KİTAP İNCELEMESİ "FELSEFE, DİN VE KÜLTÜR DE ZAMAN", Prof. Dr. Arslan Topakkaya, İstanbul, Paradigma Yay, 2013, 488 s. Arş.Gör. Evren Erman RUTLİ İnsan var olduğu andan itibaren bazı kavramlardan azade bir biçimde düşünülememiş ve düşünmemiştir. Zaman da bu kavramlardan biridir. Zaman kavramı bu anlamda insanlık tarihinin tamamına sadece tanıklık eden bir kavram olmayıp bu tarihin bizzat yönlendirici, belirleyici temel kavramlarından biri olmuştur. Elbette hem insanlığın genel seyrini belirleyen hem de bu belirlenimi anlaşılır, açıklanabilir ve ölçülebilir kılan bu tip kavramlar oldukça azdır ve doğal olarak insanoğlu bu kavramları hemen her alanda ele alıp soru konusu yapagelmektedir. Ne var ki insanı ve onun temel varoluş kategorilerini soru konusu eden temel disiplin olan felsefede, zaman kavramı henüz bir alt alan ya da disiplin olarak oluşmamıştır. Özellikle Türkçe yazılan terminolojide zaman kavramına ilişkin ciddi felsefi bir eser hemen hiç yoktur. Bu incelemeye konu olan eser bu açıdan önemli bir eksikliği gidermekte ve bu bakımdan bizce oldukça büyük öneme haiz bir çalışma olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim kitabın giriş bölümünde yazar söz konusu sıkıntıyı dile getirmekte ve çalışmanın amacının bu sıkıntıyı gidermek olduğunu açık bir biçimde ifade etmektedir. Bu anlamda bu eserin amacının zaman kavramına ilişkin temelde felsefi ama aynı zamanda kültürel bir perspektiften sistematik ve bütünlüklü bir çalışma ortaya koyma ve bu açıdan bir başvuru kaynağı olma olarak belirlemek yerinde olacaktır. Çalışma 5 ana başlıktan (Eski Uygarlıklarda Zaman, Dinler de Zaman, Felsefe de Zaman, Fizik te Zaman, Bireysel ve Sosyal Zaman) oluşmaktadır. Bu beş başlık eserin amacına uygun olarak hem kronolojik Arş.Gör. Evren Erman Rutli, Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü 161
bir çizgi izlemekte hem de sistematik açıdan ardışık bir sırayı takip etmektedir. Bu anlamda her başlıkta ele alınan dönem, çağ ya da paradigma kendini takip eden başlıkta ele alınan dönem, çağ ya da paradigmayı bir çok açıdan beslemekte ona kaynaklık etmektedir. Yazar bu anlamda okura hem tarihsel açıdan hem de nedensel açıdan bir izlek oluşturmakta ve bu bağlamda okurun işini kolaylaştırmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde zaman kavramının Eski Mısır da, Mezopotamya da, Eski Meksika Amerika Halklarında, Eski Hint Uygarlığı nda, Eski Çin Uygarlığı nda Eski Türklerde ve Eski İran da nasıl ele alındığı ana hatlarıyla ortaya koyulmaktadır. Burada dikkat çeken unsur yazarın zamana ilişkin temel tartışmalardan biri olan döngüsel çizgisel zaman tartışması ekseninde bu medeniyetleri ele alması ve tüm eski çağ medeniyetlerinde döngüsel zaman anlayışının hâkim olduğunun altını çizmesidir. Ayrıca okur, bu bölümde eserden, eski medeniyetlerinin zaman algısının nasıl oluştuğunu ve bu algının kültüre, dinsel ritüellere ya da toplumsal yaşantıya nasıl sirayet ettiğini de detaylı bir biçimde ve örnekleriyle öğrenmektedir. Bu bölümde döngüsel zaman anlayışının hem dini inançları hem de toplumsal yaşayışı nasıl doğrudan belirlediği açık bir biçimde izlenmektedir. Yazar bu bölümde, eski uygarlıklarda felsefi bir soyut zaman anlayışından çok kültürel anlamda pratiğe odaklı bir zaman anlayışının olduğunu göstermektedir. Çalışmanın Dinler de Zaman başlıklı ikinci ana bölümünün girişinde yazar, okuru bölümün kapsamı açısından uyarır. Oldukça yerinde olan bu uyarı, bu bölümün yalnızca semavi dinleri içerdiği yönündedir. Zira eserde de belirtildiği üzere, beşeri dinler hem nicelik bakımından kapsam dışıdır hem de bu dinlerin önemli birçoğu zaten ilk bölümde incelenmiştir. Bu bakımdan söz konusu bölüm kronolojik sırayı takip ederek Musevilikte zaman kavramının nasıl ele alındığı ile başlamakta ve daha sonra sırayla