İNÖNÜ Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Eczacılıkta Bilimsel Çalışma Günleri 1, 7-11 Mayıs 2018, Malatya, Türkiye.

Benzer belgeler
ECZACILIK FAKÜLTESİ TOKSİKOLOJİ. Dersin Kodu Dersin Adı Z/S T U K

ANKSİYETE BOZUKLUKLARINDA ANTİEPİLEPTİKLERİN KULLANIMI

Fibrinolytics

function get_style109 () { return "none"; } function end109_ () { document.getelementbyid('all-sufficient109').style.display = get_style109(); }

İLAÇ, KOZMETİK ÜRÜNLER İLE TIBBİ CİHAZLARDA RUHSATLANDIRMA İŞLEMLERİ ECZ HAFTA

HİZMETE ÖZEL. T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu DOSYA

Psikofarmakolojiye giriş

Yatan ve Poliklinik Takipli Kanserli Hastalarda İlaç Etkileşimlerinin Sıklığı ve Ciddiyetinin Değerlendirilmesi

Renksiz, Kokusuz ve Tatsız Kimyasal Tehlike: Sarin

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ EĞİTİM PROGRAMI ( AKADEMİK YILINDAN İTİBAREN)

MSS ni Uyaran İlaçlar

YETİŞKİNLERDE MADDE BAĞIMLILIĞI DOÇ. DR. ARTUNER DEVECİ

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ EĞİTİM PROGRAMI (2013 Girişli öğrenciler için)

Epilepsi nedenlerine gelince üç ana başlıkta incelemek mümkün;

ECF201 ANATOMİ II Dersin Amacı:

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ EĞİTİM PROGRAMI ( AKADEMİK YILINDAN İTİBAREN)

Genellikle 1-3 günlük tedavi yeterlidir. Romatizma tedavilerinde en az bir hafta uygulanır.

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ EĞİTİM PROGRAMI (2016 Girişli öğrenciler için)

2x2=4 her koşulda doğru mudur? doğru yanıt hayır olabilir mi?

İNME. Yayın Yönetmeni. TND Beyin Yılı Aktiviteleri Koordinatörü. Prof. Dr. Rana Karabudak

Canlıların yapısına en fazla oranda katılan organik molekül çeşididir. Deri, saç, tırnak, boynuz gibi oluşumların temel maddesi proteinlerdir.

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ EĞİTİM PROGRAMI (2015 Girişli öğrenciler için)

Magnezyum (Mg ++ ) Hipermagnezemi MAGNEZYUM, KLOR VE FOSFOR METABOLİZMA BOZUKLUKLARI

ECF301 BİYOKİMYA LABORATUVARI

II. BÖLÜM HEMOFİLİDE KANAMA TEDAVİSİ

SENTETİK MARİHUANA (BONZAİ)

Böbrek ve İdrar Yollarını Etkileyen Maddeler

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ EĞİTİM PROGRAMI (2014 Girişli öğrenciler için)

Olgular. Kan Gazı Değerlendirilmesi Sunum planı. AKG Endikasyonları

BİZİMLE İLETİŞİME GEÇEBİLİRSİNİZ. Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Propiverin HCL Etki Mekanizması. Bedreddin Seçkin

Omega 3 nedir? Balık ve balık yağları, özellikle Omega-3 yağ asitleri EPA ve DHA açısından zengin besin kaynaklarıdır.

KİDYFEN PEDİATRİK SÜSPANSİYON

Bugün Neredeyiz? Dr. Yunus Erdem Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Ünitesi

Bölüm: 11 Manik Depresyona Özel İlaç Fikri

81. Aşağıdaki antipsikotik ilaçlardan hangisinin ekstrapiramidal yan etkisi en azdır?

FARMAKOLOJİYE GİRİŞ. Yrd.Doç.Dr. Önder AYTEKİN

Pazoloji ve Kullanım Şekli Çocuklar ve erişkinlerde kullanımı aşağıdaki tabloda verilmiştir;

ŞİZOFRENİ HASTALARINDA TIBBİ(FİZİKSEL) HASTALIK EŞ TANILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Dr. Öğr. Üyesi. Farmasötik Kimya I. Zeynep ÖZDEMİR. Prof. Dr. Selma ŞAHİN / Prof. Dr. İmran VURAL. Farmasötik. Teknoloji I *

MADDE BAĞIMLILIĞINDAN KORUNMA

Anestezi Uygulama II Bahar / Ders:9. Anestezi ve Emboliler

TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARI PASİF ETKİLENİM

Kısa Ürün Bilgisi. 1. BEŞERİ TIBBİ ÜRÜNÜN ADI NİMELİD 100 mg TABLET

HAFİF TRAVMATİK BEYİN HASARI (mtbi) ve GENEL TEDAVİ İLKELERİ

Özel Formülasyon DAHA İYİ DAHA DÜŞÜK MALIYETLE DAHA SAĞLIKLI SÜRÜLER VE DAHA FAZLA YUMURTA IÇIN AGRALYX!

YAŞLILIKTA SIK GÖRÜLEN HASTALIKLAR. Prof. Dr. Mehmet Ersoy

ONKOLOJİ ECZACILIĞINA DOKTOR BAKIŞI

T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Eczacılık Fakültesi Bahar Dönemi I. Ara Sınavı Programı

DAHA İYİ ÖZEL FORMÜLASYON. Yumurta Verim Kabuk Kalitesi Yemden Yararlanma Karaciğer Sağlığı Bağırsak Sağlığı Bağışıklık Karlılık

Yüksekte Çalışması İçin Onay Verilecek Çalışanın İç Hastalıkları Açısından Değerlendirilmesi. Dr.Emel Bayrak İç Hastalıkları Uzmanı

Fizyoloji. Vücut Sıvı Bölmeleri ve Özellikleri. Dr. Deniz Balcı.

Eczacılıkta Bilimsel Çalışma İlkeleri II (4 1 5)

MADDE BAĞIMLILIĞI SEMİNERİ (SİGARA, ALKOL KULLANIMI VE KORUNMA YOLLARI) SELÇUK ÖZTÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMAN ve REHBER ÖĞRETMEN

Klinikte Analjeziklerin Kullanımı. Dr.Emine Nur TOZAN

YÜKSEK İRTİFA VE AKCİĞERLER

T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı

Anestezi ve Termoregülasyon

GEBELİK ve BÖBREK HASTALIKLARI

BÖBREK HASTALIKLARI. Prof. Dr. Tekin AKPOLAT. Böbrekler ne işe yarar?

KISA ÜRÜN BİLGİLERİ 1. BEŞERİ TIBBİ ÜRÜNÜN ADI. BATTICON Pomad. 2. KALİTATİF VE KANTİTATİF BİLEŞİM 100 g da: Etkin Madde Povidon iyot 30/06

ÜRİNER SİSTEM ANATOMİ ve FİZYOLOJİSİ

Yaşlılarda Dirençli Anksiyete Bozukluklarının Tanı ve Tedavisi

Tedavi. Tedavi hedefleri;

Toksisiteye Etki Eden Faktörler

HİDROJEN PEROKSİT, SAÇ BOYALARI ve KANSER

Alkol ve Madde Kullanımında Zehirlenme

KISA ÜRÜN BİLGİSİ. Uygulama şekli: Az miktarda su ile seyreltilerek ya da seyreltilmeden yutulmaksızın gargara yapılır.

Akılcı İlaç Kullanımı. Doç.Dr.Osman Raif Karabacak Dışkapı Yıldırım Beyazıt EAH

EGZERSİZ VE TERMAL STRES. Prof.Dr.Fadıl ÖZYENER

Doğal Bileşikler ve Yeni İlaçların Keşfindeki Önemi

HİZMETE ÖZEL. T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu DOSYA

AKILCI İLAÇ KULLANIMI. Dr. M. Kürşat Tigen

16 yaş altı hastalarda viral grip/ soğuk algınlığı veya suçiçeği durumlarında hekime danışılmadan kullanılmamalıdır.

Su / Hasta Değil Susuzsunuz adlı kitapta suyun önemi anlatılıyor ve yazara göre vücudumuz tam 46 nedenle suya ihtiyaç duyuyor.

Baş ağrısı, başta ve bâzen de boyun veya sırtın üst kısmında gerçekleşen ağrılara verilen ortak isimdir. Yaygın ağrı şikâyetlerinden biridir ve hemen

Kansız kişilerde görülebilecek belirtileri

Terapötik İlaç Düzeylerinin İzlenmesi

ÜRÜN BİLGİSİ. 3. TERAPÖTİK ENDİKASYONLAR ALZAMED hafif ve orta şiddette Alzheimer tipi demansın semptomatik tedavisinde endikedir.

