İnsan Hakları * Niyazi Öktem **



Benzer belgeler
ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma

İ Ç İ N D E K İ L E R

Prof. Dr. OKTAY UYGUN Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi DEMOKRASİ. Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutlar

İNSAN HAKLARı. Kısa Tarihi ve Felsefi Temelleri. Doç. Dr. Doğan Göçmen Adıyaman Üniversitesi-Felsefe Bölümü Adıyaman Üniversitesi 10 Aralık 2010

12. SINIF MANTIK DERSİ SÖKE ANADOLU LİSESİ 1. ORTAK SINAVI KAZANIM TABLOSU (Sınav Tarihi: 4 Nisan 2017)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ DEMOKRASİ KAVRAMI AÇISINDAN DEVLET VE DİN İLİŞKİLERİ

Doç. Dr. SERDAR GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS

AVRUPADA EĞİTİMİN TARİHİ GEÇMİŞİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

Dr. Serdar GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU

Skolastik Dönem (8-14.yy)

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

1.4.Etik Sistemleri Etik ilkelerin geliştirilmesinde temel alınan yaklaşımlar hakkaniyet ilkesi, insan hakları, faydacılık ve bireysellik

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

FELSEFİ PROBLEMLERE GENEL BAKIŞ

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

Görsel İletişim Tasarımı Öğr.Gör. Elif Dastarlı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

HÜSEYİN SEYMEN SORGUNAİHL

SOSYOLOJİSİ (İLH2008)

sınıflar için. Öğrenci El Kitabı

ESKİŞEHİR ATATÜRK MESLEK LİSESİ 2. DÖNEM 1. YAZILI YOKLAMA SORULAR.

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ (TAR222U)

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI

Gü ven ce He sa b Mü dü rü

Türkiye nin Milli Güvenliği: Güncel Durum ve Gelecek

KAYNAK: Birol, K. Bülent "Eğitimde Sanatın Önceliği." Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ

STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi

GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ

Yahudiliğin peygamberi Hz. Musa dır. Bu nedenle Yahudiliğe Musevilik de denir. Yahudi ismi, Yakup un on iki oğlundan biri olan Yuda veya Yahuda ya

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

YILI ERMENİ OKULLARI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Yakın Çağ da Hukuk. Jeremy Bentham bu dönemde doğal hukuk için "hayal gücünün ürünü" tanımını yapmıştır.

AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

(CAL 2301 SOSYAL DÜŞÜNCELER TARIHI) 1. Hafta: Antik Yunan da Toplumsallık Düşüncesi

Prof.Dr.Muhittin TAYFUR Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

İçindekiler. Değişim. Toplumsal Değişim. Değişim Eğitim ilişkisi. Çok kültürlülük. Çok kültürlü eğitim. Çok kültürlü eğitim ilkeleri

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ

HİTİT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ 2007 VE SONRASI MÜFREDAT PROGRAMI AKTS KODU

Ahlâk ve Etikle İlgili Temel Kavramlar

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları

1. İnsan Hakları Kuramının Temel Kavramları. 2. İnsan Haklarının Düşünsel Kökenleri. 3. İnsan Haklarının Uygulamaya Geçişi: İlk Hukuksal Belgeler

1: İNSAN VE TOPLUM...

MİT VE DİN İLİŞKİSİ. (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ İSLÂMÎ İLİMLER FAKÜLTESİ LİSANS PROGRAMI 1. Yıl / I. Dönem Ders. Kur'an Okuma ve Tecvid I

1.Tarih Felsefesi Nedir? 2.Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı. 3.Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri-I: Hıristiyan Ortaçağı ve Augustinus

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

ÜNİTE 1: Sosyal Düzen Kuralları ÜNİTE 2: Hukuk Kurallarının Yaptırımı ÜNİTE 3: Hukuk Kurallarının Geçerlilik,Yürürlük ve Uygulama Sorunu ÜNİTE 4:

Nasıl Bir Deniz Feneriyiz?

Temel Kavramlar Bilgi :

I. KİTAP: BATI FELSEFE GELENEĞİ: ÖĞRETİ VE KAVRAMLAR AÇISINDAN YAKLAŞIM FELSEFEYE GİRİŞ

SİYASET NEDİR? İnsan yaratılışı gereği sosyal bir varlıktır. İnsanlar eşit yaratılmamışlardır. SİYASET NEDİR?

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

DÜNYADA DİN EĞİTİMİ UYGULAMALARI

İNKILAP TARİHİ I 2.HAFTA DERSİN ÖZETİ. Konu Başlıkları:

7.Ünite: ESTETİK ve SANAT FELSEFESİ

YILDIZ TEKNİKTE YENİ ANAYASA PANELİ

Oyun Öğretimi 1- OYUNUN TARİHÇESİ. Dr. Meral Çilem Ökcün-Akçamuş

Ahlak Gelişimi. Prof. Dr. İbrahim YILDIRIM

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir.

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

OSMANLI TARİHİ II.ÜNİTE 8.KONU: REFORM

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri)

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS

Siyaset Sosyolojisi Araştırma Konusu Nedir Siyaset Nedir Siyasi Olan Devlet Nedir Devlet türleri Devletsiz siyaset olur mu

İÇİNDEKİLER. Yedinci Baskıya Önsöz 15 İkinci Baskıya Önsöz 16 Önsöz 17 GİRİŞ 19 I. BÖLÜM FELSEFE ÖĞRETİMİ 23

TÜRK HUKUK DÜZENİNİN YÜRÜRLÜK KAYNAKLARI (1) Dr. Öğr. Üyesi Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

Bu durum, aşağıdakilerden hangisin gösteren bir kanıt olabilir?

İLKEL TOPLUMLARDA TOPLUMSAL KONTROL

EĞİTİMİN FELSEFİ TEMELLERİ. 3. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

DOÇ. DR. DOĞAN GÖÇMEN DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ

40 yılı aşkın bir süre, önce öğrenci, sonra değişik unvanlarla öğretim elemanı ve

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ..i. İÇİNDEKİLER.iii. KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

MEHMET AKİF ETGÜ Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi KAMU HUKUKUNDA MÜLKİYET HAKKI VE AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ NİN MÜLKİYET HAKKINA BAKIŞI

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Transkript:

