ÜNİTE SOSYOLOJİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER KENTLEŞME



Benzer belgeler
1844 te kimlik belgesi vermek amacıyla sayım yapılmıştır. Bu dönemde Anadolu da nüfus yaklaşık 10 milyondur.

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri

Türkiye de Kentleşme

Farklı Sistemlerde Kentleşme

Kırsal Alan ve Özellikleri, Kırsal Kalkınmanın Tanımı ve Önemi. Doç.Dr.Tufan BAL

Türkiye Nüfusunun Yapısal Özellikleri Nüfus; 1- Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Genç (Çocuk) Nüfus ( 0-14 yaş )

24 HAZİRAN 2014 İSTANBUL

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur.

İktisat Tarihi II. XI. Hafta

EĞİTİMİN EKONOMİK TEMELLERİ

DERS VI-VII Nüfus Artışı Küresel Isınma

BÖLGE VE NÜFUSUN GENEL DURUMU. Doç.Dr.Tufan BAL

İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2

İktisat Tarihi II. 1. Hafta

İKİNCİ BÖLÜM ENDÜSTRİ DEVRİMİ, SOSYAL SORUN VE SOSYAL POLİTİKA İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM SOSYAL POLİTİKA BİLİMİNİN KONUSU, KAPSAMI VE TEMEL YAKLAŞIMI

İktisat Tarihi

Test. Beşeri Yapı BÖLÜM 7

NÜFUS POLİTİKALARI. Taylan BATMAN Yeşilpınar Mirioğlu ÇPL

ÇALIŞMA EKONOMİSİ II

İktisat Tarihi II. 13 Nisan 2018

Dünya da ve Türkiye de İş Sağlığı ve Güvenliği

Ekonomi II. 13.Bölüm:Makroekonomiye Genel Bir Bakış Doç.Dr.Tufan BAL

İktisat Tarihi II. IV. Hafta

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

SOSYOLOJİ DERSİ 2.ÜNİTE TOPLUMSAL YAPI

PAGEV - PAGDER. Dünya Toplam PP İthalatı

3 Temmuz 2009 İngiltere Büyükelçiliği Konutu, Ankara Saat: 16:00. Çevre ve Orman Bakanlığı nın Saygıdeğer Müsteşar Yardımcısı,

DOĞA - İNSAN İLİŞKİLERİ VE ÇEVRE SORUNLARININ NEDENLERİ DERS 3

KENTTE YAŞAMAK HAKLAR VE SORUMLULUKLAR. PROF. DR. HASAN ERTÜRK

Türkiye nin Nüfus Özellikleri ve Dağılışı

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK

DÜNYA SERAMİK KAPLAMA MALZEMELERİ SEKTÖRÜNE GENEL BAKIŞ

TÜRKIYE NİN MEVCUT ENERJİ DURUMU

Enerji ve İklim Haritası

1.Bireyden Kitleye. 2.Habere İlk Adım: Gazete. 3.Her Yerdeki Ses: Radyo. 4.Düş mü, Gerçek mi?: Sinema. 5.Evdeki Dünya Televizyon

Dış Ticaret Politikasının Amaçları

İktisat Tarihi II. I. Hafta

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

DR. BEŞİR KOÇ KALKINMA

3. Emek Piyasası. Grafik-3.1: İşsizlik Oranları (yüzde)

DÜNYA TARIMININ BAŞLICA SORUNLARI

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek

IMF KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ

TOPLUMU TANIMA TOPLUMUN TANIMI TOPLUMUN ÖZELLİKLERİ TOPLUMUN ÖZELLİKLERİ TOPLUMUN ÖZELLİKLERİ TOPLUMUN ÖZELLİKLERİ

Dış Ticaret Politikası. Temel İki Politika. Dış Ticaret Politikası Araçları Korumacılık / İthal İkameciliği

Türkiye de işsizler artık daha yaşlı

ULUSAL ÖLÇEKTE GELIŞME STRATEJISINDE TRC 2 BÖLGESI NASIL TANIMLANIYOR?

SAĞLIK SEKTÖRÜ RAPORU

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU 2015 LANSMANI 24 HAZİRAN 2015 İSTANBUL

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

Biyosistem Mühendisliğine Giriş

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Nisan 2014, No: 90

HOLLANDA ÜLKE RAPORU

TÜRK KONSEYİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ YETERLİ Mİ?

NÜFUSUN GELİŞİMİ, DAĞILIŞI VE NİTELİKLERİ

MECLİS TOPLANTISI. Ender YORGANCILAR Yönetim Kurulu Başkanı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2

SERAMİK SEKTÖRÜ NOTU

TR 71 BÖLGESİ 2013 YILI İHRACAT RAPORU AHİLER KALKINMA AJANSI

COĞRAFYA-2 TESTİ. eşittir. B) Gölün alanının ölçek yardımıyla hesaplanabileceğine B) Yerel saati en ileri olan merkez L dir.

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

İktisat Tarihi II

BATI AFRİKA ÜLKELERİ RAPORU

LÜTFEN KAYNAK GÖSTEREREK KULLANINIZ 2013

SOSYAL GÜVENLİK REFORMU. A.Tuncay TEKSÖZ TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi

BİRİNCİ BÖLÜM: KALKINMA VE AZGELİŞMİŞLİK...

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

Türkiye Makine ve Teçhizat İmalatı Meclisi

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018

Türkiye de Yabancı Bankalar *

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü

İktisat Tarihi II. 26 Mayıs 2017

TEKSTİL SEKTÖRÜNÜN 2014 YILI MART AYI İHRACAT PERFORMANSI ÜZERİNE KISA DEĞERLENDİRME

EĞİTİMİN EKONOMİKTEMELLERİ. 6. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

KÜRESEL OTOMOTİV OEM BOYALARI PAZARI. Bosad Genel Sekreterliği

Kadınların Ġstihdama Katılımı ve YaĢanan Sorunlar

MİLAS TAKİ KENTLEŞME SÜRECİNİN TÜRKİYE GENELİNDEN FARKLILAŞMASI VE NEDENLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI 6. SINIF SOSYAL BİLGİLER DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI, KAZANIMLARI VE TESTLERİ

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 NİSAN AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Şubesi

TÜRKİYE - ARJANTİN YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

5. İşçi fazlasını, işveren fazlasını ve iş fazlasını şekil yardımıyla gösteriniz.

ÖSYM. Diğer sayfaya geçiniz KPSS / GYGK-CS

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

İ Ç İ N D E K İ L E R

TRB2 BÖLGESİ MEVCUT DURUM ANALİZİ. NÜFUS ve KENTLEŞME

Türkiye Cumhuriyeti-Ekonomi Bakanlığı,

Beyin Gücünden Beyin Göçüne...

YURTDIŞI MÜTEAHHİTLİK HİZMETLERİ

Tarım & gıda alanlarında küreselleşme düzeyi. Hareket planları / çözüm önerileri. Uluslararası yatırımlar ve Türkiye

Tarımsal Gelir Politikası/Amaç

Modern Pazarlama Anlayışındaki Önemli Kavramlar

İŞGÜCÜ PİYASALARINDA MEVSİMLİK ETKİLER AZALIYOR

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

Transkript:

HEDEFLER İÇİNDEKİLER KENTLEŞME Kentlerin Özellikleri Kentlerin Gelişimi Kentleşme Kuramları Kentlerin Büyümesi Küreselleşme ve Kentleşme Kent Yapısı ve Kent Kimliği Kentleşme ve Eğitim Türkiye de Kentleşme Ve Nedenleri SOSYOLOJİ Bu üniteyi çalıştıktan sonra; Kentleşmenin ne olduğunu öğrenecek, Kentlerin özelliklerini öğrenecek, Kentleşme kuramlarını öğrenecek, Kent kimliği hakkında bilgi edinecek, Türkiye de kentleşmenin nedenlerini öğrenecek, Türkiye de kentleşmenin doğurduğu sonuçlar hakkında bilgileneceksiniz. ÜNİTE 10

GİRİŞ Kentlerde yoğun bir işbölümü ve ihtisaslaşma vardır. Kent yaşamının geçmişi antikçağlara kadar dayanır. İlk kentler özellikle nehir, göl ve deniz kenarlarına kurulmuştur. Çünkü bu yerlerin sulak olması sebebiyle tarıma elverişli olması, ulaşım ve ticaret için uygun yerler oluşu bu yerleri cazip hâle getirmiştir. Mezopotamya da Fırat-Dicle arasında, Mısır da Nil nehri, Hindistan da İndüs ve Çin de Sarı nehri etrafında ilk kent özellikleri görülmüştür. Unesco nun yaptığı araştırmaya göre 5600 yıllık Gaziantep, antik adıyla Dülük, ilk kurulan kenttir. Gaziantep kentini 5000 yıllık geçmişiyle Kudüs ve Irak ın Kıskan kentleri izliyor. Bu kentlerin büyüklüğüne ilişkin fazla bilgi elde edilmiş olmamasına rağmen M.Ö. 6. Yüzyılda, Babil in 350 bin nüfusa sahip olduğu bilinmektedir. İlk kentler tarımsal, askeri, ticari ve dini özellikler taşıyordu. Günümüzdeki anlamıyla ilk kentlerin ortaya çıkışı Sanayi Devrimiyle olmuştur. Sanayi Devrimiyle birlikte toplumsal yapının özellikleri, üretim şekli ve biçimi, tüketim, toplumsal ilişkiler tümüyle değişti. Geleneksel yapının ortadan kalkmasıyla fabrikalar etrafında kurulan sanayi kentleri doğdu. İkinci Dünya Savaşı sonrası nüfusun giderek kentler etrafında toplandığı görülmektedir. Kentleşme, dar anlamda, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatır. Kentsel nüfus, doğumlar ile ölümler arasındaki farkın birinciler lehine olması sonucunda ve aynı zamanda köylerden ve kasabalardan gelenlerle, yani göçlerle artar. Gelişmekte olan ülkelerin kentlerinde, doğurganlık eğilimleri azaldığından, kentleşme daha çok köylerden kentlere olan nüfus akınlarıyla beslenir. Kentleşmenin dar anlamdaki tanımı, demografik nitelik taşır. Oysa kentleşme, yalnız bir nüfus hareketi olarak görülürse eksik kavranmış olur. Çünkü kentleşme olgusu, bir toplumun ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişmelerden doğar. Bu nedenle, kentleşmeyi tanımlarken, nüfus hareketini yaratan ekonomik ve toplumsal değişmelere de yer vermek gerekir. Kentleşmenin ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutlarını da hesaba katan, geniş anlamda bir tanımı şöyle yapılabilir: Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye paralel olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi süreci.kentleşmenin önemli boyutlarından biri olan siyasal davranış değişikliklerini de, bu tanımın, kentlere özgü davranış değişiklikleri içinde bulma imkânı vardır. Üretim biçimindeki değişimin, yani ekonomik ögenin kentleşme tanımında özel bir ağırlığı vardır. Kentleşmenin, tarımsal üretimden daha ileri bir üretim düzeyine geçiş, olarak da tanımlanabilmesi bu yüzdendir. Bu geçiş tüm üretim denetleme işlevinin kentlerde toplanmasını zorunlu kıldığı gibi; kentlerin büyümesine ve yoğunluk kazanmasına, heterojenlik ve bütünleşme derecelerinin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

artmasına da yol açar. Her ülke bu geçiş süreci içinde bulunduğu noktaya göre, az kentleşmiş ya da çok kentleşmiş olarak nitelenir. Kentlilik kültüründe en başta gelen konulardan birisi, kişinin kentin aktif katılımcı bir parçası olarak görmesi ve kenti makro bazda evi olarak kabul etmesidir. Kentleşme hareketi, zaman içindeki bir değişmeyi anlatır. Bir ülkenin ya da bölgenin kentleşme derecesi ya da kentleşme düzeyi (kentleşme oranı) denildiğinde, o ülkenin ya da bölgenin nüfusunun belli bir tarihte, belli bir tanıma göre kent sayılan yerleşme merkezlerinde yaşayan oranı anlaşılır. Şu hâlde, kentleşme hareketi, demografik tanımıyla, belli bir süre içinde kentleşme oranında yer alan değişiklik olarak görülebilir. Bu kavramları birbiriyle karıştırmamak gerektiği gibi, kentleşmenin sadece bir yönünü, toplumsal değişme boyutunu yansıtan kentlileşme ile kentleşme hareketini karıştırmaktan da sakınmalıdır. Bundan başka, kentsel gelişmenin bir düzen ve denetim altına alınması yollarını gösteren şehircilik (kentbilim) ile bir toplumsal olayın adı olan kentleşmenin birbirinden farklı oldukları bilinmektedir. TARİHSEL GELİŞİM Tarihçiler ile toplumbilimciler, kentlerin ortaya çıkışına uygarlıkların doğuşu gözüyle bakarlar. Tanınmış bir kent bilgini Lewis Mumford, neolitik çağlardan bugüne değin kentlerin gelişimini ayrıntılarıyla gözden geçirmiştir. Antik Çağların kentlerinin büyüklüklerine ilişkin fazla bilgimiz olmamakla birlikte, M.Ö. 6.yüzyılda Babil in 350 bin ve iki yüzyıl sonra da Syracuse ün 400 bin nüfusu olduğu bilinmektedir. Perikles zamanında Atina daha büyük bir kentti. Kuşkusuz Antik Çağın en büyük kenti bir buçuk milyon nüfusla Roma ydı. Eski Yunan ve Roma kentleri, tutsaklık düzenine dayanan bir uygarlığın ürünüydüler. Orta Çağların surlarla çevrili kentleri bir yandan savunma gereksinmelerinin, öte yandan da güzel görünme isteğinin etkisiyle içlerine kapanık kentler olmuştur. 12. yüzyılda, nüfusu 100 bini aşan kentler parmakla sayılacak kadar azdır. Lewis Mumford ın yazdığına göre, sadece Paris, Venedik, Milano ve Floransa 21. Yüzyılın başında nüfusu bu rakamı aşan kentlerdi. Londra ve Brüksel in 15. Yüzyıldaki nüfusları 40 bin kadardır. Orta Çağ kentlerine ya tümüyle siyasal ve kültürel işlevler ya da tamamen ekonomik işlevler egemendi. Çağdaş sanayileşme, teknoloji, ulaşım ve yönetim olanaklarının ürünü olan çok işlevli kent olgusu ortaçağ kentlerine yabancı bir olgudur. Sanayi devriminin başlangıcında, kentlerin ekonomik yapısında başlıca rol oynayan ögeler kent soylular (burjuvalar), tüccar ve bankacılardı. Gelişen bir ticaret yaşamı ile sanayi öncesi bir dönemin izlerini taşıyan zanaatlar bütünleşebilmişti. Bununla birlikte Sanayi Devrimi, yani makineleşmenin ve rasyonalize olmanın sistemli (düzenli) bir biçimde ve geniş ölçüde uygulanması, zihniyet ve davranışların bu yeni kapitalist üretim biçiminin gerekliliklerine uydurulmaya başlanması geleneksel kent yapısını sarsmaya, değiştirmeye ön ayak oldu. Tüm sanayi dalları eski kentlerin dışında, enerji kaynakları, ulaşım araçları, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

