Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma



Benzer belgeler
FELSEFE BÖLÜMÜ SOFİSTLER DERSİ DERS NOTLARI (3)

Nesnellik. İdelerin Öznelliği

BİLGİ KURAMI DERS NOTLARI DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ, FELSEFE BÖLÜMÜ

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

Mantıksal Operatörlerin Semantiği (Anlambilimi)

6 Sofistlerin O rtaya Ç ıkışın d a Etkili O lan Felsefe-D ışı N edenler ıo Felsefi N ed enler

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

FELSEFİ PROBLEMLERE GENEL BAKIŞ

7.Ünite: ESTETİK ve SANAT FELSEFESİ

BILGI FELSEFESI. Bilginin Doğruluk Ölçütleri

BİZ, MELEKLER - DRUNVALO

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Matematik Ve Felsefe

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

a) Doğru Bilginin Kaynağı Problemi

VARLIK ve ZAMAN - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Ontolojik Yaklaşım (*)

Laboratuvara Giriş. Adnan Menderes Üniversitesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü TBT 109 Muavviz Ayvaz (Yrd. Doç. Dr.) 3. Hafta (03.10.

KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

KIŞILIK KURAMLARı. Kişilik Nedir? Kime göre?... GİRİŞ Doç. Dr. Halil EKŞİ

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Türkçe. Cümlede Anlam Cümlenin Yorumu. Metinde Kazandıkları Anlamlara Göre Cümleler

II.Ünite: KLASİK MANTIK (ARİSTO MANTIĞI)

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi


DAVRANIŞ BİLİMLERİ DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN İNCELENDİĞİ SİSTEMLER

Yazılı Ödeviniz Hakkında Kendinize Sormanız Gereken Bazı Sorular

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

A Tüm S ler P dir. Tümel olumlu. E Hiçbir S, P değildir. Tümel olumsuz. I Bazı S ler P dir. Tikel olumlu. O Bazı S ler P değildir.

Özgüven Nedir? Özgüven Eksikliği Nedir?

(b) Bir kanıtlamadır. Burada (çünkü) bir öncül belirticidir ve kendisinden sonra gelen yargının öncül olduğunu gösterir.

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

Ders 8: Konikler - Doğrularla kesişim

BAĞLAÇ. Eş görevli sözcük ve sözcük gruplarını, anlamca ilgili cümleleri birbirine bağlayan sözcüklere "bağlaç" denir.

BİLGİ KURAMINA GİRİŞ

İbn Sînâ nın Kitâbu l-burhân Eserinde Bilimin Konu Sorunsal ve İlkelerinin Açıklanması

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

Web adresi. Psikolojiye Giriş. Bu Senin Beynin! Ders 2. Değerlendirme. Diğer şeyler. Bağlantıya geçme. Nasıl iyi yapılır. Arasınav (%30) Final (%35)

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

Uzaktan Eğitim. Doç.Dr. Ali Haydar ŞAR

ALGI BİLGİ İŞLEME SÜREÇ VE YAKLAŞIMLARI

BĠLĠŞSEL GELĠŞĠM. Jean Piaget ve Jerome Bruner. Dr. Halise Kader ZENGĠN

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

Özet ve Analiz: Beşinci Meditasyon. Maddesel şeylerin özü ve Tanrının varlığı tekrar ele alınıyor.

Havacılıkta Ġnsan Faktörleri. Uçak Müh.Tevfik Uyar, MBA

KLASİK FRAKTALLAR FRAKTAL ÖZELLİKLERİ VE BOYUT

KARİYER GELİŞİMİ VE MESLEKİ REHBERLİK

EĞİTİM FELSEFESİ KISA ÖZET KOLAYAOF

SOMUT VE SOYUT NEDİR?

ünite1 Fen Bilimleri Beş Duyumuz Beş Duyumuz 3. Burundaki kılları koparmak Çok sıcak cisimlere dokunmak

ÜNİTE:1. Dil Nedir? ÜNİTE:2. Dil Kültür İlişkisi ÜNİTE:3. Türk Dilinin Gelişimi ve Tarihsel Dönemleri ÜNİTE:4. Ses Bilgisi ÜNİTE:5

Web adresi. Psikolojiye Giriş. Diğer hayvanlar da aynı türde bir dile sahip midir? Dil (devam) Şimdinin Bilinci, Geçmişin Bilinci Ders 7

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

Öğrenme Stili Nedir?

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Yapılandırmacı anlayışta bilgi, sadece dış dünyanın bir kopyası ya da bir kişiden diğerine geçen edilgen bir emilim değildir.

V. Descartes ve Kartezyen Felsefe

BİLGİ EDİNME İHTİYACI İnsan; öğrenme içgüdüsünü gidermek, yaşamını sürdürebilmek, sayısız ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve geleceğini güvence altına a

GÜNEŞİN ELEKTROMANYETİK SPEKTRUMU

Adı Soyadı :. Numarası :.

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

RENK İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

Ben Neyim? Şahabettin Yalçın * What am I? B E Y T U L H I K M E A n I n t e r n a t i o n a l J o u r n a l o f P h i l o s o p h y

2. HAFTA KBT204 İNTERNET PROGRAMCILIĞI II. Öğr.Gör. Hakan YILMAZ.

On Yedinci Yüzyılda Felsefe Descartes. Prof. Dr. Doğan Göçmen Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü 10/10/2016

Yüklemler Mantığında Çözümleyici Çizelgeler (Çürütme Ağaçları)

Not: Bu yazımızın video versiyonunu aşağıdan izleyebilirsiniz. Ya da okumaya devam edebilirsiniz

ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Temmuz 2008 // Sayı: 1/4. SCHELLING İN KANT ELEŞTİRİSİ Ogün Ürek ÖZET

ZAMAN YÖNETİMİ. Gürcan Banger

ÜNİTE:1. Felsefe Nedir? ÜNİTE:2. Epistemoloji ÜNİTE:3. Metafizik ÜNİTE:4. Bilim Felsefesi ÜNİTE:5. Etik ÜNİTE:6. Siyaset Felsefesi ÜNİTE:7.

BİLİM VE BİLİMSEL ARAŞTIRMA YRD. DOÇ. DR. İBRAHİM ÇÜTCÜ

SOSYOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEM VE TEKNİKLERİ

BİLİŞSEL AÇIDAN ÇOCUK GELİŞİMİNİN BASAMAKLARI

FELSEFİ YAPIDA EĞİTİM MODELLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ

Tabu diyorum çünkü bu konuda iki sınırlama var. Yasal yasaklar (5816 nolu Atatürk ü koruma yasası) ve Atatürkçülerin duyarlılığı.

Satıcı burnu havada, kendini beğenmiş biri. Yaklaşık beş yıl kadar bu Edirne'de oturduk.

-DERS PLANI- Görsel Sanatlar Dersi. 2 Ders Saati (40+40dk)

Not. Aşağıdaki Kant la ilgili notlar Taylan Altuğ un Kant Estetiği (Payel Yayınları, 1989) başlıklı çalışması kullanılarak oluşturulmuştur.

ETKILI BIR FEN ÖĞRETMENI

MATEMATİĞİ SEVİYORUM OKUL ÖNCESİNDE MATEMATİK

MAT223 AYRIK MATEMATİK

Farkındalık sadece içerden açılan bir kapıdır

ESTETİK; Estetiğin konusu olarak güzel;

Anksiyete ve gerginlik veya endişe. Eminim bunu son zamanlarda hepimiz yaşıyoruz.

