GÜNÜMÜZ PSİKOPATOLOJİLERİNE GÜNÜMÜZ SÖYLEMİ BAĞLAMINDA LACANCI BİR BAKIŞ 1. Özge Soysal

Benzer belgeler
Toplumsal bağ kapsamında Öteki figürleri ve beden: Kimin bedeni, kimin kararı? 1

UYGARLIKTAN GERİYE NE KALDI? 1

AKTARI-YORUM ÖYLEYSE VAR-IM 1

Jacques Lacan'ın Öğretisinin, Mantıki Zaman Diyalektiği İçerisinde, Topolojisinin Üçlü Düzeneğinden Geçerek Anlaşılması Üzerine

Psikanaliz Sigmund Freud

OPHELIA: ARZU NESNESİ OLMAK YA DA OLMAMAK*

Söylemlerin Yazılışı: 4 Söylem + 1

PSİKANALİTİK BİR DENEME ŞİDDET: ÖTEKİ NİN YIKIMI 1

KLİNİK PSİKOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Bilmemek ve Dile Getirmek Arasında: Psikanalizin Bilinçdışı Öznesi 1

Asistanlıkta Psikoterapi Eğitimi Neden Önemlidir? Doğan Şahin İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri AD Sosyal Psikiyatri Servisi

Ergenlikte Melankolikleşme: Öznellik için yapıcı bir duraksama? Özge Soysal

TÜRKİYE DEKİ SİMGESEL SORUNSALI VE ÖZNELLİK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 1

Siyasi söylemin güncel biçimleri ve öznel etkileri 1

ZANAATLA TEKNOLOJİ ARASINDA TIP MESLEĞİ: TEKNO-FETİŞİZM VE İNSANSIZLAŞMIŞ SAĞALTIM

Lacanyen Psikanalitik Kuram ve Öznenin Konumu * Kamil TUZGÖL ** Özet

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Psikoloji Bölümü

Kişilerarası İlişkiler

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (8 Eylül Ekim 2014 )

Nesnenin de Ötesinde Nesnenin Oluşumuna Dair 1

Modernite Bağlamında Sosyal Bilimlerde Araştırma Etiği: Orada Bir Özne Var Mı? 1

Rehabilitasyonda Sanatın Kullanımı. Doç.Dr.Aslı Sarandöl Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD

PSİKANALİZE GİRİŞ SEMİNERLERİ

PROBLEM ÇÖZMEDE ZİHİNSEL SÜREÇLER

Neslihan ZABCI Ünvanı: e-posta: Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Yüksek Lisans Uzmanlık Doktora

Postmodernite ve Öznellik çalışmalarını takiben. Özge Soysal

PSİKOSOMATİK SORUŞTURMA Yedi Klinik Gözlem

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

Jacques Lacan'm Kuramı Üzerine Beş Ders

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

BİR DÜŞÜNME BİÇİMİ OLARAK PSİKANALİZ

Mükemmel Kardeş ve Kıskançlık. Dr.Şenay KILINÇEL

Derece Alan Üniversite Yıl. Uzmanlık Projektif Psikoloji Paris V René Descartes Üniversitesi (La Sorbonne)

Editörler Doç.Dr. Ahmet Akın & Yrd.Doç.Dr. Rukiye Şahin Psikolojik Danışma Kuramları ISBN:

Haberi okumak ve yazmak aslında ne demektir?

REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ

ÜNİTE:1. Sosyal Psikoloji Nedir? ÜNİTE:2. Sosyal Algı: İzlenim Oluşturma ÜNİTE:3. Sosyal Biliş ÜNİTE:4. Sosyal Etki ve Sosyal Güç ÜNİTE:5

İçindekiler. Şekiller Listesi Tablolar Listesi Yazarlar Hakkında Başlangıç

Rüyanın topolojisi 1

9. HAFTA PFS102 SINIF YÖNETİMİ. Yrd. Doç. Dr. Ali Çağatay KILINÇ.

OYUN VE ÇOCUK. -Çocuğun iç dünyasını anlayabilmek. -Çocuğun olayları anlamasına yardım etmek. -Çocuğa olaylarla baş etme becerileri kazandırmak

GÜDÜLENME. Doç.Dr. Hacer HARLAK - Psikolojiye Giriş I

CİNSELLİĞİN ETİĞİ 1. Özge Soysal

PSİKOLOJİ KULÜBÜ BÜLTENİ

Ders Kodu Dersin Adı Yarıyıl Teori Uygulama Lab Kredisi AKTS PHIL 501 Seminer

Kadir CANATAN, Beden Sosyolojisi, Açılım Yayınları, 2011, 720 s. İstanbul.