hammadde kaynakları ve insan gücü sunumunun ucuz ve kolay olduğu yerlerde yerleşmeyi yeğ tuttu. Fabrikalar yakınında sanayi kapitalizminin simgesi olan işçi kentleri doğdu. Şu hâlde, sanayi devrimi sonrasında kentleşme, sanayileşmenin bir yan ürünü olarak görünür. Bu özel koşullarda, sanayileşme ve kentleşme ayrılmaz bir biçimde birbirine bağlı olaylardır. Kentleşme, 20. yüzyılın ayırt edici özelliklerinden biri olmuştur. Gelişmiş olsun, gelişmekte olsun, kapitalist olsun, sosyalist olsun bütün ülkeler; kentleşme olayının ve sonuçlarının etkisiyle karşı karşıya kalmışlardır. Dünya nüfusu 1800 de 990 milyon iken, 1900 de 1 milyara, 1960 ta 3.3 milyara yükselmiştir. 21. yüzyılın başında da 7 milyarı bulduğu tahmin edilmektedir. Buna paralel olarak, kentleşmenin çok daha büyük bir hızla ilerlediği görülmektedir. Nüfusu 100 bini aşan kentlerde, 1800 yılında dünya nüfusunun sadece % 1.7 si yaşarken, bu oran 1900 de %5.5 e, 1970 te ise %22 ye yükselmiştir. 1800 yılında 15 milyon olan kentli nüfus, 1980 lerde 800 milyona yükselmiş bulunmaktadır. 2000 li yılların başında ise, yeryüzünde 3.5 milyar kişi kentlerde yaşamaya başlamıştır. Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre, 1980 lerde sayıları 35 olan 5 milyondan kalabalık kentlerin sayısı, 21. yüzyılın başında 60 ı geçmiştir. KENT NEDİR? Kentler, farklı kültürleri ve toplumsal sınıfları, grupları içine alan heterojen bir yapı gösterir. Kent nedir? Hangi yerleşim yerleri kent olarak adlandırılmaktadır? Kent denilen yerleri, diğer yerleşim yerlerinden ayıran özellikler nelerdir? Burada sıralanan sorulara ve kentle ilgili birçok soruya, çok farklı cevaplar verilmiştir ve bundan sonra verilecek olan cevapların da birbirlerinden farklı olmaları çok muhtemeldir. Toplumsal yapı içerisinde kentin tanımı için her bilim dalı ve yaklaşım, ayrı bir ölçüt kullanmıştır. Demografik ölçüt: Kenti, belli bir nüfus büyüklüğüne erişmiş yerleşmeler olarak niteler. Kenti kendine özgü iş gücü, toplumsal örgütü, kültürü bulunan çok nüfuslu yerleşmeler olarak tanımlar. Kenti diğer yerleşimlerden ayıran nüfus sınırı değişkendir. Bu sınır kimi yerlerde 3 bin kimi yerlerde 5 bindir. Türkiye de bu sınır 10 bin olarak belirlenmiştir. İşlevsel ya da ekonomik ölçüt: Bu görüş, nüfus büyüklüğünü yeterli görmez. Nüfus farklığından çok işlevsel ve ekonomik farklılıkları dikkate alır. Endüstri, madencilik, hizmet vb. Toplumbilimsel ölçüt: Kenti kendi özelliklerine (heterojenlik, tarım dışı ekonomi, iş bölümü, nüfus yoğunluğu vb.) göre tanımlamaya çalışır. Köy ve kent arasındaki farklılıkları ortaya koyarak kenti tanımlamaya çalışır. Yönetimsel ölçüt: Bu ölçüte göre kent, nüfusu ne olursa olsun il ve ilçe konumunda olan yerleşmelerdir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Yukarıdaki açıklamaların doğrultusunda kent, tarım dışı etkinliklerin; özellikle sanayi, ticaret ve hizmet çalışmalarının bulunduğu, büyük bir nüfusun barındığı, örgütlenmenin ve uzmanlaşmanın fazla olduğu, ikincil ilişkilerin yaşandığı, heterojen olan bir yerleşim birimidir. Kentlerin oluşup gelişmesi toplumsal bir süreçtir. Kentleşme dar anlamıyla kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasıdır. Kentleşme olgusunu daha geniş anlamıyla tanımlanacak olursa kentleşme, sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve ihtisaslaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir. Kentleşme salt bir nüfus değişimi değildir. Aynı zamanda toplumun ekonomik, toplumsal ve siyasi yapısında, toplumu oluşturan bireylerin tutum ve davranışlarında da değişimlere yol açan evrensel bir süreçtir. ÇAĞDAŞ KENTLEŞMENİN ÖZELLİKLERİ Kentler toplumsal değişimin en hızlı olduğu yerlerdir. Teknolojik ve bilimsel değişime kaynaklık eden yerlerdir. Günümüzdeki kentleşme hareketleri, geçen yüzyılın kentleşme hareketlerinden birkaç noktada ayrılır. İlk olarak, 19. yüzyılda büyük kentlerden birçoğu, hammadde kaynaklarından ve maden havzalarından Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine dış satım yapılan, buna karşılık o ülkelerden getirilen sanayi mallarının alındığı ve dağıtıldığı geçiş merkezleri durumundaydılar. Rio de Janeiro, Buenos Aires, Bombay, Calcutta ve Shanghai, yerli ve yabancı işadamlarının toplandığı, sömürgeci bir ekonomik ve siyasal düzenin ürünü olan, bulundukları ekonominin haklı çıkardığından daha büyük çapta kentler olmuşlardır. Tanınmış bir kent toplumbilimcisi, bu kentlerin simgelediği kentleşme biçimine bağımlı kentleşme adını vermektedir. Oysa aynı yüzyılın Avrupa ve Kuzey Amerika kentlerinde nüfus birikimi, sanayi devriminin yarattığı büyük sanayi kuruluşları çerçevesinde olmuştur. 1920 yılında Güney Amerika nın, 500 binden fazla kentlerdeki nüfus oranına Avrupa, ancak bir yüzyıllık tam sanayileşme sonucunda ulaşabilmiştir. İkinci olarak, bugünün az gelişmiş ülkelerinin hemen hemen hepsinde gözlemlenen kentleşme biçimi, Avrupa ve Kuzey Amerika kentlerinin sanayiye dayalı kentleşmesinden çok, sömürgecilik çağının kentleşme biçimini andırır. 1860-1890 yılları arasında faal nüfusun %22 ile %45 i imalat sanayiinde çalışırken aşağı yukarı yüzyıl sonra (1951-1961), Cezayir, Fas, Tunus, Panama ve Pakistan gibi ülkelerde imalat sanayiinde çalışan faal nüfus oranı ancak %5.6 ile %6.9 arasında değişmekteydi. Üçüncüsü, 20. yüzyılın kentleşmesini bir önceki yüzyıldan ayıran önemli özelliklerinden biri de, çağın bir nüfus patlaması çağı olmasıdır. Tıptaki ilerlemeler, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

kolera ve tifüs gibi salgınlarla mücadele yöntemleri, nüfusun büyük bir hızla artmasına neden oldu. Yüzyılın başında gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde %2 olan nüfus artış hızı, gelişmekte olan ülkelerde %2.8 i, hatta bazılarında %3 ü buluyordu. 1920 ve 1940 yılları arasında, dünyada köy nüfusu 520 milyon artmıştır. Köylerin barındıramadığı, besleyemediği bu nüfus kentlere akın etmiştir. Dördüncü olarak, tarımın yapısında, verimlilikte ve gıda maddeleri üretiminde boğaz tokluğu düzeyini aşan bir artık ürünün, İngiltere başta olmak üzere Amerika ve Japonya kentlerinin sanayileşmesinden önce gerçekleşmesine karşın gelişen ülkeler, kentleşmelerini hızlandıran bu teknolojik yeniliklere çok kısa bir süreden beri tanık olmaktadırlar. Öte yandan, sanayileşmiş toplumlarda kentleşme, tarihsel gelişimi içinde genellikle kalkınma ile birlikte yürümüştür. Gelişmekte olan ülkelerde ise sanayileşme, kentleşmeyi yavaş bir hızla arkadan izlemektedir. Örneğin, 19. yüzyıl Avrupası nın büyük kentlerini dolduran kitleler bu merkezlerde, çoğu kez iş imkânları bulabilmişlerdir. 19.yüzyılın ikinci yarısında Avusturya, Fransa, İsviçre, İsveç gibi ülkelerde sanayide çalışan nüfus kentli nüfusun iki üç katı arasında değiştiği hâlde, bugünün gelişen ülkelerinde bunun tam tersi olan bir ilişki görülmektedir. Son olarak, Batı da kentleşme liberal bir ekonomik düzen içinde başlamış ve gelişmiştir. Bugün ise, 1980 lerde dünyada yaygınlaşan liberalleşme akımlarına karşın, gelişmekte olanlar başta olmak üzere, birçok ülke müdahâleci ekonomik sistemlerin yardımıyla kentleşme sorunlarının çözümüne çalışmaktadırlar. Uluslararası yardım kuruluşlarının da etkisiyle, kentleşme sorunlarının çözümü, günümüzde, artık neredeyse tümüyle, liberalizmin oyun kurallarına terk edilmiş bulunmaktadır. KENTLEŞME NEDENLERİ Kentleşme hareketleri ekonomik, teknolojik, siyasal ve sosyo-psikolojik etmenlerin etkisi altında oluşur. Gerçekte bu dört kümede toplanan kentleşme etmenlerini birbirinden kesinlikle ayırma olanağı yoktur. Her biri bir diğerinden etkilenen, birbirlerinin içinde olan etmenlerdir. Bununla birlikte her birinin tek tek gözden geçirilmesi konunun izlenmesinde kolaylık sağlayacaktır. Ekonomik Nedenler Kentler çekirdek ailenin yoğunlukta olduğu yerlerdir. Ekonomik nedenlerden bir kısmı, köylü nüfusu köyünden iten, tarım kesiminin içinde bulunduğu şartlardan kaynaklanan nedenlerdir. Bunlara itici etmenler ya da olumsuz göç nedenleri adı da verilebilir. Köylerden kentlere bir nüfus hareketinin başlaması, tarımda bir üretim fazlasının, artık ürünün elde edilmesine bağlıdır. Bu ise, tarımda daha çok ana mal (sermaye) kullanılmasını, daha üstün teknoloji ve girişim gücüyle üretimde bulunulmasını gerektirir. Birim toprak başına aynı miktarda ya da daha fazla tarım geliri elde etmek için daha az insan gücüne ihtiyaç Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

duyulduğu takdirdedir ki, tarımsal nüfusun bir kesimi bu topraklardan terhis edilebilir. Gerçekten, tarihsel olaylar da, kentleşmenin bir işçinin kendi gıdasına ek olarak besleyebileceği insan sayısının artışı oranında hızlandığını göstermiştir. Bununla birlikte, kentleşmenin tarımsal üretim fazlasına dayandığı yolundaki görüş abartılmamalıdır. Bir kez, bugünkü depolama ve ulaşım teknolojisi, ülkelerin kentleşebilmek için kendi ulusal sınırları içindeki tarımsal üretim fazlasına dayanmak zorunda olmadığını göstermektedir. İngiltere bunun en güzel örneğidir. Öte yandan, benzer nedenlerle, tek tek kentlerin büyümesi yalnız kendi art bölgelerinin tarımsal ürünlerine bağlı olmaktan da çıkmıştır. Tarımda çağdaş üretim araçlarının kullanılması, makinenin tarıma girmesi, tarımsal üretim sürecinin her aşamasında ilkel yöntemlerin terk edilmesi; buna karşılık, üretimi etkileyen yeni girdilerin artan oranda kullanılması, tarımda çalışmasına ihtiyaç duyulan insan gücü miktarını azaltmaktadır. Kısacası, kapitalistleşmiş tarım işletmeleri, tarımdaki iş gücünün azalmasını özendirici etkide bulunmaktadır. Öte yandan, özellikle az gelişmiş ülkelerde, tarımın verimliliği ve kişi başına düşen tarımsal gelir, köylüyü köyünde tutmaya yetmeyecek kadar düşüktür. Gerek bu yetersiz gelirin gerekse toprak mülkiyetinin dengesiz dağılımı, tarım topraklarının çok parçalanmış olması, iklim şartları ve toprak aşınması (erozyon), bu itici nedenleri kuvvetlendiren faktörlerdir. Örneğin, Türkiye de sözü edilen bütün şartların tarımdaki verimi azaltmak suretiyle kentleşme hızını geniş ölçüde etkilediği görülmektedir. Ekonomik nedenlerden bir diğer kısmı ise, köyünde beslenemeyen, gelecek için güvence bulamayan nüfusu kent merkezlerine çeken nedenlerdir. Bunlara çekici etmenler ya da olumlu göç nedenleri adı verilmektedir. Sanayileşmekte olan toplumlarda kentlerdeki iş imkânları, köylük yerlere oranla daha hızlı çoğalır. Ekonomik gelişme ile birlikte kişi başına düşen gerçek gelir yükseldikçe, kentlerde üretilen mal ve hizmetlere duyulan istem, tarım ürünleri istemine oranla fazla olur. Ayrıca üretim sürecinin akla uygun bir hâle gelmesi sonucunda, eskiden köylerde görülen bir takım hizmetler kentlerde görülmeye başlanır. Bunun uzmanlaşma ile yakından ilgisi vardır. B. Goodall, kentleşmenin ekonomik üstünlüklerini beş noktada toplamaktadır. Bunların başında, uzmanlaşma gelmektedir. Uzmanlaşma, hem üretimin mal oluşunda bir azalmaya hem de gelirde bir artışa yol açmaktadır. Uzmanlaşma, büyük çapta üretimi kolaylaştırarak, üretim sürecinin bölünmesini mümkün kılmakta, çok sayıda uzmana ihtiyaç yaratmaktadır. Kentleşmenin, bu sürecinin hızlanmasına yardım eden ikinci üstünlüğü, kentlerin sunduğu dışsal biriktirimlerdir (tasarruflardır). Dışsal tasarruflar kısaca, birbirinin tamamlayıcısı olan birbirinin ürettiği mal ve hizmetlere ihtiyaç duyan üretim birimlerinin aynı yerleşme yerini tercih etmeleri durumunda sağladıkları ekonomik yararlardır. Firmaların elde ettiği bu yararlar kentin büyüklüğü oranında artar. Tamamlayıcılık ve uzmanlaşma birbirine yakından bağlıdırlar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

