T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTİSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI



Benzer belgeler
1 MALİYE BİLİMİNİN ESASLARI VE DİĞER BİLİM DALLARIYLA İLİŞKİSİ

BÖLÜM I MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR...

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ... v İÇİNDEKİLER... vi GENEL EKONOMİ 1. Ekonominin Tanımı ve Kapsamı Ekonomide Kıtlık ve Tercih

İçindekiler kısa tablosu

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI

Dersin Amacı: Bilimsel araştırmanın öneminin ifade edilmesi, hipotez yazımı ve kaynak tarama gibi uygulamaların öğretilmesi amaçlanmaktadır.

EKONOMİK SÜREÇ İÇİNDE DEVLETİN FONKSİYONLARI KAMU HİZMETLERİ DIŞSALLIKLAR KAMU HARCAMALARININ ARTIŞINA YÖNELİK GÖRÜŞLER

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR

ÜNİTE:1. Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları ÜNİTE:2. Maliye Politikasının Makroekonomik Temelleri ÜNİTE:3

İÇİNDEKİLER. 1. Bölüm Kamu Ekonomisi Disiplinine Tarihsel ve Analitik bir Perspektiften Bakış,

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR

d. Devlet anlayışında meydana gelen değişmeler e. Savaş ve savunma harcamalarındaki artış b. Sivil toplum örgüt a. Tarafsız maliye b.

Türkiye Ekonomisi 2014 Bütçe Büyüklükleri ve Bütçe Performansı Raporu

MAKRO İKTİSAT KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ(KARMA)

Ayrım I. Genel Çerçeve 1

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

MALİYE ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi

MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ. Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir.

2016 YILI OCAK-HAZĠRAN DÖNEMĠ KURUMSAL MALĠ DURUM VE BEKLENTĠLER RAPORU

ORTA VADELİ PROGRAM

DERS NOTU 09 DIŞLAMA ETKİSİ UYUMLU MALİYE VE PARA POLİTİKALARI PARA ARZI TANIMLARI KLASİK PARA VE FAİZ TEORİLERİ

Tufan Samet ÖZDURAK THEMIS MAKRO İKTİSAT

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNE PANORAMİK BAKIŞ...

ORTA VADELİ PROGRAM ( ) 8 Ekim 2014

EKONOMİ DEKİ SON GELİŞMELER Y M M O D A S I P R O F. D R. M U S T A F A A. A Y S A N

Ekonomik Performans Ġçin Olmazsa Olmaz KoĢul: Finansal GeliĢme

1. Giriş Giriş...19

Ekonomi II. 21.Enflasyon. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından


DÜZCE ÜNİVERSİTESİ STRATEJİ GELİŞTİRME DAİRE BAŞKANLIĞI

İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS

1 MAKRO EKONOMİNİN DOĞUŞU

MALİYE POLİTİKASI KISA ÖZET KOLAYAOF

Maliye Politikası ve Bütçe

İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2

ĠÇĠNDEKĠLER. BAġLARKEN 1. Bölüm II

DERS ÖĞRETİM PLANI. Dersin Kodu

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM EKONOMİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

İstihdam Faiz ve Paranın Genel Teorisi, makro iktisadın kökenini oluşturur.

[AI= Aggregate Income (Toplam Gelir); AE: Aggregate Expenditure (Toplam Harcama)]

Ekonomi II. 13.Bölüm:Makroekonomiye Genel Bir Bakış Doç.Dr.Tufan BAL

Editörler Yrd.Doç.Dr. Bülent Altay & Yrd.Doç.Dr. Temur Kurtaslan GENEL EKONOMİ

KAMU MALİ YESİ Liberalizmin öncüleri Fizyokratlardı Transfer harcamaları n unsurları : Faiz ödemeleri, Fon ödemeleri, Kamulaş

T.C. BEŞİKTAŞ BELEDİYE BAŞKANLIĞI MECLİS KARARI

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden

ORTA VADELİ PROGRAMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ( )

Kamu Harcamalarının Sınıflandırılması. Dr. Süleyman BOLAT

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

ULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİ EYLEM PLANI ( ) İSTİHDAM-SOSYAL KORUMA İLİŞKİSİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ

Ekonomide Uzun Dönem. Bilgin Bari İktisat Politikası 1

ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER... XI BİRİNCİ BÖLÜM MAKRO İKTİSADA GİRİŞ

ÖZET. SOYU Esra. İkiz Açık ve Türkiye Uygulaması ( ), Yüksek Lisans Tezi, Çorum, 2012.

Giriş İktisat Politikası. İktisat Politikası. Bilgin Bari. 28.Eylül.2015

MALİYE SORU BANKASI OPTIMUS İdari Hakimlik TAMAMI ÇÖZÜMLÜ SALİM GÖL TEK KİTAP

YEDİNCİ BÖLÜM MAKROEKONOMİ: TANIM, KAPSAM VE GELİŞİM

GSYH

MAKROEKONOMİK ANALİZİN ALTYAPISI: TEMEL MAKROEKONOMİK İLİŞKİLER

T.C. KALKINMA BAKANLIĞI 2014 YILI PROGRAMI GENEL EKONOMİK HEDEFLER VE YATIRIMLAR

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi

Dengede; sızıntılar ve enjeksiyonlar eşit olacaktır:

KAMU MALİ YÖNETİM SİSTEMİ VE KAMU SEKTÖRÜ TANIMLARI. Prof. Dr. H. Hakan Yılmaz

T+U Saat Doğal Kaynaklar Ve Çevre Ekonomisi Ön Koşul Dersleri. Dersin Adı Kodu Yarıyılı. Türkçe Seçmeli

TOPLAM TALEP I: IS-LM MODELİNİN OLUŞTURULMASI

SORU SETİ 2 TOPLAM HARCAMALAR VE DENGE ÇIKTI

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ DEVLET PLANLAMA ÖRGÜTÜ

Tufan Samet ÖZDURAK THEMIS MAKRO İKTİSAT

GENEL EKONOMİ DERS NOTLARI

Dış Ticaret Politikası-Giriş Dr. Dilek Seymen Dr. Aslı Seda Bilman

Courses Offered in the MSc Program

2013 YILI OCAK-HAZĠRAN DÖNEMĠ KURUMSAL MALĠ DURUM VE BEKLENTĠLER RAPORU

Semester I. PSPA 105 Introductionto Law Hukuka Giriş C 3 5 ECON 101 Introduction to Economics İktisada Giriş I C 3 5

Courses Offered in the MsC Program

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü

MUĞLA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ PLAN VE BÜTÇE MALİ KOMİSYONU RAPORU (2015 Yılı Bütçesi)

İthalat 5 birim olduğuna göre, toplam talep kaç birimdir?

1: YÖNETİM-YERİNDEN YÖNETİME İLİŞKİN KAVRAMSAL ÇERÇEVE...1

KURUL KARARI ORTA VADELİ MALİ PLAN ( )

Büyümeyi Sürdürmek: Yurtiçi Tasarrufların Önemi

Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom ve Denkleştirici

tepav Mart2011 N POLİTİKANOTU Cari Açığın Sebebini Merak Eden Bütçeye Baksın Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

ÇALIŞMA EKONOMİSİ KISA ÖZET

MAKROEKONOMİ - 2. HAFTA

T.C. KALKINMA BAKANLIĞI 2015 YILI PROGRAMI GENEL EKONOMİK HEDEFLER VE YATIRIMLAR

EKONOMİ POLİTİKALARI VE

Ekonomi II. 20.Para Teorisi ve Politikası. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

T.C. KALKINMA BAKANLIĞI GENEL EKONOMİK HEDEFLER VE YATIRIMLAR 2012

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Maliye Hacettepe Üniversitesi İİBF Y. Lisans İktisat Akdeniz Üniversitesi SBE 2003

BÖLÜM-2 Makro-ekonomide Veri

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ

ONBĠRĠNCĠ BÖLÜM BÜYÜME, KALKINMA VE YOKSULLUKLA MÜCADELE

Yılları Bütçesinin Makroekonomik Çerçevede Değerlendirilmesi

Transkript:

T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTİSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI KAMU HARCAMA ÇEŞİTLERİ VE EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN EKONOMETRİK BİR ANALİZ (1970-2009) Gülbahar ÜÇLER DOKTORA TEZİ Danışman Yrd. Doç. Zekeriya MIZIRAK Konya - 2011

Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü BİLİMSEL ETİK SAYFASI Adı Soyadı Gülbahar ÜÇLER Numarası 054126001006 Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tezin Adı Kamu Harcama Çeşitleri ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Ekonomisi İçin Ekonometrik Bir Analiz (1970-2009) Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranıģ ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalıģmada baģkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm. Gülbahar ÜÇLER i

Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü DOKTORA TEZİ KABUL FORMU Adı Soyadı Gülbahar ÜÇLER Numarası 054126001006 Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Zekeriya MIZIRAK Tezin Adı Kamu Harcama Çeşitleri ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Ekonomisi İçin Ekonometrik Bir Analiz (1970-2009) Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan Kamu Harcama ÇeĢitleri ve Ekonomik Büyüme ĠliĢkisi: Türkiye Ekonomisi Ġçin Ekonometrik Bir Analiz (1970-2009) baģlıklı bu çalıģma 18.07.2011 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile baģarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiģtir. ii

ÖNSÖZ Bu çalıģmanın amacı Türkiye de kamu harcamalarının ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini incelemektir. Bu amaçla kamu harcamalarının sınıflandırılma yapısı dikkate alınarak, hem fonksiyonel hem de ekonomik sınıflandırılma çerçevesinde, savunma, sağlık, eğitim, cari, yatırım ve transfer harcamaları uzun ve kısa dönem açısından teker teker ele alınmıģtır. Ayrıca bahsedilen harcama çeģitleri ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik iliģkisi de incelenmiģtir. Bu çalıģmanın hazırlanmasında, doktoraya baģladığım andan itibaren takıldığım her konuda desteğini hiçbir zaman esirgemeyen, sonsuz sabrıyla bu çalıģmayı tamamlamamda çok büyük pay sahibi meslektaģım ve arkadaģım ġerife ÖZġAHĠN e, ne kadar teģekkür etsem azdır. Ayrıca çalıģmanın ekonometrik kısmında takıldığım her konuda yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. Muhsin KAR a, tez danıģmanım Yrd. Doç. Dr. Zekeriya MIZIRAK a ve özellikle akademik çalıģmaya sonsuz destek veren ve bu amaçla tüm akademik personele huzurlu bir çalıģma ortamı sunmaya çalıģan değerli yüksekokul müdürüm Yrd. Doç. Dr. ġaban ĠNAM ve çalıģma arkadaģlarıma teģekkürü bir borç bilirim. Ve yaklaģık on yıldır desteğini hep yanımda hissettiğim, çok yoğun ve stresli çalıģma temposuna benimle birlikte katlanmaya çalıģan, her konuda en büyük desteğim, yol arkadaģım, sevgili eģim MATO ma ve son üç yıldır hayatıma lezzet katan, en sıkıntılı ve zor zamanlarımda bile tek bir gülümseme ile yaģamımı güzelleģtiren dünyanın en yaramaz ama benim için en tatlı ikizleri, aslanlarım Y. SĠNA ve A. SAFA ma çok teģekkür ediyorum. Gülbahar ÜÇLER iii

Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Gülbahar ÜÇLER Numarası 054126001006 Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Zekeriya MIZIRAK Tezin Adı Kamu Harcama Çeşitleri ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Ekonomisi İçin Ekonometrik Bir Analiz (1970-2009) ÖZET KüreselleĢmeye birlikte devlet anlayıģı ve devlete yüklenen görevler değiģmiģ, devletin yapısal ve iģlevsel değiģikliği ile birlikte kamu harcamalarının miktarı ve bileģimi de tartıģılır olmuģtur. Ġktisadi büyümenin geliģtirilmesi ve toplumsal refahın artırılması için devlete büyük sorumluluklar düģmektedir. ÇalıĢmanın amacı Türkiye de kamu harcamalarının iktisadi büyüme üzerine etkilerini araģtırmaktır. Bu çerçevede öncelikle kamu harcamalarının teorik çerçevesi çizilerek, kamu harcamalarının artıģ sorunu üzerinde durulmuģtur. Ġkinci bölümde ise büyüme kavramı, büyümenin dinamikleri ve büyüme teorileri incelenmiģtir. Daha sonrasında ise Türkiye de kamu harcamalarının tasnifi ve harcamalar tarihsel süreç içerisinde ele alınmıģtır. Son olarak 1970-2009 yılları arasında Türkiye de kamu harcamalarının büyüme üzerinde ki etkileri farklı ekonometrik yöntemlerle test edilmiģtir. ÇalıĢmanın sonucuna göre; eğitim ve yatırım harcamalarının büyüme üzerine pozitif etkileri tespit edilirken, sağlık, savunma, cari ve transfer harcamalarının büyüme üzerinde negatif etkisi olduğu görülmüģtür. Özellikle transfer harcamalarının bütçede ki büyüklüğü düģünüldüğünde, ekonomik etkinlik ve verimlilik amaçları doğrultusunda transfer harcama kalemlerinin biran önce yeniden düzenlenmesi önem arz etmektedir. Kamu harcamalarında en önemli sorun etkinlik sorunudur. Kamu harcamalarının büyüme üzerinde pozitif bir etkiye sahip olması doğru ve yerinde kullanılması ve israf edilmemesine bağlıdır Anahtar Kelimeler: Kamu harcamaları, Büyüme, Türkiye, ARDL, Johansen iv

Öğrencinin T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Gülbahar ÜÇLER Numarası 054126001006 Ana Bilim / Bilim Dalı İktisat Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Zekeriya MIZIRAK Tezin İngilizce Adı Public Expenditure Variations and Economic Growth Relations: An Econometric Analysis for economy of Turkey SUMMARY With globalization, the concept of government and the duties which the government responsible for have changed, and with the structural and functional change of the government, the composition and the amount of government expenditure have been discussed. The government is responsible for the development of economic growth and the increase of social welfare. The aim of the study is to investigate the effects of the government expenditure in Turkey on economic growth. In this context, first of all, by drawing the theoretical framework of government expenditure, problem of increase in government expenditure is emphasized. In the second part, growth concept, dynamics of growth and growth theories are examined. Afterwards, classification of government expenditure in Turkey and expenditures are handled in historical process. Finally, the effects of government expenditure in Turkey on growth between the years 1970-2009 are tested via different econometric methods. According to the result of the study; while positive effects of education and investment expenditures on growth are being established, it is seen that health, military, current and transfer expenditures have negative effects on growth. Particularly, when the extend of transfer expenditure in budget taken into consideration, it is essential that transfer expenditure items in accordance with economic activity and aims of productivity are immediately reconstituted. The most important issue in government expenditure is the activity problem. Having a positive effect on growth of government expenditure depends on its correct apply and not to be wasting. v

Key Words: Governmental expenditure, Growth, Turkey, ARDL, Johansen Kısaltmalar Listesi ARDL : Autoregressive Distributed Lag ADF : Augmented Dickey-Fuller Test DPT : Devlet Planlama TeĢkilatı DĠE : Devlet Ġstatistik Enstitisü PWT : Penn World Table WDI : World Development Ġndicatiors GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla GSYĠH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ABS : Analitik Bütçe Sınıflandırması SBM : Solow Büyüme Modeli BÜMKO : Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü KĠT : Kamu Ġktisadi TeĢekkülleri VAR : Vector Autoregression Model PP : Phillips Peron Testi EKK : En Küçük Kareler Yöntemi ZA : Zivot-Andrews Test ME : Savunma Harcamaları Serisi HE : Sağlık Harcamaları Serisi EE : Eğitim Harcamaları Serisi IE : Yatırım Harcamaları Serisi CE : Cari Harcamalar Serisi TE : Transfer Harcamaları Serisi EMP : Ġstihdam Serisi PĠNV : Özel Sektör Yatırım Harcamaları Serisi OPEN : Tiicari Açıklık Serisi ĠNF : Enflasyon Serisi IMF : International Monetary Found OECD : Organisation for Economic Co-operation and Development vi

Tablolar Listesi: Tablo 1: BaĢlıca Büyüme Teorileri ve Özellikleri..... 62 Tablo 2: Türkiye de Kamu Yatırımları (2005 2009).... 117 Tablo 3: Fonksiyonel Sınıflandırmaya Göre Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ve GSMH Payları.. 125 Tablo 4: Türkiye de Reel Kamu Harcamaları 1948-1961 (YTL)... 132 Tablo 5: Kamu Harcamaları ve Devletin Ekonomideki Payı (%) (1960-1980)... 135 Tablo 6: Türkiye de Devletin Ekonomideki Payı % (1980-2005)... 139 Tablo 7: Sabit Fiyatlarla (1968=0) Toplam Konsolide Bütçe Harcamaları ve Bir Önceki Yıla Göre ArtıĢ Oranları.. 140 Tablo 8: Türkiye' de Kamu Harcamalarının Genel Dağılımı, 2000 2009. 154 Tablo 9: Türkiye' de Kamu Harcamalarının GSYH' ya Oranı ve Bütçe Ġçindeki Payı (%). 155 Tablo 10: Serilerin Açıklanması.. 176 Tablo11: ADF ve PP Birim Kök Test Sonuçları... 178 Tablo 12: ADF ve PP Birim Kök Test Sonuçları Devamı... 179 Tablo 13.: ZA (A Modeli) Birim Kök Değerleri Sonuçları. 180 Tablo14.: Birim Kök Testleri Sonuçlarının KarĢılaĢtırılması.. 181 Tablo 15: Kamu Harcama ÇeĢitleri Büyüme ĠliĢkisinin Modellenmesi... 182 Tablo 16: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi (Model 1). 183 Tablo 17: Savunma Harcamaları Büyüme ĠliĢkisi Sınır Testi Sonuçları (Model 1) 184 Tablo 18: ARDL Modeli Uzun Dönem Katsayıları (2.3.0.0. Modeli) (Model 1). 185 Tablo 19: ARDL Hata Düzeltme Modeli ve Kısa Dönem Katsayıları (2.3.0.0.) (Model 1)..... 186 Tablo 20: Granger Nedensellik Test Sonuçları.... 187 Tablo 21: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi (Model 2)..... 188 Tablo 22: Sağlık Harcamaları - Büyüme ĠliĢkisi Sınır Testi Sonuçları (Model 2).. 189 Tablo 23: ARDL Uzun Dönem Katsayıları (2.3.3.0. Modeli) (Model 2).... 199 Tablo 24: ARDL Hata Düzeltme Modeli ve Kısa Dönem Katsayıları (2.3.3.0.) 191 vii

(Model 2)... Tablo 25 : Granger Nedensellik Sonuçları (Model 2)..... 192 Tablo 26: Gecikme Sayısının Belirlenmesi (Model 3).... 193 Tablo 27: Sınır Testi Sonuçları (Model 3)... 194 Tablo 28: ARDL Uzun Dönem Katsayıları (2.3.3.0) (Model 3)..... 194 Tablo 29: ARDL Hata Düzeltme Modeli ve Kısa Dönem Katsayıları (2.3.3.0.) (Model 3). 196 Tablo 30: Granger Nedensellik Test Sonuçları ( Model 3) 196 Tablo 31: Model 4 Gecikme Uzunluğu Tespiti... 197 Tablo 32: Johansen EĢ BütünleĢme Test Sonuçları (Model 4).... 198 Tablo 33: Normalize EdilmiĢ Vektör (Model 4)... 198 Tablo 34: Hata Düzeltme Mekanizması (Model 4). 199 Tablo 35: Model 4 Zayıf DıĢsallık Testi Sonuçları. 201 Tablo 36: Model 5 Gecikme Uzunluğunun Tespiti. 202 Tablo 37: Johansen EĢ BütünleĢme Sonuçları (Model 5) 202 Tablo 38: Normalize EdilmiĢ Vektör (Model 5). 203 Tablo 39: Hata Düzeltme Mekanizması (Model 5). 205 Tablo 40 : Model 5 Zayıf DıĢsallık Test Sonuçları 206 Tablo 41: Model 6 Gecikme Uzunluğunun Tespiti. 206 Tablo 42: Johansen EĢ BütünleĢme Sonuçları (Model 6).... 207 Tablo 43: Normalize EdilmiĢ Vektör (Model 6) 207 Tablo 44: Hata Düzeltme Mekanizması (Model 6). 209 Tablo 45: Model 6 Zayıf DıĢsallık Test Sonuçları 210 viii

Şekil Listesi: ġekil 1: Çarpan Etkisi.. 16 ġekil: 2 Kamu Harcamaları - Çıktı ĠliĢkisi.. 21 ġekil 3: Peacock- Wiseman Sıçrama Tezi... 40 ġekil 4: Ortanca Seçmen DavranıĢlarının Kamu Harcamalarına Olan Talebi Artırması.. 44 ġekil 5: Girdi Verimliliği (Baumol) / Nispi Fiyat Etkisi. 46 ġekil 6: SBM de Dengeli GeliĢme ve Sermaye Birikimi... 77 ġekil 7: Teknolojik DıĢsallıkların Kaynaklarına Göre Büyüme Modelleri. 82 ġekil 8: Genel Hizmet Harcamalarının Bütçe Harcamalarına ve GSMH ya Oranı (%) 1999 2009... 104 ġekil 9: Savunma Harcamalarının GSYH ya Oranı (%) 1980 2009.. 106 ġekil 10: Eğitim Harcamalarının Bütçe Harcamalarına ve GSMH ya Oranı (%) 1980 2009 106 ġekil 11: Sağlık Harcamalarının GSYH ya Oranı (%) 1980 2009.. 110 ġekil 12: Cari Harcamaları Bütçe ve GSMH Payı 1980-2009 ( %) 114 ġekil 13: Yatırım HarcamalarıBütçe ve GSMH Payları 1980-2009 (%) 115 ġekil 14: Genel Devlet Toplam Transfer Harcamaları Bütçe ve GSYH Payı. 120 ġekil 15: Personel ve Sosyal Güvenlik Kur. Devlet Prim Giderleri 2000 2009 Bütçe ve GSYH Payı... 144 ġekil 16: Mal ve Hizmet Alımları Giderleri Bütçe ve GSYH Payı 2000 2009 (%).. 146 ġekil 17: Cari Transferler Harcamaları Bütçe ve GSYH Payı 2000-2009 Seyri (%).. 147 ġekil 18: Cari Transfer Harcama Kalemlerinin Dağılımı 2000 2009 (Milyon TL).. 148 ġekil 19: Sermaye Giderleri Bütçe ve GSYH Payı 2000-2009 (%) 150 ġekil 20: Borç Verme Giderleri Bütçe ve GSYH Payı 2000-2009 (%)... 151 ġekil 21: Borç Verme Gider Kalemlerinin DağılıĢı 2000 2009 (milyon TL). 152 ġekil 22: Faiz Giderleri Bütçe ve GSYH Payları 2000 2009 (milyon TL). 153 ix

İÇİNDEKİLER Sayfa No Bilimsel Etik Sayfası... ii Tez Kabul Formu. iii Önsöz / TeĢekkür. iv Özet.. v Summary.. vi Kısaltmalar Listesi... vii Tablolar Listesi viii GiriĢ. 1 BİRİNCİ BÖLÜM KAMU HARCAMALARININ TEORİK ÇERÇEVESİ.. 3 1.1. Kamu Harcamaları Kavramı.. 3 1.1.1. Dar Anlamda Kamu Harcamaları 4 1.1.2.GeniĢ Anlamda Kamu Harcamaları.. 5 1.2. Kamu Harcamalarının Özellikleri.. 6 1.3. Kamu Harcamalarına Klasik ve Modern YaklaĢımlar... 7 1.3.1. Kamu Harcamalarına Klasik YaklaĢım... 8 1.3.2. Kamu Harcamalarına Modern YaklaĢım. 10 1.3.2.1. Keynesyen YaklaĢım. 10 1.3.2.2. Arz Yönlü Ġktisat YaklaĢımı.. 12 1.4. Kamu Harcamalarının Ekonomik Etkileri. 14 1.4.1. Kamu Harcamalarının Makro-Ekonomik Etkileri... 14 1.4.1.1. Çarpan (Çoğaltan) Etkisi... 14 1.4.1.2. Hızlandıran Etkisi.. 17 1.4.2. Kamu Harcamalarının Ekonomi Üzerindeki Etkileri.. 19 1.4.2.1. Kamu Harcamalarının Üretim Üzerindeki Etkileri 19 1.4.2.2. Kamu Harcamalarının Ġstihdam Düzeyi Üzerindeki Etkileri 22 1.4.2.3. Kamu Harcamalarının Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri.. 24 1.4.2.4. Kamu Harcamalarının Tüketim Üzerindeki Etkileri. 26 1.5. Kamu Harcamalarının Ölçülmesi ve Ölçülmesi Ġle Ġlgili YaklaĢımlar. 27 x

1.5.1. Genel Nitelikteki YaklaĢımlar. 29 1.5.2. Harcama ÇeĢitlerine Göre YaklaĢımlar... 30 1.6. Kamu Harcamalarının ArtıĢı Sorunu ve ArtıĢı Açıklamaya ÇalıĢan GörüĢler.. 30 1.6.1. Makro Modeller... 33 1.6.1.1. Kalkınma Modeli... 33 1.6.1.2. Organik Devlet Modeli.. 37 1.6.1.3. Politik Kısıtlar Modeli... 38 1.6.1.4. Mali Yanılsama Modelleri. 41 1.6.1.5. Leviathan Modelleri... 42 1.6.2. Mikro Modeller 42 1.6.2.1. Seçmen Tercihi Mikro Modeli: Ortanca / Medyan Seçmen Modeli. 43 1.6.2.2. Baumol Etkisi (Dengesiz Verimlilikler YaklaĢımı).. 45 İKİNCİ BÖLÜM: İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI VE BÜYÜME TEORİLERİ 47 2.1. Ġktisadi Büyümenin Tanımı... 47 2.2. Ġktisadi Büyümenin Ölçülmesi ve Büyümenin Kaynakları... 49 2.2.1. BeĢeri Faktörler 51 2.2.2. Teknoloji Düzeyi. 54 2.2.3. Sermaye Birikimi. 57 2.3. Tarihsel Süreç Ġçerisinde Ekonomik Büyüme Ġle Ġlgili YaklaĢımlar. 59 2.3.1. Klasik Büyüme Teorileri. 62 2.3.2. Sosyalist Büyüme Teorisi (Marksist Ekonomik Büyüme ). 66 2.3.3. DıĢsal Büyüme Teorileri.. 68 2.3.3.1. Harrod Domar (Post Keynesyen) Büyüme Teorisi.. 68 2.3.3.2. Rosenstein Rodan Büyük ĠtiĢ Teorisi. 71 2.3.3.3. Rostow un Büyüme Teorisi.. 73 2.3.3.4. Neo-Klasik (Solow) Büyüme Teorisi 75 2.3.4. Yeni Ġçsel Büyüme Modelleri.. 80 2.3.4.1. Ar-Ge Faaliyetlerine Dayanan Ġçsel Büyüme Modelleri... 82 2.3.4.1.1. Paul Romer in Büyüme Modeli.. 83 2.3.4.1.2. Grossman ve Helpman Büyüme Modeli.. 85 2.3.4.1.3. Aghion ve Howitt Modeli 86 xi

2.3.4.2. BeĢeri Sermayeye Dayanan Ġçsel Büyüme Modelleri... 88 2.3.4.2.1. Lucas ın BeĢeri Sermaye Modeli 88 2.3.4.2.2. Rebelo nun AK Modeli.. 90 2.3.4.3. Kamusal Politikalara Dayanan Büyüme Modelleri... 92 2.3.4.3.1. Barro nun Kamu Harcamaları Modeli 92 2.4. Büyüme Modellerine Göre Devletin Rolü 95 2.4.1. Klasik Büyüme Modellerinde Devletin Rolü.. 95 2.4.2. Keynezyen (Harrod Domar) Büyüme Modellerinde Devletin Rolü 96 2.4.3. Neo-Klasik Büyüme Modellerinde Devletin Rolü.. 98 2.4.4. Ġçsel Büyüme Modellerinde Devletin Rolü 99 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRKİYE DE KAMU HARCAMALARININ SINIFLANDIRILMASI, HARCAMALARIN GELİŞİMİ ve BÜYÜMEYE ETKİSİNİN ANALİZİ 3.1. Kamu Harcamalarının Sınıflandırılması 101 3.1.1. Fonksiyonel Tasnife Göre Kamu Harcamaları 102 3.1.1.1. Genel Kamu Hizmetleri Giderleri. 104 3.1.1.2. Savunma Harcamaları 105 3.1.1.3. Eğitim Harcamaları 107 3.1.1.4. Sağlık Harcamaları 109 3.1.2. Ġdari Tasnife Göre Kamu Harcamaları 111 3.1.3. Ekonomik Tasnife Göre Kamu Harcamaları... 111 3.1.3.1. Cari Harcamalar. 113 3.1.3.2. Yatırım Harcamaları.. 114 3.1.3.3. Transfer Harcamaları. 118 3.1.4. Analitik Bütçe Tasnifine Göre Kamu Harcaması 121 3.1.4.1. Kurumsal Sınıflandırma. 123 3.1.4.2. Fonksiyonel Sınıflandırma. 124 3.1.4.3. Finansman Tipi Sınıflandırma... 126 3.1.4.4. Ekonomik Sınıflandırma 126 3.1.5. Fayda Ölçütüne Göre Kamu Harcamaları 128 3.2. Türkiye de Kamu Harcamalarının GeliĢimi ve Ekonomik Büyümeye Etkisi... 129 3.2.1. 1950-1960 Dönemi Kamu Harcamalarının Seyri 130 xii 101

3.2.2. 1961-1980 Dönemi Kamu Harcamalarının Seyri 133 3.2.3. 1980 2005 Dönemi Kamu Harcamalarının Seyri. 136 3.3. Kamu Harcamalarının 2000 den Günümüze Genel Dağılımı ve Analitik Bütçe Dahilinde Ekonomik Açıdan Analizi... 142 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: TÜRKİYE DE KAMU HARCAMA ÇEŞİTLERİNİN İKTİSADİ BÜYÜME ÜZERİNE ETKİLERİNİN EKONOMETRİK MODEL ÇERÇEVESİNDE TEST EDİLMESİ 4.1. Kamu Harcamaları Büyüme ĠliĢkisinin Ampirik Yönü. 156 4.2. Kamu Harcamaları ile Büyüme ĠliĢkisi Yabancı Literatür 157 4.3. Kamu Harcamaları Büyüme Türkiye ye ĠliĢkin Literatür 159 4.4. Ekonometrik Metodoloji: Teorik Açıklamalar ve Uygulama AĢamaları.. 161 4.4.1. Durağanlık Analizleri.. 163 4.4.1.1. Görsel Saptama Korelogram Testi.. 164 4.4.1.2. Birim Kök Testleri. 164 4.4.1.2.1. Yapısal Kırılmayı Göz Ardı Eden Birim Kök Testleri 165 4.4.1.2.1.1. GeniĢletilmiĢ Dickey Fuller Testi (ADF)... 165 4.4.1.2.1.2. Phillips - Perron Testi (PP) 167 4.4.1.2.2. Yapısal Kırılmayı Dikkate Alan Birim Kök Testleri... 167 4.4.1.2.2.1. Zivot Andrews Birim Kök Testi (ZA) 169 4.5. EĢbütünleĢme Testleri 171 4.5.1. ARDL (Sınır Testi) EĢbütünleĢme Modeli.. 172 4.5.2. Johansen EĢbütünleĢme Testi.. 174 4.6. Verilerin Tanımlanması. 176 4.7. Ampirik Bulgular... 177 4.7.1. Birim Kök Testleri Sonuçları... 178 4.7.2. Kamu Harcamaları ve Büyüme ĠliĢkisinin Modellenmesi... 181 4.7.3. ARDL EĢbütünleĢme Testi, Hata Düzeltme Mekanizması ve Granger Nedensellik Sonuçları... 182 4.7.3.1. Model 1: Savunma Harcamaları Büyüme ĠliĢkisi.. 183 4.7.3.2. Model 2: Sağlık Harcamaları Büyüme ĠliĢkisi.. 188 4.7.3.3. Model 3: Eğitim Harcamaları Büyüme ĠliĢkisi.. 192 156 xiii

4.7.4. Johansen EĢbütünleĢme Testi, Hata Düzeltme Mekanizması Sonuçları ve Zayıf DıĢsallık Testleri. 197 4.7.4.1. Model 4: Yatırım Harcamaları Büyüme ĠliĢkisi 197 4.7.4.2. Cari Harcamalar Büyüme ĠliĢkisi (Model 5).. 202 4.7.4.3. Transfer Harcamalar Büyüme ĠliĢkisi (Model 6) 206 Sonuç 213 xiv

Giriş Kamu harcamaları modern anlamda; kamu otoriteleri tarafından, sosyal ve ekonomik hayata müdahale etmek ve toplumun ihtiyaçlarını karģılamak amacıyla belirli kurallara göre yapılan harcamalardır. Kamu harcamaları ve büyüme arasındaki iliģki, iktisadi analizin iki önemli sahası için de farklı Ģekillerde ele alınmıģtır. Kamu finansmanı çalıģmaları, kamu harcamalarındaki artıģın ekonomik büyümeye bağlı olduğu görüģünü savunurken birçok ekonomist ise kamu harcamalarının ekonomik büyümeye neden olacağını kabul etmektedirler. Özellikle 1929 ekonomik krizinden sonra üzerinde daha çok durulan ve araģtırılan bir konu haline gelmiģ ve 1950 li yıllardan itibaren çok daha kapsamlı çalıģmalar yapılmaya baģlanmıģtır. Bu süreçte tartıģılan en temel konu devletin ekonomiye müdahalesi olmuģtur ve eğer bir müdahale söz konusu ise bu müdahalenin yöntemleri ve boyutu tartıģılmıģtır. Özellikle Ġkinci Dünya SavaĢından sonra az geliģmiģ ve geliģmekte olan ülkelerde devletin ekonomik faaliyetleri ve özel sektör için düzenleyici rolünün giderek arttığı gözlenmeye baģlamıģtır. Bu dönemde kamu harcamalarındaki artıģın, ekonomik geliģme sonucu mu ortaya çıktığı yoksa hükümetlerin bu harcamaları ekonomik geliģmeyi hızlandırmak için bir politika aracı olarak kullanmalarından mı kaynaklandığı sorusu bu yöndeki çalıģmaların ana kaynağı olmuģtur. Bu alanda, Adolph Wagner tarafından ekonomik geliģmeyle beraber kamunun ekonomik faaliyetlerinin ve dolayısıyla da kamu harcamalarının artacağını savunduğu görüģü en önemli çalıģmalar içerisindedir. Wagneryen yaklaģıma göre sanayi toplumlarında kamu harcamalarının artıģı kanun niteliğindedir. Peacock- Wiseman ise savaģ ve depresyon dönemlerinde kamu harcamalarının artacağını, siyasal iktidarların artan kamu harcamalarını finanse etmek için vergi oranlarını çok yüksek miktarda artıracağını savunur. Ancak olağanüstü durumlar ortadan kalksa dahi halk bu vergi yüküne alıģmıģ olduğundan vergiler tekrar eski düzeyine indirilemeyecek ve kamu harcama artıģı kaçınılmaz olacaktır. Wagner e göre kamu harcamaları artıģ trendi düz birçizgi Ģeklinde iken Peacock-Wiseman de kesikli sıçramalar Ģeklindedir. Diğer yandan Keynes ve Keynes in görüģünü kabul eden iktisatçılara göre ise kamu harcamaları, ekonomik büyümeyi gerçekleģtirmek ve kısa 1

dönem dalgalanmaları düzeltmek için tasarlanmıģ bir politika aracı olarak kullanılabilecek dıģsal bir faktördür. Dolayısıyla nedenselliğin yönü kamu harcamalarından büyümeye doğrudur. Oysa Wagner Yasası nda kamu harcamaları içsel bir değiģkendir ve nedenselliğin yönü ekonomik büyümeden kamu harcamalarına doğrudur. Son dönemde tartıģılan içsel büyüme teorilerine göre ise devlet verimli alanlarda harcamalar yaparak ekonomik büyümenin geliģmesine katkıda bulunmaktadır. Romer ve Arrow un Bilgi TaĢmaları Modeli, Lucas ın BeĢeri Sermaye Modeli ve Barro nun Kamu Politikaları Modeli devletin bu alanlarda verimli çalıģmalar yaparak ekonomik büyümeye ivme kazandıracağını savunmaktadırlar. Dolayısıyla kamu harcamaları büyüme modeli içerisine dahil edilen içsel bir faktördür. Büyüme teorilerinin geliģimi izlendiğinde günümüzde birbirleri ile iliģkili iki olgu karģımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi küreselleģme ve bunun ekonomiler üzerinde oluģturduğu etkiler, ikincisi ise küreselleģme sürecinde ülke ekonomilerinin sürdürülebilir bir büyüme ve kalkınmayı sağlayacak kaynakları geliģtirmeleridir. Bu bağlamda bir ekonominin etkin çalıģmasını sağlayacak temel mekanizma piyasa kuralları olsa da, piyasanın baģarısız olduğu alanlarda devlet müdahalesi kaçınılmaz olmaktadır. Ġçsel büyüme teorilerinin de bahsettiği gibi devletin piyasaların düzgün iģlemesini sağlayacak kaynakları sistem içinde oluģturması bir zorunluluk olmaktadır. Dünyadaki bu geliģmeler Türkiye açısından ele alındığında, 1970 sonrası dönem ve özellikle 1980 li yıllarda dıģa açık piyasa ekonomisi düzenine geçen Türkiye ekonomisi, bu süreçte kamu kesiminin büyüklüğünü ve kamu harcamalarını düģürmeye çalıģmıģtır. Ancak geliģmekte olan ülkeler kategorisinde yer alan Türkiye için bu geçiģ süreci çok da kolay olmamıģ ve Türkiye, 1994 ve 2001 yıllarında iki büyük kriz yaģamıģtır (Oktayer, Susam, 2008; 147). Sonuç olarak geliģmiģ ülke ekonomilerinde, ekonomik büyüme ve istihdam artıģının özel sektör eliyle gerçekleģtirilmesi esas alınmakla birlikte, geliģmekte olan pek çok ülkede hala kamu kesimi önemini korumakta ve bir takım hizmetler kamu kanalı ile sunulmaktadır 2

Kamu harcamaları ekonomide üretim, istihdam, fiyatlar genel seviyesi ve gelir dağılımı gibi unsurları etkiler. Kamu harcamalarının etkileri hiç Ģüphesiz harcamalarının türüne ve niteliğine göre farklılık göstermektedir. Yatırım harcamalarının ve toplam talebi canlandırmak suretiyle cari harcamaların büyümede olumlu bir rol oynaması beklenmektedir. Kamu harcamaları ekonomik büyüme iliģkisi yalnızca teorik alanda değil, ampirik alanda da büyük tartıģmalara neden olmuģtur. Yapılan ampirik çalıģmalar, dayandıkları teorik çerçeve, kullandıkları ekonometrik yöntem, analize dahil ettikleri kamu harcaması türü, inceledikleri dönem ve ele alınan ülke açısından farklılıklar göstermektedir. Ampirik çalıģmaların bazıları Wagneryen yaklaģım üzerinden hareketle bu teoriyi desteklerken, bazıları Keynesyen teoriyi destekler sonuçlardan bahsetmektedirler. Bazı çalıģmalarda Panel Data yöntemiyle geliģmiģ ülkelerle geliģmekte olan ülkelerin karģılaģtırması yapılmıģ, bazılarında ise zaman serisi analizleri denenmiģtir. Ancak tüm bu çalıģmalar teorideki çatıģmayı aratmayacak düzeyde zıt sonuçlar içermektedir. Bu çalıģmanın amacı kamu harcamalarının iktisadi büyüme üzerine etkilerinin incelenmesidir. Dolayısıyla ekonomik büyüme bağımlı değiģken olarak kabul edilmiģ ve söz konusu harcama çeģitlerinin büyüme üzerindeki etkileri araģtırılmıģtır. Bu anlamda bakıldığında Keynesyen teorinin Türkiye açısından geçerliliği test edilmiģtir. Bu amaçla konu önce teorik yönleriyle ele alınmıģ, daha sonra ise kamu harcamaları ile iktisadi büyüme arasındaki iliģki, 1970-2009 yılları verileri kullanılarak ampirik olarak test edilmiģtir. ÇalıĢma dört bölümden oluģmaktadır. Birinci bölümde kamu harcamalarının teorik çerçevesi çizilmeye çalıģılmıģtır. Bu bağlamda ilk olarak kamu harcamalarının tanımı ve özellikleri üzerinde durulurken devamında kamu harcamalarının ölçülmesi ve artıģ sorunu hakkında bilgi verilmiģtir. Ġkinci bölümde iktisadi büyüme kavramı, iktisadi büyümeye etki eden faktörler ile büyüme modellerinin tarihsel geliģimi ve son olarak da büyüme modellerine göre devletin rolü ele alınmıģtır. Üçüncü bölümde, kamu harcamalarının sınıflandırılması yapılmıģtır. Bu sınıflandırma çerçevesinde idari, fonksiyonel, ekonomik ve analitik bütçe 3

sınıflandırmaları dahilinde 1980-2009 yılları için tüm harcama kalemleri ayrı ayrı değerlendirilmiģtir. Fonksiyonel sınıflandırma çerçevesinde ekonometrik analize dahil edilen savunma, sağlık ve eğitim harcamalarının 1980-2009 dönemi seyri incelenmiģtir. Ayrıca yine ekonomik sınıflandırma çerçevesinde ekonometrik analize dahil edilen cari, yatırım ve transfer harcamaları 1980-2009 dönemi için ele alınmıģtır. Bölümün devamında 1950 yılından itibaren kamu harcamalarının tarihsel geliģimi ele alınmıģ ve bu dönemlerde izlenen ekonomik politikalar incelenmiģtir. Dördüncü bölümde ise, çalıģmada benimsenen ekonometrik yöntem açıklanarak ilgili uygulama sonuçları değerlendirilmiģtir. Türkiye de kamu harcamaları ve büyüme arasındaki iliģki ampirik yönden test edilmiģtir. Özellikle çalıģmada kamu harcama türlerinin ekonomik büyümeyi etkileme dinamiklerini daha net bir Ģekilde görebilmek için, toplam üretim fonksiyonu her bir harcama kalemi farklı bir model oluģturacak Ģekilde geniģletilmiģtir. Fonksiyonel sınıflandırma çerçevesinde ele alınan eğitim, sağlık ve savunma harcamalarının analize dahil edilen konrol değiģkenler ve büyüme serisi ile durağanlık derecesinin aynı olmaması nedeniyle ARDL sınır testi yöntemi kullanılmıģtır. Ekonomik sınıflandırma çerçevesinde ele alınan yatırım, transfer ve cari harcamaların ise analize dahil edilen kontrol değiģkenler ve büyüme serisinin durağanlık derecelerinin aynı olması Johansen Koentegrasyon yönteminin kullanılmasına imkan vermiģtir. ÇalıĢmanın sonuç bölümünde ise elde edilen ampirik bulgular ıģığında kamu harcaması- ekonomik büyüme arasındaki iliģkinin genel bir değerlendririlmesi yapılmıģtır. 4

BİRİNCİ BÖLÜM KAMU HARCAMALARININ TEORİK ÇERÇEVESİ 1.1. Kamu Harcamaları Kavramı Kamu harcamaları genel olarak devletin varlığını sürdürebilmesi ve görevlerini yerine getirebilmesi için yaptığı giderler Ģeklinde tanımlanabilir. Devletin en temel görevi toplumsal ihtiyaçların karģılanmasıdır. Devletin yüklendiği görevlerin yerine getirilebilmesi için bazı harcamaların yapılması gerekmektedir. Devletin varlığının temelini oluģturan toplumsal ihtiyaçların giderilmesi için devletin bazı mal ve hizmetlerden yararlanması gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek için gerekli olan giderlerin tümü, harcamayı zorunlu kılmaktadır. Nitekim devletin istihdam ettiği sürekli ve süreli personeli ücretleri özel kesimden satın aldığı veya kendi ürettiği mal, malzeme, araç, gereç gibi girdilere yaptığı ödemeler bu zorunluluğun bir sonucudur (BüyükerĢen, 1996; 31). Ġkinci Dünya SavaĢı nın sona ermesinden sonra çeģitli ülkelerde sosyal politikaların da önem kazanmasıyla, günümüzde kamu harcamalarının ön planda yer aldığı görülmektedir. Nitekim, son zamanlarda bu anlamda yapılmakta olan araģtırma ve incelemelerle, kamu harcamalarının mahiyeti, yapısı ve Ģekli hakkında ilmi sonuçlar alınmaya baģlanmıģ bulunmaktadır. Ancak, bütün kamu harcamaları için ortak ölçüler bulma ve tanımlama çabaları her zaman kesin ve verimli olmamaktadır. KuĢkusuz, kamu harcamalarının ekonomik dengeler üzerine etkileri artık kabul edilmekte, bunların kamu gelirleri ile olan devamlı iliģkileri de göz önünde bulundurulmaktadır. Kamu harcamalarının incelenmesinde uzun zaman hukuki yaklaģıma ağırlık verilmiģ, ancak zamanla iktisadi yaklaģımlar ve analizler önem kazanmaya baģlamıģ bulunmaktadır (Aksoy, 1998, 88). Günümüzde ise devleti sosyo-ekonomik faaliyetleri ile bir bütün olarak ele alıp, bu faaliyetleri gerçekleģtirmede kullandığı kurumların sosyo-ekonomik karakterlerini esas alan kamu harcamalarının ekonomik tanımları yapılmaktadır. Bu nedenle kamu harcamalarını incelerken sadece devletin tüzel kiģiliğini, yani hukuki niteliğini göz önünde tutmakla yetinmek mümkün değildir (Edizdoğan, 1998; 34). 5

Hangi devlet sistemi olursa olsun, hangi iktisadi, siyasi, sosyal ya da ideolojik yaklaģım tercih edilirse edilsin, hatta tarihin hangi dönemine bakılırsa bakılsın devletin var olduğu her yerde kamu harcaması da vardır. Ancak kamu harcamalarının boyutları, devlet biçimine, tercih edilen siyasi, iktisadi, ideolojik vb. yaklaģımlara göre değiģiklik gösterir (IĢık, 2004; 73). Devletin çeģitli harcamaları, kamu kesiminin örgütlenmesine uygun biçimde, kısmen merkezi devlet örgütünce, kısmen yerel idarelerce kısmen de diğer kamu kuruluģlarınca gerçekleģtirilir. Bu husus uygulamada devlet harcamalarının miktarı ve bu miktarın zaman içindeki değiģimi incelenirken ya da ülkeler arasında kamu harcamaları kararlaģtırılırken hangi kurumların harcamaları kamu harcamaları sayılacak sorusunu ortaya çıkarmaktadır (Uluatam, 1999;212). Devletin, kamusal hizmetlerin karģılanmasının yanında iktisadi ve sosyal amaçların gerçekleģtirilmesi için yaptığı harcamalarda son yıllarda hızlı bir Ģekilde artmaktadır. Örneğin, gelir dağılımını düzeltmek, tam istihdamı sağlamak ve ekonomik kalkınma ve geliģmeyi gerçekleģtirmek için, devletin üretim faktörlerini orijinal halleri ile ya da mal ve hizmetlere girmiģ olarak talep ettiği, hatta bazen özel kesime karģılıksız, yani üretim faktörü talep etmeksizin ödemelerde bulunduğu görülmektedir. Bu tür kamu harcamaları devletin belirli amaçlara ulaģmak için yaptığı transfer harcamalarıdır (Aksoy, 1998; 90). 1.1.1. Dar Anlamda Kamu Harcamaları Dar manada kamu harcamaları denildiği zaman devletin para halinde yaptığı harcamaların toplamının anlaģılması gerekir. Bu tanıma göre bütçede ve bütçe ile alakalı diğer hesaplarda harcama kalemi olarak yer almamıģ olan giderler, kamu harcaması sayılmamaktadır. Bundan dolayı, vergi muafiyet ve istisnaları, devlet, aktifinde meydana gelen azalmalar, özel Ģahısların kamu hizmetlerine doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yaptıkları her türlü yardımlar ve bunlara benzer harcamalar bu tanıma göre kamu harcaması olarak kabul edilmemektedir (Bulutoğlu, 1981; 218). Dar manada kamu harcamaları tanımı, daha çok devletin ve diğer kam kuruluģlarının ne kadar gelire ihtiyacı olduğunun tespitinde önem arz etmektedir. 6

Diğer bir ifade ile devletin ve diğer kamu kuruluģlarının muhtaç oldukları gelir miktarının tespitine yaramaktadır. Dar anlamda kamu giderlerinin özelliği, bunların prensip olarak genel ve katma bütçelerle mahalli idareler bütçelerinde bulunmasıdır. Tanım gereği sosyal güvenlik harcamaları, bütçe dıģı fonlar, vergi istisna ve muafiyetleri kamu harcaması niteliği taģımamaktadır. 1.1.2. Geniş Anlamda Kamu Harcamaları GeniĢ anlamda kamu harcaması, devlet bütçesi ile yapılan harcamalara ilave olarak devlet bütçe sistemi dıģında yer alan diğer kamu kurum ve kuruluģlarının yaptığı harcamalar ile vergilerde istisna ve muaflık uygulaması nedeniyle devletin almaktan vazgeçtiği vergi gelirlerinin toplamından oluģur (Pehlivan, 2009;64). Bu tanıma göre, kamu harcamaları sadece devletin değil, diğer kamu kuruluģlarının da nakdi ve ayni olarak doğrudan doğruya yaptıkları harcamalarını da kapsamaktadır. GeniĢ manada kamu harcamaları tarifi, kamu kuruluģlarının, kamusal hizmet ve faaliyetleri görebilmesi için kullanılan bütün kaynakları içine almakta ve onların hakiki maliyetlerini ortaya koymaktadır (YaĢa, 1959; 2). GeniĢ manada kamu harcamaları kapsamına aģağıdaki harcamalar girmektedir; Devlet ve mahalli idarelerin yaptığı harcamalar, Ġktisadi devlet teģekkülleri harcamaları, Sosyal sigortaların harcamaları, Topluma faydalı hizmetler yapan kurumların harcamaları (Belediyelerin iģlettiği otobüs, tramvay, tünel, elektrik, havagazı, su iģletmeleri vb. harcamalar). Vergi muaflıkları ve vergi indirimleri, Hususi Ģahısların yaptıkları bağıģ ve yardımlar, Devlet aktifinde meydana gelen azalmalar GeniĢ manada kamu harcamaları, sadece devlet ve mahalli idarelerin (belediye, il özel idareleri ve köyler gibi) bütçe ödemeleri değil, iktisadi devlet teģekkülü harcamaları, sosyal sigortaların harcamaları, topluma yararlı hizmetler gören kurumların ödemeleri vergi muaflık ve indirimleri özel kiģilerin yaptıkları bağıģ ve yardımları içeren bir kavram olmaktadır (Aksoy, 1998; 91). 7

Kamu kesimi harcamaları geniģ anlamda değerlendirildiğinde kamu kesimi kavramı içerisine birbirinden çok değiģik nitelikte birimleri ve harcama türlerini sokmak anlamına gelir. Bu nedenle kamu harcamalarıyla ilgili çalıģmalarda dikkatler daha dar bir kamu kesimine ve bu kesimin harcamalarına yönelmektedir. Özellikle, sosyal güvenlik harcamalarında, vergi bağıģıklıklarında ve kamu iktisadi teģebbüslerinin harcamalarında ortaya çıkan çeģitli kavram farlılıkları ve uygulama güçlükleri çok geniģ biçimde anlaģılan kamu harcamaları kavramını, kullanıģsızlığı yanında, güç hesaplanır da yapmaktadır. Bu yüzden devlet harcamalarının daha dar kapsamda anlaģılması tercih edilmekte ve bu kavram içersine yalnızca merkezi devlet idaresi ile yerel idareler bütçelerinden yapılan harcamalar alınmakla yetinilmektedir. 1.2. Kamu Harcamalarının Özellikleri Kamu harcamalarının çeģitli özellikleri vardır. Bu özellikler Ģu alt baģlıklar altında açıklanmaktadır (Eker, 2004; 56-57). a) Kamu Harcamaları Karşılığında Para Ödenir Trampa ekonomisinin geçerli olduğu eski dönemlerde kamusal ihtiyaçların giderilmesine yönelik harcamalar ayni bir özellik taģımaktadır. Para ekonomisinin hakim olduğu ya da diğer bir ifade ile monetizasyon 1 olayının yaygınlık kazandığı günümüzde ise devlet hizmetleri karģılığında ödeme parayla yapılır. Devlet kamu hizmetlerini gerçekleģtirmek için hizmet satın alır, emeğin karģılığını para ile öder (memur maaģları, iģçi ücretleri gibi). Büyük onarım ve inģaat iģlerini ya müteahhitlere yaptırır ya da emanet usulü ile memur ve iģçi çalıģtırarak, bu iģi bizzat kendisi yapar. Gerek müteahhitlere gerekse kendi çalıģtırdığı personele ödediği paralar birer kamu harcamasıdır. 1 Monetizasyon ekonominin parasallaģması, ekonomide para kullanımının yaygınlaģması anlamına gelmektedir. 8

b) Kamu Harcamaları Belirli Bir Kamusal İhtiyacı Karşılar Kamu harcamaları belirli bir kamusal ihtiyacı karģılamaya yöneliktir. Kamusal ihtiyaçlar toplum halinde yaģamanın zorunlu olarak ortaya çıkardığı ihtiyaçlardır. Yapılan harcamanın kiģisel bir ihtiyacı gidermesi halinde kamu harcamasından söz edilemez. Esasen bir ülkede geçerli olan kanun ve yönetmelikler vb. harcama formalitelerini o derece sıkılaģtırmıģtır ki, kamusal ihtiyaçları gideren hizmet olmaksızın devletten para çıkmasına imkan yoktur. c) Kamu Harcamaları Yetkili Şahıslarca Yapılır Kamu harcamaları, devlet adına para harcamaya yetkili Ģahıslar tarafından yapılır. Herhangi bir kamusal hizmetin yapılması için önce devleti taahhüt altına sokmak, sonra hizmeti yaptırmak, sonra da bedelini tahakkuk ettirip ödettirmek her memurun yapacağı bir iģ durumunda değildir. Ancak kendilerine kanunla yetki verilmiģ olan yöneticiler kamu harcaması yapabilirler. BaĢta bakanlar ve onların yetki vereceği ikinci derecede yöneticiler, devlet adına harcama yapmak hakkına sahiptirler. d) Kamu Harcamaları Artma Eğilimi Gösterir Kamu harcamaları ülkelerin geliģme sürecine paralel olarak sürekli artma eğilimi içindedir. Devlet bütçeleri incelendiğinde bu özellik hemen hemen bütün ülkeler için geçerli olmaktadır. Kamu harcamalarının artıģı çeģitli nedenlerden kaynaklanmaktadır. Kamu harcamalarının artıģı ve artıģ nedenleri daha sonraki kısımda ele alınacaktır. 1.3. Kamu Harcamalarına Klasik ve Modern Yaklaşımlar Klasik iktisadi düģüncenin kamu harcamalarına bakıģında mühim olan kamu harcamalarının içeriği değil, miktarıdır. Onun için, klasik düģünceyi savunanlar gider ve gelir bütçesinin içerikleriyle ilgilenmeksizin, bütçe giderlerinin bütçe gelirlerinden fazla olmasını kesin bir Ģekilde yasaklamıģlar, bütçede denklik ilkesini kamu maliyesinin altın kurallarından biri haline getirmiģlerdir (Türk, 2005; 27). 9

Klasik iktisadi düģünceye göre, devlet mümkün olduğunca az harcama yapmalıdır. Harcamalar az olursa vergiler de ona göre ayarlanacak ve dolayısıyla sınırlı olacaktır. Böylece devlet faaliyetlerinin alanı daralacaktır (Edizdoğan, 1998; 37). Klasik maliyecilerin kamu harcamaları hakkındaki bu görüģlerinin nedeni; kamu harcamalarını basit bir tüketim gibi görmeleri, devlete harcamalar aracılığı ile toplumun istifadesine sunulmuģ mallardan bir kısmını alıp tüketen, yani onu yok eden bir tüketici gözüyle bakmalarıdır. Dolayısıyla klasiklere göre devletin yaptığı harcamalar milli geliri azaltıcı hatta onu yok edici bir nitelik taģımaktadır (Nadaroğlu, 2000;136). Modern maliyede ise kamu harcamaları anlayıģı klasik iktisadi düģünceden tamamen faklıdır. Modern maliyeciler öncelikle harcamanın miktarıyla değil içeriğiyle ilgilenmiģlerdir. Modern mali anlayıģ kamu harcamalarını devletin mali alanda faaliyette bulunduğu araçlardan biri olarak kabul ederler. Modern maliyeciler kamu harcamalarının içeriğine önem verirler. Klasik maliyeciler için çok seyrek ve istisnai olarak ele alınan kamu harcamalarının içerik yönünden incelenmesi, modern maliyeciler tarafından her zaman ele alınmakta, incelenmektedir (Türk, 2005; 28). 1.3.1. Kamu Harcamalarına Klasik Yaklaşım Klasik iktisatçılar, devletin çeģitli gerekçelerle ekonomiye müdahalesine karģı çıkmıģlardır. Bu teori taraftarlarına göre, ekonomide ortaya çıkabilecek fiyat dalgalanmalarını düzeltmek ve tam istihdama ulaģmak devlet müdahalesini zorunlu kılmaz. Çünkü ekonomide görünmeyen el gerek fiyat istikrarını gerekse tam istihdamı temin edecek bir özelliğe sahiptir. BaĢka bir ifade ile fiyatlar ve özellikle ücretlerin aģağıya ve yukarıya doğru esnek olması, tam istihdam düzeyinin sağlanmasına ve korunmasına yetecektir. Kamu harcamaları kamusal ihtiyaçları karģılamak için yapılır. Klasik doktrine göre, kamu harcamaları ekonomik istikrar için artırılıp azaltılamaz. Ekonomide bir dengesizlik olursa bu durum geçicidir ve uzun dönemde tekrar denge sağlanacaktır. Klasik iktisatçılara göre, ekonomide durgunluk olduğunda kamu harcamalarını 10

artırmak, ekonomide aģırı talepten kaynaklanan enflasyon olması halinde de kamu harcamalarının kısılması söz konusu değildir (IĢık, 2004; 78). Devlet müdahalesinin gereksizliği bireyin akılcı davranıģlarına bağlanmıģtır. Akılcı bir Ģekilde davranan birey, bu uğraģı sonucunda toplumsal refahın maksimize edilmesine katkı sağlayacaktır. (Smith, çev.yunus, 1997; 279). Klasik ekonomi görüģünde, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ilkesi ile özdeģleģtirdikleri liberal dokrine bağlı kalınarak, jandarma devlet anlayıģı doğrultusunda, devlete yüklenen fonksiyonlar çok sınırlı ve yalnızca toplumun temel güvenlik, asayiģ ve adalet hizmetlerinden ibaret görülmektedir. (Türk, 2001; 6). Devlet müdahaleciliğin gereksizliği konusunu, S.Mill de eleģtirerek bireysel giriģimciliği savunmuģtur. Ona göre, devlet müdahalesinin gereksizliğinin nedenleri üç noktada toplanabilir (Yayla, 1992; 191); Fertler iģleri daha iyi yaparlar ĠĢler fertlerce daha iyi yapılmasa bile, iģlerin bizzat onlar tarafından yapılması neticesinde ortak gayelerin geliģtirilmesi sağlanacağı gibi, insiyatif ve tecrübelerin artması sonucu da elde edilir. Hükümet müdahalesi, hükümetin gücünü ve kudretini gereksiz yere artırarak; büyük bir fenalık ortaya çıkarır. Bürokrasi ne kadar geliģirse, esaret o kadar fazla olur. Klasik yaklaģım a göre, borçlanma yoluna gidilmesinin de çeģitli sakıncaları vardır. Çünkü Klasik Teori de devlet, tüketim sürecini savurgan bir nitelikle geçirdiğinden, iç ve dıģ borçlanma yöntemleri ile elde ettiği kaynakların bedellerini, sonraki kuģaklar üstlenmek zorunda kalacaktır. Ġkincisi, özel kesimin sanayi ve ticaret gibi üretken alanlarda kullanacağı kaynakları, devlet borçlanarak savurgan harcamalara yöneltmektedir. Üçüncüsü borçlanma süreci, vergi gelirlerinin artırımına göre daha az sürede ve daha kolay bir Ģekilde gerçekleģtirilmekte ve kamuoyunun tepkisi fazla çekilmemektedir. Bu durum, harcamaların rahatça artırılabilmesi anlamına gelmektedir (Kökocak, 2005; 22). Klasik iktisatçılara göre eğer devlet bütçeleri denk olarak hazırlanır ve uygulanırsa, kamu harcamalarının seçiminde, bu harcamaların karģılığının bulunmasında büyük özen gösterilir. Böylece toplumsal ihtiyaçların en zorunlu 11

olanları seçilir, ekonomik ve sosyal hayata en az müdahale eden vergilerle bu harcamalar finanse edilir. Klasik doktrine göre ise iyi bir vergi; adil, verimli, sosyal hayata müdahalede bulunmayan tarafsız bir vergidir. Dolaylı vergiler kiģilerin tasarruflarını artıracağı için klasiklere göre kamu harcamaları dolaylı vergilerle finanse edilmelidir (Türk, 2005; 7). 1.3.2. Kamu Harcamalarına Modern Yaklaşım 1929 yılında Amerika da baģlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan büyük depresyon baģka bir deyiģle büyük buhran dünya ekonomisinde tam anlamıyla büyük bir çöküģün gerçekleģtiği bir dönemi ifade etmektedir. Bu tarihe kadar iktisat teorilerinin ve ekonomi uygulamalarının temeli olan klasik iktisadi yaklaģım artık bir anlamda gerçekliğini yitirmiģtir. Ġngiliz iktisatçı John Maynard Keynes (1883-1946) bu dönemde kendisinden önce gelen iktisatçılara klasikler adını vermiģ ve özellikle bunalımdan çıkıģı içeren modern ekonominin temellerini oluģturan teorilerini ortaya atmıģtır. Bu bağlamda çalıģmamızda modern yaklaģımlar olarak Keynesyen YaklaĢımı ve Arz Yönlü Ġktisat YaklaĢımını ele alacağız. 1.3.2.1. Keynesyen Yaklaşım Keynes e göre, milli gelir ve istihdam düzeyini belirleyen, toplam harcamalardır. Ekonomideki toplam harcamalar, efektif talep olarak da nitelendirilir. Tüketim harcamaları, yatırım harcamaları ve kamu harcamalarından ibaret olan toplam harcamalardaki yetersizlik, talebin düģmesine neden olarak, üretim ve istihdamın gerilemesine yol açar (Pehlivan, 2009; 53). Keynes in modelinde, belirsiz bir ekonomik düģüģe yol açan faktör, tasarrufla yatırım arasında ki bağlantının kopmasıdır. Eğer tasarrufların yatırıma dönüģtürülmesi durursa, ekonomide toplam harcama tam istihdamın altında bir noktaya düģer ve aģırı likidite tutkusu ulusal yatırımı ve milli hasılayı düģürür. Sonuç olarak, tüketim, tasarruftan daha üretkendir ve durgunluktan çıkmanın ikinci bir yolu ise tasarruf eğilimini azaltacak Ģekilde halkın tüketim eğilimini arttırmaktadır (Aktan, 2000; 74). 12