PSİKOLOJİK BOZUKLUKLARIN TEDAVİSİ. PSİ154-PSİ162 Psikolojiye Giriş II

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Freud ve Psikanaliz Topografik (Yerbetimsel) Kuram... 21

K İ Ş İ L İ K. Kişilik kavramı Kişilik kuramları Kişiliğin ölçülmesi. Doç.Dr. Hacer HARLAK - PSİ154 - PSİ162

İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz.

BAĞLAŞIMCILIK. HAZIRLAYAN: Mustafa GÜNENDİ

Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir?

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Ön Söz. Charles E. Schaefer. vii

1. ÜNİTE İÇİNDEKİLER EĞİTİM PSİKOLOJİSİ / 1

PATOLOJİ UZMANININ ETİK SORUMLULUKLARI ve YÜKÜMLÜLÜKLERİ

ERGENLERDE İNTERNET BAĞIMLILIĞI

HAYAT BİLGİSİ Sağlıkla ilgili hizmet veren kurumları ve meslekleri konuştuk. Koku alma deneyi yaptık.

1. BÖLÜM ÇOCUK PSİKOLOJİSİNE GİRİŞ

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

Ergenlikte Kimlik Gelişimi. Doç. Dr. Şaziye Senem BAŞGÜL Hasan Kalyoncu Üniversitesi

Temeller, Bölüm I: Freud. Psikolojiye Giriş. Değerlendirme. Temeller, Bölüm I: Freud Ders 3. Arasınav (%30) Final (%35)

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (07 Eylül-16 Ekim 2015 )

ÜNİTE:1 Psikolojinin Tanımı ve Kapsamı. ÜNİTE:2 Psikolojide Araştırma Yöntemleri. ÜNİTE:3 Sinir Sisteminin Yapısı ve İşlevleri

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (07 Aralık Ocak 2016)

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

Çetin Özbey

Adapazarı Mesleki Eğitim Merkezinin Avrupa Birliği Projeleri kapsamında 2014 teklif çağrısı döneminde ortak olduğu ve Koordinatörlüğünü Polonya dan

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ. ( 27 Mart-12 Mayıs 2017 )

Dilbilim ve Çeviri (ETI105) Ders Detayları

İÇİNDEKİLER KAVRAMLAR BİR GÜNÜMÜZ. ROLLERİMİZ ve SORUMLULUKLARIMIZ HAKLARIMIZ OKULUMUZ AİLEMİZ SORUMSUZLUK ÇOCUK HAKLARI ÇOCUK HAKLARI BİLDİRGESİ

KENDİMİZİ İFADE ETME YOLLARIMIZ

7.Ünite: ESTETİK ve SANAT FELSEFESİ

BÖLÜM I GELİŞİM İÇİNDEKİLER 1. ÜNİTE 2. ÜNİTE. ÖNSÖZ... v YAZARLAR HAKKINDA... vii

MAK Makina Dinamiği - Ders Notları -1- MAKİNA DİNAMİĞİ

DUYGULAR - 1 YRD.DOÇ.DR. ÖZGÜR GÜLDÜ

KPSS'de 4 soru hatalı iddiası

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

Ders seçimi; öğrencilerin ilgi, yetenek ve yaşamdan beklentilerinin değerlendirilmesini gerektiren zor bir süreçtir.

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ. ( 14 Mart 22 Nisan 2016 )

REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ

Sanatsal Güzel, Estetik Yargı ve Toplumsal Geçerlilik Mersin Üniversitesi, Mart 2011

Çocuğunuz ne kadar zeki?

Lesson 35: Gerund 2 Ders 35: İsim-fiil 2

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi

GİRNE AMERİKAN ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ OKUL ÖNCESİ ÖĞRETMENLİĞİ AKTS

T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

ANAOKULU 5 YAŞ 1. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ Eğitim - Öğretim Yılı

İPLER SİZİN ELİNİZDE! 1. Özge Soysal

ULUSLARARASI TRAVMA ÇALIŞMALARI PROGRAMI - İSTANBUL - NEW YORK İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ

DEPRESYONLA BAŞA ÇIKMA

Söylem Çözümlemesi (ETI205) Ders Detayları

Anadolu Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi SOSYAL FOBĐ

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (08 Aralık Ocak 2015 )

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABALAR ve ERGENLER

İÇİNDEKİLER BÖLÜM-I. Doç. Dr. Günseli GİRGİN

3. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ. (30 Mart 15 Mayıs 2015)

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (08 Aralık Ocak 2015 )

Transkript:

GÜNÜMÜZ PSİKOPATOLOJİLERİNE GÜNÜMÜZ SÖYLEMİ BAĞLAMINDA LACANCI BİR BAKIŞ 1 Özge Soysal Ekonomik liberalizmin hakim söylemi psikanalizin ilk dersini iyi aklında tutmuştur : tatmin bütün insani yaşamın bencil amacıdır. Ama ilkinden ayrılmaz olan ikinci dersi unutmuştur : her zevk,toplumsal grup bağını korumak için, ancak sınırlı ve tamamlanmamış olabilir. Serge Lesourd Bu yazıda temel olarak iki konuyu incelemeye çalışacağız: semptom, dil ve toplumsal söylem arasındaki bağ ve günümüz yaygın kapitalist söyleminin öznenin ruhsal yaşantısını nasıl koşulladığı ve bu durumun klinisyenin pratiğini nasıl etkilediği. Psikanaliz için semptom, basit bir neden sonuç ilişkisiyle açıklayabileceğimiz ve bilimsel yaklaşımlarda olduğu gibi köken olarak bir neden belirleyebileceğimiz bir oluşumdan çok, söylemin etkisiyle meydana gelen bir oluşumdur. Bir başka deyişle, semptom, Descartes tan bu yana gelen mantıksal bir düzenleme, yani kartezyen bilimsel bir bakış açısı içerisinde değil, dil sistemindeki gösterge zinciri içinde anlam bulur. Semptom, Freud un Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1901) adlı yapıtında özel adların unutulması bölümündeki Signorelli örneğiyle gösterdiği gibi, bir söylenilemeyendir, bir bekleyiştir, sözü ve söylemeyi bekleyiştir. Söz konusu olan illâ acı çeken bir özne değil, ama bekleyişte olan bir öznedir. Çünkü, unutulan sözcük aracılığıyla, ve unutulan sözcüğün yerine gelen diğer sözcük ve sözcükler arasındaki çağrışım zinciriyle, öznenin bilince ulaşamaksızın dönüp duran ve onu meşgul eden asıl düşüncesine ulaşırız. Freud, bize böylelikle bilinçdışının derinliklerimizde kalan toz tutmuş ve zaman zaman beliriveren bir kalıntıdan değil, düşler, unutmalar, sürçmeler, şakalar gibi oluşumlarla, edim ve sözlerle sürekli etkin olan bir süreç olduğunu göstermiştir. Bilinçdışı arzunun gerçekleşmeye çalışmasının ve bu arzunun kısmi ifadesine izin veren benliğin savunma 1 Bu yazı, Bağlam yayınlarının Psikanaliz Yazıları 2006 İlkbahar sayısında yayınlanmış ve İstanbul Psikanaliz Derneği nin 2006 Psikanaliz Yazıları Ödülü nü almıştır. Bu yazı aynı zamanda 10 seneyi aşkın bir süredir toplumsal bağ, psikanaliz ve psikopatoloji üzerine yaptığım çalışmalara bir giriş niteliğindedir. Yunanca, Fransızca ve İngilizce olmak üzere birçok farklı dilde yayınlanmıştır.

