qwertyuiopasdfghjklzxcvbnmqw ertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwert yuiopasdfghjklzxcvbnmqwertyui opasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopa KÜRESEL VE BÖLGESEL ÇALIŞMALAR sdfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdf (Dünya Ekonomisi) N. Fatih KÖK ghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghj Öğrenci No: 12944658 klzxcvbnmqwertyuiopasdfghjklz xcvbnmqwertyuiopasdfghjklzxcv bnmqwertyuiopasdfghjklzxcvbn mqwertyuiopasdfghjklzxcvbnmq wertyuiopasdfghjklzxcvbnmqwe rtyuiopasdfghjklzxcvbnmqwerty uiopasdfghjklzxcvbnmqwertyuio pasdfghjklzxcvbnmqwertyuiopas dfghjklzxcvbnmqwertyuiopasdfg hjklzxcvbnmqwertyuiopasdfghjk
ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ (Bölüm 9: Tersine Gelişim) Avrupalılar Baharat Adaları na ve baharat ticaretine doğrudan erişebilmek için Afrika nın etrafından ya da da Atlantik üzerinden bir yol arayışına girdiler. Ümit Burnu 1448'de Portekizli denizci Bartolomeu Dias tarafından dolanıldı 1498 de Vasco de Gama aynı rota üzerinden Hindistan a ulaştı. Avrupalılar Baharat Adaları na ulaşmak için ilk kez kendilerine ait bağımsız bir güzergâha sahipti. Portekizliler vakit kaybetmeden baharat ticaretini kontrol alıma almak için uğraşmaya koyuldular. 1511 de Malakka yı ele geçirdiler. Malakka yı ellerinde tutan Portekizliler sistematik bir biçimde kıymetli baharat ticareti üzerinde tekel kurmaya çalıştılar. Fakat bunu başaramadılar. Hollandalılar Malakka nın kıymetli baharatların arzını tekelleştirmenin yerli ya da Avrupalı tüccarlarla rekabetten çok daha kârlı olacağını hemen fark ettiler. HollandalIlar 1602 de Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyasının kurulmasıyla her ne pahasına olursa olsun tüm baharat ticaretini ele geçirmeye ve rakiplerini saf dışı bırakmaya teşebbüs ettiler. İşler HollandalIlar için iyi gitmeye başlamış fakat Güneydoğu Asya için tam tersi olmuştu. Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası, modern şirketin gelişiminde büyük bir dönüm noktası olan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası nın ardından ikinci Avrupalı anonim şirketti ve sonradan Avrupa nın sınai büyümesinde çok büyük bir rol üstlenecekti. Hollandalılar şirketin askeri gücü sayesinde Ambon hükümdarıyla anlaşmalarını tatbik etmek için tüm potansiyel yetkisiz tüccarları saf dışı bırakmaya koyuldular. Ambon o tarihte Avrupa nın çoğu ülkesinde ve Amerika da görülenlere benzer bir biçimde yönetiliyordu. Ambon yurttaşları hükümdara vergi vermekle yükümlüydü ve angaryaya tabiydi. Hollandalılar bu sistemi devraldılar ve hem Sayfa 1 / 5
daha fazla emek sömürüsü için hem de adadan elde edecekleri daha fazla karanfil için daha sıkı hale getirdiler. Hollandalılar Banda Adaları nın da kontrolünü ele geçirdiler; bu kez küçük hindistancevizi kabuğu ve muskat üzerinde hakimiyet kurma niyetindeydiler. Fakat Banda adaları Ambon'dan çok daha farklı bir örgütlülüğe sahipti. Çok sayıda küçük özerk şehir devletten oluşuyordu ve hiyerarşik bir sosyal ya da siyasi sahip değildi. Bu küçük devletler, aslına bakılırsa küçük birer kasabadan daha büyük değildiler, yurttaşların oluştuduğu köy meclisleri tarafından yönetiliyorlardı. Hollandalıların tekel kurmak için anlaşma imzalamaya zorlayabilecekleri bir merkezi otorite olmadığı gibi küçük hindistancevizi kabuğu ve muskat arzının tamamını ele geçirmek için kendilerine mal edobilecleri bir vergi sistemi de yoktu. Bu, her şeyden önce Hollandalıların İngiliz, Portekizli, Hintli ve Çinli tüccarlarla rekabet ekmek zorunda kalmaları ve yüksek fiyat ödemediklerinde baharatı rakiplerine kaptırmaları anlamına geliyordu. Bazı