ÜNİTE:1 Psikolojinin Tanımı ve Kapsamı. ÜNİTE:2 Psikolojide Araştırma Yöntemleri. ÜNİTE:3 Sinir Sisteminin Yapısı ve İşlevleri

Engellilere Yönelik Tutumların Değiştirilmesi ZEÖ-II 2015

BİLİMSEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

IQ Oyun Tasarımı Öğretmen Kılavuzu Dedektif Oyunu

ALGI VE ALGISAL ÖRGÜTLEME YASALARI

TÜM BİLGİLER KESİNLİKLE GİZLİ TUTULACAKTIR. Anketi Nasıl Dolduracaksınız? LÜTFEN AŞAĞIDAKİ HİÇBİR İFADEYİ BOŞ BIRAKMAYINIZ. İsim:... Cinsiyet:...

Önermelerin doğru veya yanlış olabilmesine doğruluk değerleri denir.

ÇÖZÜMLÜ ÖRNEK 3.5 ÇÖZÜM

Örnek...2 : Örnek...3 : Örnek...1 : MANTIK 1. p: Bir yıl 265 gün 6 saattir. w w w. m a t b a z. c o m ÖNERMELER- BİLEŞİK ÖNERMELER

Higgs bozonu nedir? Hasan AVCU

Transkript:

Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma Berkeley, 24 yaşında (1709) ilk eserini yazdı: Essay Toward A New Theory of Vision. İkinci eserinde A Treatise Concerning the Principles of Human Knowledge (1710) savunduğu tez, var olan öğeler sadece ideler ve onları kavrayan zihinlerdir: maddesizcilik (immateryalizm). Bu eser şüphecilik ve ateizme karşı yazıldı. Çok az kişi bu görüşleri ciddiye aldı. Bunun üzerine, görüşlerinin daha basit ve popüler bir biçimini şu eserinde kaleme aldı: Hylas ile Philonous Arasında Üç Konuşma (1713). Özgür düşünce akımına ve özgür düşünürlere cephe aldı. Tarihsel bağlam Yeni bilim her şeyi (tüm fiziksel fenomenleri) küçük madde parçacıklarının hareketi ile açıklamaya çalışıyordu. Her şey bu parçacıklardan yapılmıştır. Hobbes bu materyalist görüşün her şeyi açıklayabildiğini kabul ederken Descartes ve Locke gibiler, fiziksel nesnelere ilave olarak ruhların da var olduğunu kabul ettiler. Ama Berkeley e göre Tanrıya ve dine ayrılan yer bu haliyle yine de çok dardır. Bu sistemde Tanrı lüzumsuz hale geliyordu, sadece bu mekanistik sistemlerdeki delikleri kapatmaya ve eksikleri gidermeye yarıyorlardı. Bu kusurların başka yollardan giderilmesi ve Tanrını tamamen elenmesi bir zaman meselesi haline gelmişti. Hobbes ve Spinoza bunu yerine getirmiş kişiler sayılabilir. Emekleme dönemindeki ateizme korkuyla bakılıyordu. Kilisenin tehlikede olduğu görüşü yaygınlık kazanmaktaydı. Felsefi bağlam Berkeley in radikal idealizmini anlamak ancak onun Descartes ve Locke ile etkileşimini anlamakla mümkündür. Descartes geliştirdiği felsefe sistemiyle mekanistik ve matematiksel karakterdeki yeni bilimin dünyaya bakışını eksiksiz, mükemmel ve geniş kapsamlı bir felsefi çerçeve içine yerleştirdi. Yeni bilimsel yaklaşımın önünü açmak için dünyaya dair metafizik resmi adamakıllı basitleştirdi. Skolastikler türlü türlü tözlerden, her biri kendi özüne sahip ve her biri toprak, hava, ateş ve su cinsinden kendi özel açıklanışına sahip tözlerden bahsediyorlardı, oysa Descartes sadece iki tane töz kabul etti. Zihinsel tözün özü düşünmek, fiziksel tözün özü ise mekânda yer kaplamaktı. Nesnel gözleme konu olan dünya bir tek türden töze indirgendiği için artık bütün doğal fenomenler sadece bütünüyle mekânda yayılım özelliği ile temellenen çok sınırlı sayıdaki ilkelerle açıklanabilirdi. Yani fizik, yer kaplayan cismin incelenmesine, yani geometriye dönüşmüş oluyordu. Descartes bütün açıklamaların fiziksel tözün yer kaplaması cinsinden yapılabildiği bu dünya resmini, bu yeni fiziğini ve metafiziğini tamamlayacak bir yeni epistemolojiye ve idrak kuramına ihtiyaç duydu. Skolastikler, Aristoteles e uyup, tüm insan bilgisinin duyumlardan geldiğini kabul ettiler, dolayısıyla empirist idiler. Ama empirizm çok basit ve ilkeldi, çünkü duyuların bizi dünyadaki şeylerin türleri

hakkında sistemli bir şekilde yanıltmayacağını kabul ediyorlardı. Bu anlayışa göre, duyular bize renklerin var olduğunu söylüyorsa renkler vardır, masa ve sandalye gibi dayanıklı nesnelerin bulunduğunu söylüyorsa bunlar gerçekten vardır. Bu görüşe göre, algılayan kişi algılanan şeyin biçimine girerdi, bir anlamda algılamanın nesnesine benzerdi, onunla örtüşürdü. Oysa Descartes ın dünyasına ilişkin metafizik tabloda renk, ses, koku, tat ve sıcaklık gibi şeylere yer yoktu. Sadece yayılım ve yayılımdan türeyen özellikler vardı, büyüklük, şekil ve hareket gibi. Demek ki bu yeni fiziği ve metafiziği savunabilmek için Descartes insan bilgisinin kaynağına dair yeni bir anlayış geliştirmek zorunda kaldı. Bilgi duyulardan geliyor olamazdı, çünkü duyular bize renkli, sesli, kokulu, tatlı, sıcak ve soğuk bir dünyada yaşadığımızı söylüyordu. İşte bu yüzden Descartes, bilgiyi duyusal etkilenimden azade kılmak için, anlama melekesini (intelekt) duyulardan tamamen bağımsız hale getirdi. Skolastikler için duyular dışında hiçbir şey zihnin içine giremezken, Descartes için onun idrak kuramına göre, belirli kavramlar zihnin içinde doğuştan hazır gelirler. İnsanlar doğuştan gelen belirli kavramlarla doğarlar, Tanrı, yayılım, üçgen, hiçlikten bir şey çıkmaz gibi. Bu doğuştan kavramları ve akıl yürütme melekesini birlikte kullanarak, mantıksal bağlantı zincirlerini sonuna dek izleyerek dünyadaki olası bütün bilgiyi çözmek, açılığa kavuşturmak mümkündür. Locke da yeni bilimin taraftarıydı. O da doğal dünyanın sadece maddenin şekil, büyüklük ve hareketi cinsinden açıklanabileceğine inanıyordu. Bununla beraber onun görüşünde bireysellerin, Kartezyen dünya resmindekinden farklı bir konumları vardı. Descartes maddenin sürekli olduğunu kabul ederken Locke, dünyayı corpuscles dediği görünmez madde parçacıklarından müteşekkil sayıyordu. Demek ki Descartes ın bir konunda haklı olduğunu düşünüyordu: duyuların bizi sistemli biçimde yanılttıkları hususu. Ama bununla birlikte Descartes ın epistemolojisini kabul etmedi. Aynı Skolastikler gibi Locke da zihne duyulardan gelenler dışında başka hiçbir şeyin giremeyeceğini, zihnin içinde önceden bulunamayacağını kabul etti ve kendi epistemolojisini geliştirdiği temel eserini kaleme aldı: İnsan Zihni Üzerine Deneme (1671). Bu eserde insan zihni üzerine empirist bir model geliştirdi ve gerçekliğin doğasına dair yeni fikirler ortaya koydu. Bununla beraber, Kartezyen metafizikle deneyci epistemolojinin bu karışımı sorunlara yol açtı, çünkü Kartezyen metafiziğe göre duyular aracılığı ile algıladığımız haliyle dünya, gerçek dünyadan farklıdır, oysa deneyci bir epistemolojiye göre dünyaya erişmenin biricik yolu duyulardır. Yani Locke un bu fikirleri böyle birleştirmesi doğrudan şüpheciliğe yol açıyordu: dünyanın gerçekte nasıl olduğunu ve nesnelerin asıl doğasını bilemeyiz. Buna ayrıca Locke un algı kuramını da eklemek gerekir ki yine Descartes tan alınmadır. Bu kurama göre dünyaya aracısız erişimimiz yoktur ama onu ideler katmanı arasından görürüz. Bu görüş, algının perdesi/peçesi olarak bilinir. Yani nesneler zihnimizdeki ideleri doğurur, onlara sebep olur ve nesnelere baktığımızda asıl gördüğümüz de bu idelerdir. Ama eğer dış dünyaya dolaysız erişimimiz yoksa idelerin dışarıda olanları aslına sadık yansıttıklarını nasıl bileceğiz? Descartes saf zihinsel ve doğuştan getirdiğimiz ideler yardımıyla dünyayı bilebileceğimiz öne sürerek bu sorunun etrafından dolaşmayı başardı, ama Locke bir empirist olduğu için bu çıkış yolunu kullanamazdı.