Üçüncü olarak, çeşitli ekonomik etkinliklerin belli bir merkeze yığılma sonucunda sağladıkları kimi üstünlükler vardır ki bunlara da kentleşme biriktirimleri ya da tasarrufları adı verilmektedir. Ucuz ve kullanışlı bir ulaşım sistemi, iş yeri yapmak için elverişli arsa ve arazi, çeşitli yardımcı hizmetler, araştırma ve eğitim kolaylıkları, yedek hammadde stokları yapma imkânı bu üstünlüklerden birkaçıdır. Kentleşme tasarrufları, kent büyüdükçe bir noktaya kadar artar. Kentleşmenin dördüncü üstünlüğü de, özellikle emek ve girişim gücünde olduğu gibi, ekonomik üretim etmenlerinin, kentlerde ucuz ve kolay bulunması imkânıdır. Kentler çok sayıda yetenekli ve nitelikli insan gücünün kolay bulunduğu yerleşmelerdir. Bu yargı, kadın insan gücü sunusu bakımından da doğrudur. Kentlerde kişi başına gelir, tarım kesimindeki gelire oranla yüksektir. Sendikalar gibi kentsel örgütler, kentteki emeğin fiyatını, kırsal alanlara oranla yükseltmiştir. Bankacılık hizmetleri ve girişim gücü yönünden de kentler üstünlük sunan yerlerdir. Son olarak, kentte yaşayan insanlar daha geniş gelişme imkânlarının yanı sıra, köylerde bulmaları güç olan türlü mal ve hizmetlerden yararlanabilirler. Kentlerin sunduğu bütün bu göreceli ekonomik üstünlükler, kent büyüdükçe artar ve daha fazla sayıda bireyi kırsal alanlardan kentlere doğru çeker. Teknolojik Nedenler Gerek sanayi devriminin getirdiği değişiklikler gerekse tarıma egemen olan koşullar, kentleşmenin hızlanmasını teknolojik gelişmelerle birlikte sağlamışlardır. Artan üretimin kentleşmede rol oynaması, ürünün kolay ve ucuz taşınmasını sağlayacak teknolojik araçların gelişmesine bağlıdır. Kentlerde gelenekgörenek, aile ve yakın çevre denetimi ve baskısı zayıftır. 17. yüzyılın sonunda buhar makinesinin bulunmasına kadar ancak birkaç kentin nüfusu 100.000'i aşabilmiştir. Buhar gücü bir yandan türlü üretim etkinliklerinin, bir yandan da yönetim hizmetinin ve dağıtım etkinliklerinin fabrikalar yakınında birikmesine yol açmıştır. Buhar gücünün nüfusu yoğunlaştırıcı etkisine paralel olarak, elektrik enerjisi de kentleşmeyi bir başka açıdan etkilemiş, köylerden kentlere akın eden nüfusu, kent merkezinden çevresine doğru dağıtıcı bir rol oynamıştır. Bir yandan da, elektrik enerjisinin sanayide artan oranda kullanılması nüfusun ve sanayiin belli özeklerde toplanmasına yardımcı olmuştur. Kara, deniz ve hava ulaşım araçlarındaki gelişmeler yayalar çağının gereksinmelerine göre kurulmuş, kentleri işlevlerini yerine getiremez duruma getirmiştir. Yörekentleşme (banliyöleşme) ve ana kentleşme (metropolitenleşme) gibi olaylar otomobil çağının ürünleridir. 20. yüzyılın ikinci yarısında iletişim ve bilgisayar teknolojisindeki baş döndürücü ilerlemeler kentleşmeyi derinden etkilemiştir. Harris ve Ullman, kentlerin büyümesinin insanların hareket yeteneklerinin gelişmesinin ve ulaşım teknolojisindeki ilerlemelerin dolaysız bir sonucu olduğunu belirtmektedirler. C. Clark kendi kendine yeterli köy tipinin ortadan kalkmasını ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

köy sanatlarının yerini başka uğraşların almasını, çok sayıda insan gücünün sanayi merkezi olan kentlere yönelmesini, yol yatırımlarının dolaysız etkilerine bağlamaktadır. Bunun gibi, hidroelektrik santrallerin, bulundukları bölgelerin kentleşmesinde önemli rol oynadıkları yadsınamaz. Nükleer enerjinin; kentlerin kuruluş yerleri, biçimleri ve işlevleri kentsel nüfusun dağılışında önemli etkileri olduğuda bir gerçektir. Siyasal Nedenler Çeşitli düzeylerde verilen siyasal kararlar, yönetim yapısının özellikleri, hukuk kurumlarından bazıları ve uluslararası ilişkiler de kentleşmeyi özendirici nitelik taşıyabilir. İngiltere'de 1946 yılında çıkarılan Yeni Kentler Yasası ile kentleşme Londra çevresinde kurulacak yeni kentlere yöneltilmek istenmiştir. O tarihte en büyüğünün nüfusu 20 bin kadar olan bu kentler arasında, bugün 100 binlik büyük kent olmaya adaylığını koymuş bulunanlar vardır. Savaşlar ve siyasal anlaşmazlıklar da kentleşmeye etki yapar. İkinci Dünya Savaşı içinde İngiltere'de 5-6 milyon nüfus, savaş ekonomisinin isterlerini karşılamak üzere, köylerden büyük kentlere göç etmişlerdir. 1947'de Pakistan'ın Hindistan'dan ayrılmasını izleyen yıllarda, Pakistanlı göçmenlerin çoğu, büyük Hint kentlerinde yerleşerek Hindistan'ın kentleşme oranını yükseltmişlerdir. 1970'lerde Ürdün'ün başkenti Amman'ın nüfusunun 2 milyona yaklaşmasında, Filistinli göçmenlerin Ürdün topraklarına sığınmak zorunda kalmalarının önemli payı vardır. Bunun gibi, önce savaş koşullarının sonucu olarak; sonra da siyasal nedenlerle Vietnam'da, bir yandan sayısı bir milyona yaklaşan insan, çevre ülkelerine göç etmek zorunda kalmış, bir yandan da Hanoi ana kent bölgesinin nüfusu hızla artarak, 1960 ve 1985 yılları arasında 650 binden 2.7 milyona yükselmiştir. Gezme, yerleşme ve ticaret özgürlüklerini kısıtlayan yasaların kaldırılması da kentleşme üzerinde etki yapar. Bunun gibi, yönetimde merkeziliğin kentleşme üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Paris, Berlin, Moskova, Buenos Aires; devlet sistemindeki güçlü merkezden yönetim geleneğinin ürünüdür. Ayrıca, kimi kentlere, siyasal kararlarla başkent statüsü verilmesi de, yalnız o kentlerin değil, bulundukları tüm bölgenin kentleşmesini hızlandırır. Ankara, Can-berra ve Brasilia kentleri bunun en yeni örnekleridir. 1920'de 20 bin nüfuslu bir kasaba olan Ankara, başkent olmasının bir sonucu olarak, 50 yılda 2 milyona yakın nüfuslu bir ana kent (metropol) olmuştur. İç Anadolu'nun kentleşme oranının 1947'de % 11'den, 2007'de % 80.6'ya çıkmış olmasında da, Ankara'nın orada bulunmasının, dolayısıyla başkent yapılmasına ilişkin siyasal kararın rolü küçümsenemez. Toprak mülkiyetini yöneten hukuk kurallarının durumu ve bunlarda yer alan değişmeler de, kentleşme hareketlerini etkiler. Tarım topraklarının büyük bir kesiminin küçük işletmelerde kiracı olarak çalışan çiftçi ailelerce kullanıldığı ülkelerde, kentlere büyük nüfus akını olur. Toprak mirasının bütününün mirasçılardan yalnız biri tarafından, örneğin büyük oğul tarafından elde tutulduğu kapalı veraset sistemlerinde, ailenin öteki çocukları için ya toprak sahibi kimselerle Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Kentler eğitim-öğretim düzeyinin göreli olarak yüksek olduğu yerlerdir. evlenmek ya kendilerine özel çiftlik satın almak ya da bir başka çiftlikte işçi olarak çalışmaktan başka seçenek yoktur. Aksi hâlde, kente göç etmeleri kaçınılmaz olacaktır. Kapalı veraset sisteminde olduğu gibi, feodal sistemin feodal beylere bağlı ve onlara karşı sorumlu insanların bağımsız toprak sahibi olmalarını önleyen, hareket özgürlüklerini sınırlayan yapısı da kentleşme hareketlerini geciktiren bir nedendir. Feodalizmin zamanla ve yer yer kalkmasından sonradır ki, kentler kırsal iş gücünü çekme ve büyüme olanağına kavuşmuşlardır. Bugün de birçok ülkenin gelişmiş bölgelerinde feodaliteye çok benzeyen ilkel sistemlerin kentleşme sürecini yavaşlattığı görülmektedir. Sanayileşmeye öncelik veren ekonomik ve toplumsal kalkınma planları ve toprak reformları kentleşmeyi hızlandırmaktadır. Tarım topraklarının, kimi bölgelerde sahiplerinin girişim yeteneklerinin başa çıkamayacağı kadar çok geniş kimi bölgelerde ise geçim sağlamaya yeterli ve verimli işletmeye elverişli sayılamayacak kadar küçük parçalar hâline gelmelerine yol açan veraset sistemleri, kentleşme hızına olumlu ya da olumsuz etki yapar. Sosyo-psikolojik Nedenler Sosyo-psikolojik etmenler, köy ve kent yaşam biçimleri, ölçünleri arasındaki ayrımlardan kaynak alır. Bunlara genellikle kentlerin çekici özellikleri gözüyle bakılır. Gerçekten, kentlerin sahip bulunduğu birçok toplumsal ve kültürel olanak ve hizmetler çok çekicidir. Kentlerin özgür havası, daha geniş bir kümenin üyesi olma duygusu, kentli olmanın gururunu paylaşma, bu etmenlerin başlıcalarıdır. Kimi yerlerde ise, köyden kente göç etmeye, belirli bir toplumsal aşağılık duygusunu ortadan kaldıran bir "yükseliş" gözüyle bakılır. Gerçekten, kimi yazarlar 19. yüzyılın başlarında Amerikan kentinin, herkesin şansını bir kez denediği bir yer olduğuna değinmektedirler. Bunun gibi, "İstanbul'un taşı, toprağı altın" sözü de büyük kentin çekiciliğini anlatan bir deyim olarak dilimizde yer etmiştir. Bunun gibi, birçok köylü çocuğu öğrenimlerini tamamladıktan, askerliklerini yaptıktan sonra kentlere yerleşir. Yurtdışına işçi gönderilmeye başlanan son elli yılda, yurda dönen işçilerde de, çoğunlukla aileleriyle birlikte büyük kentlerde yerleşme eğilimi vardır. Askere alınan erlerin ailelerine yapılan parasal yardımın Türkiye'de köyden kente göçü artırıcı bir nitelik taşıdığı da ileri sürülmüştür. KENTLEŞME VE KALKINMA Kuramsal olarak kentleşme, sanayileşmekte, kalkınmakta olan, Rostow'un deyişiyle "Kalkış" (take-off) aşamasına varmış toplumlarda hız kazanır. Bunun içindir ki, kentleşme hemen hemen her ülkede tarımsal nüfusun azalmasını, buna karşılık tarım dışı alanlardaki nüfus oranının artmasını gerekli kılmıştır. Kalkınmakta olan ülkelerde tarım kesimindeki fazla nüfusun, yani tarım topraklarında marjinal verimliliği azalmış kitlenin tarım dışında yaratılacak iş olanaklarıyla köyler dışına aktarılması, bir kural olarak iş gücünün verimliliğini artırabilir. Hızlı kalkınmanın gerektirdiği yatırımlar kentlerde yapıldığı, sanayi ve hizmet kesimlerinin aradığı gelişme ortamı kentlerde yaratıldığı içindir ki, kalkınma yolunun kentlerden geçtiği, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

yani kentleşmenin kalkınmanın yaratıcı ve hızlandırıcı bir etmeni olduğu öne sürülür. Gerçekten, ülkelerin kentleşme süreçleri tarih içinde gözden geçirildiğinde, tarım kesimindeki faal nüfusun azalması; bir başka deyişle tarım dışı kesimlerdeki faal nüfus artışıyla, kentleşme arasında genellikle yakın bir paralelliğin bulunduğu görülür. 1930-1960 yılları arasında, tarımsal faal nüfus oranı aralarındaki küçük farklılıklara karşın, Arjantin ve Şili'de % 32'den, % 23'e; Brezilya, Kolombiya, Meksika, Peru ve Venezuela gibi öteki Latin Amerika ülkelerinde % 66'dan, % 51'e düşmüştür. Bunun gibi, ülkemizde de tarımsal faal nüfusun 1935'te % 82.5'ten, 1990'da % 40'lara düştüğü görülmektedir. Kentleşme oranıyla kişi başına düşen gelir arasında ilişki arayan bilim adamları, her iki değişken arasında yüksek bir bağıntının bulunduğunu görmüşlerdir. Son olarak, Dünya Bankası uzmanlarının yaptıkları bir araştırmada da, kişi başına düşen ulusal gelirin en yüksek olduğu ülkelerin, aynı zamanda kentli nüfus oranı en yüksek ülkeler olduğu sonucuna varılmıştır. Ama unutulmamalı ki, kalkınmanın tek ölçüsü kişi başına düşen ulusal gelirin yüksekliği değildir. Bir ülkede, nüfusun tarımdan tarım dışına göç etmesi, bireylerin ve toplumun üretici güçlerinin yaratabileceği ölçünün altında ise, o takdirde kentleşmeye kalkınmanın ölçüsü gözüyle bakılması yeterli olmaz. Kentlere gelen kitlelerin işsiz ya da gizli işsiz durumuna gelmemesi, kalkınmaya gerçek katkıda bulunması, bu nüfusun sanayide çalışır duruma gelmesine bağlıdır. Oysa bugün, hızla kentleştiği görülen ülkelerden birçoğunda bunun tersi olagelmekte; kentler, büyük merkezler, sanayi işçisi yerine işsizlerle, gizli işsizlerle ya da çoğunlukla hizmetlerde, genellikle geçici ve toplumsal güvenlikten yoksun işler tutan kitlelerle dolmaktadır. Her ne kadar B. Berry, Gibbs ve Martin gibi coğrafyacılar, tarihsel olarak kentleşme ile ekonomik gelişme düzeyi arasında bir bağıntı bulunduğu sonucuna varmışlarsa da, Manuel Castells ile birlikte, denilebilir ki, farklı koşullar içinde oluşan az gelişmiş ülkeler kentleşmesini ekonomik gelişmenin mekanik bir sonucu olarak görmek yanıltıcı olur. Çünkü bugünün az gelişmiş ülkeleri, kentleşme süreçlerini sanayileşmiş ülkelerin geçen yüzyıldaki kentleşmelerinden çok daha başka koşullar içinde tamamlamaya çalışmaktadırlar. Kentler, evlenmelerin daha geç yaşlarda olduğu ve doğumların daha çok denetlendiği yerlerdir. AZ GELİŞMİŞ ÜLKELER VE AŞIRI KENTLEŞME Az gelişmiş ülkelerin kentleşmesi söz konusu olduğunda, "hızlı", "çarpık", "aşırı", "sahte", "dengesiz" ve "tek yönlü" kentleşme gibi terimlerin kentleşme yazınında sık sık kullanıldığı görülür. Bütün bu terimlerle, özünde kentleşmenin belli özelliklerine dikkat çekilmek istenir. Bunların gerçekte ne olduğu, belli ülkeler için gerçeği ne ölçüde yansıttığı, ne ölçüde bir değer yargısı niteliği taşıdığı tartışmalara da konu olmuştur. Gerçekten "hızlı" ve "aşırı" terimleri göreli değer taşıyan terimlerdir. Kentleşmenin hızlı ya da aşırı olduğundan söz edilirken, belli bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