Hıristiyanlık ve İslam da zaman kavramının ele alınması ile devam etmektedir. Yazar, kitabın genelinde yaptığı gibi bu bölümde de hem bölüm içindeki alt başlıklar arasında hem de bir önceki ana bölümle bu bölümün kendisi arasında ilişkiler ve kıyaslamalar kurarak anlatımın bütünselliğini ve çizgiselliğini sağlamakta ve böylece hem okur için takibi kolay bir izlek oluşturmakta hem de zamana ilişkin genel bir tarihsel seyir sunulduğunu yoğun bir biçimde hissettirmektedir. Örneğin bu bölümün başında zaman algısının eski medeniyetlerden farklı olarak döngüsel değil çizgisel zaman anlayışının hakimiyetine girdiği belirtilmektedir. Yazar bu noktada söz 162
konusu çizgisel zaman anlayışının semavi dinlerden kaynaklandığını söylemekte ve böylece ilk bölümde aktarılmaya başlanan çizgisel ve döngüsel zaman tasavvurları ile ilgili tartışmayı daha da detaylandırmaktadır. Eserin semavi dinlerde zaman kavramının ele alındığı ikinci bölümünde, genel olarak ilk referans kaynağının kutsal kitaplar olması dikkati çekmektedir. Kutsal metinlerde zaman ile ilgili ifadeler ele alınıp o dinin zamana yüklediği anlamlar analiz edilmektedir. Bu bağlamda zamanın dini ritüeller, dini hukuk gibi pratik amaçlara da etki ettiği özellikle vurgulanmaktadır. Bu bölümde ele alınan temel tartışma konuşlarından bir diğeri ise Tanrı katındaki zaman ile bizim yaşadığımız zaman arasındaki farktır. Üç semavi din de bu ilişki bakımından detaylı bir biçimde eserde ele alınmaktadır. Özetle bu bölümde, hem kutsal metinlerde sıkça geçen ve zamanla ilgili olan kavramlar (zaman, zamansallık, sonluluk, sonsuzluk, Tanrı nın krallığı, insanın, evrenin tarihselliği, Tanrı nın ezeli ebediliği ) gibi kavramlar felsefi bir analize tabi tutularak semavi dinlerin zamana yüklediği anlam ortaya konulmakta hem de zaman kavramının dinsel pratiklere nasıl etki ettiği detaylı örneklerle sergilenmektedir. Böylece bölümün sonunda okurda hem genel olarak semavi dinlerin tümünde zaman kavramının nasıl algılandığına ilişkin bir fikir oluşmakta hem de özelde tek tek her semavi dinin öznel niteliklerini ayırt edebilecek bir bilgi donanımı sağlanmaktadır. Yazar eserin Felsefe de Zaman başlıklı üçüncü bölümüne en büyük önemi verdiğini ve kendini bu bölümü yazarken daha rahat hissettiğini giriş kısmında belirtmektedir. Gerçekten de eserin hacminin büyük bir kısmı bu bölüme ayrılmış ve felsefe tarihinde ilkçağdan günümüze zaman ile ilgili görüş bildiren filozoflar olabildiğince detaylı bir biçimde bu bölümde sunulmuştur. Elbette, bazı filozoflara (Platon, Aristoteles, I. Kant, F. Nietzsche, H. Bergson, W. Dilthey, M. Heidegger ) diğerlerinden daha fazla yer ayrılmış ve bu filozofların üzerinde çok daha fazla durulmuştur. Bu seçimde bu filozofların felsefe tarihinde hem genel olarak hem de zaman kavramı bağlamında oynadıkları büyük rol şüphesiz birinci kıstas olarak öne çıkmaktadır. Kitabın bu bölümü bizce birkaç ekleme ile zaman felsefesi konusunda müstakil bir eser olacak nitelikte ve hacimdedir. Bu bölüm Sokrates öncesi filozofların zaman anlayışından başlamaktadır. Yazar bu alt bölümde Sokrates öncesi filozofların zaman anlayışlarının din merkezli olmadığı ve daha çok şimdiki zamanla ilgilendikleri vurgusunda bulunmaktadır. Bununla birlikte bu alt bölümün önemi bu bölümde ele alınan filozofların zamana 163