Locke un felsefe sistemi demek ki şeylerin gerçek doğasını bilebilir miyiz? gibi bir meseleye yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda dünyanın asıl halinin onu deneyimlediğimiz halinden tamamen farklı olduğunu söylüyor. Bu kuramda dünyanın her şekle girebilen ve her yerinde tamamen farksız olan elastik bir malzeme kümesi olduğu söylenebilir hale geliyor. Locke, bu konu üzerinde ısrarla durarak herhangi bir şüpheci sonuca direnmeye çalışır. Ama aslında şüpheciliğin tehdidini/tehlikesini ciddiye bile almamıştır. Oysa Berkeley bu tehlikeyi ciddiye alır ve Locke un bu Kartezyen metafizik ile empirist epistemoloji karışımına derin bir şüphe ile bakar. Kendisi de bir empirist olan Berkeley, Locke felsefesinin yol açtığı şüpheci sonuçları önlemenin yolunu aradı. Bulduğu çözüm, Kartezyen metafiziğin yarısını ayırıp atmak ve maddeyi eleyerek sadece zihni muhafaza etmek oldu. Dünyada var olanların sadece ideler ile onları algılayan zihinler olduğunu iddia etmekle söz konusu sakıncaları bertaraf etti. Bu görüşe göre, dünya gerçekten renkli, tatlı, kokuludur çünkü dünya aslında bizim idelerimizden ibarettir. Dolayısıyla şeylerin gerçek doğasını bildiğimizden de kesin emin olabiliriz, ilaveten ortada bir perde/peçe filan da yoktur çünkü idelere aracısız/dolaysız erişiriz ve bunlar da zaten dış dünyanın gerçek nesneleridirler. Ne kadar komik/gülünç gelse de bu kuram geniş bir etki yarattı. Kant la başlayan ondokuzuncu yüzyıl idealizmi Hegel, Schelling ve İngiliz idealistlerini meyve verdi. Bu düşünürler Berkeley in önemini her ne kadar küçümsemek isteseler de en temel fikirleri ona borçludurlar ve kendi kanıtlarını da Berkeley inkilere dayandırırlar. Özet Eğer birisi size, sizin dışınızda odada gördüğünüz eşyaların var olmadıklarını söylerse ona deli dersiniz. Bu konunda Berkeley de böyle düşünüyor, onların gerçekten var olduklarını kabul ediyor ve bu görüşü sağduyu (ortak kanaat) görüşü kabul ediyor. Ama herkes odadaki eşyaların onları algılayan herhangi birisinden de bağımsız var olduklarını kabul eder ki işte bunu Berkeley onaylamaz. Hatta bunun sağduyuya aykırı olduğunu söyleyecek kadar ileri gider. Çünkü bunu kabul etmek şu iki öncülü reddetmeye varıyor: - Masalar, sandalyeler ve kitaplar gerçekten vardır. - Onlar öyle var olurlar ki onlara dair algımız a uygun düşerler. Berkeley bu üçünün bir arada olanaksız olduğunu ispatlamaya çalışır. Kitap üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde maddeciliğin (yani zihnimizden bağımsız maddesel nesnelerin varlığına inanç) tutarsız, savunulamaz ve nihayetinde şüpheciliğe yol açtığı kanıtlanır. Diğer iki bölümde ise kendi alternatif görüşünü geliştirir: immateryalizm (maddesizcilik). Var olanların hepsi ideler, onları algılayan zihinler ve bunların hepsini içeren bir sonsuz zihin yani Tanrı. İkinci bölümde bu kuramı geliştirir, üçüncü bölümde kimi detayları tamamlar ve itirazları cevaplar. Ana hatlarıyla Berkeley in materyalizme karşı olan kanıtı şu şekilde işler: (1) Eğer zihinden-bağımsız maddesel nesneleri algılıyorsak, onları ya dolaysızca (duyular yoluyla) ya da dolaylı (duyumlarımızdan çıkarım yaparak) algılıyoruz demektir. Berkeley in empirist olduğunu ve bütün bilginin duyulardan geldiğine inandığını belirtelim. Dolayısıyla zihinden-bağımsız maddesel nesnelere ilişkin bilgi edinmenin başkaca bir olası yolu yoktur. (2) Bizler zihinden-bağımsız nesneleri dolaysızca algılamayız.