devletler Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası nın yarattığı tehditten sakınmak için ithalata yönelik tahıl üretimini bırakıp ticari faaliyetlerine son verdiler. Hollandalılarla karşı karşıya gelmektense otarşiye, kendine yetecek kadar bir iktisadi düzene kanaat getirmek yeğdi. Hollanda sömürgeciliği ekonomik ve siyasal gelişimlerinde köklü bir değişime neden olmuştu, Güneydoğu Asya halkı ticareti bıraktı, içe kapandı ve daha mutlakiyetçi bir hale geldi. Müteakip iki yüzyılda Sanayi Devrimi yle ortaya çıkan yeniliklerden yararlanabilecek bir konumda olamayacaklardı. Ve en nihayetinde, ticaretten geri durmaları onları Avrupalılardan koruyamayacaktı; 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde hepsi Avrupa sömürge imparatorluğunun birer parçası haline gelecekti. Bu yayılmacılık sömürücü kurumlar dayatarak veyahut olanları daha da güçlendirerek dünyanın dört bir yanında az gelişmişlik tohumlan ekti. Bunlar da doğrudan yada dolaylı olarak tüm dünyada yeni yeni ortaya çıkan ticari ve sınai faaliyetleri ortadan kaldırdı ya da sanayileşmeyi engelleyen kurumlan kalıcı hale getirdi. Sonuçta sanayileşme dünyanın bazı bölgelerinde hızla yayılırken bu yeni teknolojilerden yararlanma imkânı bulamayan Avrupa sömürge imparatorluğunun büyük bölümü yerinde saydı. Sayfa 2 / 5
Modern çağın başlarında Avrupa nın denizcilik ve ticaretteki gücünün Güneydoğu Asya daki yayılışı, umut vaat eden bir ekonomik büyüme ve kuramsal değişim döneminin kısa sürmesine neden oldu. Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası nm genişlediği dönemle aynı zamanda Afrika da çok farklı bir ticaret türü yoğunluk kazanıyordu: Köle ticareti. Uluslararası köle ticaretinin büyük bir artış göstermesine ve köleliğin Afrika içinde de görülmemiş ölçüde önem kazanmasına yol açan, 17. yüzyıl başında başlayan Karayipler deki şeker plantasyonu sömürgelerinin gelişimiydi. 18. yüzyıl bir başka büyük artışa şahit oldu yaklaşık 6 milyon köle Atlantik i geçerken belki bir 700 bin kadarı da Sahra yı geçiyordu. Rakamlar toplandığında, 10 milyondan fazla Afrikalı köle olarak kıta dışına çıkarılmıştı. Köle ticareti birbirine zıt iki siyasal süreci harekete geçirdi. Birincisi, pek çok devlet daha mutlakıyetçi bir hale dönüşmeye başladı. Tek bir amaç etrafında örgütlenmişlerdi, o da başkalarını köleleştirip Avrupalı köle tacirlerine satmaktı. İkincisi, paradoksal bir sonuç olarak, yukarıdaki sürecin aksine, savaş ve kölecilik en sonunda Sahra altı Afrika da düzen ve meşru otorite namına ne varsa yok etti. Köleler savaşların dışında küçük ölçekli baskınlarda da kaçırılıyor ya da ele geçiriliyorlardı. Ayrıca yasalar da köleleştirme için bir araç haline gelmişti. Ne suç işlerseniz işleyin cezası kölelikti. Kurumlar hatta dini kurumlar bile, köle ele geçirip satma arzusuyla yoldançıkmıştı. Tarihçi Patrick Manning erken 18. yüzyıl dolaylarında Batı ve Orta-Batı Afrika daki bölgelerden ihraç edilen köle sayısının 20-25 milyon civarında olduğunu tahmin ediyor. Geç 18. yüzyılda İngiltere de, karizmatik bir lider olan William Wilberforce un önderliğinde köleliğin kaldırılmasına yönelik güçlü bir hareket giderek ivme kazanmaya başladı. Çeşitli başarısızlıklardan sonra 1807 de kölelik karşıtları Britanya Parlamentosu nu köle ticaretini yasadışı ilan eden bir yasa tasarısını geçirmeye ikna ettiler. Ertesi yıl Birleşik Devletler benzer bir yasayla onları takip etti. Sayfa 3 / 5
