Viyana Çevresi 1922-1938 yılları arasında yaşamıştır; fakat tesirleri büyük olmuştur. 3



Benzer belgeler
Veri Toplama Yöntemleri. Prof.Dr.Besti Üstün

İçinde x, y, z gibi değişkenler geçen önermelere açık önerme denir.

DEĞERLENDİRME NOTU: Mehmet Buğra AHLATCI Mevlana Kalkınma Ajansı, Araştırma Etüt ve Planlama Birimi Uzmanı, Sosyolog

KLASİK MANTIK (ARİSTO MANTIĞI)

CMK 135 inci maddesindeki amir hükme rağmen, Mahkemenizce, sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespitine karar verildiği görülmüştür.

MAKÜ YAZ OKULU YARDIM DOKÜMANI 1. Yaz Okulu Ön Hazırlık İşlemleri (Yaz Dönemi Oidb tarafından aktifleştirildikten sonra) Son aktif ders kodlarının

SÜREÇ YÖNETİMİ VE SÜREÇ İYİLEŞTİRME H.Ömer Gülseren > ogulseren@gmail.com

Ek 1. Fen Maddelerini Anlama Testi (FEMAT) Sevgili öğrenciler,

Cümlede Anlam İlişkileri

BİREYSEL SES EĞİTİMİ ALAN ÖĞRENCİLERİN GELENEKSEL MÜZİKLERİMİZİN DERSTEKİ KULLANIMINA İLİŞKİN GÖRÜŞ VE BEKLENTİLERİ

Endüstri Mühendisliğine Giriş. Jane M. Fraser. Bölüm 2. Sık sık duyacağınız büyük fikirler

Anaokulu /aile yuvası anketi 2015

TEŞEKKÜR Bizler anne ve babalarımıza, bize her zaman yardım eden matematik öğretmenimiz Zeliha Çetinel e, sınıf öğretmenimiz Zuhal Tek e, arkadaşımız

1 OCAK 31 ARALIK 2009 ARASI ODAMIZ FUAR TEŞVİKLERİNİN ANALİZİ

Sayın Bakanım, Sayın Rektörlerimiz ve Değerli Katılımcılar,

KİTAP İNCELEMESİ. Matematiksel Kavram Yanılgıları ve Çözüm Önerileri. Tamer KUTLUCA 1. Editörler. Mehmet Fatih ÖZMANTAR Erhan BİNGÖLBALİ Hatice AKKOÇ

İngilizce Öğretmenlerinin Bilgisayar Beceri, Kullanım ve Pedagojik İçerik Bilgi Özdeğerlendirmeleri: e-inset NET. Betül Arap 1 Fidel Çakmak 2

8. SINIF 4. ÜNİTE İSLAM DÜŞÜNCESİNDE YORUMLAR 1. Din Ve Din Anlayışı Kazanım :Din ve din anlayışı arasındaki farklılığı ayırt eder.

SOSYAL ŞİDDET. Süheyla Nur ERÇİN

YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI ENGELLİLER DANIŞMA VE KOORDİNASYON YÖNETMELİĞİ (1) BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Fizik I (Fizik ve Ölçme) - Ders sorumlusu: Yrd.Doç.Dr.Hilmi Ku çu

Üniversitelerde Yabancı Dil Öğretimi

M i m e d ö ğ r e n c i p r o j e l e r i y a r ı ş m a s ı soru ve cevapları

CÜMLE BİRİMLERİ ANALİZİNDE YENİ EĞİLİMLER

Olasılık ve İstatistik Dersinin Öğretiminde Deney ve Simülasyon

SİRKÜLER. 1.5-Adi ortaklığın malları, ortaklığın iştirak halinde mülkiyet konusu varlıklarıdır.

HALK EĞİTİMİ MERKEZLERİ ETKİNLİKLERİNİN YÖNETİMİ *

ARAŞTIRMA PROJESİ NEDİR, NASIL HAZIRLANIR, NASIL UYGULANIR? Prof. Dr. Mehmet AY

ANALOG LABORATUARI İÇİN BAZI GEREKLİ BİLGİLER

B02.8 Bölüm Değerlendirmeleri ve Özet

B E Y K E N T Ü N İ V E R S İ T E S İ S O S Y A L B İ L İ M L E R E N S T İ T Ü S Ü İ Ş L E T M E Y Ö N E T İ M İ D O K T O R A P R O G R A M I

Topoloji değişik ağ teknolojilerinin yapısını ve çalışma şekillerini anlamada başlangıç noktasıdır.

ÖĞRENME FAALĠYETĠ GELĠġMĠġ ÖZELLĠKLER

Öncelikle basın toplantımıza hoş geldiniz diyor, sizleri sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

İşletme Gelişimi Atölye Soruları

MİKRO İKTİSAT ÇALIŞMA SORULARI-10 TAM REKABET PİYASASI

KİM OLDUĞUMUZ. Bireyin kendi doğasını sorgulaması, inançlar ve değerler, kişisel, fiziksel, zihinsel, sosyal ve ruhsal sağlık, aileleri,

Fizik ve Ölçme. Fizik deneysel gözlemler ve nicel ölçümlere dayanır

EĞİTİM BİLİMİNE GİRİŞ 1. Ders- Eğitimin Temel Kavramları. Yrd. Doç. Dr. Melike YİĞİT KOYUNKAYA

Kalite Güvence ve Standartları

Analiz aşaması sıralayıcı olurusa proje yapımında daha kolay ilerlemek mümkün olacaktır.

MATEMATİK (haftalık ders sayısı 5, yıllık toplam 90 ders saati)

Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü :18

YETİŞKİNLER DİN EĞİTİMİ Akdeniz Müftülüğü

HİZMET ALIMLARINDA FAZLA MESAİ ÜCRETLERİNDE İŞÇİLERE EKSİK VEYA FAZLA ÖDEME YAPILIYOR MU?

SİİRT ÜNİVERSİTESİ UZAKTAN EĞİTİM UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar. Amaç

KAVRAMLAR. Büyüme ve Gelişme. Büyüme. Büyüme ile Gelişme birbirlerinden farklı kavramlardır.

GENEL İLETİŞİM. Öğr.Gör.Afitap BULUT Bülent Ecevit Üniversitesi 2013

İZMİR KÂTİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ENGELSİZ ÜNİVERSİTE KOORDİNATÖRLÜĞÜ VE ENGELLİ ÖĞRENCİ BİRİMİ ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI BİRİNCİ BÖLÜM

Rekabet Kurumu Başkanlığından, REKABET KURULU KARARI

T.C. NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ YAZILIM KULÜBÜ TÜZÜĞÜ. BİRİNCİ BÖLÜM Kuruluş Gerekçesi, Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Anonim Verilerin Lenovo ile Paylaşılması. İçindekiler. Harmony

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ BİLİMSEL DERGİLER YÖNERGESİ BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Akaryakıt Fiyatları Basın Açıklaması

MADDE 3 (1) Bu Yönetmelik, 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 14 ve 49 uncu maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır.

PATOLOJİ DERNEKLERİ FEDERASYONU ETİK YÖNERGE TASLAĞI. GEREKÇE: TTB UDEK kararı gereğince, Federasyon Yönetim

SERMAYE ġġrketlerġnde KAR DAĞITIMI VE ÖNEMĠ

ÇEVRE KORUMA TEMEL ALAN KODU: 85

DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI İş Sağlığı Programı

İNGİLTERE DE ÜNİVERSİTE PLANLAMA VE BÜTÇELEME ÖRGÜTÜ

Tasarım ve Planlama Eğitimi Neden Diğer Bilim Alanlarındaki Eğitime Benzemiyor?

YAZILI YEREL BASININ ÇEVRE KİRLİLİĞİNE TEPKİSİ

Ara rma, Dokuz Eylül Üniversitesi Strateji Geli tirme Daire Ba kanl na ba

Araştırma Notu 15/177

Akreditasyon Çal malar nda Temel Problemler ve Organizasyonel Bazda Çözüm Önerileri

MY16 Bulut PBX Benimseme Teklifi Hüküm ve Koşulları

REFORM EYLEM GRUBU BİRİNCİ TOPLANTISI BASIN BİLDİRİSİ ANKARA, 8 KASIM 2014

Tasarım Raporu. Grup İsmi. Yasemin ÇALIK, Fatih KAÇAK. Kısa Özet

1.Temel Kavramlar 2. ÆÍlemler

İÇİNDEKİLER. Bölüm 1: BİLİM TARİHİ... 1 Giriş... 1

T.C AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK YÜKSEKOKULU HEMŞİRELİK BÖLÜMÜ DÖNEM İÇİ UYGULAMA YÖNERGESİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

0 dan matematik. Bora Arslantürk. çalışma kitabı

Psikolojiye Giriş. Gözden geçirme oturumları. Evrim ve Akılcılık Ders 10. Pazartesi, 26/02, Salı, 27/02,

K U R A M V E U Y G U L A M A D A E Ğ İ T İ M Y Ö N E T İ M İ kış kış 2005 KİTAP ELEŞTİRİSİ

MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ YABANCI DĠL VE TÜRKÇE HAZIRLIK SINIFLARI EĞĠTĠM-ÖĞRETĠM ve SINAV YÖNERGESĠ Senato: 13 Ekim 2009 /

AMASYA ÜNİVERSİTESİ ETİK KURUL YÖNERGESİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Öğretmenlerin Hizmet İçi Eğitiminde Üniversitelerin Rolü

BİYOEŞDEĞERLİK ÇALIŞMALARINDA KLİNİK PROBLEMLERİN BİR KAÇ ÖZEL OLGUYLA KISA DEĞERLENDİRİLMESİ Prof.Dr.Aydin Erenmemişoğlu

GAZİANTEP İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ TÜBİTAK 4006 BİLİM FUARLARI PROJE YÜRÜTÜCÜLERİ TOPLANTISI

BBY 310 BİLGİ SİSTEMLERİ TASARIMI TASARIM PLANI ÖDEVİ [HİLAL ŞEKER& GÜLÜMCAN KAYI]

İ.Esenyurt Üniv.2016 Yüksek Lisans / Bahar Dönemi Yönetimde Yeni Gelişmeler Sunum 02. Hazırlayan; Erkut AKSOY

YÖNETMELİK KAFKAS ÜNİVERSİTESİ ARICILIĞI GELİŞTİRME UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ

Kadınları Anlamak Erkeklere Düşüyor

İSTEK ÖZEL KAŞGARLI MAHMUT LİSESİ

Resim-1: Mekanda Çift Yarık Deneyi

DENEY 2: PROTOBOARD TANITIMI VE DEVRE KURMA

SPOR KULÜBÜ HİZMET PROGRAMI

5. ÜNİTE KUMANDA DEVRE ŞEMALARI ÇİZİMİ

KÜRESEL GELİŞMELER IŞIĞI ALTINDA TÜRKİYE VE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ EKONOMİSİ VE SERMAYE PİYASALARI PANELİ

DENETİM VE SİVİL TOPLUM: KORE DENEYİMİ

BÜRO YÖNETİMİ VE SEKRETERLİK ALANI HIZLI KLAVYE KULLANIMI (F KLAVYE) MODÜLER PROGRAMI (YETERLİĞE DAYALI)

İŞLETMENİN TANIMI

I. EIPA Lüksemburg ile İşbirliği Kapsamında 2010 Yılında Gerçekleştirilen Faaliyetler

HEMŞİRE İNSANGÜCÜNÜN YETİŞTİRİLMESİ VE GELİŞTİRİLMESİ

Sayın Valim, Sayın Rektörlerimiz, Değerli Hocalarımız ve Öğrencilerimiz Ardahan Üniversitesi Değerli öğrenciler, YÖK Kültür Sanat Söyleşileri

Meriç Uluşahin Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Başkan Vekili. Beşinci İzmir İktisat Kongresi

MAT223 AYRIK MATEMATİK

Uzem Eğitmen Girişi. Şekil 1. Sisteme girdikten sonra Şekil 2 deki ekran karşımıza çıkacak. Bu ekrandaki adımları kısaca tanıyalım.

