Özer Fırat Hacettepe Üniversitesi Doktora Çağdaş Sosyoloji Teorileri ANTHONY GIDDENS



Benzer belgeler
Giddens ve Küresel Demokrasi

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ... iii GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYOLOJİYE GİRİŞ

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

ÇAĞDAŞ SİYASET DÜŞÜNCESİ (SBK204)

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

Anthony Giddens ın Yapılanma Teorisi *

Editörler Prof.Dr. Mimar Türkkahraman & Yrd.Doç.Dr.Esra Köten SİYASET SOSYOLOJİSİ

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

Prof. Dr. OKTAY UYGUN Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi DEMOKRASİ. Tarihsel, Siyasal ve Felsefi Boyutlar

Siyaset Sosyolojisi Araştırma Konusu Nedir Siyaset Nedir Siyasi Olan Devlet Nedir Devlet türleri Devletsiz siyaset olur mu

ÜNİTE:1. Toplumsal Yapıyı Açıklayan Kavram ve Kuramlar ÜNİTE:2. Türkiye de Kültür ve Kültürel Değişim ÜNİTE:3

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

kişinin örgütte kendini anlamlandırmasına fırsat veren ve onun inanış, düşünüş ve davranış biçimini belirleyen normlar ve değerler

EĞİTİMİN SOSYAL TEMELLERİ TEMEL KAVRAMLAR. Doç. Dr. Adnan BOYACI

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

1.Ünite: SOSYOLOJİYE GİRİŞ A) Sosyolojinin Özellikleri ve Diğer Bilimlerle İlişkisi

İ Ç İ N D E K İ L E R

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI

ÜNİTE:1. Sanayi Sonrası Toplum: Daniel Bell ÜNİTE:2. Alain Touraine: Modernlik ve Demokrasi ÜNİTE:3. Postmodern Sosyal Teori ÜNİTE:4

Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Ders İçerikleri

Temel Kavramlar Bilgi :

YILDIZ TEKNİKTE YENİ ANAYASA PANELİ

1. Sosyolojiye Giriş, Gelişim Süreci ve Kuramsal Yaklaşımlar. 2. Kültür, Toplumsal Değişme ve Tabakalaşma. 3. Aile. 4. Ekonomi, Teknoloji ve Çevre

Çağdaş Siyaset Kuramları (KAM 401) Ders Detayları

DAVRANIŞ BİLİMLERİ ÜZERİNE YRD.DOÇ.DR. ÖZGÜR GÜLDÜ

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

CAL 2301 SOSYAL DÜŞÜNCELER TARİHİ. 9. Hafta Mikro Sosyoloji: Sembolik Etkileşimcilik, Fenomenoloji ve Etnometodoloji

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

4 -Ortak normlar paylasan ve ortak amaçlar doğrultusunda birbirleriyle iletişim içinde büyüyen bireyler topluluğu? Cevap: Grup

Editörler Prof.Dr.Mustafa Talas & Doç.Dr. Bülent Şen EKONOMİ SOSYOLOJİSİ

Dr. Zerrin Ayşe Bakan

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞA GİRİŞ İLK DERS

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz.

SOSYAL BİLGİLER DERSİ ( SINIFLAR) ÖĞRETİM PROGRAMI ÖMER MURAT PAMUK REHBER ÖĞRETMEN REHBER ÖĞRETMEN

Yaşam Boyu Sosyalleşme

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

Türkiye de Gazetecilik Mesleği

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

EĞİTİM YÖNETİMİ BİLİM DALI TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ

SOSYAL BİLGİLER 7 ESKİ VE YENİ MÜFREDAT KARŞILAŞTIRMASI (ÜNİTE YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEDEN)

Medya ve Siyaset (KAM 429) Ders Detayları

SAAT KONULAR KAZANIM BECERİLER AÇIKLAMA DEĞERLENDİRME

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA

Kadir CANATAN, Beden Sosyolojisi, Açılım Yayınları, 2011, 720 s. İstanbul.

Editörler Prof. Dr. Zahir Kızmaz / Prof. Dr. Hayati Beşirli DEĞİŞİM SOSYOLOJİSİ

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

Editörler Doç.Dr. Ahmet Yatkın & Doç.Dr. Nalan Pehlivan Demiral KAMU YÖNETİMİ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ

1 YÖNETİM VE ORGANİZASYONLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

Açık Sistem Öğeleri

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS. Sosyolojiye Giriş I SSG

1: İNSAN VE TOPLUM...

İşletmelerde Stratejik Yönetim

İş Yerinde Ruh Sağlığı

YÖNETİM Sistem Yaklaşımı

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ..i. İÇİNDEKİLER.iii. KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

YALOVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI TEZSİZ YÜKSEK LİSANS MÜFREDATI

6. İSLAM ÜLKELERİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI FORUMU

Bu bağlamda katılımcı bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki çalışmalarımız, hız kesmeden devam etmektedir.

Gençlerin Katılımına ilişkin Bildirgenin tanıtımı Gençlerin Yerel ve Bölgesel Yaşama Katılımına İlişkin Gözden Geçirilmiş Avrupa Bildirgesi

İÇİNDEKİLER. Gelişim Kuramları 22 Eylem Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık 28

PERFORMANS DEĞERLEME VE KARİYER YÖNETİMİ

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri

İŞLETME 2020 MANİFESTOSU AVRUPA DA İHTİYACIMIZ OLAN GELECEK

6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı

AYIRAN SINIRLAR OLMADAN AVRUPA İÇİN PAYLAŞILAN TARİHLER

İÇİNDEKİLER. Önsöz... v İçindekiler... ix Tablolar Listesi... xv Şekiller Listesi... xv BİRİNCİ BÖLÜM SOSYOLOJİ VE TURİZM SOSYOLOJİSİ

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

DAVRANIŞ BİLİMLERİNE GİRİŞ

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS Ön Koşul Dersler

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

Ekonomi II. 13.Bölüm:Makroekonomiye Genel Bir Bakış Doç.Dr.Tufan BAL

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

MİLLİ EĞİTİME YÖN VEREN HUKUKSAL NİTELİKLER - 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

CAL 2302 ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ. 9. Hafta: Post-Endüstriyel Toplumlarda Emek

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ İKTİSDİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİŞLER BÖLÜMÜ LİSANS PROGRAMI

UYGULAMALI SOSYAL PSİKOLOJİ (Baron, Byrne ve Suls, 1989; Bilgin, 1999) PSİ354 - Prof.Dr. Hacer HARLAK

DEĞİŞİM YÖNETİMİ. Doç.Dr.ARZU UZUN

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS ULUSLARARASI POLİTİK İKTİSAT ECON

Tarihi Mekan... Çağdaş Konfor...

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MEDYA ÇALIŞMALARI DOKTORA PROGRAMI

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK

1.ÇAĞDAŞ EĞİTİM SİSTEMİNDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİ VE REHBERLİK. Abdullah ATLİ

Davranışı başlatma Davranışların şiddet ve enerji düzeyini saptama Davranışlara yön verme Devamlılık sağlama

İktisat Tarihi I. 27 Ekim 2017

EKONOMİK SÜREÇ İÇİNDE DEVLETİN FONKSİYONLARI KAMU HİZMETLERİ DIŞSALLIKLAR KAMU HARCAMALARININ ARTIŞINA YÖNELİK GÖRÜŞLER

Dersin Adı D. Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 IV Ön Koşul Dersler

T.C. ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTİSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

Transkript:

ANTHONY GIDDENS Özer Fırat Giddens; Edmonton, Londra'da doğdu, Londra ulaşımda çalışan bir katibin oğlu orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Ailesinde üniversiteye giden ilk kişiydi. Lisans derecesini Hull Üniversitesi'nden 1959'da aldı, daha sonra Londra Ekonomi Okulu'ndan yüksek lisans derecesini aldı, bunu 1974'te Cambridge Üniversitesi'nden alınan doktora derecesi takip etti. 1961'de toplum psikoloji öğrettiği Leicester Üniversitesi'nde çalışmaya başladı. İngiliz toplumbiliminin gelişim yerlerinden biri olan Leicester'da, Norbert Elias'la tanıştı ve kendi kuramsal pozisyonunu oluşturmaya başladı. 1969'da, İktisat Fakültesi'nin bir alt bölümü olacak Toplumsal ve Siyasal Bilimler Komitesi(SPS)'nin oluşumuna yardım edeceği Cambridge Üniversitesi'nde bir pozisyona atandı. Yapılandırma kuramı ve modern toplumlar üzerindeki bütünsel görüşleriyle tanınır. Sosyoloji alanındaki en önemli modern bilimcilerden biridir. 29 dilde yayımlanan 34'ten fazla kitabıyla, yılda birden fazla kitap yayınlamış bir yazardır. Keynes'den sonra İngiltere'nin en tanınan sosyal bilimcisidir. Akademik hayatında üç önemli aşama belirlenebilir: İlki, klasiklerin bir yeniden yorumlanmasına dayanan, toplumbiliminin kuramsal yöntem bilimsel olarak anlaşılmasını ortaya koyan, toplumbilimin ne olduğuna dair yeni bir ufku içeren kısımdır. Bu dönemin büyük çalışmaları Kapitalizm ve Modern Toplum Kuramı(1971) ve Toplumbilimsel Yöntemin Yeni Kuralları(1976) dır. İkinci aşamada Giddens ikisine de bir öncelik tanımadan yapılandırma kuramını geliştirdi, ajansın ve yapının çözümlemesi. Bu dönem çalışmaları, Toplum Kuramında Merkezi Sorunlar(1979) ve Toplumun Oluşumu(1984)gibi, ona toplum bilimsel arenada uluslararası bir ün getirdi. Son dönem ise modernite, küreselleşme ve siyaset, özellikle modernitenin toplum hayatı ve birey yaşamı üzerine etkisi.bu dönem onun postmoderniteyi eleştirmesini ve Modernitenin Sonuçları (1990), Modernite ve Kimlik (1991), İçtenliğin Dönüşümü (1992), Solun ve Sağın Ötesinde (1994) ve Üçüncü Yol: Sosyal Demokrasinin Yenilenmesi (1998)'de görülebilen, siyasette ütopyacı gerçekçi, üçüncü yol tartışmaları ile belirginleşmektedir. (Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/anthony_giddens, 25.04.2011) Yapılanma Teorisi

Sosyal bilimlerdeki en önemli tartışma konularından biri birey ile toplum veya daha teknik bir ifadeyle yapı ile eylem arasındaki ilişkinin niteliğidir. Bu konuda Durkheim, Levi-Strauss ve Althusser gibi du şu nu rler yapının eylemden ve eylemi yapan aktörden önce geldiğini iddia ederken; Schultz ve Garfinkel ise sosyal du nyanın ne yaptığını bilen aktörlerden oluştuğunu belirtip, eylemin yapıdan öncelikli olduğu göru şu nu savunmuşlardır. Bu iki göru ş arasındaki tartışma aslında kökeni antik çağlara kadar uzanan nesnellik-öznellik ve gerekircilik-iradecilik gibi tartışmalara dayanmaktadır. Dawe nin ifadesiyle bu iki sosyoloji toplum ile birey arasındaki ilişkilerde birbirleriyle çatışma halinde olan göru şleri savunmaktadır. Yapıyı eylem veya eylemi yapan aleyhine vurgulayan görüşler, toplumsal ve bireysel refah ve mutluluk için dışsal sınırlamanın gerekliliğini belirtmektedir. Yani; sosyal yapı ontolojik olarak kendisini oluşturan unsurlardan önceliğe sahiptir. Buna karşılık eyleme vurgu yapan yorumsal yaklaşımlarda ise eylemi gerçekleştirenin dışsal sınırlamadan kurtulduğu zaman tu m potansiyelini kullanma imkanını bulabileceği göru şu hakimdir. Yorumsal sosyolojiler bireyi sosyal du nya hakkında bilgisi olan, amaçlı davranan ve ne yaptığını açıklayabilen bir aktör olarak değerlendirmektedir. Ancak burada da yapı ihmal edilmektedir. Giddens kuramsal seyahatine klasik ve modern sosyal teorinin belli başlı geleneklerini, bu geleneklerin önde gelen du şu nu rlerini inceleyerek başlamıştır. Durkheim, Weber, Marx, Parsons, Habermas ve Foucault, Giddens in incelediği ve eleştirdiği du şu nu rler arasındadır. Bu du şu nu rlerin çalışmalarına yönelik eleştirilerini Giddens zamanla yapılanma teorisinin genel çerçevesini oluşturmakta kullanmıştır. (Yıldırım, 1999: 1) Yapılanma Teorisinin Ortaya Çıkışını Hazırlayan Etmenler Talcott Parsons un geliştirdiği sosyal sistem yaklaşımı 1950 li yıllarda sosyoloji araştırmalarının temel kuramsal çerçevesini oluşturmuştu. Bu yaklaşım u ç ana özelliğe dayanmaktaydı: işlevselcilik, doğalcılık ve sosyal nedensellik. İşlevselcilik toplumun kendisini oluşturan u yelerinden farklı ihtiyaçları olduğunu savunurken, doğalcılık doğal bilimlerin yöntemlerinin sosyal bilimlerde de kullanılabileceği göru şu ne dayanmaktaydı. Sosyal nedensellik ise sosyal bilimcilerin bir bireyin davranışının nedenlerini bildiklerini, o bireyin ise nedenler konusunda söyleyecek bir şeyi olmadığını vurgulamaktaydı. Parsons ın insan aktöru nu dışlayan yaklaşımına tepki olarak insanı geri getirmek anlayışı 1960 ların ortalarından itibaren sosyolojiye egemen olmaya başlamıştır. Bu bağlamda, bireysel aktöru n sosyal teorinin odak noktası olduğu du şu ncesinden hareket eden etnometodoloji ve sembolik etkileşimcilik gibi

yorumsamacı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda mikro aktörlere aşırı bir vurgu yapılırken, makro aktörler ve konular geri plana itilmiştir. (Yıldırım, 1999: 2) Giddens, yapısal işlevselci yaklaşımın insanların gerçek hayatta ne yaptıklarını açıklarken insanların nedenlerini, amaçlarını dikkate almadığını ve bu nedenle onları ku ltu rel kuklalar olarak gördu ğu nu vurgulamaktadır (akt. Yıldırım, 1999: 2). Ona göre, yapısal gu çler dışsal olarak davranışı belirlemez ve sınırlamaz. Sosyal çözu mlemenin odak noktası sosyal gerçekler, yapılar, sistemler veya kurumlar değil insanların nedenleri ve gu du leridir. Aktöru n kendisinin du şu nu msel (reflexive) davranabileceği göz ardı edilmektedir. Durkheim Sosyolojik Yöntemin Kuralları kitabında sosyolojinin kendisini mu mku n olduğunca doğa bilimlerini örnek almasını ve sosyal gerçekleri çözu mlemesini önermişti. Giddens, Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları (1976) kitabında ise insanların ve onların faaliyetlerinin önceden oluşmuş nesnel olgular olmadıklarını belirtmektedir. İnsan toplumla etkileşime girmekte ve onun oluşumuna aktif olarak katılmaktadır. Ancak Giddens toplumun sadece bireyler tarafından meydana getirilmediğini de vurgulayarak, yapı kavramını reddetmemektedir. Bu bize Giddens ın ağır eleştiriler yöneltmesine rağmen, yapısalcı-işlevselciliği tamamen analizin dışında tutmadığını göstermektedir. Giddens yapılanma kuramını geliştirirken etnometodoloji, dil felsefesi, zaman coğrafyası, marksism ve işlevselcilik gibi değişik yaklaşımlardan etkilenmiştir. Bunlar arasında yapılanma kuramını en çok etkileyenin etnometodoloji olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği gibi gu nlu k hayatın ayrıntılı analizine dayanan etnometodoloji aktörlerin ne yaptıkları ve niçin yaptıkları hususunda bilgili olduklarını savunmaktadır. Kurucusu olan Garfinkel e göre gu nlu k hayattaki rutin faaliyetler çeşitli varsayımlar ve uygulamalar aracılığıyla gerçekleştirilir. Sosyal yapı dışsal bir gerçeklik olarak değil, sosyal etkileşim su recinde toplumun u yeleri tarafından su rekli olarak u retilen bir kavram olarak değerlendirilir. (Yıldırım, 1999: 4) Yapılar aktörden bağımsız bir varlığa sahip gibi göru nerek, insan eylemini belirleyebilmektedir. Giddens yapısalcılıkta eylem ve aktör olmadığını, bunların yerine ihtiyaçlar ve rol beklentileriyle harekete geçen davranışlar olduğunu belirterek, bu durumu sahnede önceden yazılmış metne göre rol oynayan aktörlerin durumuna benzetmektedir (Giddens, 1976: 23). Başka bir ifadeyle aktörler sosyal yapının elinde bir tu r kukla konumuna du şmektedirler. Giddens yapının eylem veya aktöru n varlığı dışında bir varlığa sahip olmadığını savunmaktadır. Giddens ın vurguladığı nokta organizmalardan farklı olarak sosyal yapıların kendi varlıklarını su rdu rebilmek için her hangi bir ihtiyaçları veya çıkarları olmadığıdır. Öte yandan, Giddens bazı