Keynes e göre talep yetersizliğinden kaynaklanan eksik istihdamın ve iģsizliğin giderilmesi için kamu harcamaları, gerektiğinde çok açık bütçe politikası ile artırılmalıdır. Buna karģılık, aģırı talebin ortaya çıkması, yani enflasyon durumunda ise, kamu harcamaları kısılmalı ve vergiler artırılmalıdır (Türk, 2005; 28). Keynesyen Teori de devlet müdahaleciliğinin benimsenmesi, Keynesyen Makro Teori nin, devleti genellikle ekonomik sistemin dıģında dıģsal (egzojen) bir faktör olarak değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir yaklaģım, devletin iktisadi ve toplumsal hayatı düzenlemek amacıyla, bir takım iktisat politikası araçlarını kullanması için önerilerde bulunma imkanını doğurmaktadır. Ancak devlet, ekonomik sistem içerisinde ve onun unsurlarından biri olarak; yani içsel (endojen) bir faktör Ģeklinde değerlendirilirse, Keynesyen iktisat politikası teorisi geçerliliğini yitirir (SavaĢ, 16). Keynesyen Teori ye göre siyasal iktidarlar, tam istihdamı sağlamak istiyorlarsa iģ adamlarını yatırım yapmaya teģvik etmeli, vergileri azaltarak tüketim artıģını sağlamalı ve bayındırlık iģlerine giriģmelidirler. BaĢka bir ifade ile siyasal iktidarlar, talep düzeyi üzerinde istihdamı sağlayacak biçimde manipülasyon 2 yapma sorumluluğunu üstlenmelidir. Bu politika neticesinde bütçe açıklarının ortaya çıkması önemli değildir (Steward, 1980; 104). Dolayısıyla, Klasik Teori nin denk bütçe ilkesi, yani bütçenin her yıl denk olması yönündeki önerileri yerine, fonksiyonel maliye olarak ifade edilen yeni bir uygulamaya geçilmiģtir. Bu uygulamaya göre, bütçenin yıllık olarak denk bağlanması önemli olmayıp, ekonomik koģullar doğrultusunda açık ya da fazla verebilecek bir esnekliğe sahip olması önemlidir. Keynesyen YaklaĢım ın açık finansman politikalarını benimsemesinin, vergileme ve bütçe teknikleri üzerinde meydana getirdiği en belirgin değiģiklik, vergilemede "yararlanma ilkesi" yerine, "ödeme gücü ilkesi" nin yaygınlaģtırılmasıdır. Bu uygulama ile birlikte, kamusal talepler ile özel talepler ayrıģtırılarak bedelsiz bir statüye kavuģturulmuģ olup kamu hizmetlerinin kapsamı 2 BaĢta hisse senetlerinde olmak üzere, sermaye piyasası araçlarının fiyatını yapay yollarla etkilemek veya kontrol etmek suretiyle yatırımcıları aldatmayı veya yanıltmayı amaçlayan kasıtlı tüm eylemlerdir. 13

da, yarı-kamusal ve hatta özel sayılabilecek hizmetleri de kapsayacak Ģekilde geniģletilmiģtir (Önder, 1997; 111). 1.3.2.2. Arz Yönlü İktisat Yaklaşımı Arz-yönlü iktisat, talep-yönlü iktisada bir tepki olarak doğmuģtur. Talep-yönlü iktisadın aksine arz-yönlü iktisat bütün iktisadi sorunların arz yönlü olduğunu kabul ederler. Bu teoriyi savunanlara göre, iktisadi sorunların temelinde Keynesyenlerin ifade ettiği Ģekilde efektif talep yetersizliği değil, üretimin talebe oranla yetersiz olması yatmaktadır. Arz-yönlü iktisat teorisini savunanlar bu görüģleri ile esasen Say Kanunu 3 nu kabul etmektedirler. 1970 li yıllarda Arthur Laffer, enflasyonun nedenini kamu harcamalarındaki artıģa, durgunluğun nedenini ise üretimi ve yatırımları olumsuz etkileyen yüksek vergilere bağlamıģtır. Bu nedenle enflasyonun önlenmesi ve üretimin artırılması için kamu harcamalarının ve vergilerin azaltılması gündeme gelmiģtir (Pehlivan, 2009;55). Bu açıklamalar çerçevesinde Ģu tanımı yapmak mümkündür: Arz-yönlü iktisat, özellikle vergi indirimleri yoluyla üretimin ve dolayısıyla vergi gelirlerinin pozitif yönde etkileneceği ve bu suretle ekonomik büyümenin, kaynak kullanımında ve dağılımında etkinliğin sağlanacağını savunan bir iktisadi düģüncedir (Aktan, 1991; 22). Arz-yönlü iktisadın temel ilkelerini Ģu Ģekilde özetleyebiliriz; Marjinal vergi oranlarındaki değiģiklikler ekonomik birimlerin karar ve faaliyetlerini pozitif veya negatif olarak baģlıca üç Ģekilde değiģtirir (Keleher, 1982; 111). a. BoĢ durmaya karģı çalıģmanın göreli fiyatını, b. Cari tüketim yerine, gelecekte tüketimde bulunmanın göreli fiyatını, c. Piyasa ekonomisi içinde faaliyette bulunma yerine, yer altı ekonomisinde faaliyette bulunmanın göreli fiyatını, 3 Jean Baptiste Say; 1803 yılında, Treatise on Political Economy adlı eserinde savunduğu her arz kendi talebini yaratır Ģeklinde ifade ettiği görüģü arz-yönlü iktisat okulunun temelini oluģturur. 14

Arz-yönlü iktisatçılar, marjinal vergi oranlarının indirilmesi (artırılması) halinde bunun göreli fiyatları pozitif (negatif) yönde etkileyeceğini kabul etmektedirler. Onlara göre; marjinal vergi indirimi, bireylerin tüketim yerine tasarrufa yönelmelerine, boģ durma yerine çalıģmayı tercih etmelerine neden olacaktır. Arz-yönlü iktisat, ekonomik büyüme ve ekonomik etkinlik olarak bilinen iki önemli iktisat politikası amacına ağırlık vermektedir. Arz-yönlü vergi politikasını savunanlar, vergi indirimlerinin uzun dönemde vergi gelirlerini ve toplam piyasa üretimini artıracağını kabul etmektedirler. Bu iktisatçılara göre, ekonomik istikrar ve adil gelir dağılımı gibi iktisat politikası amaçları kısa dönemde çözüme kavuģturulamayacak politikalardır. Yürürlüğe koymak gereklidir. Arz-yönlü iktisadın diğer bir temel ilkesi ise vergi oranları ile vergi gelirleri ve toplam piyasa üretimi arasında kurmuģ olduğu iliģkidir. Bu ilkeye göre; vergi oranlarının indirilmesi, sanıldığı gibi vergi gelirlerini azaltmayacak aksine artıracaktır. Çünkü, vergi oranlarının indirilmesi göreli fiyatları pozitif Ģekilde etkileyecek ve bu etki toplam piyasa üretiminin yani GSYH nin artması Ģeklinde sonuçlanacaktır. Keynes, ekonominin daha çok talep yanına ağırlık vermiģ ve kamu harcamalarının artırılarak talebin canlandırılması suretiyle üretimin artacağı görüģünü savunmuģtur. Buna karģılık, arz yanlı iktisat görüģüne göre, ekonomide canlılığın meydana gelebilmesi için üretime, yani arza önem vermek gerekir. Bunun için devlet, özel sektör üretici birimlerini olabildiğince teģvik etmelidir. Bu görüģe göre, özel sektörün üretim faaliyetlerini özendirmenin ilk adımı, vergilerin azaltılmasıdır. Arz yanlı iktisatçılar, vergilerin azaltılmasına paralel olarak kamu harcamalarının kısılmasını savunmuģlardır. ġayet kamu harcamaları kısılmazsa, oluģacak bütçe açıkları enflasyona neden olur (Pehlivan, 2009; 55). 1.4. Kamu Harcamalarının Ekonomik Etkileri Kamu harcamaları, ekonomide üretim, istihdam fiyatlar genel seviyesi ve gelir dağılımı gibi unsurları etkiler. Kamu harcamalarının etkileri hiç Ģüphesiz harcamanın türüne ve niteliğine göre farklılıklar gösterir. Ekonomik büyüme 15

üzerinde en olumlu etkiyi yatırım harcamaları yapar. cari harcamalara ise, toplam talebi artırmak suretiyle ekonomik büyüme üzerinde dolaylı bir etkide bulunur. Kamu harcamalarının yarattıkları ekonomik etkileri birbirinden farklı üç metotla incelemek mümkündür. Bu metotlar dönem analizi ve makroekonomik yaklaģım metodu, fonksiyonel sınıflandırmaya göre kamu harcamalarının ekonomik etkilerini inceleme metodu ile genel olarak kamu harcamalarının ekonomik kurumlar üzerindeki etkileri metodudur(türk, 2005; 90). 1.4.1. Kamu Harcamalarının Makro-Ekonomik Etkileri Kamu harcamaları, çarpan ve hızlandıran mekanizması ile milli gelirin ve yatırımların artmasına neden olur. 1.4.1.1. Çarpan (Çoğaltan) Etkisi: Devletin kamu harcamalarını belirli bir miktarda artırması sonucunda milli gelirin yapılan kamu harcaması tutarından daha fazla artmasıdır. Buna göre, kamu harcamalarındaki bir artıģ önce milli geliri artırır. Milli gelirin artması tüketim harcamalarının artıģına neden olur. Tüketim harcamalarının artması yeni yatırımları uyarır. Yapılan yeni yatırımlar ise milli geliri artırır. Bu karģılıklı etkileģim sonucunda hem milli gelir hemde istihdam düzeyi yükselir (Pehlivan, 2009; 81). Kamu harcamalarındaki herhangi bir artıģ, milli gelirde daha fazla bir artıģa yol açar. Keynes, kamu harcamalarının geliri artıran bir etkiye sahip olduğunu ispatlamaya çalıģmıģtır. Devletin yeni iģ sahaları açması istihdamı artırır. Ġstihdamın artması toplam talebi artırır. Toplam talebin artması ise üretimi artırır. Keynes, kamu harcamalarının milli geliri yapılan harcamalardan birkaç kat daha fazla artırdığını savunmuģ ve bu artıģı çarpan etkisi olarak nitelendirmiģtir (Cogan, Cwik, Taylor, 2009, 17). Harcamalardaki artıģın, milli geliri kaç misli artırdığını gösteren katsayı çarpan katsayısıdır. Devlet, ekonominin durgunluk sürecinden kurtarılarak, üretim ve istihdam seviyesinin yükseltilmesi için yada ekonomik büyümeyi sağlamak amacıyla alt yapı tesisleri gibi bayındırlık hizmetleri için harcamada bulunduğunda kamu harcamaları da artacaktır. Artan kamu harcamaları, yapılan yatırımın niteliğine göre 16

çeģitli mal ve hizmetlere ve iģgücüne olan talebi artırır. Bunun sonucunda, çeģitli üretim sektörlerinde yapılan harcamalarda artar. Bir birimlik bir harcamanın üç birimlik bir gelir artıģına neden olması halinde çarpan katsayısı üç olur. Keynes 1936 yılında yayınladığı eserinde yatırım çarpanını marjinal tüketim eğilimi ile marjinal tasarruf eğilimindeki değiģmelere bağlamıģtır. 4 (Woodford, 2010, 7-8). Yatırım çarpanı (k) marjinal tasarruf eğiliminin tersine veya marjinal tüketim eğilimlerinin birden çıkarılmasıyla bulunacak sayının tersine eģittir. O halde: Y = Gelir C = Tüketim I = Yatırım (yatırımlar otonom kabul edilecektir) K = Çarpan katsayısı Bir ekonomide gelirdeki artıģlar tüketim ve yatırım harcamalarının toplamına eģittir. Buna göre; ΔY = ΔC + ΔI (1.1) olur. ΔY = k. ΔI (1.2) k = (1.3) eģitliği yazılabilir. (1.1) nolu eģitliği ΔI = ΔY ΔC Ģekline getirip (1.3) nolu eģitlikte yerine koyarsak; k = (1.4) eģitliğini elde ederiz. (1.4) nolu eģitliğin sağ tarafının pay ve paydasını ΔY ile bölersek; k = = (1.5) elde edilir. Burada ΔC / ΔY marjinal tüketim eğilimidir. + = 1 ve = 1- (1.6) 4 Marjinal tüketim eğilimi, gelirde meydana gelen küçük bir değiģikliğin tüketimde neden olacağı değiģikliktir. Yani herhangi bir gelir düzeyinde artan gelirin ne kadarının tüketime ayrılacağını gösteren katsayıdır. c=ac / AY Ģeklinde ifade edilir. Marjinal tasarruf eğilimi ise gelirdeki değiģin tasarrufa ayrılan kısmıdır. c = AS / AY Ģeklinde ifade edilebilir.. 17

olduğundan (1.5) nolu eģitliğin paydası marjinal tasarruf eğilimini verir. Bu durumda çarpan katsayısı ; k= 1/1-(AC) / (AY)1 (1.7) = I / 1-c = 1/S I / (AS) / (AY) (1.8) EĢitliği ortaya çıkmaktadır. Keynes e göre yatırımlarda meydana gelen atıģ toplam talebide etkilemektedir. Çünkü, yatırımlardaki artıģ milli gelir düzeyini de yükseltmektedir. Buna bağlı olarak toplumdaki tüketim ve tasarruf eğilimleride değiģmektedir. Artan milli gelir ile ile gösterirsek Ģu eģitlik yazılabilir : AY = Kj\I Yukarıda anlatılanları Ģekil üzerinde değerlendirirsek; Kaynak: Türk,2005;82 ġekil 1: Çarpan Etkisi C eğrisi tüketim fonksiyonu olup, buna yatırım harcamalarının eklenmesi ile C+I seviyesi elde edilmiģ olmaktadır. Yatırımlardaki artıģla (I) bu seviye C+I+I I Ģeklini alacaktır. BaĢlangıçta milli gelir Y 1 seviyesinde iken yatırım artıģı ile Y 2 ye yükselmiģtir. Fark Y 2 -Y 1 mesafesine eģittir. ġekilde de görüldüğü gibi, bu mesafe ilk harcama seviyesi ile yatırım artıģı arasındaki farktan (a) geniģtir. (Y2-Y1)>a Bunun anlamı, yatırım artıģı milli gelirde kendisinden daha büyük bir artıģa sebep olmaktadır. Çarpan mekanizması sayesinde milli gelirde meydana gelen artıģ, yatırım tutarının çarpan katsayısı ile çarpımına eģit olur. Çarpan katsayısı (k), marjinal tasarruf eğiliminin (s) tersine eģittir. Bu durumda k= 1/s Ģeklinde ifade edebiliriz. 18

Marjinal tasarruf eğilimi (s), 1 den marjinal tüketim eğiliminin çıkartılması, yani (1-c) olduğundan, çarpan katsayısı, k = 1/(1-c) Ģeklinde yazılabilir (Pehlivan, 2009; 83). Bu durumda çarpan katsayısı marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak büyüyecektir. Marjinal tüketim eğilimi arttıkça çarpan katsayısı büyüyecek, marjinal tasarruf eğilimi arttıkça ise çarpan katsayısı küçülecektir. Sayısal bir örnek yardımı ile ifade edecek olursak; marjinal tüketim eğilimi (c) nin 0,80 olması durumunda, yani ilave gelirin %80 inin tüketime harcandığı geriye kalan %20 sinin tasarruf edildiği varsayımı altında çarpan katsayısını hesaplayacak olursak; k = 1 / (1-0.80) = 1 / 0.20 = 5 yukarıda görüldüğü gibi kamu harcamalarında (yatırım harcamalarında) bir birimlik bir artıģ milli geliri 5 misli daha artıracaktır. 1.4.1.2. Hızlandıran Etkisi Hızlandıran Prensibi ilk olarak ABD li ekonomist John Maurice Clark (1884-1963) tarafından formüle edilmiģtir. Kamu harcamalarının artmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni talep artıģı yatırımların artmasına neden olur. Yatırımların bu Ģekilde artmasına ise, kamu harcamalarının hızlandıran etkisi denir. Yatırım mallarına olan talep tüketim mallarına olan talepten doğma bir taleptir. ĠĢte bu prensip tüketim malları talebindeki artıģlarla yatırım malları talebindeki artıģlararasındaki iliģkiyi inceler. Bu prensibe göre tüketim malları talebindeki bir artıģ ΔC, tüketim malı üretim kapasitesinin tam olarak kullanılması halinde, yatırım malları talebinde tüketim malları talebindeki artıģtan daha büyük bir artıģ meydana getirir ΔI.(Türk, 2005, 90). UyarılmıĢ yatırımın, milli gelir ya da tüketim harcamalarının bir fonksiyonu olduğunu kabul edersek, I = f (y) ya da I = f (c) yazılabilir. Ayrıca; Y = Gelir I = Otonom yatırımlar I (y) = UyarılmıĢ yatırımlar C (y) = Gelir artıģına bağlı tüketimleri ifade ettiğinde, 19

Y = I + I (y) + C (y) olarak yazılır. Belirli bir dönemde tüketimdeki değiģme ile yatırımlar arasındaki fonksiyonel iliģkiyi de; T t = (C t C t-1 ) Ģeklinde gösterebiliriz. Buradan da, hızlandıran katsayısını ifade eden katsayıyı çıkarabiliriz. = (1.9) Bu katsayı t-1 dönemi arasında tüketimde meydana gelen değiģmenin uyarılmıģ yatırımlar üstündeki etkisini gösterir (Nadaroğlu, 1996; 174). Çarpan ve hızlandıran modellerini dört adımda özetleyebiliriz; (Karpetis, Varelas, 2006;104) 1- Kamu harcama artıģları tüketici gelirini artırır 2- Tüketicinin gelirindeki artıģ çarpan etkisi ile toplam çıkıģa yol açar 3- Net yatırımlar hızlanma süreci ile artar 4- Süreç yeniden baģlar Yatırımlardaki herhangi bir artıģ, milli geliri ve istihdamı sadece çarpan katsayısı kadar artırmakla kalmaz. Tüketim harcamalarındaki artıģ yatırımları hızlandırır. Zira tüketim harcamalarındaki artıģın, ekonomideki mevcut üretim kapasitesi ile karģılanamaması durumunda yeni yatırımların yapılması gündeme gelir. Bu nedenle tüketim mallarına olan talebin artması, beraberinde yatırım mallarına olan talebin artmasına yol açar. Yatırımlardaki dalgalanmaların, ana sebebi ekonomideki kararsız yatırımcılardır. Hızlandıran prensibine göre, büyüyen ekonomideki yavaģ düģmeler bile yatırımcılar için negatif bir sonuç oluģturabilir. Toplam talep bileģenlerindeki herhangi bir değiģiklik çarpan katsayısının değeri kadar bir etki yaratacaktır. Tüketimdeki çok büyük değiģiklik yatırımları büyük oranda tetikleyecek ve hızlandırana bağlı olarak geliride yükseltecektir. (Woodford, 2010, 8). 20

1.4.2. Kamu Harcamalarının Ekonomi Üzerindeki Etkileri Ekonomik faaliyetlerin gerçekleģtirilmesinde, bir üretim-tüketim, arz-talep veya alım-satım iliģkisi ortaya çıkmaktadır. Bu iliģkiler mali yönden gelir-gider iliģkisini meydana getirmekte buna da kamu maliyesi açısından mali olay denilmektedir. ĠĢte kamu gideride bu iliģkinin veya mali olayın bir yönüdür. AĢağıda kamu maliyesinin bir yönünü ifade eden ve kamu faaliyetinde öncelik taģıyan kamu giderlerinin ekonomik faaliyetlerin değiģik biçimleri üzerindeki etkileri ele alınmaya çalıģılacaktır. 1.5.2.1. Kamu Harcamalarının Üretim Üzerindeki Etkileri Ekonomik faaliyetler üretim ve tüketim faaliyetlerinden meydana gelmektedir. Üretim faaliyetleri ise üretim faktörlerinin kullanımı ile insanların ihtiyacını karģılayacak mal ve hizmetlerin veya tatmin vasıtalarının meydana getirilmesi faaliyetleridir. Böylece bir süreç olarak üretim-tüketim süreci doğmaktadır. Kamu harcamalarının üretim üzerindeki etkileri tartıģılırken üretimi meydana getiren üretim faktörleri üzerinde durmak gerekecektir. Kamu harcamalarının emek üzerindeki etkileri; üretim faktörü olarak emeğin üretimde kullanılması veya istihdamı, emek piyasasını gerektirir. Emek piyasasında emeğin arzı ve talebi karģılaģmaktadır. Dolayısıyla kamu harcamalarının emek üzerindeki etkileri denildiğinde karģımıza emeğin istihdamı, emeğin arzı ve emeğin talebi üzerindeki etkileri çıkmaktadır. Kamu giderlerinin kamusallık özelliği dikkate alındığında, kamu karar alma birimleri veya siyasi otorite için kamu giderlerini emeğin istihdamı ve emek arz ve talebini dengelemek ve belirli seviyeye çıkarmak gibi amaçlar için kullanılması söz konusudur. Devlet ekonomik ve sosyal politika amaçlarına göre emeğin istihdamı ve değerlendirilmesi yönünden elindeki reel transfer harcamalarını doğrudan ve dolaylı olarak kullanma imkanına sahiptir (www.ekodialog.com). Kamu harcamalarının sermaye üzerindeki etkileri ise; üretim faktörlerinden bir diğeride sermaye faktörüdür. Üretimdeki nakdi veya parasal sermayede çok değiģik biçimlerde veya görevlerde kendini gösterebilmektedir. Örneğin üretimin meydana 21

gelmesinde en önemli etken olan nakdi sermayenin oluģumunda para-kredi ve sermaye piyasaları önemli rol oynamaktadır. Kamu harcamalarının ekonomide fiyat istikrarını bozmadan yapılması özel sektör yatırımlarının kısa vadeli yatırımlarla uzun vadeli yatırımlar arasındaki dengeli dağılımını sağlar. Yatırımcılar böyle bir ortamda kısa ve uzun vadeli fon ihtiyaçlarını mali piyasalardan kolaylıkla karģılayabilirler. Ekonomide genel faaliyet hacminde daralma meydana gelmesi halinde, devlet telafi edici harcamalar politikasını baģlatır. Bu politika özel sektör yatırımlarını teģvik eder, ekonomideki atıl tasarrufları harekete geçirir, ekonomide teknik ilerlemeye sebep olur. Ekonomide bölge kalkınma programlarının uygulanması toplam yatırım hacminde büyüme, üretim düzeyinde yükselme meydana getirir (Türk, 1992; 117). Devlet, harcamalarıyla, üretim faktörlerine sahip olarak üretimde bulunabileceği gibi; piyasadan mal ve hizmet satın almak suretiyle de üretimi uyarabilir. Böyle bir durumda araģtırılması gereken husus, hangi tür harcamaların üretim artıģı üzerinde etkili olacağının belirlenmesidir. Kamu harcamalarının hacim ve bileģimi üretim faktörlerinin, genel bir ifadeyle ekonomideki kaynakların, belirli alanlara yönlendirilmesine neden olur. Kamu harcamaları aynı zamanda, kiģisel harcamaların azalmasına ve böylece sermaye birikiminin artmasına da belirli ölçüde katkıda bulunur. Kamu harcamalarının bu yönde bir tesir göstermesi, bütün toplumda daha geniģ ve etkili hizmetler verilmesini sağlamasıyla mümkün olabilir (Eker, 2004; 96). Kamu harcamalarının üretim üzerindeki etkilerini baģlıca üç nokta üzerinde toplayarak özetlemek mümkündür;(tuncer, 1967; 83). - Kamu harcamaları çalıģmaya, tasarrufa ve yatırımlara direkt bir Ģekilde tesir etmektedir. - Kamu harcamaları, duruma göre bazen teģvik edici ve bazende önleyici tesirler meydana getirmektedir. - Kamu harcamaları, ekonomik kaynakların çeģitli kamu kuruluģları arasında değiģik biçimlerde kullanılmasını sağlamaktadır. 22

Temel kamu harcamaları iktisadi büyüme üzerinde pozitif etkiye sahiptir. Ancak bu temel fonksiyonların ötesinde kamu harcamalarının artması, büyüme üzerindeki pozitif etkinin azalmasına hatta tersine dönmesine yol açabilir. Kamu harcamalarının bu pozitif etkisinin hangi noktada bittiği ve negatif etkinin baģladığı Ģekil yardımıyla açıklanabilir. Kaynak: Heitger, 2001; 3. ġekil: 2 Kamu Harcamaları - Çıktı ĠliĢkisi Ekonomide kamunun payı sıfırken üretim düzeyi düģüktür, çünkü kamu malları yeterince temin edilememektedir. Kamunun payı (vergi oranları) arttıkça, kamu hizmetleri ülkenin ekonomik faaliyetlerinin artmasına yol açacaktır. (B noktasına doğru). Bu noktadan sonra kamu harcamalarındaki (ve vergi oranlarındaki) artıģ, kamu mallarının ötesinde kamunun özel malları üretmeye baģladığı anlamına gelecektir. Bu süreç devam ettikçe üretim sürecinde bir zirve ortaya çıkacak. (B noktası), daha sonra kamu harcamalarında ortaya çıkan ilave artıģlar ekonominin üretim düzeyini düģürecektir. Kamu harcamalarının azalan getirisi ve vergi oranlarındaki artıģın çalıģma yatırım ve yenilik isteğini azaltması dolayısıyla ekonominin üretim düzeyini düģer (Uzay, 2002, 158). Üretim düzeyinin hangi noktada zirveye ulaģacağı ya da harcama-çıktı eğrisinin Ģeklinin nasıl olacağı ülkeden ülkeye farklılık gösterecek, önemleri zamanla değiģebilecek birkaç faktöre bağlıdır. Örneğin eğer ülke kamu mallarını oldukça 23

bürokratik ve etkin olmayan yöntemlerle gerçekleģtiriyorsa, üretime katkısı küçük olacaktır. Kamunun daha az rekabetçi endüstrileri ya da transfer ödemelerinin yüksek olduğu endüstrileri sübvanse etmesi durumunda benzer bir durum ortaya çıkacaktır. Kamu borçları için faiz ödemelerinin payı yüksek ise, yine ekonominin etkinliğine katkısı küçük olacaktır. Tersi durumda kamu harcamalarının payı arttıkça üretim seviyeside artacaktır (Ulutürk, 2001; 131-139). ġekil 2 te kamu harcamaları düzeyi ODC eğrisi ile gösterilmektedir. Kamu harcamaları D de maksimuma ulaģmaktadır. Toplam kamu ile ilgili maliyetler, vergilendirilemeyen üretim ve etkinsizlik dolayısıyla üretim kayıplarından oluģmaktadır; AEG eğrisi bu maliyetleri temsil etmektedir ve maksimum üretim ile fiili vergi sonrası gelir arasındaki farkı yansıtmaktadır. Kamunun optimum payının E ve D noktaları arasında olacağı söylenebilir. 1.5.2.2. Kamu Harcamalarının İstihdam Düzeyi Üzerindeki Etkileri Devlet, toplam harcama hacmi içinde, cari harcamaları ve yatırım harcamaları ile önemli bir paya sahiptir. Devletin yaptığı yatırım harcamaları ekonomide istihdam düzeyini yükseltir. Devletin yaptığı cari harcamalar arasında maaģlar, büro ve kırtasiye giderleri, sosyal yardımlar, yaptığı transfer ödemeleri vardır. Bu tür harcamaların artması ekonomide tüketim düzeyini yükseltebilir. Böyle bir uygulamanın doğal sonucu ekonomide tüketim malları üretiminin artması, bu sektörlerde istihdam düzeyinin yükselmesidir. Devlet ekonomide belirli üretim dallarının geniģlemesini arzuladığı takdirde sübvansiyon politikası uygulayabilir. Bu uygulama yeni üretim Ģubelerindeki istihdamın artması sonucunu doğurur (Türk, 1992; 117). Kamu harcamalarıyla ekonomideki istihdam hacmi artırılabilir. Bu amaca en uygun kamu harcaması, yatırım harcaması olmaktadır. Yatırım harcamaları üretim kapasitesinin artıģına yol açarak daha büyük çapta üretim faktörü kullanılmasını sağlar. Eğer yatırımlarda seçilen teknoloji, emek-yoğun bir teknoloji ise, bu taktirde yapılacak yatırımda daha çok sayıda iģgücü istihdam edilebilir. Kamu yatırım harcamaları az geliģmiģ ülkelerde genelde düģük seviyede kaldığı için, bu ülkelerde devlet, özel kesim yatırımlarını çeģitli teģviklerle (yatırım indirimi, hızlandırılmıģ 24

amortisman, gümrük vergi ve resimleri muafiyeti vb. gibi) harekete geçirmeye çalıģır. Devletin özel kesim lehine feragat ettiği ekonomik ve mali kaynaklar kısa dönemde ekonominin istihdam yeteneğinin geliģmesine yardımcı olur. Uzun dönemde ise, yatırımların tamamlanıp üretime geçilmesinden itibaren devlet, yavaģ yavaģ ve fakat daha büyük miktarlarda feragat ettiği kaynaklara kavuģmaya baģlar (Eker, 2004; 100 101). Keynesyen analize göre ekonomi sürekli olarak dengeden uzaklaģtırıcı etkenlerin baskısı altındadır. Bu etkenlere bağlı olarak ekonomide konjonkturel dalgalanmalar söz konusu olmaktadır. Ekonomide ki konjonktürel dalgalanmaları istihdam seviyesi belirlemektedir. Ekonomide istihdamla izah edilen üç denge durumu mevcuttur. Bunlar, aģırı istihdam, eksik istihdam ve tam istihdam denge halleridir. Bu üç dengeden sadece tam istihdam denge durumu gerçek ve kararlı dengeyi ifade eder. Bunlardan aģırı istihdam seyrinde ortaya çıkan istikrarsızlık haline ise enflasyon durumu denmektedir. ĠĢte bu konjonktürel dalgalanmalar karģısında devlete yüklenen ekonomiyi istikrara kavuģturma ve bunu devam ettirme görevi, anlaģılacağı gibi, kamu mali araçları ile konjonktürel dalgalanmalar iliģkisini ortaya çıkarmaktadır. Özellikle 1930 lardan sonra müdahaleci devlet anlayıģı içinde kamu kesiminin milli ekonomi ve özel sektör üzerindeki nispi önem ve etkinliğinin artması ile, kamu ekonomisi değiģkenleri ve bu arada kamu giderleri konjonktürel dalgalanmaları giderici ve istikrarı sağlayıcı önemli bir araç haline gelmiģtir. Kamu giderleri bir yandan konjonktürü belirleyen bir kavram olarak genel istihdam bakımından önem arz ederken; bir yandan da devletin sosyal politikası açısından gündeme gelen emeğin istihdamı yönünden önem kazanmaktadır. Gerçekten özellikle yatırım harcamaları, cari harcamaların özel bir türü olan sağlık harcamaları ile ekonomik ve mali transferler gibi kamu giderleri emeğin istihdamı ve eģitsizliğin önlenmesi konusunda son derece etkili bir araç olarak kullanılabilmektedir (www.ekodialog.com). 25

1.5.2.3. Kamu Harcamalarının Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkileri Devlet, harcamaları ile bazı mal ve hizmetleri ücretsiz olarak sağlayıp bireylerin reel gelirlerini önemli ölçüde etkileyebilme gücüne sahiptir ve bu harcamaların dağılımları parasal gelirin dağılımından farklıda olabilir (Gillespie, 1965; 131). Gelir dağılımı bağlamında, devletin hangi gelir gruplarına yapılan harcamalara ağırlık verdiği oldukça büyük bir öneme sahiptir. Eğer, kamu harcamalarından, gelir durumu daha kötü olan gruplar daha çok yararlanıyor ise, kamu harcamalarının gelir dağılımını iyileģtirici etkisinden; göreceli olarak maddi durumları iyi olanlar yararlanıyor ise, kamu harcamalarının gelir dağılımını kötüleģtirici etkisinden söz edilebilir. (Chu vd., 2000; 15). Bu açıdan değerlendirildiğinde, eğitim ve sağlık harcamaları ayrı bir yere sahiptir. 5 Ancak gerek eğitim, gerek sağlık harcamalarının öngörülen sonucu sağlamada etkili olması, iki ciddi koģulun birarada gerçekleģmesine bağlıdır. Bunlardan birincisi, faktör piyasalarının monopolcü olmamasıdır. Ġkinci koģul da bu harcamaların finansmanı ile ilgilidir. Eğer söz konusu harcamalar, göreli olarak gelir grupları düģük gelir grupları üzerine yıkılan yüklerle finanse ediliyorsa, gelir dağılımı daha da bozulmuģ olabilir (Önder, 1989; 23). Neo-liberal 6 eğitim politikalarında kamu harcamalarının eğitim için yetersiz olduğu, eğitim için yapılan kamusal harcamaların eģitsizliğe neden olduğu ve devletin eğitime müdahalesinin eğitimin etkinliğini azalttığı vurgulanmaktadır. Bunun içinde eğitime yönelik kamu harcamalarının kısılması, eğitimin özelleģtirilmesi ve orta ile yüksek eğitim hizmetlerinin büyük ölçüde bunlardan yararlananlar tarafından karģılanması öngörülmektedir; yani eğitim piyasa koģulları içinde üretilen bir meta haline gelmelidir (Ercan, 1997; 55-63). 5 ÇeĢitli ülkeler için yapılan çalıģmalar, eğitim ve kamu harcamalarının bu konudaki önemini vurgulamaktadır. Örneğin, kamu harcamalarının gelir dağılımını iyileģtirme derecesi 100 kamul edildiğinde, eğitim ve sağlık harcamalarının bu iyileģtirmedeki payları; yaklaģık, Hong Kong için %65, Ġran için %88, Filipinler için %78 olarak gerçekleģmiģtir. (Lecaillon vd., 1984; 171-176). 6 Neo-liberal iktisat politikaları temel olarak Ģunları öngörmektedir: kamu harcamalarının kısılması, devletin ekonomik bir ajan olarak piyasa sürecine katılmaması, piyasaların etkin iģlemesini önleyen sınırlamaların kaldırılması ve ülke içi pazarların dünya pazarları ile bütünleģmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılması (Ercan, 1997: 50). 26

Eğitim, kamu sektörü veya özel sektör tarafından karģılanabilir. Eğer eğitim tümüyle özel sektör tarafından sağlanırsa; zengin aileler eğitime daha fazla para harcarlar ve dolayısıyla da onların çocukları da ortalama olarak daha fazla para kazanırlar. Eğer bütün eğitim devlet tarafından sağlanırsa ve vergilerle finanse edilirse, çocukların eğitimi ve gelecekteki kazançları ailelerin gelir düzeylerinden bağımsızlaģacaktır. (Biggs and Dutta, 1999: 68-70). Yüksek eğitim, bu eğitimi alanlar dıģında, yani ekonominin geri kalanı için bir pozitif dıģsallık yaratmaktadır; bu yüzden yüksek eğitimin tüm maliyetini öğrencilere ve ailelerine yüklemek haksızlık olacaktır. Bu haksızlığı gidermesi gereken ise, topladığı vergilerin bir kısmını bu alanlara aktarabilecek olan devlettir (Bevia and Iturbe-Ormaetxe, 2002; 322). Sağlık hizmetlerinde ise temel amaç toplumun sağlık düzeyini yükseltmektir.; özellikle temel sağlık hizmetleri ve koruyucu sağlık hizmetleri tüm yurtta yeterli bir Ģekilde sunulmalıdır. Sosyal devletin en temel görevi, adil ve dengeli kaynak dağılımı ile bireylerin en temel hakkı olan sağlıklı yaģamalarına öncülük etmektir (Türk-ĠĢ, 1999; 303). Tarım politikaları açısından bakıldığında ise, tarım programlarının en ilginç ve en önemli unsuru, üreticilere yüksek bir fiyat düzeyini sürdürebilecekleri destekleme ödemelerinden oluģmakta ve bu ödemelerin dağıtıcı etkileri çiftçiler dıģında diğer bireyleri de etkilemektedir (Gillespie, 1965; 152). Devlet, girdi sübvansiyonları aracılığıyla, belirli malların fiyatlarını serbest piyasada teģekkül eden fiyatlara kıyasla daha düģük tutabilir. Ancak, belirli maddeler için yapılan sübvansiyonlar sadece belirli grup üreticileri ve belirli girdileri kullanan kesimi desteklediğinden, bundan tarım kesiminin kendi içindeki gelir dağılımı da olumsuz etkilenebilmektedir (DPT, 2001; 83). Son olarak faiz ödemeleri incelendiğinde ise, devletin iç ve dıģ borçlanma dolayısıyla borç verenlere yaptığı transfer ödemeleri niteliğinde olan faiz ödemeleri gelir dağılımını doğrudan etkilemektedir. Bu açıdan faiz ödemelerinin kimlere yapıldığı, yani devlete borç verme eğiliminde olanların kimler olduğu önem kazanmaktadır. DüĢük gelire sahip olanların tasarruf edebilme Ģanslarının yok denecek kadar az olması ve borç verenlerin yüksek gelir sahibi olanlar veya ticari 27

kuruluģlar olduğu dikkate alındığında; faiz ödemelerinin yoksuldan zengine bir kaynak aktarımı olarak iģlediği görülebilmektedir. 7 Dolayısıyla faiz ödemeleri, özellikle de iç borç faiz ödemeleri, gelir dağılımının adil olma niteliğini bozan çok önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak, faiz ödemelerinin artmasıyla eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, yatırım ve personel harcamalarının bütçe içindeki payları azalmakta ve gelir dağılımı daha da kötüleģmektedir. 1.5.2.4. Kamu Harcamalarının Tüketim Üzerindeki Etkileri Maliye politikası yaklaģımlarında önemli konulardan birisi, kamu ve özel tüketim arasındaki ikameciliktir. Eğer özel tüketimle kamu tüketimi yakın ikamelerse, kamu tüketiminde bir artıģ özel tüketimde bir azalıģa yol açacaktır. Bu durum, çarpanın değerini küçültecek ve hatta negatif yapacaktır. Bir baģka deyiģle, kamu harcamaları özel tüketimi dıģlayacak ve toplam talep daralacaktır. Diğer taraftan, özel ve kamu tüketimi birbirlerinin tamamlayıcısı iseler, geniģletici maliye politikası toplam talebi canlandırmada daha etkili olacaktır (Kwan, 2006; 2). Herhangi bir özel ve kamu malının birbirinin ikamesimi yoksa tamamlayıcısımı olduğuna kolaylıkla cevap verilirken; asıl soru, toplam özel ve toplam kamu tüketiminin ikamemi yoksa tamamlayıcımı olduğudur. Bir baģka deyiģle esas sorun, kamu tüketim harcamalarının özel tüketim harcamalarını dıģlayıp dıģlamadığının tespitidir (Düzgün ve Bilgili, 2008; 2). Neoklasik modeller, kamu harcamalarının özel tüketim üzerinde negatif bir etkiye sahip olacağını veya kamu harcamalarının özel tüketimi dıģlayacağını (crowding out) ifade etmektedir. Buna göre kamu harcamalarının bireyler üzerinde yaratacağı servet ve faiz etkisi maliye politikasının etkinliğini azaltacaktır. ġöyle ki, artan kamu harcamasının tahville finansmanı durumunda faizler artacak; vergiyle finansmanı durumunda ise, bireylerin kullanılabilir gelirleri azalacaktır. Dolayısıyla crowding-out maliye politikasını nispi olarak etkisiz kılacaktır. Her ne kadar faiz 7 Kamu borçlarının artması, bireyler arasındaki gelir dağılımını etkilediği gibi aynı zamanda nesiller arası gelir dağılımını da etkilemektedir. Bu artıģ sonucu, bugün yaģayanlar aldıkları mal ve hizmetlere karģılık daha düģük bir maliyete katlanırken; gelecek nesiller daha az mal ve hizmet alıp daha fazla maliyete katlanacaklardır. Yani bireyler almadıkları mal ve hizmetlerin bedelini öder duruma geleceklerdir (Jensen and Rutherford, 2002: 474). 28

artıģı para basımıyla engellense de, bu uygulama ileride enflasyonu artıracak ve yine özel tüketimi dıģlayacaktır (Barro, 1974; 1095-1117). Kormendi ye göre (1983), cari dönemde vergilerle finanse edilen kamu harcamalarının etkileri, özel sektör algılamasına bağlıdır. Kamu harcamalarının faydaları bir kenarda tutulduğunda, eğer kamu harcamaları özel sektörce sunulan, tüketim mallarına bir ikame olarak algılanan tüketime yönelik harcamalarsa, özel tüketim azalacaktır. Buna karģın, kamu harcamaları gelecekte mal ve hizmet üretmeye yönelik harcamalarsa özel tüketimdeki azalma nispeten daha düģük olacaktır (Kormendi; 1983; 994). 1.6. Kamu Harcamalarının Ölçülmesi ve Ölçülmesi İle İlgili Yaklaşımlar Kamu harcamaları ve kamu gelirleri her bireyi ve kuruluģu etkilemektedir. Bu nedenle, devletin kendisini de kapsayacak Ģekilde çeģitli çıkar gruplarının; bu konularda doğrudan ya da dolaylı yönlendirici giriģimleri vardır. Buna bağlı olarak kamu harcamalarının artırılması ya da azaltılması yönünde istekler ortaya çıkabilmektedir(hockley,1992;22) Kamu giderlerinin yönlendirilmesi bakımından, gerek sosyal denge ile ilgili tercihlerin ve gerekse hizmet alanlarına verilmesi hedeflenen ağırlıkların büyük önemi vardır. Bu yöndeki tercih ve politikaların uygulama alanı açısından gerçekleģtirilmesi kamu harcamalarının zaman içerisindeki geliģimini belirlemeyi, bunda etkili olan faktörleri ortaya koymayı, harcama kalemlerinin birbirleri karģısındaki durumlarını, oransal önemlerini ve verilecek ağırlıkları göz önünde bulundurmayı gerekli kılmaktadır. Kamu giderlerinin ayırım biçimleri göz önünde bulundurularak yapılacak ölçümler, izlenecek mali, ekonomik ve sosyal politikaların belirlenmesi bakımından büyük önem taģımaktadır. Kamu faaliyetlerinin, fiskal ve ekstrafiskal amaçlar doğrultusunda planlanması ve sürdürülebilmesi, yapılması gerekli faaliyetlerin nitelikleri ve önemi kadar bunlar için gerekli harcamaların boyutu ile de yakından iliģkilidir. Yapılması planlanan faaliyetlerin, alternatifleri arasında en iyisi ve verimlisi olması, bu yönde verilecek kararlarda büyük titizlik gösterilmesini zorunlu kılar (Akdoğan, 1999;59). Mikro bazda, en doğru alternatifin seçimleri için yapılması sözkonusu inceleme ve analizler, kamu giderlerinin geneline yönelik olarak da uygun tekniklerle yapılması 29

gerekir. Özellikle, maliyenin sosyo-ekonomik nitelikleri maliye politikasının amaçlarının gerçekleģtirilmesi bakımından kamu giderlerinin, kamu gelirleri gibi çok önemli bir araç olması, kamu giderlerinin neler olduğunun ve boyutunun belirlenmesinin gereğini büyük ölçüde artırmaktadır. Devletin ekonomik ve sosyal yaģam içerisindeki fonksiyonlarına bağlı olarak ülkeden ülkeye önemli farklılıklar arz eden kamu giderlerinin ölçülmesinde çeģitli uygulamalardan yararlanılmaktadır(akdoğan, 1999;61). Ġlk aģamada, hangi harcamaların kamu harcaması olarak ölçme sırasında dikkate alınacağının belirlenmesi gerekmektedir. Yukarıda açıklandığı gibi kamu harcamalarını yalnızca merkezi idarenin yaptığı harcamalar bazında ele alan dar anlamda mı yoksa merkezi idarenin yanında yerel yönetim kuruluģları ve diğer kamu kuruluģlarının harcamalarının da ele alındığı geniģ anlamda mı değerlendirilecek sorusunun çözülmesi gerekir. Ayrıca kamu harcamaları, yönelik oldukları harcama yerleri ya da amaçları itibariyle de ölçülebilir. Kamu harcamalarının bir bölümü tüketime ayrılmıģtır. MaaĢ ve ücretler ile bazı piyasadan satın alınan bazı mal ve hizmet bedellerinin ödenmesine yöneliktir. Harcamaların diğer bir bölümü sosyal ve ekonomik nedenlerle yapılan mali yardımlar ya da bazı kamu yatırımlarının finansmanı ile ilgilidir. Kamu giderlerinin ölçülmesinde; makro boyut ve nitelikte ihtiyaç duyulan bilgi ve verilerin sağlanması amacıyla genel nitelikteki yaklaģımlardan hareket edilebileceği gibi, harcama çeģitlerine ve alanlarına yönelik olarak ihtiyaç duyulan bilgi ve verileri sağlanması için harcama çeģitlerine göre yaklaģımlarda benimsenebilir(akdoğan, 1999; 61). 1.6.1. Genel Nitelikteki Yaklaşımlar Kamu harcamalarının ölçülmesinde fiyat endekslerinden yararlanılabilmektedir. Bu ölçme iģlemi, cari değerlerle gerçekleģtirilebileceği gibi reel değerlerle de yapılabilir. Aynı türden verilerin kullanımı suretiyle gerçekleģtirilecek hesaplamalarda, göz önünde bulundurulan zaman kesitine bağlı olarak anlamlı sonuçlar elde edilebilir. Ancak söz konusu bulgular içerisinde, 30

ekonomik, mali ve idari koģullardan kaynaklanan faktörlerin etkilerinin bulunabileceğinin gözden uzak tutulmaması gerekmektedir. Kamu harcamalarının düzeyinin belirlenmesinde diğer bir alternatif yaklaģım, gayrisafi yurt içi hasılanın bir oranı olarak belirtilmesidir. Gayrisafi yurt içi hasıla, bir yıllık dönem itibariyle iktisadi faaliyetlerinin ölçülmesine imkan verir. Gayri safi yurt içi hasıla; üretilen mal ve hizmetlerin nihai değerlerinin toplanması suretiyle ya da bunların üretiminden sağlanan gelirin toplanması suretiyle hesaplanabilir. DıĢarıdan sağlanan net gelirin eklenmesi suretiyle gayrisafi milli hasıla rakamı bulunur. Kamu harcamaları, gayrisafi yurt içi hasılanın bir oranı olarak hesaplamak suretiyle, yurt içi hasıla veya gelirin ne kadarının devlet tarafından kullanıldığı hesaplanır. Bu Ģekilde yapılan hesaplama, çeģitli ülkeler arasında anlamlı kıyaslamalar yapılması bakımından yararlıdır (Hockley, 1992; 23). Gayrisafi yurt içi hasıla; faktör maliyet değerleriyle ya da piyasa fiyatları ile hesaplanabilir. Faktör maliyet değerleri ile hesaplama, üretim maliyetlerinin dikkate alınması anlamına gelir. Piyasa fiyatları; nihai tüketicinin ödediği fiyatların göz önünde bulundurulması suretiyle hesaplanmakta olup, dolaylı vergilerin ya da mali yardımların uygulanmasına göre farklılık gösterir. Faktör maliyetleri genellikle piyasa fiyatlarından daha düģüktür. Bu durum uygulanan vergilerden kaynaklanmaktadır (Hockley, 1992; 23). Kamu harcamaları gayrisafi yurt içi hasıla rasyosu, hem güncel hemde anlamlı bir göstergede olmakla birlikte, karģılaģtırmaya dayalı yorumlarda; bulguların tek düze olmaması ve birbirleri ile uyumlu olmamasından kaynaklanan güçlükler nedeniyle dikkatli olunması gerekmektedir (Heald, 1984; 10). Uzun dönem itibariyle hesaplama yapılacak ise, nüfustaki değiģmelerin dikkate alınmaması yanlıģ yönlendirmelere yol açabilmektedir. Örneğin harcamaların iki katına yükselmesi; eğer ülke nüfusunun yapısında, sayısında ve kompozisyonunda önemli değiģmeler var ise, kamu faaliyetlerinin iki kat olması anlamına gelmemektedir. KiĢi baģına gerçek harcama tutarının dikkate alınması daha iyi sonuç verecektir (Hockley, 1992; 25). Ancak, kamu giderlerinin ölçülmesi ile ilgili olarak benimsenmiģ olan yaklaģımların önemi kadar, bu yaklaģımların uygulanmasından elde edilen sonuçların 31

tutarlılığı, birbirleriyle kıyaslanabilir olması ve bunların sağlıklı bir Ģekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. 1.6.2. Harcama Çeşitlerine Göre Yaklaşımlar Kamu harcamalarının ölçülmesinde, harcama çeģitlerinin göz önünde bulundurulması yoluna gidilebilir. Her bir harcama çeģidinin yıllar itibariyle miktar olarak ya da oransal geliģiminin gözlenmesi, harcama alanları ile ilgili azaltıcı veya artırıcı yönde planların yapılması ve kararların verilmesi, tekrarlanma ve yığılmaların önlenmesi yanında, boģlukların giderilmesi, ülkelerarası karģılaģtırmalar yapılması gibi düģüncelerle harcama çeģitlerine göre ölçüm yapmak yararlı olabilir. Ancak böyle bir hesaplamada; her bir harcamanın niteliğinin, giderler arası geçiģmelerin ya da etkileģiminin göz önünde bulundurulması sorunu ortaya çıkmaktadır. 1.7. Kamu Harcamalarının Artışı Sorunu ve Artışı Açıklamaya Çalışan Görüşler Kamu harcamalarının tarihi seyri incelendiğinde, sürekli bir artıģ eğilimi görülmektedir. Kamu harcamalarındaki ilk artıģ I. Dünya SavaĢı esnasında savaģ harcamalarının vergi oranlarında bir artıģa yol açmasıyla gerçekleģmiģtir. SavaĢ sonrasında yüksek vergiler büyük ölçüde yüksek sivil harcamaları finanse etmek üzere kullanılmıģtır. 1920 lerin sonlarına doğru birçok Avrupa ülkesi basit sosyal güvenlik sistemlerini oluģturmuģlardır. Büyük bunalım kamu harcama politikalarında geniģleme dalgasıyla sonuçlanmıģtır. 1937 ye kadar minimal devlet büyük ölçüde ortadan kalkmıģtır. Kamu harcamalarında geniģlemeye yol açan en önemli tarihi faktörler 1917 daki Rus Devrimi ve 1930 yılındaki Büyük Bunalım olmuģtur (Soubbotine ve Sheram, 2000; 61). 1950 lerde ve 1960 larda tam istihdamı sağlamak amacıyla devletin ekonomiyi yönlendirmesini öngören Keynezyen yaklaģım hakim olmuģtur. Bu teori, kalkınmakta olan ülkelerde piyasa mekanizmasının baģarısızlığını ve bunun yerini tutacak hükümet müdahalesine ihtiyacı vurgulamıģtır (ÇeĢtepe ve Bilen, 2001; 56). Buchanan (1977), kamu harcamalarının artıģı ile birlikte artan kamu kesiminin ekonomideki payını, müdahale edilmesi gereken bir durum olarak ele almıģtır. Özellikle geliģmekte olan ülkelerde ekonomik yapının düzenlenmesi ve daha hızlı 32

ekonomik büyümenin sağlanması gibi görevler ön plana çıktığından kamu harcamaları bu hizmetlerin sunumu için yapılmaktadır. DıĢsallıklar, ölçek ekonomileri, kamusal mallar gibi nedenler dolayısıyla geliģmekte olan ülkelerde kamu sektörü birçok mal ve hizmetin sunumunu üslenmektedir (Diamond, 1990; 34). Kamu harcamalarının zaman içindeki değiģimiyle ilgili olarak, genellikle her ülkede gözlenen durum, gerçek ve transfer harcamalarından oluģan harcama toplamlarının uzun dönemdeki artıģıdır. Bu artıģ kısa dönemler itibariyle çok düzenli olmasa da 20 30 yıl gibi uzunca dönemler dikkate alındığında artıģ olgusunu yaģamamıģ hemen hiçbir ülke bulunmamaktadır. Kamu giderlerindeki bu artıģ; ülkelere ve ülkelerin sahip bulunduğu koģullara göre farklı bir seyir göstermektedir. Kamu faaliyetinin geniģlemesi olayı, nüfus artıģ temposuna bağlı olarak devamlılık göstermekle birlikte, bu faaliyetlerin devletin fonksiyonlarını temelden değiģtirecek bir seviyeye ulaģması, Birinci ve Ġkinci Dünya savaģları ile iki savaģ arasında yaģanan 1929 30 dünya ekonomik krizi gibi ülkeleri temelden sarsan olaylara bağlanmaktadır. Bir yandan bilim ve teknolojide görülen baģ döndürücü geliģme, öte yandan nüfus hızının yol açtığı ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlar sebebiyle devletin klasik fonksiyonlarına ekonomik ve sosyal fonksiyonlar da eklenmiģ; devletin mali olayları, yani kamu faaliyeti devamlı bir geliģme göstermiģtir. Devletin gördüğü hizmetlerin artması, bütçe ifadesi ile onun harcamalarının artması demektir (Uluatam, 1999; 67). 1980 lerden günümüze kamu harcamaları sanayileģmiģ ülkelerin tamamında artmıģtır. GSMH içerisinde kamu harcamalarının payı 1980 li yıllara kadar önemli boyutlara ulaģırken sonrasında bu artıģ hızı azalmıģtır. Bu Ģekilde 1980 li yılların sonrasında yaģanan değiģim kamu harcamalarını artıran nedenlerin ne olduğunu tespit etmeye yönelik yeni teorilerin oluģmasına ve mevcut hipotezlerin irdelenmesine sebep olmuģtur. Bu kısımda kamu harcamalarının artıģını açıklamaya yönelik teorilerin geçmiģten günümüze geliģimi verilecektir. 19. yy ın sonlarından günümüze kamu harcamalarının artıģ eğilimi gösterdiği bir gerçektir. 1980 li yıllardan bu yana bu artıģ hız kesse de sürmektedir. Kamu harcamalarındaki bu artıģ baģta Wagner olmak üzere çok sayıda sosyal bilimci tarafından analiz edilmiģtir. Bu çerçevede çok sayıda makro ve mikro model ortaya 33

atılmıģ ve bu modellerin bir kısmı hala geliģmiģ ve geliģmekte olan ülkelerde sınanmaktadır. Ancak bu teoriler artıģları tek baģlarına açıklayamamaktadır. ġu ana kadar kamu harcamalarındaki artıģı açıklayabilecek bir kamu harcama teorisi yoktur. Harcamaların kapsam ve rasyonalite çeģitlilikleri dikkate alındığında da böyle bir bütünlükçü teorinin ortaya atılması mümkün gözükmemektedir. Buna karģılık literatürde yer alan bazı modeller en azından bazı kamu harcamalarını yada harcamaların bileģimini açıklayabilmektedir. Kamu harcamalarındaki büyümeyi açıklamada Ģu ana kadar iki grup model kullanılmıģtır. Bunlar sırasıyla; kamu harcamalarındaki bir bütün olarak büyümeyi açıklamaya dönük makro modeller ve kamu harcamalarındaki belli baģlı harcamalardaki büyümeyi açıklamaya dönük mikro modellerdir. Bu modeller talep ve/veya arz yönlü faktörleri içermektedir. Talep yönünden kamusal harcamaları artar, çünkü vatandaģlar gelirleri arttıkça daha fazla kamusal harcama yapılmasını isterler(hepsi olmasa da en azından ekonomi-politik güce sahip olanlar ve etkili olanlar). Arz yönünden daha fazla kamusal harcama yapılmasını isteyenler halktan ziyade üretim yapanlar, kamu sektöründe çalıģanlar/bürokratlar ve politikacılardır. AĢağıda özetleyebileceğimiz modeller kamu harcamalarındaki artıģın nedenlerini, dolayısıyla da kamu sektörünün büyümesinin dinamiklerini kısmi olarak açıklayabilen modellerdir. 1.7.1. Makro Modeller Kamu harcamalarının varlığı ekonomik kalkınma için önkoģuldur ve bu harcamaların düzeyi ülkenin eriģtiği kalkınma düzeyi tarafından belirlenir. Reel harcamalardaki artıģları açıklamaya yönelik makro modeller beģ ana baģlık altında ele alınabilir. Bunlar: Kalkınma Modeli, Organik Devlet Modeli, Politik Kısıtlar Modeli, Mali Yanılsama Modeli, Leviathan Modeli dir. (DurmuĢ, 2006; 251-299). 1.7.1.1. Kalkınma Modeli: Kamu harcamalarının varlığı ekonomik kalkınma için önkoģuldur ve bu harcamaların düzeyi ülkenin eriģtiği kalkınma düzeyi tarafından belirlenir (geleneksel bir toplumdan sanayi toplumuna ve sanayi ötesi bir topluma dönüģüm). 34

Kamu sektörü baģlangıçta yol, demiryolu, içme suyu gibi fiziki altyapı yatırımları yapar. Kalkınma ve büyüme arttıkça kamusal yatırımlar giderek beģeri sermaye yatırımlarına kayar; eğitim, sağlık ve refah hizmetlerine dönük kamu harcamaları ön plana çıkar. Bunun nedeni giderek kentleģen toplumdaki artan iģbölümünün idari/yönetsel ve koruyucu düzenlemeleri gerektirmesi ve bunun da ancak kamusal müdahalelerle sağlanabilmesidir. Böylece kamu harcamalarındaki büyümeyi sınai, demografik ve yapısal faktörler; bu büyümenin hızını ise ekonomik kalkınmanın gidiģatı belirler. Böyle bir kamu harcaması büyümeyi vatandaģların ve hükümetlerin isteğinden bağımsız olarak ortaya çıkan bir büyümedir. Bu model Wagner in, Musgrave nin ve kısmen Odle nin kamu harcamalarındaki büyümeyi açıklarken kullandığı modeldir (DurmuĢ, 2006; 266). a-)wagner Kanunu: Tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde, gerek geliģmiģ gerek geliģmekte olan ülkelerde kamu harcamalarının sürekli artıģ eğiliminde olduğu gözlenmiģtir. Söz konusu bu eğilimin nedenleri konusunda çeģitli görüģler tarafından farklı yorumlar yapılmıģtır. Bu görüģlerden birisini ortaya atan Adolph Wagner, ekonomik geliģmeyle beraber kamunun ekonomik faaliyetlerinde ve dolayısyla da kamu harcamalarında bir artıģa neden olacağını savunmuģtur. Bu artıģ, sanayileģmeyle beraber devletin idari ve güvenlik görevlerini daha etkin yerine getirme gereğinden ve hukuk sisteminin yerleģtirilmesinin eskiye nazaran daha önemli hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, hızlı ĢehirleĢme ve nüfus yoğunluğunun artması da gerek kamu hizmetleri ve gerekse sosyo-ekonomik düzenlemeler için daha yüksek düzeyde kamu harcaması yapılmasını zorunlu kılmaktadır (Aksoy, 1991; 115; Nadaroğlu, 1992; 145; ġener, 1996; 29). Bunların yanında, sanayileģmeyle beraber gerçekleģtirilen teknolojik geliģme, haberleģme, ulaģtırma gibi büyük ölçekli yatırımların devlet tarafından yapılmasını zorunlu hale getirmiģtir (Mann, 1980:189). Bu nedenlerden dolayı da sanayileģmeyle beraber kamu harcamalarının artacağı savunulmuģtur Wagner e göre sanayileģme süreci içindeki ülkelerde kiģi baģına isabet eden gelir ve üretim artar. Bu ülkelerde kamu harcamalarındaki artıģ ekonomideki 35

geliģmeden daha hızlıdır. Wagner, büyük sanayi toplumlarındaki kamu harcamalarının düzenli artıģının kanun niteliğinde olduğunu savunmaktadır. Ġlk bakıģta bu kanun, kamu harcamalarının gelir esnekliğinin birden daha büyük olduğunu ifade eder. Kamu harcamalarını, G, gayri safi gelir artıģını, Y, ile ifade edersek, ekonomideki geliģme ile kamu harcamalarındaki artıģı Ģu Ģekilde ifade edebiliriz: (1.10) Wagneryen yaklaģım, milli gelirden kamu harcamalarına doğru iģleyen bir nedenselliğin varlığı üzerinde durmaktadır. Diğer bir ifadeyle, Wagner Kanunu, kamusal hizmetlere olan talebin artması ve dıģsallıkların kontrol altına alınması gerekliliğinin kamu ekonomisini geniģleteceğine vurgu yapmaktadır. Aynı zamanda, kamu harcamalarını, milli gelirin artıģına etki eden, dıģsal bir politika aracı olarak kabul eden Keynesci yaklaģımın aksine, kamu harcamaları milli gelir üzerinde içsel etkiyle, türev ürün olarak, milli gelire dolaylı etkide bulunmaktadır(sideris, 2007; 46-47). Wagner Yasası na göre kamusal mallar gelir esnekliği yüksek mal grubunda yer aldıkları için talep edilen miktarları gelirdeki artıģa bağlı olarak her fiyat seviyesinde artacaktır. Bu yaklaģım aynı zamanda geliģmiģ ülkelerdeki artan devlet harcamalarının ikinci nedeni olan transfer harcamalarındaki artışa da bir açıklama getirebilmektedir (Sarı, 2003; 26-27). Ekonomik büyümeye bağlı olarak bireylerin kiģisel geliri arttıkça sağlık hizmetlerine yönelik talepleri artmakta, yaģlı nüfustaki artıģ sosyal güvenceye yönelik talepleri artırmakta ve gruplar arasında belirginleģen gelir dağılımındaki adaletsizlik nedeniyle kamu otoritesi, gelirlerin yeniden dağılımı görevini üstlenmektedir. Bu faktörler transfer harcamalarının artmasına ve dolayısıyla toplam devlet harcamalarının artmasına neden olmuģtur. 8 8 Ülkemizde transfer harcamaları merkezi bütçe harcamalarının içinde oldukça önemli bir büyüklüğe sahiptir. Bu büyüklüğün temel sebebi 1990 lardan itibaren harcamalar içinde özellikle iç ve dıģ borç faiz ödemelerinin yükselmesidir. 36

Kamu harcamalarını ekonomik açıdan inceleyen Wagner Kanunu, en çok tartıģılan ve ampirik çalıģmalarla testi yapılan hipotez olmuģtur. Wagner Kanunu nun geçerliliği geliģmiģ ve geliģmekte olan pek çok ülke özelinde, hem kesit veri setleri hem de zaman serileri yardımıyla değiģik ampirik çalıģmalarda test edilmiģtir. Türkiye üzerinde yapılan çalıģmaların birçoğunda kanunun Türkiye açısından geçerliliği doğrulanırken bazı çalıģmalar geçerliliği reddetmektedir. b-) Musgrave / Kalkınma Aşamaları Tezi: Musgrave (1969), ülkelerdeki kalkınma aģamaları na bağlı olarak kamu harcamalarındaki geliģmeleri gözlemlemiģtir. Bu analizde Musgrave talep yönlü etkiler üzerinde yoğunlaģmıģtır. Özetle yazara göre, kalkınmanın değiģik aģamalarında değiģik türde kamu harcamaları ön plana çıkar. Buna göre, kamu harcamalarının belirleyicileri ile bunları çevreleyen koģulları ve sosyal faktörleri birbirinden ayırmak gereklidir. Örneğin, bütçeyi etkileyen politik, sosyal ve kültürel faktörleri birbirinden ayıkladıktan sonra Musgrave analizini sermaye birikimi, kamusal tüketim ve transfer harcamaları üzerinde yoğunlaģmıģtır(durmuģ,2006;272). Böylece kalkınmanın baģlangıç aģamalarındaki alt yapı Ģeklindeki sermaye harcamaları ön plandadır ve kamu harcamalarını bu belirler. Özel sermaye birikiminin yetersizliği kamusal sermaye harcamalarının nedenini oluģturur. Ancak kalkıģ gerçekleģtikten sonra bu ağırlık yavaģ yavaģ kendini ortadan kaldırır. Musgrave nin yaklaģımında teknolojik değiģiklikler gibi sosyo-politik faktörler çok genel olarak analize dahil edilir. YaklaĢım, kamu harcamalarının üzerinde etkili olan faktörlerin bir kısmını ortaya çıkarsa da tam bir kamu harcaması büyüme teorisi olmaktan uzaktır. c-) Odle / Politik-Tarihsel Aşamalar Tezi: Bu yaklaģım devletin değiģen rolünün kamu harcamalarının geliģimini belirleyen en önemli etken olduğunu savunur. Bu yaklaģımı, Odle I. Ve II. Dünya savaģı sonrası dönemdeki Karayip adalarındaki kamu harcamaları analizinde kullanmıģtır. Odle (1975), kamu harcamalarının büyümesinde üç temel dönemden bahsetmektedir. Bunlar; geleneksel dönem, geçiģ dönemi ve sömürgecilik sonrası dönem. 37