SPROGVURDERING OG SPROGSCREENING AF 3-ÅRIGE BØRN

Transkript:

VİYANA OKULU Derleyen: Ayhan Dereko, 23.03.2000. Viyana Okulu Nedir? Viyana Okulu, yeni olguculuk (neopozitivizm): 20. yy.'da Avusturya'da M.Schlick'in öğrencilerinin kurduğu "Viyana Okulu", "Viyana Çevresi" (Wiener Kreis) 'nde doğmuş olan felsefe akımı. "Mantıksal Olguculuk" olarak da adlandırılır. (Kısa sürede Avrupa ve Amerika'ya yayılmış ve gelişmiştir.) 1 Almanca Wiener Kreis, bilimsel dil ve bilimsel metodolojiyi sorgulamak üzere 1920'lerde Viyana'da düzenli aralıklarla bir araya gelen felsefeci bilim adamı ve matematikçinin oluşturduğu grup. Bu gruba özgü felsefi akım Mantıksal Olguculuk, Mantıksal Deneycilik, Bilimsel Deneycilik, Yeni Olguculuk yada Bilimlerin Birliği gibi değişik adlarla anılmıştır. 2 Viyana Çevresi 1922-1938 yılları arasında yaşamıştır; fakat tesirleri büyük olmuştur. 3 Yeni Olguculuk (Os. Nev ispatiye, İspatiyyei cedide, İspatiyyei müteceddiye; Fr. Neo-positivisme, Al. Neupositivismus, İng. Neo-positivism): Felsefeyi dil çözümlemelerine indirgeyen, bilimi de dille sınırlayan idealist akım. 4 İçinde bulunduğumuz yüzyılın en verimli, en etkili deneyci doğrultusu "Viyana Çevresi" (Wiener Kreis) dir. Moritz Schlick ve öğrencilerinin kurduğu bu okul kısa sürede başka ülkelere de yayıldı ve gelişti. Politik nedenlerle bu okulun üyelerinin büyük bölümü Avusturya'dan göç etmiştir. Özellikle İngiliz ve Amerikan felsefesini büyük ölçüde etkilemiştir bu okuldan göç edenler. Bu ülkelerde bugün egemen olan analitik felsefe büyük bir kesimi ile daha önce Viyana Çevresinde oluşturulan düşüncelerin geliştirilmesinden doğmuştur. Bu okulun başlıca temsilcileri Schlick, Carnap, Wittgenstein ve Reichenbach'tır. 5 Başlangıçta "Viyana Çevresi" adıyla anılan, daha sonraları "Mantıkçı Pozitivizm", "Mantıkçı Empirizm", "Yeni Pozitivizm" gibi isimlerle anılacak olan bu felsefe ekolü, M.Schlick'in 1923 yılından itibaren Viyana'da bir grup bilim adamının katıldığı seminerler düzenlemesiyle doğmuştur. 6 Viyana Okulunun Üyeleri Düzenledikleri seminerlerde H.Hahn (matematikçi), O.Neurath (sosyolog), V.Kraft (tarihçi), F.Kaufmann (hukukçu), K.Reidmeister (matematikçi), P.Frank (fizikçi), E.Kalia (psikolog), K.Gödel (matematikçi) gibi veya E.Zilsel, H.Feigl, B.V.Juhos, H.Neider, R.Carnap, F.Waismann gibi çeşitli bilimlerle uğraşmış ve felsefeye ilgi duyan düşünürler yer almışlardır. Nitekim M.Schlick de doktorasını M.Planck'ın yanında yapmış bir fizikçi olup, felsefeyle de yakından ilgilenmiştir. 7 Çevrede F.Waismann, H.Feigl, R.Carnap, F.Kaufmann gibi matematikçi-mantıkçı filozoflar, H.Hahn, K.Gödel, O.Neurath gibi matematikçi ve sosyologlar vardı. Ayrıca L.Wittgenstein, B.Russel, P.Frank, L.R.Ougier H.Reichenbach ile irtibat kurdular, yahut bunlar çevre ile alakalandılar. Viyana Çevresi H.Reichenbach - ki memleketimizde bir süre hocalık yapmıştır - yoluyla Nusret Şükrü (Hızır) tarafından temsil edilmiştir. Sembolik mantıkla bugün daha çok Doç.Dr. Teo Grünberg ile Dr. Adnan Onart meşgul olmaktadır. 8 1 Felsefe Terimleri Sözlüğü, Bedia Akarsu. 2 Britannica da Viyana Çevresi maddesi. 3 Felsefi Doktrinler Sözlüğü, S.Hayri Bolay. 4 Felsefe Ansiklopedisi, O.Hançerlioğlu. 5 Çağdaş Felsefe, Bedia Akarsu. 6 Tarihselciliğin Sefaleti, Karl R. Popper. 7 A.g.e. 8 Bolay, a.g.e. 1

Grubun kurucusu ve önderi bilgi ve bilim felsefecisi Moritz Schlick'dir. Üyeleri arasında Gustav Bergmann, Rudolf Carnap, Herbert Feigl, Philipp Frank, Kurt Gödel, Otto Neurath ve Friederich Waismann sayılabilir. Aynı doğrultuda Berlin'de toplanan Deneysel Felsefe Derneğinin üyeleri arasıda da Carl Hempel ve Hans Reichenbach bulunuyordu. 9 Başlıca temsilcileri: Schlick, Carnap, Wittgenstein, Reichenbach'tır. 10 Yeni olguculuğun temelleri Bertrand Russel, L.Wittgenstein, M.Schlick, R.Carnap, H.Reichenbach, A.Tarski, W.Quine, A.Pap, G.Ryle, A.Ayer tarafından atılmıştır. Öznel düşünceci yeniolguculuk, çağımızda, aynı yapıda olmak üzere, çeşitli adlar ve okullarla boy göstermektedir. Örneğin Avusturya'da M.Schlick'le öğrencilerinin kurduğu Viyana Okulu, İsveç'te Upsala Okulu, H.Reichenbach ve C.Hempel'le izdaşlarının oluşturduğu Berlin bilimsel felsefe derneği, Almanya'da ayrıca Münster grubu (Scholz), İngiltere de Lengüistik felsefe grubu ve ayrıca Moore'u izleyen analitik düşünürler (Stebbing, Wisdom vb.) Lvov-Varşova okulu (özellikle K.Ajdukiewicz), Viyana grubuna bağlı olarak Alman mantıkçı olgucuları (Carnap, Neurath vb.), Amerika'da Pragmacı yeni olgucu akım (E.Nagel, H.Morgenau, W.Quine, Morris, Bridgman vb.) ve ayrıca bilimsel görgücülük (Fr. Empirisme Scientifique) adı altında toplanan pek çok düşünür yeniolgucudurlar. 11 Viyana Okulu Faaliyetlerinin Teknik Yanı Çevre düşünürlerinin seminerlerde üzerinde çalıştıkları belli bir metin veya program olmamıştır. Bu düşünürleri bir arada tutan ortak bir amaç ve zihniyet birliğinden bahsetmek gerekir. 12 Grubun yaklaşımları resmi olarak 1929 da "Dünyanın Bilimsel Kavranışı: Viyana Çevresi" bildirisiyle duyuruldu. Aynı yıl Prag'da bir kongreler dizisinin ilki toplandı. 1938'de II. Dünya Savaşının patlak vermesiyle gruba yönelik siyasi baskılar Viyana Çevresinin dağılmasına neden oldu. Üyelerinin bir çoğu ABD'ye, bir kısmı da İngiltere'ye kaçtı. 13 Çevre tartışmalı toplantılar ve popüler eserlerle kendini iyice tanıtmıştı ve 1929'da "Bilgi" adlı dergiyi yayın organı olarak çıkarmak ihtiyacını duydu. V.Ç. bir çok ilmi ve felsefi kongrelere katılmış veya kongreler toplamıştır. 14 Magee- Viyana Çevresinden birinin adın andınız, Otto Neurath'ın. Biz bir grup insandan söz edeceğimize göre, önce bu grubun belli başlı üyelerinin kimler oldukları hakkında açıklığa kavuşabilir miyiz? Ayer- Çevrenin resmi önderi Moritz Schlick adlı bir adamdı. Aslında Almandı ve Viyana'ya 1920'lerin başında gelmişti, kendisi o sıralarda kırk yaşlarındaydı, hemen geldiği andan itibaren Çevreyi örgütlemeye başladı. Çoğu yada bir çoğu gibi, fizikçi olarak yetişmişti ve başlıca, fizik felsefesiyle ilgiliydi: nitekim, çevrenin önde gelen özelliklerinden biri doğa bilimlerine aşırı saygılarıydı. Schlick, o zaman, onların başkanıydı. Ondan sonra gelen en önemli kişi bir başka Almandı, Rudolf Carnap. Jena da büyük Alman mantıkçısı Frege nin öğrencisi olmuştu. Viyana ya Schlick ten birkaç yıl sonra 1920 lerin sonlarında geldi, ve 1930 ların başında Prag a gitmek üzere ayrıldı, ama yine de akımın içinde çok güçlü bir etki kaynağı olarak kaldı. Dergileri Erkenntniss e en çok yazı yazan kişiydi. Üçüncü kişiden daha önce söz ettim, Neurath: sanırım Avusturyalıydı. Siyasal olarak içlerinde en etkini oydu, hatta I. Dünya Savaşından sonra Münih teki devrimci Spartaküs Hükümetinde bir görev üstlenmişti. Marksistliğe çok yakındı pozitivizm ile Marksistliği birleştirmek istiyordu. Mantıkçı Pozitivizmin siyasal bir akım olması konusuna en çok o bilinçliydi, ve Mantıkçı Pozitivizmi siyasal olarak örgütlemek istiyordu. Neurath üçüncü büyük kişiydi: dördüncü (sanırım bu aşamada sözünü etmemiz gereken tek diğer insan) Gödel adlı çok daha genç bir adamdı, benden yalnızca birkaç yaş büyüktü. Biçimsel mantıkla ilgili devrimci buluşlar yaptı, fakat genel felsefeyle pek fazla ilgilenmedi. 15 9 Britanica. 10 Felsefe Terimleri Sözlüğü, B.Akarsu. 11 Hançerlioğlu, a.g.e. 12 Popper, a.g.e. 13 Britannica. 14 Bolay, a.g.e. 15 Yeni Düşün Adamları, Brain Magee. 2