düzeneklerinin bir uzlaşması olan, ve de zevk (jouissance) kaynağını harekete geçiren semptom, unutmada görüldüğü gibi, bastırılmış eski bir gösterenin yerine yeni bir gösterenin ikame edilmesi ve bu iki gösteren arasında bir benzerlik bağı oluşturulmasıdır 2. Signorelli örneğinin de gösterdiği gibi, bilinçdışı arzuyu gösteren bastırılmış sözcük silinmiş fakat yok olmamıştır; onun yerine geçen sözcük artıklarında yoğunlaşmıştır. Kısacası diyebiliriz ki, semptom-gösterge ne nedenini, ne yinelemesini ne de anlamını denetleyemediğimiz, tüm bilinçli bilginin ötesinde, özneye kendini dayatandır. Burada konumuz açısından önemli olan nokta, semptomun baskın toplumsal söylemden bağımsız olmadığı ve her zaman bir üçüncüyü içerdiğidir. Freud un Espriler ve Bilinçdışıyla Olan İlişkileri (1905) adlı yapıtında açıkladığı gibi, yapılan bir esprinin, espri olarak onaylanması için her zaman bir üçüncü kişiye gereksinim vardır 3. Çünkü yapılan espri birine, yani dinleyen üçüncü bir kişiye seslenir ve ona göndermede bulunur. Daha sonra Lacan ın da özne kuramında ayrıntılı olarak geliştirdiği gibi, öznelerarasılık iki özne arasında değil, ancak üçüncüye, yani Öteki 4 ye göndermenin olduğu yerde olasıdır. İçinde yerleştiğimiz ve çoğu kez de onun tarafından aşıldığımız dil sistemi özneye her zaman için Ötekinden gelir. Aynı şekilde, taşıyıcısı olduğumuz sözcükler Ötekinden gelmekle birlikte, her zaman bir üçüncüye, yani Ötekine seslenmektedir. Bu en basit ve anlaşılır şekliyle öznenin kuruluşunun koşuludur ve Lacan ın deyimiyle bu ancak öznenin bölünmesiyle ($ - sujet barré) mümkündür. Baba metaforunun, artık bilinçdışı olan asıl arzu nesnesini anneyi- metaforik olarak göstermesiyle, öznesel bölünme gerçekleşmiş ki bilinçdışının koşulu da budur- ve özne simgesel düzene boyun eğmiştir. Freud da da Spaltung sözcüğü ile dile getirilen bölünmüşlük kavramı, bir yandan ruhsal aygıtın bölünmüşlüğünü, diğer yandan da bir düzlemin kendi içindeki bölünmüşlüğüne gönderme yapar 5. Kuşkusuz, daha sonraları bu kavram, Lacan için 2 Burada epistemolojik bakımdan açık olmak gerekirse, bilindiği gibi dilbilim Freud un yaşadıgı dönemde henüz yaygınlık kazanmamamış olduğu için gösteren kavramı Freud un kullandığı bir terim değildir. Gösteren, Lacan ın, dönemindeki yapısalcı dilbilim kuramlarının etkisiyle Freud a geri dönüş adlı çalışmasıyla bilinçdısı kuramını dilbilim düzeyine yükseltirken ( Bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır ) bilinçdışı özne kuramının temeline yerleştirdiği ana kavramlardan biridir. 3 Bu mekanizmaya Freud un kuramından diğer temel bir örnek olarak anne-çocuk-baba üçlüsünü gerektiren Oedipus karmaşasını verebiliriz. 4 İmgesel eşin ötesinde olan, özneyi belirleyen, ona öncel ve dışsal olan. 5 S. Freud, Le clivage du moi dans le processus de défense (1938), Résultats, idées, problèmes II, 2002, s.284. Fransızca ya Almanca dan J. Laplanche ve J.-B Pontalis tarafından clivage du moi» yani benliğin bölünmüşlüğü olarak çevrilen, Ichspaltung sözcüğü Almanca da Fransızca daki gibi benlik ve özne (le moi et le je) sözcüklerini karşılayan iki ayrı kelime olmamasından dolayı bir çeviri sorununu ortaya koyar. Çünkü, psikanalitik kuramda benlik ve özne aynı anlama gelmemektedir. Benlik, daha çok özdeşim kurma ve savunma düzeneklerinin yerini belirtirken, özne, arzu, zevk (jouissance) ve kastrasyon gibi kavramların yerini belirtir. Freud un bu metnindeki benlik terimi özne olarak yorumlanabilir, ancak, bu yorum Lacancı yaklaşımla

öznelliğin kuruluşunu ve yapısını açıklayan temel bir kavram olacaktır. Öznenin bölünmüş olduğunu söylemek, Lacan a göre, öznenin konuşan-varlık (parlêtre) olduğunu, varolmakta eksikli olduğunu (manque à etre) ve öznenin kuruluşuna neden olanın gösteren düzeneği olduğunu kabul etmektir. Bu bölünmüşlüğün bir göstergesi ve hatta garantisi olan semptom da tıpkı Freud un esprilerin düzeneğinde açıkladığı gibi, bir üçüncüye, Ötekiye gönderim olmaksızın düşünülemez. Açıklayalım: Toplumsal bağ temel olarak iki tür söylem şekline göre düzenlenmektedir. Bunlardan ilkini, Lacan, Hegel in köle-efendi diyalektiğinden yola çıkarak, efendinin söylemi (discours du maître) olarak adlandırmıştır 6. Toplumsal söylemin bu simgesel düzenlenişi, fail-gösteren (S1-agent), bilgi-öteki (S2-autre), bölünmüş özne hakikat ($-vérité), nesne a -oluşum (objet a-production) gibi dört unsurdan oluşmakta ve aynı zamanda bize bilinçdışı öznesinin yapısını da göstermektedir. Şöyle ki: S1 S2 Gösteren1(S1) Gösteren 2(S2) $ a Bölünmüş özne($) nesne a Özne ($), her zaman, bir gösteren tarafından başka bir gösteren için temsil edilmektedir (S1 S2). Bölünmüş özneyle, diğer bir deyişle bilindışı özneyle, onun temsilcisi arasında doğrudan bir iletişim yoktur. S1 ve $ arasındaki çizgi de bunun işaretidir. Çünkü özneyi diğer bir gösteren (S2) için temsil eden gösteren (S1) özneye dışsaldır, yani daha önce de söylediğimiz gibi, tüm gösterenlerin kaynağı olan Ötekinden gelmektedir. Özne, söylem içinde yalnızca taşıyıcısı ve sonucu olduğu bu gösteren sayesinde yer almakla birlikte onun yönlendiricisi değildir. Zira, baba yasasının, yani baba metaforunun öznenin ilk arzu nesnesi ve doyum kaynağı annenin yerine ikame edilmesiyle birlikte, özne sınırlar dünyasına girmiştir -ki kastrasyon da budur- ve artık temel arzu nesnesinin ona esinlediği sözcükleri babanın adı, yani kültürün yasası düzenlemektedir. Bu temsiliyet düzeneğinin meydana getirdiği bir oluşum vardır : eksiklik (manque) ya da diğer adlarıyla arzu nesnesi, nesne a ya da zevk-fazlası (plus-de-jouir). Ve bu arzu nesnesini özne Ötekinin alanına (S2) yerleştirmektedir. Bu yüzden her söylemde bu eksikliği olasıdır. Unutmamak gerekir ki Lacan, bilinçdısı özne kuramını kurarken Freud un bu metnindeki Ichspaltung teriminden yola cıkmıştır. 6 Lacan, L envers de la psychanalyse (1969-1970) adlı seminerinde, efendinin söyleminden yola çıkarak histeriğin söylemi, bilimsel söylem ve analitik söylem olmak üzere toplam 4 söylem belirlemiş ve daha sonra bunlara beşinci olarak kapitalist söylemi eklemiştir. Biz burada yalnızca bunlardan üçüne, efendinin söylemine, analitik söyleme ve kapitalist söyleme değineceğiz.