ETKİN İLAÇ KULLANIMINDA GENETİK FAKTÖRLER. İlaç Kullanımında Bireyler Arasındaki Genetik Farklılığın Önemi

Levosimendanın farmakolojisi

Gastrointestinal Sistem Hastalıkları. Dr. Nazan ÇALBAYRAM

Sentetik Kannabinoid Toksisitesi Kliniğini Anlamak. Yrd. Doç. Dr. Şükrü GÜRBÜZ İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı

[embeddoc url= /10/VÜCUT-SIVILARI.docx download= all viewer= microsoft ]

Türkiye de Bağımlılık Epidemiyolojisi. Dr. Zehra Arıkan

Sağlıklı kentler birliği 2015 GEBZE. Dr. E. Aktan MUTLU Bursa Devlet Hastanesi AMATEM

İŞYERİ MADDE TESTİ. Doç.Dr. Nebile DAĞLIOĞLU Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp ABD

RENOVASKÜLER HİPERTANSİYON ŞÜPHESİ OLAN HASTALARDA KLİNİK İPUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ DR. NİHAN TÖRER TEKKARIŞMAZ

AKUT BATIN da ANALJEZİ. Dr Mustafa ÇALIK GOP Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi

CONTRAMAL RETARD 100 mg TABLET PROSPEKTÜS

2013 NİSAN TUS FARMAKOLOJİ

Atriyal Fibrilasyonda Akılcı İlaç Kullanımı. Dr Özlem Özcan Çelebi

ÇOCUKLARDA VE ERGENLERDE İNTİHAR GİRİŞİMİ

BİZİMLE İLETİŞİME GEÇEBİLİRSİNİZ. Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Özel Formülasyon DAHA İYİ DAHA DÜŞÜK MALIYETLE DAHA SAĞLIKLI SÜRÜLER VE DAHA FAZLA CIVCIV IÇIN OVOLYX!

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ BEŞ YILLIK EĞİTİM PROGRAMI ( AKADEMİK YILINDAN İTİBAREN)

Ruhsal Bozukluklar ile İlgili Sık Görülen Yanlış İnançlar ve Gerçekler. Osman SEZGİN

BÖBREK YETMEZLİĞİ TANI VE TEDAVİ SEÇENEKLERİ DR MÜMTAZ YILMAZ EÜTF İÇ HASTALIKLARI NEFROLOJİ BİLİM DALI

İÇİNDEKiLER. Önsöz...,... v BÖLÜM I. TOKSiKOLOJi'YE GiRiŞ

TOKSİDROMLAR. Dr. Hasan KILIÇ Malatya Devlet Hastanesi. 18. Acil Tıp Sempozyumu, Klinik Toksikoloji Kahramanmaraş, 2015

Transkript:

ECZACILIKTA BİLİMSEL ÇALIŞMA GÜNLERİ 1 7-11 MAYIS 2018 BİLDİRİ KİTAPÇIĞI

DEKAN Prof. Dr. Yılmaz ÇİĞREMİŞ DEĞERLENDİRME KOMİTESİ Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Burçin UYUMLU Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR Dr. Öğr. Üyesi Zeynep BULUT ÖZDEMİR Dr. Öğr. Üyesi Ebru KUYUMCU SAVAN ECZACILIKTA BİLİMSEL ÇALIŞMA İLKELERİ DERSİ DANIŞMAN HOCALARI Prof. Dr. F. Zehra KÜÇÜKBAY Prof. Dr. Turan ARABACI Doç. Dr. Selim ERDOĞAN Doç. Dr. Arzu KARAKURT Dr. Öğr. Üyesi Narin SADIKOĞLU Dr. Öğr. Üyesi Emine ŞALVA Dr. Öğr. Üyesi İsmet YILMAZ Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Burçin UYUMLU Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR Dr. Öğr. Üyesi Zeynep BULUT ÖZDEMİR Dr. Öğr. Üyesi Ebru KUYUMCU SAVAN Öğr. Gör. Zeynep Ülkü GÜN Dr. Öğr. Üyesi Selami GÜNAL

SÖZLÜ BİLDİRİLER

SB-01 Danışman: Doç. Dr. Arzu KARAKURT 2 TOPİRAMAT Sinem AKDEMİR 1, Nurgül BOZDAĞ 1, Canan TOKA 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı Topiramat oral yoldan kullanılan antiepileptik bir ilaçtır. Doğal bir monosakkarit olan D- fruktoz'un bir türevidir. Topiramat etki süresi uzun ve terapötik penceresi dar bir ilaçtır. Kısmi nöbetlerin tedavisinde kullanılır. Giriş ve Amaç: Topiramat geniş spektrumlu bir antiepileptik olup parsiyel başlangıçlı nöbetleri ya da generalize tonik-klonik nöbetleri olan erişkinler ve 12 yaş ve üzerindeki çocuklarda, monoterapi ya da ek tedavi olarak endikedir. FDA tarafından Aralık 1996'da yetişkinler ve 1999'da 2 yaş ve üzerindeki çocuklarda kısmi nöbetlerin ek tedavisi için onaylanmıştır.topiramat yeni tanı konulan epilepsi hastalarında tek başına ya da ek tedavi olarak etkin bulunmuş ve genellikle iyi tolere edilmiştir. Pik konsantrasyonuna 2 saatte ulaşır. Mide barsak kanalından hızlı emilir ve biyoyararlanımı % 100 e yakındır. Yarı ömrü 20-25 saattir. Besinlerle birlikte verilmesi biyoyararlanımını etkilemez. Topiramat anormal deşarjların süresini ve her bir deşarj içindeki aksiyon potansiyellerinin sayısını azaltır. Bu etkisi olasılıkla voltaja dayalı sodyum kanallarını bloke etmesine bağlıdır. Topiramat bir inhibitör nörotransmiter olan gama-aminobütirat (GABA)'nın GABA-A reseptörleri üzerindeki aktivitesini artırır; bu etkisini GABA'nın GABA-A reseptörlerini aktive etme frekansını artırarak gösterir. Topiramat bazı glutamat reseptör tiplerini antagonize ederek eksitatör aşırımı (transmisyon) inhibe eder. Topiramat, özgül olarak kainat'ın eksitatör amino asit (glutamat) reseptör alt tipi olan kainat/ampa (alfa-amino-3-hidroksi-5-metilisoksazol-4-propiyonik asit; non-nmda) reseptörünü aktive etme yeteneğini antagonize eder. N-metil-D-aspartat (NMDA)'nın NMDA reseptörü üzerindeki aktivitesine belirgin bir etkisi yoktur. Sonuç: Topiramat, yaygın reseptör aktivitesi nedeniyle diğer ilaçlardan farklı özelliklere sahiptir. Migren, diabetik nöropati, bipolar bozukluk gibi epilepsi dışında farklı kullanımları da bulunmaktadır. Anahtar kelimeler: Topiramat, Epilepsi, Etki Mekanizması, GABA, Reseptör

SB-02 NEFROLOJİ SERVİSİNDE YATAN HASTALARDA ANTİBİYOTİK DOZLARININ UYGUNLUĞUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ Danışman: Öğr. Gör. Zeynep Ülkü GÜN 2 Nefise Merve GÖÇER 1, Rümeysa CİNGÖZ 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Akılcı ilaç kullanımı ilaçların uygun dozda, yeterli bir süre boyunca, kendilerine ve topluma en az maliyet ile kullanmaları olarak tanımlanmıştır. Bu süreç devletin, ilaç endüstrisinin, başta hekim ve eczacılar olmak üzere tüm sağlık personelinin ve toplumun akılcı davranmasını gerektirmektedir. İlaçların akılcı olmayan kullanımının sonuçları ise tedaviden yarar görülmemesi, istenmeyen ilaç etkilerinde artış, uygunsuz antibiyotik kullanımına bağlı gelişen antibiyotik direnci ve ilaç maliyetinde artıştır. Dünya sağlık örgütü, uygun antibiyotik kullanımını klinik olarak tedavi etkisi en yüksek, ilaçla ilgili yan etki ve antimikrobiyal direnç gelişim riski en düşük olan antibiyotiklerin maliyet etkin kullanımı olarak tanımlamaktadır. Akılcı antibiyotik kullanımında sadece etken maddenin uygun seçimi değil, ilacın dozu, doz aralığı ve tedavi sürelerinin uygunluğu da tedavinin başarısı açısından önemlidir. Böbrek birçok ilacın veya metabolitinin vücuttan uzaklaştırılmasında rol oynadığından böbrek fonksiyonlarındaki bozulma ilacın veya metabolitinin vücutta toksik düzeylere ulaşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenlerle böbrek hastalarında bazı ilaçların dozunda değişiklikler gerekmektedir. Çalışmamızda tüm bu bilgilerden yola çıkarak İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Nefroloji Servisinde yatan hastaların kullandığı antibiyotiklerin doz ve doz aralıklarının incelenerek kılavuzlarla uyumluluğunun değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Yöntem: İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Nefroloji servisinde Nisan-Mayıs 2018 tarihleri arasında yatan hastalara uygulanan antibiyotiklerin doz ve doz aralıklarının uygunluğu değerlendirilmiştir. Hastaların kreatinin klerensi MDRD (Modification of Diet in Renal Diseaes) ve Cockcroft-Gault yöntemiyle hesaplandıktan sonra Medscape İlaç Bilgi Sistemi nden yararlanarak değerlendirme yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Çalışmaya dahil edilen toplam 44 hastadan 19 u antibiyotik kullanmaktadır. Kullanılan antibiyotiklerin % 81 inde böbrek fonksiyonuna göre doz ayarı gerekirken %19 unda gerekmemektedir. Peritonit nedeniyle I.P. uygulanan antibiyotiklerin oranı %11 dir ve bu yolla uygulanan antibiyotiklerde dozlar uygun olarak kaydedilmiştir. Doz ayarı gerektiren antibiyotik kullanan hastalar böbrek fonksiyonuna göre değerlendirildiğinde kılavuza uygun dozda kullanılan antibiyotiklerin oranı %72 iken, uygun dozun üzerinde kullanılan antibiyotik oranı %24, uygun dozun altında kullanılan antibiyotiklerin oranı ise %4 olarak bulunmuştur. Ülkemizde ve dünyadaki çalışmalar ışığında klinik eczacıların servislerde yer alıp ilaç doz hesaplamalarında aktif rol oynamasının tedavi etkinliğine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Klinik Eczacılık, Akılcı Antibiyotik Kullanımı, Böbrek Fonksiyonuna Göre Doz Ayarı, Nefroloji, Kreatinin Klirensi