Viyana Okulunun Fikirleri Bu düşünürler, E.Mach ın da (1838-1916) etkisiyle felsefeyi metafiziğe karşı bir anlayış içinde ve doğrulanabilir yargılardan ibaret hale getirmek istemişlerdir. Diğer bir deyişle, felsefenin, bilimde olduğu gibi doğrulanabilir (verifiable) bir yapıda olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Çevre düşünürlerine göre doğrulanamayan bir yargı metafizik bir yargıdır ve anlamsızdır. Bilimi doğrulanabilir olmakla, metafiziği ise doğrulanamaz ve dolayısıyla anlamsız olmakla bir tutan bu görüş neticesinde, anlam nedir?, doğrulama nedir? soruları ön plana çıkmış ve çevre düşünürlerinin üzerinde durduğu problemleri oluşturmuştur. 16 Lojistiğin matematiksel düşünme yöntemleriyle felsefeye güvenilir yeni bir temel sağlama çabasındadır. 17 Konulara yaklaşımları farklı olmakla birlikte, çevre üyelerinin yapıtlarının ortak noktası, öncelikle, herhangi bir bilimsel konunun bilimsel yapısının içeriğinden ayrı olarak tanımlanabileceği inancıyla, bilimsel kuramların biçimine verdikleri önemdir. İkinci ortak noktaları, bir önermenin anlamlılığının deney ve gözlem ile temellendirildiği savıyla oluşturdukları bir doğrulanabilirlik ilkesi ya da anlam ölçütüdür. Bu nedenle etik, metafizik, din ve estetik önermeleri anlamsız sayılır. Üçüncü ortak noktaları öteki iki noktanın bir sonucu olarak bir birleşik bilim öğretisini benimsemeleridir. Böylece fizik ve biyoloji bilimleri arasında ya da doğa ve toplum bilimleri arasında temel bir farklılık görülmez. 18 "Viyana Çevresi" denen filozoflar, deneyci ve ilmi felsefe anlayışına sahiptir. V.Ç. filozofları, pozitivizmin tesirinde olduklarından, bu harekete "Yeni Pozitivizm" de denmekte ise de esas "Empirisme Logique - Mantıkçı Ampirizm" adı verilmektedir. Bu isim daha isabetlidir. Çünkü üyelerin hemen hepsi yeni sembolik mantık taraftarı olup, hepsi de metafiziğe aleyhtar olarak tecrübecidirler (empiriste). V.Ç. ne göre felsefe bir doktrin değil, bir sistemdir. Bir etkinlik olarak felsefe, bilginin mantıki analizidir. Bu analizi ise ilmin analizi verecektir. Bu bakımdan felsefe, ilmin temellerini, çıkış noktalarını, metotlarını ve önermelerini mantığın imkanlarıyla incelemek, arındırmak ve ilim dışı unsurları atarak tutarsızlıktan kurtarma gayretidir. İlim ise deneye dayanır ve onunla temellenir. Akıl bu anlayışta yaratıcı değil sadece düzenleyicidir. Felsefe bir yandan deneyin uygun kullanılıp kullanılmadığını araştırır, bir yandan da düzenleyici vazifesini yerine getirip getirmediğini inceler. Bunu yapabilmek için de yeni bir alet'e (organa) ihtiyaç duyulmuş ve lojistik denen sembolik mantık geliştirilmiştir. V.Ç. matematiğin yapısı ve temellerinden, fiziğin temelleriyle ilgili problemlere, ihtimaliyetten, biyolojiden vitalizme, psikoloji, sosyoloji ve ahlaka kadar çok çeşitli sahalara ilgi duymuş ve bunların meseleleriyle uğraşmıştır. V.Ç. nin çoğu üyeleri metafiziği, formu bakımından manasız, vazifesi bakımından münasebetsiz vasıtalarla işlenmiş bir şiir olarak görmektedirler. 19 Pozitivizm ve mantıksal olguculuk, iki felsefi düşünceye verilen addır. Her iki düşüncenin de teoloji ve metafizik içermeyen, sadece fiziksel veya maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bilim anlayışı vardır. Daha eski olan pozitivizm, Auguste Comte'un 19. yüzyılda ortaya attığı düşüncedir. Daha yeni olan mantıksal pozitivizm 1920'de Viyana Çevresi tarafından kurulmuştur. "Pozitivizm, ciddi bilimsel sorgunun, bir dış kaynaktan gelen nihai sebepleri aramayan ama direkt gözleme açık olan gerçekler arasındaki ilişkilerle sınırlı olmasını söyleyen görüştür." Felsefede olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşü Genel çizgileriyle olguculuk, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular. 16 Popper, a.g.e. 17 Felsefe Terimleri Sözlüğü, B.Akarsu. 18 Britannica. 19 Bolay, a.g.e. 3

Pozitivizm terimini ilk kullanan Saint Simon (Sen Simon)'dur Bu felsefeyi geliştirip sistemleştiren August Comte (Ogüst Komt)'tur. Comte, sebep ve sonuçların gözetlenmesi gerektiğini savunmuştur. O,"Tarihi Toplumsal Evre" anlayışını "Üç Hal Kanunu" ile açıklar. Teolojik evre: Fenomenlerin tanrısal ya da manevi nedenlerle açıklandığı evre insanların her şeyi din ile açıkladığı bu dönem ortaçağa kadar uzanır. Metafizik evre: Olayların oluşunun soyut kuvvetlerle açıklandığı dönem toplumsal olayların özgürlük eşitlik gibi soyut kavramlarla açıklanması 1789'a kadar sürmüştür. Pozitif evre: Bu evrede insan sadece gözlemlenebilir olana yönelir.yalnızca olaylar arasındaki yasalar ya da değişmez bağlantılar incelenir. Ona göre bu evre insan düşüncesinin ve gelişiminin en yüksek basamağıdır. Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinliğe geçiş aşamalarına benzetir. Bununla birlikte Comte, pozitivizm niçinlerle uğraşmaz ama nasılları iyi bilir ilkesini koyar. Olguculuk tarihsel olarak, Avrupa'da Aydınlanma'nın ve Yeni Çağ bilimlerindeki önemli gelişmelerin bir sonucudur. Comte'un asıl amacı, toplum olaylarını bilimsel yönetmelerle inceleyerek topluma yeni bir şekil,yeni bir yön vermektir. Bunun için sosyolojiyi bilim olarak kurmuştur. Sosyolojiye fizik ve matematiğin yöntemlerini uygulamaya çalışmıştır. Bu bakımdan pozitivizm, deneyci felsefenin bir türüdür. Comte, fiziğin yöntemi ile olgular dünyasının doğru olarak bilmenin mümkün olduğuna inanır.olguların bilgisi olayların özünü ve gerçek nedenini vermez ama olayları idare eden kanunları verir. Bu kanunlarla, gelecek hakkında öngörüde bulunulur. Olguculuğun çağımızdaki gelişimi yeni olguculuk genel adını taşır. Yeni olguculuk; mantıksal atomculuk, genel semantik, mantıksal pozitivizm akımlarında belirir. Bu akımlar genel olarak felsefe sorunlarını dil sorunlarına indirgerler. Günümüz felsefesinde deneyci akımların ortak çizgisi her türlü fizik ötesinin yadsınmasıdır. Fizikötesi derken de yalnızca duygusal olanı aşan nesneler ürerine bir öğretiyi değil, gerçekliğe ve kural koyucu anlatımlara önsel (a priori) yolla varmaya çalışan her tür felsefeyi anlarlar. Onlara göre fizikötesi, gerçeklik üzerine bilimle ilişki kurmadan yapılan temellendirmelerdir. Deneycilerin ortak kanısı şudur: Salt düşünme ile ve deneysel denetleme ya da gözlem yoluyla denetleme olmadan gerçek dünyanın nitelikleri ve yasaları üzerine bir açıklık kazanmak olanaksızdır. Bilimsel bilgi ya biçimsel bilim olan mantık ve matematik alanında ya da deneye dayanan gerçeklik bilimlerinde olur. Tek tek bilimlerin bilgisi ile yarışmaya girişen ya da onu aşmaya çalışan bir felsefeye burada yer yoktur. Felsefi bir gerçeklik bilgisi olmadığına göre, öyleyse felsefe araştırmaları mantık, bilgi - ya da bilim kuramı ve temel araştırmaları ile sınırlamalıdır kendini. Felsefe artık bilimlerin sultanı olmak savı ile çıkmaz ortaya; bilimsel bilginin hizmetçisi, yardımcısı olur. Felsefe araştırmalarının konusu da gerçek ya da düşüncel (real ya da ideal) nesneler ve olaylar değil, bilimsel olan önermeler ve kavramlardır. Bilim kuramına ilişkin araştırmaların ödevi, tek tek bilimlerin temel kavramlarını ve düşünme yollarını açıklığa eriştirmektir. Bununla da kuramların kuruluşunda gerekli olan mantıksal ve dilsel gereçleri bu bilimlere verirler; böylece de araştırıcıların düşünsel enerjilerini boş yere yanlış bir doğrultuda gitmekten kurtarırlar. Modern deneyciliğin temsilcileri için belirleyici olan, araştırmalarının tek tek bilimlerde olduğu gibi kesin, sağlam bilim niteliğinde olduğu savıdır. Bu bilimsellik, felsefenin fizik ötesi doğrultularının tersine, bütün ileri sürülen savların özneler-arası (intersübjektif) sınanabilir olmalarıyla gösterilebilir. Her felsefe savı için sınama ölçütü konulmasıyla, her felsefe sorusunun bilimsel tartışması da olanaklı kılınmış olur. Böyle bir ölçütün konamadığı durumlarda, bununla ilgili soru anlamlı felsefe sorularından çıkarılmış olur. Özneler-arası sınanamayan yanıtların verilebileceği sorular, felsefenin görüntü-soruları olarak kabul edilir. Yeni Olguculuk felsefesi, metafizik anlatımların denetlenemez olduğunu söylemekle kalmaz; metafiziğin kavramlarını eleştirir, metafizikçinin kullandığı adları, yüklemleri eleştirir; bu anlatımların özneler-arası 4

anlaşmaya olanak verecek anlamları olmadığını öne sürer. Deney bilimlerinde yeni kavramların belli koşullarda deneyde karşılığını bulabiliriz; onların uygulanma alanı vardır. Oysa örneğin "evren temeli", "töz", "varlık ilkesi", "ruh" gibi sözcüklerin bir karşılığını bulamıyoruz uygulamada. Yeni Olguculuk, kuramsal kavramlar için bile empirik bir ölçüt verilebileceği kanısındadır. Böylece deneyci filozoflara göre bilimsel bilgi şu koşullarda gerçekleşir: Bilimde kullanılan kavramlar mantığın ve matematiğin biçimsel kavramları olmadıkça, empirik kavramlar olmalıdır. Empirik kavramlar uygulanmalarına yalnızca gözlemler yardımıyla karar verilebilen kavramlardır. Bu koşulu yerine getirmeyen kavramlar görüntükavramlardır, bu yüzden bilimden atılmalıdırlar. Ayrıca bilimsel kabul edilen bütün anlatımlar ya salt mantıksal temellendirilebilir olmalıdırlar ya da deneye elverişli, deneyle doğrulanabilir anlatımlar olmalıdırlar. Aslına bakılırsa, bu günümüz deneycilerine göre, bir anlamı olan fizikötesi önermeler, fizikötesi anlatımlar yoktur; hepsi de bu önermelerin anlamsız sözcük bağlantılarıdır. Metafizikçiler, onlara göre, dile gelmez şeyleri dile getirmek isterler. Bu da olanaksızı yapmak istemektir. Örneğin Wittgenstein'ın "Tractatus"unda son söz olarak söylediği şudur: "Konuşamayacağı, dile getiremeyeceği şey üzerinde, insan susmalıdır." Mantıksal Atomculuğun Temel İlkeleri 1. Her önerme nihai olarak temel önermelerin bir doğruluk fonksiyonu biçimine çözümlenebilir. 2. Bu temel önermeler (elemanter önermeler) atomik olguların (şey-durumlarının) varlığını dile getirir. 3. Temel önermeler karşılıklı olarak birbirinden bağımsızdır, yani her biri diğerlerinin doğruluğu/yanlışlığından bağımsızca doğru/yanlış olabilir. 4. Temel önermeler anlamsal bakımdan basit olan sembollerin, yani adların dolaysız kombinasyonlarıdır (kümelenmeleridir). 5. Adlar karmaşıklıktan tamamen arınık olan varlıklara, yani nesnelere işaret ederler. 6. Atomik olgular bu basit nesnelerin kombinasyonlarıdır (kümelenmeleri/birbirine bağlanmalarıdır). Önemli hususlar: - Buradaki atomlara fiziksel analiz değil, mantıksal analiz yoluyla ulaşılacaktır. Bu yüzden adı mantıksal atomculuktur. - Bu atomlar gerçekliğin nihai/son bileşenleridir. Yani iki temel kabul var: 1) Varlık basit/bölünemez, anlamsal bakımdan ayrıştırılamaz temel birimlerden kuruludur. 2) Bunlara ancak mantıksal analiz yoluyla ulaşılabilir. Günümüz deneycilerini eski felsefeden ayıran bir diğer nokta da bilim ile sanat ve dinin açık bir ayrılmasının zorunluluğuna inanmalarıdır. Deneycilere göre, şimdiye kadar ki felsefe bu ayırımı yapmamıştır. Eski felsefe yazıları yarı bilimsel yarı şiirsel ve dinsel yazılardır, bu yüzden de kuramsal içeriklerini yitirirler ve yaşantıları dile getirirler, bundan böyle ilkece eksik kalırlar. Yeni felsefe bu ayrılığı kesinlikle gerçekleştirmek ister. Filozof artık işini ciddiye almalı, bu deneycilere göre, eski metafizikçilerin yaptığı gibi "kavramlarla beste yapmaya, ya da resim çizmeye, ya da dua etmeye girişmemeli". Viyana Okulunun kurucusu olan Schlick e göre, her şeyden önce önemli olan, bilgi kuramını kesin olarak yaşantı ve görü kavramından ayırmaktır. Bu ayırıma dikkat etmemek insanı felsefede en büyük yanılmalara götürür. Yaşantı ve algıda özne ile nesne karşı karşıyadır. Bilgide ise oldukça karışık bir bağlantı vardır; "insan bir nesneyi bilir" (algıladığı biçimde) demenin bir anlamı yoktur, tam tersine ancak şu söylenebilir: 5