36. Niyazi Öktem İnsan Hakları * Niyazi Öktem ** Din, Devlet, Politika ve Laiklik İnsan hakları kavram ve olgusu düşünce ve inanç özgürlüğü ve uzantılarıyla mutlak haklar kategorisi içerisinde yer almaktadır. Bu nedenle, kanımızca insan hakları ele alınıp incelenirken, üzerinde titizlikle durulması gereken konu laikliktir. Laiklik, dünyada ve Türkiye de felsefi, sosyal, hukuksal ve kültürel bağlamda belki de en çok tartışılan kavramdır. Bu tartışma, liberalizm, çoğulcu demokrasi, cemaat ve yurttaşlık kavramlarının yeniden düşünülmesi sürecinden ayrılamaz. Ne var ki, bu tartışmalar laiklik konusunun temel bir anlam boyutunu ihmal etmektedirler. Bu anlam, insanın ma nevi boyutunun inanç çekirdeği etrafında halkalandığı gerçeği içinde kendisini gösterir. Manevi yapımızdaki temel ikilemleri inanç-inançsızlık ve inancın temeli sorunsalları oluşturur. Her insan doğayı, toplumu, ve kendi tarihsel geleneğini sorgulayarak, okuduğu düşünürler, edindiği bilgiler çerçevesinde kendine bir yol seçer. Bu yolu seçerken, Varoluşun özü nedir? ; Varoluşun bir amacı ve değeri var mıdır?, Eğer varoluşun bir amacı ve değeri varsa bu erek kimin isteğine bağlıdır? ; Neden varoluş da, hiçlik (neant) değil? ; Varoluşu yaratan etmen manevi boyutta mıdır, yoksa salt madde ve enerji midir? gibi sorular kaçınılmaz olarak insanın karşına çıkacaktır. Bu sorgulama doğaldır, çünkü insan kendi varoluşunu öğrenme ve kavrama çabası içerisinde bir varlıktır. Bu çaba sürecinde felsefe insanın tek başvuru kaynağıdır. Bilimsel açıklamalar kişiyi ancak bir noktaya kadar tatmin edebilirler, daha derine inildikçe, bilinmeyenler yumağı çoğaldıkça felsefeye sarılmak kaçınılmazlaşır. Pozitivist görüş, bilimin bize verdiği açıklamalarla yetinelim, safsata ve spekülasyonla zaman * Niyazi Öktem, İnsan Hakları ve Din Özgürlüğü, Yeni Türkiye,, 1998, sayı: 22, ss.722-731. ** Prof. Dr. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı.

Türkiye de Din ve Vicdan Özgürlüğü. 37 kaybetmeyelim, felsefi sorularla uğraşanlar bilimdışı, çağdışı, insanlardır der. Pozitivizm karşıtı anlayış ise, madem ki varoluş, varoluşun özü ve kökeni soruları insan aklının meseleleri içinde yeralır, o halde felsefe ile uğraşmak kaçınılmazdır görüşünü savunur. Felsefenin bu sorulara cevap ararken sefalet içine düştüğü doğru olabilir, ancak felsefenin sefaleti nden sözedenlerin aslında dünyanın en önemli filozofları arasında yer aldığı da unutulmamalıdır. Felsefe, insanı ister istemez tanrı (teodise) sorunsalına götürür. Tanrı var mı yok mu? Varsa neden bu dünyayı yaratmış? Yarattığı bu dünyaya ne ölçüde karışıyor? Acaba tanrı, yaşam oyununun maddi ve manevi kurallarını çizdiği, ve insanı bu oyunu oynamaya mahkum ettiği halde insanın bu oyunu nasıl oynadığına karışmamayı tercih eden bir tanrı mıdır? İyiye, doğruya, güzele, ahlaka, adalete uygun bir oyun oyna... kavramların somut varoluştaki görünümlerine ben karışmıyorum, içeriğini sen sapta, oyunu sen oyna... Dünya sahnesini ben yarattım, oyunun hangi ilkelere bağlı olarak oynanılmasının gerekliliğini ben söyledim, ama senaryoyu, piyesi sen yaz! diyen bir Tanrı var mı? İşte bizi din bilimine (teolojiye) götüren felsefi sorular bunlardır. Teoloji dinlerin bilgisi ile uğraşır. Nasıl felsefe ile uğraşmak insan için kaçınılmaz bir yazgıysa, onun içerisinde yer alan teolojiyle uğraşmak da kaçınılmazdır. Ben dinle uğraşmam, sosyal yaşam içerisinde din beni ilgilendirmiyor, hele siyasal yaşama yansıyan din felaketin ta kendisidir! deyip gözleri sosyal gerçekliğe kapamak, kanımızca devekuşuluktur. Din tarih boyunca, her dönemde değişik bir şekilde yorumlanarak günümüze kadar gelmiştir. Felsefe gibi, din de ister istemez siyasal yaşama yansıyan önemli bir sosyal olgudur. Bu yansımanın tarihin her döneminde farklı görünüm alan bir sorun oluşturduğu yadsınamaz bir saptamadır. O halde din sosyal olgusunu, felsefi olarak devlet içerisinde nasıl ele almalıyız? Bir zoon politicon olan insan sosyabilite yapısının gereği olarak devlet kuracaktır. Nerede toplum varsa orada hukuk vardır (Ubi societas ibi ius), nerede hukuk varsa orada devlet de vardır. Hukukun diğer toplum kurallarından farklılığı, hukukun devlet iradesinin (ister istemez) içinde olmasıdır. Ama, devletlerin bağlı oldukları ideolojiler kaynaklarını felsefe ve inanç temellerinde bulurlar. Bunun nedeni, yukarıda belirttiğimiz gibi, insanın manevi yapısının bireysel ve toplumsal yaşamı doğrudan etkilemesidir. İnanç ve felsefe insanın vazgeçilemeyen manevi realitesini oluşturduğuna, devlet ve insanın kurduğu sosyal ve siyasal bir kurum niteliği taşıdığına göre, din ile devlet arasındaki ilişki nasıl rasyonel bir biçimde düşünülmelidir? Öncelikle, toplum, devlet, insan, inanç ve felsefe birbirleriyle zorunlu bağları olan olgu ve kav-