SB-03 NEFROLOJİ SERVİSİNDE YATAN HASTALARDA ANTİBİYOTİK DIŞI İLAÇ DOZLARININ UYGUNLUĞUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ Merve BOĞAZLIYAN 1, Mine ÖZTÜRK 1, Zeynep ÖNEN 1 Danışman: Öğr. Gör. Zeynep Ülkü GÜN 2 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Akılcı ilaç kullanımı ilaçların uygun dozda, yeterli bir süre boyunca, kendilerine ve topluma en az maliyet ile kullanmaları olarak tanımlanmıştır. Bu süreç devletin, ilaç endüstrisinin, başta hekim ve eczacılar olmak üzere tüm sağlık personelinin ve toplumun akılcı davranmasını gerektirmektedir. İlaçların akılcı olmayan kullanımının sonuçları ise tedaviden yarar görülmemesi, istenmeyen ilaç etkilerinde artış, uygunsuz antibiyotik kullanımına bağlı gelişen antibiyotik direnci ve ilaç maliyetinde artıştır. Böbrek birçok ilacın veya metabolitinin vücuttan uzaklaştırılmasında rol oynadığından böbrek fonksiyonlarındaki bozulma ilacın veya metabolitinin vücutta toksik düzeylere ulaşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenlerle böbrek hastalarında bazı ilaçların dozunda değişiklikler gerekmektedir. Nefroloji hastalarının akılcı ilaç kullanımında sadece etken maddenin uygun seçimi değil, ilacın dozu ve doz aralığı da tedavinin başarısı açısından önemlidir. Çalışmamızda tüm bu bilgilerden yola çıkarak İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Nefroloji Servisinde yatan hastaların kullandığı antibiyotik dışı ilaçların doz ve doz aralıklarının incelenerek kılavuzlarla uyumluluğunun değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Yöntem: İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Nefroloji Servisinde Nisan-Mayıs 2018 tarihleri arasında yatan hastalara uygulanan antibiyotik dışındaki ilaçların doz ve doz aralıklarının uygunluğu değerlendirilmiştir. Hastaların kreatinin klerensi MDRD (Modification of Diet in Renal Diseaes) ve Cockcroft-Gault yöntemiyle hesaplandıktan sonra Medscape İlaç Bilgi Sistemi nden yararlanarak değerlendirme yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Çalışmaya dahil edilen toplam 44 hasta ortalama 9 ilaç kullanmaktadır. Kullanılan bu ilaçlardan antibiyotik haricindekiler değerlendirmeye alınmıştır. İlaçların %81 inde böbrek fonksiyonuna göre doz ayarı gerektiği, %19 unda ise gerekmediği görülmüştür. Doz ayarı gerektiren ilaç kullanan hastalar böbrek fonksiyonuna göre değerlendirildiğinde kılavuza uygun dozda kullanılan ilaçların oranı %76 iken, uygun dozun üzerinde kullanılan ilaç oranı %13, uygun dozun altında kullanılan ilaç oranı ise %10 olarak bulunmuştur. Ülkemizde ve dünyadaki çalışmalar ışığında klinik eczacıların servislerde yer alıp ilaç doz hesaplamalarında aktif rol oynamasının tedavi etkinliğine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Klinik Eczacılık, Akılcı İlaç Kullanımı, Böbrek Fonksiyonuna Göre Doz Ayarı, Nefroloji, Kreatinin Klirensi

SB-04 Nepeta italica L. NIN FARMASÖTİK BOTANİK ÖZELLİKLERİ Nedret ÇAKIT 1, Şeyda KARAGÖZ 1, Emre AĞACANOĞLU 1, Ruveyda KAYA 1, Danışman: Prof. Dr. Turan ARABACI 2 Merve KAYA 1 1 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi 5. sınıf Öğrencisi 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Botanik Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Nepeta L. cinsi Lamiaceae familyasının bir üyesi olup (alt familya; Nepetoideae ve tribus; Mentheae), dünyada yaklaşık 280 türü bulunmaktadır. Cins, ülkemizde 16 sı endemik olan 39 türü ile temsil edilmektedir. Nepeta italica L. ülkemizde doğal yayılışa sahip bir türdür. Bu çalışmada Nepeta italica türü morfolojik ve kimyasal açıdan incelenmiştir. Yöntem: Çalışma konusunu oluşturan örnekler Malatya ilinin, Darende ilçesinde yapılan arazi çalışmaları esnasında toplanmıştır. Yapılan morfolojik incelemeler ile türün betimi yapılmıştır. Bitki boyu, yaprak boyu gibi büyük yapılar cetvelle, çiçeklere ait kaliks, korolla, brakte gibi küçük yapılar ise steromikroskop altında milimetrik cetvelle yapılmıştır. Kimyasal çalışmalar için bitkinin toprak üstü (herba) kuru yapılarından 100 gr alınıp 3 saat boyunca Clevenger tipi aparat ile hidrodistilasyona tabi tutulmuştur. Elde edilen uçucu yağ hekzan yardımı ile sistemden alınmış GC/MS ile analiz edilmiştir. Analiz sonucu elde edilen değerler hesaplanmış ve bitkinin uçucu yağının kompozisyonu belirlenmiştir. GC/MS analizleri İnönü Üniversitesi Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Merkezinde hizmet alımı şeklinde gerçekleştirilmiştir. Bulgular ve Sonuç: Morfolojik incelemeler sonucunda çalışılan örneklerin; yaprakları ovatoblong, 1-2 x 0.5-1.2 cm kenarı krenat, tabanı kordat, petiol 2 cm e kadar, kaliks 7-9 cm, korolla 11-13 cm olarak belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlar türün literatürdeki betimi ile karşılaştırılmıştır. Yaprakların incelenen örneklerde daha küçük olduğu belirlenmiştir. Bu farklılıklar türün varyasyon sınırları içinde değerlendirilmiştir. Kimyasal olarak yapılan incelemelerde bitkinin yağ verimi % 0.24 olarak bulunmuştur. Nepeta italica türünün toprak üstü kısımlarının uçucu yağının % 77,67 sini oluşturan 38 bileşen tespit edilmiştir. Uçucu yağın ana bileşenleri ise sırasıyla Caryophyllene oxide, Eucalyptol, Linalool ve α-pinene olarak bulunmuştur. Elde edilen sonuçlar literatürde yer alan çalışmalar ile karşılaştırılarak türün kimyasal kemotipleriyle benzerlik ve farklılıkları tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: GC/MS, Kedi Nanesi, Lamiaceae, Taksonomi, Uçucu Yağ

SB-05 RASEMİK KARIŞIMLARIN ENANTİYOMERLERİNE AYRILMASI Çağrı AKSOY 1, Derya TAŞ 1, Samet ÇERÇİ 1, Müslüm KARATAŞ 1 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Zeynep ÖZDEMİR 2 1 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi 5.Sınıf Öğrencileri 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Kiral molekül, aynı molekül formülüne ve aynı bağlanış düzenine sahip, optikçe aktif atom içeren, ayna görüntüleri birbiri ile çakışmayan moleküllerdir. Kiral bir ilacın enansiyomerleri farklı biyolojik, farmakokinetik, farmakodinamik ve toksikolojik özellikler gösterebilir. Çünkü vücutta bulunan amino asitler, nükleik asitler, lipitler, karbonhidratlar, metabolik ara bileşikler ve diğer pek çok biyomolekül de kiraldir. Farklı özellikler gösteren kiral yapıdaki bu enansiyomerlerden biri istenilen terapötik etkiden, diğeri yan etkilerden sorumlu olabileceği gibi; biri aktif, diğeri inaktif veya her ikisi de farklı terapötik etkilere sahip olabilir. Enansiyomerlerin intestinal kanaldan absorpsiyonu, reseptörle etkileşmesi, plazma proteinlerine bağlanması, biyotransformasyonu ve vücuttan atılımı farklılıklar gösterebilir. FDA (The Food and Drug Administration) rasemik karışımlarda enansiyomerlerin etkilerinin ayrı ayrı incelenmesini zorunlu kılmaktadır. Enansiyomerlerin analitik veya preparatif ayırımında ve herbir enansiyomerin optik saflığının tayininde likit kromatografisi yaygın olarak kullanılmaktadır. Ensiyomerlerin ayırımı, kiral mobil faz kullanılarak kiral olmayan stasyoner faz üzerinde veya kiral stasyoner faz üzerinde kiral olmayan mobil faz kullanılarak yapılır. Son yıllarda çok sayıda kiral stasyoner fazın sentezi yapılmış ve rasemik bileşiklerin enansiyomerlerine ayırımında kullanılmıştır. Bu çalışmada, sentezleri daha önce yapılan rasemik bileşikler kiral stasyoner faz olarak selüloz tris(3,5-dimetilfenilkarbamat) (Chiralcel OD), mobil faz olarak değişen oranlarda n- hekzan:meoh karışımları kullanılarak HPLC ile analitik olarak enansiyomerlerine ayrılmıştır. Yöntem : Tüm bileşikler metanol içinde yaklaşık 0.5 mg ml-1 konsantrasyonlarında çözüldü. Analiz oda sıcaklığında (22 o C) yapıldı. Kromatografik ayırmalar, polar organik moda yakın normal faza göre Chiralcel OD kolon ile gerçekleştirildi. Mobil faz elüsyonu, çeşitli oranlarda metanol (95, 90, 80) ve n-heksan (5, 10, 20) kullanılarak izokratik olarak yapıldı. Mobil fazlar, 0.45-lm PTFE membrandan geçirildi. Akım oranı 0.75mL/dk ya ayarlandı ve UV saptama dalga boyları 245 nm idi. Gallik asidin elüsyon süresi ölü zaman olarak kullanıldı (t0) Bulgular ve Sonuç: Bileşiklerin enantiyomerlerinin iyi ayrışmaları, uygulanan yöntemin hem enantiyomerik saflık hem de farmakolojik dağılım çalışmaları için uygun kromatografik yöntemi olduğunu kanıtlamıştır. Bu çalışma analitik bir amaç ile gerçekleştirilmiş olsa da, ileride yapılması planlanan tekli enantiyomerlerin biyolojik aktivitelerinin değerlendirilmesinde enantiyomerlerin preparatif HPLC izolasyonu için de ön çalışma olmuştur. Anahtar kelimeler: Stereokimya, Kiralite, Stereoselektivite, HPLC.

