1 Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, Şam da Emevi Caminde namaz kılmayı hayal eden Başbakan, hava sahamızı koruyabilmek için NATO dan Patriot füzeleri istemekte, gençlerimize adam gibi ölmekten bahsetmektedir. Oysa bu ülkenin gençleri adam gibi yaşamayı hak etmektedir dedi. Tarih : - Türkiye nin gerçek sorunu aş ve iş sorunudur. Bu nedenle ülkemizin genç nüfusuna ölmeyi değil, adam gibi yaşamayı sağlamayı hedefleyecek bir siyasi anlayışa ihtiyaç vardır. - Sınırlarımızdaki ve bölgemizdeki ateş artık Türkiye yi ciddi şekilde etkilemektedir. - Bir yanda kapımıza dayanan savaşın rüzgârları ve artan jeopolitik riskler, diğer yanda 10 yıldır uygulanan ekonomi politikalarının yarattığı kırılganlıklar ve geniş halk kitleleri üzerinde yarattığı borç baskısı ekonomi gündemini belirlemektedir. - Türkiye 10 yıllık AKP iktidarında gerçekleşen iş kazaları ile Avrupa da birinci, dünya da ise üçüncüdür. Resmi rakamlara göre son 10 yılda iş kazalarında yaşamını kaybeden işçilerimizin sayısı 11 bin kişidir. Her yıl ortalama 1100 işçimiz iş kazalarında yaşamını kaybetmektedir. Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak haftalık basın toplantısını İstanbul da CHP İl Başkanlığı nda yaptı ve görüşlerini şöyle açıkladı; -1/7-
2 Her Cuma Ankara da ekonomi gündemine ilişkin görüşlerimizi paylaşmak üzere yaptığım basın toplantısını bu hafta İstanbul da İl Başkanlığımızda sizlerle birlikte gerçekleştiriyorum. Sözlerime başlarken dün Samsunda vahim bir iş kazası sonucunda yitirdiğimiz beş işçimize Allahtan rahmet, yaralı işçilerimize de acil şifalar, kederli ailelerine sabır diliyorum. Türkiye 10 yıllık AKP iktidarında gerçekleşen iş kazaları ile Avrupa da birinci, Dünya da ise üçüncüdür. Resmi rakamlara göre son 10 yılda iş kazalarında yaşamını kaybeden işçilerimizin sayısı 11 bin kişidir. Her yıl ortalama 1100 işçimiz iş kazalarında yaşamını kaybetmektedir. Bir yanda kapımıza dayanan savaşın rüzgârları ve artan jeopolitik riskler; diğer yanda 10 yıldır uygulanan ekonomi politikalarının yarattığı kırılganlıklar ve geniş halk kitleleri üzerinde yarattığı borç baskısı ekonomi gündemini belirlemektedir. Sınırlarımızdaki ve bölgemizdeki ateş artık Türkiye yi ciddi şekilde etkilemektedir. Şam da Emevi Caminde namaz kılmayı hayal eden Başbakan; hava sahamızı koruyabilmek için şimdi NATO dan Patriot füzeleri istemektedir. Başbakan, gençlerimize adam gibi ölmekten bahsetmektedir. Oysa bu ülkenin gençleri adam gibi yaşamayı hak etmektedir. 75 milyonun canının, malının emanet edildiği bir makamı işgal eden Başbakan ın bu ülkeye başkan olma hayal ve hırsından vazgeçerek artık sağduyu ve aklıselimle konuşmasını bekliyoruz. Başbakan, bir an önce Türkiye nin esas meselesi olan aş ve iş meselesine odaklanmalıdır. Aksi halde Hükümetin çok güvendiği ve seçimlere kadar bel bağladığı küresel likidite Başbakan ın artırdığı risk algısıyla Türkiye ye gelmekten vazgeçebilir. Bunun işaretlerini kredi derecelendirme kuruluşu Moody s in 20 Kasım da yaptığı açıklamadan da görüyoruz. Yine not artırımıyla birlikte Türkiye nin dış politikasına yol haritası çizen FITCH in değerlendirmesinde de bunu görüyoruz. Cari açık Türk ekonomisinin en fazla kırılganlık yaratan unsuru olmaya devam ediyor. -2/7-
