Danışma Kurulu Prof.Dr.Gönül AKÇAMETE... Prof.Dr.Belma AKŞİT... Doç.Dr.Aliye Mavili AKTAŞ... Prof.Dr.Emine AKYÜZ... Prof.ZehraARIKAN...



Benzer belgeler
Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

AİLE YAPILARI. Psikolog Psikoterapist Aile Danışmanı Sibel CESUR AKYUNAK

Aile ve Birincil İlişkiler

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

Erken Yaşlardaki Evlilikler ve Gebelikler

TOPLUMSAL KURUMLAR VE AİLE ÇIKMIŞ SINAV SORULARI MURAT YILMAZ EGE ANADOLU LİSESİ

BURDUR İLİNDE SPORA KATILIMIN SOSYO EKONOMİK BOYUTUNUN ARAŞTIRILMASI

TEMEL EĞİTİMDEN ORTAÖĞRETİME GEÇİŞ ORTAK SINAV BAŞARISININ ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ

Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü. Kadına Şiddet Raporu

Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler

Katılımcının Yaşı n % TOPLAM

ÜNİTE:1. Toplumsal Yapıyı Açıklayan Kavram ve Kuramlar ÜNİTE:2. Türkiye de Kültür ve Kültürel Değişim ÜNİTE:3

DAVRANIŞ BİLİMLERİ ÜZERİNE YRD.DOÇ.DR. ÖZGÜR GÜLDÜ

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA

Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması

TÜRKİYE DE KADIN VE ŞİDDET Bilgi, Algı ve Davranış Araştırması. Kasım, 2014

2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması

AKSARAY ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ DEKANLIĞI

AKSARAY ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ DEKANLIĞI

TÜRKİYE NİN TOPLUMSAL YAPISI

AİLE ve EVLİLİK EĞİTİM PROGRAMI PROJE DOSYASI

SOSYAL PSİKOLOJİ G İ R İ Ş

DEĞİŞEN ANNE BABA ROLLERİ

Türkiye Nüfusunun Yapısal Özellikleri Nüfus; 1- Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Genç (Çocuk) Nüfus ( 0-14 yaş )

T.C. AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI Trabzon Koza Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi PINAR ÖŞME PSİKOLOG

SOSYAL TABAKALAŞMA SOSYAL TABAKALAŞMA Taylan DÖRTYOL Akdeniz Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Pazarlama Bölümü

T. C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROJESİ KESİN RAPORU

Araştırma Notu 16/191

EKSTRA ANLATILAN DERSLER

Bilimsel Araştırma Yöntemleri I

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTE DERGİSİ GENEL YAYIN İLKELERİ YÖNERGESİ

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI.

1.ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİNDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİ VE REHBERLİK. Abdullah ATLİ

SURİYE, IŞİD VE ASKERİ OPERASYONLA İLGİLİ SEÇMEN DÜŞÜNCELERİ

Araştırma Notu 14/163

Yaşam Boyu Sosyalleşme

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Sayın Bakan, Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel. Kurumu Genel Müdürü, Danışma Kurulu Üyeleri, Kurumların Saygıdeğer

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

T.C. HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARINDA YÖNTEM VE TEKNİKLER SEMİNERİ

Dr. Oğuzhan Zahmacıoğlu Yeditepe Üni. Tıp Fak. Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı

İLKÖĞRETİM ve LİSELERDE DİNDARLIK ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ARAŞTIRMA (DİYARBAKIR ÖRNEĞİ)

1.Ünite: SOSYOLOJİYE GİRİŞ A) Sosyolojinin Özellikleri ve Diğer Bilimlerle İlişkisi

1 SOSYOLOJİNİN DÜNYADA VE TÜRKİYE DE GELİŞİMİ

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için; KONDA dan araştırma verileri. 8 Mart 2015

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

SURİYELİ KADIN ve KIZ ÇOCUKLARI İÇİN GÜVENLİ ALANLAR PROJESİ Merkezlerimize ve etkinliklerimize ilişkin bazı fotoğraflar

İÇİNDEKİLER BÖLÜM I GİRİŞ

Çalışma Hayatında Psikolojik Sorunlar. Doç. Dr. Ersin KAVİ

Yard. Doç. Dr. Mine Afacan Fındıklı. İş Değerleri ve Çalışma Hayatına Yansımaları

DERS ÖĞRETİM PLANI TÜRKÇE. 1 Dersin Adı: Kurumlar Sosyolojisi. 2 Dersin Kodu: SSY Dersin Türü: Zorunlu. 4 Dersin Seviyesi: Lisans

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

T.C. MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNE YÖNELMEDE AİLENİN VE BRANŞ SEÇİMİNDE CİNSİYETİN ROLÜ

İSTANBUL KEMERBURGAZ ÜNİVERSİTESİ ANAYASASI

G İ R İ Ş. SBÖ115 SOS. PSİ. - Prof.Dr. H. HARLAK

Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi. Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

T.C. ANKARA SOSYAL BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROJELERİ KOORDİNASYON BİRİMİ PROJE BAŞLIĞI. Proje No:

KADIN CİNSELLİĞİNİN SÖYLEMSEL İNŞASI VE NAMUS CİNAYETLERİ: ŞANLIURFA ÖRNEĞİ

Okul Psikolojik Danışmanlarına Yaygın Sorunlar İçin Yol Haritası

III. ULUSLARARASI KOP BÖLGESEL KALKINMA SEMPOZYUMU BİLDİRİ YAZIM KURALLARI

EĞİTİMİN SOSYAL TEMELLERİ TEMEL KAVRAMLAR. Doç. Dr. Adnan BOYACI

ÖĞRENEN LİDER ÖĞRETMEN EĞİTİM PROGRAMI 2014 YILI ÖLÇME DEĞERLENDİRME RAPORU

İlköğretim Matematik Öğretmeni Adaylarının Meslek Olarak Öğretmenliği

Geçmişten Günümüze Kastamonu Üniversitesi Dergisi: Yayımlanan Çalışmalar Üzerine Bir Araştırma 1

Eleştirilere Yanıt Verirken Yazarlardan Beklentiler. Prof. Dr. Necla TÜLEK Klimik Dergisi Editör Yardımcısı

ÇALIŞMA EKONOMİSİ II

Toplumsal cinsiyet ve şiddet

Psikolog Psikoterapist Aile Danışmanı Sibel CESUR AKYUNAK

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi

İSTEK ÖZEL ACIBADEM İLKOKULU PDR BÖLÜMÜ EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

İş Birlikli Öğrenme Teknikleri ve Türkçe Öğretimi

Bilgisayar ve İnternet Tutumunun E-Belediyecilik Güvenliği Algısına Etkilerinin İncelenmesi

NÜKLEER SİLAHLAR ARAŞTIRMASI - SONUÇ RAPORU RAŞTIRMASI - S

TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ

BİLİMSEL ARAŞTIRMA GİRİŞ BÖLÜMÜ

Eğitim Bağlamında Oyunlaştırma Çalışmaları: Sistematik Bir Alanyazın Taraması


Dezavantajlı Gruplar Psiko-Sosyal ve Manevi Bakım

ANADİL AYRIMINDA İŞGÜCÜ PİYASASI KONUMLARI. Yönetici Özeti

DOĞURGANLIĞI BELİRLEYEN DİĞER ARA DEĞİŞKENLER 7

Evrensel Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığının Yüzü 2009

Türkiye de Doğurganlık Tercihleri

TÜRKİYE SİYASİ GÜNDEM ARAŞTIRMASI MART 2014

EĞİTİMDE ARAŞTIRMA TEKNİKLERİ

Dr. Aytuğ Balcıoğlu Çankaya Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürü

UYGULAMALI SOSYAL PSİKOLOJİ (Baron, Byrne ve Suls, 1989; Bilgin, 1999) PSİ354 - Prof.Dr. Hacer HARLAK

Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri. Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Projesi

6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı

DAVRANIŞ BİLİMLERİNE GİRİŞ

T.C. İZMİR KÂTİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ DANIŞMANLIĞI YÖNERGESİ

KADIN DOSTU AKDENİZ PROJESİ

VIII. BÖLÜM- DOĞUM. 8. Doğum

VEFA LİSESİ ÖĞRENCİLERİNİN DEMOGRAFİK YAPISI ( ) 26/11/2014

Transkript:

Yıl 7 Cilt 2 Sayı 8 Ocak - Şubat - Mart 2005 T.C. BAŞBAKANLIK AİLE ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Eğitim - Kültür ve Araştırma Dergisi AİLE ve TOPLUM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ Sahibi Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Adına Nesrin AFŞAR ÇELİK Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Nuri NURUAN Genel Yayın Koordinatörü ve Yazı İşleri Müdürü İrfan ÇAYBOYLU Yayın Kurulu Mesut TAŞÇI İrfan ÇAYBOYLU Dursun AYAN Sadık GÜNEŞ Ahmet Rasim KALAYCI Adres Meşrutiyet Caddesi No:19 06650 Kızılay-ANKARA Tel: (312) 419 29 79-(12 Hat) Fax:(312)419 29 70 Aile ve Toplum Dergisi'nde yayınlanan yazılardaki görüşler yazarına aittir. Aile ve Toplum Dergisi üç ayda bir yayınlanır Baskı ve Tasarım Azim Matbaacılık 0312.342 03 71 1. Aile ve Toplum Dergisi, Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırma Genel Müdürlüğü tarafından üç ayda bir yayınlanır. 2. Dergide telif ve tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme tartışma yazıları Türkçe ya da bir yabancı dilde yer alır. 3. Dergi, "Hakemli" bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili bir akademisyen ve Yayın Kurulu tarafından incelendikten sonra yayınlanabilir. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. 4. Gönderilen yazıların yayınlanma zorunluluğu yoktur.dergiye gelen yazılar yayınlasın ya da yayınlanmasın geri gönderilmez. 5. Dergiye gönderilen yazıların Türkçe ve bir yabancı dilde (İngilizce.Fransızca.Almanca) 100-150 kelimelik özetleri çıkartılmalıdır. Yazı herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ise belirtilmelidir. 6. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. 7. Dergide yayınlanacak her yazının yazarına telif ücreti ödenir. 8. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (Birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmeli, Türkçe ve İngilizce özetler yer almalıdır. 9. Makalelerdeki dipnot ve kaynakçalar mutlaka genel kabul görmüş standartlara uygun olmalıdır. 10. Gönderilen yazıların dili açık ve anlaşılır olmalı, dilimizde karşılığı tam olarak olmayan ifadeleri Türkçe karşılığı parantez içinde verilmeli ve gönderilen yazılar yazım düzeni açısından aşağıdaki özelikleri taşımalıdır: Yazılar, A4 boyutundaki beyaz kağıdın bir yüzüne, 1,5 satır aralıklı, 98 ve 2000 sürümleri tercih edilmelidir. Metin tek kopya olarak sunulmalıdır. Ayrıca metin diskete kaydedilmeli, disketin üzerinde kullanılan bilgisayar programı ve sürüm numarası belirtilmelidir. Yazı, Hakem Kurulu'nun bir değişiklik önerisi ile kabul edilmiş ise en son durumu içeren çalışma disketle birlikte teslim, edilmeli önlem olarak dosyanın bir kopyası da yazarda bulunmalıdır. Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine bölünmemelidir. Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise, beyaz aydınger kağıt üzerinde çini mürekkebi ile çizilmelidir. Çizimler fotokopi yöntemi kullanılmamalıdır. Fotoğraflar siyah/beyaz, net ve parlak fotoğraf kağıdına basılmış olmalıdır. Renkli fotoğraflar ve fotokopiye çekilmiş fotoğraflar kullanılmamalıdır. Ayrıca, her bir şeklin metin içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir.