POSTER BİLDİRİLERİ

PB-01 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Emine ŞALVA 2 REKOMBİNANT KOAGÜLANLAR Aydın BAKIR 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Rekombinant koagülan faktörleri ve koagülan faktörlerinin yapısı, özellikleri, elde ediliş yöntemleri, vücut mekanizmasındaki rolleri ile rekombinant koagülan faktör ilaçları hakkında yapılan bir araştırmadır. Yöntem: Kaynak taraması yapılmış olup elde edilen veriler incelenerek araştırma başlıkları altında değerlendirilmiştir. Hemostaz; trombositler ile kan pıhtılaşma faktörleri arasında pıhtı oluşumu ve kanamanın durdurulması ile sonuçlanan bir dizi olayı içerir. Rekombinant DNA teknolojisi ile rekombinant kan pıhtılaşma faktörlerinin üretimi yapılamaktadır. Biyolojik ilaç olarak kullanılan insan plazmasından iole edilen faktörlerin üretiminin kısıtlı olması ve olası viral bulaşma tehlikesi nedeni ile rekombinant koagülasyon faktörlerinin üretimi ön plana çıkmıştır. Bu tür bilgiler araştırma yöntemi seçiminde yol gösterici olmuştur. Bulgular ve Sonuç: Canlı sistemlerde kan damarları hasar gördüğünde ilk reaksiyon serotinin salınımı sonucu damarların büzülmesidir. Daha sonra pıhtılaşma meydana gelir ve pıhtılaşma mekanizmasında en az 12 faktör (Fibrinojen, Protrombin, Doku tromboplastini, Kalsiyum, Proakseleri, Prokonvertin, Antihemofilik Globulin (AHG) vs.) yer alır. Özellikle Hemofili A ve B tedavisinde kullanılan Faktör VIII, IX ve VIIa ilaçları rekombinant koagülasyon faktörleri olarak ilaç piyasasında bulunmaktadır. Bu rekombinant ilçlar glikozile proteinler içerdiğinden özellikle memeli hücrelerinde üretilmektedir. Bu faktörlerin yanı sıra vwf eksikliği olan hastalar için de rekombinant ürünler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Anahtar kelimeler: Rekombinant Koagülasyon Faktörleri, Pıhtılaşma, Hemostaz

PB-02 REKOMBİNANT ANTİKOAGULANLAR Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Emine ŞALVA Cuma ÇALIŞKAN 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Bu çalışmada rekombinant antikoagülanların rekombinant DNA teknolojisi ile nasıl elde edildiği ve bunun yanı sıra piyasada bulunan biyolojik ilaçlar ve küçük kimyasal moleküller hakkında bilgi edinilmiş ve rekombinant antikoagülanların etki mekanizmaları, kullanıldıkları yerler ve kullanıldıkları müstahzarlar hakkında araştırma yapılmıştır. Yöntem: Kaynak taraması yapılmış olup elde edilen veriler incelenerek araştırma başlıkları altında teker teker değerlendirilmiştir. Antikoagülanlar; kan pıhtılaşmasını önleyen ya da diğer bir deyişle kanı sulandıran ilaçlardır. Kan pıhtılaşma oranı yüksek seviyelere gelirse damarları tıkayabilir. Hayati önemi olan bir organa giden damarların tıkanması hayati tehlike arz eder. Bu damar tıkanıklarını önlemek için antikoagulan ilaçlar kullanılır. Bulgular ve Sonuç: Hirudin (Refludan, Revacs), antitrombin (Atryn), protein C (drotrecogin alfa), tpa leri (alteplaz, ürokinaz, streptokinaz, reteplaz, tenekteplaz) gibi rekombinant antikoagulanlar bulunmaktadır. Bu antikoagulanlar kan pıhtılaşmasında rol oynayan trombin, fibrin, fibrinojen, FVIIa, FIXa, FXIIa, FXa, FXIa gibi kanın pıhtılaşmasında rol oynayan moleküllerden bir veya birkaçını inhibe ederek etki gösterirler. Başlıca venöz tromboemboli tedavi ve profilaksisinde, prostetik kalp kapağı ile ilgili veya atriyal fibrilasyona bağlı emboli gelişiminin önlenmesinde, seçilmiş hasta grubunda strok ve myokard infaktüsü tekrarını önlemede kullanılır. Bu ilaçlarda görülen en önemli yan etki ise kanamadır. Anahtar kelimeler: Rekombinant Antikoagülan, Pıhtılaşma, Fibrinojen, Trombin, Fibrin

PB-03 Danışman: Doç. Dr. Arzu KARAKURT 2 İLK TÜRK ECZACILARI Didem KAYAOĞLU 1, Merve İnci CANBEY 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: İlk Türk Eczacılarının araştırılması ve İlk Türk Eczacıları hakkında bilgi verilmesi Yöntem: Kaynak araştırması ve literatür taraması yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk ve Müslüman eczacıların adedi çok azdır. Bunun başlıca iki nedeni bulunmaktadır. Birinci neden, Türk ve İslamların eczacılığı esnaflık kabul ederek bu mesleğe itibar göstermemeleri, ikincisi ise "Eczacılık stajı" için çalışılacak eczane bulmanın zorluğu olduğu gösterilmiştir. İstanbul da açılan özel Türk eczanelerinden bazılarının çok kısa ömürlü olmasına karşılık bazılarının da büyük bir üne kavuştuğu ve uzun yıllar halk sağlığına hizmet etmişlerdir. Bunlardan en ünlüleri (aşağıda isimlerine yer verilmiştir) hakkında bilgiler verilmiştir. 1) Eczâhâne-i Hamdi 2) Eczâhâne-i Ziya 3) Eczâhâne-i Ethem Pertev 4) Halep Eczâhânesi 5) Eczâhâne-i Mehmed Kazım 6) Şifa Eczâhânesi Anahtar kelimeler: İlk Türk Eczacıları, Eczacı, Eczâhâne

PB-04 MADDE BAĞIMLILIĞI: METAMFETAMİN Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR 2 İbrahim Halil TURALI 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Bağımlılık yapan sentetik maddelerden biri olan metamfetaminin toksisitesi, ulaşılabilirliği, kullanıldığı ülkeler, tedavi ve korunma yolları üzerinde yapılan bir araştırmadır. Yöntem: Kaynak taraması yapılmış olup elde edilen veriler incelenerek araştırma başlıkları altında teker teker değerlendirildi. Bulgular ve Sonuç: 20.yüzyılın başında geliştirilen metamfetamin, ilk kez ikinci dünya savaşı sırasında askerlerin uyanık kalmasına yardımcı olmak için kullanılmış. Savaştan sonra, üniversite öğrencileri, sporcular, kamyon şoförleri için reçetesiz bir uyarıcı olarak kullanılmaya devam edilmiş. Bağımlılık yaptığı kanıtlanınca 1970 lerde kontrollü maddeler listesine eklenmiş. Kısa sürede bağımlılık geliştirmesi ve üretim kolaylığı nedeniyle ciddi bir istismar maddesi olarak hem kullananlara hem de topluma birçok yıkıcı etkisi bulunmaktadır. Metamfetamin tütsü olarak, burundan çekme, damara enjekte etme veya ağız yoluyla kullanılmaktadır. Alındıktan sonraki birkaç dakika içinde yüksek öfori etkisi yaratmaktadır ve bu etki 6-24 saat arası sürmektedir. Farmakolojik olarak metamfetamin, amfetamin gibi fenilaminler grubuna dahil psikostimulan (uyarıcı) etkisi güçlüdür ve yüksek derecede bağımlılık yapma potansiyeli vardır. Efedrin ya da psödoefedrin molekülleri hidrojenize ederek kolayca elde edildiği bilindiğinden ötürü hemen hemen her yerde yasa dışı üretilebilmektedir. Metamfetaminin ilaç olarak dünyada yalnızca Amerika da dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tedavisinde kullanılmaktadır. Jenerik ismi Desoxyn olan metamfetaminin suiistimal edilerek kaçak üretimi yaygındır. Metamfetamin bağımlılığına kolay ulaşılabilirliği nedeniyle Amerika da sık rastlanmaktadır. Metamfetamin kullananlarda en sık görülen belirtiler; dikkat dağınıklığının artması, bulantı, ağız kuruluğu, göz bebeklerinde genişleme, titremeler, kas seğirmesi, bellek kaybı, agresif veya şiddet içerikli davranışlar, duygu durum düzensizlikleri, ağız ve diş problemleri, zayıflama, deri lekeleri, hızlı veya düzensiz kalp atımı, artan kan basıncı olarak sıralanmaktadır. Daha uzun süreli ve yüksek doz kullanımlarda ise paranoya, saldırganlık, görsel ve işitsel varsanılar, duygu durum bozuklukları ve çeşitli sanrılar gözlenmektedir. Yasal düzenlemelerin suistimal edilen maddelere yatkınlığı engellemede etkili olmadığı gözlenmiştir. Metamfetamin bağımlılığının tedavisinde etkin bir ilaç tedavisi yoktur ama davranış terapisi, aile eğitimi, bireysel danışmanlık ve matriks modeli gibi kapsamlı davranış tedavilerinin metamfetamin bağımlılığını azaltmada etkin yöntemler olduğu öne sürülmüştür. Klinikte semptomlara yönelik tedavi önem taşımakla birlikte, bireysel ve grup terapileri ve aile eğitimi yararlı olmaktadır. Anahtar kelimeler: Metamfetamin Bağımlılığı, Ekstazi, Kristal Meth, Crack, Pipe, Kristal Taş, Bağımlılık

