Televizyon kültürü hayatımıza girdi gireli, toplumuzun genetik kodlarında ciddi hasarlar meydana geldi. Bugün, televizyon, değerlerimize ait hiçbir şey bırakmamacasına büyük bir yıkım gerçekleştiriyor. Bu konuyu, iletişim uzmanı Dr. Tahsin Gülhan Beyefendi ile konuştuk. Burhan Dergisi okurlarının istifadesine sunuyoruz. Toplum olarak biraz fazla mı televizyon seyrediyoruz? Bunun sebepleri nelerdir? Bu konuda yapılan araştırmalara bak- tığımızda, televizyon karşısında vakit geçirme konusunda dünyada ön sıralarda olduğumuzu görüyoruz. Televizyonu seven bir toplumuz. Bunun sebeplerine inmeye çalışacak olursak, bunu birçok yönden açıklayabiliriz. Mesela toplumumuzun en belirgin karakterlerinden birisi, yazılı kültürden çok sözlü kültüre önem veriyor olmamızdır. Geleneğimizde sözlü kültüre çok önem verildiğini görüyoruz. Mesela, bizim kültürümüzde bir âşıklık geleneği var. Eskiden kıraathanelerde hikâyeler anlatıldığını biliyoruz. Her birimiz büyüklerimizden duyduğumuz masallarla büyüdük. Yani böyle bir şifahi geleneğimiz söz konusu. Yine yapılan araştırmalara baktığımızda, dünyada telefonla konuşma oranının en fazla olduğu toplumun bizim toplumuz olduğunu görüyoruz. Dünyada bu konuda birinciyiz. Bu da bizim kendimizi ifade etmenin bir aracı olarak sözlü kültüre ağırlık verdiğimiz anlamına geliyor. İletişim bilimi açısından baktığımız zaman televizyon verici konum-undadır, alıcı da halk olmuş oluyor. Sözlü kültürden gelmemiz, diğer toplumlara göre televizyona daha fazla ilgi göstermemize sebep oluyor. İletişim ilmi açısından bakıldığında, çok televizyon izlemenin insan şahsiyetine ne gibi tesirleri oluyor? 1 / 5
İnsanın uzun bir müddet televizyonun karşısında durması onu edilgen yapıyor. Edilgen olduğu zaman, hayat içinde olaylar karşısında tamamen sürüklenen bir nesne konumuna düşüyor. Oysa karakterli bir insan hayatta aktif özne olmak durumundadır. Televizyon insanları bir şekilde edilgen yaparak esaret altına alıyor. Sosyal bilimlerin veri tabanları kullanılarak hazırlanan televizyon programları, reel ve reel olmayan mesajları ile birlikte insanın şuuraltını esir ediyor. Esir alındıktan sonra insan, kendi kararıyla yaptığı birçok şeyi aslında kendi kararıyla yapmış olmuyor. Başka bir ifade ile popüler kültürün hareketlendirici dinamikleri, onu harekete geçirmeye başlıyor. Artık insan nesneleşiyor. Kendi davranışı bile, kendisine ait olmamaya başlıyor. Çünkü bilinçaltı televizyonun verdiği mesajla kodlanıyor? Ne oluyor mesela? Kendi şahsiyetini ifade edemiyor. Orada gördüğü gibi konuşuyor, gördüğü gibi giyiniyor, gördüğü gibi yiyor, gördüğü gibi saçını tarıyor Dolayısıyla hiçbir zaman kendisini özgün bir şekilde ortaya koyamıyor. Oysaki her bir insan sesiyle, konuşma tarzıyla, karakteriyle, giyimiyle kuşamıyla başlı başına ayrı bir ferttir. Ama televizyon onu böylece sıradan bir hale sokuyor. Edilgen konumda olması, her türlü menfi tesire de açık olması anlamına mı geliyor? Televizyonu açan bir kimse, dizisiyle, filmiyle, yarışmasıyla hazır bir sofra buluyor. Bu sofra karşısında insan pasif konumda olduğu için, ona herhangi bir müdahale yapamadığı için, orada sunulan yemeği yemek durumunda kalıyor. O yemeğin de onun şuuraltına etki edecek şekilde, bir anlamda kanına girecek şekilde hazırlandığını düşünecek olursak, ondan vazgeçmesinin de kolay olmadığını söyleyebiliriz. Bir anlamda onun cazibesine kapılıyor. Televizyonda müspet bir şey dahi izliyor olsanız, insanlarla ilişkiniz kesiliyor veya sınırlanıyor. Bir makine ile karşı karşıyasınız ve onun karşısında edilgensiniz. Bir insan gidip diğer insanlarla etkileşim kurmuyor, akşama kadar televizyonda dini filmler bile seyrediyor olsa, bu edilgen konumun onun şahsiyetine bir takım zararı söz konusudur. İçeriği müspet de olsa televizyonla muhatap olmanın sosyal ve psikolojik riskleri her zaman olacaktır. 2 / 5