Danışma Kurulu Prof.Dr.Gönül AKÇAMETE... Prof.Dr.Belma AKŞİT... Doç.Dr.Aliye Mavili AKTAŞ... Prof.Dr.Emine AKYÜZ... Prof.ZehraARIKAN... Prof.Çiğdem ARIKAN... Prof.Dr.Meziyet ARI... Yrd.Doç.Dr.Metin ARSLAN... Prof Dr.İbrahlm ARSLANOĞLU... Prof.Dr.Orhan AYDIN... Doç.Dr.Aylin GÖRGÜN BARAN... Prof.Dr.Ayla BAYIK... Prof.Dr.Latife BIYIKLI... Doç.Dr.Kamil Ufuk BİLGİN... Prof.Dr.Beyza BİLGİN... Prof.Dr.Işıl BULUT... Doç.Dr.Esra BURCU... Prof.Dr.Saynur CANAT... Prof.Dr.Bülent ÇAPLI... Prof.Dr.Nilgün ÇELEBİ... Doç.Dr.İhsan DAĞ... Doç.Dr.Emin YAŞAR DEMİRCİ... Yrd.Doç.Dr.Nükhet DEMİRTAŞLI... Prof.Dr.Beğlü DİKEÇLİGİL... Doç.Dr.Zait DİRİK... Prof.Dr.İsmail DOĞAN... Prof.Dr.Yıldırım B. DOĞAN... Doç.Dr.Veli DUYAN... Prof.Dr.Yıldız ECEVİT... Doç.Dr.Mehmet ECEVİT... Prof.Dr.Nergiz GÜVEN... Prof.Dr.Ülker GÜRKAN... Prof.Dr.Mebeccel GÖNEN... Prof.Dr.Seniha HASİPEK... Prof.Dr.Nuran HORTAÇSU... Prof.Dr.Olcay İMAMOĞLU... Prof.Dr.Tülin Günşen İÇLİ... Yrd.Doç.Dr.Sunay İL... Prof.Dr.Zafer İLBARS... Prof.Dr.Ahmet KARAARSLAN... Prof.Dr.Nuray KARANCİ... Doç.Dr.Velittin KALINKARA... Doç.Dr.Mualla KAVUNCU... Prof.Dr.Kurtuluş KAYALI... Prof.Dr.Eser KERİMOĞLU... Prof.Dr.Duyan MAĞDEN... Prof.Dr.Ahmet Yaşar OCAK... Prof.Dr.İlber ORTAYLI... Doç.Dr.Ashhan ÖĞÜN... Prof.Dr.Ferhunde ÖKTEM... Prof.Dr.Selahattin ÖVÜLMÜŞ... Prof.Dr.Işık SAYIL... Prof.Dr.Günsel TERZİOĞLU... Prof.Dr.Mahmut TEZCAN... Doç.Dr.Gülay TOKSÖZ... Prof.Dr.Ergül TUNÇBİLEK... Prof.Dr.Sevda ULUĞTEKİN... Prof.Dr.Hamza UYGUN... Prof.Dr.Serhat ÜNAL... Prof.Dr.Ayse YALIN... Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü.Sosyal Hizmetler YO. Öğretim Üyesi A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Gazi Üniversitesi Tıp. Fak. Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi Kırıkkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü. İlahiyat Fak. E. Öğretim Üyesi H.Ü.Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ege Üniversitesi Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Bl. Başkanı A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi TODAİ Öğretim Üyesi A.Ü.İIahiyat Fak.E.Öğretim Üyesi Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü.Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü.Tıp Fakültesi Ergen Psikiyatrisi Bölüm Başkanı A.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü. DTCF Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü.Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü.Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi. A.Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğetim Üyesi O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Başkent Üniversitesi Hukuk Fak. Öğr. Üyesi H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü. Ev Ekonomisi Y.O. Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Dekanı H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğetim Üyesi A.Ü. D.T.C.F Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Pamukkale Üniversitesi Denizli Meslek Yüksek Okulu Müdürü Gazi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü.Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölüm Başkanı H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Galatasaray Ünv. Hukuk Fak. Öğr. Üyesi H.Ü.Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü.Çocuk Ruh Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi A.Ü.Eğitim Bilimleri Fak. Psikolojik ve Rehberlik Bölümü Başkanı A.Ü.Tıp Fakültesi Psikiyatrisi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Bölüm Başkanı A.Ü. Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi H.Ü. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi H.Ü. Tıp Fakültesi Dahiliye Bölümü Başkanı A.Ü.Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Böl. Öğretim Üyesi

Sunuş Yapısı ve işleyişleri bakımından bazı farklılıklar göstermekle birlikte bütün toplumda varolan aile kurumu, günümüz toplumlarında işlevlerinden bazılarını diğer kurumlara devretmesine karşılık, başka bir şekilde yerine getirilmesi mümkün olmayan temel işlevleri nedeniyle varlığını ve önemini sürdürmektedir. Ancak, gerek dünyada gerekse ülkemizde son dönemlerde yaşanmakta olan değişim süreci teknolojik ve ekonomik şartlarla sınırlı olmayıp sosyal ve kültürel alanları da etkilemektedir. Bu değişimden etkilenen kurumların başında aile kurumu gelmektedir. Bilindiği gibi kırsal nüfusun ve tarımsal üretimin belirleyici olduğu sanayi öncesi tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş süreci insanlık tarihindeki en köklü dönüşümlerden birisini oluşturmuştur. Ülkemiz açısından konuya bakılacak olursa, ülkemizde bu sürecin özellikle son yarım yüzyıllık dönemde hızlı bir şekilde yaşandığı görülmektedir. 1950 yılında nüfusun yaklaşık % 75'i köyde, % 25' si şehirde yaşarken, kentli nüfus 1980'de % 50 günümüzde ise % 70' lere yaklaşmıştır. Bu durum, kısa sayılacak bir zaman dilimi içerisinde ülke nüfusunun yardan fazlasının köylerden şehirlere göç ettiği anlamına gelmektedir. Köy ve şehir ortamları arasındaki farklılıklar dikkate alınacak olursa bu dönüşümün ekonomik ve sosyal yönleri olduğu kadar kültürel sonuçları da önem taşımaktadır. Ayrıca son yirmi yıllık dönemde yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının kültürel etkileri de göz önünde bulundurulacak olursa ülkemizin hızlı bir dönüşüm süreci içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra, ülkemizin genç bir nüfus yapısına sahip olduğu gerçeği, konunun önemini bir kat daha arttırmaktadır. Öte yandan hızlı değişim sürecine bağlı olarak aile yapısıyla ilgili ortaya çıkan sorunlar diğer kurumlara da yansımakta ve zaman zaman önüne geçilemez sosyal problemlerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Ailenin bölünmesi, parçalanması, tek ebeveynli ailelerin giderek artması, boşanma oranlarının yükselmesi, suç oranlarının artması, uyuşturucu kullanımı, metropollerde sokak çocukları olgusunun ortaya çıkması ve giderek çoğalması, bireysel ve toplumsal şiddetin yaygınlaşması, kimlik bunalımı, psikolojik rahatsızlıklar, tatminsizlik vb. gibi insanları ve dolayısıyla toplumu tehdit eden sorunlar baş gösterebilmektedir. Sosyal sorunların üstesinden gelebilmenin yolu bu değişimlerin farkında olunması ve hesaplanabilir yapı analizlerinin yapılabilmesi ve sorunlar çözümü mümkün olamayacak bir aşamaya gelmeden gerekli önlemlerin alınmasıdır. Bu nedenle, toplum hayatının en temel birimlerinden birini oluşturan aile kurumu ve sorunlarıyla ilgili güncel bilimsel verilerin toplanması toplumsal değişim süreci içinde ortaya çıkan problemlerle ilgili önlemlerin alınması ve sağlıklı politikaların oluşturulabilmesi açısından hayati bir önem taşımaktadır. Ülkemizdeki sosyal sorunların tespiti ve çözümü ile Türk ailesinin bütünlüğünün korunması, güçlendirilmesi ve sosyal refahının artırılmasına yönelik ulusal ve uluslararası bilimsel araştırmalar yapmak veya yaptırmak, projeler geliştirmek, desteklemek, bunların uygulamaya konulmasını sağlamak ve aileye yönelik millî bir politikanın oluşmasına yardımcı olmak amacıyla faaliyet göstermekte olan Bakanlığına bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü aile konusundaki bilimsel çalışmaları desteklemek, toplamak ve yine bu alanda çalışanların bilgilerine sunmak amacıyla 'Aile ve Toplum' dergisini 7 yıldan beri yayınlamaya devam etmektedir. Akademik faaliyetler ile toplumsal gerçekliklerimiz arasında sağlam bir bağ kurulmasına ve olumlu bir etkileşim sürecinin gerçekleştirilmesine katkı sağlamasını ümit ettiğimiz 'Aile ve Toplum' dergisinin bu yeni sayısının yayınlanması vesilesiyle, katkı sağlayan makale sahiplerine, Danışma Kurulumuzun değerli üyelerine ve dergiyi yayına hazırlayan Kurum çalışanlarına teşekkür ederim. Güldal AKŞİT Devlet Bakanı

İçindekiler Tabulaştırılan/tabulaşan kurumun (ailenin) kurbanlıklar edinme pratiği...9 Mazhar BAĞLI - Aysan SEVER Korku kültürü, değerler kültürü ve şiddet.... 23 Altay EREN Intrapartum dönemde primapar kadınların yaşadıkları deneyimlerin kalitetif olarak incelenmesi...37 Feride YİĞİT -Zübeyde EKŞİ - Özlem CAN GÜRKAN - Hediye ARSLAN Yalnız yaşayan yaşlılara ilişkin aile politikaları... 43 Arzu İÇAĞASIOĞLU ÇOBAN Determining the Expenditure, Investment and Saving Patterns in Respect of Family Life Cycles...53 Arzu ŞENER - R. Günsel TERZİOĞLU Hastalık ve çocuk...61 Gülümser GÜLTEKİN - Gülen BARAN Şiddete maruz kalan gebe kadınların evde izlenimi.... 69 Şenay Unsal ALTAN - Ahmet ŞİRİN Evliliğe hazırlık aşamasındaki karı-koca adaylarının evlilik ve anne-baba olma üzerine düşünceleri...75 Behice EKŞİ Aile içi şiddet....85 Gülseren ÜNAL Bir modernite rüyası-ailenin sonu mu?... 93 Ergün YILDIRIM Sağlık yüksekokulu öğrencilerinin aile planlaması hakkında bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi... 101 Sencer OZAN TOKER Huzurevinde kalan yaşlılarda anksiyete durumu ve ilişkili risk örnekleri....111 Saliha ALTIPARMAK-Gülten KARADENİZ Diyarbakır'da erken yaş evlilikleri.... 115 Hamit ACEMOĞLU - Ali CEYLAN - Günay SAKA - Melikşah ERTEM Bolu SSK hastanesinde çalışan evli hemşirelerin ev ortamında yaşadıkları sorunlar...121 Azize KARAHAN -Özgün BENER