(3) Bizler zihinden-bağımsız nesneleri dolaylı olarak da algılamayız. (4) Zihinden bağımsız nesnelerin varlığına inanmak için hiçbir sebep yoktur. Dikkat edilirse sonuç, zihinden bağımsız maddesel nesnelerin var olmadığı değil, onların var olduğuna inanmak için bir sebep bulunmadığıdır. Berkeley bu sonucun yeterince güçlü olduğunu düşünür, eğer inanmak için sebebiniz yoksa onların varlığına da inanmamalıyız. Bununla birlikte Berkeley in bu sonuca varırken kullandığı, özellikle (2) ve (3) ü kanıtlarken kullandığı bir dizi kanıtın, kesin olarak zihinden-bağımsız nesnelerin var olmadıklarını gösterdiğini düşünür. Bu kanıtlar arasında en önemlisi ve ünlüsü Ana Kanıttır (Master Argument). Bu kanıta göre zihnin dışında var olan bir nesnenin idesinin bizzat kendisi tasarlanamazdır, zihniniz olmadan var olan bir nesneyi tasarlamak imkânsızdır. Çünkü bunu yapmaya kalktığımızda artık nesne sizin zihninizdedir. Kimi düşünürler bu kanıta elmas (the Gem) diyorlar. Bundan sonra kendi alternatif görüşünü sunmaya geçer. Buna göre, gerçek şeyler, masalar, sandalyeler ve kitaplar hepsi birer ide koleksiyonudur (kümelenmesi, topluluğudur) ki Tanrının zihninde var olurlar. Tanrı bazen bize bu ideleri gösterir, görünür kılar ve biz de onları duyumlar halinde deneyimleriz. Ayrıca Tanrının bu ideleri görünür kılması belli bir düzene (şemaya şematikliğe (pattern)) uygun gerçekleşir. Mesela ne zaman ateşi görme duyumunu edinsek mutlaka ona sıcaklık hissetme duyumu da eşlik eder. Bilimde yapılanın tümü işte ideler arasındaki bu düzenin (bu şematikliğin) ortaya çıkarılmasından ibarettir. Berkeley kendi yaklaşımının pek çok avantajı bulunduğuna inanır, mesela fizik çok daha az kompleks (karmaşık) hale geliyor, ama bunlardan ikisi önemli: (1) bu görüş ateizme açık kapı bırakmıyor, çünkü ideler var olmak için sonsuz bir zihni gerekli kılarlar ki bu da Tanrıdır. (2) Bu görüş şüpheciliğe karşı bağışıktır. Masaya dair duyumumuzun üstünde ve ötesinde başkaca hiçbir şey olmadığı için, görünüşle gerçeklik uyuşuyor mu diye kaygılanmamız gereksizdir. Şüpheciliğe bağışık olduğu için de bu görüşe sağduyu görüşü deme hakkını kendisinde bulur. Önemli terimler Öz (esence): Skolastik felsefede bir şeyi ait olduğu türe sokan nitelik, bir şeyi o şeyi yapan nitelik. İnsanın özü, buna göre, akılcı düşünebilmesidir, çünkü bu onu bütün diğer şeylerden ayırır. Descartes için, iki öz var: zihnin özü düşünce ve bedenin özü madde. Locke için özler nesnel olarak dünyada bulunmaz, dünyaya kategorileri dayatan biziz, insan düşüncesi şeyleri türlere ayırır. En iyi açıklama çıkarımı (inference to best explanation): Materyalizme şüphecilik karşısında çıkış yolu sunan çıkarımdır. Bunu Locke kullanır. Naif realizm (direct realism): Dünyaya dair algımız araya giren bir ideler katmanı içermez, yani dolaysız ve aracısızdır. Adsal öz (nominal esence): Soyut genel idelerin öteki adı. Kişiden kişiye değişebilir. Bir kimyacı için altının adsal özü onun atom numarasını içerebilir, oysa sıradan biri için içermeyebilir. Dolayısıyla bir şey biri için altın sayılırken bir başkası için sayılmayabilir. Berkeley adsal öz ile gerçek öz ayrımını kabul etmez.

Birincil nitelikler (primary qualities): Büyüklük, şekil ve hareket gibileri. Bunlar gerçektir, dış dünyada bizden bağımsızca bulunurlar. Berkeley birinci ve ikinci nitelikler ayrımını da kabul etmez. Gerçek öz (real esence): Locke a göre nesnenin minik taneciklerden kurulu yapısı nesnenin gerçek özüdür ki bu öz aynı zamanda gözlemlenebilir özellikleri de ortaya çıkarandır. İkincil nitelikler (secondary qualities): Renk, tat, koku, ses vb. Dış dünyada bulunmazlar, bu niteliklere karşılık gelen hiçbir şey yoktur. Ruh (spirit): Zihinle aynı şey (Berkeley de). Sonlu ve sonsuz diye iki türü var. Töz (substance): Varlığın en temel birimi (Skolastiklerde). Descartes için üç tane var. Locke he riki görüşe de karşı çıkıyor ama ikna edici bir alternatif sunamıyor. Berkeley tözü kabul etmiyor. Dayanak (substratum): Locke töz yerine bunu öneriyor. Bilinemez, algılanmaz, tanımlanamaz bir temel ki töze ait olan tüm nitelikleri taşır, bunlar için bir dayanak olur. Niteliklerin ait olduğu şey, onlara sahip olan şey. Birinci diyalog 171-175 Hylas filozofların inançlarından, okulda okutulan fikirlerinden rahatsızlık duyuyor, hiçbir şeye inanmadıklarını iddia eden şüpheciler (skeptics) gibiler veya en aşırı şeylere inananlar gibiler. Eğer sıradan halk bunları işitecek olursa kendi dinsel inançlarının ve sağduyuya dayalı görüşlerinin kaybolmasına sebep olabilir. Philonous, zihinden-bağımsız maddesel nesneler bulunmadığı şeklindeki görüşü kabul etmektedir, üstelik bunun sağduyu görüşü olduğunu söyler. Şüphecinin tanımı olarak, duyulur şeylerin gerçekliğini reddeden ve bunları tamamen önemsiz ve yetersiz bulan kimse üzerinde anlaşıyorlar. Berkeley neden kendi görüşünün sağduyu anlayışı olduğu hususunsa bu kadar çok önem vermektedir ve üzerinde durmaktadır? Birincisi, kendi görüşünün ilk bakışta göze anlamsız ve saçma görünmesidir, ya da aşırı aykırı görünmesi. Çevremizde gördüğümüz her şeyin zihnimizin içinde olduğunu savunan bir görüş bu. Bunların kendi başına bağımsız bir varlıkları bulunmadığını ileri süren bir görüş. Bunu ilk işiten kişi, bu görüşün şüpheciliğe tamamen benzediğini, çünkü dış dünyanın reddini içerdiğini düşünür. İşte bu yüzden Berkeley kendi görüşünün aslında sağduyuya en uygun düşen görüş olduğunu kanıtlamaya girişir, çünkü bu onun kuramının önündeki ilk ve en zorlu güçlüktür. Bundan başka ayrıca Berkeley in kendisi de bir sağduyu taraftarıdır, dolayısıyla sağduyuya aykırı düşen bir görüşü en önce kendisi kabul etmez. Böyle bir kuram ortaya koymasının başlıca sebeplerinden biri de filozofların artık terk ettiğini düşündüğü sağduyu ilkelerine yeniden geri dönebilmektir. Berkeley in kuramı dört tane sağduyu ilkesinden hareket eder: (1) Duyularımıza güvenebiliriz, onlar bizi aldatmaz. Sıradan kişi duyularının ona bildirdiği gibi dünyada renklerin, kokuların, seslerin vb. bulunduğuna inanır, oysa yeni mekanistik bilime inanan filozoflar inanmazlar. Dünya onlara göre ince yapılı taneciklerden kuruludur ve bunların kendine has rengi, kokusu, tadı ve sesi yoktur. (2) Var olmadıklarını algıladığımız nitelikler gerçekten vardırlar. Filozoflar ise nitelikleri birincil ve ikincil diye