insan bir nesneyi "bir şey olarak" bilir. Bilgi bilen özne ile bilinen nesne arasında ikili bir bağlantı değildir; özne, nesne ve nesne olarak bilinen şey arasındaki üçlü bağlantıdır. Bilgiyi algıya benzeştirerek bilen özne ile bilinen nesne arasındaki bağlantı olarak görmek, Schlick'in "sezgicilik" (intuitionism) dediği felsefe doğrultularının yanılgısıdır, bunlar bilme ile tanıma arasındaki ayırımı göremiyorlar, ona göre. Schlick şunu göstermek ister: Bilinenin tanınmış da olması zorunluluğu yoktur. Bilme ve tanımanın birlikte gitmesi gerekmez. Buna en iyi örnek kendi ben'imiz ve onun bilinç olaylarıdır, ki en iyi tanıdığım halde en kötü bildiğimiz şeydir; buna karşılık en az tanıdığımız fiziksel evren üzerine en iyi bilgilere varıyoruz. İçgüdüsel olarak ve açık bir bilinç olmadan uygulanan tümevarımsal mantığı gün ışığına çıkarmak ve sağın kurallar biçiminde formüllemek tümevarımsal mantığın ödevi olmalıydı, tıpkı Aristo'dan modern biçimsel mantığa kadar tümdengelimli çıkarımlar için yapıldığı gibi. Tümevarımlı çıkarımlarda sonucun güvenirlikle geçerli olmayışı dolayısıyla tümevarımlı mantığın temel kavramı da mantıksal çıkarım ya da vargı kavramı değil, olasılık kavramıdır. Tümevarımlı çıkarımlar olasılık-çıkarımlarıdır; tümevarımsal bir çıkarımın sonucu ancak belli bir olasılıkla geçerlidir. Carnap iki olasılığı önemle ayırır: istatistik olasılık (olayların olasılığı), tümevarımsal olasılık. Tümevarımsal olasılık istatistik olasılık gibi olayların ya da şeylerin özelliği üzerine bir şey söylemez, tersine o bir varsayımla belli deney-verileri arasındaki bağlantıyı içermektedir. Böylece tümevarımsal olasılık varsayımın deney-verileriyle pekiştirilme derecesini verir. Önermeler söz konusu olduğunda, bunların anlamlı olarak görülebilmeleri için, hangi koşullar altında doğru ve hangi koşullar altında yanlış olduklarını verebilme durumunda olmalıdır insan. Önermeler için doğruluk koşullarının formüllenmesi ilkin doğrulama yöntemi ile özdeşleştirildi. Wittgenstein bunu şöyle dile getirir: Bir önermenin anlamı onun doğrulama yönteminde bulunur. Bir kimsenin anlattığı bir şeyden ne kastettiği öğrenilmek istendiğinde, ona bununla ne kastettiğini sormanın pek bir yeri yoktur, bunu sormakla bir şey elde edilmez, çünkü başka anlatım açık değilse, sonradan verilecek yanıt da yine açık olmayacaktır. Onun için o soru yerine şunu sormalıdır: "Bu anlattığını nasıl doğrularsın?" Ancak ve ancak o zaman soru yöneltilen, bu soruya yanıt verebilecek durumda ise, söylediği şey anlamlı olarak kabul edilebilir. Bununla empirik anlam ölçütünün ilk ve temel tutumu belirmiş oluyor. Anlatılanın doğrulanabilirliği, onun empirik anlamlı olarak kabul edilebileceğinin zorunlu ve yeterli bir koşulunu oluşturur. Başka deyişle anlatılanın anlamlı olabilmesinin temel koşulu, onun doğrulanabilir olmasıdır. Doğrulanma olanağı olan önermeler ancak anlamlı olarak kabul edilebilirler; bütün öteki önermeler gibi görünen kuruluşlar görüntü-önermeler olarak bir yana bırakılmalıdır, dıştan bakıldıkta anlamlı önermeler biçiminde görünseler de. Doğrulama olanağı empirik anlamda değil, mantıksal anlamda anlaşılmalıdır. Bir önermenin doğrulanması, teknik nedenlerden olanaksız da olsa, mantıksal olarak düşünülebiliyorsa - örneğin başka bir gezegende yüksek canlı varlıkların varolabileceği sorusunda olduğu gibi - bu önerme, anlam ölçütüne göre, anlamlı olarak kabul edilmektedir. Fizikötesi anlatımları empirik anlam ölçütünü gerçekleştiremezler. Bundan dolayı anlamsız olarak gösterilmektedirler modern deneyciler ve mantıkçılarca. Metafizik önermeler anlamsızsa, bu metafizik dizgelerin boyuna kuruluşu ve bilimsel tartışmaların konusu oluşu nereden geliyor? Carnap'ın yanıtı şu: Bilim insanın tek düşünsel-tinsel uğraşı değildir; sanat da din de ayrıca uğraşılarıdır. Metafizik dizgelerse bu üç alandan oluşan açık-olmayan ve bu üç alanın karışımı olan kuruluşlardır. Metafizikçilerin "başsız-sonsuz bilmece" dedikleri o büyük sorunların durumu nedir öyleyse? Yanıt şu:bilimsel sorun olarak o sorunlar hiç yoktur. Çünkü bir sorun ancak şurada vardır: Bir önerme kurulur ve bu önermenin doğru mu yanlış mı olduğuna karar verme ödevi ile bağlanır. Önerme anlamsızsa, ona ilişkin sorun da aynı biçimde bir görüntü-sorundur. Bunun filozoflarca görülemeyişi, kuramsal sorunlarla pratik sorunların birbirine karıştırılmasındandır. Kuramsal sorunları yanıtlamakla yaşam sorunlarının da çözülebileceği sanılmamalıdır. Bütün anlamlı soruları yanıtlasak bile, yine de yaşam için çok az şey başarırız. Yaşam sorunları yaşamın kendisinde, bilimin dışında, egemendirler. Deneyci filozoflar özellikle şu noktayı vurgularlar: Çalışmalarını öteki filozoflardan ilkece ayıran, kendilerinin hiçbir kesin, son doğruları öne sürme gibi savları olmayışı; tam tersine kavramları kesinliğe kavuşturma, sağın bir bilim dili kurma ve tek tek bilimlerin yöntemleri üzerine açıklık getirme denemesine girişmiş olmalarıdır. Her kazanılmış yeni görüş yeniden gözden geçirilir yada tutulan yolda çıkış görülmüyorsa büsbütün bırakılır. Böylece felsefe araştırmaları da bilimsel ilerleme sürekliliğine bağlı kılınmış olur. Kendi kuramını inanca dayalı bir dünya görüşü olarak sunan ve kendi kişiliğinin gücü ile bunu kabul ettirmeye çalışan bir filozofun empirist (deneyci) alanda yeri yoktur onlara göre. Carnap'a görüşlerini sık sık değiştiriyor diye itirazlar yapılmıştır. Carnap'ın kendisi bu tutumu anlamsız bulur ve felsefe sorunlarına karşı bilimsel olmayan bir tutum olarak niteler. Hiç bir zaman kesin bir sav öne sürmemiş, son sözü söyleme savında bulunmamıştır. Gerektiğinde eski görüşlerini hiç çekinmeden bırakmış ya da yeniden gözden geçirmiş ve düzeltmiştir. Bütün bilimsel felsefecilerin tutumu budur. 20 20 Çağdaş Felsefe, Bedia Akarsu. 6