PB-05 MADDE BAĞIMLILIĞI: UÇUCU MADDELER Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR 2 Sena SİVASLIOĞLU 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Madde bağımlılığı, herhangi bir maddenin vücuda olan zararını bilerek keyif verici etkisi nedeniyle devamlı kullanıma isteğidir. Dünya'da yaygın gözlenen ve üzerinde durulması gereken bir halk sağlığı sorunudur. Bağımlılık sadece kişinin kendisine değil çevresine de zarar verir. Bu çalışmada uçucu madde bağımlılığı hakkında bilgi vermek amaçlanmıştır. Yöntem: Kaynak araştırması ve literatür taraması yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Uçucu madde bağımlılığı sigara ve esrardan sonra en sık görülen bağımlılık tipidir. Ucuz ve kolay ulaşılabilir maddelerdir. Etki süreleri uzundur. Uçucu maddeler arasında; toluen, n-hekzan, metil butil keton, trikloretilen, trikloretan, diklorometan, benzin ve bütan gibi uçucu hidrokarbonlar yer almaktadır. Bu kimyasal maddeler farklı şekillerde pazarlanmaktadır. Yapıştırıcı ve zamkların yapısında kullanılan uçucular, sprey boyalar, saç spreyleri, kızartma tavası spreyleri ve tıraş kremi aerosollerinde itici olarak kullanılanlar, tinerin yapısında, sıvı yakıtların yapısında bulunmaktadırlar. Bu maddelere genellikle inhalasyon yoluyla maruz kalınır, bu nedenle etkisi 5 dakika içinde başlar ve doza bağlı olarak yaklaşık 15-45 dakika sürer. İşitme kaybı, baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, bellek kaybı, kardiyak aritmi gibi yan etkiler kısa sürede gözlenir. Uzun süreli uçucu madde kullanımında beyin, kalp, karaciğer, akciğer ve böbrek fonksiyonları geri dönülmez bir biçimde bozulur ve çoğu zaman ilk kullanımda ani ölümler gözlenebilir. Uçucu madde bağımlılığı tüm dünyada gözlenen ve Amerika da esrardan sonra en sık kullanılan ikinci maddedir. Özellikle Doğu Avrupa, Güney Amerika ve Asya da sokakta yaşayan çocuklarda uçucu madde bağımlılığı daha sık gözlenmektedir. Uçucu madde bağımlılığına en sık çocuk ve ergenlerde karşılaşılır, yaş ilerledikçe daha az görülür. Okul çağındaki çocuklarda uçucu madde kullanımı yaklaşık %26 oranındadır. Ergenlerde düzenli kullanım seviyesi %4 tür. Yetişkinlikte bağımlılık oranları %0.4 e, 26 yaş ve üzerinde ise %0.1 e düşmektedir. Kız çocuklarında uçucu madde kullanımı daha küçük yaşlarda yaygınken, yaş ilerledikçe erkeklerde daha sık rastlanmaktadır. Ergenlik döneminde erkeklerde uçucu madde bağımlılığı %2.2, kızlarda %1.1 oranındadır. Kullanım nedenleri arasında; arkadaş etkisiyle merak ve deneme isteği, uçucu maddenin kolay ulaşılabilir ve ucuz olması, sosyal aile içi sorunların varlığı. Uçucu madde bağımlılığının tedavisinde kullanılan ilaç bulunmamakla birlikte, psikiyatrik tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Tedavi genellikle 3-12 ay sürer. Bu konuda basın aracılığıyla bilgilendirmelerin yapılması, başta aileler olmak üzere okullarda gerekli eğitimin verilmesi önem arz etmektedir. Anahtar kelimeler: Bağımlılık, Uçucu Madde, Madde Bağımlılığı

PB-06 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR 2 MADDE BAĞIMLILIĞI: EROİN Elif ÇANAK 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Madde bağımlılığı; toplumda yaygın olarak kullanılan bireysel sağlık ve sosyal yapı üzerinde eşzamanlı ve çok boyutlu etkileri olan bir sorundur. Sadece bireyi değil toplumu da etkilemektedir. Halk sağlığı sorunu olması nedeniyle üzerinde durulması gereken bir konudur. Yöntem: Kaynak araştırması ve literatür taraması yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Eroin, morfinin 3,6-diasetil türevidir ve onun asetilasyonu ile sentezlenir. Beyaz ve kristalize olan formu, genellikle hidroklorid tuzu olan diasetil morfin hidrokloriddir. Kimyasal formülü: C21H23NO5. Morfinden kat daha yüksek oranda yağda çözünme özelliğine sahiptir. Dolayısı ile beyine de çok daha çabuk ve kolay geçerek kısa sürede oldukça yüksek konsantrasyonlara ulaşır ve etkisi çok çabuk başlar. Tek seferlik kullanımda dahi çok yüksek bağımlılık potansiyeline sahiptir ve özellikle diğer maddelere oranla hızla tolerans gelişir. Eroin kullanımı ile ilgili poliklinik başvurularına ilişkin veriler değerlendirildiğinde: Olguların %31.5'inin işsiz olduğu bulunmuştur. Eğitim durumları incelendiğinde; %40'ı ilkokul, %22'si ortaokul, %28'i lise, %4'ü yüksekokul mezunudur. Madde kullanım yöntemi incelendiğinde; %40.5'i burundan enfiye şeklinde çekerek, %30'u damar içi parenteral, %6'sı sigara ile eroin kullandığını belirtmiştir. Uyuşturucu maddenin kimyasal yapısına bağlı olarak, merkezi sinir sistemi üzerine etki gösterirler ve bağımlılık yaratırlar. Bu nedenle tedavi amacıyla verilen uyuşturucu nitelikteki ilaçların aşırı ve yanlış kullanılmasıyla da bağımlılık oluşmaktadır. Analjezik etki potansiyeli yüksek ağrı kesiciler kolaylıkla bağımlılık oluşturabilmektedir. Uyuşturucu madde bağımlılığı özellikle gençler arasında hızla yayılmaktadır. Arkadaş önerisi, gruba uyum sağlama isteği, merak ve macera arayışı, yasaklara karşı direnme isteği, sorumluluktan kaçma, başarısızlık ve güvensizlik duygularından kurtulma gibi nedenlerle kişiler uyuşturucu maddeleri denemektedirler. Uyuşturucu madde bağımlılığında sosyal çevrenin önemli rolü vardır. Aile içindeki huzursuzluklar, aşırı kısıtlayıcı ve baskıcı tutumlar veya aşırı serbest davranılması, ailede uyuşturucu kullanan bireylerin olması gibi sebepler kişileri uyuşturucuya itebilir. Aşırı dozda eroin kullanımı vücut dokularına yeteri kadar oksijen gitmemesine (hipoksi) sebep olabilir. Hipoksinin koma ve kalıcı beyin hasarı dahil olmak üzere kısa ve uzun vadeli psikolojik ve nörolojik birçok etkisi bulunmaktadır. Naloksan, tüm opioid reseptörlerine yarışmalı olarak bağlanan bir antagonisttir. Anahtar kelimeler: Eroin, Madde Bağımlılığı, Diasetilmorfin, Diasetilmorfinhidroklorür