ilişkin söylediklerinden ziyade bu dönemin zaman kavramının felsefi gelişim seyrine bir başlangıç olarak değerlendirilmesidir. Örneğin bu bölümde zaman kavramı bakımında ele alınan arkhe ya da oluş varlık problemleri daha sonraki filozofların da temel problem alanlarını oluşturmakta ve bu problemlere verilen cevaplar, zaman kavramı bağlamında değerlendirilmektedir. Bu bölümde dikkat çeken bir başka unsur ise her filozofun zaman kavramına yaklaşımı ile genel felsefi söylemleri arasındaki ilişkinin eserde açıkça ortaya konmasıdır. Bu bakımdan konu edinilen filozofların kendi eserlerine yapılan atıflar ve göndermeler okuru zaman kavramı ekseninde başka çalışmalara yöneltmekte ve genel bir felsefi okumaya yönlendirmektedir. Ayrıca bu bölümde zaman kavramı felsefi açıdan bu kavramla ilgili olabilecek temel kavramlarla ilişkisi açısından da ele alınmakta ve bu ilişki bize eserin, henüz oluşmamış bir disiplin olan zaman felsefesi üzerine ilk nüveleri sunma amacını sezdirmektedir. Bu noktada eserin felsefi bir amaca hizmet etmesi, eserin, felsefi formasyonu olmayan okurlar için belli bir hazırlık olmadan okunması kolay olmayan bir eser olmasını gerekçelendirmekte ve belki de haklılaştırmakta ama sonuç itibariyle felsefi bir formasyondan yoksun olan okurlar için zor bir eser ile karşı karşıya olunduğu gerçeğini en azından bu bölüm için değiştirmemektedir. Eserin dördüncü ana bölümü Fizik te Zaman başlığı altında toplanmakta ve zaman kavramının fizik açıdan incelenmesine ayrılmaktadır. Yazar bu bölümün girişinde, klasik fizik ve modern fizik ayrımına dikkat çekerek, bölümün modern fizik kuramlarına odaklanacağını haber vermektedir. Zira klasik fizik içinde anılan kuramlar ( Aristoteles, Newton, Leibniz, Kant ) bir önceki bölümde detaylı bir biçimde incelenmiştir. Yazar bu noktada eserin başından beri sürdürdüğü tarihsel ve kuramsal izleği devam ettirmekte ve bu bölümde modern fizik kuramlarına ve bu kuramlarda tartışılan problemlere odaklanmaktadır. Kuşkusuz bu kuramlardan en önemlilerinden biri izafiyet teorisidir ve izafiyet teorisi eserin bu bölümünde detaylı bir biçimde ele alınmaktadır. İzafiyet teorisi ile birlikte ortaya çıkan zaman mekan problemi de ( bu problem eserin bütününde zamanla ilgili ana problemlerden biri olarak ele alınıp her boyutuyla incelenmektedir. ) detaylı bir biçimde ele alınmış ve bu probleme çözüm bulma amacındaki diğer kuramlar ya da düşünürlere ( S. Hawking, D. Finkelstein, R. Pensore ve C.F. v. Weizsaecker) de yer verilmiştir. Yazar modern fizikte zaman kavramı bağlamında önemli bulduğu bir düşünür olan I. 164
Prigogine ye ise haklı olarak ayrı ve detaylı bir yer verir. Genel olarak bu bölümde modern fiziğin temel problemleri olan, zamanın yönü, fiziksel zaman bilinç zamanı, zaman bilinç, zamanın gerçek dışılığı gibi problemler yukarıda adı geçen kuramlar ve düşünürlerin ışığında detaylı bir felsefi sorgulamaya tabi tutulmakta ve bu problemlere ilişkin okura genel bir fikir verecek yetkinlik sağlanmaktadır. Çalışmanın son bölümü olan Bireysel ve Sosyal Zaman başlıklı bölümde yazar, zaman kavramına ilişkin kendi felsefi birikimini tüm yoğunluğuyla göstermekte ve zaman kavramının tüm boyutlarıyla kendisinde yarattığı algıyı ve bu konudaki bireysel yorumunu okura aktarmaktadır. Bu anlamda bu bölüm bir sonuç bölümü olması bakımından yazarın kendini en çok gösterdiği bölüm olarak dikkat çekmektedir. Bu anlamda yazar, zamanın üç boyutu ( geçmiş, gelecek, bugün ) olduğunu ve genelde bunlardan geçmiş zamanın unutulduğunu vurgular. Bunun nedeni olarak ise geçmiş zamanın güncelliğini yitirmesi ve geri döndürülemezliği gösterilir. Oysa yazar geçmiş zamanın sadece bir geçmiş zaman olmadığına dikkatleri çekmekte ve geçmiş zamanın ontolojik açıdan gerçekten var olan tek zaman boyutu olduğunu iddia etmektedir. Bu oldukça ilgi çekici bir iddiadır, yazar bunun farkında görünmekte ve bu iddiasını temellendirmek için geçmiş zamanın insan için ne anlama geldiğine dair uzun ve felsefi açıdan hem çok yoğun hem de çok zevkli bir analiz yapmaktadır. Yazarın tespiti kısaca şöyle özetlenebilir: Geçmiş zaman bireysel yaşam açısından oldukça önemlidir; hatta bireysel yaşam, geçmiş zamanla birlikte değerlendirilmelidir. Bu durum özellikle günümüzde daha önemli bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Geleceği