yorumsamacı yaklaşımlardan farklı olarak yapı kavramının tu mden terk edilmesine de karşıdır. (Yıldırım, 1999: 5) Giddens, Saussere den esinlenerek, konuşma ve dil arasındaki ilişkiyi örnek olarak vermektedir (Giddens, 1984: 128). Ona göre konuşma bir eylem, dil ise yapıdır. Konuşma onu gerçekleştirecek bir özneyi gerektirmektedir. Buna karşılık dil ise bir özneye sahip değildir. Konuşmacılar tarafından kullanılıncaya veya yazıya döku lu nceye kadar dilin bir varlığı da yoktur. Sosyal hayattaki yapılar sadece sosyal eylemde ortaya çıkarlar. Nasıl konuşma dilin yapısından kaynaklanıyorsa, aynı şekilde her sosyal eylem harekete geçirdiği yapıdan kaynaklanmakta ve onu ima etmektedir. Giddens yapının sınırlayıcı özellikleri olduğunu inkar etmemekte ve bunları u çe ayırmaktadır (Giddens, 1984: 177-8): a) Beden ve maddi du nyadan kaynaklanan sınırlamalar, b) Gu ç sınırlamaları: Gu cu n sınırlayıcı boyutu yaptırımlardır. Ancak sosyal mu cadelenin gerçekleşebilmesi için herkesin eşit olmasa bile bir gu cu vardır. c) Yapısal sınırlamalar: Buẗu n yapısal niteliklerin bireysel aktöre karşı bir nesnelliği vardır ve bu durumdan duruma göre değişir. Yapısal sınırlama eylemin bilinen ve bilinmeyen şartlarının birleşiminden doğmaktadır. Yapıyı kurallar ve kaynaklar olarak tanımlayan Giddens eylemi belirleyen dışsal bir gu ç olarak yapı yerine, kuralları ve kaynakları koymaktadır. Aktöru n eylemleri kurallardan ve kaynaklardan etkilenmektedir. Yapıyı oluşturan kurallar birbirine rakip yorumlara tabi olup, uygulamalarında su rekli dönu şu me uğrarlar. (Yıldırım, 1999: 5) Giddens yapının yapısal setler olarak somut bir biçime bu ru ndu ğu nu iddia etmektedir. Örneğin, ona göre kapitalist toplumun temelini oluşturan yapısal set şu şekilde belirtilebilir: Özel mu lkiyet: para: sermaye: hizmet sözleşmesi: kâr (Giddens, 1984: 186). Burada yapı setleri arasında dönu şu m vardır. Özel mu lkiyet paraya, para sermayeye, sermaye işçi çalıştırmaya ve kar yapmaya dönu ştu ru lmektedir. Bu dönu şu mu gerçekleştiren kurallar ve kaynaklar ise bir aktör sayesinde ortaya çıkmaktadır. Giddens yapı ve eylem arasında ikisinin birbirine bağımlılığını sağlayan olguya sistem adını vermektedir (Giddens, 1976: 118). Bir sistem belli bir tarihi dönem içerisinde mekansal olarak farklı sosyal ortamlarda yeniden u retilmiş, birbiriyle bağlantılı kurumsallaşmış etkileşim biçimleridir. Sistemler su rekli yeniden u retildikleri için zaman ve mekandan soyutlanamazlar

(Giddens 1979: 201). Sistemlerin zaman ve mekanda yeniden u retilmiş olan etkileşimler içerisinde bir varlıkları olduğu için aldıkları biçimler, su regelen sosyal olaylar içerinde göru lebilir. Giddens sosyal sistemlere toplumların yanı sıra mahalle toplulukları ve kapitalist du nya sistemi gibi daha ku çu k ve daha bu yu k birimleri de dahil etmektedir. Sosyal sistemler zaman ve mekanda yerleşikken yapılar sosyal etkileşimin ortamı ve sonucu olarak u retilen ve yeniden u retilen, zaman ve mekanda yerleşik olmayan farklılıklar du zenidir. Sosyal sistemler sosyal yeniden u retimin su rekliliği sayesinde zaman ve mekanda oluşurken, yapılar zaman ve mekanda var olmayıp, sanal bir varlığa sahiptirler. Yapılar zamansal olarak sadece ortaya çıktıkları anda (instantiation) mevcutturlar. Bundan dolayı yapılar organize ettikleri eylemlerin hem ortamı, hem de sonucudurlar; eylemleri mu mku n kılan araçlardır. Yapı sistem ve eylemde mevcut olmakla beraber bunların hiç birine indirgenemez. Sosyal sistemler gu nlu k hayatta su rekli yeniden u retilmeleri aracılığıyla yapılaşır. Bu durumu Giddens yapının ikiliği (duality of structure) kavramı ile açıklamaktadır. Yani, toplumsal sistemlerin yapısal özellikleri bu sistemleri oluşturan pratiklerin hem aracı hem de sonucudur. Sosyal sistemler birbirine bağımlı sosyal kurumlar ve topluluklar meydana getiren sosyal ilişkiler kalıpları olarak göru lebilirler. Sosyal yapılar ise bireysel aktörler tarafından sosyal sistemlerin u retimi ve yeniden u retiminde kullanılan kurallar ve kaynaklar dizisidir. Yapılar sadece insan beyinlerinde planlar veya du şu nceler olarak ya da uygulamaya konuldukları zamanlar hariç somut olarak zaman ve mekanda mevcut değildirler (Giddens 1984: 17). Sistemlerin kendileri yapılar olmayıp, yeniden u retildikleri su reçlerdeki yapısal özellikleri ifade etmektedirler. Bir sosyal sistemin yapılanmasını kurallar ve kaynakları kullanarak aktörler (agents) aracılığıyla yeniden u retilen sosyal sistemler sağlamaktadır. Her sosyal sistem sadece gerçek sosyal pratiklerde var olan bir dizi yapısal niteliklere (structural properties) sahiptir. Bu nitelikler sosyal sistemlerin zaman-mekan boyutunda en derinlerde gömu lu olan ve toplumun temel kurumsal du zenlemelerini yöneten unsurlardır (Giddens 1979: 106). Giddens a göre kurumlar zaman ve mekanda ne kadar derinleşirlerse herhangi bir bireysel aktör tarafından değiştirilmeleri veya manipu le edilmeleri o derece zorlaşır (Giddens, 1984 171). Örneğin, evlilik kurumu toplumun hukukunda, geleneklerinde, göreneklerinde ne kadar derin bir yer edinmişse bireyler tarafından o derece az değiştirilebilir veya görmezden gelinemez. Giddens a göre sosyal bilim hem bireylerin anlamlı eylemlerini hem de bu eylemlerin gerçekleştiği sosyal ortamların yapısal özelliklerini incelemelidir. Yapı hem eylem tarafından yeniden u retilir hem de eylemi kendisi meydana getirir. Giddens a göre sosyal yapılar insan

eylemi tarafından oluşturulurlar ama aynı zamanda bu oluşumun ortamını da meydana getirirler (Giddens 1976: 128). Sosyal sistemler bu sistemlerin yapısal özellikleri tarafından sınırlanan ve aynı zamanda muktedir kılınan insan aktörlerinin faaliyetlerinden oluşur. Aktör ve Eylem Giddens a göre aktör olmak eylemlerimiz için başkalarıyla birlikte veya onlara karşı eşgu du m gerçekleştirebilme vasfını gerektirmektedir. İnsan aktöru olmak başka tu rlu davranma kapasitesini içermektedir (Giddens 1976: 151). Giddens insanların farklı eylem biçimlerini seçebilen, kavram taşıyan varlıklar olduğunu söylemektedir. Giddens insanların rasyonel olduklarına inanmakla beraber akılcılığı Weberci anlamda araçsal akılcılık olarak değil etnometodolojik akılcılık olarak algılamaktadır (Tucker 1998: 80). Sosyal eylemin rasyonelleştirilmesi belli sosyal ortamlara bağlı olan maharetli bir başarıdır. İnsanların faaliyetlerinden bağımsız bir evrensel akılcılık yoktur. Eylemlerin nedenlerini ifade etme yeteneği insan eyleyenliğinin (human agency) bir unsurudur. (Yıldırım, 1999: 8) Giddens yapısalcılardan farklı olarak öznelliğin sosyal olarak oluşmasının, bilgili öznenin sosyal teoride devre dışı bırakılmasını gerektirmediğini söylemektedir. Sosyal hayat bilgili sosyal aktörlerin maharetlerinin bir sonucudur ve her bir sosyal aktör pratik bir sosyal kuramcıdır. Öte yandan, aktörlerin bilgilenebilirliğinin, özellikle de eylemlerinin nedenlerini tam ve doğru olarak açıklama konusunda daima sınırlı olduğunu Giddens ifade etmektedir (Giddens 1976: 160). Giddens insan aktöru nu n bilgilenebilirliğinin bir taraftan bilinçaltı diğer taraftan da tanınmamış şartlar amaçlanmayan sonuçlarla daima sınırlı olduğunu ifade etmektedir (Giddens 1984: 282). Dil ve gelenekler gibi insanların meydana getirdikleri yapılar insan eylemi için yeni alanlar açmakla beraber, aynı zamanda bu alanları sınırlamaktadır. Ayrıca insan faaliyetlerinin çoğu geniş bir zaman ve mekanı kapsayan ve bu nedenle denetlenmesi çok zor olan kurumların içinde gerçekleşmektedir. Aktöru n eylem özgu rlu ğu nu kısıtlayan bir başka neden de bazı aktörlerin diğer aktörlere yaptırımda bulunma gu cu ne sahip olmalarıdır. Ayrıca aktöru n özgu rlu ğu nu eylemin amaçlanmayan sonuçları da sınırlamaktadır. Sosyal yeniden u retim sosyal eylemin hem amaçlanan hem de amaçlanmayan unsurları tarafından gerçekleştirilir. Sosyal eylem sadece kural takibi anlamına gelmemektedir. Sosyal hayatta bir kuralın uygulanması kaynaklara farklı seviyelerde ulaşılmasını içerir ve bu kurallar tartışmalara açıktır. Kuralları bilmekle, bir kuralı formu le etmeyi bilmek arasında farklılıklar vardır. Sosyal hayatta