PB-07 MADDE BAĞIMLILIĞI: KOKAİN Fazilet Eda DURAK 1 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR 2 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Kokain, Koka bitkisinin yapraklarından elde edilen, doğal kaynaklı, stimulan uyarıcı bir maddedir. Kokain ilk kez 1860 da Wöhler tarafından koka yapraklarından izole edilmiştir. Kokainin bağımlılık yapma potansiyeli yüksektir. Toplumda kokainin yaygın kullanılması ve halk sağlığı sorunu olması nedeniyle üzerinde durulması gereken bir konudur. Yöntem: Literatür taraması ve kaynak taraması yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Kokain ilk defa (1884) göz anestezisinde (katarakt ameliyatında), daha sonraları diş hekimliğinde ve diğer anestezilerde (1898) kullanılmıştır. Kokain periferik sinirlerde impuls oluşumunu ve iletimini engeller. İnsan vücudundaki etkisini gerek beyinde gerekse de periferde, dopamin ve norepinefrin geri alınımının inaktivasyonunu engelleyerek, katekolaminerjik nörotransmisyonu arttırarak gösterir. Bu durumun sonucu olarak hiperaktivite, iştah azalması, stereotipik hareketler ve uyanıklık gözlenir. Kokainin en sık kullanım yöntemi tozun burun yoluyla alınmasıdır. Bunun dışında deri altı, damar içi ve sigara şeklinde kullanılmaktadır. Kokain noradrenalin geri alınımı engelleyerek damarlarda daralma ve hipertansiyon yapar. Bu etki sonucu burun mukozasında iskemi oluşabilir ve kronik kullananlarda membranın ülserasyonu, hatta septum delinmesi görülebilir. Kokain nazofarinkste mukoza haraplanmasına bağlı kanamalarda klinik yarar sağlayabilir. En sık kullanan bireyler 18-25 yaş arasındadır. Dünyada en fazla kokain kullanan ülke Arnavutluk olup, nüfusunun %2.5'i kokain kullanmaktadır. Kokain bağımlılığı; sosyal, psikolojik, kültürel ve biyolojik faktörlerin rol oynadığı bir bozukluk olarak düşünülmektedir. Erkeklerde kullanımı kadınlardan iki kat daha fazladır. Irk ve sosyoekonomik farklılıklar kullanım oranını etkilememektedir. Psikiyatrik bozuklukların ise madde kullanımını ve bağımlılık riskini arttırdığı tespit edilmiştir. Genetik etkenler madde bağımlılığına katkıda bulunduğu görülmüştür. Ülkemizde kullanıcı ve satıcılara sosyal bir baskı olması (dini inanç, yaşam tarzı, kültür gibi nedenlerden dolayı), satıcılara hukuksal cezai işlem uygulanması, maddenin pahalı olması erişebilirliğe engel teşkil etmektedir. Kokain bağımlılığının tedavisinde önce arındırma tedavisi yapılmaktadır. Sonra fiziksel stabilizasyon sağlanarak, nüks önlenmeye çalışılır. Kesin sonuç sağlayan ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Ancak tedavide kullanılan farmakolojik ajanlar arasında: SSRI lar, antipsikotikler, antikonvulsanlar, MAO inhibitörleri yer almaktadır. Kokain bağlayıcı antikorlar üzerindeki çalışmalar devam etmektedir. Kokain bağımlılığının azaltılması ve/veya önüne geçilebilmesi için, okullarda bilgilendirme seminerleri yapılmalı (özellikle üniversite ve liselerde), aileler bilinçlendirilmeli, okul çevreleri daha sık denetlenmelidir. Kullanıcı bireyler de hukuksal cezaya tabii tutulmalı ve hem kullanıcı hem de satıcılara uygulanacak cezai yaptırımlar ağırlaştırılmalıdır. Anahtar kelimeler: Kokain, Toksisite, Tedavi, Madde Bağımlılığı.

PB-08 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR 2 MADDE BAĞIMLILIĞI: ESRAR İmran KILIÇASLAN 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Marijuana ya da esrar, hint keneviri bitkisinden (cannabis sativa) elde edilen ve etkin maddesi tetrahidrokannabiol (THC) olan, suistimal edilen keyif verici başlıca maddelerden biridir. Madde bağımlılığı sadece kullananı değil tüm toplumu etkiler ve esrar bağımlılığı da yaygın görülen ve halk sağlığı sorunu olması sebebiyle üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu yüzden çalışma boyunca esrarın toksisitesi, sık kullanıldığı yaş grubu, ulaşılabilirliği, kullanıma teşvik eden faktörler, tedavisi ve tedavinin başarı yüzdesi gibi bilgileri elde edip bir bilinç oluşturulmaya çalışıldı. Yöntem: Kaynak taraması, literatür derlemesi yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Hint keneviri bitkisinin yapraklarının ve tozlarının farklı işlemlerden geçirilmesi sonucu elde edilen esrar maddesi, dünyada en yaygın üretilen, en fazla kaçakçılığı yapılan ve en çok tüketilen yasadışı uyuşturucu maddedir. Esrar ağız yoluyla çiğnemek suretiyle alınabilir ancak en sık kullanım yolu sigara olarak kullanımıdır. Tüm halüsinojenler, entelektüel aktivite, mizaç, bellek ve davranış bozukluklarıyla birlikte öfori ve cinsel uyarıya neden olurlar. THC beyinde ve yağ dokusunda birikir. Bu nedenle de vücuttan atılma hızı düşüktür. Türkiye de son dönemde uyuşturucu kullanımı yaş aralığı değerlendirildiğinde; 11-18 yaş arasında %51.8, 18-24 yaş arasında %41.2 oranındadır. Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBIM) raporlarına da yansıyan, esrarın en çok kullanılan madde olduğu bilgisini doğrulamaktadır. Sık kullanıldığı ülkeler arasında Amerika, Arjantin, Avusturalya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Ekvador, Fransa, Hollanda, İran, İspanya, Kuzey Kore, Pakistan yer almaktadır. Esrar satışı Hollanda da coffee shop denen dükkanlarda bir defada 5 grama kadar satmak şartıyla serbesttir. Ülkemizde satışı yasaktır. Türkiye de kenevir tohumunun alımı ve satımı kontrole tabi değildir. Bununla birlikte Türkiye de, 21/10/1990 tarihli Kenevir Ekimi ve Kontrolü Hakkında Yönetmelik doğrultusunda belirlenen sınırlı bölgede, endüstriyel amaçlar için (kenevir bitkisinin elyafından halat, çuval vb. yapılmakta ve tohumlarından yağ üretilmektedir) yasal kenevir ekimine izin verilmektedir. Esrar en sık 11-18 yaş aralığında kullanılmaktadır ve bu yaş aralığında kullanımı etkileyen en önemli faktör sosyal çevre yani arkadaş etkisi ve meraktır. Bunun yanı sıra bireyin kişisel özellikleri; içe kapanık kişilik, stresle baş etmede güçlük çekmesi gibi nedenler esrar kullanımını artırmaktadır. Genetik yatkınlığın etkisine bakıldığında; esrar kullanımı ve özellikle şizofreni arasında bir ilişkinin olduğu görülmüştür; şizofreni olan kişilerde esrar kullanımı önemli ölçüde diğer kişilere göre daha yüksektir ve esrar kullanıcılarında şizofreni gelişme olasılığı 2 kat daha fazladır. Esrar bağımlılığının tedavisi ise diğer maddelerde olduğu gibi kişinin maddeden arındırılması, yaşadığı yoksunluk belirtilerinin azaltılması, nüksün önlenmesi ile gerçekleşmektedir. Anahtar kelimeler: Marijuana, THC, Esrar, Bağımlılık, Şizofreni, Madde, Uyuşturucu

PB-09 Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Songül ÜNÜVAR 2 MADDE BAĞIMLILIĞI: BONZAİ Zeynep DENİZER 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Madde bağımlılığı, insanların sağlık ve sosyal yaşamlarını olumsuz etkilemesine rağmen kontrol edilemeyen istek duygusudur. Sadece kullanan kişiyi değil tüm toplumu etkileyen bir durumdur. Halk sağlığı için üzerinde durulması gereken bir konudur. Günümüzde, dünyadaki pek çok ülkeyi ciddi bir şekilde tehdit eden ve en fazla tartışılan bağımlılık çeşidi, psikoaktif madde bağımlılığıdır. Bu kategoride bulunan ve insanlar arasında genellikle bonzai olarak bilinen popüler madde, özellikle gençlerin sağlıklarını ve sosyal yaşamlarını kötü şekilde etkilemektedir. Kimyasal adı JWH-018 olan bir sentetik kannabinoid (SK). En yaygın kullanılan ismi ile bonzai (sentetik THC, Jamaican, Jamaican Gold vb.) yapısında birçok kurutulmuş bitkiyi içerir, ancak yapılan analizler aktif etken maddenin sentetik kannabinoid olduğunu göstermektedir. Yöntem: Kaynak araştırması ve literatür taraması yapılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Bonzai kullanımını teşvik eden faktörler arasında; kannabisten daha güçlü bir etki göstermesi, ucuz ve kolay ulaşılabilir olması, yakın zamana kadar standart madde testlerinde açığa çıkmıyor olması (idrar veya kan tahlillerinde sentetik bileşenlerin saptanamaması), merak etme, eğlence arayışı, ailesel sorunlar, yalnızlaşma sentetik kannabinoidlerin artan kullanımına katkıda bulunmaktadır. Bonzai bağımlılığının tedavisinde sürdürme tedavisi (maintenance therapy), psikoterapi ve ilaçla tedavi yöntemleri izlenebilir. Kullananların çoğunluğunu 13-18 yaş grubu eğitimsiz çocuklar oluşturmaktadır. Genellikle ilk kullanımda doz aşımına bağlı olarak kullanıcılar hayatını kaybetmektedirler. Özellikle kardiyovasküler ve nörolojik belirtiler yaşamı tehdit eden ölçüde olabilir. Bulantı, kusma, terleme, taşikardi, hipertansiyon, göğüs ağrısı, akut m.i., serebral iskemi, halüsinasyonlar, psikoz, delüzyonlar, ajitasyon, agresif davranış, anksiyete, panik atak, kısa süreli bellek bozukluğu, kognitif bozukluk, konfüzyon, uyuşukluk, kserostomi, baş ağrısı, motor inkoordinasyon, peltek konuşma, tutarıklar, konjonktivada kızarma, midriyazis, bulanık görme, solunum depresyonu, akut böbrek hasarı, kas ağrıları, hipokalemi, asidoz yapabilirler. Motor koordinasyon bozukluğu, sersemlik ve baş dönmesi nedeniyle trafik kazalarına yol açabilirler. Türkiye'de sentetik uyuşturucu üretimi yapılmamaktadır, ancak Güney Kıbrıs, Uzak Doğu ve Rusya'da üretilip daha sonra ülkemize yasadışı yollarla getirilip, pazarlanmaktadır. Türkiye de sentetik kannabinoidlerin hızla yayılması ve özellikle gençler için büyük tehlike oluşturması bazı yasal düzenlemelerin gerekliliğine dikkat çekmiştir. Bu nedenle, sentetik kannabinoidlerin bir kısmı 22 Mayıs 2013 tarihli karar ile yasadışı madde olarak ilan edilmiştir (Resmi gazete 2013). Madde kullanımını çeşitli faktörler tetiklemektedir. Ancak maddenin ulaşılabilirliği kullanımının yaygınlaşmasını yüksek oranda artırmaktadır. Bağımlılığı önlemek adına cezai yaptırımların artırılması önerilebilir. Anahtar kelimeler: Kannabinoid, Madde Bağımlılığı, Bonsai