Geleneksel dönem (1960 öncesi);bu dönemde hem vergi hem de harcamalar yabancılara ait plantasyonların faaliyetlerini kolaylaģtırmak için tasarlanmıģtır. Örneğin harcamaların çoğu yol yapımı, Ģeker üretim merkezlerine ulaģım, Ģekerin üretilmesi ve nakliyesi için yapılmıģtır. Buna karģılık eğitim ve sağlık harcamalarının payı çok düģük kalmıģtır. Geçiş dönemi; 1960 lardaki bu dönem bu ülkelerin Ġngiltere den tam bağımsızlıklarını elde etmelerinin hemen öncesindeki dönemdir. Hükümet liberal vergi teģviklerine dayalı bir sanayileģme politikası adapte etmiģtir. Bu dönemde özel teģebbüsü destekleyici altyapı harcamalarının yanı sıra kamusal mal ve hizmet kuruluģları gibi rsmi kuruluģlar bu dönemde kurulmuģtur. Yani devletin niteliğindeki bu değiģim, devlete ekonomi yönetiminde daha fazla olanak sağlamıģ, bu da kamu harcamalarının artmasına neden olmuģtur. Sömürgecilik sonrası dönem; 1960 ların ikinci yarısından itibaren bağımsızlık dönemi baģlamıģ ve bu da beraberinde kamu harcamalarında ciddi artıģlara neden olmuģtur. Yeni bakanlıklar kurulmuģ, savunma harcamaları artmıģ, birincil/temel eğitim ve üniversite eğitimi ve sağlık gib yıllarca ihmal edilen alanlarda beģeri sermaye yatırımları artmıģtır. Bu dönemde, ithalat üzerinden alınan vergilerin yerini gelir vergileri almaya baģlamıģ, yabancı sermayeli kuruluģlara karģı kurulan kamu iktisadi teģebbüsleri ve tarım alanlarında kurulan kooperatiler kamu harcamalarını ciddi biçimde artırmıģtır (DurmuĢ, 2006; 266). 1.7.1.2. Organik Devlet Modeli Bu modelde devletin ekonomi ve toplumdaki değiģimleri yansıtan ve vatandaģlarının adına ve yararına kararlar veren bir organizma gibi büyüdüğü varsayılır. KiĢi baģına gelir arttıkça toplumun, talebin gelir esnekliğinin yüksek olduğu eğitim ve sağlık gibi hizmetlere olan talebi de artar. Bu tür hizmetler ise bilindiği gibi dıģsallıkları ve erdemlilik durumları nedeniyle özel sektör tarafından optimal düzeyde üretilemez (piyasa baģarısızlıkları). Bu hizmetlerin yeterli bir düzeyde ve etkinlikte üretilebilmeleri için kamunun sübvansiyon veya doğrudan sunum Ģeklinde müdahalesi gereklidir. 38

Keza, ekonomi ve toplum giderek karmaģık bir hale dönüģtüğünde piyasa baģarısızlığının derecesi de artar. Ayrıca, fiyat istikrarı, istihdam gibi gerekçeler de (ki bunlar da bir piyasa baģarısızlığı örneğidir) kamunun stabilizasyon amaçlı müdahaleleri artar. Böylece devletin bu tür müdahaleleri sonucunda uzun dönemde kamu harcamaları artar (Bailey, 2002; 48-49). Toplum doğal bir organizmadır ve devlet bu organizmanın kalbidir. Bireyin mutluluğu toplumun mutluluğu temel alınarak tanımlanabilir. Toplum ve bunun en üst örgütlenmesi olarak devlet bireyin üstündedir. Toplumun hedefleri devletçe saptanır. Bu, Eflatun da altın çağın yakalanması; Hitler de ırkın saflığının korunması; Lenin de sosyalizmin örgütlenmesi, emekçilerin önderi, rehberi olunmasıdır (Rosen, 2005;5). Keynes ve Beveridge de devletin temel görevleri tam istihdamın sağlanması ve yeniden bölüģtürücü devlet nosyonu altında bir refah toplumunun oluģturulmasıdır (Barr, 1986; 29). Bu bağlamda, yeniden bölüģtürücü devlet, özel mülkiyet hakkını savunur ancak özel mülkiyete ve sözleģme hakkına kamu yararını gözeterek sınırlar koyar, onları denetler (DurmuĢ, 2006; 270). Mekanik Devlet GörüĢü; koruyucu devlet olarak da bilinen bu görüģ, özel mülkiyet haklarını ve sözleģme hakkını koruyan, güvence altına alan devlettir. Birey devletin üzerindedir, ortak amaçlar için kullanılan araçtır. A. Smith, örneğin, devletin görevlerini sırasıyla; (i) Toplumun üyelerini fiziki zordan korumak ve (ii) Sosyal malları ve bazı alt yapı hizmetlerini sunmak olarak kısıtlanmıģtır. Libertaryanlar, özel mülkiyet haklarını çiğnediği için yeniden bölüģtürücü politikalara karģı çıkarlar. Refah devleti bireysel özgürlükleri kısıtlar ve despotizmle sonuçlanabilir. Öyle ki, - Özel mülkiyet hakları yeniden bölüģtürücü vergileme ile çiğnenir - Kamu hizmetleri çeģit olarak kısıtlıdır 39

- Devlet paternalisttir 9 ve merkezi tercihler yapar - Bireyler bürokratik engellere tabidir - MüĢevvikleri ve kendi iģini ortadan kaldıran bir sosyal refah anlayıģı bağımlılık kültürü oluģturur. Hayek, Friedman vd. piyasa tarafından yaratılan gelir bölüģümünü savunurlar. Piyasada oluģturulan gelir gösterilen çabanın ürünüdür. Piyasa yenilikleri en çoklayan ve refah oluģturan en etkili mekanizmadır (Barr, 1986; 43-46; Howard, 2001; 23-24). 1.7.1.3. Politik Kısıtlar Modeli: Bu modelde, vergi mükelleflerinin demokratik seçim sistemi aracılığıyla, kamusal hizmetleri ne ölçüde finanse etmek istediklerini gösterdikleri varsayılır. Kabul edilebilir orandaki bir vergileme ile bu gerçekleģir(bailey, 2002;49). Fakat bu normal gidiģin ötesinde savaģ, açlık ve diğer ulusal düzeydeki kriz dönemlerinde kamu harcamaları daha fazla artabilir ve eski düzeyine geri dönmesi çok yavaģ olabilir. Bunun nedeni kriz sırasında yapılan borçlanmanın, borçların geriye ödenmesinin zaman alması bunun da kamu harcamaları düzeyinin kriz bittikten sonra bile devam etmesidir (bu aslında sıçrama tezidir). Sonuçta, uzun vadede yükselme trendine sahip kamu harcamalarında kısa vadeli sıçramalar yaģanır. Nihayetinde vatandaģların vergi ödeme arzusu kamu sektörünün büyüklüğünü belirler. Bu arzu ise sadece gelire bağlı değildir. a-) Peacock Wiseman Yaklaşımı Peacock-Wiseman ın Ġngiltere ekonomisinin 1890-1955 yılları arasını kapsayan araģtırması Wagner Yasası ile test edilmiģ ve yasanın geçerliliği ispatlanmıģtır. Ancak Peacock-Wiseman kamu harcamalarındaki artıģ eğiliminin 9 Latince pater (baba, peder) kelimesinden türeyen ve Baba Devlet anlayıģı olarak tanımlanan paternalizme göre, devletle vatandaģ arasındaki yönetim iliģkisi, babayla evlat arasındaki iliģki gibidir. Paternalist devlet, halkın kendi ihtiyaçlarını karģılayabilecek yeterliliğe sahip olmadığı düģüncesi üzerine inģa edilmiģtir. Buna göre halk bir türlü büyüyemeyen bir çocuk olarak telakki edilir. Halkın, her zaman için onu koruyacak, kanatlarının altına alacak güçlü bir dıģ otoriteye (devlete) ihtiyacı vardır. Halk, toplumsal yaģamın karmaģasını çözümleme yeteneği bulunmayan bir varlık olarak algılandığı için, devlet hayatın her alanına müdahale hakkını kendinde görür. 40

nedenlerini, Wagner in gösterdiklerinden daha farklı faktörlerle açıklamıģlardır. Bu analize göre, savaģ veya depresyon dönemlerinde kamu harcamaları artarken, siyasal iktidarlar artan kamu harcamalarını karģılayabilmek için, vergi oranlarını çok yüksek miktarda artırmıģ, ancak olağanüstü durumlar ortadan kalktığında toplum bu vergi yüküne alıģmıģ olduğundan, vergiler eski seviyesine indirilmemiģ ve dolayısıyla kamu harcamaları da azaltılamamıģtır (Musgrave and Musgrave, 1976; 7). Bundan dolayı, kamu harcamalarının geliģme trendi Wagner in dediği gibi düz bir çizgi Ģeklinde değil, kesikli sıçramalar Ģeklinde yükselme göstermiģ ve bu eğilime sıçrama etkisi denilmiģtir (Bilen ve ġanver, 2005; 1). Kısaca, Peacock ve Wiseman a göre, ekonomik geliģme dönemlerinde kamu gelirlerinin artması kamu giderlerinin artmasına neden olmakta, fakat ekonomik daralma dönemlerinde kamu giderleri eski seviyesine inmediği için kamu giderleri sürekli olarak artmaktadır (Yamak ve Küçükkale, 1997; 6). Kamu giderlerinin artıģında, sosyal devlet anlayıģına bağlı olarak, devletin gerçekleģtirmek durumunda bulunduğu hizmetlerin çeģit ve boyutundaki değiģmelerin de payı büyüktür. SavaĢlar ve benzeri bunalımlar; devletin toplumun daha önce önemsenmemiģ çeģitli sorunlarıyla ilgilenilmesi sonucunu doğurabilir ve refah devleti sağlanması amacıyla sosyal reformlara giriģilmesine neden olabilir (Sandfor,1992;31-32). Ayrıca ekonomik kriz dönemlerinde yapılmıģ olan ve savunma harcamalarının da etkisini gözden uzak tutmamak gerekir. BaĢka bir deyiģle, kamu giderlerinin artıģında; savaģlar kadar, sosyal harcamalar ve barıģ dönemindeki savunma harcamalarının önemli fonksiyonları vardır. Kamu harcamalarına iliģkin sıçrama tezi aģağıdaki Ģekil yardımıyla açıklanmıģtır. ġekilde yatay eksende yıllar (normal ve olağanüstü dönemler), dikey eksende ise gayrisafi milli hasıla içerisindeki kamu harcamalarının payı gösterilmiģtir. 41

Kaynak: Magnus Henrekson(1993); The Peacock Wiseman Hypotesis, The Growth of The Public Sector Theories and Ġnternational Evidence (Der: Norman Gemmell), Edward Elgar, s.58. ġekil 3: Peacock- Wiseman Sıçrama Tezi ġekilde görüldüğü gibi, olağanüstü Ģartların ortaya çıkmasıyla kamu harcamaları, aniden A noktasından A ı noktasına yükselmiģtir. Ancak, daha sonra normal döneme geçildiği halde, kamu harcamaları tekrar eski seviyesine inmemiģ; bu normal dönemde de olağanüstü dönemdeki seyrini korumuģtur. ĠĢte bu duruma kamu harcamalarında sıçrama adı verilmektedir. Peacock Wiseman (1961) a göre kamu harcamaları milli gelirin bir fonksiyonudur ve milli gelir arttıkça kamu harcamaları da artacaktır. Sıçrama tezi çeģitli nedenlerle eleģtiri almıģtır. ġöyle ki, hükümetler harcama yapma kararı alırken, seçmenlerin oylarını ve medya tarafından oluģan baskıları da dikkate almaktadırlar. Yine her ülkede gözlenen durum ekonomik sistemden kaynaklanan farklılıklar nedeniyle değiģebilmekte ve ülkelerin karģılaģtıkları savaģ gibi olağanüstü durumların, sıkılık ve yoğunluk açısından birbirlerinden farklılık taģımaktadır (Hızarcı, 2007; 17). 42

1.7.1.4. Mali Yanılsama Modelleri: Bütçe Açığı ve Kamusal Harcamaların ArtıĢı Tezi (Wagner Buchanan Provakatif Tezi) (1977) olarak da bilinen bu yaklaģımda gelecekteki vergiler mali yanılsama altındaki seçmenlerce hafife alınmaktadır. TV reklamları dahil olmak üzere günümüzde çok sayıda etken bireylerin tüketim davranıģlarını etkilemekte ve onları realistik olmayan beklentilere sokabilmektedir. Santa Claus Mentalitesi / Sendromu adı verilen ve kamusal harcamaların bir alternatif maliyeti olduğunu idrak edememe sorunu ortaya çıkmaktadır (Rosen, 2005; 135).bu da kamu hizmetlerine olan talebi ve (fiscal illüsion) da denmektedir. (Cullis Jones, 1998; 360). Bu bağlamda bütçe açıkları kamu harcamalarında artıģa neden olur (Niskanen, 1978; 591-602). Model vatandaģların vergi / harcama iliģkisinin ve bu yönlü paketlerin kamu harcamalarının düzeyini belirlediğini kabul eder. Ancak aynı zamanda mükelleflerin mali yanılsama nedeniyle ödedikleri vergilerin büyüklüğünü tam olarak algılayamadığını ileri sürer. Böylece vatandaģlar kamu harcamalarının kendilerine olan maliyetlerini tam olarak kavramazlar ve bu onların kamusal harcamalar konusundaki artan taleplerini izah eder. Mali yanılsamaya yol açan faktörler Ģöyle sıralanabilir(bailey, 2002;49); i. Vergi sisteminde, fiyatın içine yedirilmiģ yani daha az gözlenebilir vergilere doğru kayma (içki, sigara, petrol, ÖTV), ii. iii. iv. Vergi sisteminin giderek karmaģık bir hale gelmesi. Böylece çok az insan gelirleri, tasarruf ve yatırımları ve harcamaları üzerinden ne kadar toplam vergi ödediğinin farkındadır. Mali sürüklenme, Bütçe açıklarının giderek borçlanma yoluyla karģılanması. Böylece mükellef bugünün yükünü kendisi çekmeyecek, gelecek kuģak vergi mükelleflerine yıkabilecektir. Ya da gelecekte cari mükellef borcun geri ödemesini üstleneceklerse, gelecekteki vergi yükümlülüklerini iskonto edeceklerdir (DurmuĢ, 2006; 272). 43

Diğer yandan bireyler tam tersi yönde hareketle, kamu harcamalarının faydalarını küçümseyip maliyetleri abartabilirler. Bu durum da kamu harcamalarının azalmasına neden olabilir. Keza, Tanzi ye göre, yapısal ve politik nedenlerden dolayı, geliģmekte olan ülkelerde kamu harcamalarındaki artıģlar bütçe açıklarına yol açmaktadır (Tanzi, 1982). 1.7.1.5. Leviathan Modelleri: Bu model politik kısıtların kamusal harcamaların büyümesi üzerinde sınırlı bir etkisi olduğunu varsaymaktadır. Modele göre kamu harcamalarını asıl artıran Ģey politikacıların / bakanların, bürokratların yapılarında var olan giderek büyüme, geniģleme eğilimidir. Çünkü bu kesimler daha fazla harcamaya önceden beri eğilimlidirler ve hizmet sunumunun düzeyi ve mesleki standartları hep kendi menfaatlerini maksimize etme amacına göre belirlerler. Keza kamuda çalıģanların siyasal etkisi diğerlerinden daha fazladır, çünkü hükümete / siyasilere daha yakındırlar ve politik karar alıcıları nasıl etkileyeceklerini iyi bilirler. Bu etki, kamusal istihdam arttıkça artar ve kamu çalıģanlarının oyları daha belirgin bir hal alır. Bunlar da kamu sektörü kendisine hizmet veren ve böylece de bir Leviathan gibi (canavar) büyüyen bir Ģey halini alır (Bailey, 2002; 50). Bu makro model tek tek bürokrat politikacı, baskı grupları ve seçmenlerin davranıģlarını teslim alan mikro modellerden oluģur. Böylece görüldüğü gibi, makro modeller en iyi durumda dahi, kendi baģlarına ya da birlikte sadece kamu harcamalarındaki uzun vadeli yükselme trendini açıklayabilmektedirler. Doğaları gereği makrodurlar. Böylece de kamu harcamalarındaki niteliksel değiģmeleri açıklama konusunda yeterli değildirler. 1.7.2. Mikro Modeller Mikro modeller belli bir kamusal hizmet üretiminde arz ve talebi etkileyen değiģkenleri tanımlayarak kamusal harcamalardaki artıģları açıklamaya çalıģırlar. Böylece arz ve talebi etkileyen her faktör için bir mikro model söz konusudur. Yani sırasıyla seçmen davranıģları, politikacı davranıģları, bürokrat davranıģları ve baskı özel çıkar gruplarının davranıģlarını inceleyen mikro modeller söz konusudur. 44

1.7.2.1. Seçmen Tercihi Mikro Modeli: Ortanca / Medyan Seçmen Modeli Model seçmenlerin belirli kamusal hizmet bileģimi ve düzeyi ile ilgili tercihlerin olduğunu ileri sürer. Seçmenler bu tercihlerini demokratik süreç aracılığıyla açıklarlar. Böyle bir yaklaģım makro modellere tezat oluģturur. Örneğin, Organik Devlet Modeline göre kamu, kararlarını vatandaģlarından bütünüyle bağımsız bir Ģekilde verir. Leviathan Modele göre, devlet vatandaģlarından tamamıyla bağımsız (egzojen) bir biçimde büyür. Politik Kısıt Modeli ise mükelleflerin asıl olarak vergilerle finanse esilen kamusal hizmetleriden ziyade kabul edilebilir bir vergileme düzeyi ile ilgilendiğini varsayar (DurmuĢ, 2006; 268). Seçmen Tercihi Modeli nin temel varsayımları Ģudur: Seçmenler hem toplam harcamaların miktarının hem de bu tutarın değiģik hizmetlerle arasındaki bölüģümünün temel belirleyicisidir. Modele göre, oylama sistemi seçmenlerin kamusal hizmetler konusundaki tercihlerini bir Ģekilde yansıtır. Modelde, medyan (ortanca seçmen) davranıģları esas alındığından bu modele aynı zamanda Medyan / Ortanca Seçmen Modeli adı verilir. Ortanca seçmen davranıģları 1960 larda Buchanan ve Tulloch (1962) tarafından oluģturulan Sosyal Seçim Teorisi nin de temelini oluģturur. Bu teori asıl olarak ABD deki siyaset mekanizması üzerinde neo-klasik iktisat analiz araçlarının uygulanmasıyla oluģturulmuģtur. Ortanca seçmen kavramını biraz açıklayacak olursak; Eğitim harcamaları gibi bir örnekle eğer tercihler tek zirveli ise bireyler tercihlerini en düģükten en yükseğe doğru sıralarlar. Ortanca seçmen tam ortadaki tercih sahibidir, seçmendir. Yani grubun yarısı ondan az diğer yarısı ise ondan fazla bir harcama düzeyi tercih etmektedir. AĢağıdaki gibi bir tabloda; Deniz Özgür Zeynep Hakan Sibel 400 TL 600 TL 800 TL 1000 TL 1200 TL Zeynep, ortanca seçmendir ve çoğunluk oylamasının sonucu Zeynep in tercihlerini yansıtır. Zira 800 TL lik harcama düzeyi tercihinin altındaki her düzey çoğunluk oylaması gereği kaybeder. Aynı durum 800 TL nin üzerindeki tercihler 45

için de söz konusudur. Yani bu oylamada son sözün sahibi Zeynep tir (DurmuĢ, 2006; 270). Akalın a göre (Akalın, 2002; 64-69) Türk ortanca seçmeni; köylü, esnaf ve küçük üretici biçiminde, büyük ölçüde kendilerine tanınan geniģ vergi muafiyetleri nedeniyle resmi olarak vergi mükellefi olmayan yaklaģık 40 milyonluk seçmenden oluģur. Bu seçmenin genel özellikleri Ģöyle özetlenebilir: ortalama üç yıllık bir temel eğitime sahiptir, küçük üretici konumundadır, ortalama kiģi baģına gelirin üçte birisiyle geçinir, yoksul ve gizli iģsiz durumundadır. Kaynak: DurmuĢ, 2006; 276 ġekil 4: Ortanca Seçmen DavranıĢlarının Kamu Harcamalarına Olan Artırması Talebi ġimdi ortanca seçmen davranıģlarıyla kamusal harcamaların nasıl arttığını ele alalım. Yukarıdaki Ģekil bu amaçla düzenlenmiģtir. (Bailey, 2002: 50-54). D 1 ve D 2 talep eğrileri; AC ise ortalama maliyet eğrisidir. Uzun dönemde AC yükselebilir, düģebilir ya da sabit kalabilir. Bu, olumlu dıģsal ekonomilere, olumsuz dıģsal ekonomilere ve ölçeğe göre sabit getiri durumunun varlığına bağlı olarak ortaya çıkan bir durumdur. Burada olumsuz dıģsal ekonomilerin varsayıldığı bir duruma uygun olaak yükselen bir AC eğrisi görülmektedir. BaĢlangıç Kamu harcaması miktarının P 1 Q 1 olduğunu varsayalım. Bu halde eğer ortanca seçmenin net gelirinde (yani vergi sonrası gelir) bir artıģ olursa, talep eğrisi D 2 ye kayar ve P 1 fiyatında talep edilen kamusal hizmet miktarı Q 3 e çıkar. 46

Hizmete olan talebin gelir esnekliği nedenli büyük olursa talep eğrisindeki yukarı doğru kayma da o denli büyük olacaktır. Ancak devlet bu durumda (Q 3 ) kadar arzda bulunmaz çünkü (P 1 ) ödeme arzusu olması gerekli vergi fiyatı olan (P 3 ) ün altındadır. Bu nedenle yeni denge noktası vergi fiyatının ortalama maliyetine eģitlendiği (P 2 Q 2 ) noktasıdır. Böylece kamusal harcama düzeyi (P 1 Q 1 ) den (P 2 Q 2 ) yükselmiģtir. Talebin D 1 den D 2 ye kaymasına neden olan faktörler Ģöyle sıralanabilir. 1.7.2.2. Baumol Etkisi (Dengesiz Verimlilikler Yaklaşımı) Baumol tarafından ortaya atılan bir tez kamu harcamalarında (özellikle cari harcamalar) artıģın nedenlerinden birini açıklamayı hedefler. Baumol ekonomiyi verimli (productive) ve verimsiz (non- productive) olmak üzere ikiye ayırır. Ġlkinde verimlilik artarken, diğerinde sabit kalır. Verimlilik farklılığının nedeni ise iģgücünden kaynaklanır. Bazı durumda iģgücü nihai ürün üretiminde bir araç iken, diğerlerinde kendisi bir nihai üründür (Baumol, 1967; 416). Ġlki için imalat sektörü, diğeri için ise eğitim örneğinde olduğu gibi hizmetler sektörü örnek olarak verilebilir. Bu bağlamda hizmet sektörü emek yoğundur ve verimlilik artıģını gerçekleģtirecek teknolojik ilerlemeye diğeri kadar ihtiyaç duymaz. Bu durum ağırlıklı olarak hizmet üreten kamu sektörünün tipik özelliğidir. Böylece Baumol e göre kamu ve özel sektördeki üretim fonksiyonları bünyesindeki teknolojik farklılıklar, üretim faktörlerinin iki sektörde farklı verimlilikte olmasına neden olur. Kamu sektörü faaliyetleri verimlilik artıģına izin vermeyen ya da çok az imkan tanıyan hizmetlerden, buna karģılık özel sektör üretimi verimlilik artıģına izin veren faaliyetlerden oluģur. Nispi fiyat etkisi olarak da bilinen bu modele göre, özel sektöre kıyasla kamu sektöründe verimlili düģük olduğundan, buna karģılık ücretler (iģçi baģına) aynı olduğundan, kamu sektörü gereğinden fazla iģgücü kullanılır ve bu da bunlara yapılan ücret ödemelerini artırır. Sonuç cari harcamalarda böylece de kamu harcamalarında ki artıģtır. Özel sektör ücretlerindeki verimlilikle bağlantılı artıģlar kamusal ücretleride artırarak kamusal cari harcamalardaki artıģa neden olmuģlardır. (DurmuĢ,2006; 276). 47

Kaynak: Stiglitz, 1994: 275 ġekil 5: Girdi Verimliliği (Baumol) / Nispi Fiyat Etkisi Baumol un nispi fiyat etisini yukarıdaki Ģekil yardımı ile açıklayacak olursak; Ortalama maliyet eğrisinin AC 1 den AC 2 ye kaymasının nedeni verimlilik farklılığıdır. Buna karģılık talep eğrisinin D 1 den D 2 ye kaymasının nedeni ücret artıģlarının yol açtığı gelir artıģıdır. Kamusal harcama düzeyi baģlangıçta (P 1 Q 1 ) dir. Ortalama maliyetteki yükseliģ talebi (Q 1 den Q 2 ) ye geriletir(fiyat esnekliği: D 1 üzerinde hareket), fakat bu durum talebin D 1 den D 2 ye kaymasıyla dengelenir (gelir esnekliği). Böylece hasıla / üretim sabit kalırken (Q 1 ) toplam kamusal harcama P 1 Q 1 den P 3 Q 1 e yükselir. 48

İKİNCİ BÖLÜM İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI VE BÜYÜME TEORİLERİ 2.1. İktisadi Büyümenin Tanımı Ġktisadi büyüme kavramı bir çok Ģekilde tarif edilebilmektedir. Ġktisadi büyüme en basit Ģekli ile milli gelirde meydana gelen artıģtır (Samuelson ve Nordhaus, 1989; 852). Ġktisadi büyümeyi, ekonomide iģgücünün, doğal kaynakların, teknik seviyenin ve diğer üretim faktörlerinin bir yıldan diğerine kiģi baģına daha fazla bir reel gelir sağlayacak Ģekilde artma ve geniģleme(acar, 2002; 11). olarak da tanımlayabiliriz. Bir diğer ifadeyle de, iktisadi yapıda nicelik ve nitelik itibariyle değiģme ve geliģme anlamına gelmektedir. (ĠĢgüden, 1982; 251). Ġktisadi büyüme, kiģi baģı reel (yani fiyat değiģmelerinden arındırılmıģ) hasıladaki artıģlar ima eder. Bu artıģlar, ancak uzun dönemde ülkenin üretim ölçeğinin veya potansiyelinin geniģlemesi veya daha üretken kullanılması sayesinde (yani üretim faktörlerinin miktarındaki ve / veya üretkenliklerindeki artıģlarla) ortaya çıkabileceğinden, iktisadi büyüme sorunu, genellikle uzun vade sorunu olarak kabul edilmektedir. Büyüme, bu nedenle makroekonomik anlamda daha çok arz cephesince belirlenir. BaĢka bir deyiģle, bir ülkenin üretim olanakları eğrisinin dıģarıya veya uzun dönem toplam arz eğrisinin sağa doğru kaymasına yol açan sebepler, iktisadi büyüme kuramlarının konusunu oluģturmaktadır. (Easterly & Wetzel, 1989: 4). Bir ülkenin belli bir teknoloji düzeyi ile tüm üretim faktörlerinin kullanılması halinde ulaģabileceği en yüksek üretim düzeyine üretim olanakları sınırı denir. Ülkenin kıt kaynak miktarlarını artırarak ya da onların niteliklerini iyileģtirerek üretim olanakları sınırını geniģletebilmesi mümkündür. Üretim olanakları eğrisinin geniģlemesi ile ekonomide daha fazla mal ya da hizmet üretme imkanı doğacak ve dolayısıyla da fiili üretimin artırılabilmesi mümkün olacaktır (Kreinin, 1995; 74). Eğer üretim olanakları eğrisinde, dıģa doğru bir geniģleme yaratılabilinirse, bu ulusal üretim potansiyelinin arttığı anlamına gelmektedir. Eğer bu geniģleme olduğu halde nüfus sabit kalmıģsa, kiģi baģına düģen milli gelirde bir artıģ oluģacaktır. Üretim potansiyeli, belirli bir zamanda, ekonomideki faktör donanımının tam ve 49

etkin kullanımı sonucu elde edilebilecek üretim düzeyini, baģka bir deyiģle, tam istihdam gelir düzeyini gösterir (Sloman, 2004; 19). Ekonomik büyümede temel belirleyiciler; iģgücünün kalitesi ve miktarı, doğal kaynakların miktarı ve kalitesi, reel sermayenin miktarı ve kalitesi, toplumun teknolojik seviyede gösterdiği baģarı olarak sıralanmaktadır (Peterson, 1994; 489). Ġktisadi büyümenin belirgin özellikleri; i) Ġktisadi büyüme rakamla ifade edilebilen yani kantitatif bir olgudur. Nitekim, yıllar itibariyle gerek büyüme hızında, gerekse GSMH, SMH ve MG de meydana gelen değiģmeler rakamla ifade edilmektedir. ii) Ġktisadi büyüme uzun döneme dayalı bir olgudur. Yatırımların artırılması, üretim artıģını sağlanması ve iktisadi yapının değiģtirilmesi ancak uzun dönemde mümkündür. iii) Ġktisadi büyüme nominal değil reel bir artıģı ifade eder. iv) Ġktisadi büyümenin gelir dağılımını iyileģtirici bir özelliği yoktur. Örneğin, milli gelirin bir yılda %7 oranında büyümesi halinde tüm fertlerin gelirinin de fiilen aynı oranda üyümüģ olduğundan bahsedilemez. v) Ġkame yatırımların iktisadi büyüme ile ilgisi yoktur. vi) Ġktisadi büyüme aynı zamanda makro bir olgudur. Yani sadece bazı bölgeleri ve sektörleri değil ekonominin bütününü kapsar(acar, 2002; 37). Ekonomik büyüme ile ilgili olan bir diğer kavram ise ekonomik kalkınmadır. Literatürde çoğu zaman karıģtırılan bu kavram aslında ekonomik büyüme kavramından farklılık arz etmektedir. Ekonomik kalkınma, ekonomik büyümeden daha geniģ anlamlıdır ve ekonominin büyümesi yanında sosyal, kültürel ve siyasi alanda da geliģmyi ifade etmektedir. Ekonomik kalkınma, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi anlamda modernleģmeyi bir bütün olarak kapsamaktadır (Kar ve Taban, 2005; 8). 50

2.2. İktisadi Büyümenin Ölçülmesi ve Büyümenin Kaynakları Ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman içinde mal ve hizmet üretimi miktarında artıģ olmasıdır ve para yaratımında artıģ olmasına bağlıdır. Büyüme, geleneksel olarak reel (gayri safi yurtiçi hasıla) veya reel GSYH artıģ oranı yüzdeleriyle ölçülür. Ġktisadi büyüme temelde iki Ģekilde anlaģılır; birincisi, eksik istihdamdaki ekonominin bu durumdan çıkıģı sırasında meydana gelen üretim artıģları sonucunda kısa dönemli iģ çevrimlerine (business cycles) dayalı iktisadi büyüme. Ġkincisi, tam istihdam veri iken, ekonomik yapıya yeni faktör girdilerinin ilave edilmesi ve/veya teknolojinin geliģmesi sonucunda ortaya çıkan orta ve uzun dönemli büyüme (Türkiye Ġktisat Kongresi, 2003; 4-6). Ekonomik büyüme, toplam sanayi ürünü olarak büyüme, milli gelir toplam milli hasıladaki artıģ veya kiģi baģına düģen ürün miktarındaki artıģ Ģeklinde bir çok bakımdan ölçülebilir. Ekonomik büyümenin ölçüm yollarından hangisinin daha verimli olduğu, ölçümün hangi amaçla yapıldığına bağlıdır. Ġktisadi büyümenin ölçülmesinde kullanılan pek çok kriter vardır. Ancak bütün bu kriterler arasında en anlamlısını milli gelir oluģturmaktadır. Milli gelir hesaplamaları ayrıntılı sektörel üretim ve fiyat verileri gerektirmektedir. Ülke parası cinsinden hesaplanan kiģi baģına üretim ya da gelir daha sonra o yıl için geçerli kur değeri kullanılarak ortak bir para birimine çevrilir. Ancak pek çok geliģen ülke için bu tür veriler bulmak 1950 yılında veya sonrasında baģlamaktadır. Kapsamlı sektörel verilerin yokluğunda, iktisadi faaliyet hacmini ya da gelir düzeyini tahmin etmek üzere baģka göstergeler de kullanılmaktadır (Pamuk, 2001; 87). Büyümenin en temel unsuru sermaye yatırımı olarak kabul edilmektedir. Teorik düģünceler ve yapılan araģtırmalar sermaye yatırımı ile milli gelir arasında bir iliģki olduğunu göstermiģtir. Bu iliģki uzun dönemler için daha anlamlı olmaktadır. Üretim sermaye ile birlikte emek ve doğal kaynakların kullanılmasıyla yapılmaktadır. Bu nedenle eğer sermaye, emek ve doğal kaynakların kullanımında bir verimliliğe sahip oluyorsa milli gelirin artmasına sebep olacaktır. Yoksa emek ve doğal kaynakların kullanımı sabit olduğunda sermayenin artması iktisadi büyüme yönünden fazla anlam ifade etmeyecektir. 51

Kısaca büyümeyi etkileyen faktörleri; - Ġstihdam imkanlarının artıģı, - Doğal kaynakların artıģı, - Teknolojik bilgi Ģeklinde sıralayabiliriz (Hatipoğlu, 1987; 327-329). Ekonomik büyüme, üretilen mal ve hizmet kapasitesinde meydana gelen artıģtır. Yani bir ülkenin büyümesi, ülke fert baģına GDP sinin sürekli olarak artması anlamına gelmektedir. Bir ülkede ekonomik büyümenin ne oranda meydana geldiğini belirleyebilmek için ortalama büyüme hızı, belirli bir zaman dilimi içinde reel GDP de meydana gelen artıģı ölçmektir. Ekonomik büyüme hızı; Reel GSMH nın veya kiģi baģına reel GSMH nın artıģ hızıdır. Herhangi bir yıldaki ekonominin büyüme hızı; t yılındaki büyüme oranı = [ ( GSMH t GSMH t 1 ) / GSMH t 1 ]. 100 Uluslar arası karģılaģtırmalarda GSMH nın büyüklüğünden çok, kiģi baģına düģen gelir daha büyük önem taģımaktadır. Yukarıda yapılan hesaplama, her ne kadar ekonomide üretilen nihai mal ve hizmet miktarında meydana gelen artıģı gösterebilse de, nüfus artıģını dikkate almadığı için, toplumdaki bireylerin refah artıģını yansıtamaz (Slomon, 2004; 20). GSMH da meydana gelen artıģ, nüfus artıģ oranının altında kaldığı takdirde, yaratılmıģ olan ekonomik büyüme, yalnızca mal ve hizmet miktarının artması anlamına gelecektir. Bu yüzden toplumdaki kiģilerin refah artıģının yansıtılması açısından kiģi baģına reel GSMH artıģının ölçülmesi daha uygundur. Bu nedenle büyümeyi bir önceki döneme göre kiģi baģına reel GSMH daki artıģ olarak tanımlamak daha doğru olacaktır (Crafts, 2004;19). Ekonomik büyüme hızının anlaģılmasında ayrıca üretim imkanları eğrisinden yararlanılmaktadır. Üretim imkanları eğrisi, ülkedeki mevcut teknolojik seviyesi ve üretim faktörü miktarının maksimum noktasını vermektedir. Üretim imkanları eğrisindeki dıģa doğru kaymalar ekonomik büyümenin gerçekleģtiğinin göstergesidir. Bu dıģa kaymalar ise, emek ve sermaye stokundaki ve verimliliğindeki artıģ ve kapasite kullanımında meydana gelecek olan artıģlarla sağlanabilmektedir. Ayrıca 52

üretim imkanları eğrisinde meydana gelebilecek olan dıģa kaymada, hükümetlerin verimlilik artıģı sağlayacak nitelikte eğitime, teknolojiye ve fiziki sermaye artırıcı altyapı yatırımlarına vermiģ oldukları önemde etkilidir (Kibritçioğlu, 1998; 2). Ekonomik büyümede temel belirleyiciler; iģgücünün kalitesi ve miktarı, doğal kaynakların miktarı ve kalitesi, reel sermayenin miktarı ve kalitesi, toplumun teknolojik seviyede gösterdiği baģarı olarak sıralanmaktadır (Peterson, 1994; 489). Ekonomik büyümenin temel belirleyicileri ayrıntılı bir Ģekilde incelendiğinde, karģımıza üç belirleyici çıkmaktadır. Bunlardan ilki sermaye birikimidir. Sermaye birikimi iktisadi büyümenin temel dinamiği olarak kabul edilmektedir. Bir ülkede geliģimin sağlanabilmesi için temel Ģart yatırımın olmasıdır. Yatırımda ancak yüksek gelirle elde edilecek olan tasarruf artıģına bağlıdır. ĠĢte bu noktada meydana çıkan kısır döngüden kurtulmanın yolu sermaye birikiminin artırılmasıdır. Ġkinci büyüme belirleyicisi ise, teknolojik ilerlemedir. Teknoloji, üretimde gerek duyulan bilgi, organizasyon ve tekniklerin bütünüdür. Teknoloji sayesinde üretim sırasında aynı miktarda girdi kullanıp daha fazla çıktı elde edilebilecek, iģgücü tasarrufu ve sermaye tasarrufu sağlanacaktır. Son belirleyici olarak nüfus ve iģgücü artıģı sayılabilir. Nüfus artıģı ve akabinde yaģanacak olan iģgücü artıģı, ekonomik büyümeyi hızlandıran önemli bir uyarıcı olmaktadır (Dornbusch ve Fisher, 1998; 284-288). 2.2.1. Beşeri Faktörler Teknolojik değiģme, sermaye birikimi ve nüfus artıģı birlikte karģılıklı etkileģim içinde ekonomik büyüme sağlarlar. 18. Ve 19. Yüzyılda klasik iktisatçılar teknolojik değiģme ve sermaye birikiminin itici güç olduğuna inanıyorlardı (Kıraçlar,2005; 2). Parasız a göre, büyümenin üç ana kaynağı; tasarruf ve yeni sermaye yatırımları, beģeri sermaye yatırımları, yeni teknolojik buluģlardır. (Parasız, 2000; 281). Büyüme, (i) üretim teknolojisinin ilerlemesi, (ii) iģgücü verimliliğindeki artıģ veya (iii) kapasite kullanımındaki artıģtan kaynaklanabilir. Her üç durumda da üretim artacağından ekonomik büyüme sağlanır (Cesur, 2006; 23). Zaten temelde kaynaklar, uygun biçimde emek ve emek dıģı faktörler (sermaye) diye de ayrılabilir (Fisher, 1998; 11). 53

Üretime katılan kiģinin sahip olduğu ve genel anlamda insanın niteliğini vurgulayan bilgi, beceri, tecrübe ve dinamizm gibi pozitif değerler, beģeri sermaye olarak kabul edilmektedir. Söz konusu değerler, üretimde kullanılan diğer faktörlerin daha verimli değerlendirilmesine imkan vermekte; ayrıca yeni teknolojilerin icadı ve rasyonel bir Ģekilde kullanılmasına da yol açmaktadır. Bu nedenle ekonomik faaliyetlerdeki rasyonellik artmakta ve ülke ekonomisi daha hızlı kalkınabilmektedir. BeĢeri sermayeyi sadece eğitimle özdeģleģtirmek mümkün değildir. Çünkü konu insanın niteliğini vurguladığı için, eğitimin yanında sağlık, dinamik nüfus miktarı ve beyin göçü gibi diğer faktörleri de beģeri sermaye birikimine etki eden unsurlar arasında değerlendirmek gerekmektedir (Karagül, 2003; 3). BeĢeri sermayenin bilgi ve yeteneklerce içerilmiģ olmasından dolayı ekonomik büyüme teknolojideki ve bilimsel bilgideki ilerlemelere bağlı olacaktır(deliktaģ, 2001; 97). DeğiĢen iģgücü ve iģgücü piyasası ekonomik büyümeye emeğin katkısının ekonomik büyüme modelleri içerisinde mutlaka yeniden ele alınması zorunlu kılmaktadır. Ġstihdam ile ilgili olarak; emek mobilitesinin, esnek çalıģmanın kayıt dıģı çalıģmanın, çocuk iģçiliğinin, göçmen iģçiliğinin, değiģen ücret yapılarının, iģçi devrinin, hizmet akitlerinin hızlı bir dönüģüm geçirdiği son çeyrek asırda emek ve büyüme arasındaki bağın yeni değerlendirmelere ihtiyaç duyduğu açıktır. Bir ülkenin nüfusunun büyüklüğü, yapısı ve nüfus artıģı ekonomik büyümeyi etkileyen en önemli faktörlerin baģında gelir. Çünkü nüfusun yapısı ve miktarı, iģgücü arzını oluģturur (Samuelson ve Nordhaus, 1989; 855). ĠĢgücüne katılım oranı, ekonomik büyüme açısından önemlidir. Nüfusun büyüklüğü kiģi baģına çıktı düzeyini etkileyebilir. ÇalıĢma hayatı için gerekli olan iģgücü miktarındaki artıģ GSMH nın artıģının önemli bir kaynağıdır. Ancak nüfusu oluģturan herkes iģgücünü oluģturmaz. ĠĢgücü stoğunun hesabında da zorluklarla karģılaģılmaktadır. Çünkü ekonomideki iģgücünün yetenek, tecrübe ve eğitim düzeyleri arasındaki büyük farklılıklar mevcuttur. Bu zorluk nedeniyle büyüme kuramlarına dayalı basit modeller, homojen bir iģgücü kavramından hareket eder ve iģgücünü nüfusun sabit bir yüzdesi olarak kabul eder (Fikir, 2010; 53). 54

Toplumun genel eğitim düzeyi ile iktisadi büyüme arasında iliģkiyi araģtıran çalıģmalar sonucu oluģan ortak kanı, toplumun eğitim düzeyi ile iktisadi büyümenin doğru orantılı olduğudur. Ġnsanların eğitim düzeyleri yükseldikçe kiģi baģına reel gelir düzeyi artmakta, buna bağlı olarak da büyüme oranı yükselmektedir. Genel eğitimin yanı sıra, mesleki eğitimlerin ve kurumların kendi içlerinde gerçekleģtirdikleri hizmet içi eğitimler de yine iģgücü verimliliğinin artmasına katkıda bulunan unsurlardır (Fikir, 2010; 53). Ekonomik büyümeye kaynaklık eden faktörlerin tespitinde öncelikle üretim fonksiyonuna baģvurulması kabul gören bir görüģtür. Çünkü büyüme bir üretim artıģıdır (Ersan, Berber ve Çelik, 2000; 388). Üretim fonksiyonu, üretilen çıktı miktarı ile üretimde kullanılan girdiler ve teknoloji arasındaki iliģkiyi göstermektedir (Pınar, Erdal, 2003; 39). Üretim fonksiyonu da belirli (veri) bir teknoloji düzeyinde belli bir girdi bileģimi ile elde edilebilecek maksimum üretim miktarını gösterir(ersan, vd. 2000; 388). Çıktı üretimi, Sermaye (Capital) ĠĢgücü / Emek (Labor) girdilerinin teknolojik yardımıyla kullanılması ile gerçekleģmektedir. Teknoloji emek ve sermaye değiģmeksizin çıktı miktarının artmasını sağlayan üretim yöntemleri ve kullanılan makine ve teçhizata iliģkin bilgi olarak tanımlanır. Çıktıdaki büyüme, üretim faktörlerindeki iģgücü (emek) ve sermaye artıģ ya da teknolojik geliģmeler yoluyla sağlanır. Büyümeyi ve ülkeler arasındaki gelir düzeyi farklılıklarını anlamak için, üretim faktörlerinin büyümesini ve teknik bilginin geliģmesini nelerin belirlediğinin bilinmesi gerekir (Fisher, 2003; 203). Üretim fonksiyonuna kiģilerin olduğu doğal yetenekler, zeka ve eğitimle kazanılan yetenekleri dahil etmek mümkündür. Bazen öğrenim ve eğitimin büyüme üzerindeki potansiyel katkısını vurgulamak için, üretim fonksiyonu beģeri sermayeyi ayrı bir girdi olarak ele alacak biçimde yazılır. Aslında daha nitelikli emek olarak ifade edilebilinecek bir girdi olarak beģeri sermaye, bireylerin sahip olduğu gelir kazanma potansiyelinin değeridir. BeĢeri sermayenin ayrı bir girdi olarak yer aldığı üretim fonksiyonu Ģöyle yazılacaktır (Fisher, 2003; 264-265). Y = A f(k, H, N) (2.1) Y : Çıktı Düzeyi 55

A : Teknoloji K : Sermaye N : ĠĢgücü H : BeĢeri Sermaye Günümüzde üretimde ve ekonomik büyümede, fonksiyonel olarak beģeri sermayenin de fiziksel sermaye kadar önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Çünkü insanla ilgili bu nitelikler, ileri teknolojilere sahip araçların ve üretimde kullanılan diğer faktörlerin, daha kolay, daha verimli ve daha etkin bir Ģekilde kullanılabilmesine imkan sağlayarak üretimi artırmakta, ekonomilerdeki büyüme ve kalkınma sürecini hızlandırmaktadır. BeĢeri sermayenin ülkelerin büyümesini etkileyen önemli bir faktör olduğu düģüncesi, içsel büyüme teorisinin en önemli hipotezlerinden birisidir. BeĢeri sermaye ve ihracat, ekonomik büyümenin itici gücü ve zenginliğinin anahtarı olarak görülmektedir (Kadılar, ġimģek, 2010; 117). Ekonomik büyümenin önemli kaynaklarından birisi olan iģgücü artıģ hızı, genellikle nüfus artıģ hızıyla sınırlanmıģtır. GeliĢmekte olan ülkelerde nüfus artıģ hızı geliģmiģ ülkelere göre daha yüksektir. Ancak ekonomik büyüme oranı yüksek olan ülkelerde yapılan incelemeler, fiziki sermaye, beģeri sermaye ve teknolojik ilerlemedeki artıģ hızının ekonomik büyümede büyük paya sahip olduğunu göstermektedir (Ok, 2008; 11). Buradan Ģu sonuca ulaģılmalıdır; beģeri sermaye aslında nitelikli emek anlamına geldiğinden emek kalitesinin artıģı büyümeyi olumlu yönde etkiler. Nüfus ise hem nicelik olarak hem de nitelik olarak hem iģgücünü hem de ekonomik büyümeyi etkileyen önemli unsurlardandır. 2.2.2. Teknoloji Düzeyi Ekonomik büyümenin diğer bir önemli belirleyicisi teknolojik geliģmedir. Teknolojilerin değiģimi ekonomik alanda tarım, sanayi ve hizmetler sektörleri ve alt sektörlerinin tümünü, sosyal alanda insan faktörünün eğitimi, sağlık düzeyi, iletiģim ve ulaģım altyapısı olmak üzere insanın verimliliğini ve ülkenin refah düzeyini etkileyen tüm sosyal yatırımları, toplumların kültür düzeyini ve hatta siyasal gücünü etkisi altına almaktadır. Teknolojilerin üretimi ve bilgi teknolojilerinden yararlanma 56

düzeyi ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir. Teknolojiler daha çok geliģmiģ ülkelerde üretilmekte olup, geliģmekte olan ülkelerde bu teknolojilerin transferi söz konusudur. Teknolojilerdeki geliģmelerin daha çok geliģmiģ ülkelerde görülmesi, bu ülkelerin fiziki sermaye ve insan sermayesi yönünden daha ileri düzeyde olmalarına bağlıdır. Özellikle, bilgi teknolojilerinin geliģimini sağlayan temel faktör nitelikli insan (emek / beģeri sermaye) faktörüdür. GeliĢmiĢ ülkeler kalkınmalarının baģlangıcında ve daha sonra insan faktörüne verdikleri önem ve öncelik ve insana yatırım politikalarının sürekliliği sayesinde bugünkü ileri teknolojik geliģme düzeyine ulaģmıģlardır (Kıraçlar, 2005; 17). Teknolojik yenilik denince, üretimin fiziksel girdilerin (araç-gereçlerinin) içerdiği iģgücünün verimliliğini arttırmaya yönelik yenilikler (yeni bilgiler) anlaģılmalıdır. Teknolojik yenilikler zihinsel emeğin yaratıcılığı ile doğrudan iliģkilidir, çünkü daha önce bilinmeyen üretkenliği artırıcı fikirlerdir. Bazı görüģlere göre organizasyonel yeniden yapılanmalar da teknolojik yenilik olarak tanımlanır (Gürak, 2008; 10). Günümüz modern ekonomik büyüme literatüründe sürdürülebilir ekonomik büyüme konusunda fiziksel sermayenin azalan getiri koģullarından kurtulmasının altında yatan gerçek, iktisadi büyüme fonksiyonlarına teknolojik geliģmenin içselleģerek girmesi olarak ifade edilmektedir. Böylelikle teknoloji ekonomik büyüme fonksiyonlarındaki yerini almıģtır. Teknolojik geliģme diğer üretim faktörlerinden daha değiģik bir yapıya sahiptir. Teknolojik bilginin emek ve sermayeden yegane farkı rakip mal olmaması ve kısmi olarak dıģlanamamasıdır. Böylelikle teknolojik geliģme piyasadaki her firmaya aynı uzaklıkta bulunmakta ve her firmaca bedelsiz olarak kullanıma hazır bulunmaktadır (Adak, 2007; 6). Teknoloji düzeyi, en geniģ anlamıyla üretim süreci, ürün kendisi, üretim ve yönetim organizasyonu, pazarlama ve satıģ sonrası servis ile ilgili bilgi ve deneyimlerin toplamı veya stoku olarak tanımlanabilir. Bu stoktaki artıģın yani teknolojik geliģmenin (technological development) ekonomik bakımdan bir anlam ifade edebilmesi için, kar veya zarar etmeyi göze alacak biçimde bir firmada yenilik 57

(innovation) olarak uygulamaya konulması gerekir. 10 Yenilikle sonuçlanan teknolojik geliģmelerin kaynağı, ilgili firma açısından içsel veya dıģsal olabilir. Ġçsel kaynaklar arasında firmanın kendi araģtırma ve geliģtirme (Ar-Ge) etkinlikleri ve iģçilerin, yöneticilerin mühendislerin, kısacası bir firmanın bütün çalıģanlarının iģ baģındaki deneyimlerinin artıģı sayılabilir. Bu ikinci kaynağa iktisat yazınında, yaparak öğrenme (learning by doing) veya zaman/deneyim ekonomileri (economies of time or experience) adı verilir. Teknolojik ilerlemenin dıģsal kaynaklarından belki de en önemlisi, legal veya illegal teknoloji transferidir (Kibritçioğlu, 1998, 5). Teknoloji transferi dıģında, teknolojik geliģmenin ortaya çıkıģını etkileyen dıģsal nedenler, daha çok ekonomi dıģı (non-economic) niteliktedir. ÇeĢitli ülkelerde ve çeģitli zaman dilimlerinde teknolojik ilerlemenin oluģturduğu ortamlar birbirinden çok farklı veya bazen de benzer özellikte tarihsel, sosyolojik, politik, psikolojik, kültürel, dinsel ve hatta rastlantısal etkenler tarafından oluģturulmaktadır. Ayrıca, hükümetlerin uyguladıkları iktisadi büyümeye yönelik politikaların yanı sıra eğitim ve teknoloji politikaları da, makroekonomik büyümeyi firmalar açısından (mikro ekonomik düzeyde) dıģsal biçimde yönlendiren etkenler arasında sayılmalıdır (Begg, Fisher ve Dornbusch, 2001; 527). Teknolojik geliģmeyi çeģitli açılardan sınıflandırmak mümkündür. Teknolojik geliģmeyi büyümeye katkısına göre içerilmemiģ ve içerilmiģ teknolojik geliģme olarak ikiye ayırabiliriz. ĠçerilmemiĢ teknolojik geliģme, yönetimde ve organizasyonda meydana gelen iyileģmelerle ortaya çıkan verimlilik artıģları olarak tanımlanmaktadır. ĠçerilmiĢ teknolojik geliģme ise, yatırımların gerçekleģmesine bağlı olup makine ve teçhizatta ortaya çıkar. Üretime giren her makine en son teknolojiyi içerdiği için kendinden önceki makineden daha üretken olacaktır. Dolayısıyla sermaye faktörü heterojen bir özellik göstermektedir (Fikir, 2010; 11). Ġktisadi büyümenin görünürdeki en önemli nedeni yatırımlar ve teknolojik geliģme yoluyla kiģi baģına fiziki sermaye ve beģeri sermaye (eğitim) düzeylerinde ve verimlilikte sağlanan artıģlardır (Pamuk, 2007; 4). Açık ekonomilerde bununla 10 Burada belirtmek gerekir ki, teknik (technique) kavramı, literatürde bazen teknoloji (tecnology) kavramından daha farklı bir anlamda kullanılmaktadır. Örneğin neoklasik iktisatçılara göre, teknik, üretimde kullanılan girdiler arasındaki bir orandır. Dolayısıyla, özellikle neoklasik iktisat bağlamında, her teknik değiģmesi mutlaka bir teknolojik değiģmeyi, her teknolojik değiģme de mutlaka bir teknik değiģmesini beraberinde getirmez. 58

beraber ekonomik büyümeyi etkileyen birçok faktör vardır. DıĢa açık bir ekonominin büyümesi ile ilgili olarak uluslar arası sermaye hareketleri, ticaret ve teknoloji transferi ele alınması gereken temel konulardır. DıĢa açık ekonomilerin dıģarıdan gelebilecek Ģoklara da açık olduğu bir gerçektir ve petrol Ģokları bunun en çarpıcı örnekleridir (Pınar, 2003, 49-50). Özetle teknolojik geliģme, ekonomik büyümenin görünür sınırlarını aģmanın en iyi yolu olarak kabul edilmektedir. Eğer daha büyük çıktı daha büyük fiziksel girdi gerektiriyorsa, o takdirde dünyadaki çeģitli kaynakların arzının sabitliği, muhtemelen kiģi baģına gelirin yükselmesinin bir sonunun olacağı anlamına gelebilmektedir. Ancak biriktirilemeyecek ya da yeniden yaratılamayacak girdilerle daha fazla üretmenin yöntemleri keģfedilmeye devam edildikçe, gelecek birçok yüzyıllarda yaģam standardının artmaya devam etmemesi için herhangi bir neden olmayacağı ileri sürülmektedir (Parasız, 1997; 6). 2.2.3. Sermaye Birikimi En genel biçimiyle, sermaye birikimi veya sermaye stoku bir üretim biriminin belli bir dönemdeki mal ve hizmet üretme kapasitesi olarak tanımlanabilir. Özellikle emeğin (iģgücünün) yoğun olarak kullanıldığı bazı hizmet sektörlerinde ve tarım sektöründe üretim kapasitesinin sermaye birikimine bağımlılığı görece zayıf olsa da sermaye birikimi olmaksızın bir üretim faaliyetinden bahsetmek oldukça güçtür. Sermaye stoku bina, makine ve teçhizat gibi üretim sürecinde uzun yıllar kullanılan unsurları içermektedir. Makro veya ülke düzeyindeki sermaye stoku içerisine bu unsurlar yanında; yollar, barajlar gibi altyapı unsurları ve bireylerin yaptıkları fiziki yatırım olarak değerlendirilen konut yatırımları da dahil edilmektedir. Sermaye birikimi, genel olarak, üretim sürecinde kullanılan fiziki varlıkların değeri olarak ele alınmakla birlikte eğitim, sağlık, araģtırma geliģtirme harcamaları gibi fiziki olmayan varlıklar da sermaye birikiminin önemli unsurlarıdır (Saygılı, Cihan ve Yurtoğlu, 2002; 10). Üretimi gerçekleģtiren ve büyümeyi sağlayan faktörlerden beklide en önemlisi sermayedir. Sermaye, ülkenin belli bir anda sahip olduğu üretim araçlarının toplamı olarak ifade edilebilir ve iktisadi büyümenin gerçekleģtirilmesi büyük ölçüde, 59

sermayenin nicelik veya niteliğinin artırılmasına bağlıdır(samuelson, Nordhaus, 1989; 855). Sermayenin kaynağı tasarruftur. Kapitalist ekonomide sermaye bir mülktür ve sahiplerine üretimden pay alınmasını sağlar. Eğer sermaye, makineler ve fabrikalar gibi fiziki varlıkların bir toplamı olarak tanımlanırsa, net yatırımlar da bu stoğu artıran yeni makineler ve fabrikalardır. Sermaye stoğunda meydana gelecek bir artıģ üretimi de artıracaktır (Sloman, 2004; 28). Ancak teorik düzeyde, sermaye birikiminin ekonomik büyüme üzerindeki rolü konusunda tam bir fikir birliği yoktur. Örneğin, Blomstrom, Lipsey ve Zejan nedensellik sınamalarının sermaye birikiminin ekonomik büyümeyi uyarmasından ziyade ekonomik büyümenin sermaye birikimini uyardığını gösterdiğini, sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyümenin anahtarı olduğunu gösterir hiçbir kanıt olmadığını ifade etmektedirler. Diğer yandan, bu araģtırmacılara göre kurumlar, ekonomik ve politik iklim ve eğitim, doğrudan yabancı sermaye yatırımları, düģük nüfus artıģı ve yatırımlarının etkin kullanımını özendiren iktisat politikaları ekonomik büyümenin temel belirleyicileridir (Blomstrom, Lipsey ve Zejan, 1996; 275-276). Benzer Ģekilde, King ve Levine (1995) sermaye birikiminin ekonomik geliģmenin temel belirleyicisi değil, bir özelliği olduğunu savunmaktadırlar. Diğer taraftan, teorik ve ampirik düzeylerde yapılan bir çok çalıģma sermaye birikiminin geliģmedeki belirleyici etkisini vurgulamaktadır. Sermaye birikiminin ekonomik geliģmenin temelini oluģturduğu görüģü A. Smith e kadar uzanmaktadır. A. Smith e göre ekonomik büyüme ve verimlilik artıģı sağlamada büyük önem taģıyan uzmanlaģma ve iģbölümünün gerçekleģmesi sermaye birikimini gerektirmektedir. Sermaye birikimi dolayısıyla ortya çıkacak üretim mekanizasyonu sürecinin etkileri K. Marx ın analizlerinin odak noktasını oluģturmaktadır. Klasik iktisatçılar yanında Keynezyen ve Post-Keynezyen iktisat geleneğinde de yatırımlar ekonomik büyümenin ana unsuru olarak ele alınmaktadır. Post-Keynezyen yaklaģımda talepteki artıģ yatırımları uyarmakta, yatırımlar sonucu ortaya çıkacak içsel ve dıģsal ekonomiler dolayısıyla verimlilik ve ekonomik büyüme ivmelenmektedir. Diğer taraftan bu yaklaģımda, yatırımların yeni teknolojilerin ortaya çıkmasında ve/veya yayılmasında önemli bir iģlev gördüğü kabul edilmektedir. Örneğin, Kaldor(1957), Kaldor ve Mirrlees (1962) tarafından 60

geliģtirilen modellerde teknolojik geliģme yatırımların bir fonksiyonu olarak ele alınmaktadır (Saygılı, Cihan ve Yurtoğlu, 2002; 14). Boskin ve Lau ya göre teknolojik geliģmenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi sermaye birikiminin boyutuna bağlıdır. Sermaye (yatırımlar) ve teknoloji birbirini tamamlayıcı faktörler olup, birbirleri arasında pozitif, çift yönlü bir iliģki vardır. Sermaye ve teknolojiyi birbirinden ayırmak mümkün değildir ve her iki faktör ekonomik geliģmenin temelini oluģturmaktadır (Boskin ve Lau, 1992; 51-52). Genel olarak, yatırımların, dolayısıyla da sermaye birikiminin, ekonomik büyümedeki öneminin baģlıca nedenleri Ģunlardır; (Bulutay, 1995b; 5). a) Yatırım ölçek ekonomilerinin ve artan getirinin temelini oluģturur, b) Yatırım yeni teknolojilerin kullanılmasını sağlayan temel araçtır, c) Yatırım deneyim kazanma ve yaparak öğrenme imkanı sunmaktadır, d) Yatırım sosyal sermayenin ve çeģitli dıģsallıkların temelini oluģturmaktadır, e) Yatırım verimliliği yüksek çalıģma alanları yaratmaktadır. Makroekonomik düzeyde, ekonomideki sermaye birikimi hızı ve genel yatırım iklimi yenilikçi firmaların ekonomik ve sosyal yaģam üzerindeki etkisini etkilemektedir (Bulutay, 1996; 39-4). Sermaye birikiminin hızlandığı bir ekonomide yenilikçi firmaların risk alarak yatırım yapma olasılığı artmaktadır. 2.3. Tarihsel Süreç İçerisinde Ekonomik Büyüme İle İlgili Yaklaşımlar Büyüme konusu en baģından beri iktisatçıların ilgisini çekmiģtir. Adam Smith den beri büyümeyi belirleyen temel faktörlerin neler olduğu, büyümenin sağlanabilmesi için yapılması gerekenler, hangi politikaların izlenmesi gerektiği konusunda çeģitli görüģler, teoriler ortaya atılmıģtır. Ekonomik büyümenin kaynağını ekonomi dıģı etkenlere bağlayan teorilere genel olarak dıģsal büyüme modelleri, denilmektedir. Diğer taraftan, büyümenin devamlılığını sağlayan faktörlerin, ekonominin kendi iç dinamikleri tarafından belirlendiğini söyleyen modeller ise içsel büyüme modelleri olarak adlandırılmaktadır. Ġçsel büyüme modelleri dıģsal büyüme modellerinin eksikliklerine bir tepki olarak ortaya çıkmıģtır. 61