Köleliğin yerini yasal ticaret aldı; bu tabir Afrika dan ihraç edilen ve köle ticaretiyle ilişkisi olmayan malları ifade etmek için türetilmişti. Bunlar palmiye yağı ve çekirdeği, yerfıstığı fildişi kauçuk ve arapzamkı gibi mallardı. Avrupa nın ve Kuzey Amerika'nın geliri Sanayi Devrimi nin yayılmasıyla artarken 'bu tropikal ürünlere talep de hızla yükseldi. Afrika toplumları nasıl köle ticaretinin sunduğu ekonomik fırsatlardan amansız bir biçimde faydalandılarsa yasal ticaret için de aynısını yaptılar. Fakat bunu özgün bir bağlamda gerçekleştirdiler. Öyle ki, kölelik bir yaşam biçimiydi fakat kölelere yönelik dış talep tükenmişti. Peki, şimdi Avrupalılara satılamayan tüm bu kölelerle ne yapılacaktı? Yanıt basitti; yeni yasal ticaret kalemlerinin üretilmesi için Afrika'da zorla çalıştırıldıkları takdirde kâr getirebilirlerdi. Köle ticaretine dayalı sömürücü ekonomik ve siyasal kurumlar sanayileşmenin Sahra altı Afrika'da yayılmasına engel oldu; dünyanın diğer bölgelerinde ekonomik dönüşüm yaşanırken ekonomik durgunluk hatta ekonomik gerileme yaşıyorlardı. İkili Ekonomi Paradigması İlk kez 1955 te Sir Arthur Lewis tarafından ortaya atılan İkili ekonomi" paradigması hâlâ az gelişmiş ülkelerin ekonomik problemleri üzerine kafa yoran çoğu bilim insanının düşünme biçimini etkilemeye devam ediyor. Lewis e göre çoğu az gelişmiş ekonomi i kili bir yapıya sahiptir ve bir modern sektörle bir geleneksel sektöre bölünmüştür. Ekonominin daha gelişkin kısmına karşılık gelen modern sektör; şehir hayatıyla, modern sanayiyle ve ileri teknoloji kullanımıyla ilişkiliydi. Geleneksel sektör ise kırsal hayatla, tarımla ve geri kalmış kurumlar ve teknolojilerle ilişkiliydi. Geri kalmış tarımsal kurumlardan biri olan komünal arazi mülkiyeti, toprak üzerinde özel mülkiyet hakkının olmayışı "anlamına geliyordu. Lewis e göre geleneksel sektörde emek o denli verimsiz kullanılıyordu ki, kırsal sektörün üretim miktarını düşürmeden modern sektöre aktarılabilirdi. Kuşaklar boyunca Lewis in anlayışını benimseyen kalkınma iktisatçıları için kalkınma problemi insanları ve kaynakları geleneksel sektörden, tarımdam ve taşradan alıp modem sektöre, sanayiye ve şehirlere yerleştirmek anlamına geliyordu. Lewis 1979 da iktisadi kalkınma üzerine yaptığı çalışmalar için Nobel Ödülü aldı. Sayfa 4 / 5
Ancak, Güney Afrika da Lewis in yaklaşımının öngördüğü gibi geleneksel sektörün vasıfsız işçileri nin giderek vasıflı ve eğitimli hale geldiği bir süreç yoktu. Aslında siyah işçiler kasıtlı olarak vasıfsız tutuluyor ve vasıflı beyaz işçilerin rekabetle karşılaşmadan yüksek ücret alabilmeleri için yüksek beceri gerektiren mesleklerden men ediliyorlardı. Bugün var olan dünya eşitsizliğinin nedeni, bazı ülkelerin 19. ve 20. yüzyıl boyunca Sanayi Devrimi nden getirdiği teknolojilerden ve örgütlenme yöntemlerinden faydalanabilmesine karşın diğerlerinin buna imkân bulamamasıdır. Fakat bu bölümün ortaya koyduğu bir şey daha var; bazı durumlarda, bu ülkelerin maruz kaldığı yoksulluğa zemin hazırlayan sömürücü kurumlar, tam da Avrupa nın büyümesini teşvik eden süreç sayesinde ortaya çıktılar ya da en azından daha güçlü hale geldiler: Avrupa nın ticari ve sömürgeci yayılmacılığıyla. Aslında Avrupa sömürge imparatorluğunun kârlılığı genelde bağımsız devletlerin ve yerli ekonominin yıkılmasıyla sağlanıyordu. AvrupalIlar Güney Afrika gibi Afrika nın köle ticaretinden kurtulabilmiş birkaç bölgesine madenleri ve tarlaları için ucuz işgücü sağlamak üzere tasarlanmış bir dizi farklı kurum dayattılar. Güney Afrika devleti nüfusun yüzde 80 ini vasıflı işlerden, ticari tanmdan ve girişimcilikten mahrum eden bir ikili ekonomi yarattı. Tüm bunlar yalnızca sanayileşmenin neden dünyanın büyük bölümünü es geçtiğini açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik kalkınmanın bazen nasıl olup da başka yerel ekonomilerdeki ya da dünya ekonomisindeki az gelişmişliği beslediğini hatta yarattığını da özetliyor. Sayfa 5 / 5