Viyana Okulunda bilim birliği düşüncesi özellikle ortaya atılmış ve içinde her bilimsel savın dile getirilebileceği bir bilimde dil birliği gereksinimi üzerinde durulmuştur. Böyle bir dilde iki şey yerine getirilmelidir: 1. Böyle bir dil özneler-arası bir dil olmalıdır, yani herkesin kullanabileceği ve göstergeleri herkes için aynı anlamı taşıyan bir dil. 2. Evrensel bir dil olmalıdır, bu dilde herhangi bir konu dile getirilebilmelidir. Carnap ile Neurath ancak fizik dilinin bu iki gereği yerine getirebileceği görüşündedirler. Bu yüzden de bu görüşe "Physikalismus" (fizikselleştiricilik) denmiştir. Fiziksel dil salt niceliksel dil olduğundan, bu dilde tüm önermelerde ancak ölçülebilir (metrik) kavramlar kullanıldığından, Carnap sonradan bu fiziksel savı daha yumuşatmıştır, burada artık niceliksel kavramlar yanında nesnelerin gözlemlenen nitelikleriyle ve nesneler arasındaki gözlemlenen bağıntılarla ilişkili olan niteliksel kavramları da içeren bir "şey" dili (Dingsprache) ya da "cisimler dünyası dili" söz konusudur. Buradaki fizikselleştiricilikten yumuşatılmış olan sav anlaşılmalıdır. Her iki biçiminde de fizikselleştiricilik şunu ister: fiziksel yüklemler tek bilim dilinin temel yüklemi olmak zorundadır. Ama bütün yasalılıkların fiziksel yasalara geri götürülmeleri gerekir gibi bir savla hiçbir ilgisi yoktur bunun. Böyle bir şey söz konusu değildir burada, istenen yalnızca dil birliğidir. Özellikle 1920 ve 1930 larda etkili olmuş, Viyana Çevresi adıyla da tanınan neopozitivist düşünürlerin üzerinde uzlaştıkları ortak noktalardan birisi de tek bir bilim idesine karşı besledikleri derin inançtı. Onlar farklı yöntemler ve yaklaşım tarzlarının ortaya çıkardığı bir bilimler çokluğuna karşı çıkıyorlar, bilimlerin birbirinden kopuk, bağımsız, birbiriyle ilgisiz olarak tasarlanışlarının rahatsız edici anarşik bir manzara arzettiğini, bu durumun pozitif bilimin son iki yüzyılda ortaya koyduğu birlikli evren/varlık tasarımını zedelediğini düşünüyorlardı. Onları en fazla motive eden etki, doğru ve anlamlı bilginin sağlaması gereken evrensel ölçütleri ortaya çıkardıklarını, ve bu ölçütlerin ne tür bir bilgi etkinliği olursa olsun bir bilim olma iddiası taşıyan bütün disipliner faaliyetler için geçerli olduklarını düşünmeleriydi. Söz konusu ölçütler doğru ve anlamlı bilginin nasıl üretilmesi gerektiğine dair tanımlamalar içerdiği için aynı zamanda bilginin üretilmesi sürecine evrensel-zorunlu koşullar ve sınırlamalar da getiriyordu. 21 Böyle bir çerçeve içinde, farklı adlarla anılan bilimler arasındaki ayırım, basitçe, araştırdıkları konuların ve inceledikleri nesnelerin farklılığına indirgenmiş oluyor, her türlü incelemearaştırma alanları için ortak yöntemlerin söz konusu olduğu bir bilimler birliği protresi ortaya çıkıyor, ve bunun da ötesinde bütün bilimler için tek bir evrensel bilim dilinin mümkün oluşu sağlanıyordu. 22 Pozitivizm, her türlü fenomenin ilke olarak doğal bilimlere ait yöntemler kullanılarak açıklanabileceğini öne süren öğretidir. Mantıkçı pozitivistler 1930 larda Viyana Çevresi diye bilinen topluluğu oluşturmak üzere Viyana da biraraya geldiklerinde felsefi sorunları bilimsel bir şekilde çözümlenmeye imkan verecek biçimde yeni baştan dile getirmeye çalıştılar. Bunu yapabilmek için, neyin anlamlı sayılabileceğini belirleyen özel bir ölçütün kullanımına başvurdular, ve bu ölçüte uymayan herhangi bir felsefe cümlesi anlamsız olarak sınıflandırıldı. Anlamlı olanı anlamsız olandan ayırmaya yarayan bu ölçüt Doğrulama İlkesi olarak adlandırıldı. Doğrulama İlkesine göre bir cümle ancak ve ancak onun doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya koyan bir işlem yada deneme yapılabiliyor veya böyle bir işlemi gerçekleştirmeye imkan tanıyor ise anlamlıdır. Dolayısıyla bir cümle ancak, hiç değilse ilke olarak ispatlanma veya çürütülme imkanına sahipse anlamlıdır. Açıktır ki, bu ölçüte göre, felsefe içindeki bir çok geleneksel düşünceler -örneğin evrenin kökenine ilişkin, Tanrı nın yada ruhun varlığına ilişkin düşünceler- anlamdan yoksun sayılacaktır. Mantıkçı pozitivistlerin bu düşünceleri yanlış saymadıkları, ama bunun yerine bunları tamamen anlamsız gördüklerine dikkat etmelidir. Bundan başka, onlara göre cümlelerin doğruluk yada yanlışlığını belirlemenin iki ve yalnızca iki ana yöntemi vardır, ve bu yüzden de doğru yada yanlış cümleleri içeren iki ve yalnızca iki ana cümle sınıfı sözkonusudur. Birinci cümle sınıfı matematik ve mantığın totolojilerini (eşsözleri) ve aslında bütün tanımlamaları içerir. İkinci cümle sınıfı ise gözlem yoluyla onaylanabilen veya çürütülebilen bilimsel ve sağduyu cümlelerini içerir. Bu ikinciler deneysel (empirik) cümleler olarak bilinir. Anlaşılacağı üzere iki sınıfa da doğrudan doğruya dahil edilemeyecek çok fazla sayıda felsefe cümlesi sözkonusudur. Bu cümlelerin anlamı, olsa olsa onları dile getiren insanların duygularını ifade etmesi olarak kabul edilebilir. Mantıkçı pozitivistler, Doğrulama Ilkesinin felsefe diline uygulanması sayesinde, tüm hakiki felsefe sorunlarını bilimsel yolla çözümleyebileceklerini umut ettiler. Sözde-sorunlar olarak gördükleri geri kalan anlamsız fazlalıklar güvenilir bir şekilde dışarıda bırakılmış olacaktı. 21 Viyana Çevresi düşünürlerinin, neyin anlamlı sayılabileceğini belirleyen özel bir ölçüt olarak ileri sürdüğü Doğrulama İlkesine göre, matematik ve mantığın totolojileri hariç, bir cümle ancak ve ancak onun doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya koyan bir işlem yada deneme yapılabiliyor ise, veya böyle bir işlemi gerçekleştirmeye ilke olarak imkan tanıyor ise anlamlıdır. 22 Von Wright ta Açiklama Ve Anlama, Ayhan Dereko, 1. 7

Psikoloji ile doğal bilimler arasında mevcut olan niteliksel farklılıkları gidermek arzusu taşıdığı için, Hempel in mantıksal davranışçılığı bu projenin bir uzantısı kabul edilebilir. Gerçekte Hempel psikolojinin doğal bilimlerden biri olduğunu göstermek istiyordu. Böyle düşünmesinin sebebi, onun da mantıkçı pozitivistler gibi bilimlerin birliğine duydukları inancı -bilimlerin doğal dünyayı açıklamakta birbirini tamamlayan bir bütün oluşturduklarına dair inancı- paylaşıyor olmasıydı, ve ona göre doğal bilimlerin kesinliği ve açıklama gücüne psikoloji ve metafiziksel felsefe sahip görünmüyordu. Hempel in yöntemi psikolojiyi fiziksel bilimlere indirgemektir. Bir konu, eğer kuramsal içeriğinin çevirisi yapılabiliyorsa bir başka konuya indirgenebilir dir. Örneğin biyoloji kimyaya indirgenebilir, eğer ancak ve ancak, ilke olarak biyolojinin herhangi bir cümlesinin anlamda herhangi bir kayıp olmaksızın kimyanın bir veya birden fazla cümlesine çevirisi yapılabiliyorsa (bu kimya cümleleri isterse aşırı uzun ve karmaşık olsun). Bu görüşe göre ideal durumda, bütün bilimler son tahlilde fiziğe indirgenebilirler. Hempel e göre psikolojinin indirgenmesinde temel adım, psikoloji cümlelerinin insan bedeninin fiziksel davranışı hakkındaki cümlelere çevrilmesidir. Anlaşılacağı gibi bu görüş Viyana Çevresinin, bir cümlenin anlamlı olabilmesi için onun doğrulanabilir olması zorunludur, şeklindeki görüşü ile tamamen uyum içindedir. İnsanların zihinsel halleri ile ilgili yargıların doğrulanması hakkındaki güçlük hep bilinegelmiştir. Aslında felsefede başka zihinler olarak bilinen sorun da bu güçlüğü dile getirir, ve bir kişinin bir başkasının ne düşündüğünü bilemeyeceğini, ve hatta kendinden başka düşünen bir öznenin olup olmadığını dahi bilemeyeceğini ifade eder. Bu sorunu başka türlü ifade etmek de mümkün: başka insanların düşünüp düşünmediğini, ve eğer düşünüyorlarsa ve ne düşündüklerini biliyorsak, o halde nasıl olup da bunu bilebiliyoruz. Hempel bu sorunun bir sözde-sorun olarak devre dışı bırakılabileceğini, ve psikolojinin, bilimsel bir içeriğe sahip ve gözlemle onaylanabilen yada çürütülebilen cümleler içerecek şekle sokulabileceğini umut eder. Zaten, insan davranışı ile ilgili yargılar da bu özellikleri sağlarlar. Hempel bu projenin zorluklar içerdiğinin tamamen farkındadır. Pek çoklarının zihinsel olanı indirgenemez, öznel, mahrem ve yalnızca içgözleme açık bulunan deneyimsel bir boyuta sahip saydıklarını, o da bilir. Bundan başka, birçok kuramcının -örneğin bunların arasından ondokuzuncu yüzyıl alman filozofu Wilhelm Dilthey ın- zihinsel halleri doğaları gereği anlam yüklü saydığını, ve bu kuramcılara göre bu anlamların ancak, anlayış gücü ( Verstehen ) denen hayalgücünün etkin bir atılımı yoluyla kavranıp değerlendirilebilir olduğunu da bilir. Buna ek olarak, zihinsel olanın, doğası gereği kültüre-bağımlı olduğu, ve bireysel olanın zihinselliğini, bu bireyselin parçası bulunduğu topluluğun zihinselliğini anlamadan, anlamanın imkansız olduğuna dair yargılar da vardır. Hempel, bu yargılar devamlılığını sürdürdükçe psikolojinin doğal bilimler kümesine dahil edilebilmesinin önündeki aşılamaz engellerin kalkmayacağının farkındadır. Fakat Hempel e göre bu yargılar devamlılığını sürdüremeyecektir, çünkü bunlar anlamdan yoksundur. Hempel, içgözlem ve Verstehen psikolojisine dair bu yargıların anlamsız olduklarını göstermek, ve onları söküp atmak gayesi ile, çok açık bir şekilde Doğrulama Ilkesine müracaat eder. Bu bağlamda düşüncesini, Bir cümlenin anlamı, onun doğrulanma koşulları yoluyla saptanır ( The logical analysis of psychology [Psikolojinin mantıksal çözümlemesi], s.17) diye dile getirir. Oysa sözde mahrem olduğu ileri sürülen zihinsel olaylar hakkındaki cümleler, istenen doğrulanma koşullarını sağlamazlar, dolayısıyla herkesin aşina olduğu böylesi yargılar gerçekte sözde-yargılardır, yada saçma beyanlardır. Böylesi yargılar, Hempel in aşağıda tarifini yaptığı sınıfa sokulurlar: Hakkında doğrulanma koşullarının hiçbir şekilde gösterilemediği, ve sınama şartları ile ilke olarak karşı karşıya getirilemeyen bir cümle, içerikten tamamen yoksun ve anlamdan tamamen mahrum sayılmalıdır. Konuşurken böyle bir cümle kullandığımızda, aslında doğru bir cümle değil, içerikten yoksun olmakla birlikte düzgün bir sözdizimine sahip gözüken, bir sözde-cümle kurmuş oluruz. ( The logical analysis of psychology, s.17) Hempel, bir kişinin düşündüğünü, veya acı çektiğini, yada belirli duygular hissettiğini bildiren bir yargının anlamsız olduğunu ileri sürmemektedir; onun savunduğu, böyle bir yargıdaki anlamın ancak özel bir yolla doğru olarak saptanabileceğidir. Psikolojik yargıların anlamları, onlar hakkındaki sınama şartları nı dile getiren cümleler yoluyla saptanır. Hempel bu durumu açıklamak için bir örnek sunar, Paul ün dişi ağrıyor ( The logical analysis of psychology, s.17). Bu cümlenin anlamını anlayabilmek için, onu doğru kılacak durumları gözönünde tutmak zorundayız. Böylece Paul ün dişi ağrıyor cümlesinin doğruluk koşullarını, yada bu cümlenin hangi şartlar altında doğrulanabileceğini tanımlayan bir dizi cümleyle karşı karşıya geliriz. Bu cümlelere, davranışla ilgili koşullar diyoruz. Diş ağrıyan kişi bağırabilir, dişinin ağrıdığını belli eden hareketler yapar, dişinin ağrıyıp ağrımadığı sorulduğunda bunu samimiyetle onaylar, ve bundan başka, dişi çürüme belirtileri gösterir, kan basıncında ve merkezi sinir sisteminde manidar değişimler görülür. Burada şuna dikkat etmek gerekir ki, bütün bu davranışsal ve psikolojik fenomenler, Hempel e göre bu cinsten bir olayın -yani diş ağrısının- yalnızca birer alameti olmaktan ziyade tam tersine, bunlar ona göre diş ağrısı dediğimiz şeyi meydana getirirler. Bunları dile getirmek yada anmak, diş ağrısı kelimesinin anlamını saptamakla eşdeğerdir. Kendisinin ifadesiyle: bu psikolojik cümleyi doğrulayan durumların tümü, fiziksel sınama cümleleri ile ifade edilirler ( The logical 8