ayırır ve sadece birincilerin gerçekliğine inanırlar. (3) Gördüğümüz ve hissettiğimiz şeyler gerçektir. Arabalar, insanlar, ağaçlar gerçektir, oysa filozoflar için bunlar sadece gerçek şeylerin temsilleri olan idelerdir, gerçek dünya ile aramızda daima algının peçesi vardır (the veil of perception). (4) Şeylerin gerçek varlığına dair tüm şüphecilik (Dışarıda gerçekten bir dünya var mı? Bir rüya görüyor olabilir miyim? Aldatılıyor olabilir miyiz? Kavanozda bir beyin miyim? gibi)haksızdır ve yanlıştır. Bu dört ilkeyi savunmanın en iyi yolu Berkeley e göre, madde diye bir şeyin var olmadığını savunmaktır. Birinci diyalog 176-180 Philonous, zihinden-bağımsız maddesel nesnelerin bulunmadığını ispatlamak için önce (1) bize dolaysız deneyimimizde, yani duyular yoluyla hiçbir zihinden-bağımsız maddesel nesne verilmediğini/sunulmadığını ve sonra (2) dolaysız deneyimimizden zihinden-bağımsız maddesel nesnelerin var oldukları çıkarımını yapmak için hiçbir mantıklı-makul-akılcı gerekçeye sahip olmadığımızı gösterir. Bir empirist olduğu için, Berkeley tüm bilginin duyulardan başka bir kaynaktan gelmediğine inanır ve bu yüzden sadece yukarıdaki iki seçeneğin söz konusu olduğunu düşünür. Birinci önermeyi ispatlamak için haz ve acı kanıtını kullanır: ilk olarak Hylas ile, bir nesnede dolaysızca algıladığımız bütün her şey onun duyulur nitelikleri olduğu konusunda anlaşırlar. Ayrıca duyulur şeyler, duyulur niteliklerin bir kümelenmesidirler. Bundan sonra kanıta geçer. Acının/ağrının zihin dışında var olamayacağı apaçıktır, yani onun varlığı algılanmış olmaktır. Onu hisseden biri yoksa acıdan bahsetmek mümkün mü? Aynı şeyler haz için de geçerli. Philonous ikincil nitelikler olarak bilinenlerin haz ve acıdan ayrı olamayacaklarını göstermeye çalışır. Aralarında çok sıkı bir bağlantı vardır. Bu ikisi zihinden-bağımsız var olmadığına göre bu niteliklerin de hiçbiri zihinden-bağımsız var olmaz demektir. İlk örnek sıcaklık. Çok-sıcağı acı olarak hissederiz. Ama acı sadece hissedebilir bir varlıkta bulunabileceğine göre, çok-sıcak da onda bulunur demektir. Yani çok-sıcak zihne-bağımlıdır. Kanıtın serimlenişi: (1) Hissedemeyen (hisleri-duyuları olmayan) şeyler haz ve acı duymazlar. (2) Madde hissedemezdir. (3) Madde haz ve acıyı duyamaz. (4) Çok-sıcak bir tür acıdır. (5) Sonuç olarak çok-sıcak ile sıcaklığın diğer dereceleri aynı türden şeyler oldukları için sıcaklığın tüm dereceleri de zihne-bağımlıdır. Zira bir sıcaklı derecesinden sonra sıcaklığın aniden zihnin dışından içine dahil/ait olması saçma olurdu. Algısal görelilik kanıtı da aynı sonucu verir: duyulur nitelikler sadece zihinde var olur, maddeye ait olamazlar. (1) Aynı şey aynı anda hem soğuk hem sıcak olamaz. (2) Ortalama bir sıcaklıkta algılanan maddesel şeyler, yani soğuk veya ılık olarak algılanan maddesel şeyler, gerçekten soğuk veya ılıktır. (3) Aynı su kütlesi bir el için soğuk diğer el için ılıktır. (4) Dolayısıyla aynı su aynı anda hem soğuk hem de ılıktır. (5) O halde, soğukluk ve ılıklık bir maddesel nesneye ait olamazlar. Berkeley neden nesneler hakkında sadece iki yoldan bilgi edinebildiğimizi düşünür? Örneğin Descartes, doğuştan gelen idelerimiz olduğunu, onları yoklamak, incelemek yoluyla zihinden-bağımsız

maddesel nesneleri bilebileceğimizi ve akıl yetimizi kullanarak onların varlığını kanıtlayabileceğimizi savunur. Berkeley ise bu seçeneğin üzerinde dahi durma gereği görmüyor. Neden? Çünkü onun asıl hedefi Locke tur. Locke kendi eserinde doğuştan ideler bulunmadığını kanıtlamaya girişmiştir, tüm bilginin duyulardan geldiğini ortaya koymuştur. Yani Locke o işi halletmiştir, Berkeley e göre. Berkeley bu eserde üç tane Locke çu ayrımı bertaraf etmeye çalışır: (1) Zihindeki ideler ile dış dünyadaki nitelikler ayrımı. (2) Gözlemlenebilir nitelikler ile gözlemlenemez dayanak (substratum) ayrımı. (3) Ve nesnelere dair adsal öz ile gerçek öz ayrımı. Birinci ayrım, haz ve acı kanıtı ile algısal görelilik kanıtı kullanılarak çürütülmüş olur. Algısal görelilik kanıtına itirazlar: Kişinin bir elinin suyu soğuk, diğer elinin suyu ılık hissetmesinden çıkan sonuç, ancak, suyun aynı anda hem soğuk hem de ılık olmadığı olabilir ve suyun ne soğuk ne de ılık olmadığını söylemek için haklı sebebimiz yoktur. Berkeley e göre bu iki yargıdan herhangi birine onay veremiyorsak, o halde eşitlik ilkesi gereği ikisinin [ (1) su soğuktur, (2) su ılıktır] de doğru olmadığını söylemeliyiz. Yani su ne soğuktur ne de ılık. İkinci itiraz: Termometre kullanarak anlaşmazlığı giderebiliriz. Berkeley İn cevabı: Eğer alet kullanıyorsak dolaysızca algılananlardan bahsetmiyoruz demektir. Dolaysızca algılananlar doğrudan duyular yoluyla bize gelenlerdir. Sıcaklık böyledir, termometreden edindiğimiz herhangi bir malumat böyle değildir. Birinci diyalog 180-192 Hylas, benim hissettiğim ısıdan ayrı bir de ateşte bulunduğu haliyle ısının var olduğunu ve birincinin zihne-bağımlı olduğu yerde ikincinin zihinden-bağımsız olduğunu söyler. Ama Philonous, burada sadece dolaysıca algılananlardan bahsettiğimizi hatırlatarak itirazı bertaraf eder. Tatlar ve kokular için de aynı kanıtlar geçerli: bir zaman tatlı olan, başka zaman acı gelir ve renkler aydınlatma koşullarına bağlı olarak değişir. Bu niteliklerin hiçbiri maddesel nesnelerde bulunamaz, hepsi zihinde bulunur. Philonous, algısal görelilik kanıtını birincil niteliklere de uygular: Bize küçük görünen şey pireye büyük görünür, bir açıdan belli bir şekle sahip görünen, başka açıdan başka şekle sahip görünür, aynı nesne benim ne kadar hızlı hareket ettiğime bağlı olarak hızlı veya yavaş hareket ediyor görünür. Dolayısıyla bir şey aynı anda hem büyük hem küçük, hem farklı şekillere sahip, hem hızlı hem yavaş olamayacağı için, büyüklük, şekil ve hareket zihne ait niteliklerdir, maddesel nesnelere değil. İkincil niteliklerin zihne-bağımlı odluklarını savunan gelenek eskidir: Descartes, Locke vb. ama yenilik birincil niteliklerin de ikinciller gibi zihne-bağımlı olmalarıdır. Berkeley birincil-ikincil nitelikler şeklindeki Locke çu ayrımı da böylece çürütür. Peki böyle bir ayrım yoksa neden bütün filozoflar bunu göremedi? Çünkü Berkeley e göre, ikincil niteliklerin öznel nitelikler haz ve acı ile bağlantısı o kadar açıktır ki bunların zihne-bağımlılıkları da çok açıktır. Oysa birincil niteliklerin haz ve acı ile bağlantısı açık değildir.

