınıyor. Zihnimdeki üçgen idesinin özelliklerini açık ve seçik algılarım, bu yüzden bunlar doğru olmak zorundalar. Üçgen idesi bu özelliklere sahip olmak zorunda. Aynı şekilde zihnimdeki Tanrı idesinin özelliklerini (niteliklerini) de açık seçik algılarım ve bu niteliklerden biri de varolştur. Dolayısıyla Tanrı var olmak zorundadır. Eğer varolmak Tanrının özüne aitse, bu durumda varolma niteliğine sahip olmayan Tanrı, Tanrı olamaz. Nasıl ki üç kenarlı olmasaydı üçgen, üçgen olamazsa. Tanrının varlığı matematiksel nesnelerin özellikleri değin kesindir, çünkü aynı şekilde ispatlanıyorlar. Zihinsel bakışımızı belli bir algı üzerinde daima sabit tutamayız. Bu yüzden, kesin bir doğruluğun açık ve seçik algılanamadığı zamanlar olabilir. Ama bu durumda şüphenin duruma bir etkisi yoktur, çünkü geçmişte neyi açık ve seçik algıladığımı bilirim ve bunun doğruluğunun bu algı devam etmediği zamanlarda da sürdüğünü bilirim. Hatay düştüğüm yargılar daima açık ve seçik algılamanın olmadığı hallerdir, ve rüya görüyor bile olsa kişi açık ve seçik bir algının kesin doğruluğu hakkında yanılıyor olamaz. Aristoteles e göre biz tek tek bireyselleri tecrübe ederek özleri ediniriz, Descartes a göre ise özleri zihnimizden ediniriz sonra dünyaya bakar ve orada bireysel örneklerin bulunup bulunmadığını görebiliriz. Örnek: üçgen. Bir şeyin açık ve seçik algılanan özellikleri onun özine aittir. Mesela cisimler için yayılım. Matematiksel nesnelerin özleri konusunda Descartes, ama maddesel şeylerin özleri konusunda Aristoteles haklı gözüküyor. Örneğin altının (değerli maden olarak altın) özünü nasıl biliriz? Buradaki Tanrı kanıtlaması daha da zayıf. Neden eklediği belli değil. Öbür kanıtlardaki hangi deliği-gediği kapatıyor? Üstelik Tanrı ile açık ve seçik algılar arasındaki bağlantıyı daha da güçlendiriyor. Ortaçağdaki Tanrının varlığı kanıtı: varolmak varolmamaya göre daha kusursuz ve mükemmeldir. Tanrı kusursuz varlık idesidir, o halde kusursuz varlığın özelliklerinden biri de varolmaktır. Descartes ın versiyonunda bu, ayrıca özsel özellik kabul ediliyor. Kant ın itirazı: varolmak nesneleri değil dünyayı betimler. Özet ve Analiz: Altıncı Meditasyon. Kısım Bir: kartezyen cisim Altıncı ve son meditasyon maddesel şeylerin varlığı ve zihin ile beden arasındaki gerçek ayrılık diye bir başlığa sahip ve meditator un maddesel şeylerin varlığını ele alması ile başlıyor. Meditator maddesel şeylerin varolduğuna ilişkin güçlü olasılığı benimsiyor; zira bunlar saf matematiğin yani onun açık ve seçik olarak algıladığı doğrulukların konusunu oluştururlar. Daha sonra maddesel şeylerin varlığına dair iki kanıt geliştirir; birisi hayalgücü yetisine, diğeri duyulara dayanır. Önce imgelem (hayal gücü) ile saf anlama yetisi arasında ayrım yapar. Üçgen örneği durumunda, bir üçgenin üç-kenarlı olduğunu algılayabilmektedir ve diğer bütün özellikleri sırf anlama yetisini kullanarak türetir. Ayrıca bu özellikleri hayal gücüyle algılayabilir de, üçgeni zihin gözünde canlandırmak suretiyle. Bununla beraber bin-kenarlı bir şekil söz konusu olduğunda imgelemin zayıflığı açıkça ortaya çıkar. Bu şekli zihinde canlandırmak çok zordur, ve zihinde 999-kenarlı olanı bin-kenarlı olandan ayırmak ise daha da zordur. Saf