analysis of psychology, s.17), ve bir cümlenin anlamı onun doğrulanma yöntemi sayıldığı için, bu psikolojik cümlenin anlamı da sözkonusu sınama cümleleri ile belirlenir. Dolayısıyla ağrı kelimesi gerçekte, öznenin belirli davranış şekilleri sergilediği olgusuna işaret eden, bir sembol terimden ibarettir: bir kişinin çektiği ağrı hakkında olan incelediğimiz cümle, buna göre... basitçe, bu cümleye ait sınama şartlarının sağlandığı olgusunun kısaltılmış bir ifadesidir ( The logical analysis of psychology, s.18). Hempel e göre benzer çözümleme bizim psikolojik kavramlarımızın tümüne tatbik edilebilir. Eğer Hempel haklı ise, bu durumda bize sadece ele aldığı konu doğal bilimlerin yöntemleri -denetlenebilir deneyler, dikkatli gözlem, varsayımların uygulanması, olayların doğal yasalara göre sınıflandırılması gibi yöntemler- kullanılarak işlenebilen bir psikoloji önermiş olmakla kalmıyor, aynı zamanda psikolojiyi fiziğe indirgeme yi de başarmış oluyor. Hempel in ulaştığı konumu, kendi özetlemesi ile aktarmak yerinde olur: Bütün anlamlı psikolojik cümleler, diğer bir deyimle ilke olarak doğrulanabilir olanlar, yalnızca fiziğin kavramlarını içeren ve bunun dışında hiçbir psikolojik kavram içermeyen cümlelere çevrilebilir. Psikolojinin cümleleri, buna göre fizikselci cümlelerdir. Psikoloji, fiziğin ayrılmaz bir parçasıdır. ( The Logical Analysis of Psychology, s.17) Fizikselci cümle tabiriyle Hempel, anlamda hiçbir kayıp olmaksızın fiziğin sözdağarcığına çevirisi yapılabilen bir cümleyi kasteder. Eğer bir cümlenin anlamı onun doğrulanma yönteminden ibaretse, ve psikolojik yargıların yalnızca herkesçe gözlemlenebilir bedensel davranışa bakılarak doğrulanabileceği doğru ise, o zaman psikolojinin gerçekten de fiziğe indirgenebileceğine dair görüşünde haklıdır. Çünkü bizim bedensel davranışımız, inkar edilemez bir şekilde, fizikçilerin yasalara bağlı olarak üzerinde işlem yaptıkları doğal fiziksel dünyanın bir parçasını oluşturmaktadır. Yok eğer bu açıklamayı tatmin edici bulmuyorsak, o zaman düşünce, ağrı yada duygu gibi psikolojik terimlerin ne anlama geldiğini açıklama yükümlülüğü bizim omuzlarımıza binmektedir. Zihinsel bir terimin, anlamda bir kayıp olmaksızın davranışla ilgili bir terime çevrilebildiğini reddedebiliriz, am bu durumda bizden, çeviri sırasında kaybolduğu öne sürülen içeriği de belirleyebilmemiz istenir. 23 Magee- Şu, akla pek uzak olmayan bir basitleştirme olmaz mı? Mantıkçı Pozitivistlerin görüşüne göre felsefenin görevi, inanıla gelmiş olduğu gibi, dünyayı öğrenmek ya da betimlemek değildi. Bu alanın tümü, değimi uygunsa, bir arada alınan çeşitli bilimlerce kapsanmıştı ve felsefeye yer bırakılmamıştı. Dolayısıyla, felsefenin görevi bu bilimlerin yöntemlerini inceltmek - kullandıkları kavramları ve kanıtlama yöntemlerini açıklığa kavuşturmak olarak görmüşlerdi. Bu sonuncusu belki de en önemlisiydi: Bilimin kullanabileceği kanıtlama yöntemleri arasında meşru olanları meşru olmayanlardan ayırmak. Ayer- Doğru. Teknik olarak, felsefe ikinci-basamak bir konu olarak görülmeye başlandı diyebilirsiniz. Birinci-basamak konular dünyadan söz ediyorlardı: bu ikinci-basamak konu ise, onların dünyadan söz edişlerinden söz ediyordu. Böylece - Gilbert Ryle'ın deyimiyle - felsefe "söz etmekten söz etmek" olarak görülmeye başladı. Magee- Bu, felsefeyi şu duruma götürüyor. Birisi herhangi bir tür bildirimde bulunduğu zaman, onu hemen dilde formüllenmiş bir önerme olarak parçalamaya başlarsınız. Kullanılan kavramları aydınlatma yollarını arar, önermelerin içindeki terimlerin birbirleriyle olan ilişkilerini çözümler, mantıksal biçimini açıklığa kavuşturur ve benzeri şeyler yaparsınız. Ve felsefe az sonra tümceler ve sözcükler hakkındaymış gibi gözükmeye başlar. Gerçekten de, birçok felsefeci-olmayanlar, çoktandır felsefecilerin yalnızca dille ilgilendikleri görüşünü edinmişlerdir demek doğru olacaktır. Çoğu kez küçümseyerek, felsefeciler "sözcüklerle oynuyor" denir. Felsefeye karşı bu önyargının neden yanlış konulduğunun bir açıklamasını yapar mısınız? Ayer- Farklı söyleyiş türlerini ayırdettiği ve bazı dışavurum türlerini çözümlediği ölçüde, felsefenin önemli bir bölümü kuşkusuz dil hakkındadır. Bunun için özür dileyecek değilim. Ama bunun ötesinde, bence yanıt "dil hakkında" ile "dünya hakkında" arasındaki ayırımın o kadar keskin olmadığıdır, çünkü dünya bizim betimlediğimiz dünyadır, yani kavramlar dizgemizde biçimlendiği haliyle dünyadır. Kavramlar dizgemizi açımsamaya çalışırken, aynı zamanda dünyayı da açımsıyorsunuzdur. Bir örnek alalım. Nedensellik sorusuyla ilgilenildiğini düşünelim. Nedenselliğin dünyada olan bir şey olduğuna kuşkusuz inanıyoruz: Anofel sivrisineği tarafından ısırıldım, öyleyse sıtmaya tutulurum vb.: bir şey bir diğerine neden olur. Bunu "Nedensellik nedir?" biçiminde sorabiliriz. Ve bu pekala saygın ve önemli, hatta geleneksel, felsefi bir sorudur. Bu soruyu, "Nedensel önermeleri nasıl çözümleriz? Bir şey bir diğerine neden olur derken ne demek isteriz?" biçiminde de sorabilirsiniz. Şimdi bu durumda salt dilbilimsel bir soru sorar gibi gözükmekteyseniz de, gerçekte aynı soruyu sormaktasınız. Yalnızca bunu farklı bir biçimde sormaktasınız. Ve çoğu felsefeciler de bunun daha açık bir biçim olduğunu düşüneceklerdir. 23 Theories of Mind, Stephen Priest. 9

Magee- Sizin şimdi söyledikleriniz şuna dayanıyor: dili kullanımımızın soruşturulması, gerçekte insanlar tarafından yaşandığı gibi dünyanın yapısının soruşturulmasıdır. 24 Viyana Okuluna Yöneltilen Eleştiriler Yeni Olguculuğun ayırıcı niteliği, bilimsel terimlerin semantik çözümlemesine dayanmaktadır. Bu düşünceyse, örneğin amerikan semantikçisi S.Chase'in elinde "sömürme" teriminin dilden atılmasıyla sömürme olayının da ortadan kalkacağı sonucuna varmaktadır. Yeniolgucular, olay deyiminden, nesnel fenomenleri ve olguları değil, öznel duyumları ve tasarımları anlamaktadırlar. Onlara göre bilim sadece olaylarla uğraşacaktır, ama olayların nesnel gerçeklikleri yoktur, örneğin bir limonun gerçekten var olup olmadığı ve nasıl bir süreçle varlaştığı sorulamaz ve incelenemez. Limon, sadece dille anlaşılan tat, burunla duyulan koku, gözle görülen renk ve biçimden ibarettir ve yalnız bu nitelikleri bilimsel bir araştırmanın ve yargının konusu olabilir. Bilim, nesnel dünyayı asla bilemez. Yeniolgucular, böylece, felsefenin temel sorunlarını tümüyle yok ettikleri ve bilimi en ilkel yanından aldıkları halde, varsayımlarına bilimsel felsefe adını takmaktan çekinmemektedirler. Gerçekte yaptıkları iş, olay teriminden öznel duyumları ve tasarımları anladıklarına göre, yalın bir öznel idealizmden ibarettir. Yeniolgucular, töresel alanda da aynı özelliği gütmektedirler. Onlara göre töresel bir kanı, kişisel bir kanıdır ve başkalarını bağlamaz. Nesnel töresel kurallar yoktur. 25 Modern deneyciliğin ortaya çıkışı bir bakıma tek tek bilimlerdeki ilerleme ile felsefenin gidişi arasındaki karşıtlık sonucudur denebilir. Önceleri felsefe biricik gerçeklik bilimi idi. Zamanla tek tek bilimler felsefeden ayrıldılar. Gerçeklik alanı gittikçe özel bilimlerin yöntemleriyle araştırılır oldu; öyle ki sonunda felsefi bir gerçeklik öğretisinin geriye kalıp kalmadığı kuşkusu doğdu. Bu kuşku tek tek bilimlerdeki ilerlemeyi felsefenin gelişmesiyle karşılaştırınca büsbütün arttı. Matematiksel bilgilerde olsun, deney bilimlerinde olsun, giderek tarih ve insan bilimlerinde olsun bu bilgi ilerlemesi yadsınamaz. Oysa fizikötesi, varlıkbilim ve değer felsefesi alanlarında böyle bir bilimsel ilerleme çok söz götürür. Felsefe sorunlarında birlikli bir yanıt bulunamamış, felsefe akımları arasındaki karşıtlık giderek artmıştır. Bu ayırım neye dayanıyor? Şu söylenebilir: Matematiğin ve deneysel bilimlerin önermeleri bilimsel olarak denetlenebilir; oysa felsefenin anlatımları denetlenemez. Felsefede hayal gücü ürünü ile gerçek bilgiyi ayırma olanağı yoktur; çünkü böyle bir ayırma ancak özneler-arası bir gerçeklik ölçütü varsa yapılabilir. Oysa felsefe dizgeleri birbirleriyle çatışıyor, araştırıcılar arasında bir uyuşma görülmüyor. Bazı filozoflar deney bilimlerinin bazı kavramlarıyla fizikötesinin kavramları arasında keskin bir sınır çizmenin olanaksız olduğunu ileri sürüyorlar. Örneğin kuramsal fiziğin temel kavramı olan elektron un da gözlemlenebilir olması bakımından fizikötesinin bir kavramı olan mutlak arasında ilkece nasıl bir ayırım yapılacaktır. Ancak, örneğin bir Carnap bu görüşün karşısına çıkar. Deney bilimlerinin en soyut kuramsal kavramlarının bile görüntü-kavramlardan ayrılması gerektiğine inanır. Kuramsal kavramlar için bile empirik bir ölçüt verilebileceği kanısındadır. Fiziksel dilin evrenselliğini göstermek büsbütün güçtür. Ruhbilim ve kültür bilimlerinin bütün önermelerinin bu dilde anlatılabileceğinin kanıtlanması gerekir. Bu yüzden Carnap başkasının yaşantıları üzerindeki önermelerin başkasını davranışları üzerindeki önermelere, özellikle de belli bir uyarı karşısındaki tepkilerinde aldığı tavırlara çevrilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu sav, ancak nesnel-cisimsel olan şeyler üzerindeki önermelerin özneler-arası olabileceği savı ile bağlantılıdır. Ruhbilimsel anlatımların mantıksal içeriğinden bu anlatılana katılan başkasının yaşantıları üzerindeki tasarımları ayırmak gerekir. İnsanların, onlarda gözlemlenen bedensel olayların dışında, ruhsal yaşantıları da olduğu savı, özneler-arası bilimsel dilde formüle edilemez, bundan dolayı da anlamsız bir görüntü-önerme öne sürülmüş olur. Bundan dolayı davranışçılık (behaviorism) ruhbilim için olanaklı bir yol olmakla kalmaz yalnızca, bu bilimin mantıkça olanaklı biricik biçimidir, deneycilere göre. Doğa bilimsel varsayımların ve kuramların sınanması yöntemini çözümlemeye girişen Karl Popper ise şu sonuca varıyor: İlkin, kökten bir empirik doğrulama yalnızca metafiziksel önermeleri ortadan kaldırmakla kalmıyor, doğa bilimsel bilgileri de tümüyle yok ediyor; çünkü çoğu doğa bilim önermeleri doğrulanamazlar. İkinci olarak doğa bilimsel kuramların tümevarımsal (indüktif) bir doğrulanmasından söz edilemeyeceği gibi, varsayımlar üzerine yargılama yapmak için varsayım-olasılığı kavramı da bir araç olamaz; çünkü varsayımolasılığı tanımlanamaz. Üçüncü olarak, doğa bilimsel kuramlara karşı uygulanan sınama yolu, doğrulama kavramı kullanılmadan ve tümevarım ve varsayım-olasılığı kavramı kullanılmadan çözümlenmelidir. Popper tümevarım-çıkarımının düşüncesine karşıdır. Tümevarımsal çıkarımlar, bir tümevarım ilkesi, bir genel kural varolduğunda ancak olabilirler. Bu ilke de tümel bir önerme ile formüllenebilmelidir. Nasıl bir 24 Magee, a.g.e. 25 Hançerlioğlu, a.g.e. 10