38. Niyazi Öktem ramlardır ve bunların hiçbiri diğerlerinden soyutlanarak ele alınamaz. Laiklik kavram ve olgusu da birbirinden ayrılamayan bu temel kavramlar dizisine eklenmeli ve bu dizinin bütünlüğüne yönelik bir bakış açısı içerisinde tartışılmalıdır. Tarih boyunca devlet sistemi içerisinde laiklik-din gerilimi örtük ya da açık bir şekilde, şu veya bu görünüm altında, ama mutlaka ve mutlaka yer almıştır. Laikliğe her şeyden önce sosyo-felsefi bir açıdan yaklaşılması gerekir. Ne yazık ki, Türkiye de felsefeye gereken önem verilmediğinden teorik ve pratik sorunlar hızla artmakta, kutuplaşmalar çoğalmakta, ve diyalog ortamı ortadan kalkmaktadır. Diyalog ortamının kalkmasının toplumları felakete sürüklediği açıktır. Unutmayalım ki toplumsal felaketin önüne geçebilmek için özeleştiri en önemli kurumlardan birisidir. Acaba ne hatalar yapmaktayız? Karşı taraftan uzatılan diyalog ellerini itmemiz ne oranda doğru olacaktır? Laiklik-din sorununu bilimsel, tarihsel, sosyal açıdan ele alanlardan, hangi paradigma veya hangi eğilim içerisinde olursa olsunlar korkmamıza gerek yoktur. Onlar fanatik olamazlar. Nerede olursa olsunlar, sorunlara kin, nefret, duygusallık içerisinde yaklaşanlardan korkalım. Bunlar bizim aramızda da olabilir. Belki iyi niyetlidirler ama yeterince felsefe, dinler tarihi, din sosyolojisi konularına girmediklerinden korkunun getirdiği duygusallıkla düşmanlıkları körükleyebilirler. Laiklik ve Teokrasi Genel ve alışılmış tanımla laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Laik devletlerde din olgusu devletin esas teşkilatına müdahale etmez; dinsel ilke ve kurumların devlet yönetiminde etkisi yoktur. Laik devletlerde din, devletin olağan görev ve yetkileri içinde bir sosyal olgu olarak ele alınır ve tüm diğer sosyal olgular gibi düzenlemeler görür. Düzenlemelerdeki temel ölçüt, çağdaş değerlerdir. Devlet, sosyal bir olgu olarak dine hukuksal düzenlemeler getirir ama bu hukuksal düzenlemeler dinin devletin çatısı altına girmesi anlamına gelmez. Bu sosyal düzenlemeler din özgürlüğü ile çelişmez. Laiklik karşıtı, teokratik görüşlerin temel felsefesi uyarınca Devlet yönetiminin ilke ve esasları Tanrısal buyruklara uymalıdır. Bu dünya zaten öteki dünyaya hazırlık evresidir. Devletin görev, amaç ve işlevi, bu hazırlığa uygun ortamı hazırlamaktır. Uygun ortamın yaratılmasında din adamları devlet güçlerine yardımcı olmalıdır; çünkü Tanrı buyruğunu en iyi onlar anlar ve onlar yorumlar. Teokratik devlet anlayışının kökeninde tanrısal irade bulunur. Laik devlette tanrısal iradenin yerini akıl ve bilime dayalı yönetim almıştır. Laik görüşlerin temel felsefesi rasyonalizmdir.

Türkiye de Din ve Vicdan Özgürlüğü. 39 Laik Görüşlerin Temel Felsefesi Rasyonalizmin (usçuluk-akılcılık) tanımı insanın doğanın ve toplumun kural ve yasalarını kendi aklı ile kavrayabileceği ve yine kendi gücü ve aklı ile doğaya ve topluma egemen olabileceği ilkesine dayanır. Akılcı davranış modeli aklı kendisine rehber olarak alır; safsatayı, hurafeyi, bilim dışı açıklamaları, irdelenmemiş nakilleri bir tarafa bırakır. Devlet yönetiminde bu yöntem izlenirse onun adı laiklik tir. Başka bir deyişle, eğer bir devlet yönetiminde din adamlarının yorumlarına dayanan elit referanslı irdelenmemiş nakiller ilke olarak benimsenmişse o ülkede teokrasi vardır. Yok eğer bilimin, aklın sesi rehber alınmışsa laik devlet kurulmuştur. Atatürk ün gerçekleştirmek isteği laik devlet işte budur. Batıda laik aşamaya ancak Fransız devrimi ile gelinmiştir. XVII. Yüzyılda ticaret devrimi ile oluşan burjuvazi sınıfı ekonomik gücünü siyasal güçle perçinleştirmek istiyordu. Burjuvazinin önündeki en büyük engel devleti yöneten aristokratlar ve onların manevi destekçisi ruhban sınıfıydı. Feodal yapıya sahip devlet yönetiminde, iktidarın köken ve temelinin Tanrı da olduğu söylenmekte ve Tanrının bu gücünü yönetim açısından doğrudan doğruya krala aktardığı iddia edilmekteydi. Örneğin, ünlü filozof J.B. Bossuet bu görüşteydi. XIV. Louis de bu kuramı pek sevmişti. Buna bağlı olarak kendisi Devlet benim demiştir. Ticaret devrimi ile tarih sahnesine giren ve sanayi devrimi ile güçlenen burjuvazi, ekonomik iktidarı ele geçirmişti, ancak siyasal iktidar kral ve kiliseydi. Zenginleşen burjuvazinin mülkiyet hakkı güvence altında değildi. Kral ve kilise onun tüm mal varlığı üzerinde keyfi tasarrufta bulunabilirdi. Cismani ve ruhani iktidar elbirliği ile onu ezmekteydi. Burjuvazi ne yapabilirdi? Nasıl kralın Bossuet si varsa o da filozoflar bulmalıydı. J.J. Rousseau lar, Diderot lar, Descartes lar insanı, ve insan aklını yüceltici düşünceler geliştirmekteydiler. Kilise nin manevi baskısını, ancak başkaldıran akıl yıkabilirdi. Kilisenin gücü yıkıldığında, aristok rasinin de yıkılması kolaylaşacaktı, işte bu ne denle laiklik benimsendi. Kilisenin yerini insan aklı aldı. Bilgi kuramında akılcılık deneyin bilgi edinmekte tek kaynak olamayacağında ısrar eder ve aklın yöntemsel güvenilirlik ve kesin lik açısından deneye yeğlenmesi gerektiğini savunur. Davranışta akılcılık ise mantık bilime dayalı kararlar alabilmektir. Tutku, kapris ve önyargıları bir yana bırakmak, bilimin verileri ni uygulamak, hakikat değerinden ayrılmamak akılcılıktır. Descartes in akılcılığı Aydınlanma çağı nın temel felsefesi olmuştur. Rousseau ve Diderot, Descartes in izinden gitmişlerdir. Aydın lanma çağı filozoflarının, Batının demokrasi devrimlerinin başında gelen büyük Fransız devrimimin düşünsel mimari oldukları bilin mektedir. Gerçekten de Batı demokrasileri akılcı temele dayanmaktadır.