anlama yetisi ise, sadece matematiksel ilişkilerle ilgilenir, bin-kenarlı şeklin özelliklerini bir üçgeninki kadar kolayca görüp algılayabilir. İmgelem zihnin özsel bir özelliği olamaz, zira meditator, hayal edemediği durumda bile varolmaya devam edebilir. Öyleyse, imgelem, varolmak için zihinden başka bir şeye dayanmalıdır. Editator, imgelemin bedenle bağlantılı olduğu tahmininde bulunur, öyle varsayar, ve böylece imgelem zihnin bedenli nesneleri (cisimleri) resmedebilmesine imkan sağlar. Anlama yetisinde, zihin içe-doğru kendi üzerine döner, imgelemde ise zihin dışa-doğru beden üzerine döner. Meditatora göre bu yalnızca güçlü bir varsayımdan ibarettir, ve bedenin varolduğunun kesin kanıtı değildir. Sonra meditator, duyular yoluyla neleri algıladığı konusu üzerine eğilir. Bir beden sahibi olduğunu algılamaktadır, ve bu bedenin zevk, acı, duygu, açlık vb. tecrübe edebildiğini algılar; ve ayrıca yayılım, şekil, hareket, sertlik, sıcaklık, renk, koku, tat vs. sahibi olan başka cisimleri algılayabilmektedir. Bütün bu algıların dışarıdaki herhangi bir kaynaktan geldiklerini varsaymanın akla uygun olmadığını düşünür. Bu algılar onun iradesi dışında ona sunulmaktadır, ve kendi zihninde bilinçli bir biçimde yarattığı algılardan daha canlı olan algıları iradesizce (yani farkında olmadan yine kendisinin) yarattığını varsaymak saçma olur. Ve eğer bunlar dışarıdan geliyorlarsa, bunların (yani bu duyusal idelerin) kaynağının bu idelere bir biçimde benzediklerini varsaymak da son derece doğaldır. Bu bakış açısından, kişinin kendisini, bütün bilginin duyular yoluyla dışarıdan geldiği konusunda ikna etmesi çok doğaldır. Descartes ın bedenle anladığı şey, sezgiye-aykırıdır ve onun fiziği ile sıkı ilişkilidir, ki bu fizik burada Meditasyonlarda açık hale getirilmez. Onun fiziği ile ilgili kimi kavramları açık hale getirmek lazım. Kartezyen fiziğin bütünü, yayılımın cismin/bedenin birincil özniteliği olduğu, ve cismi anlamak veya açıklamak için başkaca bir şeye ihtiyaç olmadığı yargısına dayanır. Yayılım, uzayda yayılmış olmak anlamına gelir, dolayısıyla bir cisim yer kaplayan bir şeydir. Ayrıca Descartes ın büyük bir matematikçi olduğunu ve hem analitik geometriyi hem de koordinat sistemini icat ettiğini hatırlamalıyız. Descartes ın fiziği yüksek derecede matematikseldir, ve biz cisimleri, koordinat uzayında grafiği çizilebilen bir şey gibi anlamalıyız. Descartes için fizik ile geometri arasında, ve cisimlerle boş uzay arasında gerçek bir fark yoktur. Geometri basitçe, yayılmış tözlerin matematiksel formülasyonundan ibarettir, ve eğer cisim yayılımdan başka bir şey değilse, o zaman geometri ile fizik arasındaki ayrılık da buharlaşır-ortadan kalkar. Benzer şekilde, uzay da yayılmıştır, boş olsa bile, ve dolayısıyla boş uzay da aynı maddesel nesneler gibi bir cisimdir. Bu akıl yürütmeden çıkan sonuç, cisimlerin içe nüfuz edilemez oldukalrıdır: iki cisim aynı uzayı işgal edemezler. Eğer iki cisim aynı uzayı işgal edecek olsalardı, ikisi de aynı yayılıma sahip olacaktı ve dolayısıyla aynı cisim olacaklardı, zira cisim yayılımdan başka bir şey değildir. Descartes ın fiziğindeki ana sorun, şeyleri-nesneleri harekete geçirenin ne olduğunu açıklamamasıdır. Eğer cisim basitçe yayılımdan ibaretse, o zaman kuvvet ve enerjinin kaynağı nedir? Burada üç cevap ileri sürülüyor. Birincisi, Tanrı hareket eden her şeyin ardındaki kuvvet gibi kavranabilir, ama bu cevap bir derece kurmaca gibi görünür. İkincisi, Tanrının dünyayı her an yeniden yarattığını farzedebilirdik, öyle ki bu durumda değişim bir yanılsamadan ibarettir. Nesneler-şeyler değişmezler, sürekli imha edilip yeniden yaratılırlar.