3 Bol küresel likidite ve bu likiditenin artan risk iştahı, bizim gibi ülkelere gelen sıcak para miktarını artırmaktadır. Eylül de, tek bir ayda, yabancıların aldığı kamu borçlanma kâğıdı 4,7 milyar dolar tutarındadır. İlk dokuz ayda ise ülkeye sadece bu şekilde gelen sıcak para miktarı 19,9 milyar dolardır. Bu kanaldan yılın ilk dokuz ayında gelen sıcak paranın her 100 dolarının 24 doları, sadece Eylül ayında Türkiye ye gelmiştir. Buna karşılık geçen yılın ilk dokuz ayında ülkeye gelen 9,8 milyar dolarlık net doğrudan yatırım, bu yılın aynı döneminde 6,9 milyar dolara düşmüştür. Cari açık altın ticareti sayesinde gerilerken, finansman kalitesi de giderek bozulmaktadır. Geçen yılın ilk dokuz ayına göre cari açıkta 21,2 milyar dolarlık bir düzelme var. Ancak altın hariç tutulduğunda aynı düzelme 12,7 milyar dolara iniyor. Açıktaki düzelmenin 8,5 milyar doları altından geliyor. Başka deyişle cari açıktaki her 100 dolarlık düzelmenin 40 doları altın ticaretinden kaynaklanıyor. Peki, bu altın ticareti üretimi, katma değeri artırıyor mu? İstihdamı olumlu etkiliyor mu? Hayır. Aslında bunun bir ticaret değil ödeme olduğunu Sayın Babacan dün TBMM Plan ve Bütçe komisyonunda açıkladı. Dolayısıyla ülkenin üretim ve dış piyasalardaki rekabet gücündeki gelişmeleri altın hariç cari denge rakamlarından izlemek gerekir. Bakın, altın ayıklandığında cari açıktaki düzelme 2012 nin üçüncü üç ayında, geçen yılın aynı dönemine göre, 1,9 milyar dolar. İlk ve ikinci üç ayda ise aynı rakam sırasıyla 3,8 ve 7 milyar dolardı. Dolayısıyla altın şalını kaldırdığımızda cari açıktaki düzelmenin hızla yavaşladığını görüyoruz. Yine aynı dönemler itibariyle sanayi üretimindeki artış hızlarının da giderek yavaşladığı görülüyor. Bu yılın üçüncü üç aylık döneminde altın hariç cari açıktaki sınırlı düzelmenin daha düşük bir sanayi üretim artış hızıyla birlikte gerçekleştiği dikkat çekiyor. Bu ekonomide rekabet baskısının yeniden artmaya başladığını ortaya koyuyor. Özetlersek cari açık altın şalı ile örtülüyor; açığın finansman kalitesi giderek bozuluyor ve cari açıktaki düzelme giderek üretimden daha fazla fedakârlık yapılmasını gerektiriyor. Notumuzu artırması beklenen kredi derecelendirme kuruluşları da yaptıkları son -3/7-
4 açıklamalarda Türkiye nin yatırım yapılabilir ülke statüsüne geçişi önündeki en önemli engelin dış dengedeki kırılganlık olduğunu ifade ediyorlar. Bunu sadece bu kuruluşlar söylemiyor. Türkiye nin de üyesi ve sermayedarı olduğu IMF de söylüyor. IMF geçtiğimiz ay 2017 ye kadar tüm ekonomilere ilişkin tahminlerini yayımladı. Geçen yıl ABD den sonra dünyanın en yüksek cari açığını veren Türkiye nin 2017 de dünyanın en yüksek cari açığına sahip 4. Ekonomi olacağı anlaşılıyor. Türkiye önümüzdeki yıllarda da cari açıkta dünyada ilk 10 arasında kalmayı sürdürüyor. Oysa AKP nin iktidara geldiği 2002 de Türkiye, cari açık sıralamasında 40. Sırada idi. AKP elinde Türkiye ekonomisi üretmeden tüketen, kazanmadan harcayan bir ekonomi haline dönüşmüştür. Başbakan IMF Borcunu ödedim diye övünmekte ancak milletin dağ gibi biriken borcunu görmemektedir. Bakın, Başbakan ın sevdiği şekliyle Türkiye deki tüm ekonomik aktörlerin toplam borç yükü nereden nereye gelmiş sizinle paylaşayım. Türkiye deki özel kesim (hane halkı ve şirketler kesimi) ile kamunun iç ve dış borçlarının GSYH ya oranı: AKP nin iktidara geldiği 2002 de % 103,2; 2011 de % 119, 2012 nin ilk yarısı bittiğinde % 117,3. Şimdi millet bu borcu ödemekte sıkıntı çekiyor. Bakın bu yılın ilk dokuz ayı itibariyle kredi kartı borcunu ödeyemeyen kişi sayısı 482 bin 448 kişiye ulaşırken; bireysel banka borcunu ödeyemeyenlerle beraber bu sayı 834 bin 538 kişiye çıkıyor. 