40. Niyazi Öktem Akılcılık, aslında Descartes in buluşu değildir. İbni Rüşt, İbni Sina, Akino lu Thomas, Maimonides hep akılcı filozoflardır. Akılcılığın kökenleri eski Yunan filozofu Aristoteles in felsefelerinde bulunabilir. Akla dayalı laiklik, doğal hukuk felse fesinden desteğini alıyordu. Antik Yunan kö kenli doğal hukuk düşüncesi, burjuvazinin resmi felsefesi haline dönüşmüştü. Descartes. Spinoza, Grotius gibi düşünürlerle rasyonalist kimliğe bürünen doğal hukuk şunları söylü yordu: İnsan aklı, hukukun kaynağıdır. İnsan hiçbir aracıya gereksinim duymadan kendi ak lıyla evrensel hakikatlere ulaşabilir. Herkesin eşit bir biçimde algıladığı adalet değerinin güncelleşmesi, hukuk haline dönüştürülmesi siyasal faaliyettir. Bu çalışmayı herkes eşit bir biçimde yürütecektir, çünkü herkes akıl sahi bidir ve insanlar arasında doğuştan hiçbir fark yoktur. Eşit algılama ve eşit kavrama eşit yöne timi gerektirir. Algılama, kavrama ve yürürlüğe koyma işleminde kral ve papaza gereksinim yoktur. Krala ve aristokratlara gereksinimin olmaması demokrasi, papaza gereksinim du yulmaması ise laikliktir. Aracısızlık, eşitlik, ayrıcalıklı katmanlara gereksinim duyulmaması halk egemenliği nin gerçekleşmesi demektir. Batı demokrasilerindeki laiklik, işte bu düşün cenin ürünüdür. Dinler Yorumlar Şeklinde Karşımıza Çıkarlar Her din kurumsallaşmış haliyle bir yo rumdur ve günümüze değişik yorumlarla bi çimlenmiş olarak gelir. Her tek tanrılı din kay nağını bir kitapta ve o dinin peygamberinin ya şam öyküsünde bulur. Kitap ve peygamberin davranış ve sözleri dinin özünü ve temelini belirler. Yaşamın karmaşıklığı, değişen ve gelişen dünya koşulları içinde kutsal kabul edilen her satır ve her söz yorum gerektirir. Bu nedenledir ki, örneğin İslam da İcma-ı ümmet, kıyas-ı fukuha gibi kurumlar ortaya çıkmıştır. Kelam ilmi doğmuştur. Kuran-ı Kerim, hadis ve sünnetler kaynak alınarak insanlar, bilim ve din adamları, ibadet ve toplumsal ilişkileri düzen leyen kurallar türetmişlerdir. Bu haliyle din, özde Tanrı buyruğu olmakla birlikte geniş bir biçimde insan beyninin uğraş alanı içine gir miştir. Dinler insan beyninin yorum ve müdahalesiyle kurumsallaşırlar. Yorum yapan beyin eğer bilgiyle donatık değilse, çıkar, tutku ya da politik amaçların emrindeyse karanlık, kurnaz yobaz, çağdışı yorumlarla karşılaşırız. Yok o beyin bilimden, doğrudan ahlaktan, hakikatten yanaysa özgürlükçü yorumlar gündeme gelir. Bilim ve doğru verilerle donatık beyin, akla dönüşür; akılcılık o dine egemen olur. Öyleyse, dinler hakkında O din özgürlük ve laikliğe verişlidir. Öbürü değildir... demek ha talı bir yaklaşımdır. Hangi yorumu? diye sormak gerekir.

Türkiye de Din ve Vicdan Özgürlüğü. 41 Aslında devlet desteğinde olan ya da devlet çatısı altında yer alan hiçbir din, özgür olamaz. Devlet manevi bir destekle iktidarını sürdürmek isteyince, teokratik düzenler ortaya çıkar. İslam ve Laiklik - Özgürlükçülük İslam düşüncesi içinde de tutuculuk-özgürlükçülük ikilemi her zaman gündemde dir. Ne yazık ki, yukarıda belirttiğimiz gibi ge nelde tutucu eğilimler ağırlık kazanmıştır. Ül kemizde dinler tarihi ve felsefe konularında uzman olmayan kişiler yüzeysel bir şekilde İslamın tümüyle laikliğe elverişsiz bir din oldu ğunu iddia ederler. Oysa sünni kesimde tutuculuğu cebriye akımı, ilericiliği de mutezile temsil et mektedir. Türk toplumunun çoğunluğu bağlı olduğu ehl-i sünnet ise iki akım arasında or ta yolu izler. Yazgıcı düşünceyi dile getiren cebriye yandaşlarına göre her şey Tanrı iradesi tarafın dan belirlenmiştir. Tanrı herşeyin yaratıcısıdır ve her şeyi yönelir. Özgür insan iradesinden ve özgür seçişlerden söz etmek olanaksızdır. Tanrı iyi kullarını yaratır, ve onları cennete gönderir; kötüler ve kötülük ibret olsun diye mevcuttur. Tanrı her an, her yerde bu dünya nın işlerine müdahale eder; insanoğlunun ken dini bu yazgıya bırakmasından başka seçeneği yoktur. Cebriye anlayışından bazı siyasal so nuçlar çıkarılmaktadır. Bunlara göre Tanrı nın buyruklarını peygamberlerin halifesi olarak gösterilen yetkin insan uygulamaya sokacak tır. Yetkin insanın buyruklarına uymak, İslamiyetin zorunlu ana ilkesidir. Emeviler bu siya sal anlayışı yozlaştırarak halifenin, peygamberinin değil, Tanrı nın halifesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yanılmazlık, büyüklük, yücelik gibi sıfatların sahibi halifeye ve onun ku rallarına boyun eymek zorunlu görülmüş; despotik bir teokratik düzene, düzlem hazırlanmıştır. İslamı, şeriatçı cebriye açısından ele alırsak, ne laikliğe ne de özgürlüğe yer vardır. Her şeyi, her iki dünyada da Tanrı düzenle mektedir; her hareketin içinde Tanrı iradesi bulunmakladır. Bu durumda devlete de tanrı ilkeleri ve onun halifesinin iradesi egemen olacaktır. Cebriyenin tam karşısında olan akım Mutezile dir. Mutezile İslam akılcılığını temsil eder. Mutezile yandaşlarına göre Tanrı evrenin yaratıcısıdır. Tanrı maddeyi yarattığı gibi ma nevi kavramları da yaratmıştır, İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış Tanrı iradesinin eseridir. Tanrı, insana belirli bir yaşam vermiştir; kendi yarattığı maddi evrene onu yollamış; kitaplar da göndererek neyin iyi, neyin kötü olduğunu peygamberlerin yaşamlarındaki örneklerle be lirtmiştir, insan kutuplardaki iyi kavramına uy gun bir yaşam sürmelidir, irade ve bilinç