Üçüncüsü, Tanrının doğa yasalarını evrenin içine yerleştirdiğini ve onun adına hareketi meydana getirdiklerini düşünebiliriz. Descartes ın özünde yayılımlı şeyler olarak cisimlerin varlığına dair kanıtları bu durumda iki stratejiden birini takip edebilir. Birincsi onun Meditasyonlarda izlediği stratejidir ki, cismin varlığını akıl yoluyla ispat etmektir. Cismin birincil özniteliğinin yayılım olduğunu açık ve seçik algıladığını iddia eder. Ayrıca onun imgelemden ve duyulardan gelen kanıtları da, bu entelektüel yetilerin zihnin dışındaki bir şeyle bağlantılı olduklarını gösteriyor farzedilir. İmgelemden gelen kanıt her ne kadar, cismin varlığının akla uygun iyi bir tahminden ileri gidemediğini gösterse de, duyulardan gelen kanıtnihai noktada onu tatmin eder. Fiziğe dair yazılarında ortay koyduğu ikinci strateji ise, cismin varolduğunu ve özünda yayılımlı olduğunu ve evreni fiziksel olarak bütünüyle açıklayabildiğini düşünebileceğimizi göstermeye dayanır. Eğer bu fiziksel açıklama tatmin edici ve eksiksiz ise, cismin varolduğunu ve özünde yayılımlı olduğu varsayımını sorgulamak için bir sebep kalmaz. Özet ve Analiz: Altıncı Meditasyon. Kısım İki: zihin-beden düalizmi Meditator derin düşünceye dalar, neden kendi zihninin özel olarak bireysel bir bedene (kendi bedeni dediği bedene) bağlanmış-iliştirilmiş göründüğü konusu ile aklı karışınca. Neden kendi bedeninde acı ve gıdıklanma hissediyor da onun dışındaki bir başka bedende hissetmiyor. Ve neden bu bedendeki midenin kasılması zihnine yemesi gerektiğini söylüyor? Zira bu mide kasılması ile yeme kararı arasında açık bir bağıntı yoktur. Sonunda, kendi bedeni ve bu bedene dışsal dünya hakkındaki davranışlarında doğa tarafından yönlendirildiğimeylettirildiği sonucuna varıyor, çünkü bu farzedişler (yani böyle davranması gerektiğine ilişkin faraziyeler) onlara ilişkin her türlü kanıtın geliştirilmesini önceler. Bu faraziyeleri Birinci Meditasyonda sorguladıktan sonra, maddesel şeylerin, onların nasıl olduklarını farzediyorsak öyle oldukları (yani onların bizim doğal olarak farzettiğimiz şekilde oldukları) konusunda şüphe etmek için yeterli bollukta sebep bulunduğunu keşfeder. Bununla beraber, artık onların varlığı konusunda büsbütün şüphe gerekmediği yönünde yeterince donanımlı olduğuna inanır. Birincisi, açık ve seçik şekilde algılar ki, kendisi özünde, sadecxe düşünen bir şeydir. Beden özünde yayılımlıdır ve zihin yayılımlı değildir, dolayısıyla kendisinin aslında kendi bedeninden farklı olduğu ve onsuz varolabileceği sonucuna varır. Meditator imgelem ve duyusal algını düşünmenin kipleri oldukları sonucuna varır. Kendisini imgelem veya duyusal algı olmadan da düşünebilmekte-kavrayabilmektedir, bu yüzden bunlar onun özüne ait değildirler. Ama, imgelem ve duyusal algı, onları içeren bir zihin olmadan varolamazlar. Benzer şekilde, yayılımın da kipleri vardır ve bunlar da onları içeren bir cisim olmadan varolamazlar. Duyusal algı pasif/edilgin bir yetidir ve meditatorun daha önce gösterdiği gibi, bu duyusal algıları yaratan bir aktif/etkin sebep bulunmalıdır, ve bu sebep onun dışında bulunmalıdır. Bu sebep ya bu duyusal algıların sahip olduğu nesnel gerçeklik