Tabulaştırılan/Tabulaşan Kurumun (ailenin) Kurbanlıklar Edinme Pratiği: Levirat ve Sororat Mazhar BAĞLI* Aysan SEVER Özet Bu çalışmada; levirat ve sororat tipi evliliklerin sosyo-kültürel nedenleri ve sonuçları araştırılmaktadır. Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa örnekleminde yapılan araştırmada, bu evliliklerin neden olduğu/olabileceği temel toplumsal çatışma alanları ile bu evliliği yapmış olanların yaşadıkları rol çatışmalarına; yapılan görüşme ve uygulanan anketlerden elde edilen bilgiler çerçevesinde değinilmeye çalışılmaktadır. Konuya ilişkin var olan "ölen kişinin eşinin, çocuklarının ve malının aynı toplumsal grup içinde kalmasının sağlanması" şeklindeki genel yargı ve tez, elde edilen bulgular ışığında istatistikî verilerden hareketle analiz edilmeye çalışılmıştır. Araştırmanın sonucunda bu evliliklerin aile baskısı ile yapıldığı, evliliği yapanların gelir düzeylerinin düşük olduğu, son evliliklerinden dolayı rol çatışması yaşadıkları ve evliliklerinden tatmin olmadıkları bulgusuna ulaşılmıştır. Anahtar kelimeler: Aile, Evlilik Çeşitleri, Levirat, Sororat. Summary İn this survey, we attempted to find out the reasons behind and the sociai problems caused by Levirat and Sororat types of marriages vvhich are common in Diyarbakır, Mardin and Şanlıurfa. The main reasons for the Levirat and Sororat type marriages and the major existing and probable sociai conflicts resulting from these types of marriages were investigated. İn the literatüre, Levirat is referred to as the (forced) marriage of a widow to her brother-in-law, in order to support and protect the children, and let them continiue living vvithin the same protective family. Similarly, Sororat is referred to the (forced) marriage of the widower with his adult sister-inlaw; assuming that she can be a good mother to her sister's children and that she can protect them. According to the major theory about levirat and sororat, these marriages are done to keep the widow(er), the children and her/his inheritance vvithin the same sociological group. As a result of this research it has been found that, these marriages are made by enforcement of families, the income of the marryign partners are very low, they experience a role conflict because of their last marriage, and that they are not satisfied by their marriage. Key vvords: Family, Types of Marriages, Levirate, Sororate. Yrd.Doç.Dr. Dicle Üni. Fen Ed. Fak. Sosyoloji Bölümü Prof.Dr. Toronto Üni. Sosyoloji Bölümü, Toronto-KANADA " Bu proje, Dicle Üniversitesi Araştırma Planlama Proje Koordinatörlüğü ile Sociai Sciences and Humanities Research Counil of Canada (SSHRC) tarafından desteklenmiş ve aynı zamanda DÜAPK'ın belirlediği jüri tarafından da onaylanmıştır."

1.1. Giriş Aile, sosyoloji literatüründe üzerinde en çok durulan temel kurumlardan birisidir. Çünkü toplumun sahip olduğu değer yargıları, normatif kurallar ve sosyalizasyonun en ciddi ve yoğun olarak yaşandığı toplumsal yapı ailedir. Ailenin bu pozisyonundan dolayı da o, çoğunlukla toplumun küçük bir örneği, prototipi olarak kabul edilir.* Kuşkusuz, ailedeki değişim ve dönüşümü anlamak, toplumdaki değişim ve dönüşümleri de anlamada önemli katkılar sağlayacaktır. Aynı zamanda ailenin sahip olduğu temel yapısal özellikler de toplum hakkında genel geçer ifadelerde bulunmaya öncülük edebilirler. Sosyolojinin kurucularından Le Play de aileyi toplumun en küçük birimi, sosyal hücresi olarak görür. Bütün toplumların en eskisi ve tek sosyal olan topluluğudur aile. Ailenin nasıl ortaya çıktığı konusu ise tartışmalıdır. Aile, insan doğasının bir gereği olarak mı doğmuştur yoksa tarihsel ve toplumsal koşulların dayatmasıyla mı ortaya çıkmıştır? Bu sorun, genelde üç temel insani konuyu içeren bir tartışma alanında ele alınır. İlki, çiftleşmenin, fizyolojik bir ihtiyaç olduğu ve bu ihtiyacın giderilmesinin hangi referanslarla çevrelendiğidir. İkincisi, ailenin ürettiği temel toplumsal yapının insan doğası ile olan ortak paydalarının olup olmaması (Lundberg, 1970:110) ve diğeri de üretim ilişkilerinin toplumsal değişim ve yapılanmaları nasıl şekillendirdiğidir. Toplumların sahip oldukları farklılıkları aile ekseninde ele aldığımızda; her toplumun kendine özgü bir aile yapısının varolduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Aile yapılarındaki bu farklılığın en önemli nedenlerinden birisi farklı toplumsal değerler ve ilişkilerdir. Toplumun sahip olduğu normatif yapılar evlilik çeşitleri ve evlilikle kazanılan statüleri belirler. Aile, özel mülkiyetin, klasik anlamda yöneten-yönetilen ilişkisinin de kaynağı olarak kabul edilir. Çünkü insanın soyut anlamda egemen olma (tahakküm etme) duygusunu güçlendiren ve şekillendiren "sahip olma durumu"nu somutlaştıran pratikleri üreten bir alan olarak da kabul edilir. Bu aynı zamanda insanın sahip olduğu ilkel duyguların (cinsellik ve özel mülkiyet gibi) belli normlara bağlı olarak toplumsallaşmasını da sağlayan bir süreci kapsamaktadır. Dini öğretilerde aileye olan güçlü vurgunun sebebi, onun cinselliği meşru kılan önemli bir kurum olması ve kutsal sayılan "insan türü"nün devamını sağlamasıdır. Aynı zamanda kültürün üretilip, bir sonraki nesile öğrenme yolu ile aktarıldığı (Ozankaya, 1997:215) ve buna bağlı olarak da bir toplumsal organizasyonun somutlaştığı bir alandır. Bu öneminden dolayı da aile, sosyal bilim(ci)lerin önemle üzerinde durduğu bir konudur. Nitekim aile ile ilgili konulardaki literatür de hayli zengindir. Ancak, son zamanlarda bu konu daha mikro ilişki biçimlerinden hareketle ele alınmaya çalışılmaktadır ve bu çalışmaların daha da analitik olacağı düşünülmektedir. Bizim de temel amacımız, Türkiye'nin kimi bölgelerinde yaygın bir şekilde rastlanan ama literatürlerde fazla bahse konu olmayan bu durumu/konuyu adı geçen yaklaşım temelinde araştırmak ve aynı zamanda da konu ile ilgili literatüre mütevazı bir katkı sağlamaktır. Araştırmanın temel amacı, levirat ve sororat tipi evliliklerin ailede kim tarafından istenildiği, niçin istendiği ve gerçekleştirildiği, tarafların buna reaksiyonlarının ne olduğu, bu evlilikten beklenen toplumsal faydanın bireyleri feda edecek boyutlara varacak bir düzeyde bir kabule sahip olup olmadığı ve bu evliliklerin çocuklara nasıl yansıdığını irdelemektir. 11.1. Kavramsal Ve Kuramsal Çerçeve 11.1.1 Levirat Dul kadının ölmüş olan kocasının erkek kardeşi ile evlenmesi/evlendirilmesidir. Bir erkek öldüğünde geride eşi ve çocukları kalıyorsa, bunlara daha iyi bakacak ve aile bütünlüğünü de bozmayacak bir evlilik yaptırılma amacına yönelik olarak yapılan bu evlilikler, genelde evliliği yapanlardan çok, ailenin kararı ile gerçekleşmektedir. 11.1.2 Sororat Karısı ölen erkeğin ergen olan baldızı ile evlenmesine sororat denir. Sororat, çocuklara en iyi anneliği yapacak kişinin çocukların teyzesi olabileceği düşüncesinden hareketle yapılır ve burada da amaç kız alıp veren ailelerin arasında kurulmuş olan akrabalık ilişkisinin devamını sağlamaya yöneliktir. Evliliğin, bireysel işlevlerinden çok toplumsal işlevleri birinci düzeyde bir hedef olduğundan bu evliliklerde ailelerin kararı daha ön plandadır. 11.1.3 Aile Ailenin evrensel bir tanımını yapmak güçtür. Çünkü tarih boyunca ailenin gerek yapısında gerekse de işlevinde ciddi değişimler meydana gelmiştir (Aydın, Aile Türk toplumunun temelidir (TC Anayasa madde:41)

2000:35-36) ve bundan dolayı da aslında aile, tartışmalı bir alandır. Ancak tüm tartışma ve eleştirilere rağmen ailenin, insan için var olan ortak paydalar çerçevesinde tanımlanabilir bir toplumsal olgu olduğu da unutulmamalıdır. Her şeyden önce aile, toplum içindeki bireyler için roller ve statüler üreten bir mekanizmadır. Aile, evlilik veya kan bağı ile birlikte yaşayan gruba denir (Hançerlioğlu, 1996:13). Aile, sadece bağlılıkla ilgili değil, aynı zamanda düşünülerek ve planlanarak yapılan birlikteliktir. "Toplumsal yaşamın ana unsurlarından olan aile, anababa çocuklar ve tarafların kan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir kurumdur. Aile yaşamsal niteliği gereği toplumsal kurumlar içinde birinci sırayı almaktadır. Çünkü ailenin görevlerinden biri insan türünü üretmek ve devam ettirmektir. Ailenin temel bir kurum olmasının bir başka nedeni de çocuğun toplumsallaşmasında oynadığı roldür. Böylece aile, çocuğun dünyaya getirilmesinde, yetiştirilmesinde, korunmasında ve topluma kabul edilmesinde çok büyük bir görev üstlenmektedir" (Gökçe, 1996:155) Yerine getirdiği işlevler ve yaygınlığından dolayı aile, toplumdaki davranış örüntülerinin ve normların oluştuğu en temel birim olarak toplumsal değişme ile beraber bazen değişmiş bazen de toplumu değiştirmiştir. Bu yapı, zamanla toplumun temel kurumu haline gelmiş ve toplumda bireylere statüler ve roller biçen önemli bir kurum özelliği kazanmıştır. Ailenin ürettiği kurallar, hem aile üyelerinin hem de aile içindeki bireylerin rollerini de belirlemektedir. Aile, zaman içinde büyük yapısal değişimler geçirmiştir. "Bütün kurumlar gibi aile de toplumun tüm toplumsal yapısından etkilenir. Bu etkilenme nedeni ile farklı gelişme düzeylerinde olan toplumlarda farklı aile tiplerine rastlanır" (Kongar, 1986: 21). Günümüzde karşılaşılan en önemli farklılaşma ise, geleneksel geniş aile ile çekirdek ailedir. Geniş aile, anne, baba, teyze, dayı veya amca ve anneanne veya babaanne ve/veya onun erkek ve kız kardeşlerini içine alan aile tipidir. Çekirdek aile ise, anne baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan ailedir (Lundberg, 1970:99-100). 1.1.4 Evlilik Çeşitleri Aile sosyolojisinin üzerinde durduğu temel konulardan birisi de evlilik tipleridir. Toplumu tanıma noktasında ailenin temel bir referans olmasının en önemli nedenleri ise, topluma ilişkin bir çok değerin ve normun üretilen ilişkiler ağının merkezi konumunda olması ve insan türünün kabul edilen en yaygın üreme pratiği olmasıdır. Bu anlamda, evlenme ile çiftleşmeyi karıştırmamak gerekir. İlkel veya uygar her kişi kendisine evlenmek için bir eş seçeceği zaman bazı kurallarla karşılaşır. Bunlar, kişilerden çok toplumsal taleplerin arzu ettiği kurallardır. Geleneksel toplumlarda bireyler, kişisel tercihlerini içinde bulundukları grubun dışına taşıyamadıkları için toplumsal grubun belirleyiciliğini dikkate almak zorundadırlar (Lundberg, 1970:110). Türkiye'de de bu durum halen devam etmektedir. Aile bireyleri kurumsal yapının öngördüğü roller çerçevesinde karşılıklı ilişkilerde bulunurlar. Bu ilişkilerin ve kurumsal yapının doğası ise, sahip olunan kültürel değerler tarafından belirlenir. Aileler, kendilerine bağımlı olan bireylerine kendilerini bakmakla sorumlu hissettiklerinden onların bir çok ihtiyacını da karşılarlar (Tepperman & Blain, 1999:125) çünkü insan yavrusu doğarken dış dünyaya karşı doğal bir korumaya sahip değildir. Her yeni doğan çocuk bir koruma ve bakıma muhtaçtır, bu uzun süreli korunma ihtiyacı, diğer canlılarınkinden farklı bir koruma ve bakımdır. Bu bağlamda insanın birlikteliği de diğer canlılarınkinden farklıdır. Hayvanlar aleminde bir çok birliktelik ve ilişki türü vardır fakat genellikle her türün davranışında bir devamlılık vardır. İnsan için de bir genelleme yapmak mümkün ancak evlenme tarzları açısından tek tip bir evlilikten veya eşleşme tarzından söz edilemez. Mesela kimi toplumlarda çok karılılık (polygyny) kimilerinde ise çok kocalılık (poliandry) tipi evliliklere rastlamak mümkündür. Esasında evlilik biçimleri ve aile tipleri, toplumların sahip oldukları dini değerler, hukuk anlayışı, geleneksel değerler ve akrabalık anlayışları ile belirlenen karmaşık bir yapılanmaya sahiptirler (Sayın, 1990). Aslında fizyolojik bir olay olan çiftleşme, insan için daha başka anlamlara da sahiptir. Sözgelimi karşılıklı duygu paylaşımı, birlikte yaşama ve bu yaşamın sorumluluklarını beraber üstlenme gibi işlevleri de içerir. Zaten birlikteliği meşrulaştıran da toplumsal kabullerdir. Tabi ki evlenme olmadan da çiftleşmenin olması mümkündür. Ancak, birliktelikten doğan her tür yetki ve sorumluluğun paylaşılması ve meşrulaştırılması, varolan toplumsal kurallar çerçevesinde kabul görmesini sağlama işidir evlilik. İşlevi hemen hemen her toplumda aynı olan evlenme, toplumdan topluma büyük farklılıklar gösterir fakat, genel bir sınıflandırma yapmak gerekirse evliliğin iki