Hylas ın itirazına dönersek: Sıcaklığın iki anlama geldiğini söylüyordu, bizim hissettiğimiz sıcaklık ve nesnedeki moleküler hareketlilik. Bunların ikisi de bizim sıcaklığın ne olduğuna ilişkin sezgimize uygun düşerler, ikisini de terk edemeyiz. Her ikisi de sıcaklığın eşit derecede gerçek görünümleridir, biri zihne-bağımlı öteki ise zihinden-bağımsızdır. Berkeley ise dolaysızca erişebildiğimizin hissedilir sıcaklık olduğunu söylüyordu ve eğer ateşte olduğu haliyle bir sıcaklık varsa biz bunu ancak dolaylı yoldan algılayabiliriz, bu yüzden de konu dışı kalır. Peki ama ya ateşte olduğu haliyle sıcaklığı sadece dolaylı olarak algılıyorsak? Belki de bizim sıcaklık hissimiz, ateşte olduğu haliyle sıcaklığın bir algısından başka bir şey değildir? Yani belki de, moleküler-etkinlik-olarak-sıcaklığı algılamak tam da belirli bir duyuma sahip olmakla aynı şeydir? Berkeley in bu ihtimale cevabı önemlidir: Bizim algıladığımız haliyle sıcaklık ile ateşte olduğu haliyle sıcaklık ayrımı, bizim işittiğimiz ses ile hava parçacıklarının titreşimi olarak ses ayrımına benzer. Ve sorar, hava parçacıklarının titreşimini yani hareketini işitmek anlamlı mıdır? Yani hareket işitilebilir mi? Hareket ancak görme ve dokunma yoluyla algılanabilir, işitme ile değil. Demek ki gerçek seslerin aslında işitilemez olduklarını söylemiş oluyoruz. O halde sesleri dolaysızca işittiğimiz zaman, hava parçacıklarının hareketlerini dolaysızca işitmiş sayılamayız, çünkü bu, işitilebilir türden bir şey değildir. O halde sıcaklığı dolaysızca algıladığımızda da, böylelikle moleküler etkinliği dolaysızca algıladığımız söylenemez, çünkü bu, sıcaklık olarak hissedilecek türden bir şey değildir. Birinci diyalog 192-199 Hylas bu sefer, her ne kadar büyük, küçük, hızlı ve yavaş gibi terimlerin göreli olduklarını kabul etse de, filozofların mutlak büyüklük, mutlak yayılım ve mutlak hareket ten bahsettiklerini hatırlatır. Bu ideler göreli olan daha önceki idelerden soyutlamayla oluşturulmuştur ve neden bir cismin mutlak yayılım, büyüklük ve hareketi bulunmasın? Berkeley in cevabı, soyut genel ideler diye bir şeyin bulunmadığıdır. Var olan her şey bireysellerdir ve bu ideleri soyutlamayla elde ettiğimizi söylüyoruz ama onları kavrayamıyor ve zihnimizde tasarlayamıyoruz: çabukluk, yavaşlık, karelik ve diğerlerinin her türlü duyulur nitelikten soyulmuş ama sadece zihinde var olan idelerini tasarlayabiliyor muyuz? Hylas, bunlar bir yana, yayılım, büyüklük ve hareket için bile bunun yapamadığını itiraf eder. Öyleyse ikincil niteliklerin böyle mutlak ideleri olamaz. Hylas, algı edimi ile, ki bu etkindir (aktif), algının nesnesini, ki bu edilgindir (pasif), ayırmak gerektiğini söyler. Birincisi zihne-bağımlı, ikincisi ise zihinden-bağımsız var olurlar. Philonous bu ayrımı da kabul etmez. Algıda ve duyumda zihnimiz pasiftir, aktif değil, zira hangi duyumlara sahip olacağımızı biz seçemiyoruz. Ve acı için ne diyeceğiz? Acı algısında, acının zihnin dışında var olduğunu söyleyemeyiz. Hylas yine de, bütün bu niteliklerin bir şeyin nitelikleri olduklarını, yani dış dünyadaki bir şeyde var olduklarını düşünemeden edemediğini söyler. Yani bütün duyulur niteliklerin dayanağı olan maddesel bir dayanak bulunduğuna inanmaktan kendini alamıyor. Buradan sonra tartışma yeni bir boyut kazanır. Çünkü artık Hylas, dolaysız tanıklığımızdan kalkarak zihinden bağımsız maddesel nesnelerin var olduğunu ispatlamaya değil, dayanak (substratum) olarak maddenin varlığını ispatlamaya çalışıyor. Dolaysız deneyimde sahip olduklarımız sadece gözlemlenebilir niteliklerdir ve dayanak diye bir şey gözlemlenemez, çünkü o, bu niteliklerin arkasındaki dayanaktır. Yani dolaysız deneyimimizden kalkarak, zihinden bağımsız maddesel nesnelerin var olduklarını çıkarabilir miyiz? Böyle bir çıkarım yapabilir miyiz? Philonous, bu dayanak idesinin nereden geldiğini sorar. Duyulardan gelemez, çünkü ilke gereği o duyumsanabilir değildir. O halde bu ideyi bize akıl veriyor mu diyeceğiz? Buna da hayır, çünkü ona dair hiçbir pozitif ideye sahip değiliz, onu resmedemeyiz ve betimleyemeyiz. Sadece niteliklere

dayanak olan şey gibi bir tanıma sahibiz. Fakat eğer o bir dayanaksa o halde bütün niteliklerin altında yayılmış ya da dağılmış olmalıdır, oysa yayılmış ya da dağılmış olmak bir duyulur niteliktir, dolayısıyla dayanağa ait olamaz. Yani bu (dayanak idesi) tutarsızdır. Hylas dağılmış olmayı dar lügat anlamıyla almamak gerektiğini söyleyince, Philonous onu daha makul bir anlam vermeye zorlar, ama Hylas başaramaz. Böylece dayanak olarak madde düşüncesi çöker. Demek ki burada Berkeley soyut genel ideler ve dayanak gibi Locke çu kavramlara saldırmaktadır. Locke soyut genel ideleri, nesnelerin sahip oldukları benzerlikleri farklılıklarından soyutlayarak kurduğumuzu söyler. Ama bu fikir işlemez. Çünkü bundan da çok daha tutarsız bir işlem olmalıdır: genelleştirme. Genelleştirmede biz tüm detayları-ayrıntıları terk ederiz ve böylece en belirsiz-bulanık ideyi elde ederiz. Örneğin renk idesi böyle kurulur, çünkü hiçbir renk çifti herhangi bir benzerlik göstermezler, sadece renk olmaları dışında. Dolayısıyla eğer genel bir renk idesine ulaşmak istersek, her bireysel renk örneğini terk edeceğiz, almayacağız demektir. Renkler arasında hiçbir belirlenebilir benzerlik yoktur, bu yüzden genelleştirme işlemini uygulamaya mecburuz. Berkeley sorar: peki bu nasıl işleyecek? Eğer bütün detayları feda edersek o zaman bir ide kurmak için elimizde hiçbir şey kalmayacak. Ayırma/tecrit (isolation) işlemi de işe yaramaz, çünkü o kadar çok bireysel detayı dahil etmek zorunda kalırız ki genel idemiz karmakarışık ve kullanışsız hale gelir. Özetle, iki yol var: ya bütün detayları dahil edeceğiz ya da feda edeceğiz. İkisi de makul ve uygulanabilir değil. Bütün detayları attığımızda, büyüklük sahibi ama belli bir büyüklüğü olmayan, renk sahibi ama belli bir rengi olmayan vb. bir idemiz olur. Eğer tüm detayları katarsak bu sefer elde ettiğimiz şey tutarsız bir kaos olur, milyonlarca şekiller-renkler vs. Locke kendi ideler öğretisinde iki temel varsayım kullanmaktadır. Birincisi, içerik varsayımıdır (content assumption). Buna göre bir ide, önümde aracısız-dolaysızca hazır bulunan düşünce içeriğidir. Zihninizi yönelttiğiniz şey sizin düşündüğünüz şeydir. Buna göre, köpeğiniz Fido yu düşünmek, onun idesine zihninizi yöneltmek demektir. Eğer genel olarak köpeği düşünüyorsanız, bu sefer zihninizi (genel) köpek idesine yöneltirsiniz. İkinci varsayım ise resim varsayımı dır (image assumption) ki buna göre, bütün bu ideler birer imge veya hayali resim olmalıdır. Dolayısıyla genel ideler durumunda böyle bir imge veya hayali resimden söz edilemeyeceği açıktır. Bugün pek çok kişi imge varsayımını kabul etmez. Onlara göre, ideler imgesel olmak zorunda değildir. İdelerimizin bir kısmı saf zihinsel/entelektüel düşünceler ve mantıksal çıkarımlardır. Ama böyle bir çözüm bir empirist için uygun değil, zira ideler deneyimden geliyorsa, imgesel olmak zorundalar. Berkeley ise şunu der: Fido idesi ile köpek idesi arasındaki farkın, zihnimi yönelttiğim şeyle bir alakası yok. Her iki halde de zihnimi yönelttiğim içerik aynıdır, farklılık bu ideyi nasıl kullandığımdan kaynaklanır. Bu ideyi bazen belirli bir köpeği kastetmek için, bazen de birden çok köpeği kastetmek için kullanırım. Her iki halde de zihnimdeki hep aynı köpek imgesidir. Birinci diyalog 200-203 Philonous en gözde ve en iyi kanıtı sunar: zihnin dışında var olan fiziksel nesne idesinin kendisi tasarlanamazdır. Tasarlanmamış bir nesneyi tasarlayamazsınız, çünkü siz onu zihninizde tasarlar tasarlamaz, tasarlanmamış olmaktan çıkar. Onu düşündüğünüz anda onu tasarlamış olursunuz.