42. Niyazi Öktem sahi bi insan, iyi ve kötü arasında tercihler yapacak; iyiyi seçerse cennetle ödüllendirilecek; kötüyü seçerse cehennem azabı onu bekleyecektir. Tanrı, insan seçişlerine müdahale etmez. Eğer müdahale etseydi, onu sorumlu tutamazdı; se çiş Tanrı nın olurdu ki, sorumluluk da onu ilgi lendirirdi. Oysa insan özgürdür, çünkü sorum ludur. Görülüyor ki, mutezile akımına göre ev reni yaratan Tanrı, bu dünyanın insanının fiil lerine karışmamaktadır. Karışsaydı, insan sorumluluğunun anlamı kalmazdı. Mutezilenin devlet anlayışı da özgürlük çü doğrultudadır. Özgürlükçü olması, laik dev let sistemine olanak sağlar. Tanrı evrenin te melidir, ama insan yaşamına karışmadığı gibi devletin işleyiş biçimine de karışmaz. Bu dün yanın fiillerini o, öteki evrende yargılamakta dır. Yöneticiler yaptıklarında bireysel olarak tanrıya karşı sorumludurlar. Eğer, İslamın esas ları olan iyiye, güzele, adile, ahlaklıya, doğru ya uygun hareket ediyorlarsa, cennet onları beklemektedir. Yok, eğer baskı, zulüm, yalan dolan, haksızlık içindeyseler, cehennem ateşi onların üzerindedir. Devlet işi, Tanrıyı doğru dan ilgilendirmemektedir; dolayısıyla, laik devlet mutelize felsefesine uygundur. Özgürlükçü ve karışmayan, ama her şe yin yaratıcısı olan Tanrı anlayışı, İslamın altın çağında yaygın bir felsefeydi. Zamanla devlet gücünün pekiştirilmesi güdüsüyle inananlara her şeye karışan Tanrı düşüncesi telkin edilmiş ve halifenin Tanrı nın vekili olarak bu duru mun gözleyici ve uygulayıcısı olduğu söylen miştir. Bu anlayış içinde laik devletten söz etmek kuşkusuz olanaksızdır. Ne yazık ki günümüzde de gelenekçiler karışan Tanrı anlayışını benimsemektedir. Onlara göre yüce güç, nasıl olur da kendi yarattığı evrene ve insana müdahale edemez? Oysa yanıt son derece ba sit; Tanrı, fanilerin tutku ve arzuları, günlük yaşamlarıyla ilgilenen Zeus değildir. Tanrı, bu kadar basit şeylerle uğraşmaz. Onlar bireysel özgürlüğü bir türlü kabul edememektedirler ve bir güce kayıtsız koşulsuz boyun eğmeyi yeğlemektedirler. Oysa Tanrı, insanı kendine benzeyen, özgür irade-i cüziye sahibi bir var lık olarak yaratmıştır; yoksa bir hayvan zavallılığıyla kendini kör yazgıya terk etmiş bir yara tık olarak değil! Yazgıcılar, aslında kendilerini Tanrının iradesine değil, başka insanların yorum ve çıkarlarına bırakmaktadırlar. Kanımızca Ehl-i sünnetin yukarıda be lirttiğimiz Mutezileye yakın yorumlarını can landırmak akılcı bir tutum olsa gerek. Önemli bir güçlenme süreci içinde olan ülkemizde İs lam ın bu çizgiye gelmesi kaçınılmazdır. İslam ın Alevi kesiminde Şii İran Alevi leri tutucu ve teokratik düzenden yana bir tu tumu benimsemektedirler. Aynı temel ilkeler den yol alan Anadolu Alevileri ise özgürlükçü olup, laikliğe uygun ve elverişli bir konumu sergile-

Türkiye de Din ve Vicdan Özgürlüğü. 43 mektedirler. Bunun böyle olmasının ne deni Anadolu Alevileri nin daha farklı sosyal, tarihsel, siyasal, felsefi bir kimlik içinde olma larıdır. Anadolu Aleviliği tarih boyunca siyasal yönetim mekanizması dışında tutulmuşlardır. Sünni devlet yönetimi karşısında rejime yabancılaşan Aleviler zaman zaman başkaldırarak özgürlük bilincine ulaşmışlardır. Hıristiyanlık ve Laiklik - Özgürlükçülük Bilindiği gibi Hıristiyanlık Hz. İsa nın tek tanrılı bir din olan Hz. İbrahim in yolunu özüne uygun olarak canlandırma çabasıdır. Tüm peygamberler gibi o da İsrailoğullarını mensuptur. Başlangıçta Hıristiyanlık kölelerin, ezilenlerin, horlananların diniydi, Bu nedenle kendi kabuğuna çekilmiş, köle statüsünde olanların devlet düzeniyle ilişkileri olamazdı. Hz. İsa nın önceleri özel mülkiyeti ve bu dün yaya ilişkin işleri reddeden bir Musevi mezhe bine mensup olduğu ileri sürülmektedir. Hz. İsa Tanrı nın hakkını Tanrı ya, Sezar ın hakkını Sezar a verin demiştir. Bu söz dünya devletinin küçümsenmesi anlamına ge lir. Birçok kişi Hıristiyanlığın bütünsel yapısı na, tarihsel erişimine, mantığına ve o çağdaki durumuna bakmadan tek başına bu sözden hareketle Hıristiyanlığın laikliğe elverişli bir din olduğunu iddia etmektedir... İsa bu dünya ya ve bu dünya düzenine önem verilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Cismani iktidarın baskısı, ağır vergi yükü onun gözünde önem taşımamaktadır. Bırakınız onlar ne yaparlarsa yapsınlar. Siz sevgi ve alçak gönüllükle Tanrı ya layık olma yolunu seçiniz. Dünya düzeni zaten kötüdür; acı verir. Acılara rağmen sevi niz. Acılar ve sevgi sizi Tanrı ya ulaştıracaktır. Başlangıçta sevgi ve acıların dini olan Hıristi yanlık devlet dini haline gelince insanlık ale mini ortaçağ karanlıklarına itecek derecede despot olmuştur. IV. yy. dan büyük Fransız Devrimi ne kadar feodal yapıdaki Hıristiyan devletleri, XIII. yy. esaslarına dayalı bir biçimde insanları yönetmişlerdir. Nitekim bu anlayışa bağlı olarak Haçlı seferleri yapılmış ve engizisyon mahkemelerinde Hıristiyan devletin esenliği için her türlü işkence gerçekleşmiştir. Bu yorumuyla Hıristiyanlığın laikliğe elverişli bir din olduğunu ileri sürmek ağır bir yanılgıdır. Bugün de Hıristiyanlık sanıldığı gibi laikliğe elverişli bir konumda değildir. Örneğin, ABD de bağnaz Hıristiyan kiliseler baskı grubu olarak sosyal yasamda büyük işlevler yüklenmişlerdir. Dine dayalı baskı grupları büyük politik atılımlar yaparak, zaman zaman illegal işlere dahi girmektedirler. Aile yaşamı ABD de kilise etrafında bi çimlenmekte; toplantılar okullar üniversiteler de rahiplerin duasıyla açılmakta, ayinlerle devlet okullarında diploma törenleri yapılmakta, futbol maçlarında bile taraftarı piskoposlar kutsamaktadır.