kuralların iki yönu vardır. Bir taraftan anlamoluşumu ile ilgiliyken, diğer taraftan eylemin yaptırımlarını meydana getirirler (Giddens 1984: 18). Giddens için eylemin en önemli özelliği herhangi bir şey tarafından doğrudan belirlenmemesidir. Ancak bu eylemi etkileyen hiç bir şeyin olduğu anlamına da gelmez. Eylem ve aktör u zerinde u ç çeşit etki vardır. Başka bir ifadeyle, insan eyleyenliği u ç bölu mden oluşmuştur: a) Motivasyon-bilinçdışı: Bu etki eylemin kendisinden ziyade eylem yapma potansiyelini ifade etmektedir. Eylemden en uzak seviye burasıdır. Bilinçli varlığımızın altında yatan ve kolaylıkla kelimelere döku lemeyen seviyedir. İnsanlar gu ven ve gu vence için bilinçdışı motivasyonlara sahiptir ama bilinçdışı nadiren davranışı doğrudan motive eder (Giddens 1984: 44). b) Pratik bilinç: Gu nlu k hayatta gerçekleştirdiğimiz faaliyetleri her zaman dil ile belirtmek kolay değildir. İnsanların başkalarının eylemlerini yorumladıkları ve kendilerini belli ortamlara yönlendiren ifade edilmemiş inanç ve bilgiler pratik bilinç içindedir. İnsanların sahip oldukları pratik bilgi ve beceriler pratik bilinci meydana getirmektedir. Bu bilinç insanların eylemi gerçekleştirdikleri sosyal şartları anlamalarını gerektirmektedir. c) Söylemsel Bilinç: Burada yaptığımız eylemleri yansıtabiliriz, izleyebiliriz ve açıklayabiliriz. İnsanlar kendi davranışlarının nedenlerini bilinçli olarak dile getirirler. Pratik ve söylemsel bilinç arasında onları kesin olarak birbirinden ayıran bir sınır yoktur (Giddens 1984: 7). Giddens ın insan eyleyenliği çerçevesinde kullandığı önemli kavramlarından biri de çift hermeneutikdir (double hermeneutics). Bu kavram sosyal bilimcinin kullandığı kavramlar ile sıradan insanın kullandığı kavramlar arasındaki örtu şmeyi ifade etmektedir. Çu nku, sosyal bilimci akışkan bir sosyal du nyanın dinamiklerini kavramaya çalışırken kullandığı kavramlar, sosyal du nyanın bir parçası haline gelmektedir. Giddens uzman söylemi ile gu nlu k söylem arasındaki ilişkiyi vurgulayarak, araştırmacının araştırmasının sosyal hayat u zerindeki etkilerini hiçe sayarak nesnel bir sosyolojinin peşinde koşmaması gerektiğini savunmaktadır. Giddens için sosyal bilim gu nlu k hayatta yaratılan anlamlı sosyal du nya ile sosyal bilimcilerin kullandığı u st dillerden (metalanguages) oluşur. Sosyal bilimsel kavramlar gu nlu k söylemin bir parçası haline gelirken, sosyal bilimlerde insanların gu ndelik hayatlarında yarattıkları anlamlardan yararlanır (Giddens, 1984: 374). Örneğin, siyaset kuramcılarının geliştirdiği vatandaşlık,

meşruiyet ve egemenlik gibi kavramlar ile sosyologların sosyal sınıf ve eşitsizlik u zerine gerçekleştirdiği çalışmalar zaman içerisinde kamusal söylemin bir parçası haline gelmiştir. Yapılanma ve Sosyal Pratik Giddens, eylemle yapıyı birbirinin zıddı olarak görmektense, onları bir ikiliğin birbirini tamamlayıcı unsurları olarak görmektedir. Giddens yapı ve eylemin buẗu nleşmiş bir sosyal su recin ortaklaşa oluşturucuları olduğunu savunmaktadır. Bir sosyal sistemin yapılanması, sistemin kurallar ve kaynakların uygulanması aracılığıyla ve amaçlanmayan sonuçlar ortamında etkileşim içerisinde u retilmesi ve yeniden u retilmesidir (Giddens, 1979: 66). Kurallar ve kaynaklar olarak yapının kullanımı sayesinde sosyal eylem gerçekleştiğinden yapı bu eylemin bir aracıdır. Bu eylemin gerçekleştirilmesiyle kurallar ve kaynaklar zaman ve mekanda yeniden u retildiği içinde yapı aynı zamanda bir sonuçtur. Buẗu n kurumsal du zenlemeler aktörlerin kuralları ve kaynakları kullanmaları ve bu sayede onları yeniden u retmeleri nedeniyle rutin olarak yeniden oluşturulur. Giddens sosyal teorinin ana görevinin bireysel davranış ve bireysel deneyim u zerinde yoğunlaşmak olmadığına savunmaktadır. Benzer şekilde sosyal teori toplumsal buẗu nlu kleri de ana konusu olarak almamalıdır. Sosyal teori bireylerin ve toplumun oluşmasını sağlayan sosyal pratikleri incelemelidir. Giddens ın yapılan İkilik (duality) ile ikicilik (dualism) arasında bir ayırım yapan Giddens insan eyleyenliğinin ve yapıların oluşmasının birbirinden bağımsız iki farklı olgu olmadığını vurgulamaktadır. Bunlar bir ikiciliği değil, bir ikiliği temsil etmektedir (Giddens 1984: 25). Bir ikilik, iki unsurun birbirine karşılıklı olarak bağımlı olduğu durumken, ikicilik birbirlerine zıt oldukları durumdur. (Yıldırım, 1999: 15) Sosyal pratikler bilgili insan aktörleri tarafından gerçekleştirilirler. İnsan aktörleri farklılık yapacak gu ce sahiptirler ve gu nlu k etkileşimde ne yaptıklarının bilincindedirler. Diğer taraftan sosyal pratikler tamamen rasgele değildirler. Zaman ve mekan boyutunda du zenli ve istikrarlıdırlar. Sosyal pratikleri gerçekleştirmede aktörler toplumun kurumsallaşmış özelliklerini barındıran kurallar ve kaynaklardan faydalanırlar. Yapılanma sosyal pratiklerin zaman ve mekan boyutunda gerçekleştirilmesi ve yeniden gerçekleştirilmesi anlamını taşımaktadır. Yapılanma kuramının amacı sosyal hayatın maharetli bir biçimde bilgili aktörler tarafından yeniden u retilmesini açıklamaktır. Sosyal pratikler kuralların zaman boyunca ve farklı fiziki mekanlarda dönu şu mu yle ortaya çıkmaktadır. Sosyal pratikler ortak ku ltu rel inançlardan ve bilgi stoklarından yararlanan du şu nu msel insanın pratik bilincinin davranışsal ve kurumsal boyutlarıdır (Tucker 1998: 84).