Son yıllarda yapılan çalıģmalarda Neo-Klasik büyüme teorisi büyüme teorisinin asıl baģlangıcı kabul edilmekte, önceki çalıģmalar pek dikkate alınmamaktadır. Solow a göre ekonomik büyüme teorisine iliģkin üç akım vardır. Bunlardan birincisi Harrod-Domar tarafından geliģtirilmiģtir. Ġkincisi Neo-Klasik modelin geliģmesi olmuģtur. Üçüncüsü ise, Neo-Klasik modelin bazı yetersizliklerine tepki olarak baģlamıģ ve günümüzde içsel büyüme teorileri olarak ifade edilmektedir. Literatürde yer alan bir diğer ayrım da Jones(1995) ve Dornbusch-Fisher (1998) tarafından yapılmıģtır. Bu iktisatçılara göre, büyüme kuramları üzerinde yoğun çalıģılan iki dönem söz konusudur. Birinci dönem 1950 lerin sonu ve 1960 lı yıllar, ikinci dönem ise bundan otuz yıl sonra 1980 lerin sonu ve 1990 lardır. Birinci dönemdeki araģtırmalar Neo-Klasik büyüme teorisini ortaya çıkarmıģtır. Bu dönem büyüme teorilerine en büyük katkıyı Solow yapmıģtır. Ġkinci dönem yani yeni araģtırmalar da içsel büyüme teorileri diye bilinmektedir (Çetin, 2010; 53). Geleneksel modellerde hükümetin ekonomiye müdahalesi kaynak dağılımını bozucu etki yaptığından gereksizdir. Çünkü iktisat politikalarının uzun dönemli büyüme üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Büyüme etkisi kısa dönemler için geçerlidir. Bu modellerde uzun dönemli büyüme tasarruf oranı, nüfus artıģı hızı ve teknolojik geliģme gibi dıģsal faktörler tarafından belirlenir. Buna karģın içsel büyüme modellerinde, fiziksel ve beģeri sermaye yatırımları, Ar-Ge sektörü ve yaparak öğrenme yollarıyla ortaya çıkan örneğin teknolojik geliģme, ekonominin uzun dönemde büyümesine neden olur. Ġçsel büyüme modeller üç grup halinde sıralanabilir; Birinci grupta P.Romer, Aghion ve Howitt ve Grossman ve Helpman gibi iktisatçıların yaptıkları çalıģmalarla geliģen Ar-Ge sektörünün uzun dönemli etkileri ele alınmıģtır. Ġkinci grupta AK tipi modeller yer almıģtır. Bu modellerde yeniden üretilemeyen (iģgücü vb) girdiler dıģarıda bırakılmıģtır. P. Rpmer, Rebelo ve Lucas ın temel öngörüsü, fiziksel sermaye yatırımlarının yaparak öğrenme sürecini harekete geçirerek verimliliği içselleģtireceği ve artıracağıdır. Üçüncü grup modeller, geleneksel makro üretim fonksiyonuna beģeri sermayeyi eklemeye çalıģmaktadır (Atagün, 2004; 4). 62

Tablo 1 klasik dönemden günümüze kadar oluģturulan büyüme teorilerini içermektedir. Klasik dönem öncesndeki büyüme analizleri arasında yer alan merkantilistler ve fizyokratlar büyümeyi değerli madenlere ve tarıma dayandırmıģlardır. Ticari kapitalizm mantığından hareket eden Merkantilistler, 15 yy ın ortalarından itibaren 300 yıllık dönemde büyümenin sağlanabilmesi için değerli maden miktarının artırılması gerektiğini vurgulamıģlar ve bu nedenle sanayi ve ticaret alanlarında uyguladıkları kurallara, ödemeler bilançosunun fazla vermesine ve uluslar arası iliģkilerde kendi ülkesinin çıkarını kollayan temel politikalara önem vermiģlerdir. Devletin gücü sahip olduğu değerli maden miktarı ile ölçülmüģtür. 17 yy. sonlarında sanayi kapitalizm sürecinde fizyokratlar ise tarım sektörünü zenginliği kaynağı olarak görmüģler ve devletin ekonomiye müdahalesine karģı çıkmıģlardır (Berber, 2006; 49-55). ÇalıĢmanın bu bölümünde genel olarak büyüme teorileri ele alınacaktır. Öncelikle Klasik büyüme teorileri sonrasında Neo-Klasik büyüme teorisi ve son olarak da içsel büyüme teorisi incelenecektir. 63

Tablo 1: BaĢlıca Büyüme Teorileri ve Özellikleri Büyüme Teorisi Büyümenin Kaynağı Büyümenin Özelliği Klasik Büyüme Teorileri Sınırlı Büyüme, Tarımda azalan verimler kanunu Adam Smith (1776) ĠĢbölümü, nedeniyle sınırlı büyüme, David Ricardo (1817) Artık değerin yatırıma dönüģmesi, Nüfus kanunu nedeniyle sınırlı T. R. Malthus (1799) büyüme Kapitalist süreçte kar oranlarının Karl Marx (1867) Sermaye Birikimi düģmesi nedeniyle sınırlı büyüme J.A. Schumpeter Kararsız Büyüme Yenilikler Demeti (1911-1939) Kararsız Denge Post-Keynezyen Büyüme Modeli R. Harrod (1939) E. Domar(1946) Tasarruf ve yatırımlar Kararsız Denge Neo-Klasik Büyüme Modeli (DıĢsal Büyüme Modeli) R. Solow (1956) Roma Kulubü Modelleri Meadows (19729 Yeni Büyüme Modelleri (Ġçsel Büyüme Modelleri) P. Romer (1986) R. Lucas (1998) R. Barro (1990) J. Greenwood (1990) B. Jovanovic (1990) Nüfus ve teknolojik geliģme 'dıģsal' Doğal kaynaklar Fiziki sermaye, beģeri sermaye, teknoloji, kamu sermayesi, mali aracılar Teknolojik geliģmenin yokluğu nedeniyle geçici büyüme Nüfus patlaması, çevre kirliliği ve enerji tüketimi nedeniyle sonlu büyüme Büyümenin içsel olması, devletin yenilenmesi, tarihsel geçmiģin dikkate alınması Sanayi Bölgeleri Modeli G. Sına(i) ve mahalli örgületmenme Büyümenin bölgesel Becattini (1991) Ģekli dengesizliğinin açıklanması Kaynak: Metin Berber (2006); İktisadi Büyüme ve Kalkınma 3. Baskı, Derya Kitabevi, Trabzon, s.52 2.3.1. Klasik Büyüme Teorileri Klasik büyüme teorileri, A. Smith, D. Ricardo, Malthus, J. Stuart Mill gibi klasik iktisatçıların görüģlerini yansıtmaktadır. Ancak klasik iktisatçıların ekonomik büyüme ile ilgili görüģleri, birbirinden farklı olmamakla beraber bu farkların Adam Smith hariç, genellikle önemli olmadığına iģaret edilmektedir (Hiç, 1994; 14). Klasik büyüme kuramına göre ekonomik büyüme, temelde sermaye birikimi olarak görülmüģtür. Sermaye birikimine yol açan ise kar güdüsüdür. Yatırımcıları yeni yatırımlara yöneltecek kar oranlarının yeterli büyüklükte olması gerekmektedir. Kar oranları ne kadar yüksek ise yatırımlarda o oranda artacaktır. Kar, üretimden rant ve ücretleri çıktıktan sonra geriye kalan kısımdır. Büyüme sürecinde rant devamlı 64

arttığından kar oranı, iģgücünün verimi ile sermaye birikimine bağlı olacaktır. ĠĢgücünün verimi ise sermaye birikimi, teknolojik seviye ve nüfus artıģına bağlıdır. Dolayısıyla, kapitalist ekonomilerin büyümesi teknolojik geliģme ve nüfus artıģı tarafından belirlenecektir. Teknolojik geliģme, giderek artan makineleģme ve iģbölümünü olanaklı kılacak sermaye birikimine dayanmaktadır. Nüfusun giderek artması, bir yandan mevcut topraklar üstünde daha fazla iģgücü kullanılmasına neden olurken, diğer yandan da daha düģük verimli toprakların üretime açılmasına neden olacaktır. Sonuçta azalan verimler kanunu iģlemeye baģlayacaktır (iģgüden, 1982; 252-56). Öte yandan nüfus artıģı devam ettiği sürece, iģgücünde hem ortalama hem de marjinal verim azalacaktır. Eğer nüfus artıģı iģgücünün verimini düģürüyorsa, buna bağlı olarak ücret haddi de düģecektir. Klasik teoriye göre nüfus artıģı, ücret haddinin düģmesine ve ücretin en az geçim ücreti seviyesinde karar kılmasına neden olur. Bu yaklaģımdan anlaģıldığı gibi, klasik modelde nüfus artıģı gelirin bir fonksiyonu olarak ele alınmaktadır ve aralarındaki iliģki doğrusaldır. Yani gelir artınca nüfus da artmakta, gelir azalınca nüfus da azalmaktadır. Bu durumu Ricardo, ücretlerin demir kuralı olarak ifade etmiģtir (Hyman, 1997; 514). Adam Smith in 1776 yılında hazırlamıģ olduğu Ulusların Zenginliği adlı çalıģma, ekonomik büyüme teorileri için bir baģlangıç noktası olarak görülmektedir. Smith çalıģmasında bir ülkenin ekonomik büyüme sürecinde sadece sermaye akımlarının değil aynı zamanda teknolojik sürecin ve endüstriyel ve sosyal faktörlerin de hayati rol oynadıklarını belirtmiģtir (Kibritçioğlu ve Dibaoğlu, 2001; 2). A. Smith diğer klasiklerde de olduğu gibi ekonominin sürekli olarak büyümeyeceğini bir durgunluk sürecine gireceğini kabul etmektedir. Ancak bu sürecin olumsuz bir durum olmadığını savunmaktadır. Smith bu düģüncesiyle diğer klasiklerden ayrılmakta ve iyimser klasik olarak adlandırılmaktadır. Büyüme sürecinde yaģanacak olan durgunluğu oldukça olumsuz bir durum olarak nitelendiren Robert Malthus ve David Ricardo kötümser klasikler olarak adlandırılmaktadır. Malthus, büyüme de en önemli faktör olarak nüfus teorisini geliģtirmiģtir. Malthus a göre toplumdaki fakirliğin nedeni, besin maddelerinin üretiminin gittikçe artan nüfusa yetiģememesidir. Ricardo ise yapmıģ olduğu 65

çalıģmalarda büyüme sorununu dolaylı yollardan ele almıģtır. Milli gelirin kaynaklarını ortaya koymamıģ, milli gelirin üretim faktörleri arasında nasıl dağıtıldığını incelemiģtir. Ülkelerin yaģayacağı büyüme ve durgunluk aģamalarını uzun dönemde üretim faktörlerinin milli gelirden alacakları payların belirlediğini ileri sürmektedir (Berber, 2006; 66-69). Ricardo büyüme konusunu incelemeden öte üretimden, üretim faktörlerinin alacağı paylar üzerinde yoğunlaģmıģtır. Yani gelirin paylaģımı temel inceleme konusudur. Ricardo üretimin 3 gelir grubunun arasında paylaģılacağı üzerinde durmuģtur. Buradan haraketle üretimde üç faktörün etkili olduğu söylenebilir. Bu faktörler dolaylı yoldan belirtmiģtir. Bunlar Ģöyle sıralanabilir: MüteĢebbis Sermayedar Toprak sahibi Emek sahibi Bu payların zaman içinde değiģeceğini ileri sürmüģtür. Bu değiģim karlar açısından zamanla azalacak, rantın payı zamanla artacak ve ücretlerin payının zaman içerisinde kiģi baģına sabit kalacağını ancak kümülatif olarak toplam hasıla içerisinde artacağını ileri sürmüģtür. Bunun nedeni nüfusun zamanla artmasıdır (Özsağır, 008; 27). David Ricardo da temel konu, üretim faktörlerinin payları olmakla beraber A. Smith in temel konusu, ekonomik büyüme ve geliģme sorunudur. A. Smith, Ricardo dan farklı olarak, emekte artan verimlilik kanununun geçerli olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenle de, A. Smith e göre ekonominin durgunluk safhasına geçiģi Ricardo nun modeline kıyasla değiģiklik göstermektedir. Bu anlamda, A. Smith e göre, kar amacı taģıyan giriģimcilerin tasarruf ve yatırımlarıyla sağlanan sermaye birikimi, iģbölümü ve uzmanlaģmaya ve bunlarla birlikte gelen teknik ilerlemeye neden olmaktadır. Piyasanın geniģlemesi, iģbölümü ve uzmanlaģmanın artması içsel ve dıģsal ekonomiler oluģturacak, böylece emekte, sermayenin aksine artan verim kanunu geçerli olacaktır. Sermaye için ise yine David Ricardo nun modelinde olduğu gibi azalan verim kanununun geçerli olduğu kabul edilmektedir (Hiç, 1994; 26). 66

Schmpeter ise teknolojik geliģmenin ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkilerinin olacağını savunan ilk iktisatçı olarak bilinmektedir. Schumpeter mensubu olduğu Avusturya ekolünün de etkisiyle, teknolojik geliģmeler, ekonomik konjonktür içerisinde ele almıģ, teknolojik geliģme kavramını firmalararası rekabetin bir aracı ve yaratıcı yıkım kavramını tetikleyen bir unsur olarak görmüģtür. Yaratıcı yıkım; zayıflayan sektörlerin yıkımı ile ortaya çıkan, söz konusu ekonomilerde yeni teknolojilerin ve endüstrilerin ortaya çıkmasını sağlayan evrimsel bir süreç olarak ifade edilmiģ, ekonomik büyüme ve yapısal değiģme ile tanımlanan süreç teknolojik geliģmelerin bir sonucu oarak görülmüģtür. Schumpeter in yaklaģımında teknoloji, aynı neoklasik yaklaģımda olduğu gibi dıģsal bir kavramdır ve söz konusu firmalar teknolojik yenilikleri takip ederek kendilerine uygun olan teknolojileri satın alırlar. Schumpeter, neoklasik yaklaģımdan farklı olarak teknolojik yenilik kavramının alanını geniģletmiģ, teknolojik yenilik kavramını sadece üretim sürecinde yeni pazarların açılması, yeni pazar örgütlenmelerine gidilmesi, yeni hammadde kaynaklarının bulunması gibi süreçleri de kapsayan bir kavram olarak tanımlamıģtır (Schumpeter, 1911; 4-11). Schumpeter, yenilikleri, teknik temelli veya yeni kaynakların keģfi olarak tanımlamaktadır. Bir baģka ifade ile yenilik hasılayı arttıran herhangi bir değiģme yenilik olarak kabul edilmektedir. Schumpeter beģ tür yenilikten bahsetmektedir : (Schumpeter, 1978, 66). Piyasaya yeni bir malın yahut mevcut bir malın yani bir tipinin veya kalitesinin arttırılması (yeni bir mal anlamında yenilik) Yeni bir üretim tekniğinin bulunması icat edilmesi kulanılması (emekten, sermayeden tasarruf sağlayan yeni bir metodla (yeni bir üretim terkibi anlamında yenilik) Yeni bir piyasaya girilmesi (piyasa anlamında yenilik) Yeni bir hammadde yahut yeni mamul kaynağının bulunması (yeni bir girdi anlamında yenilik) Endüstrinin yeniden organizasyonu organizasyon anlamında yenilik. Sonuç olarak, Klasik Ġktisatçılar, toplumsal ve kültürel çevre, politik yönetim, teknik yeniliklerin yapılması ve uygulanmasında elveriģli Ģartlar, piyasanın yeterli 67

geniģliği gibi etkenlerin de ülkeler arasındaki ekonomik büyüme faklılıklarının açıklanmasında önemli olduğunu düģünmekle birlikte, piyasa ekonomisinin ekonomik büyümeyi sağlayacağına, devlet müdahalesine gerek kalmayacağına inanmıģlardır (Kazgan, 2004; 98). 2.3.2. Sosyalist Büyüme Teorisi (Marksist Ekonomik Büyüme ) Sosyalist sistemde üretimde kullanılan üretim araçlarının büyük bir kısmı devlet mülkiyetindedir. Üretim, bölüģüm ve tüketim de yine kamu otoritesi tarafından belirlenmektedir. ġayet özel mülkiyet olursa adaletli bölüģüm olmayacağı ve iģçi sınıfının sömürüleceği düģünülmektedir (Gündüz, 2008; 44). Sosyalist büyüme düģüncesi Marks a dayanmaktadır. Marks a göre emek, üretimin değerini belirlediği gibi aynı zamanda büyümenin motorunuda oluģturmaktadır. Marks büyüme sürecini tam bir dengesizlik olarak görmektedir (Alkin, 1987; 56-63). Marksist kapitalist modelde büyümeyi belirlemeyen unsur kapital (sermaye) birikimidir. Sermaye birikimi artık değerin kapitale dönüģümüdür. Yani artık değer elde etmek için kullanılan sermayenin büyümesi, artık değerin büyümesi ile birikimli olarak büyümektedir. Toplam artık değeri belirleyen unsurlar, birikimin boyutunu da belirleyecektir. Toplam artık değeri, sömürü haddi (s/v) ve kullanılan emek sayısı belirler. Sömürü haddi, üç yolla artırılabilir: ĠĢçiyi daha uzun süre çalıģtırarak, Ücret haddini düģürme ile, Emeğin verimini artırmakla. Böylece emeğin verimi arttıkça artı-değer büyür ve birikim artar. Diğer taraftan birikimle beraber sermaye stoku arttıkça emeğin verimi de yükselir. Sonuçta, kapitalist ekonomide, birikim imkanı ile birlikte atık-değer de artan biçimde çoğalır. Sermaye birikiminin çapını belirleyen ikinci değiģken, artı-değerin kapitalist tüketim ve birikim arasındaki bölüģümüdür. Marks a göre atık-değerin kapitalistin tüketimi ve birikim arasında bölünüģünde rol oynayan etken, kar haddi değildir. Ayrıca yatırım dürtülerinin kar veya faiz haddinden bağımsız olduğunu yatırım arzusunun kapitalistin psikolojisi ve toplumun yapısıyla ilgilidir (Kazgan, 1993; 304). 68

Kapitalist sistemin iģleyiģi Ģu Ģekilde özetlenebilir (Karakayalı, 1995; 317): s = Atık değer (toplam değerden, sabit ve değiģir sermaye çıktıktan sonra kalan kısım) v = DeğiĢir sermaye (istihdam edilen iģçilere fiilen ödenen ücretlerin toplamı) C = Sabit Sermaye b = Atık değer oranı veya sömürü oranı r = Kar oranı c = Sermayenin organik bileģim oranı bu açıklamalar ıģığında sistem Ģu Ģekilde iģlemektedir; üretime (v + C ) olarak giren tüm sermaye, süreç sonunda atık değeri de kapsayarak (v + C + s) Ģekline dönüģecektir. Öte yandan; olarak ifade edilmektedir. Diğer bir deyiģle, kar oranı (r) ile sömürü oranı (b) ve semayenin organik bileģimi (c) arasında; (2.2) ĠliĢkisi bulunmaktadır. Buna göre, kapitalizm evrime uğradıkça ve teknik yenilikler üretime girdikçe bir yandan iģçinin verimi yani değer artmakta, diğer yandan da sabit sermayenin önemi gittikçe daha belirgin olmaktadır. Bu geliģme yukarıdaki eģitlikler açısından düģünüldüğünde zaman sömürü oranı (b) sabitken sermayenin organik bileģimi (c) ne kadar büyükse, kar oranı (r) o kadar düģecek, (c) sabitken (b) sömürme oranının artıģ oranında (r) kar oranı da yükselecek demektir. Bu nedenle, sermayenin organik bileģiminin (c) artması, kar oranlarını azaltıcı bir etki yapacaktır. Böylece uzun dönemde sermaye ve servet artarken karın azalması ile ekonomik büyüme hızı yavaģlayacaktır (Karakayalı, 1995; 318). 69

2.3.3. Dışsal Büyüme Teorileri DıĢsal büyüme teorileri olarak sınıflandırılan teoriler, büyümeyi ekonominin iç dinamiklerinden bağımsız olan değiģkenler aracılığıyla açıklamaya çalıģmıģlardır. 2.3.3.1. Harrod Domar (Post Keynesyen) Büyüme Teorisi ÇağdaĢ ekonomik büyüme kuramları, Harrod un 1939 yılında yayınlamıģ olduğu makalesiyle baģlamıģtır. Daha sonra Domar ın bu alanda yapmıģ olduğu çalıģmalar, çağdaģ ekonomik büyüme kuramlarına önemli katkılar sağlamıģtır (Tezel, 1995;183). Harrod Domar modeli olarak adlandırılan model, bu iki iktisatçının çalıģma ve bulgularındaki benzerlik nedeniyle bu iki isimle birlikte anılmaktadır. Harrod, tüm ekonomi için müteģebbislerin ekonomik faaliyetlerinin sonucu bakımından tatmin olacağı geliģme haddinden (Gw) bahsetmektedir. Tatmin edici büyüme haddi (Gw = ΔY/Y) adını verdiği bu kavramı cari büyüme haddi ile karģılaģtırmıģtır. Cari büyüme haddini (G = ΔY/Y) herhangi bir ünite zaman içinde toplam üretimin bir parçası olarak ifade edilen toplam üretim artıģı olarak tanımlanmaktadır. Harrod un temel eģitliği G.C = s Ģeklinde olup burada s; cari tasarruf oranını, C; cari sermaye ihtiyacı veya hızlandıranı göstermektedir. Harrod büyüme sürecini cari büyüme haddinin tatmin edici büyüme haddine eģit olduğu durum olarak ifade etmektedir. Büyüme sürecnin istikrarsız olduğunu belirten Harrod denge büyüme haddinden sapmaların uzun süreli enflasyona ya da uzun süreli durgunluğa neden olacağını belirtmektedir. Ayrıca Harrod, nüfus artıģının ve teknolojik geliģmenin imkan verdiği geliģme haddini doğal büyüme haddi olarak tanımlamaktadır (Peterson, 1994; 515-524). Domar ise, net yatırımın kapasite yaratma etkisini veri alarak ve zaman içinde tam istihdamın korunması koģulu ile gelirin ne oranda büyümesi gerektiği üzerinde durmaktır (Peterson, 1994; 496). Bu problemi sonuçlandırmak üzere kullanılan Domar modeli ise; ortalama tasarruf meyli ile marjinal tasarruf meylinin birbirine eģit olduğu varsayımı ile hareket etmektedir. Bu eģitliği α simgelemektedir. Sermayenin ortalama potansiyel sosyal verimliliği ile sermayenin marjinal sosyal verimliliği de aynı Ģekilde birbirine eģittir. σ ile simgelenen bu eģitlik ise denge gelir 70

büyüme hızı olarak ifade edilen r.y nin hesaplamasında kullanılmaktadır. Buna göre denge gelir büyüme hızı; r.y= α.ζ olarak hesaplanır. Domar, büyüme modelinde denge büyüme hızını boģ kapasite yaratmayan gelir veya yatırım artıģ hızı olarak tanımlamaktadır (Hiç, 1994: 71-82). Harrod-Domar modeli, kısa dönemli Keynesgil yaklaģımların uzun dönemli büyüme sürecine uyarlanması çabaları sonucu ortaya çıkmıģtır (Moudud, 2000; 3). Harrod ve Keynes arasındaki temel fark büyüme alanındadır Harrod a göre ekonomi sabit bir büyüme oranında dengeli bir Ģekilde büyüyebilir (Harrod, 1956; 16). Keynes e göre bu bir mucizedir veya ancak çok ciddi düzenlemeler sonucu ortaya çıkabilecek bir durumdur (Moudud, 2000; 4). Harrod-Domar büyüme modeli, girdiler arasındaki ikame oranının çok küçük kabul edildiği bir üretim foksiyonuyla, kapitalist sistemin kararsız bir yapıya sahip olduğunu ileri sürer. Ekonominin istikrarlı bir Ģekilde büyümesini devam ettirebilmesi için garantili büyüme hızının (Gw), doğal büyüme (Gn) oranına eģit olması gerekmektedir. Harrod a göre böyle bir büyüme olağanüstü bir durum olup ancak bütün beklentilerin gerçekleģmesi halinde mümkündür. Dolayısıyla Gw ile Gn birbirlerine eģit olmayacağı gibi, sistemin kendiliğinden bu eģitliği sağlaması da söz konusu değildir (Peterson, 1994; 486). Harrod-Domar modelinde, makro ekonomik analizlerde sıkça görülen bir üretim fonksiyonu kullanılmıģtır. Bu üretim fonksiyonu, Y = F (K,L) Ģeklindedir. Burada Y toplam çıktıyı, K sermaye faktörünü, L ise emek faktörünü ifade etmektedir. Üretim fonksiyonları, belirli miktar çıktının ne kadar girdi ile ile üretilebileceğini gösterir. Üretim miktarı ile üretimde kullanılan faktörler arasındaki iliģkinin derecesinin ve yönünün tahmin edilmesinde kullanılan farklı üretim fonksiyonları vardır. Harrod-Domar modelinde sabit oranlı bir üretim foksiyonu kullanılmıģtır. Bir birim üretim için gerekli olan iģgücü (u) ve gerekli olan sermaye (v) kadardır. Sermaye-iĢgücü birleģim oranı sabittir ve v/u ya eģittir. Faktörler birbirleri yerine ikame edilemezler (Parasız, 1998, 384). Harrod-Domar modelinde, yatırımların gerçekleģtirilebilmesi için gerekli olan tasarruflar için, tasarruf eğilimi katsayısı (s) sabit kabul edilmiģtir ve ortalama 71

tasarruf eğiliminin, marjinal tasarruf eğilimine eģit olduğu varsayılmaktadır. (S / Y = ΔS / ΔY) Aynı zamanda, diğer klasik modellerde de olduğu gibi, gelirn tüketilmeyen kısmı olan tasarrufların tamamen yatırıma dönüģtürüldüğü varsayılır. Dolayısıyla, I=S olduğunda milli gelir sürekli dengededir. Ayrıca sermayeyi oluģturacak temel faktör de tasarruflar olacaktır (Hiç, 1994; 83). Harrod-Domar, ekonominin itici gücünün yatırımlar olduğunu belirtmiģ, Keynes in yatırımların gelir artırıcı etkisi tezini daha geliģtirerek yatırımların kapasite artırıcı etkisi de olduğunu ileri sürmüģlerdir (Hiç, 1994;71). Onlara göre yatırımların bir ülke ekonomisi üzerinde ik önemli rolü vardır. Yatırımların ikili özelliği, gelir ve üretim yaratma özelliğidir (Akat, 1980; 595). Tam itihdamda bir ekonomide teknoloji düzeyi değiģmiyor kabul ediliyorsa, üretimi artırmanın tek yolu yatırımları arırmaktır. Harrod-Domar modeli, yatırımların hem üretim kapsitesini hem de gelir artırıcı etki yaratması düģüncesi üzerine kurulmuģtur. Çünkü yapılan yatırımlar bir yandan çarpan etkisi ile geliri artırırken, diğer yandan da ekonomideki üretim gücünü yükseltmektedir (Branson, 1989; 81). Bu Model çerçevesinde büyüme oranı, tasarruf oranı ile doğru orantılı iliģkiye sahip iken, sermaye/hasıla oranı ile ters orantılı bir iliģkiye sahiptir. Yani, bir ekonomide tasarruf oranı ne kadar büyük ve sermaye / hasıla katsayısı da ne kadar küçük ise, o ekonominin büyüme hızının da o denli büyük olması beklenmektedir. Ekonomiler büyümek için GSMH larının belirli bir oranı tasarruf ve yatırıma ayırmak zorundadırlar. Daha fazla tasarruf ve yatırım yaparlarsa daha hızlı büyüyeceklerdir (Branson 1989; 572). Sonuç olarak, Harrod ve Domar s göre büyüme oranı sermaye hasıla katsayısı (k) ve tasarruf oranı (s) tarafından belirlenmektedir. Ekonomik büyüme, tasarruf oranıyla pozitif, sermaye hasıla katsayısıyla negatif yönlü bir iliģki içerisinde olmaktadır. Yani ekonomik büyümenin gerçekleģebilmesi için mutlaka tasarruf yapılmalı ve GSMH nın belli bir kısmı yatırımlarda kullanılmalıdır (Karabulut ve Emsen, 1997; 31). 72

En kısa Ģekliyle Harrod ve Domar a göre ekonomik büyümeyi yatırımlar belirler ve yatırım miktarı artınca büyüme hızı da artar. Yani tasarruf katsayısının büyük olması büyümeyi hızlandıran bir faktördür. Böyle olunca, kısa dönem tüketimleri azaltıp yatırımlar artırılırsa veya dıģ borç alınıp mevcut tasarruflara katılırsa uzun dönem büyüme hızında yükselme sağlanacaktır. Ayrıca iç tasarrufların artmasıyla, dıģ tasarruflara ihtiyaç kalmayacak ve borç servisi için gerekli finansman sağlanmıģ olacaktır (Gündüz, 2008; 46). Harrod un ortaya koyduğu bir diğer büyüme kavramı ise doğal büyüme oranıdır. Harrod a göre bir ülkedeki tüm üretim faktörleri ekonominin arz kapasitesini oluģturmaktadır (Branson, 1989; 573). Bütün olanakların kullanılmasıyla gerçekleģtirilebilecek büyüme oranına da doğal büyüme oranı adını vermektedir. Doğal büyüme oranı, ekonominin ulaģabileceği en yüksek büyüme oranıdır. Bir büyüme tavanı oluģturan bu oranın yükselmesi, nüfus artıģına ve teknolojik geliģmeye bağlıdır (Hiç, 1994; 92). 2.3.3.2. Rosenstein Rodan Büyük İtiş Teorisi DıĢ kaynaklı kalkınmadan bahseden diğer önemli kalkınma teorilerinden biri de Rodan tarafından ortaya atılan büyük itiģ (big push) teorisidir. Paul Rosentein Rodan, 1943 te Doğu ve Güneydoğu ve Güneydoğu Avrupa nın Endüstrileşme Problemleri adlı kalkınma ekonomisi konulu makalesini yayınlamıģtır. Bu bağlamda söz konusu bölgelerin kalkınmalarına engel olan sorunları Ģöyle belirtmiģtir (Rodan, 1966; 51). Milli gelir düzeyi düģük olduğu için talep yönünden darlık vardır Nüfus fazla, toprak geniģtir. Ancak üretim yetersizdir. Sermaye miktarı düģüktür Rosenstein Rodan, kaynakların yetersizliği sorununu ön planda tutarak özellikle kalkıģ ve kiģi baģına gelir hızı üzerinde durmaktadır (Ġlkin, 1983; 81-82). Az geliģmiģ ülkelerin yoksulluktan kurtulmalarının sanayileģmeleri ile mümkün olacağı noktasından hareket eden Rodan, bu dönüģümün gerçekleģmesinden dünya ekonomisinin de olumlu etkileneceğini vurgulamaktadır. Ona göre bu dönüģüm, 73

yoksul bölgelerin gelirini zengin bölgelerinkinden daha hızlı bir orana yükselterek dünyanın farklı bölgeleri arasındaki gelir dağılımını daha eģit hale getirecektir. Rodan a göre az geliģmiģ ülkelerin kalkınabilmesinin iki yolu vardır. Birinci yol emek fazlası bulunan geri kalmıģ bölgelerden, sermaye fazlası bulunan geliģmiģ bölgelere emek göçüyle bölgelerin kalkınmasıdır. Ancak bu yol çeģitli toplumsal dengesizliklere yol açabileceğinden sağlıklı bir çözüm yolu değildir. Ġkincisi ise sermayenin geri kalmıģ bölgeye gelmesidir (Rodan, 1966; 52-53). Ġkinci yolun kullanılmasını daha uygun bulan Rodan, baģarı için asgari bir yatırım miktarının gerekli ancak yeterli olmadığını söyleyerek bu sürecin kısaca büyük itiş olarak adlandırılabileceğini belirtmektedir. Büyük itiģ kuramında kaynakların asgari bir miktarının birbirini tamamlayıcı yatırımlara yönlendirilmesi, kendini sürdüren büyüme sürecine giriģte bir eģiğin aģılması anlamına gelmektedir. BaĢka bir deyiģle bu sürece girmek için yapılan çalıģmalar belirli bir düzeye ulaģırsa, ekonomi bozulmaz ve geliģme aģamasına girer (Freysinet, 1985; 133). Rodan, sanayileģme yöntemi açısından dıģ özel sermayenin dolaylı ve dolaysız yatırımlarının kullanımının daha avantajlı olduğunu açıkladıktan sonra, bölgeye gelecek sermayenin nasıl kullanılması gerektiği üzerinde durmaktadır. Ona göre, yabancı sermaye kendi özel karını artırma çabası içerisinde olacağı için bütün bir bölgenin sanayileģmesi görevini yerine getiremeyecektir. Çünkü özel sermaye küçük ünitelerle uğraģmakta ve dıģsal ekonomilerin faydalarından yararlanmamaktadır. Bu nedenle geri kalmıģ bölgelerde sanayileģmenin baģarıyla gerçekleģtirilebilmesi için varolandan farklı kurumsal bir çatı gereklidir. Bu durumda bütün bir endüstri tek dev bir firma veya tröst olarak ele alınmalı ve tüm faaliyetler planlanmalıdır. GeliĢmekte olan ülkelere uygulanan uluslar arası yardım programlarının asıl amacı, ülkelerin kendi kendilerine yetecekleri bir seviyeyi sağlayabilecekleri yeterli bir büyüme oranına kadar ekonomik büyümelerini hızlandırmaktır. Bir kalkınma programında dıģ sermayenin fonksiyonu, direkt olarak alıcı ülkenin yaģam standardını yükseltmek değil ekonomisini durgunluktan kendi kendine yetebilecek büyümeye dönüģtürmesine fırsat vermektir. Bu dönüģümde temel faktör alıcı ülkenin halkının çabasıdır. Bu çaba olmaksızın dıģ sermaye boģuna olacaktır. Böyle olunca dıģ yardımın (borçlar, bağıģlar ve teknik yardımlar) en genel amacı ülkenin büyüme 74

oranını artırmak için en üst seviyedeki ulusal çabasına pozitif bir destek sağlamaktır (Easterly, 2005; 5). Rodan a göre planlanmıģ büyük ölçek sanayileģme lehindeki en önemli neden, farklı sanayilerin birbirini tamamlamaları hususudur. Teori burada, dıģsal ekonomileri analize sokmaktadır. Rodan, hem dıģsal ekonomileri hem de endüstriler arası tamamlaģmayı talep yönüyle düģünmektedir. 2.3.3.3. Rostow un Büyüme Teorisi ABD li iktisatçı W.W. Rostow tarafından geliģtirilmiģ olan bu model, ekonomik büyümenin beģ aģamasını nitelendirmede kullanılır.bu modeli, Rostow, The Stages of Econumic Growth adını taģıyan çalıģmasında ortaya atmıģtır. Toplumların ekonomik geliģmesin tarihsel bir yaklaģımla açıklamaya çalıģan görüģler arasında W. Rostow modelinin bir ayrıcalığı vardır. Özellikle kalkıģ (takeoff) aģamasındaki azgeliģmiģ ülkelerin kalkınma sorununa değinilmesi bu modelin zemin kazanmasına yol açmıģtır. Rostow geliģmiģ ülkelerin deneyimlerini değerlendirerek, endüstrileģme yolunda izledikleri süreci çeģitli aģamalara ayırmıģtır ve bu aģamaları geliģmekte olan ülkelerin de geçmesi gerektiğini belirtmektedir. Rostow a göre büyüme aģamaları Ģunlardır (Rostow, 1970; 4). Geleneksel toplum aģaması KalkıĢa (take-off) geçiģ aģaması KalkıĢ aģaması Olgunluk aģaması Kitle tüketimi aģaması Her aģama kendi ekonomik, toplumsal ve siyasal özellikleri içinde barındırır. Her aģamayı toplumlar iç ve dıģ dinamikler nedeniyle değiģik zamanlarda farklı uzunlukta ve yoğunlukta yaģamıģlardır. Rostow a göre geleneksel toplum aģaması, ülke ekonomisine tarım sektörünün hakim olduğu ve teknolojik değiģimin olmaması nedeniyle büyümenin durgun olduğu aģamadır. Bu aģama ekonomi düģük gelir dengesine oturmuģtur ve bu sebeple de tasarruflar yok denecek kadar azdır. Çok az miktarda yapılan tasarruflar ise sosyal 75

verimliliğin çok düģük olduğu alanlara yapıldığından ekonomideki durgunluk süreklilik kazanmaktadır (Han ve Kaya, 2006; 86). KalkıĢa geçiģ (take-off) aģaması, büyümenin belirleyicilerinin ülkede hakim olmaya baģladığı aģamadır. Bu aģamada büyümenin baģlaması için gerekli Ģartlar hazırlanmaktadır. Ekonominin temeli tarım sektörüne dayalı olmakla beraber, artık modernleģme sürecine girilmiģtir. Harekete geçiģ (kalkıģ) aģamasına gelindiğinde ise ülke GSMH sı içinde tsarruflar belli bir paya sahip olmaktadır. Para yatırımı ve tasarruf hızı gelirin %10 una ve daha fazlasına kadar yükselebilmiģtir. Bu aģamada harekete geçiģi sağlayan temel fakat tek olmayan itici güç teknolojidir. Bu aģama özellikle sanayi sektörünün canlandığı ve ziraat de yeni tekniklerin kullanıldığı bir önemi kapsamaktadır. Bu aģamada üç Ģartın gerçekleģmesi gerekmektedir: Tasarruflar milli gelirin en az %5 ile %10 u arasında olmalı, Zirai ürünleri veya hammaddeleri modern metotlarla iģleyecek bir veya birkaç imalat sektörü kurulmalı Modern ekonomilerde olduğu gibi bir sosyal, siyasal ve hukuki yapı sağlanmalıdır. Rostow yapmıģ olduğu çalıģmada Türkiye için kalkıģ tarihi olarak 1930-1940 arasında baģlayan sanayileģm hareketleri doğrultusunda tarımsal gelir ve üretim artıģının yaģandığı 1937 tarihini belirlemiģtir (Rostow, 1970; 5-8). Büyümenin ilk aģaması olarak adlandırılan bu aģamanın gerçekleģebilmesini sağlayacak olan mekanizma Rostow tarafından açıklanmamıģtır. ĠĢte bu noktada dıģ yardım veya yabancı sermaye yatırımlarının önemi ön olana çıkmaktadır (Parasız, 2003; 82). Ġktisadi olgunluk aģaması, artık tasarrufların yatırıma dönüģtürüldüğü aģamadır. Bu aģamada gelir artıģı nüfus artıģından daha fazladır. Gelirin önemli bir kısmı sürekli olarak yatırıma aktarılır. Kitle tüketimi aģaması ise, artık ülkenin büyümede sürekliliği sağladığı aģamadır. Bütün bu aģamaların geçilebilmesinin Ģartı ise, ülkenin tüketim malı değil sermaye malı üretmesidir (Parasız, 2003; 81). 1950 li yıllar sonrasında batılı ülkelein az geliģmiģ ve geliģmekte olan ülkelere yapmıģ oldukları yardımların artması, bu görüģün kabul gördüğünü göstermektedir. 76

Bu ekonomik bir modele dayanılarak yapılan en önemi ekonomik politika deneyidir (Easterly, 1999; 9). 2.3.3.4. Neo-Klasik (Solow) Büyüme Teorisi 1980 lerin ikinci yarısında geliģtirilen Ġçsel Büyüme Teorilerine kadar iktisat yazınında Neo-Klasik büyüme kuramı baskın olarak yer almıģtır. Neo-Klasik büyüme modelinin asıl çıkıģ noktasını tam istihdama ulaģmada gerekli olan dinamik Ģartlar oluģturmaktadır. BaĢka bir ifade ile teori Keynes in Klasik iktisat teorisine getirdiği eleģtirilerin dinamik analizidir (Kar ve Ağır, 2009; 2). Neo-Klasik teoriye göre ekonomik büyüme dıģsal faktörler tarafından belirlenen bir kavramdır. Neo-Klasik büyüme modellerinde toplam üretim; sermaye miktarı, istihdam miktarı ve teknoloji seviyesine bağlı olarak belirlenir (ġentürk, 2005; 118). Klasik modelde büyümenin kaynağı olarak yalnızca emek ve toprak üzerinde durulurken, Neo-Klasik modelde bunlara sermaye ve teknolojik geliģme faktörlerinin de eklenmesiyle Klasik modeldeki eksiklik giderilmiģtir. 1950 li yıllarda R.M. Solow tarafından geliģtirilen büyüme modeli ile bu alana yeni katkılar yapılmıģtır. Solow büyüme modelinin (SBM) temelini, girdilerin azalan verimlere sahip olduğu ve ölçeğe göre getirinin sabit varsayıldığı neoklasik üretim fonksiyonu oluģturmuģtur. Bu üretim fonksiyonu, ekonominin basitleģtirilmiģ bir genel denge modelini kurmak amacıyla, sabit tasarruf oranı varsayımıyla bireģtirilmiģtir. Neo-klasik büyüme yaklaģımı olarak adlandırılan bu modele göre, baģlangıçta GSYH ları göreli olarak düģük olan ülkeler, daha büyük büyüme oranlarına sahip olacaklardır. Bu sonuca, sermayenin azalan verimlere tabi olarak çalıģtığı varsayımından hareketle ulaģılmaktadır. Yani iģgücü baģına daha az sermayeye sahip olan ülkeler, daha yüksek sermaye getiri oranına ve dolayısıyla büyüme oranına sahip olacaklarıdır ve geliģmiģ ekonomilerin ulusal gelirlerine yakınsayacaklardır. Bu yakınsama 11 (convergence) süreci literatürde koģullu 11 Yakınsama süreci, göreli olarak kiģi aģına daha düģük ulusal gelire sahip bir ekonominin, belirli bir zaman diliminde daha yüksek gelirli ekonomiye sahip kiģi baģına gelir düzeyi anlamında yaklaģarak onu yakalamasını ifade etmektedir. Örneğin geleneksel büyüme modellerinde bu süreç, fiziksel semaye verimliliğinin azalan olmasına dayalı olarak mutlaka yakınsama biçiminde gerçekleģmektedir. 77

yakınsama (absolute convergence) olarak adlandırılmaktadır. Yakınsamanın kısıtlı olmasının nedeni, iģgücü baģına sermaye ve üretimin durağan durum düzeylerinin tasarruf oranı, nüfus artıģ hızı ve üretim fonksiyonuna bağlı olmasıdır (AteĢ, 1998; 9-11). Neo-klasik büyüme modelinde yukarıda belirtildiği gibi ölçeğe göre sabit getirinin olduğu kabul edilir ve üretim fonksiyonu olarak Cobb-Douglas üretim fonksiyonu kullanılmıģtır (Berber, 2006; 143). Sermaye ve iģgücü arasında ikameye de olanak sağlamayan Cobb-Douglas üretim fonksiyonu, ekonometrik modellerin uygulandığı çalıģmalarda çok kullanılan basit bir üretim fonksiyonudur (Hiç, 1994; 146). Solow un oluģturduğu modele göre, ekonomideki sermaye birikimi, marjinal tasarruf eğilimi ile toplam gelire bağlıdır ve K = sy Ģeklinde ifade edilir. Ekonomide yaratılan toplam gelir veya çıktı ise ekonomideki iģgücü ve sermayenin bir fonksiyonudur. Dolayısıya da Y = f(k, L) Ģeklinde sembolize edilebilir. Yani ekonomideki sermaye birikimi ve emek miktarı arttıkça toplam çıktı düzeyi de yükselecektir (Lecaillon, 1985; 53). Toplam üretim fonksiyonunda yer alan değiģkenlerin hepsi iģgücü sayısına (L) bölünerek iģgücü baģına sermaye ve hasıla arasındaki iliģki yazılabilir (Solow, 1956; 3); Y / L = f (K/L, L/L) (2.3) buradan, y = f(k,1) (y) iģgücü baģına hasılayı, (k) iģgücü baģına sermayeyi ifade etmektedir. Bilindiği gibi sermaye stoğundaki artıģ oranı (ΔK/K) ve iģgücü artıģ oranı (ΔL/L) sermaye/iģgücü arasında artıģ oranını verir (Mankiw, 1995; 275-324). Δk/k = ΔK/K ΔL/L (2.4) ΔL/L = n iģgücü artıģ oranının sabit ve nüfus artıģ oranına (n) eģit olduğu varsayıldığında buradan, Δk/k = ΔK/K n eģitliği elde edilir. EĢitliğin iki tarafı k ve K/L ile çarpıldığında ise; (Δk / k).k = (ΔK / K).(K/L) n.(k/l) (2.5) Δk = ΔK/L-n.(K/L) Δk = ΔK / L-n.k ΔK/L = Δk+n.k 78

ΔK = I olduğu ve tasarruf fonksiyonunun S = s.y olduğu bilindiğinden aģağıdaki iģgücü baģına terimlerle sermaye birikim denklemine ulaģılır (Berber, 2006; 147) Δk = s.f(k) n.k (2.6) Son denklem Solow modelinin temel denklemidir. EĢitliğin sağ tarafı s.f (k) sadece iģgücü baģına tasarrufları ve buda iģgücü baģına yatırımlara eģittir. bir sonraki terim n.k sadece yukarıda açıklandığı gibi sabit K/L oranına uyar. Diğer bir deyiģle, k veya sermaye/iģgücü oranının değiģim hızı, artan nüfus karģısında sermaye/iģgücü oranını sabit tutabilmek için ihtiyaç duyulan net iģgücü baģına tasarruf veya yatırım miktarıyla belirlenir (Branson, 1989; 579). ĠĢgücü baģına yatırım (veya tasarruf) n.k dan daha büyük olduğunda sermaye stoku iģgücünden daha hızlı büyüyecek ve sermaye/iģgücü oranında bir artıģa yol açacaktır. Eğer iģgücü baģına tasarruf oranı n.k dan daha az ise iģgücü sermaye stokunda daha hızlı artacak ve sermaye/iģgücü oranı düģecektir. Her ikisi eģitlendiğinde, K sabit bir değer alacak ve k = 0 olacaktır. ġekil 6, SBM nin temel dinamiğini görselleģtirmektedir. Kaynak: AteĢ, 1998: 93 ġekil 6: SBM de Dengeli GeliĢme ve Sermaye Birikimi 79

Etkin iģgücü baģına sermaye sıfırken, fiili ve gerekli yatırımlar birbirine eģittir. Inada 12 koģulları, k = 0 iken f (k) nın daha dik bir eğime sahip olduğunu göstermektedir. k iken, f (k) giderek yataylaģır ve gerekli yatırım eğrisinden daha küçük eğime sahip olur. k*, ekonomideki fiili yatırımlarla gerekli yatırımların aynı oldukları noktayı, diğer bir ifadeyle durağan durum dengesini tanımlamaktadır (AteĢ, 1998; 13). Solow modelinde ekonomik büyümenin bir diğer belirleyicisi de teknolojik ilerlemedir. Uzun dönemde kiģi baģına çıktıdaki artıģ emek verimliliğindeki artıģa bağlıdır. Emek verimliliği ise teknolojinin uygun bir Ģekilde kullanılmasıyla sağlanabilmektedir. Emek ve sermaye ile oluģturulan üretim fonksiyonuna teknolojik ilerleme ilave edildiğinde fonksiyon aģağıdaki gibi olmaktadır: Y = f(k,l E) (2.7) Fonksiyonda (L E), üretim sürecinde emeğin etkinliğini ifade etmektedir. Teknolojik ilerlemenin emeğin etkinliğini sabit bir g oranında artırdığı varsayılmaktadır. Sermaye stokundaki değiģmeyi gösteren denkleme emeğin etkinliğini gösteren g oranı da eklendiğinde denklem aģağıdaki gibi olmaktadır.(parasız, 2003; 160). Δk = sf( k) ( d + n + g)k (2.8) Modelin bir diğer varsayımına göre teknolojik ilerleme dıģsaldır ve ekonomik süreçler ile belirlenemez yani nasıl ve nereden geldiği tam olarak açığa kavuģturulmamıģtır (Tuncer, 2004; 14). Neo-Klasik büyüme modeli, büyümekte olan ekonomilerin durumunun analiz edilmesinde değerli analiz araçları geliģtirmiģse de bazı çıkarımları tatmin edici değildir. Ġçsel büyüme kuramları, Neo-Klasik kuramın ekonomik büyümenin motoru olan teknolojiyi dıģsal kabul etmeleri, teknolojik geliģmenin nedenini sorgulamamaları, teknolojiyi herkesin eģit Ģekilde faydalanabileceği, teknolojinin 12 limk 0 f (k) = limk f (k) = 0. Inada koģulları, ekonominin durağan durum dengesine ulaģacağını belirler 80

yaratılması için hiçbir çaba ve maliyete katlanılmayacağı konularına eleģtiri getirmiģlerdir (Kibritçioğlu, 1998; 214). Bu bağlamda, Neo-Klasik model iki temel öngörüye sahiptir. Birincisi sermaye oranı büyüdükçe, büyüme yavaģlar ve sonunda durgunluk meydana gelir, büyümeyi korumak için ekonomi, teknolojik geliģmelerin sürekli desteğinden yararlanmak zorundadır. Ġkincisi ise, ölçeğe göre sabit getiri ve sermayenin azalan marjinal verimliliği varsayımına dayanarak, ülkeler arasındaki büyüme düzeyi farklarının zamanla kapandığı bir yakınsama sürecinin geçerli olduğudur. Ancak her iki öngörüye iliģkin olarak da bazı sorunlar bulunmaktadır (Mankiw, 1995; 275-327). Neo-Klasik kuramın kullanımında karģılaģılan en önemli sorunlardan birisi, kuramın teknoloji ve verimlilik artıģını tatmin edici biçimde açıklayamamasıdır. Orijinal Neo-Klasik büyüme modellerinde ΔA/A kavramı verimlilikte kullanılan değiģiklik yerine geçmektedir. Bu durum ayrıca, çıktı / Büyüme oranını açıklayan artık öğe olarak bilinmektedir. Artık, çıktı artıģının iģgücü ve sermaye girdileri ile açıklanamayan kısmı olarak tanımlanabilir ve gökten düģen elma olarak görülür (Branson, 1989; 594). Neo-Klasik modelin ikinci öngörüsü, ülkeler arasında zaman içinde kiģi baģına gelir düzeyinde bir yakınlaģma olacağıyla ilgili yakınsama hipotezidir. Neo-Klasik büyüme teorisi tüm dünyada büyüme oranlarının ve kiģi baģına gelir düzeylerinin birbirine yaklaģacağını öngörmektedir (Mankiw,1995; 284). Diğer bir deyiģle fakir ülkeler zengin ülkelere oranla daha hızlı büyüme eğilimi göstereceklerdir. Bunun nedeni azalan verimler kanunudur. Fakir ülkelerin daha az sermaye oranına sahip olmaları her bir ek sermayeden alacakları verimin daha fazla olacağını gösterir. Ancak yapılan birçok çalıģma yakınsama hipotezinin genellikle geçerli olmadığını göstermiģtir. Yeterli sermaye birikimine sahip olmayan ve geliģen teknolojiden faydalanmayan fakir ülkeler fakir olarak kalmaya devam etmiģler ve geliģmiģ ülkeler ile aralarındaki fark daha da açılmıģtır(kibritçioğlu, 1998; 215). Neo-Klasik büyüme kuramına baktığımızda, model kuramsal olarak kabul görse de gerçeklerle tam uyum göstermemektedir. Kısaca, Neoklasik modelin gerçek hayatla uyuģmayan varsayımları ve özellikle teknolojik geliģmeyi önemsemelerine 81

rağmen model içinde açıklayamamaları içsel büyüme kuramlarının ortaya çıkmasına neden olmuģtur (Fikir, 2010; 3). 2.3.4. Yeni İçsel Büyüme Modelleri DıĢsal büyüme modelleri iktisadi büyüme olgusunun daha iyi anlaģılmasını sağlamıģlardır. Ama yine de ne Harrod ve Domar ın bıçak sırtı büyüme yaklaģımı ne de Neoklasik modelin emek ve sermaye miktarı ile teknolojik geliģmelere dayandırdığı büyüme modeli yeterli olmuģtur. Ġktisatçılar, iktisadi büyümenin sürekli olarak gerçekleģtirilebileceği ve büyümenin dinamiklerini de yine ekonominin kendisinin yaratabildiği bir çözüm arayıģına giriģmiģlerdir. Ġçsel büyüme modelleri de bu çabalar sonucu doğmuģlardır (Mankiw, 1995; 236). Yeni dönem içsel büyüme modellerinin Romer in (1986) çalıģmasıyla baģladığı kabul edilmektedir. Ġçsel terimi ekonomik birimlerin (firmalar yada tüketiciler) amaç fonksiyonlarını (kar ya da fayda) en yükseğe çıkarmak için gerçekleģtirdikleri bilinçli faaliyetlerden ortaya çıkan yeniliklere iģaret etmektedir (Dinopoulos, 2003; 18). Neo-Klasik büyüme modeli; ekonomiyi, bıçak sırtı denge Ģartından ve devletin ekonomiye müdahalesinden kurtarmaktadır. Ancak bu kez de bilgi birikimi, teknoloji, beģeri sermaye gibi büyümenin temel aktörlerinin dıģsal sayılması gibi yeni bir problem ortaya çıkmaktadır. Ġçsel büyüme modelleri ise devletin ekonomideki önemini ortaya koymakta ve geliģmiģ ekonomilerde durgun duruma girmeden kesintisiz bir büyüme mekanizması geliģtirmektedir. Devlet, daha kaliteli sağlık ve eğitim hizmeti sunarak, Ar-Ge ve teknoloji transferini teģvik ederek, mülkiyet haklarını koruyup iletiģim ağlarını güçlendirerek, dıģa açık ekonomik sistemi kurmaktadır. Ayrıca devlet, rekabetin önündeki engelleri kaldırarak ekonomide tekrar aktif bir rol üstlenmektedir. Kısaca içsel büyüme teorileri, ekonomik büyümeyi sistem içerisinde aramaktadır. Ġçsel büyüme modellerine göre, teknolojik geliģmeler içsel bir faktördür ve sosyal altyapının büyüme üzerinde önemli bir etkisi bulunmaktadır. Ġçsel büyüme modelleri, Neo-klasik büyüme modellerinde kabul edilenin aksine, sermayenin artan getiriye sahip olduğunu varsaymaktadırlar. Artan getiri varsayımı ekonomik büyüme 82

modellerini güçlendirmektedir. Ġçsel büyüme modellerinde sermaye birikimi sonsuza kadar sürdürülebilir ve semaye baģına düģen gelirde artıģ meydana gelebilir. Kısacası, Neo-Klasiklere ait olan sermayenin azalan getiriye sahip olduğu görüģü terk edilmiģir. Yeni büyüme modelinde yatırımların önemi büyüktür çünkü fiziksel sermayeye, insan ve bilgiye yatırım yapılması büyümeyi artıracaktır. Ekonomideki yatırımlara arttıkça ülkenin sermaye kaynakları zenginleģecek aynı zamanda bir çok noktada ekonomide etkinliği artıracak bilgi akıģı da sağlanacaktır (Mankiw, 1995; 300-301). Ġçsel büyüme modellerinin çoğunda Y = AK tipi bir üretim fonksiyonu kullanılmaktadır. Bu fonksiyonun temel özelliği standart Neo-Klasik üretim fonksiyonunun dıģsal varsaydığı teknolojik geliģmeyi modelin içinde açıklamaya çalıģmıģ olmasıdır. (A) değiģkeni teknolojiyi etkileyecek etmenlerin hepsini kapsamaktadır. (K) değiģkeni ise hem fiziki hem de bilgi ve insan sermayesinden oluģmaktadır. Diğer bir ifade ile bu modeller iģgücü gibi yeniden üretilmeyen girdileri üretim fonksiyonuna dahil etmemiģlerdir. KiĢi baģına terimlerle ifade edildiğinde fonksiyonu Y = A. k Ģeklinde yazılabilir. Bu fonksiyon basit olmasına rağmen azalan getirinin nasıl ortadan kaldırıldığını göstermektedir. Bu modellerde sermayenin getirisinin sermaye artıģının azalmasına neden olmadığından, yüksek sermaye yatırımına devam eden bir ülkede büyüme devamlı olmaktadır. Bunun nedeni azalan getiriyi ortadan kaldıran dıģsallıklara yer vermesidir. Ġster fiziki ister insan sermayesi yatırımı olsun tüm yatırımlar sermayenin marjinal getirisinde artıģa yol açmaktadır. AK modelinin temel özelliği, ekonominin büyüme oranı, yatırım oranının artan bir fonksiyonudur. Bu nedenle bir ekonominin yatırım oranını devamli artıracak hükümet politikaları, ekonominin büyüme oranını da sürekli bir biçimde artıracaktır (Mankiw, 1995; 296-300). Ġçsel büyüme modellerinin sınıflandırılması ve açıklanmasında karģılaģılan güçlüklerden birisi, sınıflandırmada çok çeģitli kategoriler kullanılmasıdır. Bir diğeri ise, modellerin iģleyiģ mekanizmalarının aģırı derecede ileri matematik yöntemleri kullanılarak oluģturulmasıdır. Ġçsel büyüme modellerini temel olarak dört baģlık altında sınıflandırmak mümkündür. AĢağıdaki modeller, büyüme süreçlerini çeģitli büyüme kaynaklarını öne çıkararak açıklamaya çalıģmıģlardır. Modellerin ortak yanı, 83

teknoloji ve bilgi birikimini, Ar-Ge ve beģeri sermaye yoluyla içselleģtiren özellikler göstermesidir. Bu modeller, büyüme sürecinin sürdürülebilmesinin teknoloji, yenilikler, bilgi ve beģeri sermaye, altyapı yatırımları ve politika değiģiklikleri gibi temel kaynaklara bağlayarak açıklamaktadırlar (Parasız, 1998, 413). Kaynak: Aykut Kibritçioğlu (1998); Ġktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme Modellerinde BeĢeri Sermayenin Yeri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 53, Sayı:1-4, s. 12. ġekil 7: Teknolojik DıĢsallıkların Kaynaklarına Göre Büyüme Modelleri ġekil 7 de teknolojik dıģsallıkların içsel büyümeyi sağladığı görülmektedir. Buna göre araģtırma ve geliģtirmeden kaynaklanan taģmalar, beģeri sermaye yatırımlarından kaynaklanan taģmalar ve hükümetin teknolojik altyapı yatırımlarından kaynaklanan taģmalar büyümeye etki etmektedir. ÇalıĢmamızın ilerleyen bölümünde içsel büyüme modelleri ġekil 7 de görülen dıģsallıkların kaynaklarına göre sınıflandırılarak incelenecektir. 2.3.4.1. Ar-Ge Faaliyetlerine Dayanan İçsel Büyüme Modelleri Bu grup büyüme modellerinde üç yaklaģım belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Paul Romer modeli, Grossman ve Helpman modeli, Aghion e Howitt modelidir. Bu modellerin özü; Ar-Ge faaliyetleri, bu sektörde istihdam edilen beģeri sermaye bu sektörce üretilen yeni ürünere dayalı bir büyüme modeli olmasıdır. Ekonominin uzun 84

dönemde sürdürülebilir büyüme etkisine sahip olması, ekonominin bu sektöre aktardığı araģtırmacı sayısına bağlıdır. 2.3.4.1.1. Paul Romer in Büyüme Modeli Ġlk içsel büyüme modelini ortaya koyan Romer (1986), Arrow un (1962) önerdiği yaparak öğrenme (learning by doing) fikrini temel olarak kabul etmektedir. Romer bu fikirle, üretim ve yatırım süreci içinde bir yan ürün olarak teknik bilginin üretildiği, bu bilginin yeni üretimde bir çeģit bedava girdi olarak kullanıldığı ve yeni üretimin daha düģük maliyetle ve yüksek kaliteyle yapıldığını varsaymaktadır. Ayrıca, üretilen bilginin taģmalar (spill over effect) sonucu, diğer Ģirketler tarafından da kullanıldığı düģünülmektedir (Kar ve Taban, 2003; 6). Var olan sermayenin bilgi birikimi ile desteklenmesi halinde azalan verimler yasasının etkisini kaybedeceğini ifade eden Romer, buluģu yapan birey veya firmanın yeni fikir arayıģına girmelerini modele katarak teknolojik ilerlemeyi içselleģtirmiģir. Teknolojik geliģme, Neo-klasik modelde olduğu gibi yatırım ve sermaye birikiminden tamamen bağımsız bir değiģken olmasından ziyade, yeni yaratıcı fikirlerin ortaya çıkacığı sosyal kazançların bir kısmını kar biçiminde elde etmeye çalıģan bireylerin, yeni bilgiler arama çabalarının bir sonucu olarak ele alınmıģtır (Romer, 1986; 1004). Romer in görüģlerinin iki dayanak noktası vardır: birincisi, teknolojik geliģme büyümenin ana dinamiğidir. Teknolojik geliģme sermaye birikimini teģvik eder ve her ikisi birden, iģgücü baģına üretimin artmasını sağlarlar. Ġkincisi, teknolojik geliģme ekonomik karar birimlerinin giriģimleriyle gerçekleģmektedir. Teknolojinin içselliği de bu giriģimlerden kaynaklanmaktadır. Romer in 1990 yılında yaptığı çalıģmasında (Romer, 1990; 71-102); Ar-Ge sektörü modele dahil edilerek büyümeye pozitif etki sağladığı varsayılmıģtır. AraĢtırma ve geliģtirme sektöründeki dıģsallıkllar artan getirilere yol açar. Bu modelinde yenilik ve insan sermayesi arasında iliģki kurar. Ekonomik büyüme, bu sektöre aktarılan bilim adamı, mühendis, teknik uzman vb. gibi eleman sayısına bağlı olarak artmaktadır. 85

Romer modeli kar güdüsüyle hareket eden araģtırmacıların yeni yaratıcı fikir arayıģına girmelerini içeren bir model olup, teknolojik ilerleme içseleģtirilmektedir. Dünyadaki tüm geliģmiģ ülkelerin bir bütün olarak ele alındığı bu modelde, teknolojik geliģme, dünyanın geliģmiģ bölgelerindeki Ar-Ge faaliyetleri ile ilerlemektedir. Bu model Ģöyle formülize edilebilir; Y= Kα (ALY) 1-α, 0<α<1 (2.9) Burada; A; yaratıcı fikir stoğunu, α; sermaye faktörünün çıktıya göre esnekliğini, K; sermaye stokunu, L; emek ve Y de üretimi göstermektedir. Fikir stoku A nın veri bir zamanda üretilen yeni yaratıcı fikir sayısı olarak yorumlandığı basit modelinde ise yeni yaratıcı fikirler üretmek için uğraģan kiģilerin sayısı (LA), yeni yaratıcı fikir üretme oranıyla (δ) çarpımına eģitlenmektedir. Bu eģitlik Ģöyledir; A= δ.la (2.10) Bu durumda ekonominin karģılaģtığı kaynak kısıtı LA+LY=L olmaktadır. Yeni yaratıcı fikir üretme oranı sabit kabul edildiğinde bu oran Ģimdiye kadar keģfedilmiģ olan yaratıcı fikir stokuna bağlı olmaktadır. Bu durumda δ, A nın bir fonksiyonu olmaktadır. Ancak en kolay yaratıcı fikirlerin önce bulunması yeni yaratıcı fikirlerin oluģmasını güçleģtirdiğinden azalan bir fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Yaratıcı fikir üretme fonksiyonu ise δ ve Ө sabit, 0< χ < 1 arasında bir değer olarak kabul edildiğinde Ģu Ģekilde gösterilebilir; A= δ LA χ AӨ (2.11) Ө>0 ise yaratıcı fikir stoku arttıkça araģtırmacıların üretkenliği artar. Ө<0 ise, yaratıcı fikir stok artıģlarıyla araģtırmacıların üretkenliği de buna bağlı olarak azalır. Büyüme sürecinin oluģmasını sağlamak için, yeni yaratıcı fikir miktarının arttırılması gerekmektedir (Jones, 2003; 90-99). Sonuç olarak bilgi kamu malı niteliğindedir. Bilgiye sahip olan bilginin tüm getirisini elde edemez. Ġçsel büyüme kuramında teknoloji içsel bir faktördür ve her firma kendi bünyesinde Ar-Ge faaliyetleri, yaparak öğrenme, bilgi birikimi, eğitim gibi yollarla teknolojiye kendisi sahip olur. yani dıģsal büyüme modellerinin ifade ettiği gibi teknoloji standart ve eģit değildir. Firmalar patentler ve lisanslarla ürettikleri teknolojinin mülkiyetine sahip çıkarlar (Romer, 1990; 337-365). 86