Bu kanıt, görme olayına uyarlandığında daha kolay anlaşılır: görülmemiş bir nesne görmek mümkün müdür? Elbette hayır, çünkü onu görür görmez görülmemiş olmaktan çıkar. Yani tüm zihinlerin dışında var olan bir nesne idesi oluşturamayız, zira tutarsız ve kendi kendisi ile çelişkilidir. Kanıtın serimlenişi: (1) Ancak tasarlanmamış olarak var olan bir ağaç tasarlarsak, bu ağacın tüm zihinlerden bağımsızca ve tüm zihinlerin dışında var olduğunu tasarlayabiliriz. (2) Oysa tasarlanmamış bir nesneyi tasarlamaktan bahsetmek çelişkilidir. (3) Demek ki tüm zihinlerden bağımsız ve onların dışında var olan bir ağacı tasarlayamayız. Hylas itiraz eder: peki ya uzaklık/mesafe? O da mı zihne ait? Ay ı, yıldızları bizden çok uzakta görüyoruz, yani onlar aslında zihnimizin içinde mi? Philonous Un cevabı: rüyada da nesneleri bizden uzakta görürüz ama onlar zihnimizin dışında değildir. Hylas itiraz eder: demek ki duyular da bizi aldatıyor o zaman? Philonous un cevabı: hayır onları yanlış yorumluyoruz, doğuştan kör bir kişi dünyayı ilk gördüğü zaman duyulardan gelen işaretleri uzaklık şeklinde yorumlamayacaktır (burası, Berkeley in Görme Kuramı kitabı ile ilgili). Bu bölüm, Ana Kanıtın (Master Argument) sunulduğu yerdir. Bugün artık herkes bu kanıtın geçersizliğine inanıyor. Bu kanıtın en yaygın eleştirisi şu: algısal edim ile algısal içerik ayrımını atlamıştır. Bunların ikisi farklı şeylerdir. Algılama edimini algıladığım idenin içeriğinden ayırabilirim. İdenin içeriği ayrıca var olmaya devam eder: tasarlanmamış ağaç gibi. Onu şu anda tasarlıyor olmamım içeriğin kendisi üzerinde bir etkisi yok, o hala aynı içeriktir. (bu husus tartışmaya açık!) Berkeley öyle bir x var ki bu benim tarafımdan hem tasarlanmıştır hem de tasarlanmamıştır demenin çelişkili olduğunu söylemek ister. Bunda da haklıdır, ama tasarlanmamış bir ağacı tasarladığımı söylerken denmek istenen aslında şu: (tasarlanmamış bir x in var olduğunu) tasarlıyorum. Yani var olmak tasarlanıyor, tasarlanma tasarlanmıyor. İkinci düzey tasarlama var olmaklık bakımındandır, yoksa tasarlanmışlık bakımından değil. Tabii, burada şu itiraz gündeme geliyor: belki de ideler için tasarlanmak var olmakla eşanlamlıdır, onları tasarlamak belki de onları var etmek demektir ki Berkeley için söz konusu olan kesinlikle budur. O yüzden bu eleştiri yeterince güçlü değil. Bir diğer eleştiri ise şudur: Berkeley tasarlanmamış olduğu varsayılan belirli bir ağacı tasarlamaya çalışmaktan bahsediyor. Bu açıktır ki yapılamaz, ama şu kolaylıkla yapılabilir: dış dünyada bir yerde herhangi bir ağacın var olduğu varsayılıyor ve bu ağaç tasarlanmamıştır. Yani tasarlanmamış olan herhangi bir ağaç (belirli bir ağaç değil) vardır. x var ve x bir ağaç ve x tasarlanmamış denebilir, x var ve ben x i tasarlıyorum ve x tasarlanmamış ise denemez. (bu eleştiri de zayıftır, zira x var ve x bir ağaç demekle onu tasarlamış olmuyor muyuz?) Bir başka yoruma göre ise Berkeley in burada demek istediği yanlış anlaşılıyor. Berkeley şunu demek istiyor: zihinden bağımsız bir idenin kendimiz için bir temsilini oluşturamayız. Biz sadece onun duyulur niteliklerine başvurmakla, onları betimlemekle bir idenin kendimiz için bir temsilini oluşturabiliriz ve bu duyulur niteliklere dair kavrayışımız da sadece algılayana nasıl göründüklerinden ibarettir. Dolayısıyla biz sadece, algılayan kişiye göründüğü hali ve biçimiyle bir ağacın idesini tasarlayabiliriz. Bu yorum kanıtın kastını değiştiriyor, yani Berkeley, biz tasarlanmamış bir nesneyi tasarlayamayız