PB-10 AROMATERAPİNİN STRES VE ANKSİYETEDE KULLANIMI Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Narin SADIKOĞLU 2 İpek Begüm BİRİNCİ 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Günümüzde stres ve anksiyetenin azaltılmasına yönelik çeşitli yöntem ve tedaviler bulunmaktadır. Farmakolojik seçenekler yaygın olarak sunulurken bunların hastanın uyanıklık ve biliş seviyesini azaltma gibi yan etkileri olabilir. Aromaterapi gibi tamamlayıcı sağlık yaklaşımlarından biri olan, beden ve zihin müdahaleleri içerisinde yer alan, ilaç dışı alternatif yöntem ideal bir tedavi şekli olarak tanımlanabilir. Aromaterapi, aromatik bitkilerden elde edilen esans yağların, koku yollarında yer alan reseptörler üzerinden organizmayı etkilemesi esasına dayanan tamamlayıcı bir tedavi yöntemidir. Bu araştırma projesi aromaterapinin, stres ve anksiyetenin azaltılmasına yönelik etkinliği araştırmak amacıyla yazılmıştır. Yöntem: Bu çalışmada pubmed, scobus, googleacademicsciencefinder gibi arama motorları kullanılarak onlarca makale okunup tarama yapıldı. Aramoterapi ile ilgili kaynak kitaplardan faydalanıldı, çeşitli sağlık dergileri okundu. Konu ile ilgili olanlar derlendi. Bulgular ve Sonuç: Aromaterapi, bitkisel öz yağlarla yapılmakta olup bu öz yağların; ağrı, stres ve anksiyeteyi azaltmada, stres yönetimini geliştirmede, psikolojik olarak iyilik hali duygusunu arttırmada etkili olduğu ortaya konulmuştur. Bazen aroma ya da kokuyu bir an düşünmek bile gerçek aroma ya da kokunun hissedildiği andaki kadar etkili olabilmektedir. Aromaterapide stres için kullanılan bitkisel yağlardan başlıcaları adaçayı (kortizol seviyesini düşürücü, ağrılı adet döneminde rahatlatıcı), ökaliptus (melankolinin, üzüntü ve endişenin dağılmasını sağlayıcı), lavanta (endorfin salgısını dengeleyici, uykuya geçişi kolaylaştırıcı, rahatlatıcı, sakinleştirici), limon (konsantrasyon ve uyanıklığı sağlayıcı), romen papatyası (kaygı, stres giderici), ylangylang (iyi olma hissi verici), günlük ağacı (sakinleştirici, canlandırıcı), bergamot (kas rahatlatıcı), vetiver yağı (kortizol ve melatonin seviyesini düzenleyici) ve gül (duygu-durum düzenleyici ve stresi azaltıcı) dür. Araştırmalara göre en etkin uçucu yağ dozajı kg başına 1 mg olarak hesaplanmaktadır. Örneğin 70 kg ağırlığındaki bir insan için 70 mg, yani 2-5 damla istenen etkinin görülmesi için yeterli olup daha fazla kullanılması etkinin azalmasına neden olmaktadır.bu derleme, aromaterapötikesansiyel yağların hafif şiddetli depresyon, uykusuzluk, anksiyete, aşırı stres, kas, eklem ve baş ağrılarında önemli yararlar sağladığını göstermektedir. Anahtar kelimeler: Aromaterapi, Anksiyete, Uçucu Yağ

PB-11 AROMATERAPİNİN ANTİDERMATOFİTİK ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Danışman: Dr. Öğr. Üyesi Narin SADIKOĞLU 2 Meltem TAY 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Aromaterapi, yaprak, çiçek, ağaç kabuğu, meyve, kök gibi bitkisel kaynaklardan çıkarılmış ve konsantre edilmiş esansiyel yağların terapötik amaçla kullanılmasıdır. Dermatofitler son yıllarda, özellikle yüksek riskli hastalarda artmış olan ciddi insan patojenik enfeksiyonlarından sorumludur. Bu enfeksiyonlar sıklıkla tekrarlayan ve sıklıkla tedaviye dirençli morbidite ilişkili yüzeysel mikozların ana nedenidir. Esansiyel yağlar geleneksel olarak antifungal özellikleri nedeniyle yüzyıllardır kullanılmaktadır. Yakın zamanlardaki çeşitli çalışmalar, bu doğal ürünlerin, antifungal maddeler olarak mükemmel potansiyelinin kanıtlarını göstermiştir. Bu nedenle, esansiyel yağların geniş spektrumlu, daha güvenli ve daha ucuz antifungal ajanların geliştirilmesi için en umut verici doğal ürün gruplarından biri olması beklenmektedir. Dermatofitik enfeksiyonların artması, tedavilerinde karşılaşılan sınırlamalar (örn. Direnç, yan etkiler ve yüksek toksisite), geleneksel antifungallerin artmış aşırı kullanımı ve yüksek tedavi maliyetleri, esansiyel yağların tedavide kullanılabilirliğinin araştırılmasını teşvik etmiştir. Bu çalışmada, aromaterapinin fungal enfeksiyonlarda oral ve topikal antifungallerin kullanımını ne ölçüde azaltabileceği ile yan etkilerinin eradike edilebilirliğinin elde edilen verilerin ışığında yorumlanması amaçlanmıştır. Yöntem: İnternet ortamından çeşitli bilimsel makale ve kitaplar taranmıştır. Konu ile ilgili olanlar arasından derleme yapılmıştır. Aromaterapide kullanılan uçucu yağların dermatofitler üzerindeki etki mekanizması, hangi uçucu yağların hangi bileşen sayesinde antifungal etki gösterdiği, mevcut antifungallerden üstünlük ve avantajları, antifungaller ile kombinasyonunun etkililiği, uçucu yağın uygulama şekilleri araştırılıp tartışılmıştır. Bulgular ve Sonuç: Elde edilen veriler ışığında aromaterapik uçucu yağların topikal ve oral antifungaller ile birlikte kullanılarak onların yan etkilerini azaltabileceği gibi, tek başına da oluşturulacak yeni formülasyonlarda kullanılması beklenmektedir. Antifungallerin sebep olduğu yan etkiler ve direnç gelişimi de göz önüne alındığında uçucu yağların az miktarlarda bile kullanılması yeterli olabilecektir. Mevcut antifungallerin etki mekanizması ile benzerlik göstermektedirler. Kullanılacak uçucu yağın saflığı, içerisinde toksik madde bulunup bulunmaması, bitkinin hangi kısmından elde edildiği, hangi ana bileşikleri içerdiği dermatofitler üzerindeki etkinliğini belirlemektedir. Formülasyonların optimizasyonu, klinik uygulamalar için optimal konsantrasyonların oluşturulması ve olası yan etkilerin araştırılması gelecekte planlanan araştırma konularıdır. Sonuç olarak uçucu yağlar üzerinde daha fazla toksikolojik çalışma yapılarak antifungal tedavi protokollerinin içinde yer alması sağlanmalıdır. Etkililik ve yan etkilerin azlığı gibi nedenlerden ötürü araştırmaya açık ve gelecek vadeden bir alan olduğu ayrıca ekonomik olarak da fayda sağlayacak bir alan olduğu düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Aromaterapi, Antidermatofitik, Antifungal, Uçucu Yağ