önerme olabilirdi bu? Analitik bir önerme olamazdı, çünkü o zaman çıkarım aslında tümevarımsal değil, tümdengelimli olurdu. Sentetik bir önerme söz konusu ise o zaman da deneyciliğin (empirizm) temel ilkesine göre deneye dayanmalıydı, deneyle desteklenmeliydi. Oysa burada tümel bir önerme söz konusu olduğundan bu destek doğrulamada geçerli olamazdı. Kısaca Popper şunu göstermek ister: Böyle bir tümevarım ilkesi ve buna dayanan tümevarım çıkarımları olamaz. Popper empirik kuramların sınanması için tümevarımsal yöntemin yerine tümdengelimli yöntemi koyar. "Varsayımlara ve bununla ilgili kuramlara nasıl varıyoruz?" sorusu ile "kuramları nasıl sınarız?" sorusunu ayırmak gerekir ona göre. İlk soru ruhbilimsel sorudur, bilimsel-mantıksal yapıda değildir. Kuramlar buluşlardır, bulgulamalardır, gözlemlerden kalkan akla dayalı bir yol, mantıksal bir yol bunlara götürmez. Ancak bir varsayım konduktan sonra, bunların sınanması sorunu ortaya çıkar. Bu sınama da, Popper'a göre, bu varsayımın yanlışlanmasına (yani burada bu varsayımla çatışan bir şey olduğunun gösterilmesine) çalışmakla olur. Varsayımları yanlışlama olanağı da, bunların "değildir" - "yoktur" - önermesi biçimini alabilen tümel önerme olmalarında bulunur. Popper'in bu kanıtlarına karşı Carnap tümevarımsal çıkarımlar kuramını daha da ayrıntılı olarak yeniden kurmuştur. Popper'in mantıksal araştırmaları çok etkili olmuş, Carnap'ı da empirik bilginin yapısını yeniden ele almaya ve düzeltmeye götürmüştür. Popper'in empirik önermeleri sınırlaması yalnızca yanlışlanabilen önermelerin empirik olarak anlam taşıyacağına vardırıyordu. Böylece bütün salt varlık-varsayımları, örneğin henüz gözlemlenemeyen yeni bir yıldızın varlığı varsayımı, deney bilimlerine kapatılıyordu; çünkü tümel önermelerin doğrulanamayacağı gibi, aynı şekilde genel bir vardır-önermesi de aynı nedenle yanlışlanamaz: Bir varlık-önermesini yanlışlamak için bütün evreni dolaşmak ve bu özellikte bir nesnenin var olmadığını saptamak gerekir. Böylece Popper'in tutumunda içinde "vardır" ve "bütün" olan bütün önermeler yasaklanacaktır. Bu biçim önermeler, açıkça, ne doğrulanabilir ne de yanlışlanabilirler. Ama yine de doğa bilimlerinde böyle karmaşık yapılı varsayımlar öne sürmek zorunludur. Bundan dolayı Carnap bu doğrulanabilir ve yanlışlanabilir kavramların yerine daha genel kavramlar koymuştur: önermelerin pekiştirilebilmesi ve sınanabilmesi. Carnap'ın bu kavramları tanımlaması son derece karmaşıktır, çünkü sağın kesin kurallara dayalı bir dil dizgesine oturtur bu çalışmasını. 26 Magee- Eğer deneysel bir önermenin bir anlamı olacaksa, doğru olma olanağı, dolayısıyla doğrulanabilme olanağı olmalı. Bütün bunlar yalnız iki tür anlamlı önermeden birine uygulanır, yani deneysel önermelere. Diğer tür, matematik ve mantıktaki türdür. Bir önerme bu iki türden de değilse, anlamsız olmalıdır. Mantıkçı Pozitivistler bu ilkeyi silah olarak kullanıp, sadece dinde, sadece siyasette değil, felsefede de ve dolayısıyla, yaşamın bütün diğer alanlarında geleneksel söyleşi alanlarının bütününü ölü ilan edebildiler. Ayer- Sanırım, bazı ruhçuluk biçimleri süregelebilirdi. Ama her yaşayan din anlamsız diye itildi. Tabii, bu arada bir çok geçmiş felsefe de.... Magee- Ama Mantıkçı Pozitivizmin gerçek kusurları olmuş olmalıydı. Şimdi geriye baktığınızda, bunların başlıcalarının neler olduğunu düşünüyorsunuz? Ayer- Bence, kusurlarının en önemlisi, hemen hemen tamamının yanlış olmasıydı. Magee- Sanırım, bu konuda biraz daha bir şeyler söylemeniz gerekir. Ayer- Belki de ona fazlaca acımasız oluyorum. Mantıkçı Pozitivizmin ruhunda doğru olduğunu hala söylemek istiyorum - tutum doğruydu. Ama ayrıntılı olarak bakıldığında... Birincisi, doğrulama ilkesi kendisini hiç doğru dürüst formülleştiremedi. Ben bir kaç kez denedim, ancak her keresinde içine ya çok az ya da çok fazla şey sokuyordum. Bugüne kadar mantıksal kesin bir formüllemeye ulaşamadı. İkincisi, indirgemecilik de işlemiyor. Bilimin daha soyut önermelerini bir yana bırakın, sigaralıklar, bardaklar, kül tablalarıyla ilgili sıradan basit önermeleri bile duyu verileri önermelerine indirgeyemezsiniz. Yani, Schlick'in ve Russel'ın ilk dönemlerinin gerçekten heyecan verici indirgemeciliği dediğim gibi, işlemiyor. Üçüncüsü, mantık ve matematikteki önermelerin ilginç bir anlamda çözümleyici olup olmadığı şimdi bana epeyce kuşkulu geliyor. Hatta, Quine gibi yakın felsefecilerin çalışmalarıyla tüm çözümleyici-bireşimci (sentetik) ayırımı soruşturulmaya başlandı. Ben hala onu bir biçimde korumaya çalışıyorum, ama itiraf etmeliyim ki, bu ayırım benim bir zamanlar düşündüğüm kadar açık seçik değil. Bir anlamda, açıkça matematikteki önermeler deneysel dünya hakkındaki önermelerden farklı. Ama, benim söylediğim gibi, bunlara "uylaşımca" doğru, demenin pek doğru olduğundan emin değilim - herhalde epeyce savunulması gerekir. Yine, geçmişe ilişkin önermelerin hale ilişkin önermelere tümden indirgenmesi ve onlar için geleceğin apaçıklığı yanlış. Bizim başka zihinler hakkındaki öğretimiz yanlıştı. Sanırım, çok kestirme olmakla birlikte, benim etik kuramım doğru yoldaydı. Yani ayrıntıya inerseniz, ortada pek az şey kalır. Tek kalan şey, yaklaşımın genel doğruluğudur. 27 26 Çağdaş Felsefe, Bedia Akarsu. 27 Magee, a.g.e. 11