formunun olduğu söylenebilir. "Eş sayısı"na göre yapılan evlilikler ve "evlenilenler arasındaki ilişkiye" göre evlilikler. 11.1.5 Şematik olarak Evlilik Türleri Şöyle Gösterilebilir: 1. Oturulan Yere Göre; a. Matrilokal: Erkeğin kadının ailesinin evinde oturması (iç güveyliği), b. Patrilokal: Kadının erkeğin ailesinin evinde oturması ve c. Neolokal: Kadın ve erkeğin ailelerinden ayrılarak ayrı ev açmalarıdır. 2. Eş Sayısına Göre ise; a. Monogami: Tek eşle evlilik, b. Poligami: Çok eşle evlilik Çok eşlilik de kendi içinde ikiye ayrılır: 1. Poliandri: Bir kadının aynı anda birden fazla erkekle evlenmesi, 2. Polijini: Bir erkeğin aynı anda birden fazla kadınla evlenmesi 3. Eşin Seçildiği Gruba Göre Yapılan Evlilikler: a. Endogami: Akraba arası evlilik, b. Ekzogami: Akraba dışı evliliklerdir (Lundberg, 1970:100-112). Aile içi ilişkilerin dayandığı otoriteye göre de ailenin yapısı değişiklik arz edebilir ve sanayi devrimi ile birlikte aile içi ilişkiler, karşılıklı iş bölümü ve paylaşım esasına dayalı olarak gelişmeye bağlamıştır. Bu anlamda ailede artık tek bir tarafın egemenliğinden veya belirleyiciliğinden söz edilemez. Ancak geleneksel toplumlarda kadınların önemli bir kısmı, hala hem ekonomik olarak hem de toplumsal statü olarak erkeğe bağımlı olarak kabul edildiklerinden adı geçen tarzda bir iş bölümü veya paylaşımdan söz edileme mektedir. Bütün bu farklılıklara rağmen sosyolojik anlamda hemen hemen tüm toplumlar için geçerli olan bir ayrımdan söz etmek mümkündür. Geleneksel evlilikler ve geleneksel olmayan evlilikler. Geleneksel tavır ve ilişkiler çerçevesinde yapılmış her evlilik gelenekseldir. Bu durum zaman ile (tarihle) veya formla ilgili değildir. Daha çok evliliğin yerine getirdiği işlevler ve evlilikten beklentiler çerçevesinde oluşan ilişkilerle ilgili bir durumdur. Toplumsal değişim ve dönüşümlere bağlı olarak da ailede büyük değişimlerin olduğu, olacağı da unutulmamalıdır. Sözgelimi Mustafa Aydın'ın da belirttiği gibi, günümüzde Türk ailesi, hem Batı görünümlü biçimiyle hem geleneksel kalıplar içindeki tam bir geçiş dönemi ailesi özelliği göstermektedir ve bu noktada (aile yapımızın sağlamlığına ilişkin görüşlerin aksine) bir tip oluşturamamıştır (Aydın, 2000:64). 11.1.6 Levirat ve Sororat Tipi Evlilikler İçten evlenme (endogami), belirli bir grubun kendi üyeleri arasındaki ilişkiyi devam ettirmek ve grup içi uyumu korumak için yapılır. Kuşkusuz her toplumdaki içten evlenmenin çeşitli nedenleri vardır ama Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki içten evlenmeler temelde "mal/miras bölümünün engellenmesi" (Gökçe, 1996:166, Altuntek, 1993). ve "sahip olunan sınıfsal yapıya denklik" esasında gerçekleşir. Bu nedenlerden ikincisi, sahip olunan sınıfsal yapıya denklik temelinde gerçekleşen evlilikler bireylerden çok sınıfsal yapının taleplerine ve uygunluğuna göre yapılır. Bireyin özgür iradesi aşiretin veya familyanın (geniş ailenin) dışında bir alanda kendini gerçekleştiremez. Bu iki nedene bağlı olarak geçekleşen en yaygın evlenme biçimleri ise levirat ve sororattır. İçten evlenmenin en yaygın görevi, evlenmeler yoluyla iki aile arasında kurulmuş olan birlikteliğin devamlılığını korumaktır. Nitekim bu yörelerde evlilik için kullanılan "kız almak- kız vermek" ifadesi de aslında evliliğin kişilerden çok aileler veya kabileler arasında yapıldığı anlamına gelir ve evlenenlerin yaşamı ve evlilikleri üzerinde başkalarının (alış-veriş işlemini gerçekleştirenlerin) söz hakkı devam eder. Bu bağlamda bazı toplumlarda evli erkek öldüğünde dul kalan karısı ölenin kardeşi ile evlendirilir. Veya karsısı ölen erkek karısının kız kardeşi ile evlendirilir. Birinci uygulamaya levirat, ikincisine sororat denir (Lundberg, 1970:111). Ailenin bütünlüğü ve devamlılığının esas olduğu ilkel toplumlarda ve geleneksel toplumlarda rastlanan bu evlilik, toplumsal alana yansımayan kimi sorunlara neden olabileceği kaçınılmazdır. En basit bir yönden konuya değinmek gerekirse her şeyden önce bireylerde ciddi ve keskin bir rol değişimine neden olduğudur. Kayınbirader olarak davrandığı ve buna göre ilişkide bulunduğu birisinin birden kocası olması doğal olarak kişiyi etkileyecektir. Günümüzde evliliklerin geleneksel evliliklerden temel bir farklılığı var ki o da; eş seçimidir. Geleneksel toplumlarda evliliği yapan bireyin, kendi başına karar verme imkanı ve şansı yoktur. Bu durum en çok da kadınlar için geçerlidir. Sözgelimi geleneksel evliliklerde kocası ölen kadınlar, ölen kocanın eşi olarak anılmaya devam ederler. (Kirwen, 1979). Hangi toplumlarda olursa olsun bu tip evlilikler; aile