Giddens yukarıda değinilen hususları bir örnekle açıklamaya çalışmıştır. Örneğin banka sistemi belli bazı faaliyetleri gerçekleştirmek için bireylere imkan tanırken, bireyin gerçekleştirebileceği mali işlevleri aynı zamanda sınırlamaktadır. Yapıları oluşturan bizim eylemlerimizdir. Banka sistemi ilk olarak insanlar tarafından oluşturulmuştur. Eğer belli bireyler, belli eylemleri gerçekleştirmezse banka sistemi diye bir şey olmazdı. Bankacılık sistemi, u zerinde bir takım yapısal etkiler olduğu için değişmemektedir. İnsanların kendileri belli tarihi şartlarda mu mku n olan kuralları ve kaynakları kullanarak bankacılık sistemini değiştirmektedir. Ancak eylemlerimiz aracılığıyla yapıları değiştirebiliriz. (Yıldırım, 1999: 16) Giddens a göre sosyal teori zaman-mekan kesişmesini sosyal varlığın hayati bir özelliği olarak ele almalıdır (Giddens, 1979: 54). Her etkileşim hazır bulunma ve bulunmayışı içermektedir. Yu z yu ze etkileşimde öteki hem zaman hem mekan olarak hazır bulunmaktadır. Aktörler etkileşimlerinin zamansal ve mekansal özelliklerini kullanarak ilişkilerini du zenlemektedir. Sosyal sistemlerin zaman ve mekanda iletişim ve ulaşım alanlarındaki hızlı ilerlemelerle yayılması ötekinin bulunmayışının etkileşimi engelleme olasılığını ortadan kaldırmaktadır. Bu çerçevede, Giddens sosyal teorinin gerçek zaman ve mekanda gerçekleşen sosyal eylemi incelemesi gerektiğini savunmaktadır. Ona göre aktör merkezli mikro ve toplum merkezli makro ayırımların yerini, yu z yu ze etkileşim (sosyal buẗu nleşme) ile fiziki olarak aynı yerde bulunmayan insanlar arasındaki etkileşimi (sistem buẗu nleşmesi) inceleyen ayırımlar almalıdır (Giddens 1979: 203). Beden dili ve benzeri şekillerde ifade edilen sosyal rutinler ve gelenekler sosyal eylemin gerçekleştiği uygun konum (locale) tanımlarlar. Konum kavramı sosyal ortamların maddi boyutlarının sosyal rutinler esnasında nasıl kullanıldığını belirtmektedir (Giddens 1984: 118-9). Konum etkileşim ortamını sağlayan mekanın kullanımı olarak tanımlamaktadır. Sabit fiziki ortamlar rutinleşmiş eylemi kolaylaştırmakta, hatta belki de onu meydana getirmektedir. Ancak konum sadece fiziki bir kavram değildir. Çu nku fiziksel özellikler etkileşimde anlam oluşturmak için kullanılmaktadır. Evdeki bir oda, işyerindeki bir atölye, sosyal hayatın kurumsallaşmış yönlerini belirtmektedir. Yani bu mekanlar, fiziki oldukları kadar sosyaldir. Yapılanma kuramında kollektivitelerdeki ilişkilerin biçimlenmesi değişik konumlarda zaman ve mekanda yeniden u retilen birbirleriyle ilişkili sosyal pratikler tarafından oluşturulmaktadır.

Giddens ve Demokrasi Kavramı Özer Fırat Giddens, kendi demokrasi tanımını şöyle yapmaktadır: Demokrasi, iktidara gelmek isteyen siyasal partiler arasında fiili rekabetin yaşandığı bir sistemdir. Bir demokraside nüfusun tüm üyelerinin yer alabildiği du zenli ve adil seçimler yapılır. Demokratik katılım hakkı medeni özgu rlu klerle (Siyasal gruplar ya da birlikler kurma ve bunlara katılma özgu rlu ğu ile birlikte ifade ve tartışma özgu rlu ğu ) el ele gitmektedir (Giddens, 2000; 84). Bu bağlamda egemenliğin halkın elinde olduğu ve yurttaşların isteği doğrultusunda işleyen yönetim biçimi ile devlet ve toplumu ayrıştıran, emir almayan bir kumandan yetkisi ile yönetilen hu ku mdar egemenliği kavramları birbirleri ile kaynaşarak modern demokrasi teorisini yapılandırmıştır. Giddens, küresel bilgi toplumunda yaşamımızın gereği ve bir sonucu olarak devletlerin eskisi gibi yurttaşlarını pasif özne olarak ele almasının güçleştiğini belirtir. Bu da yurttaşların politik sisteme daha fazla bağlanmak istediklerini göstermektedir. Ku resel bilgi çağında, özellikle de iletişimin bu yu k olanaklar sağlaması göz önüne alındığında medyayı demokrasisinin yayılmasından sorumlu tutan Giddens, oturmuş demokrasiye sahip u lkelerde bunun bazen ters etki yaptığını ve demokrasinin önemini azatlığını du şu nmektedir. Medya demokrasisi, politik temsili ve siyasi partilerin önemini korumaktadır. Ancak buna karşın Giddens ın belirttiği gibi, demokrasinin önemini azaltma eğiliminin önüne geçememektedir. Bunun nedeni, yurttaşların politikaya olan ilgisinden öte, yurttaşların politikleşmesidir. Ku reselleşme Su recinde Demokrasi ve Üçu ncu Yol Yoğun bir biçimde ku reselleşme su reci içinde kaçınılmaz olarak bulunduğumuza inanan Giddens, bu su reçte politik işleyişin de değişime uğramasının gerekliliğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Toplumsal yapının değişimi, bireyin yaşantısını etkilemekte ve bu değişimin ortaya koyduğu yeni durumlar birçok kurum tarafından yeniden değerlendirilmek zorundadır. Bunlardan biri de siyaset kurumudur. Bu bağlamda kaçınılmaz bir su reç olarak nitelendirdiği küreselleşme olgusunun ortaya koyduğu yeni toplumsal gelişmeler politik işleyiş açısından da yeni değerlendirmelere konu olmalıdır.

Giddens, daha eski dönemde yurttaşların sorunlarını gidermede başarılı olan belli başlı ideolojilerin, gu nu mu zde yeterli olmadığı göru şu ndedir. Ona göre, yeterli olmayan bu ideolojiler (ki bunlar; klasik sosyal demokrasi ve neo-liberalizmdir), ku reselleşme su reci içerisinde kendilerini yeni toplumsal değişim ve gelişmelere ayak uydurmak zorundadır. Klasik sosyal demokrasi ya da neo-liberalizm bu su reç içinde ona göre, toplumsal gelişmelerin gerisinde kalmaktadır. Giddens, bu durumda kaçınılmaz olarak değerlendirdiği ku reselleşme su reci içerisinde yeni dönu şu mler bağlamında yeni bir politik yorum olan u çu ncu yol projesini ortaya atmıştır. Giddens, yapılaşma teorisini geliştirirken, klasik teorilerin modernizmin toplumsal yapısını açıklamada yetersizliği du şu ncesi ile hareket etmiştir. Bu tutumun benzeri u çu ncu yol teorisinde de dikkatleri çekmektedir. Klasik teoriler modern du nyayı açıklamada nasıl eksik kalmışsa, ku reselleşme su reci ile birlikte gelişen yeni du nya du zeninde eski politik sistemler de eksik kalmıştır. Giddens, yapılaşma teorisinde olduğu gibi politik durumu da gu nu mu z du nya du zenine uygun biçime getirmek istemiştir. Klasik sosyal demokrasi ve neo-liberalizmin gu nu mu z koşullarında yeterli çözu mler üretememesinin nedenlerini Giddens, şöyle analiz eder: Sosyalizm ve neo-liberalizm radikal politika biçimleridir. Bu iki politik sistemin işleyişi birbirinden çok farklı da olsa, ikisi de radikal çizgide bulunmaktadır. Neo-liberalleri muhafazakâr olarak nitelendiren Giddens, neoliberalizmin de tamamen muhafazakâr du şu nce u zerinde yapılandığını belirtir. Devletin yeniden biçimlendirilmesi, demokrasinin derinleştirilmesine, temel taşların belirlenmesine yönelik bir du şu nce olarak ortaya çıkan u çu ncu yol kavramı ve u zerine yapılandırılan politikalar aynı zamanda ulusal olması nedeniyle küreselleşmeyle birlikte nasıl bir yol izleyeceği konusunda belli bir program oluşturmuştur. Giddens, u çu ncu yol programının izleyeceği yolun taslağını oluşturmuştur. Giddens u çu ncu yol programını şöyle açıklar (Giddens, 2000: 84 ): Radikal merkez, yeni demokratik devlet, aktif sivil toplum, demokratik aile, yeni karma ekonomi, topluma katılma anlamında eşitlik, pozitif refah sosyal yatırımcı devlet, kozmopolit ulus, kozmopolit demokrasi.