2.3.4.1.2. Grossman ve Helpman Büyüme Modeli Bu model aynı zamanda ürün çeģitlendirmesi ve içsel teknolojik geliģme modeli olarak da adlandırılabilir. Firmaların teknolojik geliģmenin de etkisiyle, uluslar arası piyasaları içine alacak Ģekilde mal çeģitlendirmesine gitmeleri ve bu Ģekilde patent haklarından yararlanarak tekelci güçler elde etmelerinin, ekonomik büyümeye etkileri bir çok araģtırmacının çalıģma konusunu oluģturmuģtur. Firmaların bu mal çeģitlendirme olgusunun arkasındaki tekelci güç düģüncesi, firmaların Ar-Ge yatırımlarına önem vermelerini sağlamıģtır. Bu nedenle modeller aksak rekabet piyasalarına dayalı olarak oluģturulmuģtur. Romer in (1990) yatay ürün geliģtirme modeli ile kıyaslandığında bu modelin iģleyiģindeki tek fark Ģu Ģekilde ifade edilebilir; kalite basamaklarındaki her ürün kendi bilgi stokuna sahiptir. Buna karģılık yay ürün farklılaģtırmasında, aynı bilgi stoku bütün ürün markalarına fayda sağlamaktadır (Helpman, 1991). Bu farklılık modelin denge koģulları, refah sonuçları ve politikalarda değiģiklikler doğurmaktadır. Bununla birlikte ekonomik büyümenin itici gücünün bilinçli teknoloji geliģtirme faaliyetlerinin olduğu Ģeklindeki temel sonuç değiģmemektedir. (Yardımcı, 2008; 55). Grossman ve Helpman ın çalıģması iki modelden oluģmaktadır. Birinci model, ürün çeģitlendirmesi ve tekelci güçlerden oluģmaktadır. Bu modele göre ekonomide tüm tasarruflar, yeni teknolojilerin yaratılmasına yönlendirilmektedir. Ar-Ge çalıģmaları; birincisi üretim maliyetlerini azaltarak daha iyi üretim süreçlerinin geliģtirilmesi ve ikincisi yeni tasarımlara sahip malların üretilmesi olmak üzere iki amaca dönük olarak yapılmaktadır. Ancak burada üzerinde durulan konu yeni tasarımlara sahip malların üretilmesidir. Firmalar varsayımda yeni üretecekleri tasarımlar için patent haklarına güvenerek ikame olanaklarının olmaması durumunda tekelci rantlar elde edecekleridir (Atagün, 2004; 11). Ġkinci modelde ise ekonomide Ar-Ge yatırımları yoluyla tekelci rant elde eden özel sektör giriģimcileri olduğu gibi bunun yanında rekabete konu olmayacak Ģekilde kamusal nitelikte üretilen ve tüm giriģimcilerin kullanımına açık yeni ürünler de yer almaktadır. Temel model esas olarak üretim girdileri yerine tüketici mallarının analizini yapmaktadır. Ekonomi φ ile gösterilen bir dizi mal grubundan oluģmaktadır. Sabit 87

kabul edilen toplam mal sayısı bire eģittir. her φ ürünü kalitesi sayılabilir bir miktarda arz edilebilmektedir. Örneğin en düģük kaliteli mal birimi q 0 = 1 Ģeklinde gösterilir. Bu durumda φ ürününün j kalitesi q j (φ) = λ j ile verilmektedir ve her φ için λ > 1 Ģeklindedir. j kalitesine ulaģmak için bir ürünün j kez geliģtirilmesi gerekmektedir. Kalite basamağında her bir yukarı adım Ar-Ge yi gerektirmektedir (Grossman, 1989). Modelde denge büyüme oranı g = ι log λ Ģeklinde belirlenmektedir. Büyüme oranını etkileyen unsurlar ise ι = (1 δ) L / a1 δp ile ifade edilmektedir. Denkleme göre daha yüksek iģgücü kaynağı t nın artmasına neden olmaktadır. Bu yüzden de daha hızlı büyüme gerçekleģmektedir. Ar-Ge çabaları hem kaynak hem de teģvik etkisinden dolayı büyümektedir. Aynı sonuç λ da bir artıģ (δ da azalıģ) ile de ortaya çıkmaktadır. Ancak bu son durum büyümeyi doğrudan artıģa sevk etmektedir. Çünkü teknoloji daha büyük bir geliģme göstermiģtir. Sonuçta Ar-Ge faaliyetleri karlılık teģviklerine tepki vermektedir ve ekonomi dinamik ölçeğe göre artan getirileri göstermektedir (Grossman, 1989). 2.3.4.1.3. Aghion ve Howitt Modeli Aghion ve Howitt, Schumpeter in yaratıcı yıkım sürecine dayalı içsel büyüme modelini geliģtirmiģlerdir. Schumpeter e göre giriģimciler tarafından ortaya çıkarılan her yeni üretim yöntemi, yeni ürün vb kendisinden öncekini ortadan kaldırarak ekonomiye sunulur. Beklenen ekonomik büyüme oranı, ekonomi içinde yapılan Ar-Ge faaliyetlerinin miktarına bağlıdır. Ġçinde bulunulan dönemdeki Ar-Ge çalıģmalarıyla, bir sonraki dönemin beklenen Ar-Ge çalıģmaları negatif iliģkilidir. Bunun iki nedeni vardır. Birinci neden yaratıcı yıkım nedenidir. Çünkü sonraki dönemde Ar-Ge çalıģmalarının yoğunluk kazanacağına dair bekleyiģler yükseldikçe, bulunulan dönemdeki yenilikler hızla ve kolaylıkla gözden çıkarılacak ve bunlara yapılan teknolojik geliģtirme yatırımları zayıflatacak ve bunun neticesinde rantlar düģecektir. Ġkinci neden ise iki sektörlü (Ar-Ge ve imalat) ekonomide izleyen dönemde Ar-Ge yatırımlarının yüksek olacağına dair bekleyiģler yükseldikçe, bu sektördeki iģgücü talebi ve dolayısıyla ücretler yükselecek, rantlar azalacaktır. 88

GiriĢimcilerin bu geliģmeler karģısında, gelecek dönemde yapmayı planladıkları Ar- Ge yatırımları da küçülecektir (AteĢ, 1998; 46). Ġki ardıģık dönemdeki araģtırma arasında bu fonksiyonel iliģki, durağan bir dengeyi tanımlayan ve dengeli büyümeyi gösteren tek bir sabit nokta ile ifade edilebilir. Ancak durağan durumda ortalama büyüme oranı sosyal olarak optimal altı ya da üstü gerçekleģebilir. Bu tür bozukluklar dıģsallıklardan kaynaklanmaktadır. Optimal altı büyümeye yol açan dıģsallıklar, Romer in (1990) modelinde olduğu gibi mal edilebilirlik ve zamanlararası yayılma etkileridir. Bu modelde ise optimal üstü büyümeye yol açan bir etki bulunmaktadır. İş çalma Ģeklinde ifade edilen bu etki, daha fazla araģtırma yapılmasına yol açarak büyüme oranını optimumun üstüne çıkarmaktadır. Optimal büyüme ve durağan dengeli büyüme arasındaki iliģkileri bu etkilerin hacmi belirlemektedir. Yeniliğin büyüklüğü ve monopol gücünün derecesi ile birlikte değerlendirildiğinde etkilerin büyümeye yaptığı katkılar analiz edilebilmektedir (Aghion, 1992; 324). Modelde iģgücü, istihdam alanlarına ve beceri durumlarına göre üç kategoriye ayrılmaktadır. Eğitimsiz iģgücü, M, sadece tüketim malı üretiminde, eğitimli iģgücü, N, araģtırma ya da aramalı sektöründe ve uzmanlaģmıģ iģgücü, R, sadece araģtırmada kullanılabilmektedir. Ara malları sektörü dıģındaki bütün piyasaların rekabetçi olduğu varsayılmaktadır. Tüketim malı için üretim fonksiyonu; Y = AF(x) Ģeklindedir. x aramalı girdi akımını göstermektedir. A aramalı girdisinin verimliliğini temsil eden bir parametredir. Aramalı üretimi dorusal teknolojiyle, x=l, gerçekleģtirilmektedir. L aramalı sektöründe kullanılan eğitimli iģgücüdür. Bu modelde güçlü bir dönemlerarası yayılma vardır. Bir yenilik, sonsuza kadar etkisi sürecek olan verimlilik artıģı yaratır. Yenilikler, izleyen yenilikleri Y faktörü oranında A t kadar yükseltir. Ancak bu yeniliğin yaratıcısı, rantın bir bölümünü yalnızca bir dönem elde edebilmektedir bu türden yayılma etkilerini Romer in (1990) çalıģmasında, Schumpeter in (1981) yaratıcı yıkım düģüncesinde de tekel giriģimcilerin rant elde etmek amacıyla yeniliklere yatırım yaptıklarını, ancak bu rantın bir dönem devam ettiğini görmekteyiz. Daha çok araģtırma faaliyeti, o 89

dönemdeki tekellerin yenilik üzerindeki patent sahipliği beklentilerini azaltarak, rantların bugünkü beklenen değerini azaltır (AteĢ, 1998; 49). 2.3.4.2. Beşeri Sermayeye Dayanan İçsel Büyüme Modelleri BeĢeri sermayeye dayalı içsel büyüme modelleri Lucas ın öncülüğünde geliģtirilmeye baģlanmıģ, sonrasında ise Romer, Becker, Murphy ve Tamura gibi iktisatçılar ona katılmıģlardır. Bu tip büyüme modellerine göre uzun dönemli büyümenin ve verimlilik artıģlarının kaynağını beģeri sermaye oluģturmaktadır. BeĢeri sermayeye dayalı içsel büyüme modellerine iliģkin yapılan çalıģmalara göre eğitim düzeyinin artırılması yoluyla beģeri sermayenin geliģtirilmesi en önemli amaçtır. Eğitimde geçen süreye ve eğitim için harcanan kaynaklara bağlı olarak ekonomide var olan iģgücünün teknik ve mesleki becerisini yükseltmek mümkündür. BeĢeri sermayenin niteliğinin artırılması ile verimlilik artıģları yaratılabilir ve iktisadi büyüme sürekli olarak gerçekleģebilir (Becker, 1992; 86). 2.3.4.2.1. Lucas ın Beşeri Sermaye Modeli Bu modelde Lucas (1988), tek sektörlü bir ekonomide fiziksel sermaye ile birikim iliģkileri üzerinde yoğunlaģmaktadır. Nüfuz dinamiği dıģsal olarak alınmakta, ayrıca paraya dayalı değiģim olgusu ve finansal piyasa dinamiğinin etkisi de dıģlanmaktadır. Lucas a göre, Solow doğrudan bir büyüme teorisi geliģtirmeye yönelik davranmamıģ, yalnızca ABD ekonomisinin büyüme dinamiklerini incelerken bir sonuç çıkarmıģtır (AteĢ, 1998; 58). Lucas ın modelinde beģeri sermaye büyümenin itici gücü olarak gösterilmektedir. Lucas çalıģmasında beģer sermayeye dayalı üç model ele almaktadır (Lucas, 1988; 3-4): Birinci model fiziksel sermaye birikimi ve teknolojik değiģiklikler üzerine inģa edilmiģtir. Ġkinci model resmi eğitim kanalıyla beģeri sermaye birikimi üstüne kurulmuģtur. Üçüncü model ise yaparak öğrenme yöntemiyle uzmanlaģmıģ beģeri sermaye birikimi ön plana çıkar. 90

BeĢeri sermaye, bilgi-beceri düzeyi anlamına gelmekte ve ikinci/üçüncü modellerin temelini oluģturmaktadır. BeĢeri sermaye modeli piyasa Ģartlarının geçerli olduğu ve parasal faktörlerin etkili olmadığı bir ekonomi için oluģturulmaktadır. BeĢeri sermaye (h) bireylerin genel beceri düzeyi olarak nitelendirilmiģtir. Bu Ģekilde h(t) beģeri sermayesine sahip bir iģgücünün üretkenliği, her bir 1/2 h(t) beģeri sermayeye sahip iki iģgücünün üretkenliğine eģittir (Lucas, 1988; 17). BeĢeri sermaye teorisi, belli bir süreç içerisinde bireyin üretkenliği ya da h(t) düzeyini etkileyen faaliyetler arasında nasıl tercih yaptığı noktasına odaklanır. BeĢeri sermayenin modele dahil edilmesi ile cari üretim düzeyi değiģirken, beģeri sermaye üretimi yeniden değerlendirilmeye alınır. Diğer taraftan model, bir bireyin beģeri sermaye birikimi sonucunda kendi verimliliğindeki artıģı içsel etki olarak değerlendirirken, beģeri sermayeli bireyin baģka bireylerin verimliliği üzerinde ortaya çıkardığı olumlu katkıyı dıģsal etki olarak yorumlamaktadır. DıĢsal etki diğer bireylerin beģeri sermaye birikimi için zaman ayırmalarına gerek kalmadan verimliliklerinin artmasına neden olmaktadır. Ekonomide toplam olarak N kadar iģçi olduğu ve bunların benzer olduğu varsayılmaktadır. Y = F(K, N e ) (2.12) Burada ekonomideki çıktı düzeyi (Y), fiziki sermaye (K) ve etkin emek (N e )arzı tarafından belirlenmektedir. Etkin emek arzı (N e )ise bir ekonomideki ortalama (h) yetenek düzeyindeki (N) adet iģçinin (u) kadar zamanını cari üretime harcamasıyla belirlenir. Bu Ģekilde çıktı düzeyi; Y = F(uhN) olmaktadır. Bu fonksiyona göre, çalıģılan süre (u) ve iģçilerin ortalama yetenek düzeyi (h) arttıkça çıktı düzeyi artmaktadır. BeĢeri sermaye birikimi çalıģmadan arta kalan zaman (1-u) ile iliģkilendirildiğinde; h(t) = h(t). δ. [1-u(t)] (2.13) olmaktadır. Fonksiyondaki u(t) =1 olması durumunda zamanın tamamı mevcut üretimi yerine getirmek için harcanmakta ve dolayısıyla iģçilerin yeteneklerini geliģtirmeye vakit kalmamaktadır. Böylelikle, beģeri sermaye birikimi sıfıra eģitlenmektedir. u(t)=0 olduğu durumda ise zamanın tamamı yetenekleri geliģtirmek için kullanılmaktadır. BeĢeri sermaye birikimi bu durumda maksimum olmaktadır. 91

Bu iki durum arasında mevcut yetenek düzeyinde azalan getiri durumunun olmayacağı kabul edilmektedir (Lucas, 1998; 17-19). Diğer taraftan Lucas beģeri ve fiziksel sermaye faktörlerinin uluslar arası hareketliliğine göre, marjinal verimliliklerindeki değiģmelerin büyüme oranı farklılıklarını açıklayabileceğini ileri sürmektedir. Örneğin fiziksel sermaye hareketleri serbest fakat beģeri sermaye ve emek faktörü hareketli değilse, fiziksel sermayenin getiri oranlarının ülkeler arasında eģitlenmesi beklenmektedir. Buna karģılık beģeri sermayenin getiri oranlarının eģitlenmesi mümkün olmamaktadır. Bu fiziksel sermayenin marjinal verimliliğindeki farklılıkları azaltacak, fakat beģeri sermayenin marjinal ürünlerindeki farklılıkları arttıracaktır. Bu yüzden artan gelirler, sermaye hareketinin göç baskılarını ortadan kaldırmak için neden yeterli olmadığını açıklayabilmektedir. Az geliģmiģ bir ülkede yaģayan bir birey, daha geliģmiģ bir ülkeye hareket ederek daha fazla kazanabilmektedir (Romer, 1990). Faktör hareketliliği ile ilgili bir baģka durum ise, her iki sermaye türünün serbest dolaģımıdır. Lucas a göre (1988) bu Ģartlar altında faktör verimliliğindeki değiģmeler, yayılmaların içsel ya da dıģsal olmasına bağlı bulunmaktadır. Sadece dıģsal etkilerin varlığı halinde veri beceri düzeyindeki iģgücünün ücret oranı ülkenin refahındaki artıģla birlikte yükselecektir. Böylece iģgücü hareketi zengin ülkelere doğru olacaktır (Yardımcı, 2008; 40). 2.3.4.2.2. Rebelo nun AK Modeli Rebelo (1991) bu modelinde, iktisat politikalarındaki farklılıkların yol açabileceği büyüme farklılıklarına dayalı bir yaklaģım geliģtirmektedir. Rebelo ya göre ekonomilerin farklı büyüme hızlarına sahip olmaları, önemli ölçüde iktisat politikalarının bir sonucudur. Bu türden modellerde, örneğin gelir vergisi gibi iktisat politikaları, fiziksel sermaye yatırımlarının getiri oranını azaltarak sermaye birikim oranını düģürür ve bu nedenle büyüme oranı azalır. Model Romer n (1986) yaklaģımındaki içsel teknolojik geliģmeye dayalı içsel büyüme süreciyle ortak yanlar taģısa da, temelde sabit getiri varsayımıyla ve durağan durum büyüme süreci bulgusuyla kendini farklılaģtırmaktadır. Bu anlamda model, uzun dönemli büyüme süreci Kaldor un (1961) sistemleģtirdiği temel olguları karģılamaktadır. Model iki 92

sektörlüdür ve üretim fonksiyonu fiziksel sermaye ile doğrusal bir iliģkiye sahiptir. ĠĢgücü ve yeniden üretilemeyen toprak gibi girdilerin büyüme sürecindeki etkileri modelden dıģlanmıģtır. Rebelo vergilemenin büyüme oranlarının farklılaģmasındaki önemi, konunun Neo-Klasik Büyüme Modelinde yeterince iģlenmemiģ olmasını da saptayarak vurgulamaktadır. NBM de iktisat politikaları, ekonomiler durağan durum dengelerinden uzak olduklarından etkisini göstermekte, durağan duruma geçildikten sonra büyüme etkileri ortadan kalkmaktadır (AteĢ, 1994; 75). Rebelo AK tipi üretim fonksiyonu yardımıyla, ülkeler arasındaki farklı büyüme performanslarını kamu politikalarındaki farklılıklara bağlayan bir model ortaya koymaktadır. Örneğin tasarruf oranları, vergi oranları ve fikri mülkiyet haklarına iliģkin politikalar uzun dönem büyüme oranını etkilemektedir. Yine uluslar arası iģgücü hareketlerinin yönü de bu tür politikaların sonucunda belirlenmektedir. Model, ölçeğe göre sabit getirili teknolojik geliģme ve rekabetçi piyasa koģullarında durağan durum denge büyüme oranının varlığını temin etmektedir. Ekonomide çok sayıda benzer birim faydasını maksimize etmek için çalıģmaktadır ve nüfus sabittir (Yardımcı,2006; 41). Fayda maksimizasyonu; (2.14) ġeklinde tanımlanır. Bu tercih fonksiyonu, tüketimin büyüme oranının yalnızca faiz oranının bir fonksiyonu olduğunu göstermektedir. g c =(r t -ρ) / σ. Durağan durum sürecinde faiz oranı sabit olduğundan, tüketim oranı da durum dengesine sabit ve optimal bir oranda geliģme gösterecektir (Rebelo, 1991; 503). Ekonomi durağan durum dengesinde büyürken, Rebelo nun modelinde üç özellikten söz edilebilir. Birincisi, durağan durum dengesinden durağan duruma geçiģ sürecinde bir dinamik oluģum yoktur. Ekonomi sürekli gy oranında büyüme göstermektedir. yani düzey etkisi yaģanmakta, ancak büyüme etkisi görülmemektedir. Ġkincisi, tüketim malı üretim fonksiyonunda ki B katsayısı ve T girdisi, büyümeyi açıklayan değiģkenler değildirler. Yani bu değiģkenler tüketim 93

düzeyini ve gelir düzeyini belirlemekte, ancak büyüme sürecine hiçbir etkide bulunmamaktadırlar. Farklı doğal kaynak donanımına sahip ekonomilerde gelir farklılıklarının oluģması, bu değiģkenlerce açıklanabilmektedir. Üçüncüsü, C t ve I t farklı oranlarda büyüseler de, göreli fiyatları, ulusal gelirdeki payları sabit kalacağından dolayı değiģmeyecektir (Rebelo, 1991; 500-507). Rebelo, ölçeğe göre artan getiriler ve dıģsallıklar olmadan sabit getirili bir üretim teknolojisiyle içsel büyümenin gerçekleģebileceğini göstermektedir. Bunun için üretimde yeniden üretilemeyen girdilerin katkısı olmadığı temel nitelikte sermaye mallarının var olması gerekli görülmektedir. 2.3.4.3. Kamusal Politikalara Dayanan Büyüme Modelleri Kamusal politikalara dayanan içsel büyüme modelleri, iktisadi büyümenin gerçekleģtirilmesinde devletin üstlenebileceği sorumluluklar üzerine yoğunlaģmıģlardır. Bu çerçevede yapılan çalıģmalar, kamu altyapı yatırımlarının ve kamu politikalarının büyüme sürecine etkilerini incelemektedirler ve bu noktada akla gelen ilk isimde Robert J. Barro olmaktadır. Barro, 1990, 1991, 1992 yaptığı çalıģmalarla kamusal politikalara dayalı içsel büyüme modellerinin öncüsü olmuģtur. Kamusal politikalara dayalı içsel büyüme modellerinde iktisadi büyümenin gerçekleģtirilebilmesi için devletin yükleneceği asıl sorumluluk özel sektörün verimliliğini artıracak faaliyet ve düzenlemelerde bulunmaktadır. Devlet fiziki ve sosyal altyapı yatırımları, teknoloji transferleri ve Ar-Ge harcamaları ile emeğin ve sermayenin verimliliğini arttırıcı faaliyetlerde bulunmalı ve büyüme için gerekli hukuki düzenlemeleri gerçekleģtirmelidir (Barro, 1992; 645). 2.3.4.3.1. Barro nun Kamu Harcamaları Modeli Bu modelde Barro (1990), toplumsal getiriyle özel getiri arasındaki farklılaģmayı ele alan büyüme modeller, bağlamında, vergilerle finanse edilen kamu harcamalarının, üretim ve fayda fonksiyonlarına yapacağı etkileri incelemektedir (AteĢ, 1994; 149). Barro (1990) makalesinde kamu harcamaları üzerine sabit getirisi olan basit büyüme modeli inģa eder. Bu çalıģmanın amacı, vergilerle finanse esilen kamu 94

harcamalarının, ülke ekonomisinde büyümeyi veya faydayı nasıl etkilediğini göstermektir. Buna göre, tasarruf ve büyüme oranları, kamu harcamaları ve vergilerle ilgili bilinen dıģsallıklar nedeniyle, optimum seviyenin altında olabilirler. Dolayısıyla, kamu politikaları ve kamu harcamaları ile tasarruf oranı ve büyüme oranları arasında ilginç seçenekleri vardır. Barro ya göre, fayda sağlayan verimli hükümet harcamaları arttıkça tasarruf ve büyüme oranları baģlangıçta artıģ gösterir; ama sonradan düģer. Örneğin, gelir vergisiyle ilgili büyüme ve tasarrufun adem-i merkeziyetçi seçenekleri çok zayıftır. Ancak, Cobb-Douglas üretim fonksiyonu 13 Model; Hane halkının fayda fonksiyonu, sınırsız zaman boyutuna sahiptir. (2.15) Hane halkı fiziksel sermaye, beģeri sermaye ya da menkul değer sahibidir ve bütçe kısıtı, bu varlıkların zaman içindeki değiģimini belirlemektedir. a= ra-c (2.16) burada a, tüm varlıkların toplamını; r, bu varlıkların reel getirisini göstermektedir. Bütçe kısıtına bağlı olarak faydanın maksimize edilebilmesi için birinci koģul aģağıdaki olacaktır; (2.17) Yahut; (2.18) θ, zamanlararası ikame esnekliğini göstermektedir. θ değeri ne kadar yüksek olursa, hane halkının bugünkü tüketimden vazgeçmesini (yada tasarruf etmesini) sağlayabilecek faiz oranı da o ölçüde yükselmelidir. Ekonominin üretim kısmı, içsel teknolojiye göre çalıģmaktadır. y = Ak (2.19) 13 Cobb-Douglas üretim fonksiyonu Y=f(L α,k β ); α+β=1. Birinci derece homojen üretim fonksiyonu. Faktör yoğunluğu sabittir. (CRTS). Teknolojik yenik yoktur. A: sabit bir katsayıyı, β: üretimin sermayeye göre elastikiyetini, α; üretimin emeğe göre elastikiyetini simgeler. Üretim faktörlerinin gelirlerini belirleyen kendi marjinal verimlilikleridir. (w=dy / dl=αy/l ve π=dy/dk=βy/k). 95

Hükümet tüm ekonomik karar birimlerine karģılığı olmaksızın çeģitli hizmetleri (g miktarında) üreterek vermektedir. Bu hizmetlerin bedava kullanımından kaynaklanan talep tıkanıklıklarının ve dıģsallıkların olmadığı varsayılmıģtır. Bu durumda özel sektördeki firmaların üretimi k ve g birlikte dikkate alındıklarında ölçeğe göre azalan değil, sabit ya da artan getirilidir. Kamusal mal ya da hizmetlerin ücretsiz sağlandığı varsayımı altında özel sektördeki nihai mal üretim fonksiyonu yeniden düzenlenirse; y = Ф(k, g) = kф(g/k (2.20) ya da Cobb-Douglas formunda; (2.21), hükümet tarafından satın alınan mal ve hizmetlerin kiģi baģına değeridir. Kamu harcamaları, gelir üzerinden alınan düz oranlı vergilerle karģılanmaktadır ve hükümet tarafından denk bütçe politikası yürütülmektedir (Barro, 1990; 104-107). Barro, devlet hacminin büyüklüğü ile büyüme oranı arasındaki iliģkileri durağan durum büyüme koģullarında ifade ettikten sonra, kamu harcamaları ve vergilemenin ortaya çıkaracağı dıģsallıkları ele alarak politika önermeleri yapmaktır. DıĢsallıkların varlığı rekabetçi bir ekonomide optimal altı ya da üstü ekonomik büyümeye yol açabilmektedir. DıĢsallıklar ayrıca vergi politikalarının önemini de ortaya koymaktadır. Örneğin duruma göre gelir vergisi ya da götürü vergi seçenekleri optimuma ulaģmada kullanılabilir (Yardımcı, 2006; 47). Barro ya göre kamu harcamaları gelir vergisi ile orantılı olarak finanse edilir. Devlet borçlanmaz, dolayısıyla denk bütçeye sahip olmak zorundadır varsayımı yapılmaktadır. Bütçe denklemi efektif olarak kamu malı arz seviyesini sermaye stoğuna bağladığı için model bir içsel büyüme modeline dönüģmektedir. Yatırımlar sermaye stoğunu artırırken dolaylı olarak artan vergi gelirleri denk bütçe sayesinde kamu malının arzını artırmakta, dolayısıyla özel yatırımlar ekonomiye iki yoldan katkı sağlamaktadır. Kuram, fiziksel ve insan sermayesi birikimi için Ģirketler ve hükümet politikalarının ekonomik teģvikleri değiģtirerek, araģtırma-geliģtirme ve eğitime yaptıkları yatırımın rolünü analiz ederek teknolojideki değiģikliğin büyüme 96

üzerine etkisini açıklamaya çalıģmaktadır. Yani ekonomide yasaların, hükümet politikalarının ve kurumların oynadığı rolü göstermeye çalıģmaktadır (Barro, 1990; 107-112). 2.4. Büyüme Modellerine Göre Devletin Rolü 2.4.1. Klasik Büyüme Modellerinde Devletin Rolü D. Ricardo ya göre üretim (Y), sermaye (K) ve emek (L) girdilerinin bir fonksiyonu olmakta, kullanılan girdi miktarı arttıkça üretimde artmaktadır. Y= f (K,L) (2.22) A. Smith e göre sermaye artıģı tasarrufa, emek artıģı ise iģçilerin geçimi için ayrılan kaynakların büyüklüğüne bağlıdır. KiĢiler yaģam Ģartlarını devamlı olarak iyileģtirmeye çalıģırlar. Bu nedenle tasarruf güdüsü, savurganlık (eğlenceye yönelik) güdülerinden daha kuvvetlidir. Sermaye tasarrufla artar, israf ve kötü yönetimle (savurganlık) azalır. Bazı kiģilerin bazen savurgan olmaları geçicidir ve diğer bazı kiģilerin artan tasarrufları bu durumu dengeler. Ancak kamu kesiminde gelirin büyük bir kısmı üretken olmayan kiģilerin geçimi için harcanır ve bu durum sermaye birikimini azaltır. Çünkü üretken olmayan emeğin ulusal gelirdeki payı arttıkça üretken emeğin payı azalır, çalıģma ve toplam ürün azalır. Bu yüzden büyük ulusları kiģilerin savurganlığı değil, kamu israfı ve kötü yönetim batırmaktadır (Demir, 2002; 341). Thomas R. Malthus ve David Ricardo, Smith den daha kötümser düģüncelere sahiptirler. Malthus un nüfus teorisine göre; nüfus arzı geometrik dizi, yiyecek arzı aritmetik dizi Ģeklinde arttığından her 25 yıllık dönemde doğum oranları yüksek olduğundan nüfus ikiye katlanırken, toprak arzı sabit olduğundan yiyecek arzı en fazla baģlangıç yılındaki kadar artmaktadır. Bu dengesizlik ilkel toplumlarda açlık ve sefalet, medeni toplumlarda ise ahlaki ve yasal kurallarla dengelenir. Ahlaki kurallar açlıktan dolayı çocuklarının ölmesini istemeyen ebeveynlerin daha az çocuk yapmaları, yasal kurallar ise erken yaģta evlenmelerin yasaklanması Ģeklinde olmaktadır (Demir, 2002; 341). Nüfus artıģ hızını düģürmek için yasal kuralları 97

uygulayan devlet gelecek dönemler için insanları açlık ve sefaletten kurtaracağı için etkin devlet olmaktadır. Ricardo nun ücret teorisine göre emek faktörünün biri doğal diğeri piyasa fiyatı olmak üzere iki fiyatı vardır. Doğal fiyat iģçinin ve ailesinin geçimini sağlayan ücret düzeyidir. Piyasa fiyatı doğal fiyata yakın bir yerdedir. Eğer piyasa fiyatı doğal fiyatı aģarsa emekçiler iyi beslenir; evlenmeler artar; ölümler azalır ve emek faktörü artar. Piyasa fiyatının doğal fiyatın altına düģmesi durumunda ise bunun tersi olur. Dolayısıyla ücretler geçimlik düzeyinde, emek arzı da piyasanın emeğe ihtiyaç duyduğu düzeyde sabitlenir (SavaĢ, 1999; 322-323). Kısaca emek faktörü için ayrılan kaynaklar artıp emekçilerin yaģam Ģartları iyileģtikçe, evlenmeler ve emek arzı artar; fiili ücret düzeyi düģer ve iģçiler tekrar geçimlik bir düzeyde yaģama mahkum olurlar. 2.4.2. Keynezyen (Harrod Domar) Büyüme Modellerinde Devletin Rolü Domar (1970); büyümeyi yatırım (I), yatırımın potansiyel sosyal ortalama verimliliği (б) ve çarpanın (1/1-c) değerine bağlamıģtır. Yatırımların bir gelir, bir de kapasite artırıcı etkisi vardır. Dengeli büyümenin olabilmesi için bu iki etkinin birbirine eģit olması gerekir. Yatırımın kapasite artırıcı etkisi yatırım ile onun potansiyel sosyal ortalama verimliliğin çarpımına eģittir: (2.23) б pozitif bir sayı olduğu müddetçe her yeni yatırım; ekonominin üretim kapasitesini, dolayısıyla üretimi Iб oranında artırır. Yatırımın gelir artırıcı etkisi ise, Keynezyen çarpan aracılığıyla ortaya çıkar. Veri marjinal tüketim meylinde (c) gelir artıģı yatırım artıģı ile çarpanın (1/1-c) çarpımına eģittir. (2.24) Eğer özel kesimin harcamaları herhangi bir sebeple azalırsa bu boģluğu kamu harcama artıģıyla doldurmak gerekir. BaĢlangıçta dengede olan bir ekonomide, dengeli büyümenin sürdürülebilmesi için yatırımların kapasite artırıcı etkisi ile gelir 98

artırıcı etkilerinin aģağıdaki denklemdeki gibi birbirine eģit olması gerekir (Demir, 2002; 342). Yahut ; (2.25) (2.26) Eğer dp/dt >dy/dt olursa toplam arz toplam talebi aģar, tüketilmeyen mallar kalır, iģsizlik ve deflasyon sorunu ortaya çıkar. dp/dt <dy/dt olursa toplam arz toplam talebe cevap veremez. Enflasyon sorunu ortaya çıkar. Domar modelinde; eksik istihdam düzeyinde toplam talebin toplam arzdan daha hızlı artması sorun yaratmaz. Bunun nedeni harcama artıģının çarpan aracılığıyla milli geliri, milli gelirinde tasarrufları arttırmasıdır. Tam istihdam halinde ise talep arzdan daha hızlı bir artıģ gösterdiğinde enflasyon ortaya çıkmaktadır. Harrod ayrıca fiili büyüme oranı G, planlanan büyüme oranı G w, ve doğal büyüme oranı G ayrımı yapmıģtır. G=G w (2.27) Eğer G>G w olursa, ekonomi planlananın üstünde performans gösterir ve gelir artar. Artan gelir zincirleme etkilerle tüketim, tasarruf ve yatırımı uyarır; ekonomi sürekli geniģleyen bir sürece girer. G<G w olursa, ekonomi planlananın gerisinde bir performans gösterir ve sürekli daralan bir sürece girer. Bu eģitlikleri kurmak ve devamını sağlamak için devletin müdahalesi gerekir (Kaya, 2006; 14). Bu modelde (Harrod-Domar) büyüme bıçak sırtı denge Ģartlarına bağlanmıģtır ve bu dengenin sağlanabilmesi için müdahaleci devlet modeli ortaya çıkarılmıģtır. Kamu harcamalarındaki artıģın milli gelir ve tasarrufu da artırdığı düģünülmüģ ve bu nedenle kamu açıkları ortaya çıkmıģtır. Ortaya çıkan bütçe açıkları da emisyonla finanse edilmeye çalıģıldığında enflasyon olgusu gündeme gelmiģ; iç borçla finanse edilmeye çalıģıldığında ise faizlerin arttığı görülmüģtür. Bütçe açıklarının dıģ borçla finanse edilmesi durumunda ise ilk etki olarak enflasyon ortaya çıkmıģ daha sonra ise döviz kurları ve devletin borç yükü artmıģtır. 99

2.4.3. Neo-Klasik Büyüme Modellerinde Devletin Rolü Burada Solow-Swan modeli esas alınmıģtır. Çıktı düzeyi (Y), sermaye (K), etkin emek (AN; A emek birikimli teknolojik gelişme, N emek) (Demir, 2002; 344). Y = F(K, AN) (2.28) Bu fonksiyonun homojen olduğu düģünüldüğünde Y/AN=F(K/AN,1)olmakta, 1 sabit olduğundan etkin emek baģına çıktı düzeyi (y=y/an) etkin emek baģına sermaye stokunun (k=k/an) fonksiyonu olmaktadır (Demir, 2002; 344). Y=f(k) (2.29) Fonksiyona göre büyüme etkin emek baģına sermaye stoku artıģına bağlı olduğundan, asıl mesele etkin emek baģına sermaye stokunun nasıl artacağıdır. k*=sf(k)-(n+g+δ)k (2.30) s marjinal tasarruf meyli, k etkin emek baģına sermaye stoku, n nüfus artıģ oranı, g emek birikimli teknolojik geliģme hızı, δ amortisman oranı ve k* etkin emek baģına sermaye stokundaki değiģmedir. sf(k) bütün tasarrufların yatırıma dönüģtüğü varsayıldığında etkin emek baģına fiili yatırımı, (n+g+δ)k ise etkin emek baģına baģa-baģ yatırımı temsil eder. Buna göre s arttıkça etkin emek baģına fiili yatırım; n,g ve δ arttıkça da etkin emek baģına fiili yatırımın, etkin emek baģına baģa-baģ yatırımı aģması gerekir (Atagün, 2004; 21). Solow büyüme modelinde; Keynezyen büyüme modelindeki devlet müdahalesi kalkmıģtır. Emek faktörü analizin ileriki aģamalarında emek baģına sermaye stokunu azaltarak büyümeye zarar verir hale gelmiģtir. DıĢsal olarak alınan teknolojik geliģme çıktı düzeyini artırdığı halde, emek birikimli teknolojik geliģmenin emek arzını artırarak etkin emek baģına sermaye stokunu, fiili yatırımı ve çıktı düzeyini azaltması bir çeliģki olmuģtur (Atagün, 2004; 21). 100

2.4.4. İçsel Büyüme Modellerinde Devletin Rolü Bu kısımda Lucas ın beģeri sermaye ve Rivera-Batis Romer in Ar- Ge modeli ele alınarak bu modellerde devletin kapsamı araģtırılacaktır. Lucas ın çalıģmalarından devletin büyümedeki rolü ile ilgili Ģu sonuçlara ulaģılmaktadır.(demir, 2002; 349). Kapalı ekonomi politikalarını sürdürmede uzun süre ısrar eden ülkeler geri kalırlar. BeĢeri sermaye birikimini artırmaya, yurtdıģına yönelik beyin göçünü önlemeye ve diğer ülkelerin beģeri sermayelerinden yararlanmaya yönelik politikalar büyümeye olumlu katkı yaparlar. BeĢeri sermaye birikimi belli bir düzeye ulaģınca yurtdıģından yurt içine yönelik beyin göçü artar, yurt dıģına beyin göçü azalır. BeĢeri sermaye birikimi gittikçe kolaylaģır ve devletin beģeri sermaye birikimi gittikçe kolaylaģır ve devletin beģeri sermaye birikimi oluģturmaya yönelik yükümlülüğü azalır. Romer ve Rivera-Batiz in çalıģmalarından ise devletin büyümedeki rolü ile Ģu çıkarımları yapabiliriz; Devletin bilgi stokunu artırmaya, Ar-Ge yi teģvik etmeye ve benzer geliģmiģlik düzeyindeki ülkelerle entegrasyon yapmaya yönelik politikaları büyümeye olumlu katkı yapar. GeliĢmekte olan ülkelerin, geliģmiģ ülkeleri yakalayabilmeleri beģeri sermaye, bilgi birikimi, teknolojik geliģme, Ar-Ge, pozitif dıģsallıklar ve ölçek ekonomiler konusunda gösterecekleri baģarıya bağlıdır. GeliĢmekte olan ülkelerde devlet yabancı dil öğrenimi, yurt içi ve yurt dıģı eğitim ve araģtırma olanaklarının artırılması, yabancı sermaye giriģinin teģviki, iletiģim ağlarının geliģtirilmesi, giriģimcilerin ihtiyaç duydukları bilgilere daha kolay ulaģmalarının sağlanması, patent ve mülkiyet haklarının korunması gibi konularda daha etkin rol almalıdır. 101

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE DE KAMU HARCAMALARININ SINIFLANDIRILMASI, HARCAMALARIN GELİŞİMİ ve BÜYÜMEYE ETKİSİNİN ANALİZİ 3.1. Kamu Harcamalarının Sınıflandırılması Kamu harcamalarının tasnifi (sınıflandırılması), maliye biliminin, kamu harcamalarını inceleyen bölümünün en önemli konularından biridir (Gürsoy, 1975; 121). Ülkelerin Ģartlarına göre çeģitlilik gösteren kamu harcamalarının tasnif edilmesi, farklı kamu hizmetlerine ait harcamaların gruplandırılmasında; bu gruplar arasında kıyaslamalar yapılabilmesinde; artan kamu harcamalarının hangi alanlara doğru kuvvetli, hangi alanlara doğru yavaģ veya gerileyen bir akımla yöneldikleri konusunda bizlere fikir verebilmektedir. Farklı kamu hizmetlerine iliģkin harcamaların belirli ölçülere göre sınıflandırılması ve bunlar arasında kıyaslamalar yapılması, hem harcamaların finansmanında kullanılacak kaynakların rasyonel biçimde dağıtılmasına hem de toplumun ekonomik, sosyal ve mali beklentilerinin karģılanmasında oldukça önemlidir Ayrıca, kamu harcamalarının tasnifi, devletin sınırlı kaynaklarının ihtiyaçların önemine göre dağıtılması, mükelleflerin ödedikleri vergilerin hangi hizmetlere ve ne miktarlarda harcandığının görülmesi; çeģitli hizmetlerin maliyet unsurlarının incelenebilmesi ve mali istatistik bilgilerinin temini hususlarında kolaylıklar sağlamaktadır (Öner, 1987; 31). Ülkelerin Ģartlarına göre çeģitlilik gösteren kamu harcamalarının tasnif edilmesi, farklı kamu hizmetlerine ait harcamaların gruplandırılması ve bu gruplar arasında kıyaslamalar yapılabilmesinde; artan kamu harcamalarının hangi alanla doğru kuvvetli, hangi alanlara doğru yavaģ veya gerileyen bir akımla yöneldikleri konusunda bizlere fikir verebilmektedir. Tüm dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de kamu harcamaları son dönemde ciddi boyutta artıģlar göstermiģtir. Gittikçe yükselen kamu harcama rakamları, kaynakların dağılımında, önceliklerin belirlenmesinde ve uygulanmasında kapsamlı incelemelere konu olmuģtur. 102

Kamu harcamalarını, niteliklerine özelliklerine, ekonomik ve sosyal hayat üzerinde meydana getirdikleri etkilere göre iktisadi yönden belirli gruplar içinde toplamak ve sınıflandırmak mümkündür (Türk, 1994; 79). Mali- ekonomik kavramların birçoğunda olduğu gibi kamu harcamalarında da birden çok sınıflandırma imkanı vardır. Türk bütçe siteminde kamu harcamaları, son döneme kadar, ikili bir yapıyla tasnif edilmiģtir. Ekonomik tasnif ve idari fonksiyonel tasnif. Ekonomik tasnifte kamu harcamaları cari, yatırım ve transfer harcamaları olarak ayrıma tabi tutulmuģken idari fonksiyonel tasnifte ise, faaliyetlerin yerine getirilmesinde ve sürdürülmesinde hizmeti esas alan bir yaklaģım benimsenerek kamu harcamaları, gerçekleģtirilen hizmetlere göre (eğitim, sağlık, savunma, genel idare vb.) ayrıma tabi tutulmuģtur. 2004 yılında uygulamaya baģlanan analitik bütçe kod sistemi ise dört farklı sınıflandırma sistemine dayanmaktadır. Kurumsal sınıflandırma, fonksiyonel sınıflandırma, finansman tipi sınıflandırma ve ekonomik sınıflandırma. Ülkemizde kamu harcamalarının niteliklerini, büyüklüklerini ve kapsamını değerlendirmede bu tasniflere uygun inceleme yapılması, konunun anlaģılması ve gelecek yıllara ıģık tutması açısından son derece önemlidir. 3.1.1. Fonksiyonel Tasnife Göre Kamu Harcamaları Ġlk olarak Amerika BirleĢik Devletleri nin yerel yönetimlerinde 1909 1913 yılları arasında kullanılmaya baģlanan fonksiyonel (görevsel) tasnifte giderler yoluyla gerçekleģtirilmesi öngörülen amaçlara yönelik hizmetler, bir baģka deyiģle, devletin klasik ve sosyo-ekonomik nitelikteki hizmetleri göz önünde tutularak her bir hizmet grubu için yapılan giderler dikkate alınmaktadır. Eğitim, sağlık, bayındırlık, savunma, idari giderler gibi çeģitli baģlıklar altında giderlerin tasnifi, kamu hizmetlerinin etkin ve baģarılı bir Ģekilde yürütülmesi, kaynakların etkin olarak kullanılması, hizmet mükerrerliklerinin ve noksanlıklarının önlenmesi ve gider rakamlarının daha anlamlı olması gibi yönlerden oldukça önemli ve faydalıdır (Akdoğan, 2003;83). 103

Fonksiyonel tasnif, ayrıca, belirli bir hizmetin yerine getirilmesinin toplam maliyetinin saptanmasında, toplam maliyetin saptanmasına müteakip birim maliyetin (olabildiğince) tespit edilmesine ve birim maliyete tesir eden etkenlerin gözden geçirilerek hizmette etkinlik sağlamaya ve harcanan para ile elde edilen fayda arasında kıyaslamalar yapmaya (Gürsoy, 1975; 131) imkan hazırlamaktadır. Böylece kamu harcamalarının hangi hizmetleri, dolayısıyla amaçları gerçekleģtirmek için kullanıldıkları ortaya çıkmaktadır. Harcamaların hizmetlere göre tasnif edildiği bu ayrımla hizmetler için öncelik sıralaması yapmak da mümkün olmaktadır (Tural, 1987; 19). 14 Fonksiyonel sınıflandırmaya göre devlet harcamalarının ayrıģtırılmasında amaç devletin yapmıģ olduğu harcamaların hangi hizmetler için yapıldığının görülmesidir. Dolayısıyla yapılan hizmetlerin maliyetleri bu sınıflandırma ile gözlemlendirilebilmektedir. Fonksiyonel sınıflandırmanın yararlı olabilmesi için, ülkelerin çeģitli alanlardaki baģlıca fonksiyonlarının bu ayrımda yer alması gerekmektedir. Bu fonksiyonlar ülkeler arasında ihtiyaca göre farklılık gösterebilmektedir. Genel olarak fonksiyonel sınıflandırma; eğitim, sağlık, ulaģtırma, savunma, adalet ekonomik yönlü hizmetler ve genel hizmetler gibi alanları kapsamaktadır. Böyle bir ayrım yapılarak kamusal fonların hangi amaçla kullanıldığının takibi ve hizmetlerin maliyetinin hesaplanabilmesi daha kolaydır. Yani fonksiyonel sınıflandırma, devletin yapmıģ olduğutoplam harcamaların hangi amaçlar için yapıldığını göstermektedir (Eker, 2007; 15). Sayılan tüm bu olumlu yönlerinin yanında fonksiyonel tasnif, bazı olumsuzlukları ya da eksiklikleri de bünyesinde barındırmaktadır. Aynı kamu hizmetlerinin, bazı durumlarda, farklı kamu kuruluģları tarafından gerçekleģtirilmesi bu tasnifi ve bunun uzantısı olarak da aynı hizmet için yapılan toplam harcamaların tespitini güçleģtirmektedir (Akdoğan, 2003; 83). Harcama miktarına ve önemine binaen genel kamu hizmeti harcamaları, savunma harcamaları, sağlık ve eğitim harcamaları ayrıca incelenecektir. 14 Türk bütçe sisteminde, 2004 yılına kadar, idari-fonksiyonel ayırım 14 baģlık altında gerçekleģtirilmekteydi; genel hizmetler, savunma, adalet-emniyet, tarım-orman-köy, su iģleri, karayolları, bayındırlık, ulaģtırma, madencilik, eğitim, sağlık, kültür-turizm, sosyal hizmetler ve borç faizleri. 2004 yılından sonra 10 baģlık altında toplanmıģtır. 104

3.1.1.1. Genel Kamu Hizmetleri Giderleri Genel hizmetler baģlığı altında devletin genel idareye yönelik görevlerini yerine getiren kuruluģların yaptıkları harcamalar yer almaktadır. Bütçenin fonksiyonel tasnifinde genel hizmetler ayrımında Ģu kurum ve kuruluģlar bulunmaktadır; T.B.M.M., CumhurbaĢkanlığı, SayıĢtay, Anayasa Mahkemesi, DanıĢtay, BaĢbakanlık, DPT, DĠE, Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, ĠçiĢleri Bakanlığı, DıĢiĢleri Bakanlığı, Devlet Meteoroloji iģleri Genel Müdürlüğü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Hazine MüsteĢarlığı, DıĢ Ticaret MüsteĢarlığı ve Gümrük MüsteĢarlığıdır. Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ġekil 8: Genel Hizmet Harcamalarının Bütçe Harcamalarına ve GSMH ya Oranı (%) 1999 2009 ġekil 8 e bakıldığında genel hizmetlere bütçeden ayrılan pay 2000 ve 2001 yılında büyük bir düģüģ yaģamıģ %25,1 lik düzeyden %18,7 lik bir seviyeye inmiģtir. Bu yıldan sonra genel olarak sürekli bir artıģ trendinin olduğunu söyleyebiliriz. Son olarak 2009 yılı oranına baktığımızda %37,5 i görüyoruz. Genel Hizmet Harcamalarının on yıllık bir süreçte yaklaģık %12 düzeyinde bir artıģ yaģadığını söyleyebiliriz. GSYH paylarını değerlendirdiğimizde ise 2006 yılına kadar artıģ trendinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Ancak 2006-2009 döneminde azalma eğilimi yaģamıģtır. 2009 yılında en az payı alarak %6,7 düzeyine gerilemiģtir. 105

3.1.1.2. Savunma Harcamaları Devletin savunma hizmetlerine yönelik harcamaları, egemenlik ve ulusal varlığın devamını sağlayan harcamalardır. Çoğu kez, ülkelerin refahları pahasına milli gelirlerinden, ülke bütünlüğüne yönelik tehditlerin artan bir fonksiyonu olarak ayırdıkları paydır. Savunma harcamalarının optimum düzeyde yapılması risk faktörünün iyi belirlenmesine ve yeterli güvenlik düzeyi nin tespit edilmesine bağlı olmaktadır (Maliye Bakanlığı, 1993; 11) 15 Güvenli bir ortam ekonomik kalkınma için ana koģuldur; kendini güvenli hissetmeyen sermaye yatırım yapmayacaktır. Güvenli ortamı sağlayan savunma harcaması miktarı optimum savunma harcamasıdır. Bunun altında kalan miktar ekonomiyi olumsuz etkiler ve yine aģırı savunma harcaması da ekonomik ve sosyal olumsuzluklar yaratır. 15 Ülkelerin savunma harcamalarının ekonomik etkileri sürekli tartıģılmaktadır. Bu nedenle, birçok araģtırmacı savunma harcamalarıyla, ekonomik büyüme, iģsizlik, enflasyon, dıģ ticaret, sanayileģme arasında hatta refah, sağlık ve eğitim harcamaları arasındaki iliģkileri araģtırmaya çalıģmıģlardır. Bazı araģtırmacılar Ģimdiki askeri harcamaların, gelecekteki ekonomik büyümeyi etkileyebileceği gibi, Ģimdiki ve gelecekteki ekonomik Ģartların da hükümetlerin yapacağı askeri harcamaların miktarına iliģkin kararları etkileyebileceğini, yani bu iki değiģken arasında karģılıklı bir etkileģmenin bulunduğunu ileri sürmektedir (Yılmaz, 2000). Savunma harcamalarının etkileri harcamaların bileģimine bağlıdır. Yapılan harcamalar NATO tarafından dörtlü bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Bunlar personel harcamaları, ekipman harcamaları, altyapı harcamaları ve diğer operasyonel harcamalardır. Altyapı harcamaları özellikle geliģmekte olan ülkelerde ülkenin kalkınmasına yardımcı olabilmektedir. Çünkü askeri amaçla yapılan çoğu altyapı hizmetleri sivil amaçlarla da kullanılabilmektedir. Yine personel harcamaları çoğu kez diğer kamu personeline yapılan harcamalardan farksızdır. Asıl olumsuz etkiye sahip olması beklenen harcamalar ekipman harcamaları ve diğer operasyonel harcamalar olarak gösterilmektedir (Sezgin, 2002). 106

(%) Savunma Harcamaları GSYH Payı 6 5,7 5 5,3 5 4 3 3,8 4,4 3,6 3,6 2,9 3,5 3,8 4 4,1 4,2 2,8 3,2 2 2,3 1 0 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 2015 Yıllar Savunma Harcamaları GSYH Payı Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ġekil 9: Savunma Harcamalarının GSYH ya Oranı (%) 1980-2009 Bütçe sistemimizde savunma harcamalarının fonksiyonel dağılımı üçlü grupta yapılmaktadır. Personel harcamaları, cari harcamalar ve modernizasyon harcamalarıdır. 16 ġekil 9 incelendiğinde 1988 2000 yılları arasında savunma harcamalarının bütçeden aldığı pay sürekli bir artıģ trendi yaģamıģtır. 2004 yılından sonra ise 2008 yılına kadar yaklaģık 20 yıl içindeki en düģük seviyeye ulaģmıģtır. 2009 yılında ise yine bir yükselme yaģayarak %3,2 lik bir düzeyde kalmıģtır. Bununla birlikte bazı savunma harcamalarının bütçe dıģında kalması (Savunma Sanayi Fonu gibi) ve faiz giderlerinin görünmemesi bütçe payını olduğundan düģük göstermektedir. Savunma harcamalarının GSMH ya oranı 2006 yılında 2,21 iken, 2007 yılında bir miktar azalarak 2,08 olarak gerçekleģmiģ, 2008 ve 2009 yıllarında ise bir düģüģ göstererek sırasıyla 2,3 ve 3,2 olarak gerçekleģmiģtir. PKK terör örgütü ile yıllardır devam eden mücadele, Türkiye nin bütçesine yılda ortalama 6 milyar dolarlık ek bir yük getirmiģtir. Ülkedeki terör olaylarının 16 Savunma harcamaları, Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinden oluģmaktadır. 107

önlenmesi amacıyla yapılan askeri harcamalar genel anlamda Türk ekonomisi üzerinde kamu harcamalarının artması Ģeklinde kendisini göstermiģtir. Soğuk savaģ sonrası pek çok ülkenin tersine Türkiye nin savunma harcamaları azalmamıģtır. Bir yandan içeride yaģanan terörist faaliyetler, diğer yanda ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik konum bunda etkilidir. Ayrıca doğu blokunun çöküģü sonrası, NATO nun sağladığı altyapı desteği büyük ölçüde ortadan kalkmıģtır. Bu boģluk ulusal kaynaklarla doldurulmaya baģlamıģtır (ġahin, 2002;28). Ayrıca Türkiye de savunma harcamaları kendi içinde sağlık (42 askeri hastane ve GATA) ve eğitim (Askeri Liseler, Kara Harp Okulu, Askeri Harp Akademileri), harcamalarını da önemli ölçüde barındırmaktadır (Sezgin, 2002; 2). 3.1.1.2. Eğitim Harcamaları Eğitimin hem bireysel, hem sosyal hem de iktisadi boyutunun olması, bu tür faaliyetlerin kamu tarafından üretilmesine ve kontrol edilmesine neden olmaktadır. Özellikle geliģmekte olan ülkelerde, eğitim için ihtiyaç duyulan bütün kaynaklar devlet tarafından sağlanmak zorundadır (Ortaç; 2003;1). Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ġekil 10: Eğitim Harcamalarının Bütçe Harcamalarına ve GSMH ya Oranı (%) 1980 2009 108

Türkiye de eğitim sektörü, kamu kuruluģları içinde en çok iģ gören istihdam eden sektör olmasının yanı sıra, öğrenci ve ailelerin sayısı açısından da çok büyük bir kitleyi ilgilendirmektedir. (Ergen, 2004) Son dört yıllık dönemde bütçe harcamalarından eğitim hizmetlerine 17 ayrılan paylar ve eğitim harcamalarının GSMH ya oranı ġekil 10 da görülmektedir. 2006 yılında eğitim harcamalarına bütçeden ayrılan pay 12,36 iken takip eden iki yılda bu oran artarak sırasıyla 13,04 ve 13,49 a yükselmekte, 2009 yılında ise küçük bir düģüģle 13,32 olarak gerçekleģmektedir. Genel seyir açısından eğitim hizmetleri harcamalarının bütçe içerisindeki payının son dört yıllık dönemde giderek arttığı söylenebilmektedir. Eğitim harcamaların GSYH ya oranına bakıldığında ise 2006 yılında 3,99 iken 2007 yılında 4,23 e yükselmiģ ancak takip eden son iki yılda ise düģerek 3,21 ve 3,11 olarak gerçekleģmiģtir. Eğitim harcamalarının konsolide bütçe harcamaları içindeki payının görece artması GSYH payı içinde kendini göstermemektedir. Bütçe harcamalarının GSMH içindeki payının arttığı dönemlerde eğitimin bütçe payının azalması, eğitimin maliyetlerinin giderek ailelere yüklendiği yönünde bir eğilimin söz konusu olduğu düģündürmektedir. Daralma dönemlerinde eğitim harcamalarının payının düģmesi 18 eğitim sektörünün ilk önce fedakarlık edilen sektörlerden olduğu yargısını güçlendirmektedir (Ergen, 2004). Artan nüfusa ve teknolojik ilerlemelere rağmen eğitim harcamalarının payının istenilen düzeylere getirilememesi, uzun vadede, üstesinden gelinmesinde güçlükler doğabilecek problemleri de beraberinde getirebilecektir. 17 Ġdari fonksiyonel tasnifte eğitim hizmeti harcamaları, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve üniversitelerin bütçelerinden oluģmaktadır. 18 Bu noktada eğitime ayrılan payın azalması olgusu hakkında tutarlı bir değerlendirme yapabilmek için özel sektör tarafından gerçekleģtirilen eğitim harcamalarının da bilinmesi gerekmektedir. Eğer kamuda eğitim harcamalarının azaldığı ya da en azından artmadığı dönemlerde özel sektör harcamalarında bir artıģ söz konusu olursa, baģka bir ifadeyle, söz konusu açık özel sektör yatırımlarıyla telafi ediliyorsa, bu durum, toplumsal anlamda eğitim harcamaları açısından büyük bir kayıp olarak kabul edilmeyebilecektir. Analizlerin bu doğrultuda yapılması bizi daha geçerli sonuçlara götürecektir. Ancak eğitim alanında özel sektör yatırımlarının tam anlamıyla hesaplanarak değerlendirme yapılabilmesi de oldukça güçtür. 109

3.1.1.3. Sağlık Harcamaları Eğitim harcamaları kadar önemli bir diğer hizmet kategorisi de sağlık harcamalarıdır. 19 Bir ülke ekonomisinin güçlü olması, ekonomik büyümenin sağlanıp sürdürülebilir kılınması için sağlıklı bir topluma sahip olunması gereklidir. Sağlıklı bir toplumun varlığından söz edbilmek için ise toplumun ihtiyaçlarını karģılayacak sağlık hizmetlerinin sunulması gerekmektedir. Bu hizmetlerin sağlanması için yapılan tüm harcamalar sağlık harcamaları altında toplanmaktadır. Sadece sağlığın kaybolması durumunda sağlığı yeniden elde etmek için yapılan harcamalar deği aynı zamanda aģılama, cinsel hastalıklarla mücadele gibi sağlığı koruma amacını benimseyen tüm koruma harcamaları ile beslenme, sağlı yatırımları gibi geliģtirme amaçlı harcamalar da sağlık harcaması olarak kabul edilmektedir (UNDP, 2005, 19). Toplumsal önemi ve kazanımı yüksek olan sağlık hizmetlerine yönelik harcamaların bütçe harcamalarından aldığı pay oldukça azdır. Sağlık göstergeleri ile ekonomik göstergeler arasındaki karģılıklı iliģki ekonomik krizlerin yaģandığı dönemlerde kendini daha da belli etmektedir. Ülkelerin ekonomik yaģantılarında meydana gelen krizlerin, sağlık göstergeleri üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Bu etkiler ilk olarak GSYH içindeki sağlığa ve sosyal hizmetlere ayrılan payın düģmesi olarak kendini göstermektedir. Hane halkı gelirinin düģmesi dolayısıyla kötü beslenme ve kötü konut Ģartları oluģabilmektedir(akın, 2007;29). 19 Sağlık hizmeti harcamaları, Sağlık Bakanlığı ve Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğü bütçelerinden oluģmaktadır. 110

Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ġekil 11: Sağlık Harcamalarının GSYH ya Oranı (%) 1980 2009 ġekil 11 incelendiğinde sağlık harcamalarının GSYH ya oranlarında sürekli bir yükselme eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında sağlık harcamalarının GSYH dan aldığı payın son yıllarda giderek arttığını söyleyebiliriz. Buna paralel olarak günümüzde sağlık harcamalarının tüm dünya genelinde hızlı bir Ģekilde yükseldiği bir gerçektir. Ancak bu kapsamda dünya genelinde kamu harcamalarının büyük kısmını oluģturan sağlık harcamalarının altında yatan nedenlerin belirlenmesi de büyük önem taģımaktadır. Yapılan araģtırmalar sonucunda, geliģmekte olan ya da geliģmiģ ülkelerin sağlık harcamalarının artıģ nedenlerinin genelde ortak olduğu kanısına varılmıģtır. Sağlık harcamalarının artıģ nedenleri, ekonomik, teknolojik, sosyal ve kültürel faktörler olarak sıralanabilir (Hansen, King, 1996; 127). Whyness a (1993; 172) göre ise, ana baģlıklar halinde sağlık harcamalarının artma nedenleri, gelirlerin yükselmesi, ihtiyaçların artması ve maliyetlerin yükselmesi olarak verilebilir. Sağlık hizmetlerinin bütçeden aldığı paydaki oranlara bağlı olarak koruyucu sağlık hizmetlerine gerekli öncelik verilememiģ, hızlı kentleģmenin meydana getirdiği kentli nüfusun birinci basamak sağlık hizmeti talebini karģılayacak etkin bir model getirilememiģtir. Sağlık hizmetlerine daha fazla kaynak ayrılması, kaynakların 111

öncelikle maliyet etkililiği yüksek koruyucu sağlık hizmetlerine yönlendirilmesi ihtiyacı önemini korumaktadır (DPT, 9. BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, 2006;22). Türkiye de sağlık hizmeti sunan birimler, birinci basamakta sağlık ocakları, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri, verem savaģ dispanserleri, kamu hastanesi poliklinikleri, özel muayenehaneler ve farklı büyüklüklerdeki kamu dispanserleri ve vakıf poliklinikleridir. Koruyucu sağlık hizmetleri ise, 6203 Sağlık Ocağı, 11.740 Sağlık Evi, 234 Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi, 259 Verem SavaĢ Dispanseri ile ülke genelinde Sağlık Bakanlığı tarafından verilmektedir (Sağlık Bakanlığı, 2005). Türkiye de ikinci ve üçüncü basamakta yataklı tedavi veren 1198 kurumun %66.4 ü Sağlık Bakanlığı, %24.2 si özel kesime, %3.5 i Milli Savunma Bakanlığı ve %4.4 ü üniversitelere ve %1.5 ide diğer kamu kesimine aittir (Sağlık Bakanlığı, 2006). 3.1.2. İdari Tasnife Göre Kamu Harcamaları Ġdari (organik) tasnifin esası, harcamaların, devleti oluģturan idari birimlere göre gruplandırılmasıdır. BaĢka bir ifadeyle, harcamalar, bunları yapan kamu kurum ve kuruluģlarına göre tek tek ayrılmaktadır. Ġdari örgütlenme biçimi dikkate alınmak suretiyle, kamu harcamaları; merkezi yönetim harcamaları ve yerel yönetim harcamaları biçiminde bir tasnife tabi tutulabilmektedir. Savunma, eğitim ve büyük ölçüde sağlık harcamaları ile transfer harcamalarının hemen hemen tamamı merkezi nitelik gösterirken, çevre temizliği, su, Ģehir içi ulaģım gibi yerel ihtiyaçların karģılanmasına yönelik harcamalar da yerel niteliktedir. Kamu hizmetleri geniģ anlamda ele alındığı takdirde; kamu iktisadi teģebbüslerinin, parafiskal kurumların (Sosyal Güvenlik KuruluĢları, meslek odaları gibi) faaliyetleri dolayısıyla yaptıkları harcamalar da bu tasnif kapsamında değerlendirilebilmektedir. Organik tasnif, kamu hizmetlerini gerçekleģtirecek kuruluģların tespitinde, fayda-maliyet analizleri yoluyla tercihlerin belirlenmesinde, savurganlığın önlenmesinde, bütçenin yapımında ve harcamaların muhasebeleģtirilmesinde ve denetiminde önemli faydalar ve kolaylıklar sağlamaktadır. 112