derecesinde bir formel gerçekliğe sahip başka cisimlerdir, ya Tanrıdır veya bu algıları yaratmaya kadir bir başka varlıktır. Meditator, duyusal algıların bu algılara benzeyen şeylerce oluşturulduklarını varsaymaya doğal olarak eğilimlidir, ve eğer bu algılar başka yollardan oluşturuluyorlarsa kendisinin yanıltılmış olacağını düşünmektedir. Tanrı aldatmaz olduğu için, Tanrı meditatoru, aslında varolmadıkları halde maddesel nesnelerin varolduklarını düşündürtecek şekilde yanlış yönlendirmez, dolayısıyla meditator, maddesel nesnelerin varolmaları gerektiği sonucuna varır. Maddesel nesnelerin bir çok özelliklerine ilişkin algısı bulanık ve karışıktır-karanlıktır,

bu yüzden onlara dair algısı kusursuz olmayabilir, ama hiç değilse bu özellikler içinden açık ve seçik algıladıklarından kesin emin olabilir. Bundan sonra meditator, bedene dair bulanık ve karanlık bir biçimde algıladığı ideleri göz önüne alır, ve Tanrının aldatmaz olduğuna ilişkin bilgisinin bu konuda ona daha fazla yardım edeceğini ümit eder. İlk olarak, bir bedene sahip olması gerektiği sonucuna varır, ki doğa bunu ona başka her şeyden daha canlı ve açık öğretir-gösterir. Bundan başka, zihin ve beden bir birlik oluşturacak şekilde birbirine karışmış-bağlanmıştır (iç içe girmiştir). Eğer zihin bedende, bir gemicinin (kaptanın) bir gemide bulunması gibi bulunuyor olsaydı, acıları ve açlıkları saf entelektüel anlama yetisi ile algılayabilirdi. Oysa bunun yerine, bu duyuları keskince ve dolaysızca hisseder, adeta bunlara maruz kalan zihnin kendisiymiş gibi. Bu duyumlara dair ortaya çıkan bulanık ve karanlık düşünme kipleri zihin ve bedenin iç içe geçmiş olmasından ve zihnin bu meseleleri tarafsız-önyargısız inceleyememesinden kaynaklanır. Bu kısım, meditatorun duyuların aracılığını bedenin varoluşu için delil göstermesi ile sonuçlanmaktadır. Duyusal algılar ya bizzat meditatorun kendisi tarafından, ya bir başka kişi veya şey tarafından veya Tanrı tarafından yaratılmış olmalıdır. Meditator kendisini devredışı kılar, zira bu algıları yarattığının farkında değildir, ve bu algılar ona o derece kuvvetle dayatılmış ve iradesi bertaraf edilerek sunulurlar ki, bunların arkasındaki yaratıcı kuvvetin kendisi olması idrak edilemezdir. Bu, duyusal algıların kaynağının dışarıda yattığının yeterli kanıtıdır. Kendisi bu duyusal algıların onlara benzeyen şeylerce meydana getirildiğini düşünmeye doğal olarak eğilimlidir. Tanrı bir aldatıcı olmadığına göre, ona bu doğal eğilimi vermekle onu aldatmış olamaz. Öyleyse, cisimler bize göründükleri gibi olmalılar diye sonuca varır. Bu sonuç, bir sonraki kısımda, birincil ve ikincil nitelikler arasındaki ayrım ele alınırken daha incelikli hale getirilecektir. Duyusal algıların, kaynaklarının dışarıda olması yönünden ele alınışı Batı felsefe tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Zihin, onu çevreleyen cisimler dünyasından keskince ayırt edilir. Meditator zihin ve bedenin hiçbir ortaklık sahibi olmadıklarını savunur, öyle ki ikisi de tamamen ayrık tözlerdir. Burada, Süpermen ile Clark Kent in de tamamen farklı-ayrı olduklarına ama yine de aynı şey olduklarına işaret etmeliyiz. Aynı bunun gibi zihin ve beden