dönemdeki kentleşme hızına ya da belli bir kentleşme derecesindeki bir ülkeye oranla hızlı ya da aşırı kentleşmeden söz edildiği belirtilmek zorundadır. Bununla birlikte aşırı, sahte ya da hızlı kentleşme terimleriyle tanımlanmaya çalışılan kentleşmenin özellikleri şöylece sıralanabilir: 1- Kentleşmenin, demografik bir süreç olarak sanayileşmiş ülkelere oranla hızla artan, hiç olmazsa azalmayan bir yol izlemesi. 2- Büyük ve çok büyük kentlerin, orta büyüklükteki ve küçük kentlere oranla daha hızlı büyümesi. 3- Kentleşme hareketlerinin kimi coğrafi bölgelerdeki kentlere yönelmiş olması nedeniyle, kimi bölgelerin kentleşme oranının düşük düzeyde kalması. 4- Kentleşen nüfusun kent ve kamu hizmetleri gereksinmelerinin karşılanmasında yetersizliklerin baş göstermesi. 5- Kentleşen nüfusun çalıştırılmasına olanak verecek temel sanayi yatırımlarının yapılamaması yüzünden, iş gücünün marjinal mesleklerde ve türlü hizmet dallarında yığılması. Kentler adi ve siyasi suçların fazla olduğu yerlerdir. İntihar ve boşanma oranı yüksek olan yerlerdir. Bunlara kentli nüfusun oranı ile faal nüfusun tarımsal ve tarım dışı mesleklere dağılış oranları arasındaki ilişki ve birçok ülkenin belli bir tarihteki ve geçmişteki kentleşme ve sanayileşme durumları da eklenebilir. Ne var ki, bütün bu tanım ve ölçütler yetersiz ve kapalı bulunmaktadır. Aşırı ya da sahte kentleşme savı, kentleşme hızının istenmeyen bir gelişme olarak görülmesine dayanmaktadır. Dolayısıyla, bu sava bir değer yargısı gözüyle bakılmaktadır. Daha çok, az gelişmiş ülkelerde görülen aşırı kentleşme biçiminin ekonomik gelişmeyi engellediği görüşü, tartışma konusudur. Engel olmadığı, ekonomik gelişmeyi kolaylaştırdığı görüşünde olanlar, daha yavaş bir kentleşme hızıyla ya da hiç kentleşmeksizin kalkınmanın daha çabuk sağlandığının kanıtlanmasının güç olduğu görüşündedirler. Öte yandan, karşı görüşte olanlar, aşırı kentleşmenin (hyperurbanization), artan her kentli nüfusa düşen gelir artışının çok üstünde olduğunu belirtmektedirler. Gelişmekte olan ülkelerin kentleşmesini, gelişmiş ülkelerin kentleşme biçiminden ayırt etmeye çalışan McGee ise, zaman ve yer bakımından ayrı olmalarına karşın, Batı'nın sanayiye dayalı kentleşmesi ile bugünün az gelişmiş ülkelerinin kentleşmesinin aynı nitelikte bir süreç oldukları görüşüne katılmanın mümkün olmadığını söylemektedir. McGee, Üçüncü Dünya ülkelerinde, kentleşme süreci içinde oluşan bu nüfus kümelerinin, Marx tarafından çizilen toplumsal çerçeve içine girmediğine, bir başka deyişle bunları kentsoylular (burjuvazi), proletarya ya da lümpen proletarya olarak adlandırmaya olanak bulunmadığına dikkat çekmekte ve onlara "proto-proletarya" adını vermektedir. Bu insanların, devrimci nitelikleri konusunda da bilim adamları arasında farklı düşünceler vardır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Kentler siyasal, dinsel ve ahlaksal hoşgörünün daha fazla olduğu yerlerdir. Her iki kentleşme biçimi arasında demografik ve toplumsal ayrımlar vardır. Birinci ayrım demografiktir. Batı'da kentleşmenin demografik temellerini açıklamaya çalışanlar, bu ülkelerde nüfus artışının ve köy kent doğurganlık ayrımlarının kentleşmede önemli rol oynamadığını varsaymışlardır. Oysa gelişmekte olan ülkelerde, İkinci Dünya Savaşı sonrasının bebek nüfusu artışının yanı sıra, çoğu zaman sanıldığının tersine, kentlerdeki doğurganlık oranlarının köylerden daha az olmaması, ölüm oranlarının da köylere oranla az bulunması, kentsel doğal nüfus artışının, köylerdeki doğal nüfus artışına oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir.kentler; siyasal, dinsel ve ahlaksal hoşgörünün daha fazla olduğu yerlerdir. İkinci ayrım, kentleşmeyi açıklayan ekonomi kuramlarındadır. Batı'da, sanayiin verimi tarımsal iş gücünü, büyük kentlerde sanayide de çalışmak üzere harekete geçirmiştir. Ekonomik gelişmeyle birlikte nüfusun çoğunluğu hizmetlerde toplanmıştır. Kentleşme, nüfusun tarımdan, tarım dışı, kentsel kesimlere kaymasına paralel olduğundan, gelişmiş ülkelerin kentleşmeleri, haklı olarak kalkınma ile özdeş sayılmıştır. Berry, Sjoberg, Lampard hep aynı gözlemi yapan kişilerdir ve bu görüşün savunucularıdır. Kentleşmeyi, ekonomik etkinlikle özdeşleştiren bu görüş, kentin büyümesine ve kentleşmenin hızını korumasına özel bir önem verir. Bu kuram, gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşmeyi açıklamakta genellikle yetersiz bulunmaktadır. Kenti ekonomik büyümenin ve toplumsal değişmenin sürükleyici kesimi sayan bu kuram kuşkuyla karşılanmaktadır. Öte yandan, bu ülkelerde kentleşme sanayileşmeden önce gitmekte, kesim değiştiren faal nüfus tarımdan doğruca hizmet dallarına aktarılmaktadır. Bunun sonucu olarak Üçüncü Dünyanın büyük kentlerinde hizmet kesimleri daha çabuk büyümektedir. Sanayi üretiminin arttığı az gelişmiş ülkelerde bu kesim, sanayileşmenin emek-yoğun değil, fakat kapital-yoğun olması nedeniyle şişmektedir. Sanayi üretimin temelini işsizlik ve eksik istihdam oluşturmaktadır. Son olarak, gelişmekte olan ülkelerin gelişmesinin, gelişmiş ülkelerin ana malının, kurumlarının ve teknolojisinin akışıyla hızlanacağı ve bu yayılmanın Üçüncü Dünyanın büyük kentleri aracılığıyla olacağı yolundaki görüşte de gerçek payı azdır. Çünkü özel yabancı sermaye ve teknoloji, genellikle büyük kentin sermaye yoğun kesimlerinde toplanmayı yeğlemektedir. Toplumsal hareketlilik ve orta sınıfın büyümesi, bu ülkelerin kentlerinde toplumsal yapıyı değiştiren bir nitelik taşımakta, gelir dağılımını daha da adaletsiz bir duruma sokmaktadır. Üçüncü ayrım niteliği ise, toplumsaldır. Gelişmiş ülkelerin kentleri üzerinde araştırma yapanlar, toplumsal değişmeyi başlatmada ve hızlandırmada kentin önemli bir değiştirici rol oynadığını kabul ederler. Bunlarca, kent geleneksel kalıpları ortadan kaldıran, yeni kalıplar getiren bir toplumsal değişme merkezidir. Yenilikler kentte doğar ve köylere doğru yayılır. Dolayısıyla, bir anlamda, kentleşme kent sınırlarıyla sınırlandırılmış sayılamaz. Kentler, alt toplumsal sistemler olarak, orada yaşayanların bireysel davranışlarına belirli özellikler kazandırır. Az gelişmiş Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

ülkeler için bunun da geçerli olmadığı, kentin ve kentleşmenin bir bağımsız değişken olarak ele alınamayacağı ileri sürülmüştür. Gelişen ülkelerin kentleri çağdaş sanayi kuruluşları çevresinde gelişen bir kesim ile daha çok ticari uğraşların oluşturduğu pazar ekonomisine dayanan bir kesimden oluşan ikili yapıya sahiptir. Verimliliğin yüksek olduğu sermaye yoğun kesimde istihdam olanakları sınırlıdır. Çünkü bu kesimde emeği devre dışı bırakan yenilikler egemendir. Öte yandan, pazar tipi kesimde çalışma imkânları daha fazladır. Ne var ki, bu kesimde de verim düşük ve sadece "yoksulluğun paylaşılması" sonucunu doğuracak ölçüdedir. KENTLEŞME VE SİYASAL DAVRANIŞLAR Kentler, marjinal işlerin yoğun olduğu yerlerdir. Siyaset bilimi kuramı, siyasal katılmanın çağdaşlaşmanın sonucu olarak arttığını varsayar. Karl V. Deutsch, içlerinde kentleşmenin de bulunduğu ve topluca toplumsal seferberlik (socialmo-bilization) adını verdiği modernleşmeye yol açan, kitle haberleşme araçlarına açılma, okuryazarlık, gelir, tarım dışı uğraşlar gibi çeşitli etmenlerin güç kazanmasının siyasal davranışları etkilediği ve bazen de değiştirdiği görüşündedir. Kentleşme çağdaşlaşmanın ve gelişmenin bir ölçüsü olarak kabul edilince, onun da siyasal katılmayı özendirmesini beklemek doğaldır. Bunu en iyi biçimde, seçmenlerin oy verme oranlarının kırda ve kentte farklılaşmasında gözlemleme olanağı vardır. Kentlerde, seçimlere katılma oranları genellikle daha yüksek olduğu gibi, kentleşme hızının artmasına paralel olarak bu oran daha da yükselir. Gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerdeki araştırmalar bu görüşleri ve kuramı doğrulasa bile, Türkiye'de ve bazı az gelişmiş ülkelerdeki seçim deneyimlerinin bu kurallara uymadığı görülmektedir. Asıl önemli olan, kentleşmenin kente getirdiği kitlelerin kullandıkları oyun "yönündeki" değişmedir. Bu konuda çeşitli görüşler vardır. Bunlardan birincisine göre, kentleşmenin yarattığı gecekondu alanlarında, çoğunlukla hizmet kesimlerini oluşturan marjinal toplulukların siyasal davranışları "tutucu" yöndedir. Çünkü bu toplulukların bireyleri, köylerindekine oranla daha fazla para kazanmakta, bir gecekonduya sahip oldukları için kendilerini daha fazla güvenlik içinde görmekte ve türlü belediye hizmetlerinden yararlanma olanağını bulabilmektedirler. Bu durumda, bu kitlelerin "düzeni değiştirici", "devrimci" olmaları için neden kalmamaktadır. S. Huntington, gelişmekte olan kimi ülkelerden aldığı örneklere dayanarak, gecekonduların beslenme, iş ve konut gibi acil ihtiyaçları karşılayabilen bir düzene karşı olmamalarının doğal olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Mevcut kuramsal çalışmalarda, kentleşmenin maddi yoksunluklara ve toplumsal akışkanlık beklentilerine varamamaktan doğan ezikliklere, kişisel ve toplumsal bozukluklara, siyasal radikalleşmeye ve yıkıcı davranışlara yol açtığı varsayılmaktadır. Bu davranış değişikliklerine neden olarak hızlı içgöç hareketi, kentlerin artan nüfusun yerleşme ihtiyaçlarına cevap vermekteki güçsüzlüğü ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

kentleşme ile sanayileşme arasındaki dengesizlik gösterilmektedir. Bilindiği gibi, hem Karl Marx hem de E. Durkheim göreceli ya da duyulan bir yoksunluğun sonucu olarak toplumda bir yabancılaşmanın ve protesto niteliğindeki davranışların güçleneceğini haber vermişlerdir. Bu görüşün gelişen ülkelerde ne ölçüde gerçekleşmiş olduğuna bakan W. A. Cornelius Jr., '"göreceli yoksunluğu" "kişinin elde etmeye hakkı olduğuna inandığı mal ve yaşam koşulları ile gerçekte elde edebildiği malların miktarı ve mal ve koşulların kalitesi arasındaki fark ya da boşluk" olarak tanımladıktan sonra, uygulamalı araştırmaların, hiç değilse Latin Amerika ülkelerinde kentleşmenin söz konusu kişisel ve toplumsal bozulmalara yol açmadığını, açsa bile zorunlu olarak siyasal yabancılaşma doğurmadığını ileri sürmektedir. Cornelius, karar organlarını doğrudan doğruya etkilemeye yönelmiş siyasal eylemlerden bu kitlelerin bir şey beklemediğini, işçi semtlerinde kullanılan oyların daha çok tutucu siyasal partileri destekler nitelikte olmasıyla açıklamaya çalışmaktadır. Bu görüşü, Türkiye'de yapılan araştırmalara dayanarak savunan Türk yazarlar da vardır. Bir başka görüş ise, kentleşen kitlelerin, çoğunlukla hizmet kesimlerinde toplanan lümpenproleteryanın siyasal davranışlarının devrimci yönde gelişeceğini varsaymaktadır. Tangri'ye göre, yoksullaşan ve her an patlamaya hazır duruma gelen bu kitleler, siyasal yönden kendilerine kolay biçim verilebilen devrimci kümelerdir. Çünkü bu ikinci kuşaktan çocuklar, kentsel bir ortamda yetişmekte, bu çevrenin özlem ve istekleriyle beslenmektedir. Fanon, gecekondu bölgelerinde yoğunlaşan lümpenproleteryayı işbaşındaki hükümetlerin devrilmesinde önemli bir öge olarak görmektedir. Arthur Lewis de, K. Marx'm kapitalist toplumlarda iş imkânlarını azaltan yeniliklerin, iş imkânları yaratan yeniliklerden daha fazla olacağı, dolayısıyla daima büyüyen bir "işsizler ordusu" var olacağı yolundaki tahmininin, gelişmiş ülkeler için doğru olmasa bile, gelişmekte olan ülkelerin kentleri için büyük bir gerçek payı taşıdığı görüşündedir. Bunun doğal sonucu da, kalkınmaya karşın işsizliğin artması ve bu ülkelerin siyasal istikrarlarının tehlikeye düşmesidir. Kimi siyasal bilimciler de, siyasal radikalleşme olgusunu "ikinci kuşak" yaklaşımıyla açıklama eğilimindedirler. Buna göre, siyasal radikalleşme, göçmenlerin kentsel çevre içinde özümsenmelerine, kırsal dünya görüşlerini bırakıp siyasal bilinç ve beceriler kazanmalarına değin ertelenir. BÜYÜK KENT OLGUSU Belli büyüklükleri aşmış, örneğin nüfusu 1 milyonu geçmiş kentlere metropoliten kent, kısaca "ana kent" adı verilmektedir. Eğer bir ana kentin nüfusu 1 milyona yaklaşmış, merkezdeki bu kente, yörekent uzaklığı içinde bulunan yerleşmeler hızlı bir gelişme süreci içine girmiş, çevredeki yerleşmelerin kentleşme hızı, merkezin kentleşme hızına yaklaşmış ve onu geçmiş ise, merkezdeki kent ile çevresindeki yerleşmelerin oluşturduğu bütüne metropoliten bölge adı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