44. Niyazi Öktem Presbyteryan ailesi denilen yaygın protestan eğilim Calvin in teolojisine sıkı sıkıya bağlıdır. Calvin bu evrende kayıtsız şartsız Tanrı egemenliğinden söz etmektedir, insan günahkardır. Onun günahının kefaletini İsa ödemiştir. Şimdi sıra ondadır, ibadet ve kilise ye bağımlı bir yaşamı tevekkül içinde sürdüre rek kaderi beklemek gerekir. Calvin düşüncesi merkantilist bir yaklaşımla ticareti mubah görürken, ticarette işlenen günahların affının Kilise ye bağlı püriten bir yaşamdan geçtiğini be lirtir. Luther, Calvin e nazaran daha özgürlük çüdür. Baptist ve Church of Chirst ailesi bağ naz bir yaklaşımı temsil eder. Bunlar bitmez tükenmez misyonerlik faaliyetleriyle dünya ça pında örgütlenmişlerdir. Bu eğilimlere göre kendi anlayışlarını benimsemeyen herkes deccal e hizmet etmektedir. ABD nin güney bağnaz eyaletlerinde egemenlik kayıtsız koşul suz bu tür akımlarındır. Bu akımlar sosyal yapıyı biçimlendirdikleri kadar, politik karar me kanizmalarını da etkilemektedirler. Özgürlük ve laiklik açısından Hıristi yanlık Aquino lu Thomas la (Saint Thomas d Aquin) (1225-1274) ilginç bir değişim içine girmiştir. Bir tür Hıristiyan demokrasisini savunan Akino lu Thomas, Aristoteles in izinden gi derek insan aklını yüceltmiş ve aklın rehberli ğinde demokrasiden ve direnme hakkından sözetmiştir. Birey yönetimde söz sahibi olmalı dır. O kendi kendini yönetebilir. Ancak, devlet iktidarının temeli Tanrı dadır. Tanrı iktidarı halk aracılığıyla yönetenlere verir. Bugün tüm katolik ülkelerde faaliyet gösteren Hıristiyan Demokrat partiler işte bu teolojinin temsilcisidir. Kuşkusuz burjuva sını fıyla barış içinde birarada yaşama stratejisiyle laik anlayışı benimsemiş görünmektedirler. Aslında olay bir zamanların Avrupa komünist leri gibi burjuva kurallarına uygun bir seçim platformuna girmekten ibarettir. Bir kez iktidar ele geçirildiğinde, biri marksist ideolojiye göre, diğeri hıristiyan teolojiye uygun bir rejimi ted rici olarak gerçekleştirmeyi ana hedef olarak kabul etmektedirler. Hıristiyan Demokrat Par tililerin Vatikan ile organik bağı olduğu gibi, Adenauer Vakfı gibi kuruluşlar aracılığıyla da yoğun bir kültür faaliyeti içindedirler. Kanımızca aklın sesinin dinlendiği dö nemlerde dine bağlı toplumlar dahi tarih sah nesinde ilerlemeler kaydetmiştir. Bunun en tipik örneğini Müslüman ve Hıristiyan toplumlar yaşamıştır. Hz. Muhammed den itibaren X. Yüzyıla kadar yoğun bir düşünsel tartışma or tamı içinde yaşayan müslümanlar, bu dönem de akılcılığın gereği olarak bilim, fen, matema tik, kültür ve sanatta büyük ilerlemeler kaydetmiştir. X. ve XI. yüzyıldan itibaren aklın rolü ikinci plana atılmış ve tepeden inme doğmalar la yaşam biçimleri çizilmiştir. Aklı bir yana bı rakan, sadece resmi devlet filozoflarının, şey hülislamların fetvalarıy-

Türkiye de Din ve Vicdan Özgürlüğü. 45 la salt boyun eğmeye itilen insanlar, kendilerini tevekküle bırakınca İslam toplumları gerilemiştir. Oysa akılcılığı benimseyen Endülüs Emevileri güçlerini ve ileri uygarlıklarını XIV. ve XV. yüzyıla kadar sürdürmüşlerdir. Endülüs Emevileri devleti içerisinde yetişen İbni Rüşt (1126-1198) Aristo teles in akılcılığını İslam felsefesine getirerek bireyin güç ve yüceliğini savunmuştur. Kader ci İslam felsefi karşısında bireyi yücelten, irade özgürlüğünü savunan İbni Rüşt, tüm akıldışı (irrasyonel), metafizik açıklama şemalarını et kilemiştir. Akıl bireyin öne çıkmasına, gücünü hissetmesine ve böylelikle doğanın keşfinde çabalar sarfetmesine yol açar. insanlık ve uy garlık bu çabalarla ilerler. Benzer durum Hıristiyanlık için de söz konusudur. Din adamlarının, kilise babalarının buyruklarına salt boyun eğme dönemi olan Ortaçağ da Hıristiyanlar geri kalmış toplum modeli içindeydiler. Aquino lu Thomas ın ve diğer Aristoteles kökenli akılcıların insana gü ven getirmeleri, aklı yöntem olarak benimse meleri, akılcılığı ileri sürmeleriyle birlikte Hı ristiyan toplumları uygarlık alanında büyük ge lişmeler kaydetmiştir. Akılcılığın benimsenmesi Museviler için de büyük önem taşımaktadır. Yahudi Endü lüs lü filozof Maimonides (İbni Mem un) Endü lüs Emevi Devleti nin sanat, kültür, edebiyat ve felsefeye verdiği önem ortamı içinde büyük yapıtlar vererek biçime körü körüne bağlı, bağnaz dindarların görüş ufkunu akılcılık yoluyla genişletmeye çalışmıştır. Akılcı, özgür lükçü tutumu onun Müslümanlar tarafından da sevilmesine yol açmıştır. Osmanlı kültüründe egemen düşünce tarzı akılcılık değildir. Osmanlılar inanç insan larıydı. Şeyhülislamların, imamın ve hocaların söylediklerine körü körüne inanma ve boyun eğme, Osmanlı tebasının belirgin özelliği idi. Ona aktarılan bilgi ve davranış modellerini akıl süzgecinden geçirmeden benimserdi. Bu bilgi ve davranış modelleri halifenin şeyhülislamı ve hocaları aracılığıyla aktarılınca, dini dogmala rın siyasal ilkeler haline dönüşeceği açıktır. Ta banın din duygularına böylelikle felsefi gerek çeler getirilmiş, özgürlük bilinci ve akıl öğesi ustalıkla unutturulmuş; düşünmeyen, sadece boyun eğen halk olgusu yaratılarak kitleler te vekküle itilmiştir. Bu yöntem, devlet bütünlü ğünün sağlanmasında belki savunulur bir tutu mu belirleyebilir. Ancak İslam alemi nin uygarlık yarışında bayrağı kaptırmasının nedenlerinden biri de yöneticilerin insanların özgür lük bilincini yok etmeleridir. Özgür insan üre ten insandır. Değer üretme, özgür ortamlarda gerçekleşir. Akıl ve özgürlükle yeni değerler yaratan uluslar uygarlık yarışında ön saflarda olurlar. Osmanlı döneminde dinin etkisi çok güçlüydü. Ne var ki, Osmanlı insanının din duygusu akılcı yaklaşımlardan uzak, karanlık güçler tarafından sömü-