de aynı şeye bakmanın/yaklaşmanın iki çok farklı biçimi olabilir. Bununla beraber, zihin ve bedenin birincil öznitelikleri bile farklıdır. Beden özünde yayılımlıdır, zihin ise yayılımlıdeğildir ve özünde düşünendir. Bu ikisi tamamen farklı oldukları için, meditator kendisinin sırf zihin olduğu ve beden olmadığı sonucuna varır. Bu, İkinci Meditasyonda sum res cogitans (düşünen şeyim) ile temellendirilenin bir adım ötesine geçmektir, çünkü orada meditator sadece, kendisinin düşünen bir şey olduğunu bildiğini ileri sürer. Şimdi ise kendisinin sadece düşünen bir şey olduğunu, bundan başka bir şey olmadığını bilmektedir. Zihin ve beden arasındaki bu keskin ayrım, zihin-beden dualizmi olarak bilinir ve o zamandan beri Batı felsefesi üzerinde olağanüstü bir etkisi olmuştur. Eğer duyusal deneyim zihnin içinde ise ve duyumlarımıza kaynaklık eden cisimler de dünyada ise, bu ikisinin nasıl nedensel olarak etkileşebildikleri sorusu doğar. Bu özellikle Descartes ı takip eden rasyonalist filozoflar için büyük bir ilgi konusu olmuştur (Malebranche, Spinoza ve Leibniz), tabii genel olarak zihin felsefesi için de. Zihin ve dünya birbirinden tamamen ayrı olarak görüldüklerinde, zihin bedenin içine hapsolmuş gibi kavranmaya başlanır, ki bu durumda zihin dünyaya dair bilgi edinemez ve sadece duyusal düzlemlerde nedensel bir arayüz

aracılığıyla dış dünyadan haberdar olur hale gelir. Zihin-beden dualizminin ürettiği bu nedensel arayüz ancak son iki yüzyılda sorgulanmaya başlanmıştır. Özet ve Analiz: Altıncı Meditasyon. Kısım Üç: birincil ve ikincil nitelikler Her ne kadar meditator, kendi bedeni hakkında sonuçlara varabilse de, ve birçok duyusal algılarının kaynağı olan başka cisimlerin de bulunduğu sonucuna varsa da, yine de maddesel şeyler hakkında olan ve haklılandırılmamış bulunan kesin yargılar da vardır. Örn. algıladığı sıcaklık, renk ve tadın kendisine sunulan nesnenin içinde aynı biçimde bulunduklarını iddia edemez. Zihin ve bedenin bir birlikteliği olarak doğa, başka şeylerin yanında, bize zevklerin arkasından gitmemizi ve acıdan uzak durmamızı öğretir; ama sırf duyusal algıya dayanarak maddesel nesneler hakkında sonuçlar çıkarmamızı öğretmez. Bu konularda doğru yargılar sadece bilme yetisine (intelekt) dayanır, duyulara değil. Aleve yaklaştığımızda hissettiğimiz sıcaklık ve acının ona yaklaşmakla ortaya çıkmalarından hareketle, sıcaklık ve acının alevin içinde olduğuna hükmetmek aklka uygun olmaz. Burada bilinmesi gereken şey, duyuların amacının sadece neyin yararlı neyin zararlı olduğu konusunda bizi bilgilendirmek olduğu, ve bu anlamda onların kusursuz derecede açık ve seçik olduklarıdır. Bizim hatamız, onlardan algıladığımız şeylerin gerçek doğası hakkında da bizi bilgilendirmelerini beklediğimizde ortaya çıkar, ki onlar bu bakımdan bize sadece çok karanlık bilgiler verebilirler. Ama biz, bize neyin zararlı olduğu konusunda bile sıklıkla hataya düşeriz. Örn. hasta bir insan yemek veya su onu daha da hasta yapacağı halde, yemek veya suyu çok arzulayabilir. Bu itirazı cevaplamak için meditator, beden bölünebilir doğada iken, zihnin bölünemez olduğuna işaret eder. Biz yayılımlı şeyleri daha küçük parçalara