henüz gerçekleşmemiş bir imkanlar yığını, şu an ı ise üzerinde konuşulamayacak kadar kaygan ve sağlam olmayan bir zemine sahip bir zaman boyutu olduğunu vurgulayan yazar, üzerinde konuşabileceğimiz tek zaman boyutunun geçmiş zaman olduğunu çünkü geçmiş zamanın sağlam bir ontolojik zemine sahip olduğunu savlamaktadır. Bu anlamda yazar bize, hem felsefi hem de kültürel olarak şu an a yönelen ilginin sorgulanması gerektiğini salık vermektedir. Eserde geçmiş zaman ile bireysel yaşam, yani tekil insan yaşamı arasındaki ilişki bu şekilde analiz edildikten sonra, sosyal zaman kavramı üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda mevcut toplumsal yapının, zaman algısı üzerindeki etkisi noktasında somut örnekler ve genellemeler verilmektedir. Bununla birlikte artık sosyal yapı içinde bir toplumsal birey olan insanın kendi zamanını topluma uydurmak zorunluluğu menfi bir durum olarak ortaya 165
konmaktadır. Eserin bu bölümünde modern dönemle birlikte zaman kavramının daha doğrusu zaman algısının kendisinin raydan çıktığı tespitinde bulunulur. Bu bağlamda eserin iddiası şöyle belirlenebilir: modernite ile birlikte artan insanın krizi söylemleri aslında zaman krizi olarak değerlendirilebilir. Modern dönemde zamanın hızlanması yazara göre beraberinde bir gelişmeyi getirmemiş, tam aksine, kültürel, sosyal, felsefi, dinsel ya da sanatsal bir duranlığı doğurmuştur. Bu paradoksal durum çalışmada önemli bir felsefi problem olarak ele alınmış ve söz konusu problem çeşitli boyutlarıyla gözler önüne serilmiştir. Zamanın hızlılığı olarak adlandırılabilecek olan bu problem hem bireysel açıdan hem de felsefi açıdan ciddi zorluklar ortaya çıkarmış, eserde bu zorluklar çeşitli örneklerle gösterilmiştir. Sonuç itibariyle eserin bu bölümünde modernleşmenin ortaya çıkardığı zaman algısının modern insanı kültürel bir erozyona maruz bıraktığı teşhisi yapılmaktadır. Bizce oldukça yerinde olan bu tespit felsefi açıdan başka çalışmalara da kaynaklık edecek derinliktedir. Ayrıca eserin son bölümü zaman ile zamana ilişkin temel insan başarılarından biri olan takvim arasındaki ilişkiyi de ele alması bakımından ilgi çekicidir. Bu alt bölümde takvimin neden bu kadar önemli olduğu ve aslında ne olduğunun analizinden sonra tarihsel açıdan çeşitli önemli takvimlerden örnekler verilerek bu konuya ilişkin kronolojik bir sıra izlenmektedir. Sonuç itibariyle Prof. Dr. Arslan Topakkaya nın zaman kavramı üzerine hazırlamış olduğu bu akademik çalışma birçok açıdan, felsefi literatüre önemli bir katkı olarak değerlendirilebilir. İncelememizin konusu olan bu çalışma birçok açıdan oldukça özgün, orijinal fikirler ve tespitler içeren ve felsefi açıdan ciddi bir boşluğu doldurabilecek bir eser olarak dikkat çekmektedir. Öncelikli olarak, çalışmanın felsefi açıdan zaman kavramı üzerine hazırlanmış olan ilk Türkçe eser olması, çalışmayı başlı başlına bir kaynak kitap olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca yazarın, zaman kavramını ele alırken, onu tüm boyutları ile ele alması ve bu boyutlar arasındaki soyut ve maddi ilişkileri oldukça açık bir biçimde incelemesi, yazarın düşünce çizgisinin takibi açısından kolaylık sağlamaktadır. Eserde detaylı bir biçimde tartışılan zaman kavramı, bu kavrama ilişkin metinlerle ve kavramın bağlantılı olduğu alanların temel başvuru kaynakları ile desteklenmekte ve böylece eser oldukça zengin bir içerik kazanmaktadır. Bunun yanında, yazarın zaman kavramı açısından oluşan felsefi, sosyal ve tarihsel tabloya oldukça hâkim olması ve bunun sağladığı bakış açısıyla yaptığı tahliller ile çağın genel felsefi ve sosyal tablosuyla 166
kurduğu ilişkiler, eserin yalnızca felsefi değil genel olarak günümüz kültür dünyası için de yararlanılabilecek önemli bir çalışma olmasını sağlamaktadır. 167