46. Niyazi Öktem rülmüştür. Bu tür sömürülerin önüne felsefe ve dinin birlikteliği ile geçilebilir. Akıl sahibi olan insan, dine ilişkin yorumlarını bizzat kendisi yapar. Belli bir kültür düzeyine ulaşmış insanları, kulaktan dolma bilgilere, mahalle ve köy imamlarının gelişi güzel okunan kitaplara dayanarak yaptıkları yorumlara itibar etmeleri, geleneksel Osmanlı te basının tutumunun sürdürüldüğüne işaret eder. Laiklik Batı demokrasilerinin, dolayı sıyla bizim de temel ilkelerimizin başında gel mektedir; ama unutmayalım ki, laikliğin köke ni rasyonalizme, akılcılığa dayanmaktadır. Ras yonel tutum, bireysel plandan toplumsal boyuta kadar her alanda yaşam ilkesidir. Duygula rın, tutkuların, safsatanın, nefretin, horlama duygusunun, küçümsemenin tutsağı olursak, akıldışı tutumumuzla olumsuzluklar evreninde boğulup gideriz. Laikliğin uygulanmasında da rasyonel olmamız gerekmektedir. Laiklik uğruna verilen mücadelede ma nastır veya tekke ve zaviyelere seçenek sosyal kurumlar getirilmeli, felsefe ve din felsefesi üzerine çalışmalar yapılmalıdır. Ülkemizde tıp kı bir zamanlar Fransa da olduğu gibi taassu bun üzerine sadece yasak ve yasaklamalarla gidilmiştir. Bu tavrın işe yaramadığı açıktır. Ha la bazı kesimler belli bir tarikata mensup ol makla övünürler, tekkelerde ayinler yapılır. Sosyal ortam dikkate alınmadan yapılan yasa lar tepki doğurur. Ülkemizde bu tip yasalar ya da düzenlemeler irticanın güçlenmesine yar dımcı olmuştur. Sorunu büyütmek ise dev bo yutlara ulaşan Cuma namazı sonrası gösteri lerin çoğalmasına, çarşafın artmasına yol aç mıştır. Dinin biçim kısmı ile mücadele, öz ve içerik açısından önemli sonuçlar getirmez. Biçimin üzerinde fazla durmadan öze ilişkin fel sefi çalışmaları devlet ve tüm ilerici güçlerin desteklemesi gerekir. Yukarıdaki perspektif içerisinde kanı mızca soruna soğukkanlı bakmamız gerekir. Felsefe ve sosyolojinin verileri zaten soğuk kanlılığı gerektirir. Öte yandan slogan edebi yatından da uzaklaşmamız zorunludur. Her şeyden önce jakobenlikten vazgeçip, tam de mokrat olmalıyız. Jakobenlik 1789 Büyük Fransız Devriminden sonra devrimin en ateşli tarafları ve uygulayıcısı olanlar bir kulüp kurmuş ve bulundukları yer itibariyle kendilerine jakoben denilmiştir. Jakobenlerin amacı, devrimi aristokrat kesimden gelebilecek gerici hareketlere karşı korumakdır. Halk, ruhban sınıftan ve aristokrat kesimden gelebilecek hareketlere, kendi çıkarına ay kırı olmasına rağmen, bilinçsizliği nedeniyle alet olabilirdi, ilerici aydınların görevi, kendi esenliğinin boyutlarını ve ilkelerinin bilincinde olmayan halkı korumak ve aristokrat-ruhban etkisinde

Türkiye de Din ve Vicdan Özgürlüğü. 47 olan kişileri halktan uzak tutmaktır. Jakobenlere göre, halk ve aydınlar devrimin gereği olan biçimde yaşamalı, giyim-kuşamlarını ona göre ayarlamalıdır. Jakobenlik siyasal literatürde her zaman güncelliğini koruyan bir olgu ve kavramdır. Gerçekleştirilen her devrimden sonra Jakoben lik zorunludur. Devrimleri yerleştirmek için başka çare yoktur. Devrimler karşısında dire nen gerici, çağdışı, örümcek kafalı beyinleri sindirmek gerekir. Aksi takdirde tüm emekler boşa gider ve karşı devrimciler güç kazanarak, devrimi yıkar. O halde her devrimci jakoben olmak zorundadır. Bizim devrimimizin üzerinden 70 yıl geçti. Fransız Devrimi yle benzerlik gösteren ittihatçı devrim, 80 yılı aştı. Bir burjuva devrimi olan ve jakoben yöntemleri uygulayan ittihat çılığın, dönemine göre çok ileri ve çağdaş dü şünce ve uygulamaları getirdiğini biliyoruz. Ve gene biliyoruz ki güzel düşüncelere rağmen, ittihatçılar aynı Fransız Jakobenler gibi devlet terörüyle kan ve gözyaşı getirmişlerdir. Atatürk, ittihatçı gelenekten gelmesine rağmen onlardan farklıydı. O gerçek bir de mokrasi inancı içindeydi. Çok partili rejime ge çiş denemeleri, Hasan Soyak a ifade ettiği gibi, plüralist bir siyasal yapı özdeyişleri, Atatürk için jakobenliğin uzun süreli bir yöntem olama yacağının göstergesidir. Başlangıçta Atatürk de jakobendi; devrimi yerleştirmek için o da do ğaldır ki karşı devrimcileri yani hanedan-ruhban işbirliğini ezecekti. Ama aradan 70 yıl geç tikten ve Türkiye plüralist demokrasi deneyimi ne girdikten sonra hala jakoben olmak çağdaş lık değil, çağdışılıktır. Zira, jakoben yöntemler le çağdaşlığın bağdaşırlığı ve gerçek demokra siye uygunluğu bir hayli tartışmalıdır. Jakobenliği çağdaşlık olarak kabul etmek ancak insanın siyasal tarih, felsefe ve sosyoloji bilgisinin eksik olduğuna işaret eder. Özellikle özgürlükten jakobenliğe dönüş süreci içinde Jakoben olmak aymazlıktan başka bir şey değildir. Buna rağmen, son günlerde jakoben, sözde demokratlarımız bir hayli çoğaldı yeni jakobenler eskiden çoğulcu, her türlü görü şün temsil edildiği plüralist demokrasiden ya na bir tutum içinde iken bugün tavır değiştir miş durumdalar. Bunlar, şimdi Batıcı gerçek demokrasiyi savunanları ihanetle suçlamak ta, bu kişilerin ne biçim aydın ve ilerici olduk larını anlamadıklarını ifade etmektedirler. Ye ni jakobenlerin çelişkili tutumunu unutabiliriz, ama bunlar en azından çoğulcu demokrat ol madıklarını kabul etmeli ve gerçek demokrat lara saldırmayı bir yana bırakmalıdırlar. Jako ben sözde demokrat, işin içine bir de duygu sallığı soktuğunda, irrasyonel bir tutum içinde abesle iştigal etmeye başlar. Jakoben tavır, türban vs. gibi biçimle uğraşılmakla yetinip, öz ve esasa inen düşünsel eylemlerden uzaklaşır.