demek istemiyor, bir nesneyi tasarlanmamış haliyle tasarlayamayız demek istiyor. Ve eğer bütün niteliklerin zihne-bağımlı olduklarına ilişkin Berkeleyci öncülü kabul etmezsek bu sonucu da kabul etmek zorunda değiliz. Bu eleştiri de sallantılıdır: tasarlanmamış nesne ile tasarlanmamış haliyle nesne arasında nasıl bir fark var? Ayrıca bütün niteliklerin zihne-bağımlı olup olmamalarının tasarlama edimiyle ne ilgisi var? Neticede tasarlamak için, bize göründükleri halleriyle nitelikleri kullanmayacak mıyız? En sağlam eleştirilerden biri şu: eğer bizler tasarlanmamış nesneleri tasarlayamaz olsaydık, o halde Tanrıyı ve başka zihinleri tasarlanmamış olarak tasarlamak da mümkün olmayacaktı, yani bizim zihnimiz dışında hiçbir şey yoktur: ne Tanrı, ne başka özneler ve hiçbir şey. Bu durumda kanıt, idealizm yönünde değil solipsizm yönünde işlemiş olur. Önceki eleştirinin bir özeti: eğer bir ideyi sadece duyulur nitelikleri kullanarak oluşturabiliyorsak ve bütün duyulur nitelikler de zihne-bağımlı iseler, bize göründüğü halden başka türlü bir ideye sahip olamayacağımız da doğru olur. Yani bütün duyusal niteliklerin zihne-bağımlı oldukları kabul edilmediği için kanıt yanlışlanmış oluyor. (Güya!) Birinci Diyalog 203-son Philonous zihinden bağımsız nesneleri dolaysızca algılamadığımızı göstermiştir, geriye kalan, dolaysızca algıladıklarımızdan çıkarımla zihinden bağımsız maddesel nesnelerin varlığının bilinemeyeceğini göstermektir. Böyle çıkarımlar üç tür olabilir: (1) Gözlemlenebilir niteliklerin temeli ve dayanağı olarak madde, ki bunun olamayacağını daha önce göstermişti. (2) İdelerimizin arketipleri olarak maddesel nesneler. (3) İdelerimizin sebepleri olarak (onları doğuranlar olarak) maddesel nesneler. Hylas burada ikinci seçeneği gündeme getirir: ideler dış dünyadaki şeylerin kopyalarıdırlar, onlar kopyası oldukları nesnelere benzerler ve onları algıladığımızda benzedikleri maddesel nesnelere de erişmiş sayılırız. Yani, bir fotoğrafın, fotoğrafı çekilen kişiyle ilişkili olması gibi, ideler de maddesel nesnelerle ilişkilidirler. Bizim dolaysız erişimimiz fotoğrafadır, ama onun aracılığıyla fotoğraflanan kişiye de erişmiş oluruz. Dış dünyada bir ağaç ve bir de onun idesi vardır ki bu onun kopyasıdır; biz kopyayı algılarız ama bu kopya vasıtasıyla ağacın kendisi hakkında da bilgileniriz. Philonous un cevabı: bir idenin zihinden-bağımsız maddesel bir nesneyi temsil edebileceğini düşünmek çılgıncadır. Bir ide ancak, yine bir ideyi temsil edebilir. Maddesel olarak var olan ağaç ile bir ağaç idesi nasıl olur da birbirlerine benzeyebilirler? Ağaç idesi yeşil ve kahverengidir, oysa maddesel ağaç renkli olamaz, çünkü renkler zihnin dışında var olmazlar. Benzer şeyler büyüklük ve şekil için de geçerli. Yani zihnin dışında var olan bir şey hiçbir biçimde idelerimize benzer olamaz ve onları andıramaz. Görünmez olan bir şeyin renkli olan bir şeye benzediğini söylemek gibi olur bu. Üstelik bizim idelerimiz akışkan, geçici ve değişkendir. Oysa maddesel nesnelerin durağan ve sabit oldukları varsayılır. Yani birbirlerine benzemezler ve biri diğerini temsil edemez. Sonunda Hylas, şüpheciliği benimser. Zihnin dışında duyulabilir şeyler olamayacağını kabul eder ve sonuç olarak duyulur şeylerin gerçek bir varlıkları olmadığını onaylar. Şüpheciliğin tanımı da zaten buydu, yani duyulur şeylerin bağımsız kendi başına bir varlıkları olduğunu reddetmesi.

Descartes ve Locke un şüphecilikle nasıl baş ettiklerine bakalım: her ikisi de zihinden-bağımsızmaddesel nesnelerin varlığına çıkarımla ulaşmamız gerektiğini kabul eder, çünkü nesnelerin varlığına ilişkin kanıt deneyimde dolaysızca verilmemiştir. Descartes zihinde-bağımsız-maddesel nesnelerin varlığını doğuştan gelen idelerden çıkarsar; bunun için özellikle Tanrı idesini kullanır, onun bizi aldatmayacağını söyler vs. Berkeley de bunu göz önüne alır ama reddeder. Locke un durumu farklı, çünkü doğuştan ideleri kabul etmiyor. Locke un şüphecilikle baş etmek için birkaç stratejisi var. Birincisi, şüpheciyi ciddiye almamaktır. Kim bir dış dünyanın gerçekliğinden şüphe edebilir ki? Böyle bir şey mümkün mü? Bundan şüphe etmek ancak eğlence amaçlı olabilir. Locke un ikinci stratejisi: en iyi açıklamaya çıkarsama (inference to the best explanation): Bir dizi bilmecemsi olgunun en iyi açıklaması ancak dış dünyanın gerçekliği onaylandığında yapılabilmektedir. Her biri tek başına yeterli olmazlar ama birlikte yeterince/fazlasıyla ve boğucu derecede ikna edicidirler. Yedi tane işaret/alamet gösterir: - Algı çok canlıdır, öyle ki bu canlılık anılarda ve hayallerde bulunmaz. - Algının idelerini onlara uygun düşen duyu organı olmadan edinemeyiz. - Bu ideleri ancak belirli koşullar altında ediniriz, organlar değişmeden kalsa da deneyimlerin olasılığı değişir. Demek ki bu ideleri üreten/oluşturan bu organlar olamazlar. - Bu idelerin pasif (edilgin) bir doğaları vardır, irade sahibi olmasalar da bize kendilerini dayatırlar, onları engelleyemeyiz veya istediğimizi tercih edemeyiz. Örneğin her istediğimde kavun tadı deneyimini yaşayamam, bunun için kavun yemem gerekir. Veya dışarıdan gelen araba kornası gürültüsünü işitmek istemediğimde ortadan kalkmaz, devam eder. - Kimi ideler zorunlulukla haz veya acı ile birlikte var olurlar. Örneğin elim kesildiğinde hemen daima acı hissederim, ama bu ideleri belleğimizden getirip hatırladığımızda bu sefer acı yoktur. - Belirli ide grupları birlikte bir düzen/bir şematiklik arzederler, birine sahip olduğumuzda öteki veya ötekileri, kesine yakın doğrulukla önceden kestiririz, elimizin kesilmesi ve acı hissetmemiz örneğindeki gibi. Elimiz havada asılı olarak kitabı tutarken kitabı salıversek kitap düşecektir, gibi. - Son olarak, sadece tat, görme, dokunma, işitme idelri arasında değil, aynı zamanda deneyimde bulunabilen farklı öznelere ait ideler arasında da bir karşılıklı ilişki ve düzenlilik söz konusudur. Berkeley en iyi açıklamaya çıkarsamayı hiç ele almaz. Fakat onun bu muhakeme çizgisine nasıl karşılık vereceği bellidir: kendi kuramı da materyalist kuram kadar bunların her birini açıklayabilir. Bu durumda Locke nasıl cevap verebilir? Şunu diyebilir: Berkeley in hipotezi bu tanıklıkları materyalist hipotez kadar iyi açıklamamaktadır. Çünkü Berkeley in açıklaması daha karmaşık, Locke unki ise basit ve sade. Berkeley için Tanrının ve onun bize verdiği idelerin varlığı bir zorunluluktur. Locke un durumunda, nesneleri pasif biçimde algılamamız, ilgili deneyimleri yaşamamız için yeterli olurken, Berkeley bize, Tanrının kendi zihninde bize ideleri nasıl gösterdiğine ilişkin, bunu ne zaman ve neden yaptığına ilişkin bir hikaye anlatmak durumundadır. Ayrıca Berkeley neden bazı ideleri daima belirli başkalarının izlediğine dair hiçbir zaman bir açıklama sunmaz, sadece Tanrının böyle yapmayı tercih ettiğini söyler, ama Tanrı neden böyle tercihte bulunurun bir cevabı yok. Çünkü onu kısıtlayan hiçbir zorunluluk yok. Diğer yandan Locke, bu düzenliliğin/şematikliğin nesneleri yöneten fiziksel yasalarca buyurulduğunu belirtirken çok daha

makuldur. (Yazara göre! Zira burada, bu sefer neden yasaların öyle değil de böyle olduklarını sorabiliriz!) Yani Locke un yaklaşımı Berkeleyci yaklaşımdan çok daha başarılı ve randımanlı olarak açıklıyor bu olguları, dolayısıyla materyalizmi idealizme tercih etmemizi gerektiriyor.