3.1.3. Ekonomik Tasnife Göre Kamu Harcamaları En genel anlamda ekonomik tasnif, kamu harcamalarının ekonomik etkilerine göre ayrıma tabi tutulmasıdır. Literatürde farklı ekonomik tasnifler de yapılmakla birlikte bütçe sistemimizde ekonomik tasnif, kendi arasında gerçek (reel) harcamalar ve transfer harcamaları olarak ikiye ayrılırken, gerçek harcamalar da cari harcamalar ve yatırım harcamaları olarak ikiye ayrılmaktadır. Cari harcamalar, ele alınan döneme gayri safi milli hasılaya (GSMH) katkıda bulunan ve o dönemde tüketilen harcamalardır. Bu harcamalar, ekonominin varolan üretim kapasitesini kullanmak için gerekli mal ve hizmetlerin satın alınmasına yönelik olarak yapılmaktadır (Ulutürk, 1998; 114). Bu bakımdan, bir hizmet veya iģgücü, bir mal veya eģya karģılığında yapılan ödemeler olarak da tanımlanırlar (Erginay, 1973 1974; 80). Cari harcamalar, nitelikleri itibariyle her yıl tekrarlanma görünümündedirler ve faydaları döneminde yok olan giderler olarak kabul edilirler (Akdoğan, 2003; 86). Personel giderleri, mal bedelleri, aydınlatma ve su giderleri, kırtasiye, kira, bakım ve küçük onarım vb. giderler cari harcama niteliğindedir. Ancak bazı kamu harcamalarının etkileri döneminde yok olmadığı, gelecek dönemlere de geçtiği halde, bunların nesnel varlıklar halinde olmamaları, cari harcamalar olarak nitelendirilmelerine neden olmaktadır. Örneğin, eğitim ve sağlık harcamalarının bir üretici güç olarak insan üzerinde gelecek dönemlere de kalıcı etkirli olduğu halde, bunlar kamu muhasebesinde cari harcama sayılmaktadır. Bunlara insan sermayesine yatırım ya da kalkınma carisi de denilmektedir (Bulutoğlu, 1981; 219). Yatırım harcamaları, üretimi artıran, üretkenliği olumlu yönde etkileyen, kaynakların daha iyi kullanılmalarını sağlayan, üretim faktörlerinin verimliliğini çoğaltan, çoğu dayanıklı mal niteliğinde ve faydası birden fazla yıla yaygın mallara yapılan harcamalardır (Gürsoy, 1975; 132). Bir baģka ifadeyle, üretim araçlarını ve dolayısıyla üretim kapasitesi artırmak için yapılan; bir veya birkaç defa kullanmakla tükenmeyen mallar için yapılan harcamalar, yatırım harcamalarıdır (Erginay, 1073 1974; 184). Yatırım harcamaları, ele alınan dönemde, GSMH ya katkıda bulunmakla birlikte, kamu sektöründe sermaye birikimine de yol açmaktadır. Bu 113

durum yatırım harcamalarını ekonominin toplam talep düzeyi üzerinde ve ekonomik kalkınmanın gerçekleģtirilmesi konusunda önemli etkilere sahip kılmaktadır (Ulutürk, 1998; 116). 1930 lu yıllardan itibaren kamu harcamalarının gittikçe önemi artan bir bölümü olan transfer harcamaları, devletin mal veya hizmet gibi bir üretim faktörü elde etmediği; ekonomik, sosyal ve mali nedenlerle satınalma gücünün bir kısım kiģiler veya sosyal gruplara karģılıksız olarak intikal ettirildiği harcamalardır (Öner, Kamu Maliyesi, 1986; 34). Satınalma gücünün bu Ģekilde el değiģtirmesi, doğal olarak, transfer harcamalarından yararlananların satınalma güçlerini artırmaktadır. Diğer bir ifade ile, kaynak dağılımı bu yolla yeniden yapılmaktadır. Transfer harcamalarının en karakteristik özelliği, karģılığında devlete mal ve hizmet ya da üretim faktörü verme zorunluluğunun bulunmamasıdır. Devlet borçlarının faizleri, gazilere ve malullere ödenen maaģlar, sosyal yardımlar, sosyal sigorta yardımları, iktisadi gayeli mali yardımlar, sübvansiyonlar transfer harcamalarına örnek gösterilebilir. 3.1.3.1. Cari Harcamalar Bütçe sistemimizde cari harcamalar, personel ve diğer harcama kalemlerinden oluģmaktadır. Personel gideri kapsamında; aylıklar, sözleģmeli personel giderleri, iģçi ücretleri, sosyal yardımlar, ek çalıģma karģılıkları, tazminatlar ve ödüller, ödenekler, tedavi yardımı ve cenaze giderleri ile diğer personel giderleri yer almaktadır. Diğer cari harcamalar ise; yolluklar, hizmet alımları, tüketim malları ve malzeme alımları, demirbaģ alımları ve diğer ödemelerden oluģmaktadır. 114

Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Bütçe Gelir ve Gider GerçekleĢmeleri ġekil 12: Cari Harcamaları Bütçe ve GSMH Payı 1980-2009 ( %) ġekil 12 de cari harcamaların 20 yıllık dağılımı gösterilmektedir. Cari Harcamaların bütçeden aldığı pay 1992 yılına kadar artıģ trendi sergilerken, bu yıldan sonra sürekli bir azalma seyri izlemiģtir. 1992 yılında yaklaģık merkezi bütçeden yaklaģık %50,8 lik bir pay alan cari harcamalar 2000 yılında %29,1 e, 2009 yılında ise %22,3 düzeyine kadar gerilemiģtir. Cari harcama kalemleri personel ve diğer cari harcamalardan oluģmaktadır. Bu harcamalar ayrı ayrı incelendiğinde ise, cari harcamalar kaleminde görülen bu ciddi tasarruf oranının diğer cari harcamalar kalemlerinde olduğu görülecektir. Çünkü personel giderleri kalemleri oranları incelendiğinde azalma eğilimine rastlanmamaktadır. 3.1.3.2. Yatırım Harcamaları Yatırım harcamaları; üretimi artıran, üretkenliği olumlu yönde etkileyen, kaynakların daha iyi kullanılmalarını sağlayan, üretim faktörlerinin verimliliğini çoğaltan, çoğu dayanıklı mal niteliğinde ve faydası birden fazla yıla yaygın mallara yapılan harcamalardır (Gürsoy, 1975; 132). Bir baģka ifadeyle, üretim araçlarını ve dolayısıyla üretim kapasitesini artırmak için yapılan; bir veya birkaç defa kullanmakla tükenmeyen mallar için yapılan harcamalar, yatırım harcamalarıdır. 115

Yatırım harcamaları faydası uzun dönemli harcamalardır. Yollar, yapılar, barajlar, tesisler, büyük onarımlar, kamulaģtırma giderleri vb. bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bir taraftan kaynakların etkin kullanımı, diğer taraftan dengeli kalkınma ve istihdam düzeyinin yükseltilmesi bakımından yatırım harcamaları büyük önem taģımaktadır. Bazı durumlarda yatırım harcamalarının üretim araçlarını ve üretim kapasitesini artırma özelliği, cari harcamalar için de geçerli olabilmektedir. Nitekim memur aylıkları ve ücretlerin; kamu binalarının bakım ve onarımı için yapılan harcamaların üretime yardımcı olmadığını iddia etmek kolay değildir. Aynı Ģekilde genel yönetim içinde yer alan emniyet hizmetlerine yönelik bazı harcamaların cari nitelikte olması, bu hizmetlere yapılan harcamaların üretken olmadığı anlamına gelmemelidir. Ayrıca, cari harcamalar yapılmadığı takdirde, yatırım harcamaları kapsamındaki hizmetlerin gerçekleģtirilmesi ihtimali bulunmayacağından, cari harcamaların da yatırım harcamaları gibi üretim kapasitesi üzerinde, dolaylı olarak, etkili oldukları söylenebilecektir( Karaaslan, 2007; 4). Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Bütçe Gelir ve Gider GerçekleĢmeleri ġekil 13: Yatırım Harcamaları Bütçe ve GSMH Payları 1980-2009(%) Türkiye de, dıģa açılma süreciyle birlikte, toplam yatırım harcamalarını GSMH içindeki payında dönemler çok ciddi değiģimler söz konusu olmasa da, özellikle özel sektör yatırımlarının sektörler arasındaki dağılımında ticarete konu 116

olan sektörler aleyhine bir geliģme yaģandığı gözlenmiģtir. Bu çerçeveden düģünüldüğünde, Türkiye de ticari serbestleģme politikalarının yurt içi toplam yatırımlar üzerindeki etkisini ele almak ve bu politikaların yatırımlarda sağlanacak bir artıģ yoluyla büyümeyi pozitif etkileyip etkilemediğini değerlendirmek önem kazanmaktadır. 20 2009 yılı gider politikası gerekçesinde, kamu yatırım politikası hedefleri; kamu yatırımlarının etkinliği artırılacak, yatırımlar öncelikli sosyal ihtiyaçları giderecek ve üretken faaliyetleri destekleyecek nitelikteki alt yapıya yönlendirilecek, sektörel, bölgesel ve AB ye uyum yönündeki amaçların gerçekleģtirilmesinde etkili bir araç olarak kullanılacaktır. Yatırım harcamalarının bütçeden aldığı pay incelendiğinde, iniģli çıkıģlı bir seyir görülmektedir. 1980 yılında bütçeden %19,2 lik bir pay alan yatırım harcamaları 1982 yılında düģmüģ, 1984 yılında ise yine yükselmiģtir. 1986 yılında bu kararsız yapı devam etmiģtir. Bütçeden en yüksek payı 1986 yılında %22,3 ile almıģ, takip eden yıllarda genel anlamda düģüģ trendini korumuģtur. 1993 yılında %11,5 e düģen yatırım harcamaları payı, 1995 de krizden payını alarak sadece %6 larda bir oran yakalayabilmiģtir. Yatırım harcamalarının GSMH ya oranları açısından incelediğimizde ise bütçe payında gördüğümüz kararsız yapının devam ettiğini söyleyebiliriz. 1980 yılında %4,5 ile izlenen dönemdeki en yüksek payı almıģtır. 1982 yılında %3,6 ya düģmüģ, 1990 yılında %2,5 a kadar gerilemiģtir. Son olarak 2009 yılında %3,4 e yükselmiģtir. 20 1980 sonrası dıģa açılma politikalarının yatırım kararları üzerinde önemli etki yarattığı; toplam yatırım harcamalarında önemli bir düģüģe yol açmasa da, bu politikalarla yatırımların sektörler arası dağılımının ve karlık alanlarının değiģtiği gözlenmiģtir. 117

Tablo 2: Türkiye de Kamu Yatırımları (2005 2009)* 2005 2006 2007 2008 2009 Proje Sayısı (Adet) 2627 2525 2710 2579 2332 Toplam Proje Tutarı (Cari Fiyatlarla Milyar TL) Cari Yıl Öncesi Kümülatif Harcama (Cari Fiyatlarla Milyar TL) Toplam Program Ödenek (Cari Fiyatlarla Milyar TL) Yatırım Programına Alınan Çok Yıllık Yeni Proje Sayısı (Adet) Toplam Program Ödenek / Toplam Proje Tutarı % Yatırım Stokunun Ortalama Tamamlanma Süresi (yıl)** 206,7 200,4 209,3 219 245,8 84,0 86,5 93,5 102,4 110,9 16,2 17,5 17,1 17,1 21,5 137 155 161 180 279 7,8 8,7 8,2 7,8 8,7 6,6 5,5 5,8 5,8 5,3 *Mahalli idare yatırımları, kamulaģtırma harcamaları ve yatırım programında toplam dıģı tutulan yatırımlar hariçtir. ** Mevcut stokun, ilgili yıldaki program ödenek seviyesiyle tamamlanması için gereken ilave süreyi göstermektedir Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı 2010 Yılı Programı 2009 yılı yatırım programında yer alan 2.332 projenin 4,4 milyar TL tutarındaki 627 adedi yıl içinde baģlanıp bitirilmesi programlanan yıllık projelerden oluģmaktadır. Ayrıca 2009 yılında toplam proje tutarı 10,3 milyar TL, 2009 yılı ödeneği 1,1 milyar TL olan 279 adet çok yıllık yeni proje yatırım programına dahil edilmiģtir. 2009 yılı yatırım programında 2.332 projeye yapılan 21,5 milyar TL tutarındaki tahsis içinde 24,2 oranındaki pay ile ulaģtırma haberleģme sektörü ilk sırayı almıģ, bunu yüzde 19,4 ile diğer kamu hizmetleri, yüzde 15,9 ile eğitim, yüzde 13,1 ile enerji ve yüzde 12,9 ile tarım sektörleri izlemiģ, sağlık sektörünün payı ise yüzde 7,6 olmuģtur. 2009 yılı yatırım tahsisleri içinde madencilik, imalat, turizm ve konut sektörlerinin toplam payı ise yüzde 7 olmuģtur. 2009 yılı yatırım programına göre; 245,8 milyar TL tutarındaki 2.332 proje için 2008 yılı sonu itibariye gerçekleģtirilen kümülatif harcama tutarı 110,9 milyar TL olup, tamamlanmak üzere kalan proje stoku büyüklüğü 134,9 milyar TL dir. Bu durumda, 2009 yılı ödeneklerinin tamamının harcanacağı, kamu yatırımları için sonraki yıllarda da 2009 yılı düzeyinde ödenek ayrılacağı ve programa yeni proje alınmayacağı varsayımıyla, mevcut stokun 118

tamamen bitirilebilmesi için 2009 yılı sonrasında 5,3 yıllık bir süre gerekmektedir (2010 Programı, 2009; 32). 2002 2009 döneminde genel devlet kapsamındaki kamu sabit sermaye yatırımlarının (KSSY) GSYH içindeki payının ortalamaları dikkate alındığında, ülkemizde AB üyesi ülkelerin ortalamalarından daha az oranda KSSY gerçekleģmektedir. Söz konusu ülkelerin yüzölçümünün ve nüfusunun Türkiye den daha az olduğu, mevcut geliģmiģlik seviyelerinin Türkiye den daha yüksek olduğu, mevcut altyapı ihtiyaçlarının büyük ölçüde tamamlanmıģ olduğu ve GSYH ların mutlak büyüklüğü dikkate alındığında ülkemizde daha fazla kamu yatırımı yapılması gereği ortaya çıkmaktadır. 3.1.3.3. Transfer Harcamaları Transfer harcamaları doğrudan milli gelir üzerinde etki meydana getirmeyen ve satın alma gücünün özel Ģahıslar ve sosyal gruplar arasında el değiģtirmesine neden olan harcamalardır(önder, 1974; 32). Bütçe sistemimizde en öneli transfer harcaması kalemi faiz ödemeleridir. Bunun dıģında kurumlara katılma payı, iktisadi transferler ve yardımlar, mali transferler, sosyal transferler, diğer borç ödemeleri, fon ödemeleri, kamulaģtırma ve diğerleri olarak bir ayrım yapılmaktadır. Karakteristik özelliği, karģılığında devlete mal ve hizmet ya da üretim faktörü verme zorunluluğunun bulunmaması olan transfer harcamalarını, kendi içinde üçe ayırmak mümkündür. a-) Dolaysız Dolaylı Transfer Harcamaları Dolaysız transfer harcamaları, bireylerin gelirlerini doğrudan doğruya artıran kamu harcamalarıdır. Devlet borçlarının faizleri, gazilere ve malullere ödenen maaģlar, sosyal yardımlar, sosyal sigorta yardımları bu tip harcamalara örnek olarak gösterilebilir. Dolaylı transfer harcamaları ise, iktisadi gayeli mali yardımlar ve sübvansiyonlar (tarım, banka, sanayi, ulaģtırma vb. sektörlere) olarak karģımıza çıkmaktadır. Tüketim mallarının destekleme satıģlarla fiyatlarının düģürülmesi, tüketicilerin gelirlerini dolaylı bir biçimde artırırken; üreticilerin mallarının 119

fiyatlarının destekleme alımlarıyla yüksek tutulması halinde ise, üreticilerin gelirleri yaptıkları üretime, satıģa bağlı ve orantılı olarak artacaktır. b-) Gelir Sermaye Transferi Harcamaları Dolaylı yada dolaysız olsun gelir aktarması Ģeklinde uygulanan transfer harcamalarına gelir transfer harcamaları denilmektedir. Ancak transfer harcamaları daima gelir aktarması Ģeklinde ortaya çıkmamakta; bazı durumlarda sermaye aktarımı niteliği kazanabilmektedir. Bunun en belirgin örneği savaģtan mağlup çıkan devletlerin galip devletlere ödediği savaģ tazminatıdır.(türk, 196; 53). Ayrıca ihraç mallarında vergi iadeleri veya zirai üretimde kullanılacak akaryakıtların vergi dıģı bırakılması da sermaye transferi olarak kabul edilmektedir. c-) Verimli Verimsiz Transfer Harcamaları Hangi harcamaların verimli, hangi harcamaların ise verimsiz transfer harcamaları olduğu hususunda ciddi tartıģmalar olmakla birlikte, bu ayrım için iktisadi amaçlı (üretken) transferler verimli, sosyal amaçlı (üretken olmayan) transferler verimsiz tanımlaması yapılmaktadır. Bazı durumlarda iktisadi amaçlı transferlerden verimli olmayanlar da ortaya çıkabilmektedir. Örneğin A.B.D de çiftçilere aktarılan kaynaklar, ekonomide kaynak israfına yol açtıklarından, verimli transfer harcamaları olarak değerlendirilmemektedir. 120

Not: Genel devlet; merkezi yönetim bütçesi, mahalli idareler, döner sermayeli kuruluģlar, ĠĢsizlik Sigortası Fonu, sosyal güvenlik kuruluģları ve bütçe dıģı fonları kapsamaktadır. Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı 2010 Yılı Programı ġekil 14: Genel Devlet Toplam Transfer Harcamaları Bütçe ve GSYH Payı ġekil 14 verileri değerlendirildiğinde transfer harcamalarının son dört yılda özellikle 2009 yılında sürekli bir artıģ yaģadığı görülmektedir. Son dönemlerde bütçe bir nevi transfer bütçesi haline gelmesi nedeniyle 21, 1986 yılından itibaren devlet borçları anapara ödemeleri bütçe dıģına çıkarılmıģtır. Bu uygulama bile bütçenin transfer harcamaları kalemindeki hızlı artıģı engelleyememiģtir. Bunda en büyük etken borç faizlerinin önlenemeyen yükseliģidir. Dünyada birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de sosyal güvenlik ve sosyal güvenlik harcamaları konusu sürekli olarak gündemin ilk sıralarına yerleģmiģtir. Sosyal güvenlik kuruluģları olarak adlandırılan Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumu nun yıllar itibariyle mali dengelerinin bozulması ve artan açıklarla birlikte, merkezi bütçeden bu kuruluģlara transfer yapılması söz konusu olmuģtur 22. 21 Öyle ki, 2009 yılı itibariyle toplam cari harcamalar 87.448 milyon TL, yatırım harcamaları 18.817milyon TL iken transfer harcamaları 161.953 milyon TL ile en yüksek harcama kalemi olmaktadır. 2010 yılı program tahminlerine göre toplam bütçe gelirlerinin 215.458 milyon TL olduğu düģünülürse transfer harcamaları bütçe gelirlerinin yarısından fazlasını kapsamaktadır. 22 1994 yılına kadar sadece Emekli Sandığı na transfer ödemesi yapılmaktayken, bu yıldan itibaren SSK ya ve 1995 yılından itibaren Bağ-Kur a kaynak aktarılmaya baģlanmıģtır. 121

Transfer harcamaları içerisinde cari transferler 23 en yüksek kalemi oluģtururken faiz giderleri cari transferleri izlemektedir. Ancak faiz gideri harcamaları son dört yıl içerisinde giderek azalmıģtır. Son yıllarda geliģmiģ ve geliģmekte olan bütün dünya ülkelerinde transfer harcamaları, personel harcamaları gibi toplam ve kamu harcamaları içinde büyük pay sahibi olmaya baģlamıģtır. GeliĢmiĢ ülke bütçeleri incelendiğinde transfer harcamalarının bütçe içindeki payı yüksek olan harcama türü olarak karģımıza çıkmaktadır. Ancak bu ülkelerin bütçelerinde yer alan transfer harcamaları genellikle sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ağırlıklıdır. Bu noktada Türkiye de transfer harcamalarının artıģı olumlu bir geliģme gibi görülse de transfer harcamaları tranfer harcamaları ödenek türleri itibari ile incelendiğinde, Türkiye de geliģmiģ ülkelerin tersine sağlıksız bir yapının varlığı ile karģılaģılmaktadır (Kapıcı, 2007;172). 3.1.4. Analitik Bütçe Tasnifine Göre Kamu Harcaması Kökeni Fransızca olan analitik kelimesi, Türkçe ye de geçmiģ olup çözümlemeli, çözümlemeye dayanan, çözümle ilgili, tahlil anlamlarında kullanılmaktadır. ABS, analitik kelimesinin anlamına uygun olarak çözümlemeye dayanan bir sınıflandırma ortaya koymaktadır. Bütçenin mali politika aracı olarak kullanılmaya baģlamasıyla birlikte, sosyo-ekonomik gereksinimleri karģılayacak çeģitli bütçe kuramları (bütçe teorisi) ortaya çıkmıģtır (CoĢkun, 2000; 22). Devri bütçe, telafi edici bütçe, sıfır tabanlı bütçe, performans bütçe ve program bütçe en çok bilinen bütçe kuramlarıdır. Bu kuramlar, önemli addedilen herhangi bir konuyu veya konuları öne çıkarmak suretiyle bir bütçeleme politikası oluģturmakta ve bu politikanın esaslarını ortaya koymaktadır. Oysa; Analitik Bütçe Sınıflandırması (ABS) sadece bir bütçe sınıflandırma modelidir. Dolayısıyla, ABS nin bütçe kuramlarının amaçlarına benzer amaçları ve politikaları yoktur. Söz konusu kuramlardan beklenen faydaları da ABS den beklememek gerekir. Bununla birlikte, bütçe sınıflandırması, verilerin; - Ölçmeye dayandırılarak elde edilmesini, 23 Cari Transferler; görev zararları, hazine yardımları, kar amacı gütmeyen kuruluģlara yapılan transferler, hane halkına yapılan transferler, yurt dıģına yapılan transferler ve gelirden ayrılan paylardan oluģmaktadır. 122

- Sade ve az tekrar edilir olmasını, - Güvenilir olmasını, - En az iģlemle konsolide edilmesini, - Ülkeler, dönemler ve kurumlar arasında karģılaģtırılabilmesini, Sağlayabilmeli ve uluslar arası standartlara uygun olmalıdır (Demirel, 2001; 9). Bu özellikleri taģıyan bir sınıflandırma bütçenin çağdaģ iģlevlerinin yerine getirilmesi açısından önem taģımaktadır. Analitik Bütçe Sınıflandırmasının yapısı; 2004 yılından itibaren uygulanmaya baģlanan Analitik Bütçe Sınıflandırması; - Kurumsal Sınıflandırma - Fonksiyonel Sınıflandıma - Finansman Tipi Sınıflandırma - Ekonomik Sınıflandırma Olmak üzere dört farklı kod grubu ve on üç düzeyden oluģmaktadır. Her bir düzey ise bir veya iki haneli koddan oluģmaktadır. Kurumsal, fonksiyonel, finansman tipi ve ekonomik sınıflandırma gruplarının yapıları ile hedeflenen faydalar sırasıyla Ģu Ģekilde açıklanabilir: 3.1.4.1. Kurumsal Sınıflandırma Siyasi ve idari sorumluluğun belirlenmesini ve program sorumlularının tespitini hedeflerken, aynı anayasal otoriteye tahsis edilen kaynakların aynı kodda yer alması ilkesini benimsemektedir. Siyasi ya da bürokratik olarak yönetim yetkisi kurumsal sınıflandırmanın temel kriteri olarak kabul edilmektedir. ABS nin ilk kodlama grubu olan kurumsal sınıflandırma, kamu yönetimi içinde yer alan kurumların idari yapıları dikkate alınarak oluģturulmuģtur. Bu sınıflandırmanın iki haneli ilk düzeyinde toplam 23 kurum kodu mevcuttur. Bu kurumlardan CumhurbaĢkanlığı 01, T.B.M.M 02, Anayasa Mahkemesi 03, Yargıtay 04, DanıĢtay 05, SayıĢtay 06, BaĢbakanlık 07 kodları ile ifade edilmektedir. 08-22 kodları on beģ icracı bakanlığa verilirken,38 kodu ise Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) ile tüm yüksek öğretim kurumlarının ortak kodu olmuģtur. 123

Kurumsal sınıflandırmanın ikinci düzeyi birinci düzeyde sayılan kurumların yöneticilerine karģı doğrudan sorumlu olan birimleri kapsamaktadır. BaĢbakanlığın veya herhangi bir icracı bakanlığın müsteģarlık birimi bu düzeyde gösterilir. Diğer taraftan, Devlet Personel Dairesi BaĢkanlığı (69), Hazine MüsteĢarlığı (82), Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliği (68) ve benzeri birimler de, birinci düzeyde yer alan BaĢbakanlığın ikinci düzey kodları ile gösterilmektedir. Birinci düzeyde 38 kodunu ortak olarak kullanan Yüksek Öğretim Kurulu ile Üniversiteler, ikinci düzeyde 01 95 arasındaki kodlarla ifade edilmektedir. YÖK ün ikinci düzey kodu 01 olup, kalan 95 kod ise devlet üniversitesinden her birine dağıtılmıģtır. Bu durumda örneğin 17 kodlu Selçuk Üniversitesi, kurumsal sınıflandırmada 38.17 olarak gösterilmektedir. Kurumsal sınıflandırma ile değiģik kurumlardaki aynı görev tanımlı birimler arasında mukayese yapılması da sağlanmıģ olur. 3.1.4.2. Fonksiyonel Sınıflandırma ABS nin önemli bir kodlama grubu olan fonksiyonel sınıflandırma, kamu hizmetlerinin türlerine göre tasnif edildiği kodlama grubudur. Kamu harcamalarının, kamu hizmetlerinin niteliğine göre ayrımıdır. Fonksiyonel ayrımın amacı, çeģitli devlet faaliyetlerinin maliyetinin tespit etmektir. Devletin klasik ve sosyo ekonomik nitelikteki hizmetleri göz önünde tutulmakta, her bir hizmet grubu için yapılan giderler dikkate alınmaktadır. Aynı hizmet, birden fazla kamu kuruluģu aracılığı ile gerçekleģtiriliyor ise; her kuruluģun o hizmet için yaptığı giderler toplanmakta ve böylece her hizmet için toplam gider belirlenmektedir. Bir bütün olarak çeģitli kamu hizmetlerinin maliyetlerini görmeye, bu maliyetlerle ilgili olarak karģılaģtırmalar yapmaya ve dolayısıyla hizmetlerin daha verimli olmasını sağlamaya fırsat veren bu ayrım, genellikle yarı toplumsal ya da piyasa konusu olabilir nitelikteki hizmetlerin etkinleģtirilmesi, maliyet ya da analizlerin yapılabilmesi bakımından daha fazla yarar sağlayabilmektedir. Fonksiyonel sınıflandırma devlet faaliyetlerinin tümünü göstermek üzere tasarlanmıģ ve devlet faaliyetleri 10 fonksiyona ayrılmıģtır. Bu ana fonksiyonlar ve son dört yılın bütçe ödenekleri ve GSMH oranları Tablo 3 de verilmektedir. 124

Son dört yılın bütçe ödenekleri dikkate alındığında genel kamu hizmetleri merkezi yönetim bütçe harcamalarının en büyük kalemini oluģturmaktadır. Genel Kamu Hizmetlerini ise sırasıyla Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri, Ekonomik ĠĢ ve Hizmetler, Savunma Harcamaları ve Kamu Düzeni ve Güveni Hizmetleri izlemektedir. Tablo 3: Fonksiyonel Sınıflandırmaya Göre Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri ve GSMH Payları Kamu Harcama Kalemleri Bütçe Payı (%) GSMH Oranı (%) 2006 2007 2008 2009 2006 2007 2008 2009 Genel Kamu Hizmetleri 41,66 40,62 39,69 37,58 13,45 13,19 9,36 8,76 Savunma Hizmetleri 6,86 6,41 6 5,64 2,21 2,08 1,42 1,32 Kamu Düzeni ve Güv. Hiz. 5,85 6,23 6,01 6,06 1,89 2,02 1,42 1,41 Ekonomik ĠĢl. Ve Hizmetleri 11,22 10,01 9,62 10 3,62 3,25 2,27 2,33 Çevre Koruma Hizmetleri 0,07 0,12 0,11 0,1 0,02 0,04 0,03 0,02 Ġskan ve Toplum Ref. Hiz. 1,58 2,06 1,11 1,27 0,51 0,67 0,26 0,3 Sağlık Hizmetleri 4,67 3,61 5,3 5,2 1,51 1,17 1,25 1,21 Dinlenme, Kültür ve Din Hiz. 1,48 1,53 1,61 1,62 0,48 0,5 0,38 0,38 Eğitim Hizmetleri 12,36 13,04 12,91 13,32 3,99 4,23 3,04 3,11 Sosyal Güv. Ve Sos. Yardım Hiz 14,25 16,4 17,64 19,2 4,6 5,32 4,16 4,48 Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Bütçe Gelir ve Gider GerçekleĢmeleri Fonksiyonel sınıflandırma, bütçenin çağdaģ iģlevlerinin yerine getirilmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu anlamda, belli hizmetlere ağırlık verilmesi, belli hizmetlerin nispeten kısılması bu sınıflandırma ile mümkün olabilecektir. Böyle bir sınıflandırmanın yapılmadığı dönemde, kurumlar, önceki yıllarda aldıkları ödeneklerin yeni yılda mümkün olduğunca artırılmasını istemektedirler. En azından ödeneklerin artıģ oranının, enflasyon artıģ oranının altına düģmemesi için çaba harcarlar. Öte yandan, harcanmayan ödeneklerin yılsonunda iptal edileceği dikkate alınarak elde kalan paranın da bir Ģekilde harcanması yoluna gidilir. Ġdareleri bu Ģekilde davranmaya yönelten sebep sonraki yıllarda temin edilecek ödeneğin oransal olarak düģmesini engellemektir. Bu sınıflandırma ile birlikte, devlet faaliyetlerinin türü ve miktarının belirlenmesi öncelik kazanacağından hangi kurumun ne kadar ödenek alacağı ikinci derecede önemli hale gelmiģtir. 125

3.1.4.3. Finansman Tipi Sınıflandırma Genel devlet tanımına giren bütün kurumları kavrayabilmek için ihtiyaç duyulmuģ ve devirli ödenekleri izlemek için getirilmiģ bir sınıflandırma Ģeklidir. Tek düzey ve tek koddan oluģan finansman tipi sınıflandırma, Kamu Ġktisadi TeĢebbsleri dıģında Devlet tanımına giren bütün kurumları kapsamakta olup harcamanın finanse edildiği kaynağı göstermektedir. Bu sınıflandırmanın kod numaraları ile harcamanın yapılabileceği kaynaklar Ģu Ģekilde gösterilebilir. 1- Genel Bütçe, 2- Katma Bütçe, 3- Sosyal Güvenlik Kurumları, 4- Özerk KuruluĢlar, 5- Döner Sermayeler, 6- Özel Ödenekler, 7- DıĢ Proje Kredileri, 8- Bütçe DıĢı Fonlar. Finansman tipinin belirlenmesinde ödemenin nereye yapıldığı hususu önem taģımamaktadır. Finansman tipi sınıflandırmayla, aynı zamanda, dıģ proje kredileriyle özel ödeneklerin takibi de olanaklıdır (T.C. Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, 2004 Bütçe Çağrısı). 3.1.4.4. Ekonomik Sınıflandırma Devlet faaliyetlerinin milli ekonomi üzerindeki etkilerine göre gruplanmasıyla oluģturulan ekonomik sınıflandırma kamunun milli gelir ve piyasa üzerindeki etkilerinin ölçülmesini amaçlamaktadır. Bu sınıflandırma, bütçe politikalarının seçici bir Ģekilde uygulanmasını sağlamaktadır (2004 Bütçe Gerekçesi, 2003; 51). ÇağdaĢ bütçe iģlevleri açısından fonksiyonel sınıflandırma gibi önemli bir yere sahip olan ekonomik sınıflandırma, dört düzeyli ve altı haneli bir kod grubundan oluģmaktadır. Devlet faaliyetlerinin milli ekonomi üzerindeki etkilerinin gruplandırılması hedeflenerek oluģturulmuģ olan bu sınıflandırmada ayrılabilen ve izlenmesi anlamlı olan bütün maliyetlerin ayrı tertiplerde bütçelenmesi gerekmektedir (KocabaĢ, 2004; 66). Diğer üç sınıflandırma (kurumsal, fonksiyonel ve finansman tipi) sadece Gider bütçesi ile ilgili iken, baģka bir ifadeyle bütçe kanunlarının (A) iģaretli cetveli ile verilen ödeneklerin kodlanmasında kullanılırken, ekonomik sınıflandırma, 1- Harcama ve borç vermenin sınıflandırmasında 2- Gelirlerin sınıflandırmasında 126

3- Finansmanın (gelir gider farkının) sınıflandırmasında kullanılmaktadır. Harcama ve borç vermenin ekonomik sınıflandırması, harcama ve borç verme olmak üzere iki iģlemi kapsamaktadır. Harcama, geri ödemesi yapılmayan devlet ödemeleri olarak tanımlanabilir. Harcamaların ekonomik sınıflandırması yapılırken harcamanın, - Cari veya sermaye harcaması mı olduğu - KarĢılıklı veya karģılıksız mı yapıldığı - KarĢılıklı ise hangi mallar ve hizmetler karģılığında yapıldığı - Devlet içi veya devlet dıģı kesimlere mi yapıldığı gibi kriterlere bakılmaktadır. Personel giderleri, sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi giderleri, bütçe kanunları ile belirlenmiģ asgari değeri aģmayan ve normal ömrü bir yıl veya daha uzun olmayan mal ve hizmet alım giderleri, faiz giderleri ile savunmaya yönelik (askeri lojman alımı, yapımı ve büyük onarım için yapılan harcamalar hariç) harcamalar cari giderlerdir. Bütçe dıģındaki kurumların cari nitelikli giderlerini finanse etmek amacıyla bütçeden yapılan karģılıksız ödemeler ise cari transfer giderleridir. Bütçe kanunları ile belirlenmiģ asgari değeri aģan ve normal ömrü bir yıl veya daha uzun olan mal ve hizmet alımları ile sabit sermaye edinimleri ve gayrimenkullerin ya da gayri maddi aktiflerin edinimi için yapılan ödemeler sermaye giderleri içinde yer alır. Ödemenin yapıldığı kesimin sermaye nitelikli harcamalarını karģılamak amacıyla karģılıksız olarak yapılan ödemeler ise sermaye transferi olarak kabul edilir. Borç verme ise, kamusal bir amaçla bir mali hakka (geri ödemesi olan anlamında) ya da taahhüde dayalı olarak yapılan iģlemdir. Verilen borçlar gider bölümünde sınıflandırılırken, geri ödemeler gelirler bölümüne dahil edilmektedir. Borç verme, bütçe sınıflandırması içinde ilk defa açıkça bütçelenmektedir. Harcama ve borç vermenin ekonomik sınıflandırması dört düzeyli bir kodlama grubundan oluģmaktadır. Gider bütçeleri ile verilen ödeneklerle yapılan harcamaların, cari veya sermaye harcaması mı, olduğu, karģılıklı veya karģılıksız mı yapıldığı vb. gibi bilgiler ekonomik sınıflandırma ile elde edilebildiğinden bu 127

sınıflandırma, hem bütçe politikalarının seçici bir biçimde uygulanmasını sağlamakta hem de Gayri Safi Milli Hasıla hesaplamalarında kullanılabilmektedir. Gelirlerin ekonomik sınıflandırması, karģılıklı veya karģılıksız olarak herhangi bir mali hakka dayanmaksızın yapılan gelirlerin sınıflandırılmasıdır. Bütçe kanunlarının (B) iģaretli cetvelinde gösterilmektedir. Gelirlerin ekonomik sınıflandırması da dört düzeyden oluģmaktadır (Karaaslan, 2005; 22). Finansmanın (gelir gider farkının) ekonomik sınıflandırması, devletin finansman açıklarını karģılamak amacıyla kendi yükümlülükleri karģılığında yaptığı ödeme ve tahsilatlar olarak tanımlanan finansman ın ekonomik sınıflandırmasıdır. Bu sınıflandırmanın yukarıda geçen finansman tipi sınıflandırma ile karıģtırılmaması gerekir. Finansmanın ekonomik sınıflandırması, bütçe gelirleri ile giderler arasındaki açığın hangi kaynaklardan finanse edildiğini, diğer taraftan, gelirler ile giderler arasında bir fazlalığın söz konusu olması halinde ise bu fazlalığın nasıl değerlendirildiğini gösterir. Finansmanın ekonomik sınıflandırması merkezi bütçe açısından Hazine MüsteĢarlığınca Hazırlanacak olup, bütçe kanunlarında yer almayacaktır. 3.1.5. Fayda Ölçütüne Göre Kamu Harcamaları Kamu harcamaları sağladıkları faydaların niteliklerine göre de sınıflandırılmaktadırlar. Ġlk defa Alman maliyecisi Chan tarafından yapılan ve sonraları Amerikan maliyeci Plehn tarafından geliģtirilen bu tasnifi dört alt baģlık halinde incelemekte yarar bulunmaktadır. a- Tüm Topluma Fayda Sağlayan Harcamalar: Kamu yararı nedeniyle devlet tarafından gerçekleģtirilen; niteliği itibariyle ölçülmeyen ve bölünemeyen ve toplumun tüm fertlerinin birlikte yararlandıkları hizmetlere (emniyet, savunma, yasama, alt yapı vb.) yapılan harcamalar bu nitelikte harcamalardır (Gürsoy, 1975; 58). b- Sadece Toplumun Bir Bölümüne Fayda Sağlayan Ancak Nihai Olarak Tüm Topluma Yararlı Olan Harcamalar: Bu harcamalar, özel olarak ve dolaysız bir Ģekilde bazı kiģilere yarar sağlamasına rağmen sonuçta dolaylı olarak topluma da 128

maddi ve manevi fayda sağlayan harcamalardır. Devletin fakirlere, kimsesizlere ve muhtaçlara yaptığı harcamalar bu kategori içinde yer almaktadır (Öner, 1987; 35). c- Tüm Topluma Faydalı Olmakla Beraber Bazı Fertlere Özel Menfaat Sağlayan Harcamalar: Bu tarz hizmetlerin gerçekleģtirilmesi için yapılan kamu harcamaları, esas itibariyle, toplumun tümü dikkate alınarak yapılmaktadır. Ancak bu hizmetlerden (adalet, trafik, PTT, noterler vb.) bazı kiģiler hiç yararlanmadıkları halde bazıları da sürekli olarak yararlanmaktadır. d- Fertlere Özel Fayda Sağlayan Harcamalar: Bu harcamaların özelliği bireylere ölçülebilir ve bölünebilir fayda sağlayan mal ve hizmetlerin üretimi ile ilgili olmalarıdır. Devletin kurduğu ticari ve sınai mahiyetteki teģebbüslerle, mali tekellerin giriģtiği faaliyetler için yapılan harcamalar bu grupta toplanmaktadır ve bu mal ve hizmetlerden sadece bu mal ve hizmeti kullananlar yararlanmaktadır. 3.2. Türkiye de Kamu Harcamalarının Gelişimi ve Ekonomik Büyümeye Etkisi Türkiye ekonomisinde uygulanmıģ iktisat politikalarına bakıldığında, dönemler itibariyle ciddi kırılmaların varlığı dikkati çekmektedir. Bu kırılmaların varlığı, elbette değiģen ekonomik konjonktüre bağlı olarak açıklanabilir. Ancak birbirini takip eden dönemler itibariyle uygulanan politikaların tutarsızlığı çok ciddi bir sorunu ortaya koymaktadır. Ekonomimizde uygulanan devlet politikaları, hemen hemen her iktidar değiģiminde farklı bir alana çevrilmiģ, bu ciddi ve genellikle tutarsız değiģimler hem ekonomide karģılaģılan sorunların çoğunun çözümsüz kalmasına hem de iktisadi büyüme ve kalkınmanın devlet tarafından iyi organize edilememesine neden olmuģtur (Fikir, 2010; 103). Ekonomide olumlu geliģmelerin yaģandığı hemen her dönemin ardından mali disiplin bozulması ve kamu harcamalarının israf edilmesi, karģılaģılan sorunlara geç ve yetersiz bir Ģekilde müdahale edilmesi, kriz döneminin aģılması ile yeniden hesapsız ve disiplinsiz uygulamalara dönülmesi adeta ekonomi yönetimimizin genel karakteri haline gelmiģtir (Sönmez, 1998; 60). Türkiye de ekonomik geliģmelere iliģkin izlenen siyasete bakıldığında, Cumhuriyetin kuruluģundan günümüze dek önemli bir değiģme göstermemiģ olmakla 129

beraber bu siyasetin anahtarı, devletin özel giriģimi önce oluģturmak, sonra da desteklemek için aldığı önlemler Ģeklinde olmuģtur (Kongar, 1999; 23). Türkiye de kamu harcamalarının boyutları özellikle son yıllarda giderek artan faiz giderleri ve sosyal güvenlik harcamalarının etkisiyle bu konuda yapılan çalıģmalarda ön plana çıkmıģtır. Böylelikle Kepenek ve Yentürk (2005; 269) devletin ekonomide yerinin tartıģılır olduğunu ve bu durumun sonucu olarak son yıllarda bağımsız düzenleyici kurul kavramının uygulamaya konulduğuna vurgu yapmaktadır. ġöyle ki bu konuda 2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planının temel ülkelerinden biri Ģu Ģekildedir; Devletin ticari mal ve hizmet üretiminden çekilerek, politika oluģturma, düzenleme ve denetleme iģlevlerinin güçlendirilmesi esas olacaktır (DPT, 2006; 3). Dokuzuncu BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, devletin ekonomiye müdahalesini olabildiğince azaltmak amacıyla düzenleme ve denetleme iģlevlerinde devletin varlığına olan ihtiyaç vurgulanmaktadır. Bu bölümde öncelikli olarak Türkiye de kamu harcamalarının dönemler itibariyle seyri üzerinde durulacaktır. 3.2.1. 1950-1960 Dönemi Bu dönemde uygulanan politikaların özünde, serbest piyasa mekanizmasına dayalı bir geliģme ve büyüme stratejisi yatmaktadır. Öncelikle dıģ ticarette korumacı politikalar terk edilerek serbest dıģ ticaret politikasına geçilmiģtir. Kambiyo rejiminde yapılan serbestleģtirmeler ve bağlantılı düzenlemeler ile yabancı sermaye giriģi artırılmaya çalıģılmıģtır. KĠT lerin fonksiyonları azaltılmıģ, devletin piyasa sistemine müdahalesi minimize edilmeye çalıģılmıģtır. Devlet daha çok özel sektörü tamamlayıcı nitelikte harcamalar yapmaya yönelmiģtir. Kamunun kaynakları bu dönemde özellikle fiziki sermaye yatırımlarına yöneltilmiģtir (Temel, 1998; 74). Demokrat Parti Hükümeti nin yönetimde olduğu 1950-1960 döneminde devletin ekonomideki yerinin daraltılması ve iktisadi kalkınmanın özel kesim eliyle gerçekleģtirilmesi politikası takip edilmiģtir (ġahin, 2002; 103). Ancak özellikle 1953 yılından sonra iktisadi devlet teģekküllerine yenilerinin eklenmesi ve mevcut olan teģekküllerin iģtirakler yoluyla çeģitli alanlara yayılması, ülkede liberal ekonomi 130

politikasına karģın devletçi bir yapının izlendiğinin göstergesidir (Sağlam, 1981; 88). Aynı zamanda ekonominin dıģa açılmasının ardından dıģ ticaretin ekonomiye etkisi hissedilmeye baģlanmıģ ve ilk olarak 1946 yılında yapılan devalüasyon ile belirirken sonrasında ikinci bir devalüasyon 1958 yılında yapılmıģtır. Ġkinci devalüasyon ekonomik bunalımın bir göstergesi olmuģtur (Kepenek ve Yentürk, 2005; 121). Türk Vergi Sistemi nde çok ciddi bir reforma gidilmiģ, Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi yürürlüğe konmuģtur. Toplam istihdamın yaklaģık %80 nini barındıran ve GSMH nında yarısını üreten tarım sektöründe üretim ve verimliliğin artırılmasına çalıģılmıģtır. Böylece ihracatın artırılması ve kalkınmanın finansmanının sağlanması amaçlanmıģtır. Bu dönemde yapılan kamu yatırımlarının yarısı altyapı yatırımlarına harcanmıģtır. UlaĢım, iletiģim ve enerji alanlarına yapılan yatırımlar ile hem piyasanın sağlıklı bir Ģekilde iģleyebilmesi için gerekli ortam yaratılmaya hem de istihdamın artırılması çalıģılmıģtır (Yenal, 2003; 78-82). 1950 yılında Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kurulmuģ, özel sektör yatırımlarının uzun vadeli finansmanı sağlanmaya çalıģılmıģtır. Yerli yatırımcıların desteklenmesinin yanında, 1954 yılında çıkarılan Yabancı Sermayeyi TeĢvik Kanunu ile yabancı yatırımcılarında teģvik edilmesi kararlaģtırılmıģtır. Bu düzenlemeler ile hem yatırımların artırılması hem de oluģacak teknoloji transferi ile verimliliğin artırılması amaçlanmıģtır. 1948 de Marshall Planı çerçevesinde yapılan yardımın devreye girmesiyle tarımda makineleģme hızlanmıģ ve iģlenen tarım arazileri geniģlemiģtir (Temel, 1998; 74). Uygulanan politikalar ile dönemin baģında ortalama %10 un üzerinde bir büyüme hızına ulaģılmıģ, özel sektörün güçlenmesi ve geliģmesi sağlanmıģ, kentleģme hızlanmıģtır. 1950-1953 yılları arasında tarımda büyüme %12,2 ve sanayide de %10,5 olarak gerçekleģmiģtir (Kazgan, 2008; 35). Türkiye de 1950-1953 yılları arasında milli gelirde hızlı bir artıģ görülmektedir (DPT, 1963; 15). Ancak, önce 1954 yılında yaģanan kuraklık sebebiyle tarım üretiminde meydana gelen ciddi gerilemenin yarattığı arz Ģoku ve daha sonra yapılan yatırımların finansmanında yaģanılan güçlükle ekonominin zor günler geçirmeye baģlamasına neden olmuģtur (Yenal, 2003; 83-84). Bu sorunların üzerine, devlet kontrolü altındaki döviz değererinin düģük tutulması sonucu dıģ 131

ticaret politikasında yapılan hatalar ile hızlı bir Ģekilde artan ithalat, döviz darboğazına sebep olmuģtur (Sönmez, 1998; 59). Ortaya çıkan sorunlar sonucunda Türkiye 1958 yılında moratoryum 24 ilan etmek zorunda kalmıģtır. DıĢ ödemelerin sorun olması, döviz darboğazı ve enflasyon bu dönemde ekonomiyi bunalıma sürüklemiģtir. 1950 li yıllarda sermaye kesiminin güçlenmesini siyasal yönetimde etkin olmaları yönünden olumsuz bir durum olarak gören bürokratlar ekonominin planlanmasını istemiģlerdir (Kepenek ve Yentürk, 2005; 145). Böylelikle ekonomik ve siyasi bunalım sonrası Demokrat Parti Hükümeti nin düģürülmesi ile birlikte 1963 yılında Birinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı HazırlanmıĢtır. Tablo 4: Türkiye de Reel Kamu Harcamaları 1948-1961 (YTL*) Yıllar 1948 1949 1950 1951 1952 1953 1954 Reel Kamu Harcamaları 5.474,10 6.113,50 5.827 5.936,20 8.166,90 7.950,30 8.458,40 Yıllar 1955 1956 1957 1958 1959 1960 1961 Reel Kamu Harcamaları 9.804 9.241,10 8.947,40 9.363,10 10.556,70 11.116,80 16.610,90 Not: 1948-1961 dönemi 1968 fiyatlarıyladır. Ġzafi banka hizmetleri sektörden düģülmüģtür. *Kaynaktan TL verisi olarak alınmıģ ve YTL olarak düzenlenmiģtir. Kaynak: Ġstatistiki Göstergeler, 1923-2004, T.C. BaĢbakanlık Türkiye Ġstatistik Kurumu. Tablo 4 üzerinde görüldüğü gibi Türkiye de söz konusu yıllar itibariyle gerçekleģen kamu harcamaları 1960 yılına kadar geçen süre içerisinde çok fazla artıģ göstermemekle beraber 1961 yılında önemli miktarda artmıģtır. 1946 1960 dönemini, toplumsal dönüģümün hız kazandığı bir dönem olarak niteleyen Kepenek ve Yentürk (2005; 92) bu süreçte kırsal kesimin pazara açılması ve hızlı kentleģmenin gerçekleģmesiyle birlikte dıģalım yerine yerli üretimin ilk aģamasının tamamlandığını vurgulamaktadır. Ayrıca çok partili siyasal ortama geçilmesi, ekonominin dıģ yardım ve yabancı sermayeye açılması, tüketim kalıplarının değiģmesi böylelikle özel sermaye birikiminin önemli boyutlarda olmasına olanak tanınması gibi nedenlerle bu dönemin ülke açısından önemli olduğunu vurgulamaktadır (Hızarcı, 2007; 63). 24 Vadesi gelmiģ borçların yasa, mahkeme kararı veya borçlu ve alacaklı arasındaki anlaģma ile yada doğrudan doğruya borçlunun tek taraflı kararı ile ertelemesi durumudur. Bu durum bir ülkenin dıģ borçları ile ilgili olabileceği gibi ülke içindeki belirli bir kurumun borçları ile de ilgili olabilir. 132

3.2.2. 1961-1980 Dönemi 1961 1980 dönemi, Türkiye için iyi baģlamıģ ancak sonu yine kötü bitmiģ bir dönemdir. Bu dönemin üç karakteristik özelliği ise, Türkiye de karma ekonomik sisteme geçilmesi, iktisadi büyümenin gerçekleģtirilebilmesi için beģ yıllık kalkınma planlarının uygulanması ve dıģ ticarette de ithal ikameci politikaların tercih edilmesidir. 1923 yılından söz konusu döneme kadar Türkiye de gerçek anlamda sanayileģmenin baģarılamaması, kalkınma planlarının gerekliğini ortaya çıkarmıģtır (DPT, 1963; 8). 1930 lu yıllardan 1980 li yıllara kadar sermaye kaynaklarının kullanımında kamunun da yer aldığı politikaların uygulanması söz konusu iken, artık yeni ekonomi politikaları olarak adlandırılan dönemde devletin görevi; para sunumunu ve kamu harcamalarını, etkin talebi, üretimden fazla artmayacak düzeyde tutmak olarak belirlenmiģtir. Diğer bir ifade ile, devlet ekonomiye ne kadar az karıģırsa ve piyasanın iģleyiģine müdahale etmezse, ekonomi doğal geliģmesini özel sektör yoluyla daha kolay sağlayabilecektir (Kepenek ve Yentürk, 2005; 199). 1963-1973 dönemi Türkiye ekonomisinde yüksek büyüme hızı ile fiyat istikrarının bir arada yaģandığı bir dönem olmuģtur. Ekonominin fiyat istikrarı 1970 den sonra bozulmuģ, bugüne kadar da yeniden uzun süreli bir fiyat istikrarı sağlanamamıģtır. 1974 yılında Kıbrıs BarıĢ Harekatından dolayı askeri harcamaların olağanüstü seviyede artmıģtır. Fiyat istikrarsızlıklarının bozulması, enflasyonun kontrolden çıkması ile ekonomi 1977 den itibaren çok ağır bir bunalım dönemine girmiģtir (Kaya, 2006; 51). Ġktisadi büyümenin gerçekleģtirilmesi görevi temel olarak yine devlete düģmüģtür. Bu çerçevede kalkınma ve büyümenin daha planlı bir Ģekilde yürütülebilmesi için 1961 yılında 91 sayılı kanunla Devlet Planlanma TeĢkilatı kurulmuģtur (Temel, 1998; 76). Ancak bu dönemde, 1930 1949 döneminin aksine özel sektör ihmal edilmemiģtir. Özellikle Birinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı baģarıyla uygulanmıģ ve kamu harcamaları disiplin altına alınmıģtır (Sönmez, 1998; 60). Özellikle tarım hasılatında ki artıģ sayesinde 1963 1967 yıllarını kapsayan plan ile hedeflenen büyüme oranı aģılmıģtır. 1963-1977 yıllarını kapsayan dönemde uygulanmıģ olan kalkınma planları baģarılı olmuģ ve ortalama %6,5 luk bir büyüme 133

performansı gerçekleģtirilmiģtir. Kalkınmanın finansmanında enflasyonist kaynaklardan kaçınılması enflasyonun kontrollü bir seyir izlemesinde büyük rol oynamıģtır. Ġthal ikameci politikalar ile yerli sanayinin güçlenmesi ve geliģmesi hedeflenmiģ ve burada da nispeten baģarıya ulaģılmıģ, 1963-1977 yılları arasında sanayi sektöründe ortalama %9,5 luk bir geniģleme yaģanmıģtır (Yenal, 2003; 86-90). Tablo 5 de 1960-1980 yılları arasında geçen süreçte kamu harcamalarının seyri görülmektedir. Ele alınan bu dönemde gerçekleģen kamu harcamalarının seyrini etkileyen ekonomik ve sosyal değiģimlerle birlikte milli gelir içerisindeki payı itibariyle vermek daha uygun olacağı için aynı tabloda reel GSMH ve reel kamu harcamaları ile devletin ekonomideki payı da verilmektedir. Tablo 5: Kamu Harcamaları ve Devletin Ekonomideki Payı (%) (1960-1980) Yıllar Reel Kamu Harcamaları KH / GSMH (%) Yıllar Reel Kamu Harcamaları KH / GSMH (%) 1961 11.865,80 23,9 1971 49.079,70 18,8 1962 9.744,80 16,9 1972 54.373,00 17,3 1963 12.441,70 18,6 1973 67.596,40 15,3 1964 14.303,00 20 1974 82.270 16,9 1965 15.419,70 20,1 1975 119.994,10 17,3 1966 18.225,90 19,9 1976 248.314,40 18,7 1967 21.552,10 21,2 1977 361.554,60 22,4 1968 23.262,00 14,2 1978 633.216,50 21,9 1969 26.715,20 14,6 1979 1.147.551,90 22,1 1970 34.708,10 16,7 1980 1.632.962,30 21,6 Kaynak:T.C. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü (bümko), Ankara, http://www.bumko.gov.tr 1960-1980 yılları arasında kamu harcamalarının ve dolayısıyla devletin ekonomideki payının da arttığı gözlenmektedir. Bunun nedenleri arasında Ġkinci BeĢ Yıllık Kalkınma Planı nın uygulamaya konması ve bu dönemde temel hedefin milli gelirin artıģı olarak belirlenmesi gösterilebilir. Ayrıca kamu kesimi üretimi ara ve yatırım mallarına yönelmiģtir. Diğer yandan, kaynakların kullanımı aģısından sanayi kesimine öncelik verilmesi gösterilmiģtir. Dolayısyla ekonomik ve toplumsal geliģme sanayileģmeye dayandırılmıģtır (Kepenek ve Yentürk, 2005; 151). Yine bu dönemde kamu harcamalarının ekonomik ayrıma göre sınıflandırıldığında eğitim, sağlık, kültür, alt yapı, haberleģme gibi kamu harcamalarını da içine alan kamu 134

yatırımlarının oranı %34,7 olarak gerçekleģmiģtir. 1973-1977 yıllarını kapsayan üçüncü kalkınma planı sonrasında gerçekleģen kamu yatırımları oranı ise artarak %38,8 olmuģtur (Kepenek ve Yentürk, 2005; 167). 1967 yılında Ġsrail Mısır savaģının ardından savaģın galibi Ġsrail e karģı bir misilleme olarak, diğer ülkelere yapılan petrol satıģ fiyatı yükselmiģtir. OPEC ülkeleri, petrolün satıģ fiyatını Ocak 1973 te 2.59 Dolar dan, Ekim 1973 te 5,11 Dolara, Ocak 1974 te de 11,65 Dolar a yükseltmiģlerdir. Petrol fiyatları bir yıl zarfında dört misli bir artıģ yaģamıģtır (Özen, 2002; 32-41). Petrol krizinin yarattığı olumsuzluklar uygulanan politikaların baģarısını engellemeye baģlamıģ, yetmiģli yılların sonuna doğru iyice artan toplumsal ve siyasi karıģıklıklar ise ekonomide yaģanılan iyiye gidiģi tamamen ortadan kaldırmıģtır. BaĢarılı adımlarla baģlamıģ olan 1961 1980 dönemi ekonomi politikasında yapılan iki ciddi hata ile son bulmuģtur. Petrol krizinin ortaya çıkması ile hemen her ülke enerji politikalarında yeniden yapılandırmalara gitmiģ, petrole daha az bağımlı ekonomiler oluģturmaya çalıģmıģlardır. Türkiye ise petrol tüketimini sübvanse etmiģ ve petrole bağımlılığın daha da artmasına neden olmuģtur. Kriz sonrası ucuz döviz politikasına devam edilmesi de iģçi döviz giriģlerinin yavaģlamasına ve sonuçta yine döviz darboğazı yaģanmasına neden olmuģtur (Sönmez,1998; 60). 1978 1980 yılları arasında, kamu kesimi finansman açığı, dıģ ticaret açığı ve enflasyon oranları hızla yükselmiģtir. Büyüme hızı, 1978 yılında %3 e düģmüģ, 1979 ve 1980 yıllarında ekonomide küçülme yaģanmıģtır. 1979 ve 1980 yılları tam anlamıyla stagflasyon yılları olmuģ yüksek iģsizlik ve durgunlukla birlikte enflasyon oranları da üç haneli rakamlara ulaģmıģtır (Yenal, 2003; 93-95). 3.2.3. 1980 2005 Dönemi Kamu Harcamalarının Seyri 1980 li yıllara gelindiğinde, Türkiye nin gerek iç etmenler gerekse dıģ etmenler sonucu ekonomik bunalımın eģiğine gelmesi 24 Ocak Kararları olarak bilinen yeni ekonomi politikalarının uygulanmasını gerektirmiģtir. 24 Ocak Kararları kapsamında temel yaklaģım, genel olarak kamu kesiminin, özelde de KĠT lerin faaliyetlerinin sınırlandırılması olarak benimsenmiģtir (Kepenek ve Yentürk, 2005; 209). 135