birliğini ve devamını korumaya yönelik fedakar bir davranışın sonucudur. Bireyin topluluğa veya aileye kurban edilmesidir. Çünkü, bu evliliklerde "evlenmeye" karar verenler genelde bireyler değil aileler veya toplumsal koşullardır. Aslında levirat ve sororat tipi evliliğin kökeni Museviliğe kadar dayanır. "Ölenin kardeşlerinden birisi dul olan yengesi ile evlenmelidir" (www.bartleby.com). Özellikle de levirat tipi evliliğin Yahudilikten kalma bir gelenek olduğu söylenir. Muhtemelen Yahudilerin "öteki"ler ile olan ilişkilerinin sınırlılığından kaynaklanmaktadır. Sosyolojik ve dini anlamda kapalı bir toplum olan Yahudilerde böyle bir geleneğin oluşmasını anlamlandırmak çok zor değildir. Kadın erkek arasındaki ayrımcılığın en açık belirlendiği alanlardan birisi de kuşkusuz evlilik ile ilgili olan konularda oluşan toplumsal değer yargıları ve geleneklerdir. Geleneksel toplumlarda kimi kadınlar, evlendikleri aile veya eşleri ile anıldıklarından kendilerine ait kimlik oluşturma noktasında ciddi sorunlar yaşamaktadırlar ve bu durum, sadece geleneksel toplumların sorunu olarak da görülmemelidir. Günümüzde de aynı sorunun devam ettiğini söylemek mümkündür. Özellikle Hindistan'da kocası ölen kadının kendini yakması ve diğer başka toplumlarda rastlanılan dul kadının bir daha evlenememesi (evlenmesine izin verilmemesi) bunun açık örnekleridir. Çağdaş toplumlarda da ciddi yasal düzenlemeler yapılmasına rağmen, toplumsal normlar bazında kadının statüsünü evliliğin belirlemesi temel bir sorun olarak devam etmektedir. Oysa evlilikle birlikte kazanılan statü değişken bir statüdür. Geleneksel toplumlardaki tutuculuğun aşılamaması ise geleneğin veya geleneklerin top yekun bir "toplum projesi" olarak değ erlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu tip toplumlarda toplumsal devamlılıktan çok devamlılığın hangi eksende kurulduğu önemlidir. Bu devamlılık için de her türlü yol meşru görülür. Bu bağlamda geleneksel toplumlarda dul kalan kadının daha önce gelin olarak geldiği ailenin dışında bir birey ile evlenmesi bir ilke olarak doğru kabul edilmez. Çünkü evlenen kadın, bir aileye dahil edilmiş sayılmaktadır ve kimliği o aile ile varlık bulmaktadır. Çünkü bu tip topluluklarda birincil gruplara özgü ilişki biçimleri egemendir. Temeli Cooley tarafından atılan birincil grupta bireylerin ilişkisi toplumsal-duygusal düzeydedir. Yaygın ve kendi hatırları için desteklenen ilişkilere sahip ve üyelerinin yüzyüze temasının sağlandığı birincil grup özelliğine sahip olan topluluklarda (Kongar, 1985:203-204) birey, topluluğun öngördüğü ilişki biçiminin dışında farklı bir ilişki düzeyi geliştiremez. Kadınların sahip oldukları statülerin kendilerinin oluşturdukları başarıdan değil, ait oldukları aileden geldiğini kabul eden bir anlayışa sahip olan geleneksel ilişkilerin ve yapıların egemen olduğu toplumlarda, doğal olarak kadının dul kaldıktan sonraki hayatına da yön verme eğiliminde olması kaçınılmazdır. Çünkü onların ait oldukları "klan" onlara bir kimlik ve şahsiyet kazandırmıştır. Bu ise hem cinsel tatmin ve hazzın gerçekleşmesini engellemekte hem de evliliğin sahip olduğu temel işlevin veya işlevlerin gerçekleşmesine engel olmaktadır. Çağdaş sosyolojik yaklaşıma ve antropolojik iddiaya göre kadınların sahip oldukları rollere kaynaklık eden asıl şey, cinsiyet esasında değil, toplumsal esasta gerçekleşendir.(mead, 1973) Bu konu tartışmalı olmakla beraber (Hellman, 1998:201-219) doğal hukuk ilkeleri çerçevesinde ele alındığında kişilerin doğuştan sahip oldukları özelliklerden dolayı herhangi bir hak mahrumiyetinin kabul edilemezliği bağlamında bir eşitlik ve denklik olgusuna dayanılması hem teorik olarak hem de pratik olarak ortaya konulmaktadır. 11.1.7 Rol, Statü ve Rol Değişimi Kısaca rol, toplumsal yapının ve pozisyonun bireylerden beklediği davranış biçimleridir (Hagedorn, 1980:90). Roller kimi zaman bireylerin kendi arzuları dışında bazı davranış ve tutumlarda bulunmalarına neden olabilirler. Roller, bireyin toplumsal yapı içindeki yerine ve statüsüne uygun olarak kendisinden beklenen davranış biçimidir. Aynı zamanda toplumsal yapının içinde değişik pozisyonlarda ve ilişkilerde değişik roller de takınabilirler (Sweedlun, Crawford, 1956:36) ve bu durum rol çatışmasına neden olur. Rol çatışması ise, sahip olunan rollerin yerine ve zamanına göre işlevselliğini yerine getirmemesidir. Bireyler, toplumda sahip oldukları rolleri yerine getirirken toplumsal yapının onlara vaaz ettiği değer yargılarına göre davranırlar (Hagedorn, 1980:91). En klasik ifadesi ile asker olan bir kişi kimi zaman evde de eşine ve çocuklarına karşı bir komutan gibi davranmaya devam edebilir. Statü ise, bireyin toplumda işgal ettiği yere, konuma denir. Statü bireyin toplum içinde kim olduğunu belirtir. Statü, bireylere birtakım hak ve ayrıcalıklar verebileceği gibi onu sınırlandırabilir de. Toplumlardaki statüleri ise toplumların sahip oldukları değer yargıları, dini

inançlar, ekonomik yapılar vs belirler. Statü belirleyicileri toplumdan topluma büyük farklılıklar gösterebilir. Statü ikiye ayrılır; kazanılmış olan statü ve atfedilen statü. Atfedilen statü bireyin doğuştan sahip olduğu özelliklerinden kaynaklanırlar. (Sweedlun, Crawford, 1956:36) Cinsiyet, ırk yaş gibi statüler bireyin dışındaki koşullarca belirlenen statülerdir. Geleneksel toplumlarda en belirleyici olan statü atfedilen statülerdir. Çağdaşlaşma ile birlikte ekonomi ve eğitimin önemli bir statü belirleyicisi olarak toplumsal mobiliteyi sağlaması ile, kazanılmış statüler daha belirleyici olmaya başlamışlardır. Kazanılmış statü doğrudan bireyin kişisel başarısı ile elde ettiği statüdür. II.2 Araştırmanın Yöntemi Araştırma, amaçlarımıza uygun bilgiler sağlayacak, kavramsal çerçeve ü z e r in e k ur u la n eylemlerin/etkinliklerin planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi doğrultusunda hazırlanan anketlerin uygulanmasını kapsamaktadır. Araştırma; üzerinde daha çok mal bölümü ve ailenin bütünlüğünün sağlanması bağlamlarında durulan leviratve sororat tipi evlilik çeşitlerinin adı geçen alanların dışından hareketle ele alınmasına ve irdelenmesine yönelik olmuştur. Araştırmanın temel varsayımları dört ana eksende kurulmuştur: Bunlardan ilki, levirat ve sororat tipi evlilik yapanların sosyo-ekonomik durumlarını, ikincisi, rol değişimlerini, üçüncüsü, karar vericileri ve dördüncüsü de kadının pozisyonunu irdelemeye ve sınamaya yöneliktir. Araştırma, 2003 yılında Mayıs ayında başlayıp Temmuz'da bitirilmiştir. Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa illerinden rasgele seçilen 45 kişilik bir örneklem grubu üzerinde uygulamalı bir saha araştırması olarak yapılmıştır. Araştırma şu temel hipotezlere bağlı olarak yapılmıştır; 1. Levirat ve sororat tipi evlilik yapanlar gelir ve eğitim düzeyi düşük olan ailelerden gelmektedirler. 2. Bu tip evlilikler, rollerde değişime neden olarak bireylerde rol çatışmasının yaşanmasına neden olmaktadırlar. 3. Levirat ve sororat tipi evliliklerde karar vericiler eşler değil, aileler (başkaları) dır. 4. Bu evlilikte özellikle kadınlar geleneksel toplumsal anlayışın baskısı altında karar verme durumundadırlar ve bundan dolayı da evlilikten beklenen maddi/manevi tatminler yeterince sağlanamamaktadır. Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa illerinde yapılan görüşmeler, araştırmacılar ve onların yardımcıları tarafından gerçekleştirilmiştir. 26'sı erkek, 19'u kadın olmak üzere toplam 45 kişi ile görüşülmüştür. Bunların; % 42.2'si 40 yaşın üstünde, % 40'ı 31-40 ve % 17.8'i de 26-30 yaş arasındadır. Uygulanan anket temel olarak yapılan evlilik biçimi, mal bölümü, rol değişimi, bireysel ve toplumsal sorunlar ile kadın erkek farklılaşmasının boyutlarını içeren davranış ve düşünceleri irdelemeye yönelik sorulardan oluşmaktadır. Ayrıca görüşme yapılan kişilerin özgür iradeleri ile cevaplamaları istenmiş bu konuda herhangi bir zorlamaya gidilmemiştir. Özel alanın kutsallığına ve mahremiyetine bağlı kalınmaya itina gösterilmiştir. Kimi sorularda bu durumun ihlal edilebileceği kaygısının aksine, görüşmeciler tüm soruları açıklıkla cevaplamış hatta bazı konuların özellikle vurgulanmasını istemişlerdir. Sözgelimi "böyle bir evlilik yapıldığında ilk gecede ne hissettin?" sorusunun özellikle cevaplanmaya çalışılması tüm görüşmeciler tarafından tespit edilmiştir. III. ARAŞTIRMANIN BULGULARI: III.1. Sosyo-ekonomik Durum: Türkiye'de sosyolojik anlamda bir sınıfsal yapıdan söz etmek güçtür. Bundan dolayı da toplumsal yapının kimi durumlarına ilişkin analizlerde bulunmak için genel olarak; eğitim düzeyi, doğum yeri, gelir düzeyi gibi bağımsız değişkenlerle sınanan bilgiler ülke geneli ile kıyaslanır. Bir çok araştırmanın vurguladığı konulardan birisi de; "düşük gelir düzeyi"dir. Kişi başına düşen yıllık millî geliri ortalama 2500-3000 $ olan bir ülkedeki düşük gelir düzeyine sahip olan insanlardan daha çok ne olabilir ki? Bu araştırmaya konu olan insanlar da aynı şekilde düşük veya orta düzeyde bir gelire sahip olanlardır. Dolayısıyla konunun sadece ekonomi eksenli bir tahlilde sürdürülmesi sosyolojik düşünceye uygun olmayacaktır. Belki de konu daha çok, geleneksel ilişki biçimleri içinde irdelenmelidir. Araştırmaya konu olan insanların sahip oldukları sosyo-ekonomik durum aşağıdadır; Tablo 1: Eğitim Durumu Dağılımı Eğitim durumu Frekanslar Yüzdelik Okur-yazar değil 24 53.3 Okur-yazar 8 17.8 İlkokul mezunu 11 24.4 Lise 2 4.4 Toplam 45 100.0

Eğitim durumlarını gösteren bu tablo, bu tip evlilikleri yapanların eğitim düzeylerinin düşük olduğunu göstermektedir. Ancak az bir oranda lise mezununun olması yine de eğitimli olmanın bu tarz bir evliliği yapmayı ortadan tamamen kaldırmadığı /kaldıramadığını da gösterir. Araştırmamızda bu tip evliliklerin, ortalamadan daha düşük gelir düzeyine sahip bireyler arasında yapıldığı görülmüştür. Her ne kadar ortalamanın üzerinde bir gelire sahip olanların Tablo 2: Gelir Durumu Dağılımı Gelir Durumu Frekans Yüzdelik Cevapsız 3 6,7 100 milyondan az 2 4,4 101-200 milyon arası 11 24,4 201-400 milyon arası 16 35,6 401-600 milyon arası 9 20 601-1000 milyar arası 3 6,7 Bir milyardan fazla 1 2,2 Toplam 45 100 oranı yüzdelik olarak düşük ise de ülkede bu düzeyde gelir düzeyine sahip olanların oranının da düşük olduğu unutulmamalıdır. Gelir düzeyini gösteren tablo aslında örneklemin evreni de iyi temsil ettiği anlamına da gelir çünkü tabloda görülen gelir düzeyi yörenin genel gelir düzeyinden farklı değildir. Ortalamanın da altında bir gelir düzeyine sahip olan önemli bir oran ve bunu takip eden en alt gelir düzeyine sahip olan % 40'lara varan oranlarda bir kesimdir. Tablo 3: Meslek Durumu Dağılımı Meslek Frekans Yüzdelik İşsiz 2 4,4 Memur 1 2,2 Esnaf 4 8,9 Çiftçi 7 15,6 Öğrenci 1 2,2 Ev kadını 22 48,9 Diğer 8 17,8 Toplam 45 100 Meslek durumunu gösteren tablodan da anlaşıldığı gibi bu tip evlilikleri yapan kişilerin geleneksel aile ilişkilerini ve geleneksel üretim biçimini devam ettiren kişiler olduğu görülecektir. Cinsiyete göre meslek durumunu gösterir tablodan da bunu anlamak mümkündür. Tablo 4: Cinsiyete Göre Meslek Dağılımı Cinsiyet * Meslek Çapraz Tablosu Cinsiyet 'Meslek Çapraz Tablosu Cinsiyet Meslek Toplam İşsiz Memur esnaf çiftçi öğrenci Ev kadını diğer Kadın 2 1 22 1 26 Erkek 2 1 4 5 7 19 Toplam 2 1 4 1 1 22 8 45 Herhangi bir yaşam güvencesi olmayan ev kadınlarının böyle bir evlilik yapmış olmaları yörede kadının erkeğe ve hatta erkeğin de ailesine olan bağlılığını zorunlu olarak devam ettirdiğini doğurmaktadır. Zaten adı geçen evliliklerin önemli bir kısmı aile bütünlüğünün sembolik dahi olsa dağılmamasını yaşamsal bir ön koşul olarak görmektedirler. Bundan dolayı da aile içinde "işlevsiz" nitelendirilebilecek bireylerin aile varlığı için bir işlev görecek bir konuma getirilme çabası içine girdikleri görülmüştür. Nitekim cinsiyet ile meslek arasında yapılan çaprazlamada da anlamlı bir ilişkiye rastlanmıştır. (Ki-kare=35.5, sd= 6, p.=,000). Ayrıca cinsiyet ve gelir düzeyi değişkenleri arasında ise herhangi bir anlamlı ilişkiye rastlanmamıştır. (Ki-kare= 6.60, sd= 6, p=,359). Daha önce de belirtildiği gibi, geleneksel toplumlarda aile bireyleri kendi kazanımlarından çok, içinde bulundukları toplumsal statüden kaynaklanan imkanlar ve fırsatlarla kimlik edinmektedirler ve rolleri sergilemektedirler. Bu tip toplumlar, birincil ilişkilerin egemen olduğu "köy toplumlarıdır." Dar çevreli ve sıkı Tablo 5: Doğum Yeri Dağılımı Doğum Yeri Frekans Yüzdelik Köy 31 68,9 Kasaba 1 2,2 ilce merkezi 10 22,2 İl merkezi 3 6,7 Toplam 45 100