Giddens ın sıraladığı bu unsurlar ku reselleşmenin yaratığı su reçte yeniden biçimlenen ulusdevlet yapıları ve sosyal politikaların belirsizlik ortamından çıkarak yeni su reçte gelişebilmesi için ortaya atılmış u çu ncu yol du şu ncesinin ana hatlarını ve temel ilkelerini oluşturmaktadır. Üçu ncu Yol ve Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi adlı kitabında Giddens, bu ana ilkeler bağlamında sosyal demokrasiyi ve u çu ncu yol adını verdiği politikaları belirlemiştir. Devletin ku çu ltu lmesi ve özelleştirme yanlısı olan liberallerin tersine, devletin yetki alanlarının genişletilmesi yanlısı olan sosyal demokratların söylemini aşma yolunda çabalar. Giddens u çu ncu yol politikalarının en temel hedefinin küreselleşmeyle birlikte bireysel yaşantılarda ve doğada ortaya çıkan önemli değişimlerde, kişilerin kendi yaşamlarını düzene sokabilmeleri bağlamında yardımcı olmak çerçevesinde açıklamaktadır (Giddens, 2000: 75). Demokrasinin Demokratikleştirilmesi Giddens ın u çu ncu yol değerleri olarak açıkladığı ilkeler; eşitlik, demokrasi, çoğulculuk ve sosyal politikalar olarak özetlenebilir. Ancak Ona göre demokrasi yeterince demokratik göru nmemektedir. Bu bir dengesizlik ortamı yaratmakta ve demokrasiyi krize doğru yaklaştırmaktadır. Demokrasiyi daha da demokratikleştirme adına devletin egemenlik alanları ya da yetkilerinin artırılması, ku reselleşme karşısında varlık savaşı veren devletler için yeterli değildir. Devletlerin Giddens a göre kaçınılmaz olarak içinde bulundukları ku reselleşme çağında yeniden oluşan yapılanmaya ne derece uyum sağlayacakları, devletlerin egemenlik gu çlerinin niceliksel çokluğundan da önemlidir. Giddens, küreselleşmenin yalnızca ulusal devlet yapısını değil, aynı zamanda demokrasileri de gu ç duruma düşürerek yeniden yapılandırılma zorunluluğu içine bıraktığı du şu ncesiyle, ulusdevletlerin buna karşı koyma bağlamında yapması gerekenleri açıklamaya çalışmıştır. Bunlardan biri devletin kamu alanının rolu nu genişletmesi önerisidir. Devlet giderek tu m dünyada yozlaşmaya başlamıştır ve şeffaflık, açıklık ilkeleri ulus-devletlerin politika sistemleri içinde yer almalıdır. Giddens ın belirttiği gibi kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar ve ayrıcalıklar da ulus-devletlerin gu cu nu kırmayı su rdu rmektedir (Giddens, 2000: 87). Bu konuda İngiltere den örnek veren Giddens, bu u lkenin hala yazılı bir anayasası olmamasını, vatandaşların, sorumluluklarının ve devletin yetkilerinin geleneksel kurallarla ve örf ve adet hukukuna göre belirlenmesini, u st du zey yöneticilerin gizlilik adına kapalı kapılar ardında

gerçekleştirdikleri eylemlerini eleştirerek, şeffaflık ve açıklık ilkesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Diğeri ise, ulus-devletlerin meşruluklarını yeniden kazanabilmek için devletin işlevlerini yerine getiren kurumların verimlilik açısından yeniden yapılandırılması gerekliliğidir. Bunun gerçekleşmesi için de iş du nyasının model alınması gerektiği du şu ncesinde olan Giddens, köhneleşmiş, kırtasiye görevi gören bu rokrasinin piyasa disiplinine yaklaşması gerektiğinden söz etmektedir. Bunun için kontrol, etkili denetim, esnek karar mekanizması ve özellikle de demokrasinin gelişimi açısından önemli olan çalışanların yu ksek du zeyde katılımı ilkeleri -ki bunlar iş du nyasının temel ilkelerini oluşturturlar. Ulus devletlerin yeniden yapılandırılmasında dikkate değer değişikliklerdir. Bu yolla ulus-devletler ku reselleşme su reci ile piyasalar karşısında yitirmeye başladıkları gu cu yeniden edinebilmeye başlayabilirler. Demokrasinin demokratikleşmesi için Giddens ın diğer önerisi, yurttaşların devletle doğrudan ilişki kurabilecekleri bir sistemin oluşturulması ve yaygınlaştırılmasıdır. Halk ju rileri, elektronik referandum gibi yöntemlerle kolayca sağlanabilecek olan bu doğrudan iletişim yöntemleri aynı zamanda devletle yurttaşlar arasında çoğulcu katılıma neden olacağından, Giddens ın bu önerisi demokrasinin gelişimine katkıda bulunmak açısından yerindedir. Bu bağlamda verdiği İsveç örneği dikkat çekicidir (Giddens, 2000: 89). Giddens, bu önerinin yirmi yıl önce İsveç te denendiğini, İsveç hu ku metinin enerji politikasının belirlenmesi için vatandaşlarından öneriler aldığını bu konuyla ilgili kursa giden her vatandaşın yardımı ile enerji politikasını belirlediği örneğini vererek konuyu canlandırır. Örneği değerlendirdiğimizde yetmiş bin kişinin katıldığı bu enerji politikasını belirleme önerisinin aynı zamanda demokrasinin özu nu oluşturan çoğulcu katılımı da gerçekleştirdiğinden söz edilebilir. Demokratikleşmenin yerel ve ulusal du zlemde gerçekleştirilmesini yeterli bulmayan Giddens, ulus-devletlerin yeniden biçimlenirken kozmopolit bir anlayışa sahip olmaları gerektiği du şu ncesindedir. Kozmopolit ulus ve kozmopolit demokrasi, ku reselleşme su recinde yeniden biçimlenen devlet sistemini değerlendirirken Giddens ın su rekli kullandığı ve u zerinde durduğu kavramlar arasındadır. Ulus-devlet sistemlerinde özeliğini yitirmeye başlayan demokrasilerin yeni biçiminin unsurlarını ise Giddens şöyle belirlemektedir:

Yeni demokratik devlet, çift yönlu demokratikleşmiş olan, kamuda canlılığı ve şeffaflığı esas alan, yönetimde verimli ve aynı zamanda doğrudan demokrasi mekanizması ile işleyen, risk yöneticisi bir devlet olmalıdır (Giddens, 2000: 91). Çift yönlu demokratikleşme bilinen genel anlatımıyla devlet ve sivil toplumu içine alan bir demokrasi sistemidir. Demokrasinin tam ve yerleşmiş varlığından söz edebilmek için önemli bir ölçu t olan çift yönlu demokratikleşme kavramı aynı zamanda demokrasinin olmazsa olmaz unsurları olan katılımcı çoğulculuk ilkesini de kapsamaktadır. Olgun demokrasilerde bu yu k bir hayal kırıklığının yaşandığını du şu nen Giddens, bu durumu demokrasinin paradoksu olarak kavramlaştırır. Politikacılara duyulan gu venin azalması, demokratik yönetimlerin yurttaşlarının beklentilerini karşılamada yetersiz kaldığının bir örneğidir. Buna karşın du nyada demokrasi rejimi ile yönetilen devletlerin sayısı gittikçe artış göstermektedir ve otoriter yönetimler artık eski gu çlerini kaybetmeye başlamışlardır (Giddens, 2000: 87). Otoriter yönetimlerin gu ç kaybının nedenlerinden biri de Ona göre; ku resel du nya ve gittikçe gelişen teknoloji ve yeni ekonomik du zene uyum sağlayacak niteliğe sahip olmayan bir sistem olmasıdır. Bu yu zden de otoriter rejimler eski gu cu nu ve saygınlığını kaybetmektedirler. Sovyet ekonomisinin aşamadığı sorunlar ve aynı zamanda merkeziyetçi yapı ve esneklik gereksinimini ve sonucunda Sovyetlerde ortaya çıkan bunalımı değindiği konuya örnek olarak gösterir. Demokrasinin demokratikleşmesi anlatımından Giddens, demokrasinin derinleştirilmesini kastetmektedir. Ku reselleşme çağında ekonomi kadar politikanın da kendini yeniden yapılandırması gerektiğini savunurken, aynı zamanda demokrasinin uluslar ötesi duruma getirilmesi taraftarıdır. Giddens, demokrasinin demokratikleşmesi konusunda gerçekleştirilmesi gereken belli ölçu tler öne su rmu ştu r: Giddens, demokrasinin demokratikleşmesi için, ulusal du zeyde toplanmış olan iktidarın etkili biçimde kullanılması gerektiği du şu ncesindedir (Giddens, 2000: 90). Eskiye oranla bilgi ve iletişim toplumunda her şeyin açık biçimde du nyanın her yerinden göru lebilmekte olmasına karşın, yolsuzlukların artış gösterdiğine dikkati çeken Giddens, demokrasinin