gidermesi için Ötekine sesleniriz. Fakat öznede eksik olan ve onu mutlak doyuma ulaştıracak olan bu nesne aynı zamanda Ötekinde de eksik olandır. Hem özneden hem de Ötekinden ayrılmış olan nesne a (meme, dışkı, ses, bakış) bu ikisinin arasında bulunmaktadır. Ok işaretleri izlenirse, özne ($) ve arzu nesnesi (a) arasında -düşlem dışında- doğrudan hiçbir ilişki bulunmamaktadır. Arzu nesnesi (a), özneye değil, gösterene (S1) geri dönmektedir. Öznenin eksikli olması ve bir zamanlar simgesel düzenin konuşan bir varlığı olmak için yitirdiği mutlak doyum nesnesine hiçbir zaman ulaşamaması, öznenin yapısını gösteren bu söylemde esastır. Melankoliyle birlikte tarihte sözü edilmiş en eski ruhsal hastalık olan histeri bunun en iyi örneğidir. Eksikli, tamamlanmamış olmaktan sürekli şikayet eden histerik, Ötekine, yani efendiye (bu bilimsel bilgi olabileceği gibi psikologlar ya da sıklıkla gördüğümüz gibi seksologlar da olabilir) eksikliliğini doyurması ve bölünmüşlüğünü iptal etmesi için seslenmektedir: Bana mükemmel olmak için ne yapmam gerektiğini söyle. Bu söylem, Lacan ın da belirttiği gibi, tüm zamanlardan bağımsız olan, yani tarihte sürekli var olmuş ve var olacak bir söylemdir. Çünkü bu, öznenin şikayetinde dile gelen bölünmüşlüğünün, tam olamamanın söylemidir. Sosyal bağı düzenleyen ve öznelliğin yapısına tamamıyle ters düşen ikinci söylem ise Lacan tarafindan kapitalist söylem olarak adlandırılmıştır: $ S2 S1 a Şekilde görüldüğü üzere, Lacan kapitalist söylemin düzeneğinde okların yönelimini değiştirmiştir. Örneğin, artık özne ve arzu nesnesi arasında hiçbir engel bulunmamakta, dahası özneyi belirleyen şey, ona dışsal olan bir gösterenden çok, bu nesne olmaktadır. Diğer bir deyişle, dört unsur da birbirine eşit düzeydedir ve öncelik ortadan kalkmıştır. Şekilde de görebileceğimiz gibi, özne, kendisini temsil eden göstereni kendisi seçmekte ve arzu nesnesine gerçek hayatta ulaşabilmekte, daha doğrusu ulaştığı yanılsamasını güçlü bir şekilde korumaktadır. Günümüz tüketim söylemi bireye işte, kim olduğunu belirleyen ve istediğin zaman sahip olabileceğin nesne diye seslenmektedir. Efendinin söyleminde dile gelen öznenin şikayeti kapitalist söylemle birlikte bir cevap bulmaktadır. Fakat, bulduğu bu cevap, ruhsal düzlemde; yani düşlem düzleminde olmayıp, gerçek hayatta nesneyle bulduğu ya da bulduğunu sandığı bir cevaptır.