2011 genelinde kredi kartı ve kredi kartı ile birlikte bireysel kredi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı sırasıyla 287 bin 984 kişi ve 497 bin 720 kişi idi. 2012 nin bitmesine daha üç ay varken bankalara borcunu ödeyemeyen vatandaşlarımızın sayısında % 68 artış var. Yine karşılıksız çek sayısı ve protestolu senet tutarlarında da ciddi artış var. Bankalarca bildirimi yapılan karşılıksız çek sayıları bu yılın ilk dokuz ayında, geçen yılın aynı dönemine göre, % 76 artarak 722 bin 193 e ulaştı. Protesto edilen senet tutarı ise bu yılın ilk on ayında, geçen yılın aynı dönemine göre, % 40 artarak 5,5 milyar TL ye ulaştı. -4/7-
5 Tüm bunlar ekonomide ödeme imkân ve kabiliyetinin giderek aşındığını gösteriyor. Hükümete sorarsanız bu özel kesimin borcu, devletin borcu değil, ödeyemezse kendi sorunu, vatandaşa yük olmaz diyor. Bakın 1997 de Asya da, 2001 de Türkiye de, 2008-2009 da ABD başta olmak üzere tüm gelişmiş ekonomilerde yaşanan sistemik krizler sonucunda özel kesimin sırtındaki borcun bir gecede devletin sırtına yüklendiğini gördük. Özel kesimin kurtarılması için borç yükü bir gecede kamunun üstüne alındı. Bu nedenle Hükümetin hiçbir şekilde rehavete kapılmaya hakkı yoktur. Hükümet sıcak paraya güvenerek seçimlere kadar durumu idare ederim yaklaşımından biran önce çıkmalıdır. Ancak ekonominin koordinasyonundan sorumlu Başbakan Yardımcısı yaptığı açıklamalarla kamunun toplam borcu içinde kısa vadeli borçların payı düşük diyerek kur riskini küçümsemekte sorunları görmezden gelmeyi tercih etmektedir. Bu konuda daha dün açıklanan bir Merkez Bankası verisini, sizler aracılığıyla, Hükümetin dikkatine sunayım. Değerli Arkadaşlar, Gelecek yılın Eylül ayına kadar Türkiye nin ödemesi gereken dış borç 142 milyar dolardır. Bu borcun % 50 si bankaların, % 44 ü ise reel sektöründür. Yine bu dış borç servisine bir de gelecek yılın cari açığını ekleyin; önümüzdeki yıl çarkların dönmesi için 202,5 milyar dolarlık paraya ihtiyaç var. Küresel piyasalarda yaşanacak ani bir dalgalanma veya Türkiye ye yönelik risk algısındaki bir değişim sonucunda bu finansman sağlanamazsa bankaların ve reel sektörün yaşayacağı sıkıntılara Hükümet gözlerini kapatabilecek midir? Bu nedenle Hükümet küresel likiditeye aşırı güvenmekten ve sıcak paranın verdiği rehavetten bir an önce kurtulmalı ve vakit kaybetmeden ülkemizin rekabet gücünü artıracak tedbirler üzerinde kafa yormalıdır. Ancak Hükümette böyle bir hazırlığı görmüyoruz. Hükümet dışarıdan para gelsin, nasıl gelirse gelsin yaklaşımıyla işleri götürmektedir. Bu çerçevede bu hafta Türkiye de yabancı banka sayılarının ve sektör içindeki yabancı payının artırılmasına yönelik girişimlerin hızlanacağına dair açıklamalar geldi. BDDK başkanı Banka sayısının 49 dan 60 a çıkarılmasına yönelik bir hazırlık içinde olduklarını açıkladı. Bu güne kadar bu konuda oldukça ihtiyatlı bir yaklaşım içinde olan BDDK, başkan -5/7-