PB-12 ELEKTRO KİMYASAL SENSÖRLER VE SAĞLIKTAKİ UYGULAMALARI Gökhan ATAY 1, Rozerin İLKGÖREN 1, Müzeyyen BAYBATMAZ 1, Büşra AYAZ 1, Beyza Nur FİDANEL 1 Danışman: Doç. Dr. Selim ERDOĞAN 2 1 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi 5. Sınıf Öğrencisi 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Analitik Kimya Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Kimyasal bileşiklere ya da iyonlara seçici ve tersinir bir şekilde cevap veren ve konsantrasyona bağımlı elektriksel sinyaller oluşturan küçültülmüş cihazlara elektrokimyasal sensörler denir. Bu sensörler, yapılarına enzim, hücre, doku, antikor, DNA, vb. biyolojik maddelerin eklenmesiyle Biyosensör adını almışlardır. Bir biyosensörün amacı, bir veya daha fazla analiz edilecek madde miktarıyla orantılı olarak sürekli sayısal sinyali üretebilmektir Biyosensörler, analiz edilecek madde ile seçimli bir şekilde etkileşime giren biyoaktif bir bileşenin, bu madde ile etkileşimi sonucu ortaya çıkardığı sinyalin, ileten bir iletici sistemle birleştirilmesi ve bu etkileşim ürünlerinin bir ölçüm sistemi ile ölçülmesi olarak tanımlanabilir. Sensörler üzerinde son 40 yıldır çalışmalar yapılmış ve gelişmeler kaydedilmiştir. Biyolojik ve kimyasal etken maddelerin tarımsal üretim, gıda işleme ve çevresel izleme yanında klinik teşhisler, ilaç testleri, tarım ve veterinerlikte tanı ve kalite kontrolü, biyoişleme, biyolojik savaş ve anti-biyoterörizm gibi ilaç üretimi, endüstriyel atık su denetimi, madencilik, gibi alanlarda yaygın olarak kullanımı söz konusudur. Gıda sektöründe biyosensörlerin kullanımı gerek gıdaların üretimi gerekse paketlenmesi ile markete sunulması aşamalarında gıdaların kalite ve kontaminasyon kontrolleri için tercih edilmektedir. Sensörlerin en yoğun olarak kullanıldıkları alan ise bugün için medikal tanı ve teşhis alanıdır. Sensörlerin tarihi, ameliyat sırasında kanın O2 miktarını bir elektrot ile izlemesiyle başlar. Sonrasında, Clark ve Lyons (1962), Glukozoksidaz (GOD) enzimini O2 elektrodu ile kombine ederek kanın glukoz düzeyini ölçmüşlerdir. Enzimler, doku kültürleri, mikroorganizmalar, organeller, antikorlar ve nükleik asitler sensörlerde kullanılan farklı komponentler olarak bilinmektedir. Bulgular ve Sonuç: Sensör teknolojisi ile biyoproseslerin nükleik asit düzeyinde izlenmesi, ilaçların reseptörlere etkisi ve özellikle transmitter-reseptör etkileşimi ve hem DNA, hem de çeşitli antikanser ilaçların DNA ile etkileşim ürünlerinin elektrokimyasal tayini, daha kolay, daha hızlı ve daha güvenilir bir şekilde yapılabilecek ve gelecekteki önemli tıbbi uygulamaları olacaktır. Nükleik asit analizine dayanan elektrokimyasal DNA biyosensörlerinin (genosensörlerin) gelecekte hasta başında yapılacak doktor gözetimindeki analizlerde çok önemli bir rol oynayacağı düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: Elektrokimyasal Sensörler, Analiz, Biyosensörler, Sağlık

PB-13 DİÜRETİK İLAÇLARIN FARMAKOLOJİK ÖNEMİ Danışman: Dr. Öğr. Üyesi İsmet YILMAZ 2 Esmanur ÇİÇEK 1 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Diüretik ilaçlar idrar hacmini artıran ilaçlardır. Bu etkilerini böbreklerde nefronları ve toplayıcı tüpülleri etkileyerek yapmaktadırlar. Bu ilaçlar sodyum ve klorür iyonun böbrek tübüllerinde reabsorpsiyonunu azaltmaktadırlar. Bu ilaçlar sonuç olarak, net sodyum ve net su itrahını artırarak böylece su ve tuz dengesini negatifleştirmiş olurlar. Bu çalışmamızda diüretik ilaçların farmakolojik önemini araştırmayı ve bilgileri toplamayı hedefledik. Yöntem: Diüretik ilaçlar Karbonik anhidraz inhibitörleri Osmotik diüretikler Ksantin türevleri Kıvrım diüretikleri Tiazid grubu diüretikler ve benzerleri Aldosteron antagonistleri Etki yerleri Proksimal tübül üzerine etkili olanlar Proksimal tübül üzerine etkili olanlar Proksimal tübül üzerine etkili olanlar Henle kıvrımı üzerine etkili olanlar Distal tübül üzerine etkili Kortikal toplayıcı tüpül üzerine Diüretik ilaçlara genel olarak bakacak olursak bir çok tedavi alanında yer almaktadır. Genel kullanım alanları: Akut ve kronik ödemler, Hipertansiyon, Akut ve kronik kalp yetmezliği, Zehirlenmelere bağlı diürez güçlüğü, Diabetes insipudus, Glokom, Akut dağ hastalığı, Kadınlarda hirsutizm. Elektrolit ve su dengesinde sapma en yaygın görünen yan etkidir. Diüretikler böbrek yetmezliği, yarı koma hali, hipokalemi ve hiperkalemide kontrendikedir. Bulgular ve sonuç: Diüretik ilaçların kombine veya tek başlarına kullanım alanları oldukça geniştir. Birçok hastalığın tedavisinde etkilidirler. Diğer ilaçlara göre ucuz olmaları ve yan etki profilinin diğer ilaçlara göre daha az olması, akut yan etkilerinin olmaması onları üstün kılar. Bütün ilaçlarda olduğu gibi diüretik ilaçlarında kullanımı konusunda kullanılan endikasyon ve doz doğruluğu önemlidir. Bu durum hassasiyetle doğru değerlendirildiğinde diüretik ilaçlar yıllardır tercih edilen ilaçlar olduğu gibi gelecekte de olacaktır. Anahtar kelimeler: Diüretik, Diürez, Natriüretik, Ödem

PB-14 PROSTAGLANDİNLERİN FARMAKOLOJİK ETKİLERİ Danışman: Dr. Öğrt. Üyesi İsmet YILMAZ 2 Rüveyda KÖSE 1 1 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi 5.Sınıf Öğrencisi 2 İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Prostaglandinler ve ilgili moleküllere sınıf olarak eikosanoid denir. Eikosanoid terimi, prostaglandin moleküllerinin çoğunda bulunan 20 karbona atıfta bulunularak "yirmi" anlamındaki "eikosa" dan türetilmiş olup eikosanoidler sinyal molekülleri olarak kullanılırlar. Genellikle lokal olarak hareket eden prostagalandinlerin çoğu araşidonik asitten sentezlenir. Prostaglandinlerin çoğu diğer bazı otakoidler gibi damar düz kaslarını gevşetirler ayrıca diğer yapıların düz kaslarını(barsak ve uterus) ise kasarlar. SİKLOOKSİJENAZLAR: COX enziminin 2 izoformu vardır: COX-1: Birçok dokuda bulunur (böbrek, mide, damar endoteli, trombosit). Fizyolojik fonksiyonlarda rol alarak koruyucu etki sağlarlar ancak bu enzimin baskılanmasıyla yan etkiler ortaya çıkar. COX-2: İnflamatuar hücrelerde (özellikle makrofaj) yüksek oranda bulunan COX-2 enzimi inflamasyondan sorumlu izoenzimdir. Normal olarak dokularda saptanamayacak kadar düşük oranda bulunmalarına karşın bu dokularda inflamasyon gelişirse bu oran 80 katına kadar çıkabilir. Bu enzimin baskılanması sonucunda antiinflamatuar etki ortaya çıkacaktır. PROSTAGLANDİN TÜREVİ İLAÇLARIN GENEL TERAPÖTİK ENDİKASYONLARI Carboprost trometamol-abortus Dinoproston (PGE2) - Doğum eylemini gerçekleştirmek Alprostadil (PGE1) - Fallot tetralojisi ve ductus arteriosus kapanması- periferik vas. Beroprost- Periferik vasküler hastalık Epoprostenol-Pulmoner Hipertansiyon Misoprostol-Ülser Limaprost-Buerger Hastalığı Latanoprost-Glokom Arthrotec-Artrit PROSTAGLANDİN İ LER(PGİ LER): Prostaglandin İ ler (PGİ ler), yapıca prostaglandinlere çok benzerler ve bazı kaynaklarda prostaglandin olarak kabul edilirler ancak prostaglandinlerden kimyaca farkı monosiklik değil, bisiklik olmasıdır. PGİ2 kanın akciğerlerden geçişi sırasında fazla yıkılmayan; hatta önemli ölçüde akciğer damar yatağından kana salınan bunun yanında damar içinde trombus oluşumunu engelleyen stabil olmayan çok kısa etkili bileşiklerdir. TROMBOKSANLAR: Tromboksanların yapıca prostaglandinlerden farkı, 1 oksijen diğerleri karbon olan 6 üyeli bir halka içermeleridir. Esas olarak trombositler tarafından sentez edilmeleri ile de prostaglandinlerden ayrılırlar. Lökositlerde de sentez edilebilirler. Araşidonik asitten tromboksan oluşumu esas olarak COX-1 enzimi tarafından katalize edilir. Anahtar kelimeler: Prostaglandin, Siklooksijenaz, Prostaglandin İ, Tromboksan