Her simgesel düzenleme gibi, bu söylem de kendi psikopatolojilerini üretmektedir. Söylemi değiştirdiğimizde ise psikopatolojinin ve şikayetin düzlemini de değiştiririz. Her zaman bir üçüncüye, bir yasaya ve yasak olana gönderimde bulunan efendinin söylemi bize histerinin, fobinin, yani genel anlamda nevrozun yapısını sunmaktadır. Söz konusu olan mutlak doyumun ve tamamlanmışlığın olanaksızlığıdır ve bundan sorumlu olan da özne değil, fakat onun gönderimde bulunduğu simgesel yasadır. Günümüz söylemi olan kapitalist söylemde ise üçüncüye; yani yasak olana ve olanaksıza yer yoktur. Zira, bu bir olanaksızlık değil, yalnızca zaman sorunudur; öyle ki kapitalist söylem bugün değilse bile yarın mutlaka doyum nesnenizi üretiyoruz diyerek yanılsamayı korumaktadır. Bireye bana sahip olduğun nesneyi söyle sana kim olduğunu söyleyeyim şeklinde yönelen bu tüketim söylemi, doyum nesnesine ulaşamayan özneyi de bulunduğu bunalım içinde tek başına bırakmaktadır. Bu durum da anlaşılacağı üzere nesneye günümüz tüketim toplumunda oldukça özel bir yer atfetmektedir. Her şeyin mümkün olduğu yerde her şeyden zevklenmek de mümkündür. Bunun için televizyonlardaki eğlence ve magazin programlarına bakmak, reklamları izlemek, kadın dergilerinin sayfalarını karıştırmak, mağazaların sloganlarına göz atmak, mutlu ve başarılı olmak için yapılması gerekenlerin sıralandığı yazıları okumak yeterlidir: İstersen olur!, olanaksızı iste!, eğlen, mutlu ol, zevk al!, duvarlarını yık, sınırlarını aş! vb Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kapitalist söylem öznenin yapısına ve işleyişine tamamıyla ters düşer. Zevk al! buyruğunun ve bunu çağrıştıran sınırsız imge yağmurunun altında kalan özne, halen bölünmüş olarak kalmaya devam eder. Bu temel bir noktadır, çünkü değişen öznenin yapısı değil, Ötekinin, yani öznenin kendini konumlandırdığı, gönderimde bulunduğu alandır. Öznenin şikayetlerini ve semptomunu yönlendirdiği Öteki artık efendinin söyleminde olduğu gibi eksikli, yasanın garantisi olan, arzuyu, kaybı ve tamamlanmamışlığı ileten bir Öteki değil, herşeyin gerçekleşebileceğini, yasağın olmadığını söyleyen bir tüketim Ötekisidir. Bu durumda da söz konusu olan, arzuyu doğuran arzu (désir) değil, hemen gerçekleşmek isteyen zevktir (jouissance). Zira, öznenin bulduğu cevap arzulamaya iten eksiğin sunumu değil, mutlak doyum için bulduğu nesnedir. Zincirlerinden kopmuşçasına hiçbir sınır tanımayan, herhangi bir proje ya da arzuya dahil olmaktan kaçınan ya da zorluk çeken ve derin bir yalnızlık içinde bulunan çocuklar bunun klinik bir örneğidir. Aynı şekilde, sınır durumlar, ergenlerde sıklıkla karşılaştığımız eyleme geçiş (passage à l acte) ve melankolikleşme de günümüzde sık rastlanan psikopatolojilerdendir. Ruhsal hiçbir sınır bulamayan öznenin bulduğu tek sınır bedeninin, yani gerçeğin (réel) sınırı olan biyolojik bir sınırdır. Eyleme geçen ve tıpkı her gün söylenildiği gibi