24 Ocak 1980 kararları ile baģlayan dönem Türkiye ekonomisi için çok önemli bir dönüm noktasını oluģturmaktadır. Bu kararlar ile dıģ kaynak açığını azaltmak, ekonomiyi yeniden iģler hale getirmek, kapasite kullanım oranlarındaki düģüklüğü ortadan kaldırmak ve enflasyon sorununu çözmek amacıyla ortaya konmuģtur (Parasız, 2001; 311). Türkiye, özellikle 1980 sonrasında hızlı ekonomik geliģmeler yaģamıģtır. Ülkemiz 1994 te Körfez krizinin, 1998 de Rusya ve Uzakdoğu daki geliģmelerin ve 1999 yılında Brezilya da yaģanan ekonomik krizin etkilerini derin bir Ģekilde hissetmiģtir. Bu geliģmeler para ve maliye politikaları alanında yeni geliģmeleri gündeme getirmiģtir. 1980 li yılların kamu harcama politikası, kamu tüketiminin azalması ilkesinin benimsendiği bir harcama politikasıdır. Bu uygulanan bütçe politikaları 1980 istikrar tedbirleri hedeflerine uygun olarak sosyal yardımlarla, eğitim, sağlık, ulaģtırma ve iç güvenlikle ilgili cari giderlerin karģılanması ve israfın önlenmesine ve personel artıģlarının asgaride tutulmasına çalıģılan bir politikadır. Ancak tüm harcamaları kısıcı tedbirler önerilmesine ve büyük bir kısmının uygulanmasına rağmen kamu harcamaları gerek artan nüfus gerekse devletin kalkınma çabasındaki aktif rolüne uygun olarak sürekli artan ve giderek büyüyen bir seyir izlemiģtir (K. BaĢol-G. BaĢol, 1992; 63). 24 Ocak istikrar önlemleriyle beraber ekonomide enflasyon ve dıģ dengesizlik Ģeklinde görülen bunalıma çözüm bulunmaya çalıģılmıģtır. Bu program ekonomiyi aģama aģama serbest piyasa ekonomisiyle dıģa açarak büyümeyi planlamıģ, delet müdahalesini en aza indirerek piyasa ekonomisine iģlerlik kazandırılmasını, ekonomideki bu amaca ulaģmada mal, para ve döviz piyasasında fiyatların piyasa güçlerinin kararları ile oluģmasını ve KĠT fiyat politikasının serbest bırakılmasını kararlaģtırmıģtır. Ġracata dönük sanayileģme ile de ihracatın, buna bağlı olarak yerli üretimin de artması, dıģ kaynak sorununun çözümü ile üretimin artıģı planlanmıģtır (Susam ve Yılmaz, 2001; 6-7). Ayrıca ülkemizde yaģanan 12 Eylül darbesi de kamu harcamalarının artmasında önemli bir rol oynamıģtır yeni bir siyasi otoritenin vergi toplama gücünü artıracak nitelikte bir takım olgular söz konusudur. Sivil iktidarlar yerine askeri 136

iktidarın tekrar seçilebilme olasılığının olmaması onlara kamu gelirlerini artırabilme olanağı sağlamaktadır. Darbe öncesi kargaģa ortamının bir an önce son bulması umudu ve bu yönde verilen vaatler de halkın katlanabileceği vergi sınırını yükseltmektedir. Dolayısıyla bu durum da o dönemde kamu harcamalarının dolaylı bir artıģ nedenini oluģturmaktadır (Akbulut, 1991; 251). Vergi iadesi uygulaması, düģük faizli kredi verilmesi ve çeģitli diğer teģviklerle ihracatçılar desteklenmiģ, %32,7 oranında devalüasyon yapılarak ihracatın artırılması amaçlanmıģtır. UlaĢım ve enerji alanları dıģında diğer sektörlere iliģkin uygulanan sübvansiyonlar sınırlandırılmıģ, tarım sektörüne uygulanan destekleme alımları azaltılmıģtır. DıĢ ticaretin serbestleģtirilmesi ile ilgili düzenlemeler yapılmıģ, 1984 yılından itibaren ithalat kademeli olarak serbestleģtirilmiģtir. Ekonomideki tasarruf açığını gidermek maksadıyla yabancı sermaye yatırımları özendirilmiģtir (Yenal, 2003; 98-102). Bu dönemde uygulama baģlanan politikalar ile 1980 öncesi politikalardan tamamen kopulmuģtur (F. Doğruel S. Doğruel, 2006; 131). Büyüme stratejisi olarak ihracata dayalı büyüme modeli seçilmiģ, adeta geleneksel dıģ ticaret politikası haline gelen ithal ikameci politikalardan vazgeçilmiģtir (Sönmez, 1998; 61). Uygulanan politikalar sonucunda 1981-1990 yılları arasında ortalama %5,2 büyüme gerçekleģtirilmiģtir. Sanayi sektöründeki büyümenin daha da hızlı gerçekleģmesi ile sanayinin payı %26,4 e yükselmiģtir. Hızlı büyüme ve sanayileģme kentli nüfusun payını da %60 a yaklaģtırmıģtır. Ayrıca tarımda %0,6 ve sanayide de %6 artıģ gerçekleģtirilmiģtir (Temel, 1998; 83). 1989 yılında liberalleģme yolunda bir adım daha atılmıģ ve 32 Sayılı Karar ile sermayenin önündeki engeller kaldırılmıģtır. Finansal sistem yeterince olgunlaģmamıģ ve yasal mevzuatı tamamlanmamıģ Türkiye de sermaye giriģ çıkıģlarının ve kambiyo rejiminin tamamen serbestleģtirilmesi, ekonomiyi spekülatif faaliyetlere açık hale getirmiģ ve yatırımları reel sektör yerine finansal araçlara yönelmesine neden olmuģtur (Fikir, 2010; 114). 1980 lerden itibaren uygulanan ekonomi politikalarıyla kamu kesiminin daraltılması ve etkinliğin azaltılması amaçlanmıģ ise de bu amacın gerçekleģtirilemediği görülmektedir. Kamu ekonomik kesiminin bir bütün olarak 137

milli ekonomideki yeri harcamaların GSMH ya oranlarından izlenebilir. Buna göre 1980-2005 döneminde kamu kesiminin boyutlarının küçültülemediği görülmektedir. Tablo 6: Türkiye de Devletin Ekonomideki Payı % (1980-2005) Yıllar KH/GSMH Yıllar KH/GSMH 1980 20,80 1993 24,2 1981 19,2 1994 22,9 1982 15,7 1995 21,7 1983 20,0 1996 26,1 1984 17,9 1997 27,2 1985 16,3 1998 28,9 1986 15,3 1999 35,6 1987 16,40 2000 36,9 1988 15,9 2001 45,4 1989 16,4 2002 41,8 1990 16,8 2003 39,1 1991 20,4 2004 32,3 1992 20,1 2005 29,7 Not: * 2005 yılı serisi; http://ekutup.dpt.gov.tr/ adresinden alınmıģtır Kaynak: Ġstatistik Göstergeler, 1923-2004, T.C. BaĢbakanlık Türkiye Ġstatistik Kurumu verilerinden derlenmiģtir. http://www.tuik.gov.tr/yillik/ist_gostergeler.pdf. Tablo 4 den 1980 sonrası dönemde kamu harcamaları genel ekonomi içerisinde değerlendirildiğinde, azalıģa geçtiği ancak bu durumun çok geçmeden artmaya baģladığı özellikle 1989 yılından sonra artıģa geçtiği görülmektedir. Bunun en önemli nedeni 1984 yılı sonrasında kamu açıklarının yüksek reel faizli iç borçlanma yoluyla finanse edilmesi ile oluģan faiz yükü ve personel harcamaarı gösterilmektedir (Karluk, 1999; 107). Buna ilaveten 1989 yılının, dıģ finansal serbestlik kararının alındığı yıl olarak ekonomi politikasında bir dönüģümü ifade ettiğini vurgulayan Kepenek ve Yentürk (2005; 213) bu durumun gerek yabancı sermaye giriģini artırması gerekse faizleri yükseltmesiyle ekonomiyi 5 Nisan 1994 Kararlarına götürdüğünü belirtmektedir. Faiz yükünün artmasının yanı sıra borçlanma vadelerinin giderek kısalması sonucu trasfer harcamalarının önemli büyüklüğe ulaģması da 1990 lı yıllardan günümüze kamu harcamalarının artmasında ki en önemli sebep olarak değerlendirilirken, diğer sebep ise sosyal güvenlik kurumlarına yapılan transferler olarak gösterilmektedir (Eren, 2006; 124). Nihayetinde Türkiye 1980 sonrası 138

dönemde ilk ciddi krizi ile tanıģmıģ oldu. 1993 yılının sonlarında baģlayan ve 1994 yılında devam eden kriz ile birlikte GSYĠH %6,5 civarında küçülmüģ, iģsizlik, enflasyon ve faiz oranları yükselmiģtir (Fikir, 2010, 115). Türkiye ekonomisinde yaģanan aģırı hızlı serbestleģme süreci ekonomideki kırılganlığın artmasına neden olmuģ ve Türkiye ekonomisi sürekli olarak krizlerle boğuģur hale gelmiģtir 1990 lı yılların baģında ekonomimiz Cumhuriyet tarihinin en büyük cari açıklarını vermeye baģlamıģ, kamu açıkları ve faiz yükü çok yükselmiģtir. Yüksek reel faizler, sermayenin kısa vadeli spekülatif araçlara yönelmesine neden olmuģ ve ekonominin kırılganlığı daha da artmıģtır (Kazgan, 2008; 43). Türkiye ekonomisi, 1994 yılını iç ve dıģ dengelerde ortaya çıkan bozulma ile karģılamıģtır. Döviz piyasalarında baģlayan ve kamu kesimine de yayılan bu bunalımdan çıkıģ için 5 Nisan Kararları ve IMF ile yapılan anlaģma, 1995 de yeniden ekonomik düzenlemeler yapılmasına yol açmıģtır. 5 Nisan 1994 Ġstikrar Programı ile devletin ekonomiden biraz daha çekilerek gözetici, denetleyici ve standart koruyucu asli iģlevlerine yönelmesi öngörülmüģtür. Bu kapsamda rekabetin korunmasına, tüketicinin korunmasına, fikri ve sınai mülkiyetin korunmasına iliģkin hukuki ve kurumsal düzenlemeler getirilmiģtir. 5 Nisan istikrar paketinde; yüksek oranda KĠT zamları, %38,9 oranında bir devalüasyon, KĠT lerin özelleģtirilmesi ve kapatılması, tarımda destekleme alımlarının daraltılması, Merkez Bankası nın yeniden yapılandırılması, kamu kesiminde maaģ ve ücret artıģlarının mevcut bütçe ödenekleri ile sınırlı tutulması, tekel ve akaryakıttan alınan vergi ve fonların yükseltilmesi, ek vergilerin getirilmesi gibi çeģitli önlemler bulunmaktadır (Ataç, 1997; 203-205). Tablo 7: Sabit Fiyatlarla (1968=0) Toplam Konsolide Bütçe Harcamaları ve Bir Önceki Yıla Göre ArtıĢ Oranları Yıllar 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Toplam Harcama 100,9 126,1 128,3 180,9 153,7 153,9 206,6 234,5 273,9 343,3 368,3 % ArtıĢ 17,8 24,8 1,7 40,9-16,1 1,4 34,1 13,9 14,9 25,1 8,2 Kaynak: Ġlgili yıl bütçe Gerekçelerinden yararlanarak hazırlanmıģtır. Tablo 7 de görüldüğü gibi toplam kamu harcamaları 1994 yılında eksi değer almıģtır. En fazla azalan harcama türü yatırım harcamaları olmuģtur. Bunu cari 139

harcamalar takip etmiģtir. Oysa bütçenin yarıya yakını transfer harcamalarından oluģmakta ve bunun içinde ise en büyük payı faiz ödemeleri almaktadır. Bu dönemde ilk kez memur maaģlarına zam yapmayarak ücretlerin dondurulması siyasi otoritelerce söz konusu edilmiģtir. 1991 yılı erken genel seçimin yapıldığı yıldır. Tablo 7 de görüldüğü gibi bu yılda toplam kamu harcamalarında önemli bir artıģ olmuģtur. Aynı değerlendirmeyi, 1994 baģında yapılan yerel yönetimler seçimleri nedeniyle, 1993 yılı harcamaları artıģını açıklamak için yapabiliriz. Ardından 1995 te erken seçime gidilmiģtir. 24 Aralık 1995 te yapılan erken genel seçimler nedeniyle, yılın son üç ayında kamu harcamaları kontrolden çıkmıģtır (Tokgöz, 1996, 238). 1990-1993 yılları arasında ortalama %6 civarında GSMH artıģı gerçekleģtirilmiģse de ekonomi istikrarsız yapısını sürdürmüģtür. Ancak bu dönemdeki büyümenin itici gücünü, yüksek kamu açıkları ve kısa vadeli sermaye giriģlerine dayanan talep artıģı oluģturduğundan sağlıklı bir büyüme gerçekleģtirilememiģtir (DPT, 1996-2000; 6). Türkiye ekonomisi, yüksek faiz oranları ve döviz sıkıntısı gibi nedenlerle bankacılık sektöründe yaģanan finansal sıkıntı da eklenince 1999 ve 2001 yılında iki önemli ekonomik krizle karģı karģıya kalmıģtır. YaĢanan bu krizlerin sebepleri özellikle bankaların bilançolarında yer alan devlet tahvillerinin çok yüksek oranda olması ve faiz riski taģımaları, diğer taraftan açık pozisyonların yüksek ve döviz fazlalarının yetersiz olması gösterilmektedir (Kepenek ve Yentürk, 2005; 62). Uygur (2001), Türkiye de yaģanan 2000 Kasım ve 2001 ġubat krizlerini değerlendirdiği çalıģmasında krizi tetikleyen etkenler arasında gösterilen kamu kesimi açıklarını azaltmanın yolunun, özelleģtirmeyi de içeren bir Ģekilde özel bina ve fabrikaların yabancılara satılması ve böylece ekonominin daraltılmasından geçtiğini vurgulamıģtır. YaĢanan krizler sonucu oluģan ortam iktisadi büyümenin gerçekleģtirilmesini ve sürdürülmesini neredeyse imkansız hale getirmiģtir. Yükselen enflasyon ve faiz oranları ile döviz değerlerindeki istikrarsızlıklar reel yatırımların azalmasına neden olmuģtur. Bu dönemde yatırımların finansmanı için katlanılan maliyetler artarken, 140

alınan kredilerin ödenememesi nedeniyle de birçok üretici iflas ile karģı karģıya gelmiģtir (Fikir, 2010; 117). YaĢanan süreç sonucunda Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı uygulamaya konulmak zorunda kalınmıģtır. Program ile ekonomimizde var olan sorunların kalıcı olarak çözüme kavuģturulması ve ekonominin yeniden yapılandırılması hedeflenmiģtir. Bu çerçevede, dalgalı kur sistami ile enflasyonla mücadelenin sürdürülmesi, bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılması, kamu kesimi dengesinin sağlanması ve enflasyonla mücadeleye uygun bir gelirler politikasının izlenmesi kararlaģtırılmıģtır. 2000 li yıllardan itibaren kamuda mali disiplinin sağlanması ve kamunun özellikle altyapıya yönelik çalıģmaları sonucu ekonomimizde olumlu geliģmeler gözlenmeye baģlamıģtır. Ancak bu seferde 2007 yazında ABD emlak piyasasında baģlayan kriz kısa sürede tüm dünyaya yayılmıģ ve ekonomimizi de olumsuz etkilemiģtir. Enflasyonu düģürme hedefi doğrultusunda sıkı maliye politikalarına devam eden Türkiye ekonomisi, krizin etkisi ile ciddi bir durgunluğa girmiģ ve iģsizlik oranları yükselmiģtir (Fikir, 2010; 118). Sonuç olarak Türkiye iç ve dıģ dengeyi sağlamaya yönelik etkin iktisadi politikalar üretmekte ve dünya ekonomik konjonktürünü yakalamakta geçmiģte olduğu gibi yine zorlanmaktadır (Togan, 2009; 24). Son onbeģ yılda yaģanan krizler alınan önlemlerin yeterli olmadığını bir kez daha ortaya koymuģtur. Ayrıca 1980 den bu yana ekonomimizde uygulanan dıģa açık büyüme modelinin kalıcı bir baģarı elde etmesi de tasarruf-yatırım açığı nedeniyle pek mümkün görünmemektedir (AydoğuĢ, 2009; 48). 3.3. Kamu Harcamalarının 2000 den Günümüze Genel Dağılımı ve Analitik Bütçe Dahilinde Ekonomik Açıdan Analizi Devlet tarafından yapılan tüm faaliyetlerin maliyetine giren unsurların toplamı olarak tanımlanan kamu harcamaları, Türkiye açısından genel bütçeye dahil merkezi devlet ve bağlı daireler ile mahalli idareler ve katma bütçeli idarelerin harcamalarını kapsamaktadır (Eker, 1996:46). Kamu harcamaları ekonomik açıdan cari, yatırım ve transfer harcamaları olarak sınıflandırılmaktadır. Cari harcamalar, devletin kamu 141

hizmeti sunmak adına gerçekleģtirdiği ve söz konusu dönemde tüketilen milli gelire katkıda bulunan harcamalardır. Yatırım harcamaları üretim kapasitesini artırmak için yapılan ve milli hasılaya katkıda bulunan harcamalardır. Transfer harcamaları ise, kamunun gerçek veya tüzel kiģilere satın alma gücünü karģılıksız olarak devretmesidir ki, bu tür harcamalar o dönemin GSMH na bir katkıda bulunmamaktadır. Türkiye deki transfer harcamaları, iç ve dıģ borç faiz ödemelerinin toplandığı faiz ödemeleri, KĠT ve sosyal güvenlik kuruluģlarına yapılan transferler, vergi iadeleri ve fon ödemeleri toplamından oluģmaktadır (Türk, 1992:79-86, Eker, 1996; 74-79). Türkiye de kamu harcamalarının yıllar itibariyle reel olarak arttığı bilinen bir gerçektir. Konsolide bütçe içerisinde yer alan ve Türkiye ekonomisi içinde kamunun nisbi büyüklüğünü gösteren kamu harcamaları, hem 1980 sonrası izlenen liberal politikaların kamu harcamalarındaki artıģı frenleyici etkisine rağmen hem de ülke içi siyasi, ekonomik ve sosyal birtakım olumsuz faktörlerin etkisiyle artmaya devam etmiģ ve zaman içerisinde giderek artan bir trend göstermiģtir. Üçüncü bölümün sonunda verilen Tablo 8 Türkiye nin son on yıllık kamu harcamalarının dağılımını, Tablo 9 ise kamu harcamalarının GSYH ya oranını ve harcamaların bütçe içindeki payını vermektedir. 2000 yılında borç stoğunu istikrarlı bir yapıya kavuģturmak, faiz dıģı fazlayı artırmak ve fonların tasviye edilerek bütçe disiplininin sağlanması gibi yapısal reformları gerçekleģtirmek maliye politikasının temel amaçları olmuģtur. Bu esaslar çerçevesinde gelirlerin artırılması yanında faiz ödemeleri dıģındaki harcamaları /Faiz dıģı harcamalar) kısmaya yönelik önlemler alınmıģtır. Ancak 2000 yılı Kasım ve 2001 yılı ġubat aylarında meydana gelen krizler borç stoğunu ve borç servisini yükselterek, kamu kesimi genel dengesini olumsuz etkilemiģtir. Söz konusu krizler aynı zamanda dıģ borçlanma imkanlarını azalttığından Hazine nin dıģ borç ödemelerinin iç borçlanma yaparak finanse etmesine neden olmuģ ve 2001 yılında iç borçlanma ağırlık kazanmıģtır (TCMB, 2001:33). Bu krizlerin kamu maliyesi üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla, 2001 yılında kamu harcamalarında etkinliği ve Ģeffaflığı sağlayıcı yapısal reformlara hız verilmiģ, faiz dıģı harcamalarda kısıntıya gidilmiģtir. Bu uygulamaların neticesinde kamu harcamalarının 2001 yılında GSYH içinde %36,2 142

olan payı, 2002 yılında 34,1 e gerilemiģtir. Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri arasında en yüksek kalemi oluģturan faiz giderleri 2003 yılına kadar yükselirken takip eden yıllarda sürekli azalarak 10 yıl içerisinde %17 lik bir düģme ile 2009 yılında bütçe içerisindeki payı %22,2 olmuģtur. Bütçe içerisindeki tüm harcama kalemleri teker teker ele alındığında; Personel giderleri ile devlet tarafından kamu personeli için yapılan prim ödemeleri, 2001 yılında %9 oranında artarak %14.535 seviyesine yükselmiģ GSYH içerisindeki payı %6,1 olmuģtur. 2001 2004 döneminde %4 lük bir artıģla GSYH içerisindeki payı sabit kalmıģtır. 2009 yılına kadar geçen süreçte ise personel harcamalarının bütçe içerisindeki payı giderek artmıģ ancak GSYH oranları birer puanlık artıģ ve azalıģla hemen hemen sabit kalmıģtır. Aynı Ģekilde personel giderlerinin bütçe içerisindeki payı incelendiğinde son beģ yılda %24 lük seyrini koruduğu söylenebilir. Kaynak: Tablo 9 verilerinden tarafımızca derlenmiģtir. ġekil 15: Personel ve Sosyal Güvenlik Kur. Devlet Prim Giderleri 2000 2009 Bütçe ve GSYH Payı ġekil 15 incelendiğinde son on yıl çerisinde personel giderlerinin GSYH içerisindeki 6,3 oranındaki en yüksek değerini 2002 ve 2003 yılında yaģandığını izleyen yıllarda giderek düģtüğü görülmektedir. 2007 yılında çıkan yeni sosyal 143

güvenlik ve genel sağlık yasasının uygulamaya girmesiyle kamunun yükümlülüğü, gerek kendi çalıģanları için gerekse sosyal güvenlik ve sağlık sigortası kapsamında olmayan kiģiler için ödemesi gereken primler nedeni ile artmaktadır. Prime esas kazancın (matrahın) artırılmasıyla birlikte çalıģan sayısında öngörülen artıģ, sosyal güvenlik devlet primi giderlerinin yukarıda belirttiğimiz gibi önemli oranda yükselmesine sebep olmuģtur. Mal ve Hizmet Alım Giderleri; 2001 yılında yaklaģık %40 lık bir artıģ yaģamıģ 4.543 milyon TL den 6.823 milyon TL ye yükselmiģtir. Mal ve hizmet alımlarındaki ard arda seyreden yıllarda en yüksek artıģ oranı 2001 ve 2002 yılları arasında yaģanmıģtır. Mal ve hizmet alımlarının GSYH oranları ve bütçe payları (ġekil 16) incelendiğinde 2000-2002 yılları arasında söz konusu oran artmıģ takip eden yıllarda 2,6-2,3 arasında sabit bir seyir izlemiģtir. Mal ve hizmet alımları bütçede en yüksek payı 2006 ve 2007 yıllarında almıģtır. Bu dönemdeki yükseliģin en önemli nedeninin yeģil kart sahipleri rakamlarının artıģı olduğu söylenebilir. Mal ve hizmet alım giderlerinin alt kalemi olan sağlık giderleri incelendiğinde 2007 yıllarında oransal olarak en yüksek değerlerin yaģandığı görülmektedir. Kaynak: Tablo 9 verilerinden tarafımızca derlenmiģtir. ġekil 16: Mal ve Hizmet Alımları Giderleri Bütçe ve GSYH Payı 2000 2009 (%) 144

ġekil 16 incelendiğinde mal ve hizmet alım giderlerinin harcama değerlerinde yükselme trendinin süreklilik gösterdiği görülmektedir. 2000 yılında 4.543 milyon TL olan değer 2009 yılında yaklaģık 6 kat artarak 25.454 milyon TL ye yükselmiģtir. GSYH oranında ise Grafik 4 te görüldüğü gibi harcama miktarında görülen düzenli bir artıģ trendi yerine 2,3 3,0 oranları arasında değiģmeler görülmektedir. Cari Transferler; 2000 yılında 12.749 milyon TL olan cari transferler yaklaģık %50 lik bir artıģla 2001 yılında 18.073 milyon TL ye yükselmiģtir. Takip eden yıllarda da cari transferler ortalama %30 luk yükselme trendini devam ettirmektedir. Cari Transferlerin GSYH oranları ise %6,5-%7,9 arasında değiģmektedir. GSYH oranının en düģük olduğu 2004 yılında KĠT Görev Zararlarındaki büyük düģüģ dikkat çekicidir. 2005 yılı itibariyle harcama kaleminde ve oranlarda yükselme görülmektedir. Aynı Ģekilde Cari Transferlerin bütçeden aldığı pay 2000 yılında %24.8 iken 2001 de %20.8, 2002 yılında ise %21.2 olarak gerçekleģmiģtir. Son yıllarda bütçe payı artan Cari Transferler kalemi 2009 yılı itibariyle bütçede %33.9 luk bir paya sahiptir. Kaynak: Tablo 9 verilerinden tarafımızca derlenmiģtir. ġekil 17: Cari Transferler Harcamaları Bütçe ve GSYH Payı 2000-2009 Seyri (%) ġekil 17 incelendiğinde Cari Transfer harcamalarının on yıllık dönemde artıģ trendini hiç kaybetmediği rahatlıkla görülmektedir. 2000-2009 sürecinde yaklaģık 8 kat artarak 2009 itibariyle 87.956 milyon TL gibi bir rakama ulaģmıģtır. Cari Transfer Harcamaları; KĠT Görev Zararları, Sosyal Güvenlik Kurumlarına Transferler, Tarımsal Destekleme Ödemeleri, Mahalli Ġdare ve Fon Payları ve Diğer 145

Cari Transfer harcamalarından oluģmaktadır. ġekil 18 de tüm bu harcama kalemlerinin Cari Transferler içindeki dağılımı görülmektedir. Cari transferler içerisinde KĠT Görev Zararları 2003 yılına kadar yükselme trendi içerisinde iken 2003 yılında 1.004 milyon TL iken 2004 de 381 milyon TL ye düģmüģtür. Bu düģüģün en önemli nedeni 2004 yılından itibaren özelleģtirmelere ağırlık verilmesidir. Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, Bümko, Bütçe Gelir ve Gider GerçekleĢmeleri ġekil 18: Cari Transfer Harcama Kalemlerinin Dağılımı 2000 2009 (Milyon TL) Cari Transferler içerisinde en büyük payı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Transferler almaktadır. 2000 yılında 3.321 Milyon TL olan harcama oranı her yıl ortalama %30 luk artıģlarla 2009 yılında 46.690 Milyon TL ye ulaģmıģtır. 2005 2006 döneminde 244 Bin TL azalarak 23.518 Milyon TL ye gerilemiģtir. Bu düģüģe paralel olarak GSYH oranı 2006 yılında bir önceki yıla oranla %0,6 miktarında 146

azalarak %3.1 e düģmüģtür. 2009 yılında Sosyal Güvenlik Kurumlarına Yapılan Transferlerin GSYH ya oranı %4.2 oranında gerçekleģmiģtir. Sosyal güvenlik kurumuna yapılan transferler 2007 yılında %36 oranında artmıģ görünmektedir. Yeni sisteme göre, memurların sağlık giderleri ile sağlık sigortası kapsamında olmayanların genel sağlık giderlerinin karģılanması, devletin ise bunun karģılığında prim ödemesi söz konusudur. GeçmiĢ yıl verileri de 2007 de uygulanacak sistem bazına getirilerek bu kalemi yeniden hesapladığımızda, artıģ oranı esas olarak %18,5 olmaktadır. (DPT, 2007 Mali Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısının Değerlendirilmesi, Aralık 2006). Cari Transferler içindeki ikinci sırada Mahalli Ġdare ve Fon Payları yer almaktadır. 2001 yılında bir önceki yıla oranla %50 civarında bir artıģla 8.338 milyon TL olurken 2002 ve 2003 yıllarında düģmüģtür. 2003 yılında 7.108 milyon TL olarak gerçekleģmiģtir. Sosyal güvenlik kurumuna yapılan cari transferlerin dıģında kalan transferlerden, vergi gelirlerinden yerel yönetimlere ve fonlara ayrılan paylar ile tarımsal destekleme ödemeleri dıģındaki diğer kalemler 2006 yılına göre nominal düzeyde düģmektedir. KĠT görev zararları bu düģmeye verilecek örneklerin içinde yer almaktadır. KĠT lerin bilançolarında biriken ve henüz kesinleģmeyen görev zararları dikkate alındığında, 2007 yılı KĠT görev zararlarının hedeflendiği düzey içinde kalması, bunların mali performanslarında önemli bir iyileģme göstermelerine bağlı görülmektedir. Bu ise maliyetlerinin düģmesine ya da fiyatlama politikasıyla satıģ gelirlerinin artmasına bağlıdır(dpt, 2007 Mali Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısının Değerlendirilmesi, Aralık 2006). Merkezi bütçe harcamalarında bir diğer kalem olan Sermaye Giderlerinin (Kamu Yatırımları) son on yıllık seyri incelendiğinde ise bütçeden aldığı pay her yıl bir önceki yıldan ortalama %20 ile %35 oranında artıģ göstermiģtir. Ancak 2003 yılı verileri incelendiğinde neredeyse sabit kaldığı söylenebilir. Sermaye Giderleri kaleminin en yüksek artıģ gösterdiği yıl ise 2008 yılıdır. 2007 yılında 13.003 milyon TL olan bütçe payı 18.441 milyon TL ye yükselmiģtir. 2009 yılı bütçe rakamlarında ise ilk defa bir düģme yaģanmıģ 14.839 milyon TL ye düģmüģtür. 147

Kaynak: Tablo 9 verilerinden tarafımızca derlenmiģtir. ġekil 19: Sermaye Giderleri Bütçe ve GSYH Payı 2000-2009 (%) Sermaye Giderlerinin GSYH oranlarının gösterildiği ġekil 19 incelendiğinde 2002 ve 2008 yıllarında hızlı artıģ görülmektedir.2001 yılında %1,9 luk olan oran 2002 yılında %2,2 ye yükselmiģtir. 2008 yılına kadar bir düģme trendi gösteren Sermaye Giderlerinin GSYH ya oranı 2008 yılında %1,5 ten %1,9 a yükselmiģtir. 2008 yılında Ocak Haziran döneminde 500 milyon YTL ödeneği olan KÖYDES Projesine 403 milyon YTL, 300 milyon YTL ödeneği olan BELDES Projesine ise 125 milyon YTL kaynak aktarılmıģtır (2008 Yılı Bütçe Gerekçesi, 2009, 32). KÖYDES ve BELDES projelerine yapılan bu ek ödeneklerin 2008 yılı Sermaye Giderlerinin artıģ sebebi olarak gösterilebilir. 25 Borç Verme; KĠT Sermaye, Risk Hesabı ve Diğer Borç kalemlerinden oluģur. 2007 yılına kadar sürekli bir artıģ trendi gösteren borç verme kalemi 2007 yılından %28 lik bir düģme göstermiģ ancak takip eden yıllarda yine yükselmeye devam etmiģtir. 25 Amacı susuz veya yetersiz köy ve bağlılarının sağlıklı ve yeterli içme suyuna kavuģturulması ile köy yollarının kalite ve standartlarının yükseltilmesi için uygulanmakta olan KÖYDES (Köylerin Altyapısnın Desteklenmesi) ve amacı, nüfusu 10.000 nin altında bulunan belediyelerin (büyükģehir ilçe ve ilk kademe belediyeleri dahil olmak üzere) alt yapı ihtiyaçlarının giderilmesi ve bu belediyeler tarafından sunulan mahalli müģterek nitelikli hizmetlerin kalite ve standartlarının yükseltilmesi olan BELDES (Belediyelerin Altyapısının Desteklenmesinin Projesi) Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı kırsal kalkınma projeleri olarak adlandırılmaktadır. 148

Kaynak: Tablo 9 verilerinden tarafımızca derlenmiģtir. ġekil 20: Borç Verme Giderleri Bütçe ve GSYH Payı 2000-2009 (%) Borç verme kalemi içerisinde en yüksek artıģ 2006 yılında yaģanmıģtır. 2005 yılında 3.838 milyon TL olan bütçe değeri 2006 yılında 5.689 milyon TL ye yükselmiģtir. Bu yükseliģin en büyük sebebi 2006 yılında KĠT sermaye hesabının yaklaģık %400 artarak 891 milyon TL den 3.862 milyon TL ye yükselmesidir. 2006 yılındaki bu yüksek oranda artıģın arkasından 2007 yılında %42 lik bir azalıģla 3.846 milyon TL ye gerilemiģtir. Aynı yıl Kit sermaye hesabı incelendiğinde bu düģüģe paralel olarak yaklaģık aynı oranda bir azalma yaģanmıģ ve 1.905 milyon TL ye gerilemiģtir. Bu düģmede belirleyici olan KĠT lere yapılan transferlerin nominal düzeyde önemli oranda düģmesidir. 2007 yılında bu azalıģın yakalanmasında baģta TCDD ve TTK olmak üzere söz konusu KĠT lerin yükümlülüklerinin yapısına ve ilave performanslarına bağlı görülmektedir. Borç Verme giderleri içerisinde en yüksek kalemi 2004 yılına kadar KĠT sermaye hesabı oluģtururken 2004-2006 yılları arasında diğer borç ödemeleri en yüksek payı almıģtır. 149

Kaynak: Tablo 9 verilerinden tarafımızca derlenmiģtir. ġekil 21: Borç Verme Gider Kalemlerinin DağılıĢı 2000 2009 (milyon TL) ġekil 21 incelendiğinde borç verme giderlerinde 2006 yılında yaģanan artıģın KĠT Sermaye giderlerindeki artıģtan kaynaklandığı açıkça görülmektedir. Ġzleyen yıllarda bu hesaptaki azalma Borç Verme kalemindeki küçülmeye neden olmuģtur. 2009 yılı itibariyle Borç Verme kalemi içerisindeki en yüksek payı 2.242 milyon TL ile Diğer Borçlar almıģtır. Son olarak Merkezi yönetim Bütçe Giderleri içerisinde en büyük kalemi oluģturan faiz giderleri ele alınacaktır. Türkiye de kamu açıkları sürekli borçlanma yoluyla kapatılmaktadır. Borçlanma ve onun getirdiği faiz yükü, yeni borçlanmalara sebebiyet vermektedir. 2005 yılına kadar sürekli ve hızlı bir artıģ trendi sergileyen faiz giderleri hesabı 2005 2006 yıllarında düģme eğilimini korumuģ ancak 2006 yılından sonra tekrar yükselmeye baģlamıģtır. Faiz giderleri 58.527 milyon TL ile 2003 yılında en yüksek değerine ulaģmıģtır. Faiz giderlerinin GSYH ya oranları incelendiğinde 2002 yılından itibaren düģüģ trendi gözlenmektedir. 2001 yılında %17,1 lik GSYH oranı 2002 yılında %14,8 e gerilemiģtir. 2002 yılından itibaren bu oran sürekli bir azalma trendi göstererek son olarak 2009 yılı itibariyle %5,2 seviyelerine kadar düģmüģtür. Aynı Ģekilde 2002 yılında bütçede %47.2 oranında paya sahip olan faiz giderlerinin 2009 yılında merkezi bütçe payı %22,2 ye gerilemiģtir. 150

Kaynak: Tablo 9 verilerinden tarafımızca derlenmiģtir. ġekil 22: Faiz Giderleri Bütçe ve GSYH Payları 2000 2009 (milyon TL) Faiz giderlerinin diğer harcama kalemlerinden en belirgin farkı bütçe payları ile GSYH oranları arasında paralellik olmasıdır. Faiz harcamaları ile milli gelir arasında negatif ve ters orantılı bir bağlantı olduğunu söyleyebiliriz. Faiz giderlerinin 10 (on) yıllık süreç içerisinde bütçe payı yaklaģık %25 oranında azalmıģtır. Benzer Ģekilde aynı süreçte GSYH payı ise %7.1 azalmıģtır. Ancak faiz harcamaları nominal bazda değerlendirildiğinde (Tablo 8) 2009 yılında yaklaģık %7.3 oranında artarak 57.500 milyon TL ye yükselmiģtir. Nominal olarak artmasına rağmen GSYH oranı ve bütçe oranında azalma olmasını milli gelirin aynı yıl yaklaģık %5.8 oranında artmasıyla açıklayabiliriz. 151

Tablo 8: Türkiye' de Kamu Harcamalarının Genel Dağılımı, 2000-2009 Cari Fiyatlarla (Milyon YTL) 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE GİDERLERİ 51.344 86.972 119.604 141.248 152.093 159.687 178.126 204.068 225.967 259.156 Faiz Hariç Bütçe Giderleri 30.920 45.934 67.876 82.721 95.601 114.007 132.163 155.315 175.306 201.656 I. Personel ve Sosyal Güvenlik Kurumları Devlet Primi Giderleri 9.612 14.535 21.950 28.833 33.663 37.389 42.887 49.373 55.226 64.454 II. Mal ve Hizmet Alım Giderleri 4.543 6.823 10.681 11.874 13.604 15.186 19.001 22.258 23.941 25.454 - Sağlık Giderleri 768 1.343 2.217 2.690 3.101 4.033 5.350 6.625 6.764 7.084 - Diğer Mal ve Hizmet Alım Giderleri 3.775 5.480 8.465 9.185 10.504 11.153 13.651 15.633 17.176 18.370 III. Cari Transferler 12.749 18.073 25.412 31.429 36.306 45.871 49.851 63.292 70.116 87.956 - KĠT Görev Zararı 58 95 772 1.004 381 580 711 700 1.284 2.005 - Sosyal Güvenlik Kurumlarına Transferler 3.321 5.112 11.205 15.922 19.333 23.762 23.518 33.063 35.133 46.690 - Tarımsal Destekleme Ödemeleri 359 1.033 1.868 2.805 3.084 3.707 4.747 5.555 5.809 4.951 - Mahalli Ġdare ve Fon Payları 5.642 8.338 7.952 7.108 10.448 12.819 14.124 17.192 20.028 24.729 - Diğer Cari Transferler 3.370 3.495 3.615 4.590 3.060 5.002 6.752 6.782 7.861 9.580 IV. Sermaye Giderleri 2.802 4.643 7.831 7.888 8.265 10.340 12.098 13.003 18.441 14.839 V. Sermaye Transferleri 1 2 49 92 465 1.384 2.637 3.542 3.173 2.825 VI. Borç Verme 1.214 1.858 1.953 2.604 3.298 3.838 5.689 3.846 4.411 4.661 - KĠT Sermaye 828 1.012 1.398 877 949 891 3.862 1.905 2.253 1.869 - Risk Hesabı 0 0 0 925 485 200 240 252 149 550 - Diğer 386 847 555 802 1.864 2.747 1.587 1.689 2.008 2.242 VII. Yedek Ödenekler 0 1.468 VIII. Faiz Giderleri 20.424 41.038 51.728 58.527 56.491 45.680 45.963 48.753 50.661 57.500 GSYH 166.658 240.224 350.476 454.781 559.033 648.932 758.391 843.178 950.144 1.111.438 Kaynak: Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, www.bumko.gov.tr 152

Tablo 9: Türkiye' de Kamu Harcamalarının GSYH' ya Oranı ve Bütçe İçindeki Payı (%) GSYH'YE ORANI (%) BÜTÇE İÇİNDEKİ PAYI (%) (Milyon YTL) 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE GİDERLERİ 30,8 36,2 34,1 31,1 27,2 24,6 23,5 24,2 23,8 23,3 Faiz Hariç Bütçe Giderleri 18,6 19,1 19,4 18,2 17,1 17,6 17,4 18,4 18,5 18,1 60,2 52,8 56,8 58,6 62,9 71,4 74,2 76,1 77,6 77,8 I. Pers. ve Sos. Güv. Kur. Devlet Primi Giderleri 5,8 6,1 6,3 6,3 6,0 5,8 5,7 5,9 5,8 5,8 18,7 16,7 18,4 20,4 22,1 23,4 24,1 24,2 24,4 24,9 100, 0 100, 0 100, 0 100, 0 100, 0 100, 0 100, 0 100, 0 100, 0 100, 0 II. Mal ve Hizmet Alım Giderleri 2,7 2,8 3,0 2,6 2,4 2,3 2,5 2,6 2,5 2,3 8,8 7,8 8,9 8,4 8,9 9,5 10,7 10,9 10,6 9,8 - Sağlık Giderleri 0,5 0,6 0,6 0,6 0,6 0,6 0,7 0,8 0,7 0,6 1,5 1,5 1,9 1,9 2,0 2,5 3,0 3,2 3,0 2,7 - Diğer Mal ve Hizmet Alım Giderleri 2,3 2,3 2,4 2,0 1,9 1,7 1,8 1,9 1,8 1,7 7,4 6,3 7,1 6,5 6,9 7,0 7,7 7,7 7,6 7,1 III. Cari Transferler 7,6 7,5 7,3 6,9 6,5 7,1 6,6 7,5 7,4 7,9 24,8 20,8 21,2 22,3 23,9 28,7 28,0 31,0 31,0 33,9 - KĠT Görev Zararı 0,0 0,0 0,2 0,2 0,1 0,1 0,1 0,1 0,1 0,2 0,1 0,1 0,6 0,7 0,3 0,4 0,4 0,3 0,6 0,8 - Sosyal Güvenlik Kurumlarına Transferler 2,0 2,1 3,2 3,5 3,5 3,7 3,1 3,9 3,7 4,2 6,5 5,9 9,4 11,3 12,7 14,9 13,2 16,2 15,5 18,0 - Tarımsal Destekleme Ödemeleri 0,2 0,4 0,5 0,6 0,6 0,6 0,6 0,7 0,6 0,4 0,7 1,2 1,6 2,0 2,0 2,3 2,7 2,7 2,6 1,9 - Mahalli Ġdare ve Fon Payları 3,4 3,5 2,3 1,6 1,9 2,0 1,9 2,0 2,1 2,2 11,0 9,6 6,6 5,0 6,9 8,0 7,9 8,4 8,9 9,5 - Diğer Cari Transferler 2,0 1,5 1,0 1,0 0,5 0,8 0,9 0,8 0,8 0,9 6,6 4,0 3,0 3,2 2,0 3,1 3,8 3,3 3,5 3,7 IV. Sermaye Giderleri 1,7 1,9 2,2 1,7 1,5 1,6 1,6 1,5 1,9 1,3 5,5 5,3 6,5 5,6 5,4 6,5 6,8 6,4 8,2 5,7 V. Sermaye Transferleri 0,0 0,0 0,0 0,0 0,1 0,2 0,3 0,4 0,3 0,3 0,0 0,0 0,0 0,1 0,3 0,9 1,5 1,7 1,4 1,1 VI. Borç Verme 0,7 0,8 0,6 0,6 0,6 0,6 0,8 0,5 0,5 0,4 2,4 2,1 1,6 1,8 2,2 2,4 3,2 1,9 2,0 1,8 - KĠT Sermaye 0,5 0,4 0,4 0,2 0,2 0,1 0,5 0,2 0,2 0,2 1,6 1,2 1,2 0,6 0,6 0,6 2,2 0,9 1,0 0,7 - Risk Hesabı 0,0 0,0 0,0 0,2 0,1 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,7 0,3 0,1 0,1 0,1 0,1 0,2 - Diğer 0,2 0,4 0,2 0,2 0,3 0,4 0,2 0,2 0,2 0,2 0,8 1,0 0,5 0,6 1,2 1,7 0,9 0,8 0,9 0,9 VII. Yedek Ödenekler 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,1 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,6 VIII. Faiz Giderleri 12,3 17,1 14,8 12,9 10,1 7,0 6,1 5,8 5,3 5,2 39,8 47,2 43,2 41,4 37,1 28,6 25,8 23,9 22,4 22,2 Kaynak: Maliye Bakanlığı, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, www.bumko.gov.tr 153

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE DE KAMU HARCAMA ÇEŞİTLERİNİN İKTİSADİ BÜYÜME ÜZERİNE ETKİLERİNİN EKONOMETRİK MODEL ÇERÇEVESİNDE TEST EDİLMESİ 4.1. Kamu Harcamaları Büyüme İlişkisinin Ampirik Yönü Kamu harcamaları-ekonomik büyüme iliģkisi literatürde oldukça tartıģılan ve araģtırılan br konu olmuģtur. Tarihsel süreç değerlendirildiğinde gerek geliģmiģ gerekse geliģmekte olan ülkelerde kamu harcamalarının sürekli artıģ gösterdiği gözlenmektedir. Bu eğilimin nedenleri konusunda çeģitli görüģler vardır. Bu görüģlerden birisi Adolph Wagner e aittir. Wagner e göre ekonomik geliģmeyle beraber kamunun ekonomik faaliyetlerinde ve dolayısıyla da kamu harcamalarında bir artıģa neden olacaktır. Diğer yandan Keynes ve Keynes in görüģünü benimseyen iktisatçılara göre ise kamu harcamaları, ekonomik büyümeyi etkilemek ve kısa dönem dalgalanmaları düzeltmek için tasarlanmıģ bir politika olarak kullanılan dıģsal bir faktördür. Wagner yasasında nedenselliğin yönü kamu harcamalarından büyümeye doğrudur(arısoy, 2005; 2). Kamu kesiminin büyümeyi olumlumu yoksa olumsuz mu etkilemesi konusundaki bir çok teorik yaklaģım, ampirik çalıģmalarla test edilmiģtir. Ancak Ģu ana kadar yapılan çalıģmalarda tam bir fikir birliği sağlanamadığı görülmektedir. Literatürde yapılan ampirik çalıģmalar, kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasındaki iliģkinin belirlenmesinde mutlak bir iliģki yerine kamu harcamalarının niteliğine bağlı olarak belirli bir ayrıma gidilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bir kısım kamu harcamaları büyümeyi doğrudan desteklerken diğer bir kısım kamu harcamaları da uzun dönemde veya dolaylı olarak desteklemektedir veya hiç desteklememektedir. Yapılan çalıģmalar kamu tüketim harcamalarındaki artıģın finansmanı için iç piyasadan borçlanılması, faiz oranların artırıp borçlanma maliyetini yükselterek dıģlama etkisi (crowding-out effect) ile özel sektör yatırımlarını ve buradan da büyümeyi düģürdüğünü ortaya koymaktadır. Özellikle kamu harcamalarının iç borçlanma yoluyla finanse edilmesi durumunda ödünç verilebilir fonların azalmasıyla faiz oranlarının yükselmesi özel sektörü bu piyasanın 154

dıģında bırakmasına neden olmaktadır. Kamu harcamalarının bir kısmı verimsiz olduğuna göre, verimsiz alanlara yönelen kamu harcamalarının ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkisi söz konusu iken, harcama biçiminin kamu yatırımı Ģeklinde ortaya çıkması durumunda, ekonomik büyüme ile kamu harcamaları arasında pozitif bir iliģkinin varlığı gözlenmiģtir. Ayrıca, kamu yatırımlarının altyapı yatırımlarına yönelik olması halinde bu tür yatırımlar ekonomide dıģsallık oluģturup, büyümeyi pozitif yönde etkileyebilmektedir (Türkiye Ekonomik Kurumu, 2003; 14). ÇalıĢmamızın ekonometrik kısmında kamu harcamalarının niteliğine bağlı olarak öncelikle ekonomik tasnif sınıflandırması uyarınca cari, yatırım ve transfer harcamaları Johansen EĢbütünleĢme yöntemi ile daha sonra fonksiyonel tasnif gereği eğitim, sağlık ve savunma harcamalarının büyüme üzerindeki etkileri ARDL yöntemi ile test edilecektir. 4.2. Kamu Harcamaları ile Büyüme İlişkisi Yabancı Literatür Kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasındaki iliģki çok sayıda teorik ve ampirik çalıģmanın konusunu oluģturmuģtur. Farklı ülkelerde ve farklı yöntemlerle yapılan çalıģmaların sonuçlarına bakıldığında her iki makroekonomik değiģken arasındaki iliģkinin hangi yönde oluğu olduğu konusunda fikir birliği oluģamamıģtır. Bazı çalıģmalar kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliģki olduğunu, (Gould, 1993; Singh ve Sahni, 1994; Ram, 1986; Grossman, 1988; Aschauer, 1989; Romer, 1989; Holmes ve Hutton 1990; Deverajan vd. 1996; Terzi, 1998; Ghali, 1999; Cao ve Li, 2001) diğer çalıģmalar ise kamu harcamaları ile ekonomik büyüme arasında herhangi bir iliģkinin bulunmadığını iddia etmektedir. (Kormendi and Meguire, 1985; Grossmann, 1988; Rosen and Weinberg, 1998). Bir kısım çalıģmalar ise büyümeden kamu harcamalarına veya kamu harcamalarından büyümeye doğru tek yönlü iliģkinin olduğunu ortaya koymaktadır (Takım, 2010; 6). Jones (1990), iki değiģken arasındaki iliģkiyi ABD de 1964-1984 yılları arasında kukla değiģkenlerle kurulan kamu harcamaları dengesizlik modeli ile ele almıģ, transfer harcamaları ve sağlık harcamalarının ekonomik büyümeyi azalttığı diğer harcamaların, özellikle de yerel yönetimler tarafından yapılan harcamaların büyümeyi teģvik ettiği sonucuna ulaģmıģtır. Shantayanan (1996) Doğu ve Güney Asya, Sub-Saharan Afrika ve Latin Amerika yı kapsayan 43 geliģmekte olan ülkeyi 155

(Arjantin, Bolivya, Brazilya, ġili, Kolombiya, Togo, Türkiye, Nijerya, Venezüela, Kenya, vb.) 20 yılı aģkın bir süreçte panel veri modeliyle ele almıģ ve genel olarak bu ülkelerde cari harcamalardaki artıģın ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilediği sonucuna ulaģmıģtır. Kweka ve Morrisey (1999) ise Tanzanya da 1965-1996 yıllarını kapsayan incelemesini Kointegrasyon (EĢbütünleĢme) ve Granger Nedensellik Testleriyle ele alarak, verimli harcamalardaki artıģın düģük büyüme hızıyla, tüketim harcamalarındaki artıģın ise negatif büyümeyle sonuçlandığını tespit etmiģtir. Aynı ekonometrik yöntemi kullanan Kolluri vd. (2000), G7 ülkelerinde 1960-1993 peryodunda Wagner Kanunu nu destekleyen sonuçlara ulaģmıģlardır. 2000 yılında yapılan diğer çalıģmada ise Arghyrou, 1970-1990 döneminde, yine Kointegrasyon ve Granger Nedensellik Testleriyle Yunanistan da kamu ve kiģisel tüketim harcamalarının büyümeyi artırmadığını tespit ederken, kamu yatırım harcamalarının uzun dönemde büyümeyi pozitif yönde etkilediği sonucuna ulaģmıģtır. Al Faris (2002) ise, içlerinde Suudi Arabistan BirleĢik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Bahreyn ve Katar ın bulunduğu ülkeleri ele almıģ ve iki değiģken arasındaki iliģkide Kointegrasyon ve Granger Nedensellik Testlerinin sonuçlarına göre Wagner hipotezini doğrulayan sonuçlara ulaģmıģtır. Sadece Bahreyn de diğer ülkelerdeki gibi kuvvetli bir iliģkinin olmadığı tespit edilmiģtir. 2003 yılına gelindiğinde, Ramayandi, 1969-1999 arasında iki değiģken arasındaki iliģkiyi Endonezya da kointegrasyon yöntemi ile ele almıģ ve hükümet boyutunun geniģlemesinin büyümeyi uzun ve kısa dönemde negatif etkilediği sonucuna ulaģmıģtır. Aynı yılda Sjöberg ise, sıradan en küçük kareler yöntemiyle Ġsveç te 1960-2001 yıllarını kapsayan çalıģmasında, özel yatırım harcamasının büyümeyi pozitif yönde etkilediği, bu yüzden de özel yatırım harcamalarına önem verilmesi gerektiği sonucuna ulaģılmıģtır. Ayrıca yapılan analizde, özel yatırım harcamalarının yanında özel tüketim, kamu tüketim ve yatırım harcamalarının büyümeyi pozitif yönde, faiz harcamalarının ve kamu transfer harcamalarının ise olumsuz yönde etkilediği sonucuna ulaģılmıģtır. Abu Bader ve Abu-Qarn (2003) ın Mısır, Ġsrail ve Suriye deki durumu tespit etmek için kullandıkları Kointegrasyon ve Granger Nedensellik Testleri sonucunda, uzun dönemde hükümet harcamalarının büyümeyi iki yönlü de (pozitif/negatif) etkilediği, ayrıca üç ülkede de savunma harcamalarının ekonomik büyümeyi engellediği sonucuna ulaģılmıģtır. Yukarda özetlenen 156

çalıģmaların aksine; Schaltegger ve Torgler (2004), Ġsviçre yi 26 farklı bölgede panel veri tekniğiyle 1981-2001 döneminde ele alarak, hükümetin boyutu ve yapmıģ olduğu harcamalarla büyüme arasında negatif yönlü ve kuvvetli bir iliģki tespit etmiģlerdir. Loizides ve Vamvoukas (2005) ise iki değiģken arasındaki iliģkiyi Yunanistan, Ġngiltere ve Ġrlanda da Kointegrasyon ve Granger Nedensellik Testlerini kullanarak, ayrı ayrı ele almıģ, Yunanistan da 1948-1995 döneminde Wagner hipotezini doğrulayan sonuçlara ulaģırken, Ġrlanda da (1960-1995) kamu sektörünün geniģlemesinin büyümeyi engellediği, Ġngiltere de ise Yunanistan a benzer bir durum tespit edildiği sonucuna ulaģılmıģtır. 2007 ve 2008 yılında yapılan iki çalıģmada da ABD ele alınmıģ ve farklı sonuçlara ulaģılmıģtır. Ġlk olarak Guerrero ve Parker 1972-2004 dönemini ele almıģ ve bu dönemde yapılan Kointegrasyon ve Granger Nedensellik sonucunda Wagner Kanunu nu destekleyici sonuçlara ulaģırken, Liu vd. (2008) 1947-2002 dönemi için Wagner Kanunu nu destekleyen sonuçların aksine Keynesyen teoriyi destekleyen sonuçlara ulaģmıģlardır. 2010 yılında Ying Wu, Hong Tang ve S. Lin yaklaģık 182 ülkeden oluģan ve (1950-2004) dönemini kapsayan çalıģmasında panel data analizi ve panel nedenselik testleri uygulamıģ ancak hükümet harcamaları ile büyüme arasında uzun dönemde nedensellik iliģkisi olmadığı sonucuna varmıģtır. 4.3. Kamu Harcamaları Büyüme Türkiye ye İlişkin Literatür Konu hakkında Türkiye için yapılmıģ uygulamalı çalıģmalar incelendiğinde, farklı dönemleri kapsayan ve farklı modeller kullanarak yapılan çalıģmalarda birbirinden oldukça farklı sonuçlara ulaģıldığı görülmektedir. Konuyu eģbütünleģme ve nedensellik paralelinde ele alan çalıģmalarda Yamak ve Küçükkale (1997) 1950-1994 dönemine ait verileri kullanarak GSMH dan kamu harcamalarına doğru tek yönlü bir nedensellik iliģkisinin söz konusu olduğunu belirlemiģlerdir. Terzi (1998) ise 1938-1995 yılları için GSMH ve kamu harcamalarının birlikte hareket ettiği ve iki serinin eģbütünleģik olduğu sonucuna ulaģmıģtır. Bağdiden ve ÇetintaĢ (2003) 1960-200 dönemi için, yaptıkları tahminlerde kamu harcamaları ile büyüme arasında bir iliģkinin olmadığı sonucuna ulaģmıģlardır. Kar ve Taban (2003) diğer çalıģmalardan farklı olarak 1971-2000 dönemi için kamu harcamaları bileģenleri olan 157

eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve alt yapı yatırım harcamaların büyüme üzerindeki etkilerini incelemiģ ve sonuçta eğitim ve sosyal güvenlik harcamalarının ekonomik büyümeyi pozitif, sağlık harcamalarının negatif etkilediği ve altyapı harcamalarının ekonomik büyümeye katkısının olmadığı sonucuna ulaģmıģlardır. 2003 yılında yapılan baģka bir çalıģma ise BakırtaĢ (1983-2000), iki değiģken arasında karģılıklı ve aynı yönde bir etkileģim olduğunu tespit etmiģtir. 2005 yılında yapılan üç çalıģmadan ilkinde Gacener (1987-2003), iki değiģken arasında uzun dönemli bir iliģki olduğunu tespit ederek ekonomi büyüme gerçekleģtikçe kamu harcamalarının daha hızlı arttığı sonucuna ulaģırken; Arısoy (2005), daha uzun bir periyotta konuyu ele almıģ (1950-2003) ve toplam kamu harcamaları hariç, uzun dönemde ekonomik büyümeden, ekonomik tasnife göre ayrıģtırılmıģ cari, yatırım, transfer ve transfer dıģı harcamalar gibi kamu harcamalarının unsurlarına doğru tek yönlü bir nedensellik iliģkisi saptamıģtır. Aynı dönemde IĢık ve Alagöz (1985-2003), ekonomik büyümenin kamu harcama değiģkenini pozitif yönde etkilediğini ve ekonomik büyümeden kamu harcamalarına doğru tek yönlü bir nedensellik iliģkisi olduğunu tespit etmiģlerdir. 2006 yılına gelindiğinde Kaya (1968-2004), Wagner Kanunu nun aksine, kamu harcamalarından iktisadi büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik iliģkisi tespit ederken, Mere (1963-2004) üç yıl gecikme ile ekonomik büyümeden altyapı harcamalarına doğru tek yönlü nedensellik iliģkisi tespit etmiģ; ancak, eğitim, sağlık ve altyapı harcamalarının ekonomik büyümeyi açıklamada yetersiz kaldığı sonucuna ulaģmıģtır. 2007 yılında Hızarcı (1950-2005) iki değiģken arasındaki iliģkiyi çeģitli modeller (Peacock-Wiseman modeli, Goffman-Mahar modeli, Musgrave modeli, Gupta-Michas modeli) çerçevesinde ele almıģ ve anılan dönemde sadece GSMH dan kiģi baģına kamu harcamalarına doğru tek yönlü bir iliģkinin (Gupta-Michas modeli) olduğunu tespit etmiģtir. 2009 yılında Uysal ve Mucuk (1980-2006) yaptıkları çalıģmada uzun dönemde kamu harcamaları ve ekonomik büyüme arasında karģılıklı bir iliģkinin olduğunu, kısa dönemde ise sadece kamu harcamalarından ekonomik büyümeye doğru negatif yönlü bir bağıntının bulunduğunu tespit etmiģlerdir. Gül ve Yavuz ise (1963-2008) Birim kök, EĢbütünleĢme ve Granger Nedensellik Testi kullanarak, ekonomik büyüme ile kamu harcamaları, cari harcamalar, yatırım 158

harcamaları ve transfer harcamaları arasında bir eģbütünleģme iliģkisinin olduğunu tespit etmiģlerdir. Son olarak 2010 yılında doktora çalıģmasında Fikir 1950-2007 döneminde kamu harcamalarının büyüme üzerindeki etkisini daha derin bir açıdan analiz edebilmek için, sağlık, savunma ve eğitim harcamalarının büyüme üzerindeki etkisini VAR analizi, Varyans AyrıĢtırma ve Etki-Tepki analizi ile sınamıģtır. ÇalıĢmanın sonucunda, kamu harcamalarının iktisadi büyüme üzerine çok az etkili olabildiği, dolayısıyla da genel olarak etkinsiz olduğunu göstermektedir. 4.4. Ekonometrik Metodoloji: Teorik Açıklamalar ve Uygulama Aşamaları ÇalıĢmamızda iktisadi büyüme ölçütü olarak GSMH kullanılmıģtır. Ayrıca yatırım harcamaları total bazda çalıģmaya dahil edilmiģ ve modele özel sektör yatırım harcamalatrı ve istihdam düzeyi verileri kontrol değiģkenler olarak eklenmiģtir. Bir ekonomide yapısal değiģimlerin incelenmesine yönelik ekonometrik araçlar, son birkaç yılda önemli geliģmeler göstermiģtir. Bu bölümde, çalıģmanın amacına uygun olarak ilgili metodoloji özetlenmektedir. Son yıllarda ekonomik analizlerin yapılmasında en sık baģvurulan yöntem istatistik bültenleri veya yıllıkları gibi önceden toplanmıģ verilerden yararlanmaktır. Bu tür veriler genellikle zaman serisi niteliğinde bilgi veren milli gelir, döviz kurları, yatırımlar, harcamalar, faiz oranları, ithalat ve ihracat gibi farklı dönemlerde toplanan ekonomik verilerdir. Bu veriler kullanılarak seriler arasındaki iliģkinin değeri ve yönü tespit edilerek ileriye dönük tespitler yapılabilmesi mümkündür. Bu nedenle zaman serileri ekonomik araģtırmalar için büyük önem taģımaktadır. Zaman serileri zamanın ve zamana bağlı olarak değiģen çeģitli faktörlerin etkilerini taģırlar. Bu bağlamda zaman serileri dört bileģenden oluģur (Newbold, 2000; 777-785); 1- Trend (Genel Eğilim) bileģeni; zaman serilerinin uzun sürede gösterdiği düģme ve yükselme süreçlerinden sonra oluģan kararlı durumdur. Zaman serileri uzun dönem açısından kararlı alçalma ya da yükselme Ģeklinde bir eğilime sahiptir. 159

2- Mevsim bileģeni; zaman serilerinde mevsimlere göre değiģmeyi ifade eder. Zaman serileri açısından kullanılan verilerin kimi dönemleri diğer dönemle göre farklılık gösterir. 3- Çevrimsel bileģen; ekonomide, mevsimsel değiģmeler ile ilgili olmayan dönemsel değiģmelerdir. Örneğin, ekonomide genel eğilimden bağımsız kısa süreli geniģleme ya da daralma durumu çevrimsel süreci tarif eder. 4- Düzensiz bileģen; diğer unsurlar gibi belirli olmayan, hata terimi ile ifade edilebilecek değiģmelerdir. Zaman serileri tüm bu kendilerini oluģturan bileģenlere ayrıģtırıldıktan sonra, bileģenlerin toplamı Ģeklinde; Y t = T t + S t + C t +T t ya da çarpma yöntemi ile Yt= T t S t C t I t Ģeklinde belli bir t döneminde Y zaman serisi ifade edilebilir. Zaman serileri, ortalamadan gösterdiği sapmalara göre durağan ve durağan olmayan seriler olmak üzere iki baģlık altında incelenir. Ġncelenen zaman dizisinin ortalaması ve varyansı simetrik bir değiģme göstermiyorsa veya seri periyodik dalgalanmalardan arınmıģ ise böyle serilere durağan zaman serileri denir (Akdi, 2003; Kurtlar; 2002). Yani zaman serilerinin durağan olması olarak ifade edilen Ģey, zaman içinde varyansın ve ortalamanın sabit olması ve gecikmeli iki zaman periodundaki değiģkenlerin ko-varyansının değiģkenler arasındaki gecikmeye bağlı olup zamana bağlı olmamasıdır. Ortalama=E(Y )=μ (4.1) t Varyans=var(Y - μ) 2 =δ 2 (4.2) t Kovaryans= χ =E((Y - μ)(y - μ) (4.3) k t t-k Zaman serilerinin durağan olmaması durumunda, zaman serileri trend içerecektir. Bu durumda zaman serilerinin kullanılacağı öngörü ve regresyon denklemlerinde sahte regresyon benzeri durumlar ortaya çıkacaktır. Zaman serileri durağan değillerse, stokastik ya da deterministik trend içermektedirler. Ancak seri üzerinde uzun dönemde deterministik bir trendin varlığı ile düzensiz modellerde 160

zaman içinde ortaya çıkan ve bir müddet sonra kayıp olan trendler birbirinden farklıdır(gujarati, 1995; 712-713). Deterministik trend, oldukça uzun bir dönemde ortaya çıkan ve yükseliģ ve alçalıģ zikzakları arasında belli bir yöndeki uzun dönemdeki eğilimi ifade etmektedir. Zaman serisi içerisinde trendin bütünü ile kestirilebilir oluģu deterministik trende iģaret etmektedir (Diebold, 2000; 127-132). Y =a+βt +ε (4.4) t Söz konusu denklem bize durağan olmayan bir zaman serisi içerisindeki deterministik trendi tarif etmektedir. Eğer rassal yürüyüģ(random walk) modelini ifade edecek olursak; (Mankiw ve Matthew, 1985; 165-174). Y t =Y t-1 + ε (4.5) skokastik trendi ifade etmiģ oluruz. Ġstatistik sonuç çıkarımı, durağan zaman dizileri için yapıldığından, diziler durağan değilse çeģitli teknikler kullanılarak öncelikle diziler durağan hale getirilip daha sonra analizler yapılır. 4.4.1. Durağanlık Analizleri Bir iktisadi zaman serisinde yapısal değisim, belirli bir zaman noktasında trendin kesme terimi veya eğiminde istatistiksel olarak anlamlı bir degisikliğin olması demektir. En küçük kareler yönteminde değiģkenlerin ko-varyansının ve ortalamasının sabit ve zamandan bağımsız olduğu varsayılmaktadır. Ancak, ekonomiye ilģkin değiģkenler birim kök testlerine tabi tutulduğunda birçoğunun belirtilen özelliğe sahip olmadığı; baģka bir deyiģle, ilgili değiģkenlerin durağan olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu noktada durağanlığın anlamı bir serideki geçmiģ Ģokların ilgili veriyi zaman içerisinde azalan dozda etkilemesi veya serinin zaman içinde belirli bir değere yaklaģması (yani serinin beklenen değeri etrafında dalgalanması) demektir. Durağanlığa sahip olmayan bir seri için, yüksek (R 2 ) 161

değerlerine rağmen standart istatistik testleri geçersizdir (Kadılar 2000; 5, Salvatore & Reagle 2002; 245, Tarı 2006;382). Ġktisadî zaman serilerinde durağanlığın test edilmesinde iki yaklaģım kullanılmaktadır. Bunlar korelogram testleri ile birim kök testleridir 4.4.1.1. Görsel Saptama Korelogram Testi Korelogam testi otokorelasyon fonksiyonuna (ACF) dayanır. Otokorelasyon fonksiyonu serinin bazı değerleri ve gecikmeli değerleri arasındaki iliģkinin (correlation) boyutunu belirler. DeğiĢik zaman aralıkları (k) için bulunacak ACF (k) katsayısı değerleri iliģkilendirildiğinde, korelogram elde edilir. ACF(k) değerleri 1 ve -1 arasında yer almaktadır. (4.6) Korelogram testinde ACF eğer çok yüksek bir değerden baģlayıp çok yavaģ küçülüyorsa, bu serinin durağan olmadığının bir göstergesidir. Söz konusu hipotez testi her bir ACF (k) değeri için +-1.96(1/ n) değeri bulunarak yapılır. Eğer ACF (k) değeri güven aralığı sınırları dıģında kalıyorsa otokorelasyon vardır. Kısmi korelasyon (PACF) fonksiyonu gecikmeli değiģkenler arasındaki iliģkiyi ifade eder. Kısmi korelasyon fonksiyonu ile korelasyon Y ve Yt-k değerleri arasındaki terimlerin etkisi çıkarılarak bulunur (Ertek, 1996;383). 4.4.1.2. Birim Kök Testleri Uygulamada kullanılan birim kök testlerinden bazıları serideki yapısal kırılmayı dikkate almadan birim kökün varlığını araģtırırken, bazıları ise serideki yapısal kırılmayı göz önünde tutarak birim kökün varlığını araģtırmaktadır. ÇalıĢmamızda hem yapısal kırılmayı göz ardı eden birim kök testlerini hemde yapısal kırılmayı dikkate alan testleri kullanacağımız için her iki test yönteminden de bahsetmenin uygun olacağı düģünülmüģtür. 162