Kentler, siyasi ve ekonomik örgütlenmenin yoğun olduğu yerlerdir. verilmektedir. Bu kentsel bütünlerin gelişmesinin, kentleşmenin başlıca özelliği olmasına da "metropolitenleşme" (ana kentleşme) hareketi adı verilmektedir. PatrickGeddes, içinde bulunduğumuz yüzyılın başında yazdığı bir kitabında (1915), kentleşme ile sanayileşme süreci içindeki ülkelerin üç aşamadan geçtiklerini belirlemekte; bunların eoteknik, paleoteknik ve neoteknik olduklarını göstermektedir. Buna benzer biçimde, E. Lampard da, "İleri Ülkelerin Kentlerinin Tarihçesi" adlı yazısında (1955) bu tarihsel gelişimin, sanayi öncesi kent, sanayi kenti ve metropoliten kent aşamaları bulunduğuna dikkati çekmektedir. Kentleşmenin en ileri ve çağdaş biçiminin, kapitalistleşmeye paralel olarak metropoliten kentlere sahip olmak olduğu görüşüne, Sjoberg gibi toplumbilimcilerde, Gras ve Dobb gibi ekonomi tarihçilerinde de rastlanmaktadır. McKenzie ve Bogue, metropoliten kentsel bütünlerin, merkezileşme ile merkezsizleştirme (desantralizasyonu) birleştiren devimsi nüfus birikimleri olduğuna değinmektedirler. Gelişmiş Batı ülkelerinde, kent merkezinin oturma ve sanayi yerleşmeleri için çekici olmaktan çıkması sonucunda, önemli bir yöre kentleşme (banliyöleşme) hareketi başlamıştır. Elektriğin, hızlı ulaşım araçlarının, otomobilin, iletişim araçlarındaki gelişmenin ve atom enerjisinden yararlanmanın bu merkezsizleşme, merkezden kaçış hareketi üzerinde önemli etkisi olmuştur. Bugün New York, Londra, Tokyo, Los Angeles ve Paris gibi kentlerde, kent merkezinden kaçış, 20. yüzyıl kentleşmesinin belirgin özelliği hâline gelmiştir. New York metropoliten bölgesi içinde 1400'ü aşkın yerel yönetim biriminin bulunduğu saptanmıştır. Gelişmiş ülkelerde metropolitenleşme, varlıklı sınıfların kent merkezinin gürültüsünden, pisliğinden yeni ve temiz semtlere kaçma isteklerinden doğmaktadır. Sanayi kuruluşları da kent çevresini, kent merkezini verimli ve rahat çalışmayı engelleyen kalabalığına ve sıkışıklığına yeğ tutmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkelerde ise, kent sınırlarına yakın ve hatta kent sınırları dışındaki yerler, kente gelen köylü kitlelerin kamu yönetimlerince, fazla direnme ile karşılaşmaksızın ucuz toprak bulabildikleri ve gecekondu yapmayı başarabildikleri yerler olduğundan hızlı bir gelişme içine girmektedir. 150 kilometre uzunluğundaki İstanbul Metropoliten bölgesi içinde, 1980'lerin başlarına değin 33 belediye ve 156 köy vardı. 2001 yılında, köylerden çoğu belediye statüsü kazanmış, ana kent alanı sınırları içindeki belediye sayısı 74'e yükselmiştir. Bu gelişmeye Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın kentlerinde de rastlanmaktadır. Kentleşmenin büyük kentlere yönelmesi, az gelişmiş ülkelerde başlıca iki biçimde olmaktadır: Birincisi, ülkede bir kentin öteki kentler aleyhine ölçüsüz derecede büyük bir gelişme süreci içine girerek, ülkenin "Tek büyük kenti" durumuna gelmesidir. En büyük bir ya da birkaç kentle, çok sayıda küçük kent ve kasabanın oluşturduğu bu yerleşme yapısı, günümüzün az gelişmiş ülkelerinin çoğunda görülen yapıdır. Ürdün ve Suriye'de toplam nüfusun dörtte biri, Irak ve Lübnan'da, % 40'ı; Kuveyt ve İsrail'de % 70'i; Türkiye'de ise kentli nüfusun % 80'e Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

yakını nüfusu 100 binden fazla kentlere toplanmıştır. Kahire, İstanbul, Tahran, Caracas, Santiago, Karaçi, Dakar "Tek Büyük Kent" örnekleridir. Mark Jefferson, bütün ülkelere genelleştirdiği bu gözleme, Tek Büyük Kent Yasası adını vermektedir. Metropolitenleşmenin ikinci bir biçimi ise, kentlerin büyüklükleri ile büyüklük sıraları arasında belirli bir ilişkinin varlığına dayanan yerleşme yapısıdır. Buna göre, bir kentin nüfusu, en büyük kentin nüfusunun bu kentin büyüklük sırasına bölünmesinden elde edilen rakam kadardır. Bu kuralın gerçekleşmesi demek, ikinci büyük kentin nüfusunun en büyük kentin yarısı, üçüncüsünün ise üçte biri kadar olması anlamına gelir. Bu ikinci dağılım, en büyük kent yasasının gerektirdiğinden daha dengeli bir dağılım sağlar. Birinci tip daha çok merkeziyetçilikle yönetilen ülkelerde; ikinci tip ise, daha çok yerinden yönetim geleneğinin güçlü olduğu ülkelerde göze çarpar. Nüfusu ve ekonomik etkinlikleri ülke yüzeyine dengeli bir biçimde yaymak isteyen hükümetler, yerleşme yapılarını En Büyük Kent Yasası'nın egemenliğinden çıkarıp, Sıra-Büyüklük Kuralının etkisi altına almaya çalışırlar. Bunda başarı gösteren ülkelere İsrail, Hollanda, Çin ve eski Sovyetler Birliği örnek olarak gösterilebilir. EN UYGUN KENT BÜYÜKLÜĞÜ Kentlerin nüfusu ve yüzölçümü büyüdükçe kent hizmetlerinin birçoğunun kişi başına düşen mal oluşunun azaldığı genellikle kabul edilir. Oysa kent nüfusu gereğinden fazla artarsa, gerek su, elektrik ve kanalizasyon gibi beledi alt yapının, gerekse eğitim, sağlık ve konut gibi toplumsal alt yapının mal oluşu da büyük ölçüde yükselir. Hiç değilse azalmaz. Özellikle geniş bir alana yayılan, dağınık yerleşmeli büyük kent bölgelerinde, kentin en uzak semtlerine kimi hizmet ve kuruluşlardan yararlanma olanakları sağlamak, büyük yatırımlar gerektiren pahâlı bir girişimdir. Kentlerin büyümesinin hangi noktadan sonra gereksiz, yararsız ve hatta zararlı sayılacağının nesnel bir ölçütünü bulmak kolay değildir. Bu konuda çeşitli araştırmalarda kullanılmış 40, 50, 100, 300, 500 bin ve 1 milyon gibi rakamlar, genellikle değer yargılarına dayanmakta, "kente ve kentleşmeye karşı" bir tutumu yansıtmaktadır. Yapılan çalışmalar, daha çok kent büyüklüğü sorununun kent hizmetleri yönüyle ilgili olmuş; hizmetler açısından da, mal oluş yönü ayrıntılı bir biçimde ele alındığı hâlde, verimlilik yönü hesaba katılmamıştır. Kaldı ki, yapılan araştırmalardan hiçbirinde en uygun kent büyüklüğüne varılabildiği de söylenemez. En uygun kent büyüklüğünün aranmasında hizmet mal oluşlarıyla yetinilemeyeceği, kentte yaratılan gelirin de hesaplara katılması gereği kabul edildikten sonra, bu hesapların ortalama gelir ve mal oluş rakamlarıyla değil, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

marjinal gelir ve mal oluş rakamlarıyla yapılması gereği de ileri sürülmüştür. Oysa bunları yapmanın gerektirdiği ampirik çalışmaların güçlüğü gerek mal oluşun, gerekse yararların bütün ögelerinin anlamlı kümeler hâlinde toplanmalarının zorunluluğu ortadadır. Bütün bu güçlüklere karşın, kentlerde aşırı yığılmanın doğurduğu bir toplumsal mal oluşun varlığı yadsınmamaktadır. Kentler için uygun büyüklükler arama çabaları; bu büyüklük sınırlarının aşılması durumunda, büyümenin sınırlanabileceği, sınırlanması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Oysa en uygun büyüklükler bulunabilse bile, bunları gerçekleştirebilecek politika araçlarının, büyümeyi o noktada durdurmaya yeterli olmadığı görüşü ağır basmaktadır. Her ne kadar karma ekonomilerin sahip bulundukları politika araçlarının yetersizliğinden söz edilmekte ise de, totaliter ülkelerde bile kentlerin büyümesini sınırlandırmak üzere girişilmiş deneylerin tam bir başarıya ulaştığı söylenemez. Moskova'nın ve öteki bazı Doğu dünyası başkentlerinin büyümesini sınırlama girişimlerindeki göreceli başarısızlık buna örnek olarak gösterilmektedir. YENİ KENT, UYDU KENT, KÖY-KENT Gerçekte, bir kentleşme stratejisinin hedefleri olan bu yerleşme biçimleri, kent planlamasında zaman zaman karışıklığa yol açan önemli kavramlardır. Yeni kent kavramını, ilk olarak İngilizler, Ebenezer Howard tarafından geliştirilen Bahçe Kent düşüncesinin uygulanabilmesi için bulmuş ve kullanmışlardır. İkinci Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Barlow'un başkanlığındaki Krallık Komisyonu'nun raporunda, nüfusu 10 milyonu bulan Londra'da nüfus yoğunlaşmasının ekonomik, toplumsal ve stratejik sakıncaları ortaya konduğundan, nüfusu ve sanayii ülke yüzeyine dengeli bir biçimde yaymak, büyük Londra'nın yükünü hafifletmek, ekonomik durgunluk ve işsizlik içine gömülmekte olan bölgeleri o durumdan kurtarmak için Londra'nın çevresinde, kendine yeterli küçük kentler kurmak ve geliştirmek düşüncesi İngiliz İşçi Partisi'ne sempatik gelmişti. Bu nedenledir ki, 1945 yılında bu parti iktidara gelince, yeni kentler kurma düşüncesini bir politika olarak benimsemiş ve parlamentodan geçirdiği bir yasa ile Londra çevresinde sayıları onu geçen, yeni kentin temelini atmıştır. Bugün sayıları 40'a yaklaşan ve birkaçı dışında nüfusları 100 bini geçmeyen (ortalama olarak 40-50 bin arasında bulunan) bu kentlerde köylerin huzuru, sessizliği, yeşilliği, açık ve temiz havası ve sağlık koşulları ile kentlerin bilgisi, görgüsü, teknik olanakları, siyasal dayanışma gücü ve ekonomik olanakları birleştirilmek istenmiştir. Yeni kentlerin kendine yeterli olmasını sağlamak üzere, bu yerleşmelerin Londra'nın sanayiini belli ölçülerde çekmesine, yeni kurulacak sanayi kuruluşlarının bu kentlere gitmek üzere özendirilmesine önem verilmiştir. Yeni kentlerin kurulması ve geliştirilmesi görevi, yerel yönetimlerle iş birliği yapmak zorunda olan karma ortaklıklara verilmiştir. İngiltere'de uygulanan yeni kent politikasını yakından inceleyen şehirciler, girişimin başarısız yönlerini belli noktalarda görmektedirler: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

1- İmar ortaklıklarının yetkilerinin yetersizliği 2- Yeni kentlerin sayılarının, kuruluş yerlerinin, bölgelere dağılma önceliklerinin uzun dönemli çözümlemelere konu yapılmamış olması 3- Yeni kentlerin eski kentlerle bağlantılarının yetersiz oluşu, 4- Dayandıkları araştırmaların yetersizliği Bunlara, yeni kent politikası ile güdülen amacın tersine, Londra nüfusunun artmaya devam etmesi ve yeni kentlerin İngiltere'de nüfusun ve sanayinin daha dengeli bir coğrafi dağılımına yol açmaması da eklenebilir. Bununla birlikte, son elli yıllık yeni kent uygulamasının, hem toplumsal hem de ekonomik yönlerden büyük bir başarı olduğunu belirtenler de vardır. Gerçekten, bu yöntemden, özellikle gelişmekte olan ülkelerde nüfusun bir ya da birkaç büyük kentte toplanmasından doğan sakıncaları giderici bir yol olarak yararlanıldığına tanık olunmaktadır. Kentlerin içinde ve çevresinde, planlı ya da genellikle kendine yeterlik özelliği bulunmayan, ekonomik ve toplumsal gereksinmeleri bakımından bağlı bulundukları ana kente dayanan topluluklara ise uydu kent adı verilmektedir. Ama günümüzde mantar gibi çoğalan uydu kentlerde, alışveriş merkezlerinin ve iş alanlarının da yer aldığı dikkat çekmektedir. Bazen yatakhane kent adı verilen uydu kentlerde yaşayanlar, gündüzleri çalışmak ya da alışveriş yapmak için ana kentin merkezine gider, akşamları uydu kente dönerler. Ana kent ile uydu kent arasındaki bağlantıyı otobüs, tren, metro, dolmuş gibi kitlesel ulaşım araçlarıyla özel taşıtlar sağlar. Dilimize çok yakında girmiş gibi görünen "köy-kent" kavramı ise kentleşme ve sanayileşme kavramlarını birleştirmeye çalışan, kırsal alanlar için bir kalkınma modeli olarak sunulmaktadır. Resmi kaynaklarda köy-kent, kırsal kesim nüfusunun toplumsal, kültürel, ekonomik ve kamusal gereksinmelerini karşılayacak biçimde donatılmış kırsal yerleşim birimi olarak tanımlanmaktadır. Kırsal yerleşme yapısına daha etken ve rasyonel bir biçim vermek, dağınıklığı toplulaşmaya dönüştürmek, köye götürülen hizmetlerde etkenlik ve artırım sağlamak, sanayileşmeyi kırsal alanlara yayarak işsiz ve gizli işsiz nüfusun bir kesimini köy-kentlerde iş imkânlarına kavuşturmak, büyük kentlerdeki sağlıksız kentleşmenin sakıncalarını gidermek, tarımsal düzeni değiştirmek köy-kent düşüncesinin dayandığı başlıca amaçlardır. Köy ile kent yaşam biçimlerini birleştirerek bir dengeye kavuşturmak, sanayileşmeyi köye yaymak, köyü kentleştirmek ve böylece kentleşmeye sağlıklı bir biçim vermek düşüncesi oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Bu model Yugoslavya'da, Çin'de komün sistemi adı ile denendiği gibi, İsrail'de bir başka biçimde, tarım ile sanayii, köy ile kenti birleştiren yeni bir yerleşim türü olarak düşün ve eylem alanına kazandırılmıştır. Tanınmış kent plancısı Richard Meier, kırkbeş yıl kadar önce köy-kent düşüncesine benzer bir görüşü, kentleşme sorunlarının çözümü için bir yöntem olarak önermiştir. Meier'in "kentsel köyler" adını verdiği yerleşme Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