Tablo 6: Levirat Ve Sororat Tipi Evlilikler Hakkındaki Düşünceler Levirat ve Sororat tipi evlilikler hakkında ne düşünüyorsunuz? Frekans Yüzdelik Geleneklerimize uygundur 6 13,3 Duruma göre normaldir 14 31,1 Dinimize göre normaldir 2 4,4 Kadın ve çocuklar için gereklidir 9 20 Erkek ve çocuklar için normaldir 3 6,7 Fikrim yok 5 11,1 Şiddetle karşıyım 5 11,1 Başka 1 2,2 Toplam 45 100,0 ilişkili bu toplumlarda kadınların eşleri öldükten sonra başka birisi ile evlenmesi normal karşılanmaz. Bundan dolayı da dul kadının ailede kalması sağlanmaya çalışılır. Bu aynı zamanda salt toplumsal meşruluğa dayanan bir ilişki ve yapılanmaya dayanmaktadır. Bu evliliklerdeki resmi nikah durumu da bunu göstermektedir. Bu durum aynı zamanda bu toplumları belirleyen geleneksel değerler ve dinî söylemlere de uygun olmak durumundadır. Aşağıdaki tablolar hem levirat ve sororat tipi evlilik yapanların bu tip evlilik hakkında ne düşündüklerini hem de bu evliliklerdeki resmi nikâh durumunu göstermektedirler. Levirat veya sororat tipi evlilik yapmış olanların önemli bir kısmı bu durumu şartlara bağlı olarak kabul edilebilir görmektedirler, % 31.1. Yukarıdaki sonuçlar göstermektedir ki bu evliliği normalleştiren, aile ile ilgili sahip olunan değer yargılarıdır. Ailenin bütünlüğü ve devamını temel bir ilke olarak benimseyen kişiler bu konuda bir çok zorluğa katlanmak durumunda kalmaktadırlar. Bu tip evlilikler hakkında olumlu görüş bildirenler, konuyu toplumsal şartlara bağlı değerlendirmektedirler. Duruma göre yapılabilir diyenler ile çocuklar ve kadın için gereklidir diyenlerin toplam oranı % 50 civarındadır. Bu tip evlilik yapanların bu konuya nasıl baktıklarına yönelik soruya verilen cevapların oranı, aslında bu konuya bireylerin bireysel tercihleri olarak değil toplumsal bir tercih olarak normal gördükleri anlaşılmıştır. Toplum tarafından yadırganmamış olması Tablo 7: Bireylerin Toplumdan Aldıkları Tepkilerin Dağılımı Böyle bir evlilik yaptığı için toplum tepki gösterdi mi? Frekans Yüzdelik Evet 3 6,7 Hayır 31 68,9 Bazen 11 24,4 Toplam 45 100 (% 68.9'u yadırgatıcı bir tavırla karşılaşmamış) toplumun bu durumu normal ve meşru olarak görmesinden kaynaklanmaktadır, fakat bireylerin kendileri bu durumu normal görmemektedirler. Nitekim aşağıda Tablo:13'te bu evliliği en çok kimin istediği sorusuna verilen cevapta, bireylerin kendilerinin istediği oran sadece yüzde 13.3'tür. Tablo 8: Yapılmış Olan Bu Evliliklerdeki Resmi Nikah Durumu Dağılımı Bu evlilikte resmi nikahı var mı? Frekans Yüzdelik Evet 29 64,4 Hayır 16 35,6 Toplam 45 100

Bilindiği gibi evlilik, genel anlamda toplumsal değerlerin onayladığı birlikteliktir. Evliliği meşru kılan da bu toplumsal onaydır. Ancak günümüz modern toplumlarında bu birliktelikten doğabilecek her tür pratiğin yasal bir temele oturtulması bir zorunluluktur. Bu aynı zamanda kişi haklarının korunması anlamına da gelir. İşte resmi nikah bunun en çarpıcı örneğidir. Resmi nikah birlikteliğin toplumsal meşruluğundan çok hukuki yükümlülükleri belirler. Bu evlilikler ise, daha çok toplumsal meşruluk temelinde gerçekleşmektedirler ve resmi nikah, evliliğin olmazsa olmazı olarak görülmemektedir. Resmi nikahı olmayanların oranı % 35.6'dır. III.2. Rol Değişimi ve Bu Değişimin Sonuçları Çalışmada irdelemeyi hedeflediğimiz temel konulardan birisi de, bu tip evliliklerde bireylerde ani bir rol değişiminin meydana geldiği ve bu değişimin kişilerin aile içi ilişkilerine önemli ölçüde etki ettiği yönündedir. Tablodaki veriler, rol değişimi ve çocuklara karşı farklı duygusal tutumlar içinde olma durumunu irdelemeye yönelik olan varsayımı doğrulamaktadır. Her ne kadar çoğunluk çocuklar arasında herhangi bir farkın olmadığını belirtmiş iseler de toplam % 38'lik bir kesim çocuklarına karşı farklı bir duygusallık içinde olduğunu belirtmiştir. Tablo 10: Cinsiyet İle Çocuklara Karşı Duygusal Farklılık Durumu Cinsiyet Toplam kadın erkek Tablo9: Çocuklara Karşı Duygusal Farklılık Durumu Dağılımı Çocuklara karşı duygusal farklılık var mı? Frekanslar Yüzdelik Cevapsız 2 4,4 Fark yok 28 62,2 Şimdikilere 3 6,7 daha bağlıyım Eskilere daha 7 15,6 bağlıyım Esimin eski 2 4,4 eşinden olanlara daha bağlıyım Fark yoktur 3 6,7 Toplam 45 100 Tablo 11: Eski Eşi İle Şimdiki Eşi Arasında Kıyaslama Yapma Durumu Eş mukayesesi var mı? Frekans Yüzdelik cevapsız 10 22,2 Sık sık 5 11,1 Bazen 18 40 Çok değil 12 26,7 Toplam 45 100 Cinsiyet * Çocuklarına karşı duygusal bir farklılık var mı? Çocuklarına karşı duygusal bir farklılık var mı? cevapsız Fark yok Şimdikilere daha bağlı eskilere daha bağlı Önceki eşinden olanlara daha bağlı Toplam 20 2 3 1 26 0% % 76.9 7,70% 11,50% 3,80% 100,00% 2 11 1 4 1 19 10,50% 57,90% 5,30% 21,10% 5,30% 100,00% 2 31 3 7 2 45 4,40% 68,90% 6,70% 15,60% 4,40% 100,00% Cinsiyet ile Çocuklara karşı duygusal bir farklılığın olup olmadığı değişkenleri arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır. (Ki-kare=4,098, sd=4, p=,393) Bu araştırmanın temel amaçlarından birisi de bu tip evliliklerin bireylerde ani rol değişimlerine neden olduğunu ve bundan da bireylerin önemli ölçüde

etkilendiklerini/etkilenebileceklerini irdelemekti. Daha önce "kayınbirader" (kardeş) olarak gördüğü birisini "koca" olarak görmek, karşılaşılabilecek en karmaşık rol çatışmalarından birisi olmalıdır. Bu bir insan için belki de karşılaşılabilecek en karmaşık durumlardan birisidir. Nitekim araştırmanın bulguları bu konuda gerçekten bireylerde meydana gelen rol değişiminin aynı zamanda bir rol çatışmasına da neden olduğu yönündedir. Çocukların anne babalarına karşı tutumlarında bir değişiklik hissetmeleri de bundandır. Tablo 12: Çocukların eski anne/babaları ile yeni anne/babalarını kıyaslama durumları Çocuğunuz sizi eski anne/babası ile karşılaştır mı? Frekanslar Yüzdelik Cevapsız 8 17,8 Sık sık 2 4,4 Bazen 7 15,6 Çok değil 26 57,8 Çocuğumuz yok 2 4,4 Toplam 45 100 Tabloda da görüldüğü gibi çocuklar yeni anne/babalarını eski anne/babaları ile ortalama % 20 oranında kıyaslamaktadırlar ve bu durum aslında çocuklar için ciddi bir handikaptır. Belki birkaç ay önce "amca" diye hitap ettikleri birisine şimdi "baba" diye hitap etmek ve buna uygun bir davranış içinde bulunmak herhalde pek kolay olmamaktadır. Buna rağmen % 57.8 oranında da bir kabullenmenin var olduğu görülmektedir. III. 3. Bu Evliliklerde Karar Vericiler ve Fertlerin Bu Evliliğe Karşı Tepkileri Yukarda da değinildiği gibi geleneksel ilişki biçimlerinin yoğun olduğu toplumlarda bireyler, bir çok konuda kendi başına karar verme özgürlüğüne sahip değildirler, daha çok içinde bulundukları toplumsal yapının öngördüğü değerlere ve normlara göre hareket etmek durumundadırlar. Bireyin kutsala veya tabuya kurban edilişinin farklı bir pratiği olan bu durum, en çok da seçme hakkı olmayan kadınlar için geçerlidir. Ailenin varlığı ve devamı bireyi koşullayan bir ideoloji olarak metafizik bir ideadır. Bu idea söz konusu toplumlarda kendini kurbanlarla (fedakarlıklarla) devam ettirir. Tablo 13, yukarda sözünü ettiğimiz durumu özetler niteliktedir. Bireylerin isteği ile olan evlilikler sadece % 13.3'tür. Geri kalanların kararını ise başkaları onların adına vermiştir. Anne/baba ve ailenin isteği % 57.8'dir. Akrabaların isteği (% 15.6) dahi bireylerin isteğinden daha fazladır. Aslında konu yorum gerektirmeyecek kadar açıktır. Yapılan görüşmelerden birisinde bu evliliğin özellikle köyün din görevlisi tarafından istenildiği ve gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. İmam-din adamı, dul kadının kayın biraderleri ve kayınbabası ile aynı mekanı ve aile ortamını paylaşmasının sakıncalı olacağını ve bu durumun da ancak dini meşrulaştırımla, nikahla mümkün olabileceğini söyleyip tarafları buna zorlamıştır. Tablo 14: Evlenirken Herhangi Bir Baskıya Maruz Kalıp Kalmadığı Evlenirken herhangi Frekans Yüzdelik bir baskı var mıydı? Cevapsız 1 2,2 Evet 23 51,1 Hayır 21 46,7 Toplam 45 100 Bu evliliği en çok kim istedi? Frekanslar Yüzdelik Baba/anne 8 17,8 Akrabalar 7 15,6 Eşim istedi 1 2,2 Ben istedim 6 13,3 Ailem istedi 19 42,2 İmam-Din görevlisi istedi 1 2,2 Diğer 3 6,7 Toplam 45 100