4.4.1.2.1. Yapısal Kırılmayı Göz Ardı Eden Birim Kök Testleri ÇalıĢmada serideki yapısal kırılmayı dikkate almadan birim kökün varlığını araģtıran testlerden GeniĢletilmiĢ Dickey-Fuller Testi (ADF) ve Phillips-Perron (PP) kullanılacağı için sadece bu testler hakkında bilgi verilmiģtir. 4.4.1.2.1.1. Genişletilmiş Dickey Fuller Testi (ADF) Zaman serilerinin durağanlığı 26 ekonometride daha çok birim kök (unit root) analizi olarak bilinen yöntemle serilerin durağanlıklarının belirlendiği görülmektedir. GeniĢletilmiĢ Dickey-Fuller (ADF) birim kök testi, bir zaman serisinin birim köke sahip olup olmadığını değerlendirmede sıkça kullanılan yöntemlerden biridir. Bu testte hata terimleri arasındaki ardıģık bağıntı sorununu gidermek için bağımlı değiģkenin gecikmeli değerleri de göz önünde tutulur. Nitekim, hata teriminin beyaz gürültüye sahip olabilmesi için yüksek dereceden oto-regresif süreçler gerekebilir. Ġlgili seriye iliģkin önemli bir gecikmenin ihmal edilmesi belirlenim (spesifikasyon) hatasına yol açar ve bu durumda hata terimleri oto-korelasyon içerebilir. ADF birim kök testi (p) gecikme serisini içeren oto-regresif bir süreç için [yani AR(p) için] kullanılmaktadır. Belirtilen yönü ile D-F testine göre bir üstünlüğü söz konusudur. Bu testlerdeki modeller için sabitsiz-trendsiz, sabitli-trendsiz ve sabitli-trendli olmak üzere üç farklı belirlenim geliģtirilebilir. Bir (Y t ) zaman serisi için geniģletilmiģ Dickey-Fuller testine iliģkin denklemler sabitsiz-trendsiz, sabitli-trendsiz ve sabitlitrendli versiyonları sırasıyla aģağıdaki gibidir (Enders 1995;225 226,Davidson; MacKinnon 1999; 610 613, Kadılar 2000; 20, Utkulu 2001;120, Doğan 2002;64, Utkulu 2003;52, Al-Tammam 2005;39, Bayri, Güloğlu 2005;18, Asteriou, Hall 2007;297, Sevüktekin, Nargeleçekenler 2007;322 323). 26 Herhangi bir Yt serisinin durağan olması Ģartları Enders (2004;53) Ģu Ģekilde özetlemiģtir; Sabit Aritmetik Ortalama: E(Yt)= μ Sabit Varyans: Var(Yt)=E(Yt- μ) 2 = ζ 2 Gecikme mesafesine bağlı kovaryans: γ k =E[(γt- μ)(yt+k- μ)] Burada; bütün t değerleri için k: gecikme mesafesini ifade etmektedir. μ ortalamayı, ζ ise standart sapmayı göstermektedir. Bu Ģartlar sağlandığı sürece süreç durağan kabul edilir. 163

ΔYt=δY t-1 +u t (sabit terimsiz ve trendsiz) (4.7) ΔY t =β 0 +δy t-1 +u t (sabit terimli ve trendsiz) (4.8) ΔY t =β 0 +β 1trend + δy t-1 +u t (sabit terimli ve trendli) (4.9) Burada, t; zaman ya da genel eğilim değiģkeni olup, trend doğrusal zaman trend faktörünü göstermektedir. Ġlgili formlardan hangisinin kullanılacağı da literatürde tartıģmalı olmakla beraber, sonuçların benzer çıktığı iddia edilmektedir. Yine de sonuçların dirençli çıkması için sabit içeren formun kullanılması da tavsiye edilmektedir. Ayrıca, serinin trend içerdiği düģünülüyorsa trendli model; trend içermediği düģünülüyorsa sabit içeren modelin kullanılması uygundur. Sabitsiz ve trendsiz modelin ise, özellikle iktisadî veriler için istatistiksel açıdan sorunlara yol açacağı iddia edilmektedir (Kadılar 2000;33, Utkulu 2001;120, Asteriou, Hall 2007;297). ADF testi yukarıdaki denklemde (δ) nın negatifliğini test etmektedir. Ho: δ= 0, ρ= 1 ise; Yt zaman serisi durağan değildir, normal dağılmamaktadır ve otokorelasyon vardır (birim kök vardır). H1: δ 0 ise; Yt zaman serisi durağandır, normal dağılmaktadır ve otokorelasyona sahip değildir (Birim kök yoktur). H0: ρ= 1 hipotezi varsayımla hesaplanan istatistik değeri t istatistiği 27 olarak bilinmektedir. Aynı zamanda buna Dickey-Fuller Testi de denilmektedir (Gujarati, 2004:815). Eğer ut ardıģık bağımlı ise diğer bir ifadeyle hata terimi oto korelasyonlu ise kullanılacak regresyon modeli aģağıdaki gibi olacaktır (Gujarati, 2004; 817). ΔYt= β 0 +β 1trend + δy t-1 + (4.10) 27 Eğer, hesaplanan t Dickey-Fuller test istatistiğinin mutlak değeri, Mackinnon kritik eģik değerlerinin mutlak değerinden küçükse Ho: δ= 0 hipotezi kabul edilmektedir. Ayrıca incelenen zaman serisinin durağan olmadığı kabul edilmektedir. Eğer bunun tam tersi bir sonuç çıkarsa, H0 hipotezi reddedilerek zaman serisinin durağan olduğu sonucuna varılmaktadır. 164

Burada; m; optimal gecikme düzeyini göstermektedir. Gecikmeli fark terimleri kullanılarak hata terimlerinin ardıģık bağımsız olmasını sağlayacak kadar terimi modele katılmaktadır. δ= 0 ya da ρ= 1olduğu durumda birim kökün varlığı söz konusu olacaktır. Bu modele DF sınaması uygulanırsa, buna GeniĢletilmiĢ Dickey Fuller (ADF) sınaması adı verilmektedir (Hızarcı, 2007; 81). 4.4.1.2.1.2. Phillips - Perron Testi (PP) DF ve ADF testleri hata teriminin beyaz gürültüye sahip olduğunu; yani hata terimlerinin birbirinden bağımsız ve homojen dağılıma sahip olduğu varsayımı altında geçerlidir. Bu testlere alternatif olarak geliģtirilen P-P durağanlık testinde hata terimlerine iliģkin beklenen değerin sıfıra eģit olduğu (E t = 0) varsayılmakla birlikte, hata terimlerinin değiģen varyanslı hali ele alınmıģ; baģka bir deyiģle, ADF testindeki varsayımlar yumuģatılmıģtır (Enders, 1995; 239). Bu test hareketli ortalama (MA) sürecinide göz önünde tutan (yani ARIMA içerikli) ve parametrik olmayan bir testir. Aynı zamanda, bu test küçük örneklemler için daha iyi sonuç vermektedir (Yavuz, 2006; 967). P-P testi Philips; Perron (1988) e dayanmaktadır; Y t = a * 0 + a * 1 y t-1 + μ t (4.11) (4.12) Bu modellerde, μ hata teriminin beklenen değeri, sıfır olmakla birlikte serisel t bağımsızlık ve sabit varyans Ģartı yoktur. T, toplam gözlem sayısıdır. (t-t/2) terimi, t trend değiģkenini sıfır etrafında normalize etmektedir. (a * 0 ve a * 1 ) trendsiz modelin, ( ) trendli modelin sıradan EKK katsayılarını göstermektedir. Fakat burada hata terimleri arasında içsel bağlantının (serial correlation) olmadığı veya homojenlik varsayımı gereklidir. Bu açıdan bakıldığında DF testinin bağımsızlık ve homojenite varsayımları PP testinde terk edilmiģ hata terimlerinin zayıf bağımlılığı ve heterojen dağılımı kabul edilmiģtir. Böylece PP, Dickey Fuller t istatistiklerini geliģtirmesinde hata terimlerinin varsayımları konusundaki sınırlamaları dikkate almamıģtır. 165

Sonuç olarak, ADF birim kök testine göre düģük frekanslı serilerde daha etkili sonuçlar verdiği ileri sürülen PP testinin, negatif hareketli oralamalarda, birim kök hipotezini red etme eğiliminde olduğu ancak pozitif hareketli ortalama söz konusu olduğunda ise daha iyi sonuçlar verdiği belirtilmektedir (Bozkurt, 2007; 41). 4.4.1.2.2. Yapısal Kırılmayı Dikkate Alan Birim Kök Testleri Bir zaman serisi değiģkeni analiz döneminin çeģitli alt bölümlerinde deterministik trend etrafında durağan özelliğe sahip olabilir. Bu alt dönemler sabit terimde ve/veya eğim parametresindeki yapısal değiģikliklerden etkilenebilir. Bu yapısal değiģiklikleri dikkate almadan birim kök testi yapmak yanlıģ sonuçlar doğurur ve testin gücünü azaltır. Yapısal kırılmanın olması durumunda, örnek verilerden yararlanılarak tahmin edilen regresyon doğrusu, gerçek regresyon doğrusundan farklı olmakta ve zaman serisi analizinin durağanlık sınaması yoluyla yapmak istediği tahmin çalıģmalarının zayıflamasına neden olmaktadır (Perron, 1989;1361-1401). Ayrıca birim kök sınamalarına iliģkin üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus,asıl desende mevcut yapısal kırılmaların birim kök sınamasının sıfır hipotezinin reddedilmemedine neden olabileceğidir, asıl desenin zaman içinde bir kırılma içeren eğim doğrusunun etrafında durağan dalgalandığı durumda, eğime karģı standart birim kök sınamalarının sıfır önsavını reddetmekte baģarısız olduklarını göstermiģtir (Perron, 1993; 248-249). Zaman serisi değiģkenin de, analiz dönemi içerisinde görülen yapısal değiģiklikler biliniyorsa kurulan modele kukla (dummy) değiģkenlerin eklenmesi ile birim kök yapılmaktadır. Perron un (1989) geliģtirdiği birim kök testinde, serinin sadece bir noktasında kırılma meydana geldiği varsayımı yapılmaktadır. Seride meydana gelen bu kırılma zamanının ise önsel olarak bilindiği kabul edilmektedir. Christiano(1992) çalıģmasında, Perron un (1989) önerdiği önsellik varsayımını eleģtirerek, kırılma noktasının içsel olarak belirlenmesi gerektiğini öne sürmüģtür. Benzer Ģekilde kırılma zamanının içsel olarak belirlendiği Zivot ve Andrews (1992) yılında çalıģmasında belirtmiģtir. ÇalıĢmamızda yapısal kırılmayı dikkate alan birim kök test 166

yöntemlerinden Zivot-Andrews (1992) kullanılacağı için metodolojide sadece bu yönteme yer verilmesi uygun görülmüģtür. 4.4.1.2.2.1. Zivot Andrews Birim Kök Testi (ZA) Yapısal kırılmayı göz önüne alan testler yapısal kırılma döneminin içsel ya da dıģsal olarak belirlenmesine göre ve yapısal kırılma sayısına göre gruplandırılabilir. Perron testi (1989) yapısal kırılma döneminin tek olduğu ve dıģsal olarak belirlendiği testle örnek gösterilebilir. Bununla birlikte Ng-Perron (1997) ve Zivot-Andrews (1992) testleri yapısal kırılmanın tek olduğu ve içsel olarak belirlendiği testlere örnektir. Zivot ve Andrews (ZA) testi, aģağıdaki regresyon denklemlerinin tahminine dayanmaktadır. ZA testinde, ardıģık ADF test yöntemi ile örnek içindeki mümkün olan her kırılma noktası için, regresyon denklemi tahmin edilmekte ve tahmin edilen parametreler için t istatistiği hesaplanmaktadır. Bilinmeyen bir zaman noktasında otonom ve trend fonksiyonu eğiminde tek zaman kırılmalı (T B ) trend durağan hipotezine karģın, birim kök temel hipotezi test edilmektedir. ZA testinin uygulamasında tahmin edilen aģağıdaki üç modelden ilki Model A ortalama kırılma ile ilgili iken, ikincisi Model B eğimdeki kırılmayı göstermektedir. Model C ise yapısal bir değiģimin hem ortalama hem de eğimi değiģtirdiğini gösteren denklemdir.(yavuz, 2006; 166). Söz konusu modeller (Zivot ve Andrews, 1992; 255); Model A: Model B: (4.13) (4.14) 167

Model C: (4.15) Burada, Δ fark oparatörü, e t otokorelasyonsuz, sabit varyanslı ve normal dağılımlı hata terimi, t zamanı (t = 1, T) göstermektedir. denklemin sağ tarafındaki ΔY t-j terimi, hata teriminin otokorelasyonsuz olmasını sağlamak amacıyla modele dahil edilmektedir. TB kırılma zamanını, λtb/t kırılma noktasını ifade etmektedir. Buna göre, eğer t >Tλ ise DU t (λ) = 1, diğer durumlarda sıfır değerini almakta ve t > Tλ ise DT * t(λ) = t-tλ, sıfır değerini almaktadır. Testin uygulanmasında gözlem dönemindeki her bir yıl olası kırılma yılı olarak alınarak kukla değiģkenler oluģturulmakta ve α nın t istatistikleri elde edilmektedir. Bu süreç gözlem döneminin tümü için uygulandıktan sonra α nın t istatistiğinin minimum elde edildiği yıl olası kırılma yılı olarak belirlenir. Elde edilen t istatistiği Zivot ve Andrews tarafından oluģturulan kritik değerler ile karģılaģtırılmaktadır. Eğer elde edilen t istatistiği kritik değerlerden küçükse serinin birim kök içerdiğini belirtilen sıfır hipotezi kabul edilmektedir. Elde edilen t istatistikleri kritik değerlerden büyükse sıfır hipotezi reddedilmekte ve serinin yapısal kırılmayla birlikte durağan olduğunu belirten alternatif hipotez kabul edilmektedir (Pazarlıoğlu ve Kırıcı, 2007;5, Yavuz, 2006; 166, Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007; 430-431). 4.5. Eşbütünleşme Testleri Seriler aynı derecede durağan olmasalar bile, değiģkenler arasında uzun dönemde doğrusal olmayan bir iliģki ortaya çıkabilir. EĢbütünleĢme kavramı ekonomide uzun dönem denge iliģkisinin varlığının belirlenmesinde kullanılmaktadır. EĢbütünleĢme kavramı ile ilgili çalıģmalar, Engle ve Granger,n (1987) makalesi ile baģlamıģtır. Bu makale, durağan olmayan değiģkenler ile ekonomik analizlerin yapılmasına önemli katkılarda bulunmaktadır. EĢbütünleĢme teorisine göre, dengeden sapma olduğunda dengeye tekrar dönebilmesi veya dengeden sapmaların geçici olması ancak eģbütünleģme iliģkisi mevcut olduğunda mümkün olmaktadır. Bu nedenle eğer durağan olmayan 168

değiģkenler eģbütünleģik ise, değiģkenlerin farklarının alınmaları uygun olmayabilir. Çünkü bu değiģkenler, birlikte hareket eden ortak bir trende sahiptir. Farkın alınması, ortak trendi ortadan kaldırır ve istatistiksel bilgi kaybına yol açar (Acaravcı, 2007; 24). Ancak gerek Engle ve Granger in eģbütünleģme testi, gerekse Johansen (1988) ve Johansen ve Juselius (1990) tarafından geliģtirilen Johansen eģbütünleģme testi, ele alınan tüm serilerin düzeyde durağan olmamasını ve aynı derecede farkı alındığında durağan hale gelmeleri gerekmektedir. Eger analizde kullanılan serilerin her biri farklı düzeyde durağan hale geliyor ise bu durumda Peseran, Shin ve Smith tarafından geliģtirilen gecikmesi dağıtılmıģ otoregresif (ARDL) yöntemi kullanılır. ARDL yönteminin en önemli avantajı değiģkenlerin durağan olup olmadıklarına bakılmaksızın uygulanabilmesidir. ARDL yöntemi iki aģamada uygulanır. Önce, modelde yer alan değiģkenler arasındaki uzun dönem iliģkisinin olup olmadığı araģtırılır. Uzun dönem iliģkisinin varlığı halinde bu iliģkiden elde edilen hata terimleri kullanılarak yine ARDL yöntemine dayalı değiģkenler arasında kısa dönem iliģkileri veren bir hata düzeltme mdeli tahmin edilir (Takım, 2008; 108-109). 4.5.1. ARDL (Sınır Testi) Eşbütünleşme Modeli DeğiĢkenlerin farklı düzeylerde durağan olmaları durumunda kullanılabilen ARDL yaklaģımının avantajları olarak; gecikmeli değerlere yer verilmesi, düģük sayıda gözlemle sağlıklı sonuçlar elde edilmesi ve dinamik bir hata düzeltme modeline lineer bir dönüģümle ulaģılabilmesi sayılabilmektedir (Shrestha ve Chowdhury, 2005; 15). ARDL yaklaģımına dayalı sıradan En Küçük Kareler (OLS), değiģkenlerin I(0), I(1) veya hem I(0) hem I(1) olduklarına bakılmaksızın hepsine uygulanabilir. (Peseran vd.2001). Johansen eģbütünleģme testi geçerli amaçlar için büyük örneklem gerektirirken, bu yaklaģım küçük hacimli örneklemlerde de etkin sonuçlar verir. Ayrıca, basit bir doğrusal dönüģtürme yoluyla ARDL den türetilebilen dinamik hata düzeltme modeli (ECM) uzun dönemli bilgi kaybına yol açmaksızın kısa döneml, dinamikleri uzun dönemli dinamiklerle bileģtirmektedir (Banerjee vd, 1993; 52). 169

ARDL modeli iki aģamadan oluģmaktadır. Öncelikle, kısıtlanmamıģ hata düzeltme modelinde (Unrestricted Error Correction Model-UECM) hesaplanan F istatistik değerleri Peseran (2001) tablo değerleri ile karģılaģtırılır. Hesaplanan F değerinin üst kritik değerden büyük olması durumunda seriler arasında koentegrasyonun varlığı, seriler arasında uzun dönemli bir iliģkinin varlığını göstermektedir (Erdoğan ve Bozkurt, 2008;30). Seriler arasında koentegrasyon bulunduktan sonra uzun dönem ve kısa dönem iliģkilerini belirlemek için ARDL modelleri kurulur. Gecikme sayısının belirlenmesinde Akaike (AIC), Schwarz (SBC) ve Hannan-Quinn krtik değerleri ve seriler arası otokorelasyonun varlığı dikkate alınmaktadır (Öztekin, 2009; 13). ÇalıĢmamızda her bir kamu harcama çeģidi için ayrı bir model oluģturulacaktır. Dolayısıyla çalıģmamızda altı farklı harcama çeģidi kullanıldığı için altı adet farklı model kurulmuģtur. Tüm bu modellerin ayrıntılı incelemesine ampirik çalıģmalar bölümünde yer verilmiģtir. Kamu harcama çeģitlendirmesine gitmeden, tüm harcamaları KH olarak nitelendirirsek çalıģmamıza uyarlanmıģ modeli aģağıdaki Ģekilde yazabiliriz. (4.16) 4.16 numaralı denklemde GDP büyümeyi, KH kamu harcama çeģitlerini (Sağlık Harcamaları, Savunma Harcamaları, Eğitim Harcamaları, Cari Harcamalar, Transfer Harcamaları ve Yatırım Harcamaları) ve X kontrol değiģkenleri(özel sektör yatırımları, dıģa açıklık, enflasyon, istihdam oranlarını) temsil etmektedir. Buradan ; (4.17) (4.17) nolu eģitlikte eģbütünleģme iliģkisi; H 0 = α 4 =α 5 =α 6 = 0 hipotezinin test edilmesiyle yapılmaktadır. Herhangi bir anlamlılık seviyesi için hesaplanan F istatistiği Peseran vd. (2001) çalıģmasında verilen alt ve üst kritik değerlerin dıģına 170

düģtüğü takdirde değiģkenlerin bütünleģme derecelerini dikkate almaksızın kesin bir yorum mümkün olabilmektedir. F istatistiğinin üst kritik değerden büyük olması, seriler arasında uzun dönemli bir iliģki olduğunu, alt kritik değerden küçük olması ise uzun dönemli bir iliģkinin olmadığını göstermektedir. F istatistiğinin kritik değerler arasında kalması durumunda ise bir sonuca varılamamakta ve serilerin bütünleģme derecelerini dikkate alan diğer eģbütünleģme testlerine baģvurulmaktadır (Gürgür ve Karaca, 2007; 19). ARDL modelinde ilk olarak (4.16) ve (4.17) nolu eģitlikteki bağımlı ve bağımsız değiģkenlerin m sembolü ile gösterilen gecikme uzunluğunun (lag order) AIC ve SBC kriterlerine göre belirlenmesi gerekir. En küçük kritik değeri sağlayan gecikme uzunluğu modelin gecikme uzunluğu olarak seçilir. Seçilen gecikme uzunluğu ile oluģturulan modelin ardıģık bağımlılık içermesi durumunda, ikinci en küçük değeri sağlayan gecikme uzunluğu alınır ve eğer ardıģık bağımlılık ortadan kalkmamıģsa kalkana kadar bu iģleme devam edilir (Karagöl vd., 2007; 76). EĢbütünleĢmenin varlığı, yukarıda anlatılan süreç sonucu tespit edildikten sonra, değiģkenler arasında eģbütünleģme iliģkisi ARDL formundaki eģitlik yardımıyla tahmin edilir. (4.18) EĢitlik (4.18) ile uzun dönemli eģbütünleģme iliģkisinin tespitinin ardından, hata terimleri kullanılarak bağımlı değiģken ile bağımsız değiģkenler arasındak kısa dönemli iliģkileri belirlemek amacıyla aģağıdaki ARDL modeli tahmin edilir; (4.19) Kısa dönem iliskileri ortaya koyan modelin tahmin sonuçlarının saglıklı olması için Breusch-Godfrey ardısık bagımlılık, Ramsey regresyonda model kurma hatası, Jargue-Bera normallik ve White degisen varyans sınama istatistiklerine bakılır. 171

4.5.2. Johansen Eşbütünleşme Testi Maksimum olabilirlik tahmin yöntemi kullanılarak eģbütünleģtirici vektörlerin varlığını test eden Johansen yaklaģımı (Johansen 1988), durağan olmayan serilerin farkları ile seviyelerini içeren VAR (Vector Auto Regression) tahmininden oluģur. DeğiĢkenlerin seviyelerine iliģkin parametre matrisi, modelin uzun dönem özellikleri hususunda bilgileri kapsamaktadır. Birinci farklarında durağan olan iki değiģkenden oluģan [Z=(X,Y)] vektör otoregresif modelin aģağıdaki denklemdeki gibi olduğunu kabul edersek; Z t = A i Z t-1 + e t (4.20) Bu denklemde, A i (i = 1,2,., p) Z t-1 kapsamındaki değiģkenlerin parametre matrisidir. Z t kapsamındaki değiģkenlerin birinci dereceden fark durağan oldukları varsayılırsa, yukarıda ki VAR modelini, serilerin hem birinci farklarını hem de seviyelerini kapsayacak Ģekilde aģağıdaki VAR modeline dönüģtürmek uygun olacaktır. (4.21) Burada, π matrisinin rankı sıfır olduğunda, Z t kapsamındaki hiç bir seri, diğer seri yada serilerin doğrusal bir bileģimi olarak gösterilemez. Diğer taraftan, π matrisinin rankı bir ise, Z t kapsamındaki serilerin, doğrusal ve bağımsız bir bileģimi ortaya çıkar ki, bu da, seriler arasında tek bir uzun dönem iliģkisinin (eģbütünleģmenin) mevcut olduğunu ifade eder. Eğer, π nin rankı birden büyük ise, seriler arasında birden fazla eģbütünleģme iliģkisi var demektir (Halaç ve KuĢtepeli, 2.003; 13) Z t yi oluģturan seriler arasındaki eģbütünleģme iliģkileri, iki test istatistiği yardımıyla değerlendirilebilir. Bunlardan biri Ġz Test, diğeri Maksimum Özdeğer Test istatistiğidir. Ġz Testi, π matrisinin rankını inceler ve matris rankının r ye eģit ya da r den küçük olduğunu ifade eden H 0 hipotezini test eder. Burada r, eģbütünleģme 172

vektör sayısını göstermektedir. Maksimum özdeğer test istatistiği ise, eģbütünleģme vektörün r olduğunu ifade eden H 0 hipotezini, r+1 olduğunu ifade eden alternatifine karģı test eder. Her iki test istatistiğinin kritik değerleri, Johansen ve Juselius (1990) tarafından verilmiģtir. 4.6. Verilerin Tanımlanması Bu alt bölümde ilk olarak ekonometrik uygulamaya bir ön hazırlık mahiyetinde kullanılan verilerin nitelikleri açıklanacaktır. Tablo 10: Serilerin Açıklanması Simgesi Değişkenin Açıklaması Simgesi Değişkenin Açıklaması LHE Sağlık Harcamaları / GSYH' nın Logaritması 1994 yılı için anlık kukla LEE Eğitim Harcamaları / GSYH' nın Logaritması D2 değiģkeni(1994=1, diğer yıllar için=0 LME LCE Savunma Harcamaları/ GSYH' nın Logaritması Cari Harcamalar / GSYH' nın Logaritması D3 1996 yılı için anlık kukla değiģkeni (1996=1, diğer yıllar için = 0) LIE Yatırım Harcamaları / GSYH' nın Logaritması D4 LTE Transfer Harcamaları / GSYH' nın Logaritması LOPEN DıĢ Ticaret Hacmi / GSYH' nın Logaritması Dt1 LINF Enflasyon Oranının Logaritması (TÜFE) LPĠNV Özel Yatırımlar /GSYH' nın Logaritması Dt2 LGDP Reel GYSH' nın Logaritması LEMP Ġstihdam Edilen ĠĢgücü Logaritması Dt3 2001 yılı için anlık kukla değiģkeni(2001=1, diğer yıllar için=0 1980 yılı için tren içeren kukla değiģken (1980 yılına kadar =0, 1980=1 ve devam eden yıllar trend içerir 1994 yılı için tren içeren kukla değiģken (1994 yılına kadar =0, 1994=1 ve devam eden yıllar trend içerir 2001 yılı için tren içeren kukla değiģken (2001 yılına kadar =0, 2001=1 ve devam eden yıllar trend içerir D1 1980 yılı için anlık kukla değiģkeni (1980=1, diğer yıllar için = 0) 1970: 2009 dönemini kapsayan bu çalıģmada yedi tanesi kukla değiģken olmak üzere toplam onsekiz adet seri kullanılmıģtır. Serilerin elde edilmesinde; (CE, ĠE, TE, PĠNV, EMP) serileri için DPT Temel Ekonomik Göstergeler Yayını, (ME, HE, EE) serileri Penn World Table (Center for Ġnternational Comparisons at The University of Pennsylvania), (GDP) serisi WDI (World Development Ġndicators), ĠNF için IMF- 173

IFS sisteminden yararlanılmıģ ve son olarak OPEN serisi ise ihracat ve ithalat rakamları kullanılarak tarafımızdan oluģturulmuģtur. Yukarıda temel nitelikleri belirtilmiģ olan serilerin ekonometrik analizlerde daha iyi bir Ģekilde kullanılması için uygun istatistiki dönüģümleri yapılmıģtır. Orijinal serilerin logaritmik halleri analize dahil edilmiģtir. Kullanılan verilerin istatistiki dönüģümlerinin sağlanmasında Eviews 6.0 programı kullanılmıģtır. 4.7. Ampirik Bulgular Bu bölümde öncelikle serilerin yapısal kırılmayı göz ardı eden ve yapısal kırılmayı dikkate alan modeller çerçevesinde durağanlıkları test edilecektir. Sonrasında seriler arasında uzun dönemli iliģkinin varlığı ARDL ve Johansen eģbütünleģme yöntemi ile araģtırılacaktır. 174

4.7.1. Birim Kök Testleri Sonuçları Tablo11: ADF ve PP Birim Kök Test Sonuçları Değişkenler Sabit LGDP 0.842-2,893 ADF Sabit ve Trendli Sonuç Değişkenler Sabit Durağan Değil PP Sabit ve Trendli LGDP 0,927-2,917 Sonuç Durağan Değil LGDP -6,668-6,622 Durağan I(1) LGDP -6,676-6,723 Durağan I(1) LPĠNV -2,317-2,366 Durağan Değil LPĠNV -2,03-2,13 Durağan Değil LPĠNV -4,842-4,778 Durağan I(1) LPĠNV -4,858-4,792 Durağan I(1) LINF -2,164-2,15 Durağan Değil LINF -2,164-2,116 Durağan Değil ΔLINF -6,474-6,643 Durağan I(1) ΔLINF -6,569-11.325 Durağan I(1) LOPEN -1,573-2,198 Durağan Değil LOPEN -1,559-2,198 Durağan Değil ΔLOPEN -4,666-4,625 Durağan I(1) ΔLOPEN -4,514-4,453 Durağan I(1) LCE -1,33-2,458 Durağan Değil LCE -1,21-2,552 Durağan Değil ΔLCE -8,189-8,116 Durağan I(1) ΔLCE -7,778-7,706 Durağan I(1) ADF Kritik Sabitli ve PP Kritik Sabitli ve Sabitli Sabitli Değer Trendli Değer Trendli 0,01-3,621-4,219 0,01-3,61-4,211 0,05-2,943 3,533 0,05-2,938-3,529 0,1-2,61-3,198 0,1-2,607 3,196 175

Tablo 12: ADF ve PP Birim Kök Test Sonuçları Devamı Değişkenler Sabit ADF Sabit ve Trendli Sonuç Değişkenler Sabit PP Sabit ve Trendli Sonuç LIE -2,219-2,604 Durağan Değil LIE -2,242-2,698 Durağan Değil ΔLIE -5,992-5,962 Durağan I(1) ΔLIE -7,547-9,531 Durağan I(1) LTE -1,508-2,183 Durağan Değil LTE -1,489-2,362 Durağan Değil ΔLTE -6,833-6,776 Durağan I(1) ΔLTE -6,815-6,778 Durağan I(1) LHE -2,277-4,593 Durağan I(0) LHE -2,148-4,706 Durağan I(0) ΔLHE -12,787-12,611 Durağan ΔLHE -12,787-13 Durağan LME -2,974-2,86 Durağan Değil LME -2,962-2,86 Durağan Değil ΔLME -7,26-7,241 Durağan I(0) ΔLME -7,29-7,546 Durağan I(1) LEE -3,268-4,398 Durağan I(0) LEE -3,076-4,398 Durağan I(0) LEMP -2,007-1,043 Durağan Değil LEMP -2,202-0.887 Durağan Değil ΔLEMP -6,769-7,634 Durağan I(0) ΔLEMP -6,762-7,428 Durağan I(1) ADF Kritik Sabitli ve PP Kritik Sabitli ve Sabitli Sabitli Değer Trendli Değer Trendli 0,01-3,621-4,219 0,01-3,61-4,211 0,05-2,943 3,533 0,05-2,938-3,529 0,1-2,61-3,198 0,1-2,607 3,196 DeğiĢkenlerin durağanlık sınamasında, GeliĢtirilmiĢ Dickey Fuller (ADF) ve Phillips-Peron birim kök testleri kullanılmıģtır. Tablo 11 ve Tablo 12 de analizde kullanılan değiģkenlere ait birim kök testlerinin sonuçları yer almaktadır. Tablolardan da görüldüğü üzere sağlık harcamaları oranını temsil eden LHE I(0) 176

serisi, eğitim harcamalarını temsil eden LEE I(0) serisi ve savunma harcamalarını temsil eden LME I(0) serisi seviyede durağan iken diğer tüm seriler farkında I(1) durağan çıkmıģtır. ADF ve PP birim kök testleri yapısal kırılmayı dikkate almamaktadır. Bu durumda olası bir yapısal kırılma durumunda aslında durağan olan bir seriyi durağan olmayan bir seri olarak gösterebilmektedir. Bu nedenle çalıģmamızda bir sonraki aģamada yapısal kırılmayı dikkate alan ZA birim kök testi sonuçları verilmiģtir. Tablo 13.: ZA (A Modeli) Birim Kök Değerleri Sonuçları Değişkenler ZA Seviye Sonuç ZA 1. Fark Sonuç Değerleri Değerleri LGDP -3,819 Durağan Değil -6,801 Durağan LOPEN -4,667 Durağan Değil -5,597 Durağan LĠNF -4,378 Durağan Değil -6,886 Durağan LPĠNV -4,383 Durağan Değil -5,256 Durağan LCE -4,810 Durağan Değil -9,849 Durağan LTE -3,337 Durağan Değil -7,638 Durağan LĠE -4,316 Durağan Değil -6,495 Durağan LHE -5,887 Durağan -13,685 Durağan LME -5,181 Durağan(5%) -7,613 Durağan LEMP -3,575 Durağan Değil -8,272 Durağan LEE -6,318 Durağan -12,177 Durağan ZA Kritik Değer 1% -5,57-5,34 5% -5,08-4,80 10% -4,82-4,58 Ġlgili kritikdeğerler için bkz Zivot ve Andrews, 1992: 256, 257. Ġlgili testler yapılırken seviyede gecikme sayısı 5 (beģ), birinci fark iģleminde 4(dört) olarak alınmıģ ve daha sonra hata terimlerinin durağanlık durumu araģtırılmıģtır. Hata terimlerinin tüm modellerde seviyede durağan olmadığı için serilerin 1 (bir) gecikmesi modellere dahil edilmiģtir. 177

Tablo 14 de verilen bilgiler ıģığında, LME, LHE ve LEE serileri seviyede durağan iken diğer seriler birinci farkta durağan çıkmıģlardır. Bu durumda yapısal kırılma dikkate alındığında dahi serilerde birim kök bulunmadığını söyleyebiliriz. Tablo14.: Birim Kök Testleri Sonuçlarının KarĢılaĢtırılması Değişkenler ADF PP ZA LGDP I(1) I(1) I(1) LOPEN I(1) I(1) I(1) LĠNF I(1) I(1) I(1) LPĠNV I(1) I(1) I(1) LCE I(1) I(1) I(0) LTE I(1) I(1) I(1) LĠE I(1) I(1) I(1) LHE I(0) I(0) I(0) LME I(0) I(0) I(0) LEMP I(1) I(1) I(1) LEE I(0) I(0) I(0) Birim kök testleri ile serilerin durağanlıkları incelenmiģ ve tüm serilerin seviyede durağan olmadıkları tespit edilmiģtir. Ancak seviyede durağan olmayan serilerin birinci farkında durağan hale geldikleri belirlenmiģtir. Bu nedenle seriler arasındaki eģbütünleģme iliģkisinin sınır testi yöntemi ile incelenmesi aģamasına geçilmiģtir. 4.7.2. Kamu Harcamaları ve Büyüme İlişkisinin Modellenmesi Kamu harcama çeģitleri ve büyüme arasındaki iliģki ile ilgili yukarıda yapılan teorik ve ampirik literatüre bağlı kalınarak, Türkiye de kamu harcama çeģitleri ile büyüme iliģkisinin incelendiği bu alt bölümde, analizlerde kullanılan serilerin karakteristik özellikleri, değiģkenler arasındaki iliģkinin tek bir metod kullanılarak incelenmesini olanaklı kılmamaktadır. Diğer bir ifade ile serilerin bazıları I(0) ve bazılarıda I(1) dir. Bu nedenle seviyede durağan olmayıp farkında durağan olan I(1) değiģkenler arasındaki iliģkinin analizinde Johansen EĢ bütünleģme analizi 178

yapılırken, I(1) ve I(0) değiģkenlerinin birlikte yer aldığı değiģkenler için ARDL (Sınır Testi) tercih edilmiģtir. Bu nedenle bu bölümde kurulan modeller, bu modellerde kullanılan değiģkenler ve kulanılan yöntem Tablo 15 de verilmiģtir. Tablo 15: Kamu Harcama ÇeĢitleri Büyüme ĠliĢkisinin Modellenmesi Model No Değişkenler Yöntem Model 1 Savunma Harcamaları - Büyüme ĠliĢkisi LME, LGDP, LOPEN, LEMP ARDL (Sınır Testi ) Model 2 Sağlık Harcamaları - Büyüme ĠliĢkisi LHE, LPĠNV, LOPEN, LGDP ARDL (Sınır Testi ) Model 3 Eğitim Harcamaları - Büyüme ĠliĢkisi LPĠNV, LGDP, LOPEN, LEE ARDL (Sınır Testi ) Model 4 Yatırım Harcamaları - Büyüme ĠliĢkisi LPĠNV, LGDP, LEMP, LĠE Johansen Model 5 Cari Harcamalar - Büyüme ĠliĢkisi LCE, LGDP, LOPEN, LPĠNV, LEMP, LĠNF Johansen Model 6 Transfer Harcamaları - Büyüme ĠliĢkisi LTE, LGDP, LOPEN, LEMP, LĠNF Johansen 4.7.3. ARDL Eşbütünleşme Testi, Hata Düzeltme Mekanizması ve Granger Nedensellik Sonuçları ÇalıĢmamızın amacı kamu harcama çeģitlerinin her birinin büyüme ile iliģkisini ayrı ayrı test etmektir. Bu nedenle çalıģmamızda altı farklı harcama çeģidi kullanılmıģ ve her bir harcama çeģidi için farklı bir model oluģturulmuģtur. Ancak ilk üç modelde serilerin durağanlık seviyeleri aynı dereceden olmadığı için ARDL yöntemi ile eģbütünleģme analizi yapılmıģtır. Bundan sonraki bölümde ilk üç modelin sırasıyla eģbütünleģme, hata düzeltme ve nedensellik sonuçları verilmiģtir. 179

4.7.3.1. Model 1: Savunma Harcamaları Büyüme İlişkisi ( 4.22 ) Ġlk aģamada seriler arasında seviye iliģkisinin varlığını gösteren Bound Testi için gecikme uzunluğu belirlenmiģ ve sonuçlar Tablo 16 da verilmiģtir. Tablo 16: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi (Model 1) P AIC SBC X 2 (1) p-val X 2 (1) X 2 (4) p-val X 2 (4) 1-3.728.489-3.301.935 0.132467 0.7159 1.521.458 0.0139 2-3.514.952-2.911.631 0.250840 0.6165 2.044.004 0.0041 3-3.854.987-3.071.297 1.953.212 0.1622 5.092.700 0.2779 Gecikme Uzunluğu AIC: 3 Gecikme Uzunluğu SBC: 1 Kurulan model için uygun gecikme uzunluğu AIC kriterine göre 3, SBC kriterine göre 1olarak belirlenmiģtir ve bu gecikme uzunluğunda otokorelasyona rastlanmamıģtır. 28 Tablo 17: Savunma Harcamaları Büyüme ĠliĢkisi Sınır Testi Sonuçları (Model 1) Sınır Testi Sonuçları Anlamlılık Düzeyinde Kritik Değerler k F_iv F_v t_v F_iv F_v t_v Alt Sınır Üst sınır Alt Sınır Üst sınır Alt Sınır Üst sınır 3 4.269735 5.332974-4.504390 3.38 4.23 4.01 5.07-3.41-4.16 Tanısal Testler R 2 = 0.65 F ist.= 4.57 (0.000) D.W. Ġst. = 2.097 k denklemdeki bağımsız değiģken sayısıdır. Kritik değerler, Paseran vd. (2001) deki Tablo CI (III), CI(ĠV) ve CI(V) den alınmıģtır. FIV : Sabitli-Trendli modeldeki gecikmeli seviye değiģkenleri ile trend değiģkenine ait katsayıların, eģanlı olarak sıfıra karģı test edilmesi ile elde edilen F istatistiğidir. FV : Sabitli-Trendli modeldeki gecikmeli seviye değiģkenlerine ait katsayıların, eģanlı olarak sıfıra karģı test edilmesi ile elde edilen F istatistiğidir. tv : Sabitli-Trendli modelde, bağımlı değiģkenin seviye değerine ait katsayının t istatistiğidir 28 p-val X 2 (1): otokorelasyon test istatistiği olup tüm gecikmelerde 0,05 den büyük olması modelde otokorelasyon olmadığını göstermektedir. 180

Tablo 17 deki sınır testi sonuçlarına göre, hesaplanan test istatistikleri, Peseran vd.(2001) deki üst kritik değerleri %5 anlamlılık düzeyinde aģtığı görülmektedir. Bu sonuç, analize konu olan değiģkenler arasında uzun dönemli bir seviye iliģkisinin olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla uzun ve kısa dönem iliģkileri belirlemek üzere ARDL modeli Ģu Ģekilde kurulabilecektir. ( 4.23 ) Tablo 18: ARDL Modeli Uzun Dönem Katsayıları (2.3.0.0. Modeli) (Model 1) Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği LEMP 0.858482 0.146375 5.864941 (0.000) LOPEN -0.143371 0.032196-4.453050 (0.000) LME -0.100815 0.033319-3.025781 (0.004) C 7.266598 0.587812 12.36219 (0.000) Tanısal Testler R 2 F-ist. D.W. Ġst. 0.99656 1.545776(0.000) 1.710938 Uzun dönem ARDL ye iliģkin test sonuçları herhangi bir ekonometrik problemin olmadığını göstermektedir. Ampirik sonuçlara göre, savunma harcamalarını temsil eden LME serisi ekonomik büyümeyi temsil eden LGDP serisini negatif olarak etkilemiģtir. Tablo 18 daki sonuçlara göre savunma harcamalarındaki %1 lik bir artıģ büyümede yaklaģık % 0.10 lük bir azalmaya yol açacaktır. Dolayısıyla bu sonuca göre savunma harcamaları ile büyüme arasında negatif bir iliģki olduğunu söyleyebiliriz. Savunma harcamalarının büyümeyi negatif etkilediği sonucuna varan birçok çalıģma vardır. Bu çalıģmaların çoğunda savunma harcamalarının dıģlama etkisinden bahsedilmiģtir. Bu fikre göre büyük bir savunma bütçesinin ticari rekabeti önlediği ve ekonomik büyümeyi önleyecek Ģekilde özel yatırımları dıģladığı düģünülmektedir. Bu nedenlede savunma harcamalarına ayrılan bütçenin azaltılmasının, daha verimli alanlara yatırım yapabilmek için gerekli ve var olan kaynak miktarını artırdığı ifade 181

edilmektedir. Artan yatırım ekonomik büyümeyi tetiklediği için savunma harcamalarının miktarında yapılan azaltmaların ekonomik büyümeyi uyardığı savunulmaktadır (Heo ve Ro, 1998;172). Ayrıca savunmada istihdam edilen iģgücünün genellikle nitelikli olması ekonominin diğer alanlarına olan beģeri sermaye arzını azaltırken, gerek silah üretimi için yapılan ara mal ithali, gerekse yurt dıģından ithal edilen silahlar, özellikle geliģmekte olan ülkelerde döviz kaynaklarının harcanmasına sebep olmaktadır (Giray, 2004; 190). Değer ve Smith (1983), Lim (1983), Heo (1999) nin yaptıkları çalıģmalarda bu görüģü destekler niteliktedir. Ayrıca Tablo 18 e göre tahmin edilen modeldeki değiģkenlere ait katsayıların istatistiksel anlamlılığına bakıldığında LEMP ve LOPEN serilerinden oluģan kontrol değiģkenlerin %1 lik ve %5 lik seviyede anlamlı, aynı Ģekilde savunma harcamalarını temsil eden LME serisinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmektedir. DeğiĢkenler arasında kısa dönem iliģkisi ARDL yaklaģımına dayalı hata düzeltme (ECM) modeli aģağıda oluģturulan modele göre araģtırılmıģtır. ( 4.24 ) Modeldeki uzun dönem iliģkisinden elde edile hata terimleri serisinin bir dönem gecikmeli değerleridir. Modelde yer alan ECM t-1 değiģkeni, hata düzeltme terimidir. ECM t-1 değiģkeninin katsayısı, kısa dönemde dengesizliğin ne kadarının uzun dönemde düzeltileceğini gösterir. Hata düzeltme modelinin iģlerliği, bu değiģkenin katsayısının iģaretinin negatif ve anlamlı olmasına bağlıdır. 182

Tablo 19: ARDL Hata Düzeltme Modeli ve Kısa Dönem Katsayıları (2.3.0.0.) (Model 1) Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği ΔLEMP 0.748384 0.238567 3.136998 (0.003) LOPEN -0.130417 0.041791-3.120717 (0.003) LME -0.070685 0.033577-2.105154 (0.043) C 0.035233 0.005990 5.882328 (0.000) ECMT(-1) -0.831955 0.175158-4.749753 (0.000) Tanısal Testler R2 F-ist. D.W. Ġst. 0.4973 6.5295 (0.000) 1.9493 Modelde hata düzeltme teriminin katsayısı (ECM t-1 ) -0,831 olarak belirlenmiģtir. Hata düzeltme teriminin iģaretinin negatif olması modeldeki uygulama hızının iyi yönde olduğunu göstermektedir. 1/0.831955= 1,2 sonucu değerlendirildiğinde herhangi bir dengeden sapma durumunun yaklaģık bir dönem sonra düzeleceğini söyleyebiliriz. Aynı zamanda modelin hata düzeltme teriminin istatistiksel olarak da anlamlı olduğu görülmektedir. Modelde kısa dönem katsayıları incelendiğinde uzun dönem anlamlılığın kısa dönemde de gerçekleģtiğini görebiliriz. Ayrıca tüm serilerin istatistiksel olarak anlamlı çıktığı görülmektedir. Modelde seriler arasındaki uzun ve kısa dönemli iliģki test edildikten sonra seriler arasındaki iliģkinin yönünü tespit edebilmek için Granger Nedensellik testi yapılmıģtır. Tablo 20: Granger Nedensellik Test Sonuçları Y / X LEMP LOPEN LME LGDP ECM(t-1) t-stats LEMP -- 1.201.817 3.978.389 7.578.220 309.891 (0.2811) (0.0547)* (0.0097)* (0.00403)* LOPEN 0.275830 0.050122 1.402.630-0.15155 -- (0.6031) (0.8243) (0.2450) (0.88049) LME 1.914.183 0.579774 4.576.772 143.965 -- (0.1761) (0.4520) (0.0401)* (0.15968) LGDP 0.501937 0.049796 0.512561-218.897 -- (0.4838) (0.8248) (0.4792) (0.03601)* Ho = X, Y nin Granger nedeni değildir. Parantez içindeki değerler p değerleridir. 183

Granger nedensellik sonuçlarının yer aldığı Tablo 20 deki verilere göre; savunma harcamaları ile büyüme arasında GDP den savunma harcamalarına doğru tek taraflı bir nedensellik iliģkisi vardır. Bu sonuçlara göre ekonomik büyümedeki bir artıģın savunma harcamalarını da artıracağını söyleyebiliriz. Günümüzde savunma hizmetlerinin tüm ülkeler için önemli olması savunma harcamalarının artmasında belirleyici bir etken olmaktadır. Savunma ve milli güvenlik için GSMH nın yaklaģık olarak % 5 nin ayrıldığı Türkiye de savunma harcamalarının, NATO ülkeleri ile karģılaģtırıldığında oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Savunma harcamaları beģeri sermaye yatırımı olarak eğitim ve sağlık harcamaları ile karģılaģtırıldığında, savunma harcamalarının konsolide bütçe içindeki payının diğer harcamalarının payından oldukça yüksek olduğu gözlenmektedir. Bu durum Türkiye nin jeopolitik durumuna bağlı olarak askeri harcamaların azaltılmasını zorlaģtırmaktadır. Benzer Ģekilde savunma harcamalarından iģgücü serisine ve büyüme serisinden yine iģgücüne doğru tek taraflı bir nedensellik iliģkisi görülmektedir. 4.7.3.2. Model 2: Sağlık Harcamaları Büyüme İlişkisi ( 4.25 ) Modelimizin denklemi bu Ģekilde oluģturulduktan sonra yine öncelikle Bound Testi için gecikme uzunluğu belirlenmiģ ve Tablo 21 de sonuçları verilmiģtir. Tablo 21: Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi (Model 2) P AIC SBC X2(1) p-val X2(1) X2(4) p-val X2(4) 1-3.726633-3.342734 2.755960 0.0969 5.380707 0.2504 2 3-3.823604-3.263377 2.546737 0.1105 8.514471 0.0744-4.002474-3.262323 0.008752 0.9255 13.96701 0.0074 4-3.776897-2.853178 0.113555 0.7361 19.71243 0.0006 Gecikme Uzunluğu AIC: 3 Gecikme Uzunluğu SBC: 1 184

Kurulan model için uygun gecikme uzunluğu AIC kriterine göre 3, SBC kriterine göre 1olarak belirlenmiģtir. p-val X 2 (1) birinci dereceden otokorelasyon LM testidir. p-valx 2 (1) değerleri incelendiğinde seride %5 aralığında otokorelasyon olmadığı görülmektedir. Bir sonraki aģamada Bound Testi ilgili modelin Bound Testi sonuçları verilmiģtir. Tablo 22: Sağlık Harcamaları - Büyüme ĠliĢkisi Sınır Testi Sonuçları (Model 2) Sınır Testi Sonuçları k F_iv F_v t_v Anlamlılık Düzeyinde Kritik Değerler F_iv F_v t_v Alt Sınır Üst sınır Alt Sınır Üst sınır Alt Sınır Üst sınır 3 4.291929 5.110701-4.653612 3.38 4.23 4.01 5.07-3.41-4.16 Tanısal Testler R 2 : 0.6227 F ist.: 4.0517(0.001) D.W. Ġst. : 2.1284 k denklemdeki bağımsız değiģken sayısıdır. Kritik değerler, Paseran vd. (2001) deki Tablo CI (III), CI(ĠV) ve CI(V) den alınmıģtır. FIV : Sabitli-Trendli modeldeki gecikmeli seviye değiģkenleri ile trend değiģkenine ait katsayıların, eģanlı olarak sıfıra karģı test edilmesi ile elde edilen F istatistiğidir. FV : Sabitli-Trendli modeldeki gecikmeli seviye değiģkenlerine ait katsayıların, eģanlı olarak sıfıra karģı test edilmesi ile elde edilen F istatistiğidir. tv : Sabitli-Trendli modelde, bağımlı değiģkenin seviye değerine ait katsayının t istatistiğidir Tablo 22 deki sınır testi sonuçlarına göre, hesaplanan test istatistikleri, Peseran vd.(2001) deki üst kritik değerleri %5 anlamlılık düzeyinde aģtığı görülmektedir. Bu sonuç, analize konu olan değiģkenler arasında uzun dönemli bir seviye iliģkisinin olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla uzun ve kısa dönem iliģkileri belirlemek üzere ARDL modeli Ģu Ģekilde kurulabilecektir. ( 4.26 ) 185

Tablo 23: ARDL Uzun Dönem Katsayıları (2.3.3.0. Modeli) (Model 2) Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği LPINV 0.145958 0.030431 4.796307 (0.000) LOPEN -0.065233 0.041160-1.584869 (0.121) LHE -0.052878 0.018632-2.837947 (0.007) C 1.014.917 0.131171 77.37386 (0.000) Tanısal Testler R2 F-ist. D.W. Ġst. 0.997557 106.1762(0.000) 19.855 Toplumların sağlık düzeyinin yüksek olması ile beraber iģgücünün daha verimli kullanılmasının, toplam çıktıyı dolayısıyla ülke kalkınmasını olumlu etkilediği konusunda birçok görüģ bulunmaktadır. Sağlığın, toplumun gelir ve refahı, iģçi verimliliği, iģgücü katılımı, tasarruf ve yatırım oranları, demografik faktörler ile diğer beģeri sermaye faktörleri üzerinde doğrudan bir etki bulunmaktadır (Karagül, 2002; 72). Tablo 23 de R² ve F istatistigi ve D.W. istatistiğinin makul düzeyde olduğu görülmektedir. Yine Tablo 23 e göre sağlık harcamaları ile büyüme arasında negatif düzeyde bir iliģkinin varlığından söz edilebilir. Sağlık harcamalarındaki %1 lik bir artıģın büyümeyi % 0.052 düzeyinde azalttığını söyleyebiliriz. Ayrıca söz konusu sonuç istatistiksel açıdan da anlamlı olarak gözükmektedir. 1965-1990 yılları arasında Bhargava ve diğerlerinin sağlık göstergeleri ile ekonomik büyüme arasındaki iliģkiyi sorgulamıģlardır. Bhragava ve diğerleri, temel sağlık göstergelerinde meydana gelen değiģikliklerin pozitif yönde büyümeye olan katkısının ancak az geliģmiģ ve gelir seviyesi düģük ülkelerde olabileceğini söylemektedir. Buna neden olarak da artan gelir seviyesi ve geliģmiģlik düzeyi ile birlikte ulaģılan maksimum sağlık göstergeleri gösterilmektedir. Temel sağlık göstergelerin maksimum seviyeye ulaģmasıyla birlikte sağlık göstergelerinde meydana gelen minimal değiģimlerin ekonomik büyümeye katkı sağlayamayacağı düģünülmüģtür. Türkiye de sağlık harcamalarının yapısı incelendiğinde gerçekleģen sağlık harcamalarının daha çok tedavi hizmetleri için gerçekleģtiği görülmektedir. 2000 186

yılında yapılan ulusal sağlık hesapları çalıģmasına göre ayakta verilen tedavi hizmetlerinin payı %24,4 iken, ilaç harcamalarının toplam sağlık harcamaları içerisindeki payı %24,8 dir. Sağlık sektöründe koruyucu sağlık hizmetleri yerine daha çok tedavi edici sağlık hizmetleri için kaynak ayırmak, ilaç baģta olmak üzere tıbbi araç gereç ve malzemelerin yoğun bir Ģekilde kullanılmasına neden olmaktadır. Ülkemiz de sağlık sektörüne ayrılan kaynakların yarısının uzun dönemde fazla bir getirisi olmayan tedavide sadece araç olarak kullanılan ilaç için kullanılması (Top, Tarcan, 2004; 21) ekonomik büyüme üzerine pozitif değer katması açısından yararlı olmayacaktır. Dolayısıyla Tablo 23 deki sonuçlar değerlendirildiğinde, sağlık harcamalarının büyümeyi olusuz etkilemesi, bu alanda yapılan harcamaların verimsiz olduğunu bu tür harcamaların verimliliğinin artırılması gerektiği sonucunu ortaya koymaktadır. DeğiĢkenler arasında kısa dönem iliģkisi ARDL yaklaģımına dayalı hata düzeltme (ECM) modeli aģağıda oluģturulan modele göre araģtırılmıģtır. ( 4.27 ) Tablo 24: ARDL Hata Düzeltme Modeli ve Kısa Dönem Katsayıları (2.3.3.0.) (Model 2) Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği ΔLPĠNV -0.131511 0.051578-2.549765 (0.016) LOPEN -0.002571 0.035129-0.073184 (0.942) LHE -0.041242 0.018510-2.228113 (0.034) C 0.042459 0.004756 8.928203 (0.000) ECMT(-1) -1.013.926 0.151697-6.683893 (0.000) Tanısal Testler R2 F-ist. D.W. Ġst. 0.761838 11.1958(0.000) 1.934714 187

Tablo 24 daki modelde ECMT(-1) terimi, uzun dönem iliģkisinden elde edilen hata terimleri serisinin birinci gecikmesini ifade eder. Bu değiģkenin katsayısı kısa dönemdeki dengesizliğin ne kadarının uzun dönemde düzeltileceğini gösterir. Daha öncede ifade edidiği gibi bu değiģkenin katsayısının negatif çıkması modeldeki uygulama hızının iyi yönde olduğunu göstermektedir. Modelimizde hata terimleri katsayısı -1.013926 olarak bulunmuģtur. Bu durumda, kısa dönemde değiģkenlerin uzun dönem iliģkisindeki bir sapmanın tamamının neredeyse bir dönemde düzeltildiğini göstermektedir. Ayrıca ECM nin negatif ve istatistiksel olarak anlamlı olması, Bahmani-Oskooee ve Brooks(1999), Bahmani-Oskooee ve Hajilee(2009) ve Bahmani-Oskooee ve Wang (2007) ın yaklaģımlarına göre, modeldeki değiģkenlerin uzun dönemde eģ bütünleģik olduğunun kanıtını oluģturmaktadır. Örneğimizde beklendiği gibi hata terimlerinin birinci gecikmesi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkmıģtır. Seriler arasında uzun ve kısa dönemli iliģki test edildikten sonra, iliģkinin yönünü belirlemek üzere Granger Nedensellik test sonuçlarına yer verilmiģtir. Tablo 25 : Granger Nedensellik Sonuçları (Model 2) Y / X LPĠNV LOPEN LHE LGDP ECM(t-1) -- t-stat LPĠNV 2.625.645 0.261348 0.428353-136.353 ----- (0.1150) (0.6127) (0.5175) (0.18223) LOPEN 0.019777 0.214252 2.707.314 115.035 ----- (0.8890) (0.6466) (0.1097) (0.25852) LHE 4.640.364 0.087697 2.134.770-306.160 ----- (0.0389)* (0.7690) (0.1537) (0.00444) LGDP 0.035638 1.693.540 0.296116 ----- -370.263 (0.8515) (0.2024) (0.5901) (0.00080)* Ho = X, Y nin Granger nedeni değildir. Parantez içindeki değerler p değerleridir. Tablo 25 de verilen Granger Nedensellik sonuçlarına göre sağlık harcamaları ile ekonomik büyüme arasında herhangi bir nedensellik iliģkisine rastlanmamıģtır. Ancak özel sektör yatırım harcamalarından sağlık harcamalarına doğru bir nedensellik iliģkisi vardır. Bu sonuca göre özel sektör yatırımlarının sağlık alanında etkili olduğunu söyleyebiliriz. 188

4.7.3.3. Model 3: Eğitim Harcamaları Büyüme İlişkisi Eğitim harcamalarının büyüme üzerinde etkilerini incelediğimiz modelde, bağımlı değiģken ve kontrol değiģkenler seviye değerleri ile modele dahil edilirken, eğitim harcamaları bir gecikmesi alınarak modele dahil edilmiģtir. Bunun nedeni eğitim harcamalarının etkisinin yapıldığı dönemden çok izleyen yıllarda daha etkili bir Ģekilde ortaya çıkıyor olmasıdır. Yapılan analizlerde de eğitim harcamalarının gecikmeli değerleri, seviye değerlerinden daha anlamlı sonuçlar vermiģtir. Bu nedenle eğitim harcamalarının bir gecikmesi alınarak modele dahil edilmiģtir. ( 4.28 ) Modelimizin denklemi oluģturulduktan sonra gecikme sayısı tespit edilmiģ ve sonuçlar Tablo 26 da verilmiģtir. Tablo 26: Gecikme Sayısının Belirlenmesi (Model 3) p AIC SBC X 2 (1) p-val X 2 (1) X 2 (4) p-val X 2 (4) 1-3.698619-3.310769 1.458164 0.2272 4.447237 0.3488 2-3.787959-3.221961 0.641052 0.4233 2.782832 0.5948 Gecikme Uzunluğu AIC : 2 Gecikme Uzunluğu SBC :2 Kurulan model için uygun gecikme uzunluğu AIC kriterine göre 2, SBC kriterine göre 2 olarak belirlenmiģtir. LM testi sonucu 0,2272 çıkmıģtır. Bu sonuç modelde otokorelasyon olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla Bound Testi ile seriler arasında uzun dönem seviye iliģkisinin varlığı araģtırılmıģ ve sonuçlar Tablo 27 da rapor edilmiģtir. 189

Tablo 27: Sınır Testi Sonuçları (Model 3) Sınır Testi Sonuçları k F_iv F_v t_v Anlamlılık Düzeyinde Kritik Değerler F_iv F_v t_v Alt Sınır Üst sınır Alt Sınır Üst sınır Alt Sınır Üst sınır 3 4.471218 5.308462-4.233913 3.38 4.23 4.01 5.07-3.41-4.16 Tanısal Testler R 2 : 0.493719 F ist.: 3.535055 (0.005) D.W. Ġst. : 2.113177 k denklemdeki bağımsız değiģken sayısıdır. Kritik değerler, Paseran vd. (2001) deki Tablo CI (III), CI(ĠV) ve CI(V) den alınmıģtır. FIV : Sabitli-Trendli modeldeki gecikmeli seviye değiģkenleri ile trend değiģkenine ait katsayıların, eģanlı olarak sıfıra karģı test edilmesi ile elde edilen F istatistiğidir. FV : Sabitli-Trendli modeldeki gecikmeli seviye değiģkenlerine ait katsayıların, eģanlı olarak sıfıra karģı test edilmesi ile elde edilen F istatistiğidir. tv : Sabitli-Trendli modelde, bağımlı değiģkenin seviye değerine ait katsayının t istatistiğidir Tablo 27 deki sınır testi sonuçlarına göre, hesaplanan test istatistikleri, Peseran vd.(2001) deki üst kritik değerleri %5 anlamlılık düzeyinde aģtığı görülmektedir. Bu sonuç, analize konu olan değiģkenler arasında uzun dönemli bir seviye iliģkisinin olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla uzun ve kısa dönem iliģkileri belirlemek üzere ARDL modeli Ģu Ģekilde kurulabilecektir. ( 4.29 ) Tablo 28: ARDL Uzun Dönem Katsayıları (2.3.3.0) (Model 3) Değişken Katsayı Std. Hata t-istatistiği LPINV 0.514133 0.512531 1.003126 (0.032) LOPEN 0.369723 0.195229 1.893794 (0.066) LEE 0.188290 0.107034 1.759115 (0.087) C 4.824910 1.558217 3.096430 (0.003) Tanısal Testler R2 F-ist. D.W. Ġst. 0.996101 894.0595 (0.000) 2.017154 190

Tablo 28 de verilen sonuçlara göre Eğitim Harcamaları büyümeyi pozitif yönde etkilemiģtir. Eğitim harcamalarındaki %1 lik bir artıģ büyümeyi % 0.18 oranında artırmıģtır. Sağlık ve savunma harcamaları ile kıyaslandığında, eğitim harcamaları ve büyüme arasında çok daha fazla oranda bir etkileģim görülmektedir. Kamu eğitim harcamalarının beģeri sermayenin geliģtirilmesi ve iktisadi büyümenin gerçekleģtirilmesinde çok önemli olduğu bilinmektedir. ÇalıĢmamızda elde ettiğimiz ampirik bulgular da eğitim harcamalarının büyüme üzerinde, sağlık ve savunma harcamalarına nazaran daha yüksek ve pozitif bir etki yarattığını göstermektedir ve istatistiksel olarak anlamlıdır. Ayrıca kontrol değiģkenlerde incelendiğinde çıkan sonuçlar beklenen yönde çıkmıģtır. Ġçsel büyüme modellerinde beģeri sermaye önemli bir faktör olarak vurgulanmaktadır. Ekonomik büyümenin temel kaynağını oluģturan beģeri sermaye kavramı, kiģinini yada toplumun sahip olduğu bilgi, beceri ve yetenekler, sağlık durumu, toplumsal iliģkilerdeki yeri ve eğitim düzeyi gibi kavramların tümünü ifade etmek için kullanılmaktadır (Tansel ve Güngör, 1997; 532). Denison, Schultz ve Becker gibi iktisatçılar beģeri sermaye kuramını geliģtiren iktisatçılardır. Denison, eğitimin iģgücünün beceri ve üretkenlik kapasitesini geliģtirdiği ve bu yolla da milli gelirin artmasına katkıda bulunduğu vurgulanmıģtır (Denison, 1962). Shultz ise Denison la aynı sonuçlara ulaģarak ABD deki büyüme oranının önemli bir bölümünü eğitime olan yatırımlarla açıklamıģtır (Shultz, 1968). Modelimizin kısa dönem iliģkisi, ARDL yaklaģımına dayalı hata düzeltme (ECM) modeli aģağıda oluģturulan modele göre araģtırılmıģtır. ( 4.30 ) 191