6 değişikliğinden sonra birdenbire neden banka sayısını artırmaya karar vermiştir? 60 sayısı bir araştırma sonucuna göre bulunan optimum sayımıdır? Yoksa talebe göre mi belirlenmiştir? Bu durumda kimlere banka kurma izni verilmesi taahhüt edilmiştir? Değerli Arkadaşlar; Bu hassas bir konudur. Bankacılık sektöründeki hem banka sayısının hem de yabancı payının belirli bir seviyede tutulmasında yarar vardır. Bakın Türkiye de finansal sistem küresel krizden nispeten az etkilendiyse bunun en önemli nedeni 2001 de bankacılık sektöründe atılan adımlar ve alınan tedbirlerdir. Bir diğer neden ise dışarıda batan bankaların Türkiye deki faaliyetlerinin sınırlı olması ve bunun yaratacağı bulaşma etkisinin en aza inmesidir. Şu anda sektörde yabancı payının % 16,7 olduğu, yine Borsadaki paylarla bunun % 43 e yaklaştığı anlaşılmaktadır. Özellikle küresel krizin artçı sarsıntıları devam ederken krizlerin Türkiye ye bulaşmasında yeni bir kanalın açılmamasına dikkat edilmesi gerekir. Bu çerçevede bankacılık sektöründe yerli/yabancı banka dengesinin iyi kurulması gerektiğini düşünüyorum. Bu arada Halkbank ın sermaye piyasalarına arzından sağlanan gelirin ne kadarının bütçeye geleceği, ne kadarının bankada kalacağına dair bir açıklamayı da yetkililerden beklediğimizi ifade edeyim. 10 yıldır uygulanan politikalarla Cumhuriyetin yüzüncü yılında vatandaşlarımızın hak ettiği yaşama kavuşamayacağı görülmeye başlanmıştır. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Bizim de ya ortağı ya da sermayedarı olduğumuz uluslararası örgütler söylüyor. Bakın Uluslararası Para Fonu, Satın Alma Gücü Paritesine göre, 2012 de dünyanın en büyük 16. Ekonomisi olan Türkiye nin 2017 de de bu sırada kalacağını söylüyor. Oysa Türkiye aynı kıyasa göre 1987 de dünyanın en büyük 14. Ekonomisi; 2002 de ise dünyanın en büyük 17. Ekonomisi idi. Yine, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, yani OECD, 9 Kasım da, 2060 a Bakış: Uzun Dönem Küresel Büyüme Beklentileri isimli bir Rapor açıkladı. OECD, içinde Türkiye nin de olduğu 40 ülkeye ilişkin 2030 ve 2060 yıllarına kadar uzanan ekonomik öngörülerini kamuoyu ile paylaştı. Mevcut politikalar devam ederse, Satın Alma Gücü Paritesine Göre, Dünyanın en büyük 16. Ekonomisi olan Türkiye 2013 ve 2014 de de bu sırada kalmaya devam edecek. -6/7-
7 OECD daha uzun bir perspektifte, yani 2030 da Türkiye nin 12. Büyük Ekonomi olacağını, 2060 da da 12. sırada kalmaya devam edeceğini tahmin ediyor. Bu, mevcut politikalarla, önümüzdeki 48 yılda dahi ilk 10 ekonomi arasına girmenin hayal olacağını gösteriyor. Değerli Arkadaşlar; Bu tespitler ciddi uyarılar içermektedir. Türkiye küresel yarışta gelişmiş ekonomiler ligine girmek istiyorsa önünde 18 yıllık bir fırsat penceresi vardır. Bu dönemden sonra yaşlanan nüfus, iş gücüne düşük katılım ve beşeri sermayenin zayıf niteliğine bağlı olarak Türkiye nin gelişmiş ülkeler ligine girmesi mümkün olamayacaktır. Türk halkının özlediği sıçramayı yapabilmek için zaman giderek daralmaktadır. Türkiye nin gerçek sorunu aş ve iş sorunudur. Bu nedenle ülkemizin genç nüfusuna ölmeyi değil, adam gibi yaşamayı sağlamayı hedefleyecek bir siyasi anlayışa ihtiyaç vardır. -7/7-