Evlenirken herhangi bir baskı görenlerin oranı % 51.1 'dir. Bu baskıyı yapanların oranı ise; % 8.9 baba, % 2.2 anne, % 2.2 kayınbaba, % 2.2 kayınvalide, % 33.3 aile ve % 4.4 geleneksel pozisyondan gelmektedir. Tablo 15: Kim Veya Kimler Baskı Yaptı Kim veya kimler baskı yaptı? Frekans Yüzdelik Cevapsız 21 46,7 Babam 4 8,9 Annem 1 2,2 Kayınbaba 1 2,2 Kayınvalide 1 2,2 Ailem 15 33,3 Gelenek 2 4,4 Toplam 45 100 Çalışmada araştırmak istediğimiz temel konulardan birisi de, bu tip evliliklerin yapılmasında kimin veya kimlerin asıl belirleyici olduğudur. Tablodan da anlaşıldığına göre aile % 33.3'lük oranla en baskın konumdadır. Bunu, % 8.9 ile baba, % 4.4 ile gelenek ve % 2.2 ile anne, kayınbaba ve kayınvalide izlemektedir. Tablo 16: Bireylerin Görüşü Alınıp Alınmadığı Sizin görüşünüze Frekanslar Yüzdelik baş vuruldu mu? Cevapsız 15 33,3 Evet 12 26,7 Hayır 18 40 Toplam 45 100 Bu evliliğin en çarpıcı özelliklerinden birisi de bireylerin karar alma sürecinde bulunmamalarıdır. Yukarıdaki her iki tablo birlikte ele alındığında bu evliliği yaparken görüşüne başvuruldu mu sorusundan elde edilen bulgular, cinsiyete göre bir ayrıma tabi tutulduğunda aslında anlamlı bir sonuca ulaşılamamıştır, (kikare=1.34, sd=2, p=,511) Ancak bireylerin görüşüne görece daha çok başvurulduğu ama bu görüşe uygun davranılmadığı anlaşılmaktadır. Bu evliliği ben istedim diyenlerin oranı % 13 (Yukarıdaki tablo), görüşüme başvuruldu diyenlerin oranı ise % 26.7'dir. Aslında bu durum, konunun uygulayıcıları tarafından da sorunlu olduğunu gösterir. Belki de durumu meşrulaştırmak için bireylere danışılmakta ama sonuçta aileler bildiğini uygulamaktadır. Bu aynı zamanda bu evliliğin birey için değil toplum için olduğunun da bir göstergesidir. Bu tabloda ise, cinsiyete göre bireylerin bu evliliği yapmaya kim tarafından zorlandığını göstermektedir. Cinsiyet ile bu evliliği yapmak için kimin baskı yaptığı değişkenleri arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır (Ki-kare=5.130, sd=6, p=,527) ancak, kadınların değişik odaklar tarafından erkeklerden daha çok baskıya maruz kaldıkları açıkça görülmektedir. 26 kadından 10'u ailesi ve 3'ü de babası tarafından bu evliliğe zorlanmıştır. Zaten kadınların bu tür olaylarda karar verici bir konumda olmadıkları bilinmektedir. Özellikle aile baskısının daha yoğun olduğu da açıkça fark edilmektedir. İsteğe ve gönül rızasına dayalı olmayan bir evlilikte, normal bir evlilikten beklenen işlevler de beklenmemektedir. Denekler bu tip evliliklerin temel işlevinden dahi uzak olduğunu belirterek, bu durumun önemli bir açmaz olduğunu vurgulamışlardır. Tablo 19: İlk Gecede Neler Hissettiğinin Dağılımı İlk Gecede neler hissettiniz? Frekanslar Yüzdelik Tablo 17: Cinsiyet Ve Görüşü Alınıp Alınmadığı Cinsiyet * Görüşü alındı t mı? Cinsiyet Görüşü alındı mı? Toplam 0 Evet hayır Kadın 7 7 12 26 Erkek 8 5 6 19 Toplam 15 12 18 45 Tablo 18: Kimin Baskı Yaptığının Cinsiyet Değişkenine Göre Dağılımı Cinsiyet Cinsiyet * Cevapsız 5 11,1 Bir felaketti 17 37,8 Çok kötü hissettim 17 37,8 Normal 3 6,7 Zevkli idi 1 2,2 Gayet zevkli idi 2 4,4 Toplam 45 100 Kim baskı yaptı çapraz tablo Kim baskı yaptı Toplam Cevapsız Baba Anne Kayın baba Kayın Valide Aile Gelenek kadın 9 3 1 1 1 10 1 26 erkek 12 1 5 1 19 Toplam 21 4 1 1 1 15 2 45

Araştırmanın en ilginç verilerinden birisi de böyle bir evlilikte bireylerin ilk gecede neler hissettikleridir. Aslında geleneksel bir ortamda uygulanan ankette böyle bir soruya kolay ve sağlıklı bir cevap alınmayacağı endişesinin aksine, araştırmaya katılanların özellikle bu soruya cevap vermek istedikleri gözlenmiştir. İIk geceyi normal, zevkli ve gayet zevkli görenlerin oranı sadece % 13.3'tür. Bir felaketti diyenler ile kendini kötü hissedenlerin oranı ise toplam % 75.6'dır. Tablo 20: Cinsiyete Göre İlk Gecede Neler Hissettiği Durumu sahip olmasına rağmen sadece bu işlevi yerine getirmez. Duygusal ve toplumsal olmak üzere çok önemli başka işlevler de yerine getirir. Bundan dolayı da toplumdaki bireylerin evliliği, sadece bireyleri ilgilendiren bir olgu olarak karşılanmaz. Özellikle Türkiye'de bir çok kişinin müdahil olduğu/olabildiği bir olaydır evlenme. Özellikle ferdin kendi başına bir birey olarak varlığını ortaya koyamadığı ve içinde bulunduğu topluluğun dışında kendine bir "kimlik" edinemediği toplumlarda aile ve ailesel klan bireye önemli ölçüde bir kimlik ve aidiyet duygusu kazandırır. Bu durum, yüz yüze Cinsiyet Cinsiyet * İlk gecede neler hissettin? Çapraz tablosu İlk gecede neler hissettin? Toplam Cevapsız Bir felaketti Çok kötü hissettim Normaldi Zevkli idi Gayet zevkli idi Kadın 4 13 9 26 Erkek 1 4 8 3 1 2 19 Toplam 5 17 17 3 1 2 45 Bu durumu cinsiyete göre değerlendirdiğimizde ise; kadınların % 50'si bu durumu bir felaket olarak görmektedirler ve hiç birisi ilk geceyi gayet zevkli, zevkli ve normal olarak değerlendirmemektedirler. Erkeklerde ise durum biraz farklı, erkeklerin % 31.5'i (1 tanesi zevkli, 2 tanesi gayet zevkli ve 3 tanesi de normal hissettiklerini belirtmişlerdir) ilk geceyi pek yadırgamadıklarını ifade etmişlerdir. İlk gecede neler hissettiği ile cinsiyet arasında da anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmüştür. (Ki-kare=11,821, sd=5, p=,037). IV. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Aile, toplumun en küçük birimi olmasına karşılık toplumu en iyi yansıtan temel kurumlardan birisidir. Toplumu tanımak için de sosyologların önemli bir kısmı aile kurumunu bahse konu etmiş ve ailedeki değişimi/gelişimi ele almışlardır. Aile, aynı zamanda bireye temel toplumsal davranış örüntülerini de kazandıran önemli bir sosyalizasyon ajanıdır. İIk çağlardan günümüze kadar aile, önemli değişiklikler geçirmesine rağmen varlığını koruyarak çeşitli biçimlerde ve tiplerde devam etmektedir. Evlenme, temel olarak fizyolojik bir ihtiyacı karşılayan bir işleve İlişkilerin egemen olduğu toplumlarda (birincil gruplarda) normal karşılanabilir ancak, modernleşme ile beraber ortaya çıkan bireyselleşme, bu durumu onaylamaz. Kaba bir gözlemle, Türk toplumunun evliliğe ilişkin genel tavrı "yakıştırma" tarzındadır. Kimin kime yakışacağı aslında bireysel olmaktan çok toplumsal bir ilgi alanıdır. Bu konu geleneksel ailelerde doğal olarak ebeveynlerin çocuklarına eş yakıştırması ve arayışı ile somutlaşıp toplumsal bir pratik olarak icra edilen bir "görevdir". Toplumun önemli bir kesimi hangi ünlünün hangisine yakıştığı konusunda derin entelektüel bir tartışma (!) içindedir. Bunun en somut örneği de son dönemlerde televizyonlarda rayting rekorları kıran "Biz Evleniyoruz", "Ben Evleniyorum", "Gelinim olur musun?" "Size anne diyebilir miyim?" reality showlarıdır. Bu showlarda, kimin kimle evleneceği konusu üçüncü şahısların kararına bırakılmıştır. Bu kişilerde, kendileri için kimin uygun görüldüğünü dikkate almaktan gurur duymaktadırlar. Kısaca bir çok alanda olduğu gibi evlilikte de toplumumuz pek sağlıklı bir ilişki ve duruş sergilememektedir. "Anlaşma" temelinde değil de