biçimleri, ona göre kentleşme hareketinin amacı yapılmalıdır. Köylerini terk edenler, büyük kent merkezlerine değil, köyleri bu merkezlere bağlayan yollar boyunca yerleştirilmeli, ana kentlerin en az 25-30 kilometre uzağında yer almalıdırlar. Bu küçük birimler birbirleriyle, daha sonra da ana kent ile bütünleşerek bir büyük metropoliten alanı oluşturacaklardır. Meier, bu önerisinin, iki aşamada gerçekleşebileceğini öngörmektedir. Birinci aşamada, kentsel köyün toplumsal hizmetleri, bahçıvanlık yöntemleri kurulup geliştirilecek, sanayileşme için bir hazırlıktan geçilecek; ikinci aşamada ise, en az yeterli düzeyde bir geçim olanağının, köylerden kentlere olan nüfus akınlarını bir düzene sokacağı, dengede tutacağı ileri sürülmektedir. Köy-kent ya da köysel kent önerisi, ufak bir ayrımla ve İsrail'in deneyimlerine dayanılarak Raanan Weitz tarafından da yinelenmektedir. 1971 yılında İsrail'de yapılan Rehovot Kentleşme Konferansı'na sunduğu bir raporda Weitz, kentleşme sürecinde yığılmayı önlemenin yalnız mümkün değil aynı zamanda bir ihtiyaç olduğunu belirterek, bunu "kırsal kent" adını verdiği toplumsal-ekonomik birimlerin sağlayabileceğini belirtmektedir. Weitz'a göre, kırsal kentlerin başlıca işlevleri tarımsal gelişmeyi, sanayileşmeyi ve modernleşmeyi hızlandırmaktır. Tarımla sanayiin en iyi biçimde bütünleşmesini bu birimler sağlayabilmektedir. Weitz, kırsal kent düşüncesine bir de sessiz merkez kavramını eklemektedir. Sessiz merkez, yalnız tarım ve sanayi kuruluşlarına sahip, fakat oturmaya açık olmayan bir fiziksel birimdir. Köyün ticaret ve sanayi merkezi olan bu sessiz merkezde yalnız çalışma saatlerini harcayan işçiler, akşamları, bu merkezin dışında kalan evlerine dönmektedirler. Bu merkezler, kentsel gelişmeyle tarımsal gelişme, tarımla sanayi arasında bir "köprü" olarak düşünülmekte, büyük kentlerin aradığı ölçeği zorunlu olarak gerektirmeyen; bununla birlikte, bunlardan birtakım sanayi kuruluşlarını alabilecek kapasitesi olan bir bağ hizmeti görmeleri beklenmektedir. KENTLEŞME POLİTİKALARI Kentleşmenin doğurduğu ekonomik, toplumsal, siyasal ve toprak kullanılışıyla ilgili sorunlara çözüm yolları bulmak; ya bu sorunları teker teker ele alıp her biri için çözümler aramakla ya da hepsinin temelini oluşturan, ülkenin genel yerleşme düzenini uzunca bir dönemde değiştirmeyi amaçlayan genel politikalar uygulamakla olur. İşte, köylerden kentlere olan nüfus akınlarının hızını, biçimini, coğrafi dağılışını, ülkenin kalkınmasına yardım edecek biçimde etkileyen eşgüdümlü politikaların tümüne "Kentleşme Politikası" adı verilmektedir. Düşünürlerce geliştirilen ve çeşitli ülkelerde uygulanmasına çalışılan kentleşme politikaları birkaç biçimde sunulmaktadır. Kimileri, kentleşmenin hızını ve biçimini arz ve talep yasalarının etkilerine açık tutma eğilimindedirler. Kentleşmenin hızını ve biçimini etkilemenin güçlüğü ve maliyetinin yüksek oluşu, bu görüşü savunanları kentleşme sürecine hiç karışmamayı salık vermeye yöneltmiştir. Oysa birçok toplumsal ve ekonomik Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

politika alanında olduğu gibi, kentleşme konusunda da, geçen yüzyılın "Bırakınız yapsınlar" felsefesi bugün hem kuramsal olarak hem de uygulamada artık geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Onun içindir ki, kentleşme sürecine türlü araçlarla karışılmakta, devletler bu sürecin ekonomik yararlarını artırmanın, toplumsal sakıncalarını da azaltmanın yollarını aramaktadırlar. Bu arada, kimi ülkeler kentleşmenin hızını kısmayı, kentlere akın eden kitlelerin bir kesimini olsun köylerine geri çevirmeyi denemişlerdir. Bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunun yerine, köylerde kimi olanaklar yaratılmasını, köylünün kimi yeteneklerinin geliştirilmesini, köyün kalkınması için köylü ile devletin el birliğiyle çalışmalarını öngören "köy ve toplum kalkınması" ve toprak reformu gibi kimi önlemlerle köylünün köyünde tutulmasına çalışan ülkeler vardır. Hindistan bu ülkelerin başında gelir. Öte yandan kimi ülkelerde, nüfusun bir ya da birkaç büyük kentte yığılması yerine bütün yurt yüzeyine dağılmasını, yerleşme yapısına dengeli bir biçim verilmesini öngören "merkezsizleştirme" deneyleri gerçekleştirilmiştir. Ekonomi ve insan kaynaklarının bütün coğrafi bölgelere dağıtılmasına çalışılmıştır. Köy, kasaba ve küçük kentlerin sanayi gelişmelerinin sağlanması, büyük metropollerin yeni kurulacak sanayi kuruluşlarına kapatılması, hatta eskiden kurulmuş olanların bile kent merkezinden uzaklaştırılması bu merkezsizleştirme politikasının örnekleridir. Hindistan, İngiltere, Fransa, Sovyet Rusya ve Çin gibi ülkeler bu yönde kentleşme politikalarına sahip olmuşlardır. Merkezsizleştirme politikasının karşıtı olan bir politika, kentleşmeyi büyük kentlere yöneltmek, büyük metropoller yaratmaktır. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, bu politika bir ya da birkaç büyük kentin ülkenin tüm kaynaklarını ve nüfusunu emecek biçimde büyümesiyle sonuçlanmaktadır. M. Jefferson'un "Tek Büyük Kent" yasasına uygun biçimde gelişen bu yerleşme yapısı, kalkınmanın ilk evrelerindeki ülkelerde, bazı ekonomik üstünlükler sağlamasına karşın, türlü toplumsal sorunlar da yaratmakta ve bölgesel dengesizliklerin büyümesine yol açmaktadır. KÜRESELLEŞME VE KENT Küreselleşme, 20. yüzyılın son yıllarında insanlığın olağanüstü sıklıkla kullandığı bir kavram oldu. Bir kavram olmanın ötesinde, toplumların ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yaşamını yakından etkilemeye başladı. İletişim teknolojisindeki baş döndürücü ilerlemeler yeryüzünde uzaklık kavramını eskitti. Devletler arasındaki sınırlar, yalnız uluslararası bölgesel kuruluşlar çerçevesinde değil, bütün dünyada önemini giderek yitirmeye yüz tuttu. Hatta ulusal egemenlik kavramının bile gücünü yitirmekte olduğunu gösteren gelişmeler var. Gerçekte küreselleşme, kapitalizmin ortak bir yaşam biçimi olarak yaygınlık kazanması, uluslararası sermayenin yeryüzündeki egemenliğini güçlendirmesi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

anlamına gelmektedir. 1980'lerin sonlarında Sovyetler Birliği'nin dağılması, komünist rejimlerin art arda yıkılması, Demir Perde'nin doğusu İle batısı arasındaki ilişkilerin yumuşaması küreselleşmeyi hızlandırmıştır. Dünya ticaret sisteminin liberalleşmesinden doğan sonuçların çevreyi ve kentleri de derinden etkilemekte olduğu dikkat çekmektedir. Kamu hizmeti anlayışı hızla değişmektedir. Kamu hizmetinin, kamu kuruluşlarınca yerine getirilmesi zorunluluğu ortadan kalkmış, onun yerini hızla "özelleştirme" almıştır. Kamu hizmetinin, kamu hukuku kurallarına uygun olarak yerine getirilmesi zorunluluğuna da artık uyulmamaktadır. Geleneksel kamu yararı anlayışının yerini bireylerin, özel girişimcinin, sermaye sahiplerinin çıkarlarının toplamından oluşan "yeni bir kamu yararı anlayışı" almak üzeredir. Sermayenin ve bireylerin çıkarlarının dışında ve üstünde, onlarınkinden ayrı bir toplumsal yararın var olabileceği gerçeği küreselleşme karşısında yadsınmaktadır. Kamunun ekonomik ve toplumsal yaşamdaki etkinliğinin azaltılması sonucunda, küresel sermaye kentsel çevredeki eşitsizlik ve adaletsizlikleri alabildiğine artırıcı etkiler yapmaktadır. Kamu hizmetlerinin ederleri pazar kurallarına göre belirlenmekte, mal oluşun tümüyle kullanıcıya yüklenmesi, kentlerin dar gelirli sınıfları açısından önemli olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Paralı sağlık ve eğitimden en çok onlar etkilenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde alt yapı ve çevre yatırımlarına destek sağlayan Dünya Bankası, tüm dünyaya "Planı bırak, piyasaya bak" öğüdünü vermektedir. Bu anlayışları, ülkemizde benimseyenlerin sayısı da hayli kabarıktır. Kimi bilim insanlarımız bile plana ve özellikle de kent planlarına, küçültücü bir yaklaşımla "modernist" bir çaba, bir tür özenti, gerçekçi olmayan, ülkeye Batı'dan aktarılmış (kökü dışarda) bir araç olarak bakmaya başlamışlardır. Oysa sağlıklı ve düzenli bir kentleşmeye en büyük zararı planı önemsemeyen, plan karşıtı anlayışlar verir. Bu türlü anlayışlar, 1960 lı ve 1970 li yıllarda kimi Amerikalı bilim insanlarınca da savunulmuştur. Kent planlarını, gelişmekte olan ülkeler için "lüks" saydıklarını dile getirerek onlara bütüncül değil, parçacıl planlar, hatta plan yerine program önermenin daha gerçekçi olacağını öne sürmüşlerdir. Aradan otuz yıl geçtikten sonra, kimi Türk bilim adamlarının bu eski yaklaşımları, yenilik adı altında benimseyecek ölçüde gerilemiş olmaları ülkemiz adına üzücüdür. Küreselleşme ile birlikte, devletler ulusal egemenliklerini, bölgeler ve kentlerle daha çok paylaşmak zorunda bırakılıyorlar. Uluslararası sermayenin mutlak egemenliğini sağlamak için, bunun dışarıdan da dayatılmak istendiği bir gerçektir. Hatta bölgeselleşme ve yerelleşme üzerindeki artan vurgunun, ulusdevleti parçalayıp yıkmak için bir araç olarak kullanılmak istenmesi savında da büyük bir gerçek payı olduğu unutulmamalıdır. Ama bu türlü kaygılar, kentleri yönetmekle görevli olan yerel yönetim kurumuna gözü kapalı bir karşı tavır almayı haklı çıkaramaz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22

Küreselleşme yerel kamu hizmetlerinin finansmanında, uluslararası finans kuruluşlarının liberal politikalarından, ülke ve kent ekonomilerinin olumsuz olarak etkilenmesine de yol açabilmektedir. Öte yandan, sermayenin akışkanlığının önündeki engelleri kaldırabilmek için, kentsel ve çevresel değerlerin göz ardı edilebilmesi de küreselleşmenin sonuçlarındandır. Örneğin, Çok Taraflı Yatırım Anlaşması ve Uluslararası Tahkim gibi tüzel araçlar, sermayenin akışkanlığının önündeki tüzel engelleri kaldırmanın araçlarıdır. Bunları geçerli kılabilmek için Türkiye, 1999 yılında Anayasasının 125. ve 155. maddelerinde değişiklik yapmıştır. Bu değişiklikler, kamu hizmetlerinin yerli ve yabancı şirketlere ayrıcalık (imtiyaz) yoluyla devredilebilmesi için hazırlanan sözleşmeleri Danıştay'ın denetim alanının dışına çıkarmayı olanaklı kılmıştır. Kentler, kitle iletişim araçlarının etkisiyle evrensel kültürle entegrenin daha hızlı yaşandığı yerlerdir. Küreselleşme, ülkede kimi kentleri "dünya kenti" durumuna getirebilmek için bu kentlerin beş yıldızlı otellerle, gökdelenlerle, büyük iş ve ticaret merkezleriyle doldurulmasını amaçlamakta ve bu amacı gerçekleştirmenin önünde "engel" oluşturan bütün kentsel ve çevresel değerleri hiçe saymakta sakınca görmemektedir. Devlet ormanlarının üniversite yerleşkesi yapımına açılması, Adapazarı Ovasına, Çukurova'ya kurulan fabrikalarla verimli tarım topraklarının küçültülmesi, hep sermayenin istemlerini karşılamak uğruna çevrenin bozulmasına göz yumulmasının örnekleridir. 1980 li yıllarda, İstanbul'un korunması zorunlu kimlik ögelerini yıpratan belediye yetkilileri, küreselleşmenin isterlerine yanıt verme çabası içine girdiler. Hatta kimi bilim insanları da o çabaları övdüler ve daha fazlasının yapılması gereğini vurgulamaktan çekinmediler. Onlara göre, küresel ile yerel arasında sıkışıp kalmış olan İstanbul, bir "dünya kenti" olabilmek için uluslararası sermayeyi hoşnut kılacak hiçbir girişimden kaçınmamalıdır. Bu anlayış, büyük ölçüde Türkiye'nin HABITAT II (İstanbul, 1996) toplantısına sunduğu resmi tutanağa da yansımıştır. Gerçekten bu tutanakta çizilen çerçeve, küreselleşmenin kaçınılmazlığı düşüncesinden esinlenerek çizilmiştir. Temel düşünce 1970 li, 1980 li ve 1990 lı yıllarda, Ronald Reagan ve Margaret Thatcher gibi önderlerin öncülüğünde uygulanan liberal politikalara bağlı kalmaktır. Buna göre, kent plancılığı, var olacaksa, ulusal ekonomiye ve ulusal zenginliklere değil; uluslararası sermayeye yarayan bir araç olarak kullanılmalıdır. Kullanılmalıdır ki, İstanbul uluslararası sermaye ile ve dünya ile daha iyi bütünleşebilsin. İşte bu nedenledir ki hükümet, hazırlamış olduğu Endüstri Bölgeleri Yasa Tasarısı ile ülkenin topraklarını neredeyse hiçbir kurala bağlı olmayacak bir biçimde, yabancı sermayeye ve uluslararası sermayenin hizmetine sunmayı öngörmüş ve amacını gerçekleştirmiştir. Söz konusu yasa, salt yabancı sermayeyi bu bölgelere çekebilmek amacıyla, gerekli toprağın ve alt yapı giderlerinin, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinden karşılanacağını ve bu yabancı yatırımcılara imar, Çevre, Kültür ve Tabiat Varlıklarını, Maden, Belediye, Köy Hizmetleri, Sayıştay ve Genel Muhasebe yasalarının ve Devlet İhâle Yasasının sınırlayıcı kurallarından bağışıklık tanınmasını örgörmektedir. Bu koşullarda, tarih kitaplarımızda Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