Televizyonla olan bu yakınlığımız, toplumsal anlamda ne gibi sonuçlar doğruyor? Eskiden Batı toplumlarına has suçlar vardı, o suçlar bizde yoktu. Anne babayı öldürmek, kesmek falan gibi... Ya da duyulduğunda dudak uçuklatan daha uç şeyler Böyle uç suçlar bizde pek gözükmezdi. Artık bizde de bu tür uç suçları görebiliyoruz. Gazetelerin üçüncü sayfaları bu tür haberle dolu Haber bültenleri hakeza yine böyle haberlerle dolu Her geçen gün yeni cinnet, yeni bir aile faciası yaşanıyor. Bunun sosyolojik olarak arka planına baktığımızda bunda televizyonun önemli ölçüde etkili olduğunu görüyoruz. Çünkü değeri merkeze almayan televizyon kanalları, toplumda bir değer kaybına ve yabancılaşmaya sebebiyet veriyor. Bu yabancılaşma da başta aile olmak üzere, toplumun her katmanında bir tahribata sebep oluyor. Bu konuda ne gibi tedbirler almalıyız öyleyse? Bizim savunduğumuz İslami değeler batının formatladığı hayatın içerisinde, o sosyal rahim içerisinde sanki gayri meşru değerler olarak işlem görüyor. Batı kültürünün formatladığı hayat içerisinde kendimize ait bir dünya inşa etmeye çalışacağız ki bu hakikaten kolay olmayan bir durum. Ne yapabiliriz. Müspet faaliyetler yapabiliriz. Mesela izcilik bence çok güzel bir şey Gençlik şölenleri, yarışmalar, kitap okuma kampları ve çeşitli organizasyonlar yapılmalı. Bunlar televizyonun haricinde yapılabilecek alternatifler. Bir de televizyon dâhilinde yapılabilecekler var. Televizyon neticede bir cihaz O zaman bu cihaza yönelik müspet programlar yapmak lazım. 90 lara göre müspet anlamda bir mesafe kaydettiğimize inanıyorum. Alternatif medya üretildi. Bu anlamda müspet programlara ağırlık verilmesi gerekiyor. Fakat yapılması gereken daha çok şey var. 3 / 5
Televizyon bir eğlence kültürü mü üretiyor? Televizyon sürekli eğlence kültürünü ön plana çıkartıyor. Dünya hoştur gerisi boştur mantalitesi oluşturulmaya çalışılıyor. Gençler ve çocuklar bu anlamda eğlenceye daha meyillidir. Oysa insan mesleğini çocuklukta ve gençlikte kazanıyor. Bir anlamda dünya görüşünü yine bu dönemde kazanıyor. Televizyon, özellikle çocukların ve gençlerin eğlenceye eğilimli olan damarlarını yakalayarak, onları daha da tahrik ediyor. Sanki hayat eğlenmekten ibaretmiş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor. Oysa hayat öyle değildir, hayatta acılar da vardır. Biz oğlumla bir araba kazası geçirmiştik, oğlum bana; Baba hiç filmlerdeki gibi değilmiş dedi. Yani eğlence kültürünün öyle bir yönü vardır ki hastalığı, acıyı, ihtiyarlığı ve bu tarz şeyleri pek kabul etmez. Her şeyi güllük gülistanlık olarak sunar. Ve o dünya içine yalancı bir dünya örer. Ve onları oyalamaktan ve kandırmaktan başka bir şey yapmaz. İşte televizyonun yaptığı budur. Televizyon ve özellikle de diziler insanları neresinden yakalıyor? İnsanda üç kuvveden bahsedilir, bunlar; kuvve-yi akliye, kuvve-yi gadabiye ve kuvve-yi şeheviye Televizyon, insanın kuvve-yi şeheviyesinin en ifrat derecedeki temsilcisi durumuna gelmiştir. Kuvve-yi şeheviyede haz vardır, eğlence vardır. Orada ciddi şeyler yoktur. Hatta düşünmek baş ağrıtıcı bir şeydir. Ben gençliği üçe ayırıyorum. Bir; Kuvve-yi şeheviye dalgasının hakim olduğu bir gençlik var. İki; Kuvve-yi gadabiyenin ifrat mertebesinde olduğu gençlik var. Üç; Kuvve-yi akliyenin hakim olduğu gençlik var. Kuvve-yi şeheviyenin ifrat derecesinde olduğu gençlik tamamen haz merkezli, eğlence merkezlidir; dünyayı eğlenceden ibaret olarak görür. Bu anlamda batı kültürü modernite bu dalgayı besler. Kuvve-yi gadabiyenin ifrat mertebesinde olduğu nesil ise şiddet neslidir. Bir de kuvve-yi aklıyenin beslediği bir nesil vardır ki bu da hikmet neslidir; hikmet nesli düşünendir. Yani, zevk merkezli, şiddet merkezli ve hikmet merkezli olmak 4 / 5
üzere üç tür nesil söz konusudur. İlk ikisi var olan değerlere karşı çıkarak kendini var edebileceğine inanır. Üçüncüsü yani hikmet nesli ise ahlaki değerleri ön plana çıkartır. Şimdi sorduğunuz soruya gelecek olursam şunu söyleyebilirim: televizyon ve özellikle diziler, gençleri ve çocukları öncelikle hislerinden yakalıyor. Sonra isteklerinden ve arzularından yakalıyor. Derler ki tabiatta hiçbir şey boş kalmaz. Şurada bir kutu vardır, siz ona layık olan şeyi koymazsanız, o mutlaka çerçöple dolar. Televizyon da böyle bir kutudur. Gençler açısından baktığımız zaman özellikle gençler popülist kültüre daha yatkınlar. Televizyon ise bu popüler kültürü ustaca işliyor. İnsandaki boşluktan faydalanıyor. Onu nefsinden yakalıyor. İnsanın, özellikle bir meşguliyeti yoksa dışarıda katıldıkları müspet bir aktive de yoksa vakit geçirmek için, içerideki dizilere yönelmektedir. Eğer insan kendini televizyon karşısında unutuyorsa, kendisini hatırlatacak bir meşguliyeti olmadığı içindir. Bir meşguliyeti olmadığı için bir şekilde o boşluğu dolduracak bir mecra arayışına girmektedir. Bunun da en zahmetsiz yöntemi televizyondur. O halde insana düşen, o boşluğu müspet şeylerle doldurmaktır. 5 / 5