demokratikleşmesinde yolsuzluklara karşı etkili önlemler alınması nı da gerekli görmektedir. Bu demektir ki, demokrasilerin derinleşebilmesi için şeffaflık önemli bir etkendir. Bir diğer ölçuẗ, siyasal partiler, sivil toplum kuruluşlarıyla ve baskı gruplarıyla daha fazla işbirliği yapmak durumundadırlar. Modern du nyada insanların artık toplumsal birlikteliklere ve grupsal oluşumlara daha fazla katıldıkları gözlemlendiğinde Giddens ın ortaya koyduğu bu ölçu t, demokrasinin derinleştirilmesi ve yeni yapılanan du nyaya uyum sağlayabilmesi açısından anlamlı göru nmektedir. Demokrasinin yurttaşlık ku ltu ru yle bu yu k oranda ilgisi vardır. Giddens ın değindiği gibi, piyasalar ve özel ilgi grupları böyle bir ku ltu ru yaratamaz. Demokrasilerde yurttaşlığın damgasını vurduğu alan hu ku met tarafından besleneceği gibi, ku ltu rel bir temele de sahip olacaktır (Giddens, 2000: 92). Yurttaşlık ku ltu ru demokrasiyle biçimlenmiştir. Giddens, iyi işleyen demokrasinin u ç ayağı olduğundan söz eder: 1-Hu ku met, 2- Ekonomi, 3- Sivil Toplum. Bu u ç ayağın dengede olması gerekir. Bunlardan herhangi biri diğerine karşı u stu n konumda bulunursa, demokrasinin işleyişi bozulur. Gu nu mu zde medyanın da bu yu k bir gu ç olduğu, toplumları ve yurttaşları etkilediği du şu nu lu nce, demokrasinin medya ile ilişkisinden söz etmemek konunun eksik kalmasına neden olur. Bu konuda Giddens, şu değerlendirmeyi yapamamaktadır: Bir yanda ku resel bir enformasyon toplumunun ortaya çıkışı gu çlu bir demokratikleştirici gu ç işlevi göru rken;.bu r yanda televizyon ve diğer kitle iletişim araçları, açtıkları kamusal diyalog zeminini, politik sorunları bayağılaştırıp kişiselleştirerek kendi elleriyle yok etme eğilimindedirler. Dahası, dev çokuluslu medya kuruluşlarının gelişip bu yu mesi, seçimle gelmeyen işletme yöneticilerinin muazzam bir gu cu kontrol edebilmeleri anlamına gelmektedir (Giddens, 2000: 93). Giddens: Zaman ve Mekansal Boyutta Ku reselleşme Giddens ku reselleşmeyi zaman ve mekan bağlamında ele almaktadır. Modern çağ öncesinde toplumlar kendi yaşamlarını zaman ve mekansal açıdan belirli bir coğrafi bölgeye bağlı olarak du zenlemekteydiler. Modern çağ öncesinde zaman kavramı insan toplumlarının yaşadığı yöreye ilişkin olarak belirlenmişti. Yıllık veya gu nlu k olarak zaman kavramı genelde rutin olarak tarımsal faaliyetlere başlanılması ve bitirilmesine ve gu neşin doğuşu ve batışına göre

belirlenmişti. Geleneksel toplumlarda zamanın belirlenmesi için ne bir teknolojiye ne de bir saate gereksinim vardı. Aynı şekilde, Giddens a göre, toplumsal ilişkilerde belirli bir coğrafi mekana bağlı olarak belirlenmekteydi. Modern çağ öncesindeki toplumlar kendi içine kapalı oldukları için ilişkiler daha çok yu z yu zeydi ve kitle iletişim araçları pek gelişmediğinden başka mekanlardaki insan toplumlarını ne etkileyebiliyor ne de onlardan etkilenebiliyordu. Giddens a göre, küreselleşme ile birlikte gerek zaman kavramı ve gerekse mekan kavramı belirli bir bölgeye bağlı olmaktan çıkmakta ve bütün dünya toplumlarının ortak kullanımı haline gelmektedir. Özellikle Greenwich ile birlikte herkesçe geçerli sayılabilen bir zaman kavramı (dakika, saat, gün ve yıl) dünyanın her tarafında yerel olmaktan çıkartılmış ve küreselleşmiştir. Yine aynı şekilde teknolojinin gelişmesi, üretimin artışı ve küresel iletişim araçlarının yaygınlaşmaya başlaması toplumsal ilişkileri mekânsal anlamda yerellikten çıkarmış küreselleştirmiştir. Artık gu nu mu zde insanoğlu kendi yöresi ile ilgili olmayan bir konu hakkında bilgi sahibi olabilmekte ve dünya sorunları üzerine tartışabilmektedir. Örneğin, Tu rkiye de bulunan bir birey yabancı bir ülkenin parasını taşıyabilmekte, bozdurabilmekte veya başka bir ülkenin para birimine dönüştürebilmektedir. Bu da göstermektedir ki toplumsal ilişkilerin kendisi de içinde bulunduğu yerellikten çıkmakta ve küresel ilişkilerin bir parçası haline gelmektedir. Gu nu mu zde bireyler, belirli bir davranış içerisinde bulunurken artık yerel du şu nmemekte ku resel oluşumları da hesaba katmaktadır. Bu bir anlamda insanların du şu nu msel olarak yerel ve ku resel gelişmeleri hesaba katması ve buna göre gu nlu k yaşama yön vermesi demektir. Örneğin, tatil için başka bir u lkeye giden bir turistin du nyada olup bitenleri izleyebilmesi, du nya borsalarındaki son gelişmeleri merak edebilmesi, kaldığı otele ödeyeceği u cret nedeniyle döviz alım-satımı ile ilişkili ne kadar zararı olabileceğini hesap edebilmesi, gu neşin altında fazla kaldığı taktirde bunun deri kanserine neden olup olmayacağını du şu nebilmesi, tatil dönu şu uçak şirketinin uçuşunu erteleyip ertelemediğini merak edebilmesi gu nu mu z bireyinin yerel ve ku resel boyutta du şu nu msel bir şekilde hareket ettiğini açıkça göstermektedir. Giddens ku reselleşmeyi zaman ve mekansal olarak birbirlerinden oldukça çok uzakta gelişen olayların yerel oluşumları biçimlendirebilmesi ve bu yolla birbirleri ile ilişkili olan du nya ölçeğindeki toplumsal ilişkilerin giderek yoğunlaşması olarak tanımlamaktadır.

Fakat Giddens ku reselleşmenin zaman ve mekansal boyutta toplumları birbirlerine fonksiyonel olarak yakınlaşması gibi göru lmemesi gerektiğini öne su rmekte ve bölgesel ve yerel olan farklı tu rden toplumsal formların bu oluşuma tepki gösterebilmesinin de çok mu mku n olduğunu belirtmektedir. Giddens buna örnek olarak da ku reselleşme ile ulus-devlet ve ulusalcılık gibi kavramların öneminin giderek azalacağını özellikle kapitalizmin uluslararasılaşmasının bunda çok etkili olduğunu ancak bölgesel ve yerel du zlemde buna bir tepki olarak ulusalcılık hareketlerinin, bölgesel-ku ltu rel kimliğin gu çlenmesi veya yerel özerklik taleplerinin ön plana çıkmasının olası olduğunu belirtmektedir. Giddens ku reselleşmenin dört boyutta ele alınması gerektiğini öne su rmektedir. Du nya kapitalist ekonomisi, Ulus-devlet sistemi, Du nya askeri du zeni, Uluslararası iş bölu mu. Giddens a göre ku reselleşmenin birinci boyutu du nya kapitalist ekonomisidir. Buna göre kapitalizmin 16. ve 17. yu zyıllarda ortaya çıkmasıyla birlikte, ku resel du nya du zeni siyasal gu çten daha çok ekonomik gu ce dayanmaktadır. Çu nku du nya kapitalist ekonomisi ticaret ve sanayi bağlantı merkezleri yolu ile buẗu nleşmiştir. Bu nedenle du nyamızdaki ekonomik ku reselleşmede en önemli rolu oynayan kapitalist du nya ekonomisidir. Zira uluslararası ekonomik ilişkiler daha çok u lkelerin ve çok uluslu şirketlerin kapitalist tu rden iş bağlantıları, endu striyel mal ve hizmetlerin alımı ve satımı, dağıtımı ve pazarlanması ile belirlenmektedir. Ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farklılığı da du nya kapitalist ekonomi du zeninin bir sonucudur. Giddens in yaklaşımında, ku reselleşmenin ikinci boyutunu ise ulus-devlet sistemi meydana getirmektedir. Giddens a göre ulus-devletler ku resel siyasal du zenin en önemli u yesidirler..u nku ulus-devletler bölgesel ve uluslararası ekonomik politikaların yu ruẗu lmesi, uygulanması ve du zenlemesinde oldukça etkin rol almaktadırlar. Ancak ku resel siyasal du zende bir ulus-devletin etkin olabilmesi o devletin refah du zeyi ve askeri gu cu yle sınırlıdır. Ulus-devletler kendi aralarında siyasal ve ekonomik çıkarlarını korumak ve geliştirmek için tıpkı Avrupa Topluluğu (AT) örneğinde olduğu gibi, ku resel ulusdevlet sistemini oluşturmaya yönelebilmektedirler. Giddens bu su reci aynı zamanda