bölebiliriz, oysa zihin böyle bir şekilde bölünemez. Zihnin farklı yetileri vardır: imgelem, duyular, irade, bilme yetisi vs. ama bunlar zihnin ayrı/farklı kısımları değildir. Zihin hayal ettiğinde, hayal eden zihnin bütünüdür, onun bir kısmı değil. Zihin tamamen bölünemez olduğu için ve cisimler kolayca bölünebildikleri için, zihin ve bedenin çok ayrı iki şey oldukları çok açıktır. Ayrıca, bedenin sadece çok küçük bir kısmı zihni etkileyebilir. Descartes ın zamanında, pineal gland ın (kozalaksı bez) sağduyunun mahalli olduğu düşünülüyordu, ki tüm duyusal algıları zihne burası gönderir/iletir/aktarır. Böylece meditator şu sonuca varır ki, sadece pineal gland bedenden zihne mesaj yollayabilir. Bedenin bir başka yerindeki bir duyum beden boyunca pineal gland e iletilmek zorundadır. Ayrıca, bu iletimler sinirsel işaretler yoluyla olmalıdır, ki bu işaretler temsil ettikleri şeyi ifade etme bakımından sınırlı bir aralığa sahiptirler. Bütün bu olgular bir araya getirildiğinde, bedenin kimi zaman zihne doğru mesajı yollamaya muktedir olamadığı sonucuna varmak kolaydır. Meditator şu sonuca varır ki, Birinci Meditasyonda şüpheye düştüğü şeyler hakkında, bütününde alındığında, artık tamamen emin olabilir, şüpheyi terk edebilir. Duyular dünyada hareket etmemizde bize yardım etmeleri bakımından normalde tamamen uygundurlar/yerindedirler, ve şüpheye kapıldığımızda da, duyusal algılarımızı, bilme yetimizi veya belleğimizi kullanmak suretiyle ikinci kez denetleyebiliriz. Meditator ayrıca, belleğin Rüya Kanıtındaki şüpheyi dağıtabileceğine işaret eder. Herhangi bir uyanma deneyimi bellek yoluyla diğer bütün uyanma deneyimlerine bağlantılandırılabilir, oysa rüyalarda şeyler bağlantısız ve bir derece rstlantısal biçimde cereyan ederler. Tanrı aldatmaz olduğu için, meditator, zihnine dikkatlice başvurduğu sürece hatalı yargıdan sakınmış olacaktır.

Descartes renk, sıcaklık ve tat ile büyüklük, şekil ve doku gibi özellikler arasındas önemli bir ayrıma gitmektedir. İkinciler birincil niteliklerdir, öncekiler ise ikincil nitelikler. Bir cismin birincil nitelikleri söz konusu olduğunda meditator bunlardan kesin emin olabilir, zira bunları açık ve seçik algılayabilir. Bunların hepsi de geometrik özelliklerdir ve bir cismin uzayda yayılımı ile ilişkilidirler, ki yayılım da onun özü ile bağlantılıdır. Diğer taraftan, meditator ikincil nitelikler söz konusu olduğunda sıklıkla hataya düşer, çünkü bunlar geometrik-değildir ve sadece bulanık ve karanlık bir biçimde algılanırlar. Buradan, duyusal ve entelektüel algı arasında bir ayrıma gitmek yararlı olacaktır. Duyusal algı, imgelemi kullanan algıdır, entelektüel algı ise anlama yetisini kullanır. Altıncı Meditasyonda bin-kenarlı şekli tartışırken hayal gücünün bize geometrik şekillerin ancak bulanık ve karanlık görsel temsillerini sunabildiğini, oysa bilme yetisinin kaç kenarlı olursa olsun bu şekli açık ve seçik algılayabildiğini belirtmiştik. Benzer şekilde, bilme yetisi bir cismin birincil niteliklerini idrak edebilir, zira bunların hepsi de yayılımla ilişkilidir. Bununla beraber ikincil nitelikleri imgelemden ayırmanın/alakasını kesmenin belli-açık bir yolu yoktur. Kırmızının