Viyana Okulunu en çok eleştirenlerden Popper'in belli başlı fikirleri başlıklar halinde şöylece özetlenebilir: - Bilimin özelliği, doğrulanabilir değil, yanlışlanabilir olmaktır. - Sınır-koyma bilimsel teorilerin temel özelliğidir. Her bilimsel teori birtakım olguları açıklarken birtakım olguları da kapsam dışında tutar. - Dogmatizm, kritisizm ile birlikte bilimsel gelişmenin kaynağını meydana getirir. - Bilginin ve bilimsel teorilerin temelinde dedüktif çıkarım vardır. Teori gözleme öncelik eder, teori olmadan gözlem tek başına bir işe yaramaz. - Popper bilimde anlam problemini değil, bilimsel bilginin gelişimini temel problem olarak ele alır. - Popper metafiziğe karşı değildir. Bir antimetafizikçi de anlamsız bir yargıda bulunabileceği gibi, bir metafizikçi anlamlı ve ile yarar bir yargıda bulunabilir (buna örnek olarak atomizm gösterilebilir). 28 Magee- Meseleyi şu biçimde koyarsam bana katılır mısınız? Geriye baktığımızda, Mantıkçı Pozitivizmde iyi gibi gözüken herşey hemen hemen bütünüyle olumsuz. Mantıkçı Pozitivizm ancak şimdi yeni mantık ve yeni bilimin mercekleriyle, onaylanamaz olarak gördüğümüz, o zamana dek akla yatkın gözüken, felsefe yapmayı kaldırdı. Epeyce bir alan temizlendi. Ama şimdi gerçekten başardıkları bütün işin sanki alanı temizlemek olduğu görülüyor: çünkü o alana inşa etmek istedikleri şey ortada yok. Ayer- Aslında yapılan ondan biraz daha fazla. Mantıkçı Pozitivizm oldukça özgürleştirici bir öğretiydi. Bir Mantıkçı Pozitivistin değil de, bir pragmacı olan William James in söylediği bir şeye dönebiliriz belki. (Çok daha önceleri başlayan, pragmacılık tabii birçok bakımdan Mantıkçı Pozitivizme çok yakındır.) William James in önermelerin parasal değer ini sorduğu bir deyimi vardı. Bu çok önemlidir. İlk dönem Mantıkçı Pozitivistleri altın standardının hala korunabileceğini yani banknotlar verilirse altın alınabileceğini düşünmekle yanıldılar. Çünkü alamazsınız. Yeteri kadar altın yok. Ve çok fazla banknot var. Oysa her şeye karşın parayı destekleyen bir şeyler olmak zorunda. Biri bir bildirimde bulunduğunda, evet onu belki gözlem terimlerine çeviremezsiniz, ama yine de bunu sınama işine nasıl girişeceğiniz sorusu önemlidir. Hangi gözlemler uygundur? Bu, bence hala, geçerli bir soru. 29 Viyana Okulunun İlgi Alanları ve Felsefeye Katkıları Viyana Okulunda tartışılan sorunlar tek tek bilimlerin temel sorunsallığından geliştirilmiş sorunlardır. Bu modern bilimlerin ve modern matematiğin sorunları için geleneksel felsefenin kavramları ve yöntemleri yetmiyordu; bu yüzden modern temel araştırıcıları eski felsefeden büsbütün ayrıldılar. Günümüzün deneyci felsefesinin, analitik felsefenin temsilcileri modern mantığı geniş ölçüde kullandıklarından mantık araştırmaları ve matematiğin temel araştırmaları da gittikçe önem kazandı. Burada söz konusu olan yeni bir tür mantık değildir, Aristo mantığının yanında belirmiş yeni tip bir mantık değil, tersine geleneksel mantığın eksik olan yanlarını ortadan kaldırmayı deneyen, onun açıklarını kapamaya çalışan bir mantık söz konusudur. Mantığın bu modern biçimlendirilmesine çeşitli etkenler neden olmuştur: Belirgin bir etken, geleneksel mantığı bütünlemek, yani bu mantığın açık bıraktığı yerleri kapamak çabasıdır. Modern mantığın doğuşunda başka bir etken: Kesin bir dil kurma çabasıdır. Tam söylendikte: Mantıksal çıkarımlar için artık çok anlamlı deyimleri barındırmayan bir dil; oysa günlük dilde bu çok anlamlı deyimler pek çoktur. Günümüz deneycilerinde ve çözümleyici (analitik) felsefesinde mantık ve bilgi kuramı sorunları yanında mantıksal dil çözümlemeleri de (analizleri de) ilgi alanlarının başında gelir. Bir yandan modern mantık dizgelerinde (sistemlerinde) mantıksal kuralların tam ve kesin bir dizgesini kurma çabası, öte yandan anlambilimsel (semantik) araştırmalarda, yine anlambilimsel araçlarla, salt mantıksal olanın alanını (mantıksal doğruluk ve mantıksal çıkarım vargı gibi temel kavramlarla) kesin olarak sınırlama çabası ilgi alanlarının başında yer alır. Burada Leibnz in düşüncesi kesinlik kazanmıştır: Mantıksal doğruluklar, her olabilir evrende geçerli olan, doğru önermeleri oluştururlar. Dilsel çalışmalar alanında ağırlık bazen günlük dilin çözümlenmesine verilir (özellikle Wittgenstein ve ona bağlı olanlar) bazen da günlük dil mantıksal eksikliği dolayısıyla bir yana bırakılır da, bunun yerine yapma bir dil dizgesi (sistemi), kesin kurallara göre kurulmuş bir yapma dil dizgesi konmaya çalışılır (özellikle Carnap). Günümüz deneyciliğinde önemli bir rol oynayan modern mantık son yirmi yirmi beş yılda büyük bir gelişme yapmış, özellikle de yapma dilin dikkati çektiği yerlerde ön sıraya geçmiştir. 28 Popper, a.g.e. 29 Magee, a.g.e. 12

Günümüz felsefesinde semantik çalışmalarıyla ilk olarak en çok dikkati çekenler Lesniewski ve A.Tarski gibi mantıkçılardır. Carnap ın semantik betimlemeleri de Tarski nin çalışmalarına dayanır. Modern deneycilerin empirik önermelerin doğrulanabilirliği ve tümevarımsal çıkarım kurallarının kesinliği üzerindeki çalışmalarının yanında anlambilimsel dizgelerin yapısı üzerindeki araştırmaları da çok önemli sonuçlar vermiş, bu alanda çok değerli bilgiler elde edilmiştir. Özellikle Carnap ın öncü çalışmaları çok başarılı olmuştur. 30 Magee- Şimdi onların çalışmalarının devrimci niteliğinin nelerden oluştuğuna geliyoruz, şöyle ki, geleneksel düşünme biçimlerine, ya bunları yıkarak ya da yeniden formüle ederek, yeni mantık ve yeni bilimi uyguluyorlardı. Ayer- Evet. Söylemek istedikleri şey, eski felsefi sorunların ya anlamsız ya da yalnızca mantıksal tekniklerle çözülebilecek olduklarıydı. Magee- Bunu yaptıkları sırada geliştirdikleri başlıca olumlu öğretiler nelerdi? Ayer- Aslında üç tane vardı. Birincisi, her şey doğrulanabilirlik ilkesi denilen ve Schlick tarafından bir önermenin anlamı onun doğrulama yöntemidir diye özlü bir biçimde dile getirilen, ilkeye bağlıydı. Burada anlatılan pek açık değildir, biz o zamandan beri bunu daha kesin tanımlamaya çalıştık hiçbir zaman da tam başarılı olamadık ama bundan iki sonuç çıkmaktadır. Birincisi, deney ve gözlemle duyusal gözlemle doğrulanamayan her şeyin anlamsız olmasıydı. Buna zaten değinmiştim. İkincisi ise, önceleri Schlick in yorumladığı biçimde, bir önermenin anlamı onu neyin doğrulayacağını söyleyerek betimlenebilir olmasını gerektiriyordu. Böylece, bütün önermeler dolaysız gözlem önermelerine indirgenmiş olmaktadır. Öyleyse doğrulanabilirlik ilkesi de ilk öğreti oluyor. Bunun bir olumlu, bir de olumsuz yanı vardı: metafiziği dışlaması açısından olumsuz, anlamlı önermeleri çözümleme yolunu göstermesi açısından olumlu. İkinci olarak da, Mantıkçı Pozitivistler bir ölçüde Wittgenstein dan aldıkları, ama Schlick in de bu sonuca bağımsız olarak ulaştığına dair kanıtlar bulunan mantık ve matematik önermelerinin, hatta bütün zorunlu olarak doğru önermelerin, Wittgenstein ın eşsöz (totoloji) dediği şeyler olduğunu kabul etmektedirler. Magee- Bir başka deyişle, yüklem öznenin içinde zaten varolanı ortaya çıkarır bunun gibi, matematik veya mantıktaki en uzun çıkarım bile sadece öncüllerinin içeriğini ortaya çıkarır, bunları sonuçları olarak daha açık bildirir. Ayer- Evet, bu doğru. Bütün bekarlar evlenmemiş erkeklerdir yada Bütün biraderler erkektir demek gibi. Bütün mantık ve matematik Kant ın analitik dediği: yani, sizin de söylediğiniz gibi, zaten söylenmiş bir şeyin içeriğinin açılması diye kabul edilmişti. Üçüncü ana öğreti, felsefenin kendisine ilişkindi. Felsefenin, Wittgenstein ve Schlick in de aktardığı bir sözü vardır: Felsefe bir öğreti değil, bir etkinliktir. Felsefe bir doğru ya da yanlış önermeler bütününden oluşmamaktaydı, çünkü bu önermeler bilimlerce kapsanacaktı, sadece bir aydınlatma ve çözümleme, bazı durumlarda da, anlamsızlığı ortaya koyma etkinliğiydi, felsefe. Wittgenstein, Tractatus un sonunda, felsefenin doğru yönteminin, birisi metafizik bir şey söyleyene dek beklemek ve sonra, ona bunun anlamsızlığını göstermek olduğunu yazmaktadır (ki, bu da felsefeci için biraz olumsuz ve yürek kırıcıydı).... Magee- Mantıkçı Pozitivistler doğrulama ilkesini, bir tür Occam ın usturası gibi sağı solu kesip biçerek her şeyden kurtulmak için kullanmışlardır. Bunun, ondan etkilenenlerin dünyaya ve felsefeye bakışı üstüne düpedüz müthiş bir etkisi olmuştur değil mi? Ayer- Açış sözlerinizde de değindiğiniz bir etkisi, felsefecileri yaptıkları iş hakkında çok daha fazla benlik-bilinçli hale getirmesi olmuştur. Kendi etkinliklerini gerekçelendirmek zorunda kalmışlardır. Doğa bilimlerinin bütün alanı kapladıkları varsayımı üzerine, felsefeye yeni bir yer bulmak zorundaydınız felsefenin, böyle söylenebilirse, bilime rakip olmasına izin verilmiyordu. İnsanlar felsefenin ne hakkında olduğu sorusu üstünde çok fazla benlik-bilinçli oldular. Viyana Çevresi tek etki kaynağı değildi. Değişik nedenlerle buna hayli benzer görüşleri savunan, İngiltere de G.E.Moore gibi kimselerin etkileri de vardı. Örneğin, Moore kimi sağduyu önermelerinin kesinlikle doğru olduğuna ve bunun bilimlere de yaygınlaştırılabileceğinin gösterilebileceğine, her dalın kendi ayraçları bulunduğuna inanıyordu. Viyana Çevresinin etkisiyle, felsefeciler kendi işlevlerinin yalnızca çözümleme yapmak olduğunu düşünmeye başladılar. O zaman, çözümleme nedir sorusu ortaya çıktı. Nasıl yapılıyordu? Yöntemleri nelerdi? Ayraçları nelerdi? Magee- Bu uyarımla çözümleme teknikleri, o ana değin eriştiklerinden çok daha büyük bir inceliğe ulaştılar. Ayer- Bu doğru. Özellikle Viyanalılar açısından. Burada daha önce değindiğimiz bir nokta ortaya çıkıyor: mantığın kaynaklarıyla daha biçimsel bir şekilde çözümleme yapabilir hale geldik. İnsanlar yapacakları işin yalnızca ve alçak gönüllülükle bilim adamını izlemek ve yapmak istediği şeyi açıklamak değil, kullandığı kavramları olasılık, zaman ve uzaya ilişkin kavramlar gibi daha kesinleştirerek bilime hizmet etmek olduğunu 30 Çağdaş Felsefe, Bedia Akarsu. 13

gördüler. Sıradan sağduyusal kullanımları içinde belirsiz olan, ve hatta bilimsel kullanımları içinde de pek kesin olmayan kavramları alıp mantık uygulayarak bunları kesin ve böylece daha kullanışlı hale getirebileceklerini düşündüler. Carnap açıkça kendi asıl işlevini bunu yapmak olarak görmüştü. Magee- Yalnızca sizin kitabınız değil, fakat onun da bir parçası olduğu tüm Mantıkçı Pozitivist akımı ele alırsak, diğer alanlara etkisinin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Ayer- Açıklık konusuna büyük bir vurgulama, bulanıklık diyebileceğimiz şeye de büyük bir karşı koyma getirdi. Olgulara bakmak, onları oldukları gibi görmek ve şarlatanlıktan kurtulmak için kesin bir uyarı çıkardı. Sizin giriş sözlerinizde belirttiğiniz Hans Andersen in masalındaki çocuk gibi, o sıralarda her yerde İmparatorun giysileri yok işte orada, resmi geçit yapıyor, ama adam çıplak diyordu. Bu adam çıplak düşüncesi herhangi bir konuyla ilgilenen gençler için çok heyecan verici ve çekiciydi. Bu, Victoria döneminin ikiyüzlülüğüne karşı genel bir tepkiye de uygundu sanırım. 31 31 Magee, a.g.e. 14