olanaksızı deneyen ergen, mutlak doyuma ancak ölüm pahasına ulaşabilmektedir. Nesnenin hiçbir zaman yeteri kadar iyi olmadığı, doyum vermediği durumlarda da özne kendini depresyonun içinde bulmaktadır. Daha da kötüsü, üçüncüye, yasaya gönderimde bulunamadığı için bu durumdan yalnızca ve yalnızca kendisini sorumlu tutmaktadır. Çünkü, tüketim söylemi ona mutlu olabileceği her türlü olanağı sunmakta ve ne istiyorsa olabileceği fırsatını, bilim sayesinde acılarını düzelteceği nesneyi vermektedir. Öyleyse mutlu olamama, ideal doyumu bulamama durumunun tek sorumlusu öznenin kendisidir. Narsisizmin olumsuzlanması, yetersizlik, güçsüzlük semptomları, depresyon ya da öznenin tüm-güçlülüğü içinde kendini tükettiği hiperaktivite günümüz modern psikopatolojilerine verebileceğimiz örneklerdendir. Semptomun artık yasak olana gönderimde bulunmadığı, öznenin bölünmüşlüğünü yasanın değil de olanaksızın, yani biyolojik-bedensel gerçegin sağladığı bu modern ve postmodern söylemlerde, klinisyen de çalışmasında semptomu tüm bu süreçleri göz önünde bulundurarak ele almalıdır. Çünkü, bilimsel söylemin karşıtı olan analistin söylemi, incelediğimiz kapitalist söylem düzeneğinin ve ondan türeyen terapi düzeneklerinin aksi yönünde işlemektedir. Analist, karşısına yetersizlik ya da güçsüzlük semptomlarıyla gelen özneye, diğer davranışçı bilişsel terapilerde olduğu gibi onu belirleyecek ya da onaracak nesneyi sunmaktan ya da öğütlemekten olabildiğine uzaktır. Zira, varlığın bütünlüğü, harmonisi öznenin semptomunda dile gelen nefret-aşk, haz-hoşnutsuzluk, vb. arasındaki bölünmüşlükten dolayı mümkün değildir. Bu yüzden de modern söylem çeşitlerinin, terapilerin iptal etmek istediği yitik (perte) ve eksikliği (manque) koruyarak, doldurmak yerine boşluğa yer bırakarak öznenin üstündeki çizgiyi-yarığı korumak, analitik çalışmanın çerçevesini belirler. Sürekli metonimisel bir kaymanın olduğu ve hiçbir ruhsal sınırın, metaforun bu kaymayı durdurmadığı durumlarda analistin çalışması adeta bir köpüleme (capitonnage) çalışmasını andırır: özneyi arzulamaya iten bu eksikliği onarmak yerine bununla birlikte yaşayabilmesinin olanağını sağlamak ve kastrasyondan ekonomide bulunmamak. a $ S2 S1 Lacan ın yukarıda görüldüğü şekliyle şematize ettiği analitik söylemde, analiz edilen tarafından bildiği-varsayılan-özne (sujet-supposé-savoir) [S2-analist], analiz edilene, yani kendi serbest çağrışım zinciri içinde gösterenlerini (S1) ifade etmeye yetenekli olan özneye

($) yönelmektedir. Öznenin farkına varmaksızın ürettiği gösterenler ise, arzu nedeni nesnesinin (nesne a) etrafında dönmekte ve analiste yönelik sevgi-nefret duyguları aktarımının yorumlanmasında açılım bulmaktadır. Burada konumuz açısından önemli olan nokta, arzu nesnesinin bir delik, özneyi konuşmaya iten bir motor olduğu ve asla özneye analist tarafından sunulabilecek somut bir nesne olmadığıdır. Şekilde görülebileceği gibi analist (S2), arzuyu canlı tutmakla beraber, bu arzu nesnesi çevresinde dönen (a) gösterenlerin metonimik bir yer değiştirmesini de olanaklı kılmaktadır. Bununla birlikte, günümüzde sıklıkla karşılaştığımız ve çoğu kapitalist modern söylemin bir yansıması olan birçok terapi ve tedavi çeşidi, analistin söyleminin tersine işlemektedir. Ülkemizde gün geçikçe çoğalan özel eğitim merkezleri bunun bir örneği olmakla birlikte, aslında terapistin söylemini tam da bir söylem olarak adlandıramayız, zira burada bilinçdışı öznesinden çok bilimin öznesine yer vardır. Açıklamaya çalışalım: a S1 S2 $ Fark edileceği gibi, okların yönü tekrar değişmiştir. Bilirkişi konumuyla sıkı ilişki içinde olan bilişsel-davranışçı terapist ya da özel eğitimci (S2), özneye onu belirlediğini düşündüğü göstereni vermekle, ( hastalığınız budur, aslında şu sebepten sıkıntı çekiyorsunuz, yaşadıklarınızın anlamı şu ya da budur, böyle düşünmekle çok haklısınız, şu şekilde düşünmeye çalışırsanız daha iyi olur vs.) öznenin zaten sıkı sıkıya yapışmış ve aslında bundan şikayet ettiği kadar, memnun da olduğu semptom-gösterenin söylemin akışkanlığında diğer gösterenlere yer bırakabilmesinin olanağını sağlamaktan olabildiğine uzaktır. Bunun sonuçları özne için azımsanmayacak ölçüde büyüktür; çünkü bilim sayesinde özneyi daha kaliteli ve mutlu bir yaşam için programlayan terapist, arzu nesnesini salt bir gereksinim nesnesine indirgemekte ve gerçeklikte elde edebilmenin yolunu açmaktadır. Hatırlatalım ki, nesne a, öznenin dilin ve kültürün dünyasına girmek amacıyla bir zamanlar ayrılmak zorunda kaldığı, kontrolünden kaçan, işte budur diyemiyeceğimiz, ancak bedenin kısmi parçalarıkopuklukları (emme nesnesi meme, boşaltım nesnesi dışkı, ses ve bakış) aracılığıyla sezebileceğimiz, özneyi ne olursa olsun arzulamaya iten bir deliktir, boşluğun yazılımıdır. Psikanalizin bize öğrettiği, hiçbir besinin bebeğin anne memesi talebini doyuramıyacağı gibi, hiçbir gereksinim nesnesinin de özneyi ideal mutlak doyuma ulaştıramıyacağıdır. Yapıdaki bu temel eksikliği doldurmaya kalkışan her tedavi yöntemi de özneyi yaratıcılığa, üretkenliğe,