görsel görünümünü düşünmeden kırmızı rengi düşünemem. Descartes ın ikincil niteliklerin ontolojisini nasıl anladığına dair ik büyük çatışan yorum vardır. Biri duyumculuk diye bilinir (sensationalism) ve ikincil niteliklerin bilhassa zihinde bulunduklarını ve cisimlerde hiçbir biçimde bulunmadıklarını varsayar. Bu yoruma göre, ikincil nitelikler maddesel dünyadaki hiçbir şeyi temsil etmezler, her ne kadar bu dünyadaki şeylerden kaynaklı olabilirlerse de. Demek ki duyumculuğa göre, kişi kırmızıyı algıladığında, zihin bir anlamda kırmızıdır (kırmızı olan zihindir). Bu yargı çok ters gelebilir ve onu nasıl anlamamız gerektiği de hiç açık değildir. İkinci yorum fizikselciliktir, ve ikincil niteliklerin hem cisimlerde hem de zihinde varolduklarını, ama çok farklı biçimlerde varolduklarını varsayar. Renkler, mesela, ışığı yansıtan yüzey dokuları olarak kendilerini gösterirler. Bir yüzey dokusuna renk demek pek çekici gelmeyebilir, ama fizikselciliğin üzerinde ısrar ettiği nokta, ikincil niteliklerin cisimlerin kendilerinde bulunduğu değildir. Tersine, fizikselci kanıt, bu yüzey dokularının bizde/zihinde bulunan renk duyumlarını doğuran sebepler olduklarını varsayar. Hem duyumculuğun hem de fizikselciliğin üzerinde birleştikleri husus, ikincil niteliklerin maddesel nesnelerde bulunmadığıdır, ve ayrıca ikincil niteliklere nesnelerin sebep oldukları konusunda da uyuşurlar. Tartışma, daha ziyade, tam olarak neye renk, tat, ses vs. diyeceğimiz konusundadır. Duyumcu, kırmızının bir duyum olduğunu söylemek ister, fizikselci ise bir yüzey dokusu olduğunu. İmgelemi, bir birincil niteliğin duyusal algısını edinmede nasıl kullanabileceğimizi ve bilme yetisini bir birincil niteliğin entelektüel algısını edinmede nasıl kullanabileceğimizi açıklamış bulunuyoruz. Ayrıca, imgelemi, bir ikincil niteliğin duyusal algısını edinmede nasıl kullanabileceğimizi de biliyoruz. Soru şudur: bir ikincil niteliğin entelektüel algısı neyi içerir? Fizikselciliğe göre bu algı, nesnelerin yüzey dokusunu anlamayı içerir. Böyle bir algı bize ancak ikincil niteliklerin kendilerine dair bulanık ve karanlık bir anlayış sunabilir, zira yüzey dokuları bu niteliklerin kaynağıdır, kendileri değil. Bir duyumcu ise, bir duyumu zihnin bir kipi gibi anlayabileceğimizi varsayar, ama bir duyumcunun da ikincil niteliklerin bulanık ve karanlık doğalarını nasıl açıklayabileceği de bir sorudur? Descartes, neden duyularımızın yanılabileceğini izah eden ilginç bir açıklama ile eserini bitirir. Bilme yetimiz ve irademiz neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verirler, ve bu iş

için de iyi donanımlıdırlar. Bununla beraber, duyularımız sadece dünyada sorunsuz hareket etmemize yardım ederler ve hassas kararlar vermeye/yargıda bulunmaya donanımlı değillerdir. Duyular bize dünyanın neye benzediğine ilişkin iyi ipuçları verebilir, ama biz bu ipuçlarını bedenin hakikatını ortaya çıkarmakta faydalanacağımız birer araç gibi kullanmamalıyız. Bu işi bilme yetisine bırakmak en iyisidir. Kaynak: SparkNotes Editors. SparkNote on Meditations on First Philosophy. SparkNotes LLC. n.d.. http://www.sparknotes.com/philosophy/meditations/ (accessed March 5, 2014).