48. Niyazi Öktem Eskiden beri jakoben olanlara sözümüz yok. Eskiden onlara gardrop Atatürkçüsü de nirdi. Onlar kendileriyle çok tutarlı. Eskiden beri onlar Atatürkçü rejimin, gereğinde baskı ve otoriter sistemlerle oturtulmasının acısını ve darbesini aleviler yemiştir. Onlar sosyal ve si yasal muhalefet içinde olduklarından, sünni ezici çoğunluk karşısında çekindiklerinden ve düzene saygılarından Cem Evlerini hemen ka patmışlardır. 1960 döneminin getirdiği özgür lükçü ortam içerisinde ancak yavaş yavaş ve gizlice yeniden Cem Evleri açılabilmiştir. Bu gün artık onlarınki de alenidir. Aleni olmaktan öte, açılış törenlerine Cumhurbaşkanları, Ba kanlar katılmaktadır. Dinler yorumlarla kitleleri sarar. Hıristi yanlığın iki ana mezhebi içerisinde katoliklikte fransisken, dominiken, cizvit, kapüsen gibi 100 ü aşkın tarikat vardır. Tarikatların mensup larının biraraya gelerek ibadet, eğitim yaptıkla rı yerlerin adına manastır denir. Manastır veya benzeri mekanların İslamdaki adı tekke ve zaviye dir. Katolikliğin olduğu tüm dünya ül kelerinde manastırlar birer sosyal olgu olarak mevcuttur. Fransızlar 3. Cumhuriyet dönemin de manastırları kapatmışlar, ama dinci gruplar bizde olduğu gibi faaliyetlerini önce gizli, daha sonra açık bir şekilde sürdürmüşlerdir. Protes tanlıkta da durum aynıdır. ABD de 200 civarın da tarikat yoğun faaliyet göstermekte, tüm sos yal yaşam bu tarikatlara bağlı kilise, dinsel eği tim kurumlan etrafında dönmektedir. Dinin değişik yorumları bu tür örgütlenmeleri sosyal bir olgu olarak zorunlu kılar. Atatürk döneminde tekke ve zaviyelerin kaldırılması zorunluydu. Tekke ve zaviye ileri gelenlerin pasifize edilmesi de gerekliydi. On ların önemli bir bölümü Cumhuriyet Devrimi karşısında olumsuz tutum almışlar, Padişahı desteklemişler, hukuku çağdaşlaştırma süreci ne başkaldırmışlardı. Devrimler karşı devrim cileri yok eder. Aynı operasyonu Atatürk dev rimlerinin sosyal, düşünce ve siyasal dayanağı olan 1789 Büyük Fransız Devrimi de uygula mıştır. Statik Atatürkçüler, de facto olanı, yani tekke ve zaviyelerin varlığını görmekten kaçma duygusallığı içerisindedirler. Fakat, de facto olan hukuksal hale gelmezse, de iure olmazsa yerin altına girerek çok daha fazla güçlenir. Nitekim Türkiye de böyle olmuştur. Oysa, her zaman için açıklıkta yarar vardır. Demokratik, çoğulcu, sivil toplum anlayışı esenlik yoludur. Tekke ve zaviyeler açığa çıksınlar da, düşünsel yapılarının boyutlarını görelim. Ayrıca, zaten sünni inançtaki tutucu tekkelerin önemli bir bölümü illegal kalmayı tercih etmektedirler. Böylelikle, devlet denetiminden kolaylıkla kurtulduklarının farkındadırlar. Öte yandan, Alevi Cem Evleri açılsın, kadiri tekke kapansın! demek, çifte standart içinde demokrat kişilikle çelişkiye düşmek olacaktır. Bir de unutmayalım ki, eğer devlet yasalarını uygulayamıyor, tekkeleri kapatamıyorsa, dev-

Türkiye de Din ve Vicdan Özgürlüğü. 49 let itibarının ciddi bir biçimde sarsılması gündeme gelir. Hukuk devletinin demokrat savunucularının bu hususu da gözönünde bulundurmaları gerekir. Dinamik Atatürkçüler, laiklik, hukuk, din konularında analizler yaparken çağımızın sosyal koşul ve olgularını gözönünde bulundururlar. Atatürkçü öze sadık kalır, ama 1920-1930 ların sosyal koşulları ile 1990 ların sosyal koşullarının aynı olmadığının bilinciyle hareket ederler. Yöntemimizi günün koşulları içerisinde belirlemeliyiz. Düşmanlıkla değil, toplumun her inanç eğilimi, her grubu, her insanıyla diyaloglar kurarak barış ve esenliğin gerçekleşebileceğinin farkında olmalıyız. Bu tür bir dinamik Atatürkçülük anlayışına ulaşamadığımız takdirde, sağ, sol, faşist, komünist tüm genci, tutucu, yobaz, ilkel güçlere kucak açmış oluruz. Kuşkusuz tam özgürlükçü ve sivil toplumun gerçekleştiği, tüm düşünce kuruluşlarına örgütlenme olanağının sağlandığı devlet sistemlerinde yukarıdaki mülahazalar geçerlidir. Sosyal ortam içerisinde denge karşı görüşlerin varlığıyla sağlanır. Öte yandan, Türkiye nin Güney-Doğu Anadolu bölgesinde cereyan eden olaylar nedeniyle, bazı karanlık güçlerin sivil örgütlenme idealini kendi emelleri uğruna kullanabileceğinin kuşkusuz farkındayız. Ama gene de bize göre özgürlükçü, çoğulcu ve gerçek demokratik ortam tüm melanetin panzehiridir. Sonuç Bu makalede laikliğin çoğulcu demokratik yapı içerisindeki önemine dinle- rin bu bağlamdaki analizlerini de yaparak değindik. Laiklik kavramı özgür- leşme sürecinin en önemli kavramıdır. Laiklik ilkesi, çağdaş, demokratik, halk egemenliği veya ulusal egemenlik anlayışına bağlı devletlerin vazgeçilmez ilkesidir. Laiklikten vazgeçmek akıldan ve özgürlükten, kısaca insanlıktan vazgeçmek demektir. Laikliği bir kenara atmak insanlık tarihinin ilerleme aşamalarını bir kalemde silmek anlamına gelir. Ancak, laikliği felsefi, sosyal, tarihsel konumu içerisinde ele almalıyız. Sosyal analizlere ve gerçeklere kayıtsız kaldığımız takdirde, laiklik ve demokrasi mücadelesinde kazanılan tüm aşamaları tersine çevirmiş oluruz. Özgürlük ve bilinç ortamı hakkını herkese tanımayan gerçek demokrat olamaz, ideolojik mücadele yasaklarla değil, düşünceyle, alternatif felsefe ve fikir üretmekle yapılır; ve ancak böyle bir mücadele demokrasiye ve insan haklarına uy gun bir mücadele konumuna gelebilir.