öğrencilerimize, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerindeki kapitülasyonları neden yurdun çıkarlarına aykırı olarak gösterdiğimizi anlatmak güçleşecektir. KENTLERİN ÖZELLİKLERİ 1- Nüfus sayısı ve yoğunluğunun olduğu yerleşim yerleridir. 2- Kentler, farklı kültürleri ve toplumsal sınıfları, grupları içine alan heterojen bir yapı gösterir. 3- Kentlerde sadece aile, akraba, arkadaş gibi birincil gruplar yer almaz. Aynı zamanda resmi ve ikincil ilişkilerin yaşandığı yerlerdir. Kişisel çıkarlar ön plandadır. İlişkilerde dayanışma ve duygusallık ikinci plandadır. 4- Yoğun bir iş bölümü ve ihtisaslaşma vardır. 5- Kentler toplumsal, ekonomik, siyasi ve kültürel farklılaşmanın oluştuğu yerlerdir. 6- Kentler toplumsal değişimin en hızlı olduğu yerlerdir. Teknolojik ve bilimsel değişime kaynaklık eden yerlerdir. 7- Kentler eğitim-öğretim düzeyinin göreli olarak yüksek olduğu yerlerdir. 8- Kentler çekirdek ailenin yoğunlukta olduğu yerlerdir. 9- Kentlerde gelenek-görenek, aile ve yakın çevre denetimi ve baskısı zayıftır. 10- Kentler adi ve siyasi suçların fazla olduğu yerlerdir. İntihar ve boşanma oranı yüksek olan yerlerdir. 11- Evlenmelerin daha geç yaşlarda olduğu ve doğumların daha çok denetlendiği yerlerdir. 12- Kentler siyasal, dinsel ve ahlaksal hoşgörünün daha fazla olduğu yerlerdir. 13- Marjinal işlerin yoğun olduğu yerlerdir. 14- Siyasi ve ekonomik örgütlenmenin yoğun olduğu yerlerdir. 15- Toplumsal hareketliğin fazla olduğu yerlerdir. 16- Kitle iletişim araçlarının etkisiyle evrensel kültürle entegrenin daha hızlı yaşandığı yerlerdir. KENTLERİN GELİŞİMİ Endüstri Öncesi Kentler Endüstri öncesi toplumlarda ekonomi, tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Ekonomik güç birkaç aile veya loncanın elindeydi. Cinsiyete dayalı bir iş bölümü söz konusuydu. Nüfus yoğunluğu azdı. Toplumsal kontrol, gelenek-görenek ve din ile sağlanıyordu. Dinin toplumsal normlara etkisi çok fazlaydı. Toplumsal ilişkilerde, birincil ilişkiler hâkimdi. İlişkiler yüz yüze ve dayanışma-yardımlaşma esasına dayalı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

olarak oluşmaktaydı. Toplumsal hareketlilik bakımından statü değiştirme, oldukça sınırlıydı. Endüstriyel Kentler Endüstri Devriminin insan yaşamı üzerinde birçok etkisi olmuştur. Endüstri Devrimi, hem kentlerin yapısında hem insan yaşamı üzerinde hızlı değişmeler yaratmıştır. Endüstrileşme süreciyle birlikte hayvan gücü yerini, buhar gücüne yani bilimsel ve teknolojik gelişmeye bırakmıştır. Böylece ekonomide tarım ve hayvancılık yerini sanayi, ticaret ve hizmete dayalı sektörlere terketmiştir. Fabrikaların bulunduğu yerler aynı zamanda finans, yönetim merkezi hâline gelmiş; yeni meslekler ortaya çıkmış, teknik iş bölümü ve ihtisaslaşma gelişmiştir. Ekonomide rekabet ortaya çıkmıştır. Laik anlayışla birlikte dinin etkisi azalmıştır. Toplumsal kontrol hukuk kurallarıyla sağlanmaya başlanmıştır. Eğitim bütün kitlelere yayılmış, kitle iletişim araçlarının kullanılması yaygınlaştırılmıştır. Endüstriyel kentlerde toplumsal hareketlilikte statü değişimi çok sık görülmeye başlamıştır. Nüfus yoğunluğu artmış, farklı kültür ve sınıfların ortaya çıkmasıyla heterojen bir yapıya kavuşmuştur. KENTLEŞME KURAMLARI Kentsel yaşamı inceleyen sosyologlar kentlerin oluşu ile ilgili çeşitli kuramlar ileri sürmüşlerdir. Kentsel yaşamı açıklayan kuramlar geleneksel anlamda iki farklı yaklaşıma yönelmektedir. Chicago Okulu tarafından geliştirilen bu yaklaşımlar; ekolojik yaklaşım ve kentselliğin yaşam biçimidir. Ekolojik Yaklaşım Ekolojik yaklaşım toplumsal yaşam ile biyolojik organizmalar arasında ilişki kurarak kentleşmeyi açıklamaya çalışmışlardır. Kentsel yaşam bir organizmaya benzetilmektedir. Biyolojinin temel ilkeleri ile kentsel nüfusun mekânsal yerleşimi arasında bir ilişki vardır. Ekoloji kavramı ilk defa Robert Park tarafından 1921 de kullanılmıştır. Park bu kavramı bireylerin birbirleri ve çevreleriyle olan fiziki ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlar. Kentler gelişigüzel değil çevrenin elverişli özelliklerine tepki olarak büyürler. Park a göre Kent, bir bütün olarak nüfusun içinden, belirli bir gölgede ya da belirli bir ortamda yaşamaya en uygun bireyleri yanılmadan seçen büyük bir ayıklama düzeneğidir. Kentler, rekabet, istila ve ardıllık süreçleriyle doğal alanlar biçiminde düzenlenirler. Kent ekolojisi üzerine önemli çalışmalar yapan isimlerden biri de Ernest Burgess dir. Burgess ekonomik gelişme, toplumsal değişme ve alan örgütlenmesi arasındaki ilişkilerin varlığını ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Endüstriyel kentlerdeki toprağın nasıl kullanıldığını açıklamaya çalışmıştır. Ona göre, kentlerin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25

Marx a göre, kent yalnız üretim güçlerinin değil, otoritenin toplandığı, toprak mülkiyetinden kopuk bir kapitalizme dayanan yerleşmedir. merkezlerinde iş merkezleri bulunur. Bu merkezde iş hanları, büyük oteller, finans merkezleri vb. bulunur. İkinci bölgede evler daha az popülerdir. Çünkü buralarda imalat, sanayi bölgeleri vardır. İnsanlar fabrikalara çok yakın yerlerde oturmak istemez. Üçüncü bölgede işçilerin oturduğu ve onların ihtiyaçlarının karşılandığı dükkânlar mevcuttur. Dördüncü bölge ise memurların yaşadığı yerlerdir. Buralarda da modern alış-veriş merkezleri vardır. Beşinci bölgede zenginler yaşar. En pahâlı yerleşim yerleridir. Bu grup kentten oldukça uzaklaşmak ister. Böylece ayrıcalıklarını da göstermiş olurlar. Homer Hoyt ise kentsel bölgelerin organizasyonunda ekspres ve demiryollarının önemine değinmiştir. Ona göre kentler demiryolları ve anayollar üzerine kurulur. Harris ve Ulman ise tek merkezli değil çok merkezli ve her merkezin farklı bir faaliyet alanı içerdiğini ileri sürmüşlerdir. Örneğin, bir merkez finans odağı olarak gelişirken bir diğer merkez imalat, sanayi merkezi olarak gelişir. Ekolojik yaklaşım kentsel gelişmeyi doğal bir süreç olarak ele almakta, bir kentin düzenlenmesinde bilinçli tasarım ve planlamayı hafife aldığı için eleştirilmiştir. Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlilik Bu yaklaşım kentsel yaşamın insanlar üzerindeki olumlu olumsuz etkilerini ele almıştır. Wirth kentleri bir yaşam biçimi olarak görür. Kentlerin oluşturduğu yaşam biçimi içinde bireylerin belli düşünme ve davranış biçimlerini oluşturduğunu ileri sürmüştür. Kentler ekonomi, siyaset ve kültürel yaşamın başladığı ve denetlendiği merkezlerdir. Wirth e göre kentler geleneksel köylere karşıt yerleşim birimleridir. Kentlerde birçok kişi birbirine çok yakın yaşar ama birbirlerini tanımazlar. Kentsel alanlarda yaşayanlar çok hareketlidir bu yüzden aralarındaki bağlar zayıftır. Kentler, inceliğin ve zerâfetin merkezleridirler. Wirth ün kuramı, kentselliği yalnızca bir toplumun parçası olarak ele almayıp aynı zamanda geniş toplumsal yapıyı da ifade ettiği ve etkilediğini belirtmesi bakımından önemlidir. KENTLERİN BÜYÜMESİ İnsanlık tarihi içerisinde yerleşim alanları olarak kentler giderek artan boyutlarda büyümekte ve çoğalmaktadır. Özellikle sanayi devrimi ve sonra da II. Dünya savaşı sonrası, üretim biçimlerinin değişmesi, ekonomileri tarıma dayalı ülkelerin sanayileşmesi, bilim ve teknolojinin gelişmesi kente yönelik göçleri artırmıştır. Gelişmiş ülkelere oranla gelişmekte olan ülkelerde kentsel büyüme oranı daha yüksektir. Bu oran gelişmiş ülkelerde % 1.0 ın altında iken gelişmekte olan ülkelerde bu oran %3.5 dur. Türkiye dünya nüfusu hareketliliği açısından Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26

gelişmekte olan ülkeler arasında yer almaktadır. 1995 yılına göre nüfusun %70 i ve daha fazlası kentlerde yaşayan Avrupa ve Latin Amerika ülkeleri arasında yer almaktadır. Asya ve Afrika ülkelerinde kentsel nüfus oranı %30-35 oranındadır. Kentlerin sunduğu eğitim, sağlık, iş olanakları, eğlence vb. imkânlar kentlerin, kırsal alanlara oranla kıyaslanmayacak düzeyde geliştiğini gösterir. Bu şekilde cazip hâle gelen orta büyüklükteki kentler de, göç ve hızlı nüfus artışıyla büyüyerek büyük kentler hâline gelmektedir. KENT VE EKONOMİK YAPI Bir İslâm kenti üç temel öğe üzerine oturur: Bu öğeler, cami, pazaryeri ve hamamdır. Sanayi Devrimiyle birlikte kentler yapısal dönüşüme uğramıştır. Yeni mal üretimleri, üretim şekillerinin farklılaşması, enerji kaynakları, teknolojik ilerlemenin yarattığı değişmeler, iş arzı ile iş gücünü kentlere transfer etmiştir. Kentsel ekonomi sanayi, ticaret ve hizmet sektörüne dayalı hâle gelmiştir. Rekabet ve iş bölümü artmış, özellikle ekonomik anlamda pazar ve yatırım olanaklarına sahip olan merkezler büyümüş ulusal ve uluslararası ekonomik ilişkilerde merkez hâline dönüşmüştür. Nüfus da bu ekonomik gelişmeyi gösteren kentlere doğru akmıştır. Göç olgusunu inceleyen ekonomistler de soruna ekonomik çözümler aramışlardır. KÜRESELLEŞME VE KENT GELİŞİMİ Günümüzde kentsel yaşam deneyimi dünya için yeni olması, kentsel yerleşim alanlarının alt yapı yetersizliği, toplumsal kurumlarının oluşmaması, göçlerle baskı altında olması kentleşme sürecine yeni sorunların eklenmesine neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde gelişme, değişme, kentleşmenin oluşum süreci, toplumsal, ekonomik, politik ve kültürel bütünleşme ile birlikte devam etmiştir. Gelişmiş dünya ülkelerinin kentlerinde sağlıklı çevre anlayışı ve doğal kaynakların korunması politikaları işlerlik kazanmıştır. Bu kentler konutlaşma, su, kanalizasyon, ulaşım, enerji ve işsizlik sorununu çözme uğraşındadır. Bugünün kentleri hizmet sektörünün yaygınlaştığı, kişisel ihtiyaçlara cevap veren rekreasyon alanları, kültürel ve bilişim, sanat, spor, eğlence ve dinlenme faaliyetlerinin yapıldığı merkezler hâline gelmektedir. KENT YAPISI VE KENT KİMLİĞİ Kentler büyürken aynı zamanda diğer kentleri ve kasabaları içine alarak genişlemektedir. Bu büyüme ve genişleme toplumsal, ekonomik ve kültürel değişmeleri de birlikte getirmektedir. Kentler birey açısından artık daha farklı nitelikleri ön plana çıkarmaktadır. Kentleşme sonucunda yeniden tanımlanan bireye kentli adı verilir. Kentli olmak bu yaşantıyı benimsemekle olmaktadır. Bu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27