devletlerin uluslararası eş gu du mlenmesi olarak tanı mlamakta ve gu nu mu z du nyasında, ulusdevletler sisteminin siyasal ve ekonomik ku reselleşmede oldukça etkin bir rol oynadığını belirtmektedir. Ku reselleşmenin u çu ncu boyutunu ise du nya askeri du zeni oluşturmaktadır. Ortak silahlanma ve savunma politikaları yoluyla birden fazla u lkenin (örneğin NATO) silahlı güçlerini birleştirmesi küreselleşmenin önemli bir boyutunu meydana getirmektedir. Böylece, belirli bir bölgede olan çatışma o bölgedeki ulusların bağlı bulunduğu uluslararası askeri örgütleri kolayca harekete geçirebilmekte ve yerel çatışmalar bütün dünyayı ilgilendirebilen bir küresel sorun haline gelebilmektedir. Giddens birinci ve ikinci dünya savaşlarının buna iyi bir örnek oluşturduğunu belirtmektedir. Giddens a göre küreselleşmenin dördüncü boyutu ise uluslararası iş bölu mu du r. Endüstriyel gelişmeye bağlı olarak gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki farklılaşmalarını kapsamına alan ve sürekli genişleyen bir küresel iş bölümünden söz etmek mu mku ndu r. Bu yaklaşıma göre, modern endüstri yapılması gereken işlerin düzeyine değil fakat aynı zamanda bölgesel düzeyde var olan iş bölu mu çerçevesi içerisinde endu strinin gelişmişlik du zeyine, sendikalaşma oranına, iş gu cu nu n el becerisine ve hammadde u retimine bağlıdır. Böylece ku resel olarak belirli bölgeler u retim merkezleri heline gelirken belirli bölgeler endu stri dışı u retim faaliyetlerinde yoğunlaşmaktadır. Her ne kadar belirli bölgeler diğerlerine göre daha gelişmiş olsa bile, ülkelerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıkları giderek artmaktadır. Ku reselleşmenin modern endu striye bağlı olarak ortaya çıkardığı bir diğer sonuç ise teknolojisinin du nya çapında yayılması ve bunun u retim su reciyle sınırlı kalmayıp insanların gu nlu k yaşamının içine kadar girmesi ve ku resel olarak buẗu n bireyleri derinden etkileyebilmesidir. Özellikle kitle iletişim araçlarının giderek yaygınlaşması bireylerin du nyada olup biten olayları anında izleyebilmelerine olanak tanımasıdır. Giddens a göre ku reselleşme modernitenin bir sonucudur ve bu su reç, kapitalist modernizmin dayandığı ekonomik, siyasal ve ku ltu rel geliş melerin du nya çapında yaygınlaşmasından başka bir şey değildir. Giddens in yaklaşı mı nda gu nu mu zdeki ku resel gelişmeler modernitenin du nya çapında yaygınlaştığını yani küreselleştiğini göstermektedir. Bu nedenle, Giddens ku reselleşme su recinin geç modirnite olarak ele alınmasının daha doğru olacağını belirtmektedir. Giddens ve Modernizm

Giddens a göre modernlik, on yedinci yüzyılda Avrupa da başlayan ve sonraları neredeyse bütün dünyayı etkisine alan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerine işaret eder. (Giddens 1998: 9) Giddens post-modernlik dönemine girmek yerine, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği ve evrenselleştiği bir başka döneme doğru gidildiğine işaret etmektedir. Modernliğin sonucunda ortaya çıkan yaşam tarzlarının, insanları bütün geleneksel toplumsal düzen türlerinden eşi görülmedik bir biçimde söküp çıkarttığını belirtmektedir (Giddens 1998: 12). Giddens a göre modernizmi daha önceki geleneksel dönemlerden tamamen ayıran temel özellikler: 1. Zamanın ve mekanın birbirinden bağımsız hale gelmesini sağlayan zaman ve uzamın ayrılması, 2. Olayları yerel bağlamlardan kaldırıp küresel düzeyde yeniden düzenleyen yerinden çıkarma düzeneklerinin gelişmesi, 3. Bilgi ile eylemin sürekli gözden geçirilip birbiri üzerine yansıtılması yoluyla üretilmesi (Giddens 1998: 55) Giddens modernizmin birbiriyle etkileşim halinde olan dört temel boyutundan bahseder: 1. Kurumsal boyutlar; rekabetçi emek ve ürün piyasaları bağlamında sermaye birikimini sağlayan kapitalizm 2. Enformasyonun ve toplumsal denetimin kontrolünü sağlayan gözetleme 3. Doğanın dönüştürülmesini mümkün kılan sanayileşme 4. Savaşın endüstrileşmesi ve şiddet araçlarının kontrolü bağlamında askeri iktidar (Giddens 1998:62) Bugün içinde yaşadığımız dünya çok gergin ve tehlikelidir. Böylesi bir durum, modernliğin ortaya çıkışının daha mutlu ve güvenli bir düzenin oluşumuna yol açacağına ilişkin varsayıma inanmak yolunda hevesimizi kırmak ya da zorlamaktan da fazlasını yapmış bulunmaktadır. (Giddens 1998: 17) Giddens mekanik saatin icadı ve nüfusun neredeyse tamamına yayılması, zamanın uzamdan ayrılmasında çok önemli bir olay olduğunu söylemektedir. Giddens saatin boş zaman için günün dilimlerinin kesin olarak belirlenmesine olanak sağlayacak biçimde nicelleştirilmiş tek biçimli bir ölçü belirttiğini söylemektedir. O na göre zamanın boşaltılması, büyük ölçüde uzamın boşaltılması için bir önkoşuldur. Zaman ve uzamın ayrılması ve standart boş boyutlar haline gelmeleri, toplumsal etkinlik ile bu etkinliğin mevcudiyet bağlamlarının özellikleri içine yerleştirilmişliği arasındaki bağları koparıp atar. (Giddens 1998: 23-25)

Modern toplumların en modernleşmişinde bile gelenek, bir rol oynamayı sürdürür. Modernliğin başat özelliğinin, yeni olana karşı bir açlık olduğu sık sık söylenir; ancak bu tümüyle doğru olmayabilir. Modernliği belirleyen şey, yeninin yalnızca yeni olduğu için kucaklanması değil, büyük çapta bir düşünümsellik beklentisidir; bu da kuşkukus, bizzat düşünmenin doğası üzerine düşünmeyi de içerir. (Giddens 1998: 40-41) Henüz post-modern bir toplumsal evrende yaşamıyoruz; ancak, yine de modern kurumlarca geliştirilenlerden farklı yaşam tarzları ve toplumsal örgütlenme biçimlerini sezer gibi olmaktan fazlasını da görebiliriz. (Giddens 1998: 52) Soyut sistemlere duyulan güven, modern kurumların geleneksel dünyayla karşılaştırıldığında günlük yaşamda sundukları zaman-uzam uzaklaşması ve geniş güvenlik alanlarının bir koşuludur. Soyut sistemlerle bütünleşen rutinler modernlik koşullarındaki ontolojik güvenlik için merkezi önemdedir. Ancak bu durum yeni psikolojik zayıflık biçimleri de yaratır; soyut sistemlere duyulan güven, kişilere duyulan güvenin psikolojik olarak sağladığı biçimde ödüllendirici değildir. Modernliğin küreselleştirici eğilimleriyle gündelik yaşam bağlamlarındaki, mahremiyetin dönüşümü olarak adlandıracağım şey arasında doğrudan bir bağlantı vardı. (Giddens 1998: 103-104) Dünya giderek daha tehdit edici bir görünüm aldıkça, yaşam, egzersiz, rejim, ilaçlar, değişik türden ruhsal perhizler, psişik açıdan kendine yardım teknikleri ve psikiyatri yoluyla, sonu olmayan bir sağlık ve mutluluk arayışı durumuna gelir. Dış dünyayla, bir doyum ve hayal kırıklığı kaynağı olması dışında, ilgilerini kesmiş olanlar için kendi sağlık durumları her şeyin üstünde bir ilgi kaynağı olur. (Giddens 1998: 111) Modern türdeki mahremiyet ilişkilerinde güven her zaman müphem bir nitelik taşır ve ayrılma olasılığı hemen hep vardır. Kişisel ilişkiler kesilebilir ve mahremiyet bağları kişilik-dışı bağlantılar alanına geri dönebilir; biten bir aşkın sonunda yakın kişi birdenbire yeniden bir yabancı oluverir. (Giddens 1998: 129) KAYNAKÇA Bahar, H.İ. (2009) Sosyoloji, USAK, Ankara. ESGİN, Ali (2005), "Anthony Giddens Sosyolojisi", Anı Yayıncılık, Ankara. Giddens, A. (2000), Üçu ncu Yol: Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi, Çev, M.