kısacası yüceltmeye iten bilinçdışı arzuyu susturmuş, dolayısıyla da özneyi susturmuş olmaktadır. Yazımızda uzun erimli bir psikanalitik sürecini örnek olarak verdik. Ama Lacancı yaklaşım ve tüm bu şekiller çoğunlukla sanıldığı gibi anlaşılmaktan uzak salt bir kuram değildir. Tersine günümüzün, özneyi gitgide melankoli, depresyon, intihar, madde bağımlılığı, sınır durumlar gibi örneğini verdiğimiz psikopatolojilere iten sınırsız toplumunda klinisyenin çalışma çerçevesini aydınlatan bir yaklaşımdır. Klinisyenin özneyi dinlediği konum, bir ayağı bilimsel söyleme diğer ayağı tüketime dayanan modern söylemin Ötekisiyle aynı olmayıp arzunun kollayıcısı olan simgesel yasaya gönderimde bulunan bir konumdur. Analistin cevap veremiyeceği bir yer varsa o da psişik gerçeklikten uzak olan gerçek (réel) dünyanın gerçekliğidir. Öyle sanıyoruz ki öznenin ruhsal yaşantısının toplumsalla olan bağı ve yaygın söylemin ruhsallıktaki yansımaları, her zamakinden çok belki de şimdi ve bundan sonrasında klinisyenler ve analistler tarafından aydınlatılması gereken başlıca konular arasında olacaktır. Kaynakça : - DOR, J. Introduction à la lecture de Lacan : L inconscient structuré comme un langage. La structure du sujet, Paris, Denoël, 2002. - FREUD, S. Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1901), İstanbul, Payel yayınları, 1996. - FREUD, S. Espriler ve Bilinçdışı İle İlişkileri (1905), İstanbul, Payel yayınları, 1996. - FREUD, S. Totem ve Tabu (1913), Sosyal yayınları, 1993. - FREUD, S. Uygarlığın Huzursuzluğu (1930), İstanbul, Metis yayınları, 1999. - FREUD, S. Le clivage du moi dans le processus de défense (1938). In Résultats, idées, problèmes II, Paris, PUF, 2002, s. 282-286. - LACAN, J. Le Séminaire Livre V. Formations de l inconscient (1957-1958), Paris, Le Seuil, 1998. - LACAN, J. Les quatre concepts fondamentaux de la psychanalyse (1964), Paris, Le Seuil, 2002. - LACAN, J. Position de l inconscient (1964), In Écrits II, Paris, Le Seuil, 1999. - LACAN, J. La science et la vérité (1966), In Écrits II, Paris, Le Seuil, 1999. - LACAN, J. Le Séminaire Livre XVII L envers de la psychanalyse (1960-1970), Paris, Le Seuil, 1992. - LESOURD, S. La construction adolescente, Bonchamp-Lès-Laval, Érès «arcanes», 2005. - LESOURD, S. Comment taire le sujet? Des discours aux parlottes libérales, Ramonville Saint-Agne, Érès «humus», 2006. - MELMAN, C. La Jouissance Autre, In Cliniques psychanalytiques, Paris Bibliotheque du trimestre analytique, 1991, p. 41-45. - NASIO, J. D. Cinq leçons sur la théorie de Jacques Lacan, Paris, Payot, 2001.

discourse : Lacanian point of view to the actual psychopathology in the context of actual This article concentrate basicly on two points : the connection between symptom, language and social discourse, and that how the dominant capitalist discourse of our time conditon the psychic life of the subject and that how this situation influence the practice of the clinician. Our questioning base on the three modalities of the discourse the discourse of the master, the discourse of the analyste, the discourse of the capitalism - beetween which J. Lacan exposed in his seminar entitled «L envers de la psychanalyse (1969-1970)» and try to explain the present-days pychopathologies of the modern and post-modern subject such depression, impotence, disnarcissisation, border line, drug addiction and attemp to show the handicaps and the illusions of the news psycological practices that takes root from liberal economy and from authority of the scientific knowledge.