yüzden birey artık toplumsal ilişkilere, toplumsal farklılaşmaya, değişmeye uyma zorundadır. Kentlileşme, bireylerin bu bilinci kazanmasıyla ilgili bir süreçtir. İnsanlar arasında medeni ilişkilerin gelişmesinde kentli olmanın çok büyük etkisi vardır. Kentsel yaşam, köy yaşantısından farklı ve kendine özgü bir karaktere sahiptir. Bazı sosyologlar kentleri köylerden ayıran en tipik özelliğin, toplumsal işleyiş içinde kentlerin yaşam biçimindeki örgütlenme olduğunu dile getirmişlerdir. Özellikle 21. yüzyılda kentlerin en önemli özelliği demokratik işleyiş ve örgütlenmenin ön plana çıkmasıdır. Ekonomik, politik ve kültürel bütünleşmeyle karmaşıklaşan toplumsal ilişki içerisine bireylerin çok kimlik le katılabilmeleri gerekmektedir. Kentler bireylerin alt kültür değerleri ve farklı kimlikleriyle onlara örgütlenme imkânı sağlamaktadır. Bu nedenle kentlerde demokratik hoşgörünün geliştiği savunulmaktadır. Kentleşme, sadece nüfusun artması ve ekonomik gelişmeyle olmaz. Aynı zamanda kentlilik bilincinin kazanılmasıyla olur. Kent kültürünün kazanılması da bir eğitim işidir. Burada en büyük görev eğitim kurumlarına düşmektedir. KENTLEŞME VE EĞİTİM Geleneksel toplumlarda statü değiştirme oldukça sınırlı, iş bölümü cinsiyete dayalıydı. İşbölümünde farklılaşma yoktu. Aynı şekilde bireyler, gereken bilgi ve becerileri herhangi bir eğitim kurumu olmaksızın kazanabilmekteydi. Toplumsal yapının değişmesi ve gelişmesiyle ortaya çıkan kent toplumunda teknik iş bölümü ve uzmanlaşmanın artması, sık sık statü değişmelerinin görülmesi okul sistemini zorunlu hâle getirmiştir. Bu yüzden aileler çocuklarının toplumsallaşması, kültürün yeni kuşaklara aktarılması, ihtiyaç duyulan bilgi ve beceriyi kazanmaları için onları okullara göndermektedirler. Tüm gelişmiş ülkeler toplumun insan gücü kaynaklarını geliştirmek için okul sistemlerini geliştirmeye, genişletmeye çalışmaktadır. Türkiye de bu gelişmeye ayak uydurmak için zorunlu eğitim süresini sekiz yıla çıkarmış, okula duyulan talebi karşılamak için çok sayıda okul inşa etmiştir. Aynı şekilde özel veya resmi okullardan alınan sertifikalar nüfusun kentsel alana toplanmasıyla önem kazanmaya başlamıştır. Bireyler iş başvurularını sahip oldukları sertifikalarla yapmaktadırlar. KENTSEL ALANDA BOŞ ZAMANI DEĞERLENDİRME Kentler sadece bireylerin zorunlu zaman dilimlerini düzenlemekle kalmaz; aynı zamanda, bireylerin boş zamanlarını değerlendirmelerinde düzenleyici ve yönlendirici rol oynar. Boş zaman aktivitelerinde bireyler, bir kültür mozayiği olan kentlerde farklı toplumsal-kültürel grupların farklı boyutlarında yer alırlar. Üretime katılmayan yetişkinlerin ve eğitim sistemi içinde yer alan çocuk ve gençlerin boş zaman dilimi daha çoktur. Bu yüzden kent yaşamını düzenleyen politikalar Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28

Bireysel Etkinlik Kentleşme bireylerin boş zamanını değerlendirecek mekân ve örgütlenmelere ayrıcalıklı yer verirler. Bireylerin kendilerini geliştirmeleri, topluma uyum sağlamalarına yardımcı olan boş zaman aktiviteleri sağlıklı kentlerin başta gelen sorumluluklarından biri olarak düşünülür. Bu bağlamda günümüz kentlerinde kültür, sanat merkezleri, spor tesisleri yapılmaktadır. Kent mi insanları kurar, insanlar mı kenti kurar? Düşünelim. KENTLEŞME SORUNLARI 1- Toplumsal sapmaların görülmesi (Hırsızlık, cinayet vb. ) 2- Teknolojik gelişmelerin, toplum ve bireyler üzerindeki etkisi 3- Çevre ve gürültü kirliği 4- Hızlı nüfus artışı 5- İşsizlik 6- Gecekondulaşma, alt yapı eksikliği, ( Su, elektrik, kanalizasyon vb. ), ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetlerinde aksaklıklar. 7- Kent bilincinin ve hemşerilik duygusunun zayıflaması 8- Kültürel uyumsuzluk, kuşak çatışması ve anarşi TÜRKİYE DE KENTLEŞME VE NEDENLERİ Türkiye de kentleşmenin nedenlerini sosyologlar farklı kavramlarla açıklamışlardır. Sencer e göre kentleşmenin nedenleri: 1- İtici nedenler 2- Çekici nedenler 3- Aracı nedenler, olmak üzere üç grupta toplar. Keleş e göre; 1- Ekonomik nedenler 2- Teknolojik nedenler Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29

3- Siyasal nedenler 4- Sosyo-psikolojik nedenler Kentleşme Komisyonu na göre; 1- İç etmenler 2- Dış etmenler Kartal a göre; 1- İtici nedenler 2- İletici nedenler 3- Çekici nedenler 4- Siyasal nedenler Yukarıdaki nedenleri açıklamaya çalışalım. İtici nedenler İtici nedenler, kırsal alandaki ekonomik, kültürel, toplumsal olanakların yetersizliği sonucu oluşmaktadır. Teknolojinin gelişmesiyle makineleşme artmış ve bu artış geleneksel yapıyı sarsmıştır. Çünkü makineleşme sonucu işini kaybeden işçiler kentlere yerleşmişlerdir. Toprak yetersizliği ve toprakların miras yoluyla parçalanması, hızlı nüfus artışı ve bu artışın sonucunda oluşan işsizlik, deprem, kan davası, terör, yaşam biçiminin kısıtlılığı ( eğitim, sağlık, eğlence vb. ), geleneklerin baskısından uzaklaşma ve özgür yaşama isteği itici nedenler arasında yer alır. İletici Nedenler Ulaşım ve haberleşme alanındaki gelişmeler kente yönelmede iletici sebepler arasında görülebilir. Taşıma araçlarının ve karayollarının gelişimi köyden kente göçü kolaylaştırmıştır. Haberleşme alanındaki gelişmeler özellikle televizyon ve internet köylünün iç dünyasını genişletmiş ve onu bilinçlendirmiştir. Kentlerde olup biteni gören insanlar yeni bir takım umutlarla kentlere yönelmişlerdir. Surlarla çevrili kaleler, pazaryerleri, yönetim yapıları ve meslek loncalarının adı ile anılan sokaklar, ortaçağ kentelerini simgeleyen başlıca öğelerdir. Çekici Nedenler Çekici nedenler, kent yaşamının sağladığı olanaklarla yani kentlerin cazibe merkezleri oluşlarıyla ilgilidir. Kentlerde iş bulma imkânlarının fazla oluşu, eğitim, sağlık, alt yapı hizmetleri, haberleşme, eğlence imkânlarının fazlalığı, gelir düzeyini yükseltme olanaklarının oluşu, tüketim ürünlerinin çeşitliliği, daha iyi bir hayat standartına ulaşma olanaklarının oluşu kentlerin cazibesini artırmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30

Siyasal ve Hukuksal Nedenler Ülkelerin sahip oldukları siyasi ve hukuk yapısı kentleşme üzerinde etkili olmaktadır. Mülkiyet ve toprak sisteminin değişmesi, siyasi tercihler, uluslararası ilişkiler kentleşmeyi özendirici veya engelleyici bir rol oynayabilir. Örneğin, 1950 lerden sonra izlenen liberal politikalar, sanayilerin büyük kentlerin etrafında kurulması bu yerlere göç olmasında etkili olmuştur. Sosyo Psikolojik Nedenler Kentlerin kültürel havası, kentli olma arzusu kentlere yönelmede önemli bir yere sahiptir. Kentli olma arzusu prestij kazanma, aşağılık duygusunu yok etme aracı hâline gelmiştir. Dış Etmenler Ülkenin dış dünya ile bağlantısı, uluslararası örgütlerle bağlantısı nüfus akışını olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkilemektedir. TÜRKİYE DE KENTLEŞMENİN DOĞURDUĞU SONUÇLAR Türkiye de kentleşmeyi belirleyen etken Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi sanayileşme değildir. Şüphesiz sanayileşme, kentleşme üzerinde önemli bir etkendir. Ancak ülkemizde kentleşmeyi belirleyen etken, kırsal kesimdeki değişmeler ve çözülmelerdir. Türkiye de kent nüfus artışının yüksek oluşu da kentleşme oranını yükseltmektedir. Türkiye de kentleşmenin doğurduğu sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: İşsizlik Bu sorun sadece ülkemizin değil aynı zamanda bütün ülkelerin de sorunudur. Kırsal kesimde tarım alanında iş olanaklarının azalması sonucunda göçler yoluyla vasıfsız işlerin kentlerde birikmesi, kentlerde önemli sorunlara neden olmaktadır. İşsizlik, kentsel yaşamda toplumsal sapmalara, ahlaki bozukluklara yol açmaktadır. Bu sorunların başında kapkaç gibi hırsızlık olayları, cinayet, çeteleşme, terör gelmektedir. Gecekondulaşma Türkiye de büyük kentlere yoğun bir nüfus akımının göç etmesi sonucunda kentlerin bu göçlere karşı yeterli konut talebini karşılayamaması gecekondulaşma olgusunu ortaya çıkarmıştır. Gecekondu, Türkiye nin ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişmeler sonucu ortaya çıkan bir olgudur. Kentlere gelen nüfusun Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31

Tartışma Kentleşme Tarih boyunca her çağın ve uygarlığın kendine özgü kentleri olagelmiştir. yeni bir konut alabilecek veya kiralayabilecek gücü yoktur. Bu nedenle yeni yerleşim yerlerine özellikle kamuya ait arsalarda imarsız ve sağlıksız konut yapımına yönelmiştir. Gecekondulaşma; ulaşım, su, elektrik gibi belediye hizmetlerinden, sağlık ve eğitim hizmetlerinden istenilen düzeyde faydalanılmasını engellemektedir. Kentsel yaşam içerisinde yer alan varoşlar siyasal, toplumsal ve kültürel sorunlar yaratmaktadır. Ülkemizde bu sorunların çözülmesi ekonomik ve toplumsal gelişmenin paralelinde gerçekleşecektir. Bununda uzun yıllar alacağı görünmektedir. Kültürel Uyumsuzluk Ülkemizde kırsal kesimden kentlere gelenler, yeni değerler ve davranış kalıplarıyla karşı karşıya kalırlar. Bu da uyum sorununu beraberinde getirir. Göç edenler için kentlerdeki bu değerleri benimseme kolay olmaz. Bu uyumsuzluk ikinci kuşağın doğmasıyla aile içinde gerginliklere ve kuşak çatışmalarına neden olur. Bölgeler Arası Dengesizlik Bölgeler arası dengesizlik daha çok bizim ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde görünmektedir. Kentleşme hızı bölgeden bölgeye değişmektedir. Kentleşme hızının bölgeden bölgeye farklılık göstermesi sonucunda bölgeler arasında gelir ve hayat farklılığı ortaya çıkar. Örneğin; Marmara ile Güneydoğu Anadolu arasındaki dengesizlik çok belirgindir. Çevre Kirliliği Sanayileşmenin, kentlerde meydana getirdiği sorunlardan biri de çevre kirliliğidir. Bu sorun sadece ülkemizi değil, dünyamızı da etkilemekte ve küresel bir sorun hâline gelmektedir. Günümüzde hava kirliliği, denizlerin kirliliği, atık maddeler toplumsal hayatımızı tehdit eden önemli sorunlardandır. Kentlerin aşırı kalabalık oluşları başka bir kirliliğe yol açmaktadır. Bu kirlilik gürültü kirliliğidir. Gürültü kirliliği insanların psikolojisini olumsuz yönde etkilemekte ve diğer sorunlar gibi sağlığımızı tehdit etmektedir. Sizce modern dünyada nasıl bir kentleşmeden söz edilebilir ve modern kentlerin temel özellikleri nelerdir? Tartışınız. Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan tartışma forumu bölümünde paylaşabilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 32

Özet Kentleşme Toplumsal yapı içerisinde kentin tanımını yaparken her bilim dalı farklı ölçüt kullanmıştır. Kullanılan ölçütler demografi, işlevsel ve ekonomik, toplumbilimsel ve yönetimsel ölçütlerdir. Toplumbilim açısından kent, Tarım dışı etkinliklerin özellikle sanayi, ticaret ve hizmet çalışmalarının bulunduğu, büyük bir nüfusun barındığı, örgütlenmenin ve uzmanlaşmanın fazla olduğu, ikincil ilişkilerin yaşandığı, heterojen olan bir yerleşim birimi"dir. Kentleri, geleneksel toplumsal yapıdan ayıran başlıca özellikleri şunlardır: Nüfus sayısı ve yoğunluğu olan yerleşim birimleridir. Ekonomisi sanayi, ticaret ve hizmet sektörüne dayanır. Toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel farklılaşmanın oluştuğu yerlerdir. Toplumsal değişmenin en hızlı yaşandığı mekânlardır. Siyasi ve ekonomik örgütlenmeler yoğundur. Demokrasi ve katılım süreçleri gelişmiştir. Eğitim düzeyi yüksek, aile ise çekirdek ailedir. Kentler gelişim sürecine göre endüstri öncesi kentler ve endüstriyel kentler diye ikiye ayrılır. Bu gelişim süreci aynı zamanda üretim süreçlerini de ifade eder. Endüstri öncesi kentlerde üretim; ekonomi, tarım ve hayvancılığa dayanır. Endüstri devrimiyle ortaya çıkan endüstriyel kentlerde ekonomi, sanayi, ticaret ve hizmete dayalıdır. Ekonomide rekabet ortaya çıkmıştır. Bu kentlerde nüfus yoğunluğu artmış, iş bölümü farklılaşmış, yeni meslekler ortaya çıkmıştır. Kentsel yaşamı açıklayan kuramlar geleneksel anlamda iki farklı yaklaşıma yönelmektedir. Chicago Okulu tarafından geliştirilen bu yaklaşımlar ekolojik yaklaşım ve kentselliğin yaşam biçimidir. Kentsel yaşam, köy yaşamından farklıdır. Kentleşme sonucunda bireylerde kentlerin ortaya çıkardığı yaşam tarzını benimsemesi ve uyum sağlaması gerekir. Kentleşmeyle yeniden tanımlanan bireye kentli denir. Kentleşmeye neden olan faktörler itici nedenler, iletici nedenler, çekici nedenler, siyasal ve hukuksal nedenler şeklinde sıralanabilir.. Plansız, programsız ve hızlı kentleşmeyle birlikte kentsel yaşamda bireyi ve toplumu tehdit eden bir takım sorunlar ortaya çıkmıştır. Kentleşmenin doğurduğu sorunlar; işsizlik, hızlı nüfus artışı, gecekondulaşma, kültürel uyumsuzluk, bölgeler arası dengesizlik ve çevre kirliliğidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 33