"yakıştırma" temelinde bir evlilik anlayışı yaygındır. Babanın yakıştırdığı, annenin yakıştırdığı, akrabaların uygun gördüğü ve nihayet toplumun uygun gördüğü bir eşle evlenmek toplumca en takdir edilen evliliktir. Tabi karar vericiler başkaları olunca da evlilik, kimi zaman en olmayacak bireyler arasında dahi gerçekleşebilmektedir. Bahse konu olan evlilik tipleri de bu anlamada bireylerden çok üçüncü şahıslar adına gerçekleşmektedirler. Evlenme biçimleri ise önemli ölçüde toplumların sahip oldukları sosyo-kültürel değerler tarafından belirlenir. Geleneklerin ve bireysel kararların dışındaki karar vericilerin egemen olduğu toplumlarda bunları belirleyenler daha çok geleneksel değerler ve toplumdaki otoritelerdir. Geleneksel değerlere göre yapılan evlilikler, geleneğe uygunluk esasında gerçekleşir, bireysel tercihleri dikkate almaz. Bir çok konunun paylaşıldığı bu birlikteliğin başkasının isteği ve arzusu doğrultusunda gerçekleşmesi ise, temelde bireysel talepleri ve tercihleri dışlayacaktır. Ataerkil toplumlar, ailenin devamını temel bir ilke olarak benimsemişlerdir ve bundan dolayı da kimi zaman aileye dair sorunların üstünü örtme yoluna gitmişlerdir. Bu durum, söz konusu toplumlarda hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda derin kişilik krizlerine neden olmayabilir ancak, günümüzde bu durum artık hiçbir biçimde görmezlikten gelinemeyecek kadar kamusallaşmış bulunmaktadır. Bugünkü durumu garipleştiren asıl şey ise, yasal düzenleme, üretim ilişkileri ve sahip olunan değer yargılarının birbirinden tamamen farklı epistemolojik ve düşünsel referanslara sahip olmasıdır. Bu keşmekeşten de en çok kadınlar etkilenmektedirler. Çünkü sistem aslında biraz da kadınların taşıyıcılık (analık) özelliğinden de kaynaklanan sebeplerle kadın kişiliğini ezmek ve öğütmek üzerine dönmektedir. Türkiye'de bir çok sosyal problemi ekonomik nedenlerle açıklama ve temellendirme eğilimi yaygındır. Kuşkusuz ekonomik ilişkiler ve üretim araçları, değişim ve dönüşümün vazgeçilmez dinamikleridir ancak, bunları da kimi zaman harekete geçirecek başka faktörlere de ihtiyaç olduğu/olacağı unutulmamalıdır. En azından Weberyen anlayışın da bu konuda farklı bir bakışı ortaya koyma çabasında olduğunu bilmekteyiz. Araştırma, bu konuyu sosyolojik olarak dikkatlere sunma amacındadır. Aslında ülkemizde, özellikle de kimi bölgelerde sık rastlanan bir olgu olmasına rağmen, fazla araştırılmadığı gözlenmiştir. Levirat ve sororatın, bir kural olarak değil, kimi sorunların çözümü için düşünülen (Altuntek, 1993) bir evlilik türü olduğu da unutulmamalıdır. Konunun sosyo-ekonomik ve sosyokültürel temelleri belirlendikten sonra bu tür evliliklerin yaşandığı ailelerde ortaya çıkan rol çatışmaları ve bunların insan psikolojisi üzerinde yarattığı gerginlikler bu tip evliliklerin salt tarafların mağduriyeti ile sınırlı kalmadığı da görülmüştür. Bu bağlamda evliliğin kişisel bir tercih ve yine kişisel bir uyum ve denklik gerektiren bir konu olduğunun fark edilmesinin sağlanması da çalışmanın amacına ulaştığını gösterecektir. KAYNAKLAR Altuntek, N. Serpil, Van Yöresinde Akraba Evliliği, Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1993. Aydın; Mustafa, Kurumlar Sosyolojisi, Vadi Yayınları, Ankara, 2000. Gökçe, Birsen, Türkiye'nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar, Savaş Yayınevi, Ankara, 1996. Hagedorn, Robert, Sociology, Holt, Rinehart and Winston of Canada, Limited Toronto, 1980. Hançerlioğlu, Orhan, Toplumbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996. Hellman, Hal, Büyük Çekişmeler, Çeviri: Füsun Baytok, Tübitak Yayınları, Ankara, 1998. Kirwen, Micael C, African Widows, Orbis Boks, Maryknoll, New York 1979. Kongar, Emre, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1985. Kongar, Emre, Türkiye Üzerine Araştırmalar, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986. Lundberg, A. C. Schrag, N. Larden, Sosyoloji, Cilt II, Siyasal Bilimler Derneği Yayınları, Ankara, 1970. Mead, Margaret, Corning of Age in Samoa: a Psychological Study of Primitive Youth for Western Civilization. New York, 1973. Ozankaya, Özer, Toplumbilime Giriş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1997. Sayın, Önal, Aile Sosyolojisi, Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova-İzmir, 1990. Sweedlun, Verne S., Crawford, Golda M., Man in Society, American Book Company, NewYork, 1956. Tepperman, Lorne & Blain, Jenny, Think Twice Sociology Looks At Current Social Issues, Prentice Hail, New Jersey, 1999. www.bartleby.com

Korku Kültürü, Değerler Kültürü ve Şiddet Altay EREN Özet Korku, şiddet ve değer olgularının geçmişte olduğu gibi, günümüzde de toplumsal ve bireysel iyi oluşta son derece önemli olgular oldukları söylenebilir. Bireysel ve toplumsal boyutlarıyla geniş bir süreklilik üzerinde ele alınabilecek bu üç olgu, toplumlarda yönetim biçimlerinden yaşayış biçimlerine kadar her türlü süreci etkileyen bir zemin oluşturmuşlardır. Kültürel boyut, korku, şiddet ve değerlerin toplumsal bir uyum aracı şekline dönüşmelerinin sonucu olarak ortaya çıkmakta ve böylece bireylerin davranışlarını etkileyen bir referans sistemini meydana getirmektedir. Bu çalışmada korku ve bireysel değer kavramları kültürel yapılar olarak incelenmiştir. Bununla birlikte, şiddetin korku kültürünün egemen olduğu bir toplumda kolaylıkla tercih edilebilen bir olgu olduğu ve sağlıklı toplumsal gelişim sürecinin korku ya da değerler kültürünün başatlığıyla yakından ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Korku Kültürü, Değerler Kültürü, Şiddet Summary İt can be said that the fear, the violence and the values are crucial facts in individual and social vvell-being today as in the past. These facts, that could be investigated on a range continuum with their individual and social dimensions, constituted a base vvhich effects on every kind of process from management styles to living styles in societies. Cultural dimension arises as a result of transformation of the fear, the violence and the values into a social adaptation tool, thus, it becomes a reference system vvhich affects the inidividuals' behaviors. The fear and the individual value concepts were examined as cultural structures in this study. Hovvever, it was concluded that the violence is a fact that may be easily preferred, and the healthy social grovving process is highly related with the dominance of the fear or the values culture. Key words: Fear Culture, Values Culture, Violence ' Öğr. Gör. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Mengen Meslek Yüksekokulu.

Giriş Biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleriyle kültürel bir varlık olan insan için korku, değer ve şiddet kavramları varoluş sürecinin önemli parçalarını oluşturmaktadırlar. Kavramsal düzeyde kesin sınırlarla ayrılabilecekmiş izlenimi veren korku, şiddet ve değer kavramları, sosyal bütün içerisinde kültürel görünümlere bürünürler. Dolayısıyla, korku ve şiddet, toplumsal yansımalara sahip çok boyutlu unsurlar olarak kültür kapsamında belirginleşmektedirler. Aynı kapsamda anlamını bulan bir diğer unsur ise bireysel değerlerdir. Bir yönüyle öznel bir içeriğe sahip olan bireysel değerler, diğer yönüyle de toplumsal yapının etkisi altındadırlar ve doğumundan itibaren başlayan formal ve informal eğitim süreci içerisinde birey, bu toplumsal yapının etkisi altında kültürlenmek suretiyle değerlerini oluşturur. Böylece yaşamının, dolayısıyla ölümlülüğünün farkında olan insan, yaşam süresi boyunca kendi varoluş denkleminin negatif yönünü oluşturan unsurlar olarak belirginleşen korku ve şiddetin karşı tarafına değerlerini yerleştirerek, bir anlamda denge sağlamaya çalışmaktadır. Bu denklem, sosyal yapı içerisinde, bazen korkunun egemen hale geldiği sen-ben ilişkileriyle örülmüş bir yapı haline gelirken, bazen de değerlerin ön plana alındığı biz bilinciyle berraklaşan demokratik bir görünüme bürünmektedir. Diğer yandan, şiddetin ise korku kültürünün oluşturduğu bir zemin üzerinde yeşerme olanağı bulduğu söylenebilir. O halde şiddete zemin oluşturma potansiyeline sahip olan korku ve onun antitezi olan değerlerin insanın ortaya koyduğu gerçeklikler olarak kültürel bir zemin haline geldikleri düşünüldüğünde, bir başka gerçekle karşılaşılır. Eğer insan, kültür üretip kültürce üretilmekteyse (Uygur, 1996:16), korku kültürü ve değerler kültürünü üreten ve onlar tarafından üretilen bir varlık halini de alacak ve başarısını, mutluluğunu, ilişkilerini ürettiği ve üretildiği bu kültürel yapılar açısından değerlendirecektir. Bu bağlamda, adı geçen kültürel yapıların sahip olmaları oldukları içerikler özelde bireysel genelde ise toplumsal yönleriyle önemlidirler. Bu çalışmanın amacı, korku, şiddet, ve değer olgularının bireysel ve sosyal perspektiften ben, sen ve biz bilinci oluşumundaki etkilerinin incelenmesi suretiyle, sağlıklı bir toplumsal gelişim süreciyle olan ilişkiselliklerinin ortaya konmasıdır. Korku Kavramı Korkmak son derece doğal bir davranıştır ve insan yaşamının sürdürülebilmesi için gereklidir. İnsan, her şeyden önce, bilmediği açıklayamadığı ya da anlayamadığı şeylerden korkar. İlk insanların yıldırımdan, ateşten vahşi hayvanlardan korkmasının temel nedeni de budur. Karanlıktan, yıldırımdan, vahşi hayvanlardan vb. korkan insan, onlara ilişkin bilgilerini arttırdıkça bilinmeyenden kaynaklanan bu korkularını da yenebilme olanağına kavuşmuştur (Tok, 1998:62). Oldukça karmaşık bir doğaya sahip olması nedeniyle korkuya ilişkin farklı tanımlar mevcuttur. Örneğin Young, korkuyu "içinde bulunulan ortamın algılanmasıyla ortaya çıkan, iç organları harekete geçiren, bedende, davranışta ve bilinçte kendini belirten duygusal bir süreç" olarak tanımlamıştır (Aktaran: Cüceloğlu, 1998:264). Bununla birlikte, genel anlamda korku, herhangi bir uyaranın tehdit edici olarak algılanmasıyla ortaya çıkan savaş ya da kaç tepkisiyle sonuçlanan duygusal bir tepki olarak da nitelendirilebilir. Bu özelliğiyle korku, canlının hayatta kalmasına yardımcı olan bir duygudur. Bilim insanları, primatlar üzerinde yaptıkları deneyler sonucunda oldukça ilginç sonuçlarla karşılaşmışlardır. Bu hayvanların yer aldığı çeşitli deneylerde, yılanlara verdikleri tepkiler oldukça fazladır. Bir yılanla ilk kez karşılaşan yavru primatlarda bile bu korkunun yaşanması ilginç bir sonuçtur. Deneyin bir diğer aşamasında, deneklere yılanla birlikte çiçekler de gösterilir. Bir süre sonra hayvan, sadece çiçekten de korkmaya başlar (Aktaran: Tok, 1998:63). Bu deneylerden elde edilen bulgular, yılan korkusu gibi bazı korkuların doğuştan gelmekle birlikte (Wilson, 2000:18), sonradan öğrenilebildiğini de göstermektedir. Dolayısıyla korku biyolojik olmakla birlikte kültürel bir yöne de sahiptir ve bu özelliğiyle başta toplumsal olmak üzere örgütsel yapının da temel bileşeni haline gelir. Korku Kültürü Kültürel yön korkunun toplumsal bir uyum aracı olarak işlevselleşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Buna göre, bireyin üyesi bulunduğu toplumda bazı şeylerden korkması istenen ve beklenen bir olgudur. Böylece birey, yaşamının ilk yıllarından itibaren nelerden korkması gerektiğini öğrenmeye başlar. Esasen, korku ve toplumsallık ilişkisi kökenini derinlerde bulan bir ilişki türüdür. Bilmediği pek çok şeyden