DOĞAL VE YAPAY GÖLLERİMİZİN YAŞAM VE GELİŞME KAYNAĞI OLARAK KORUMA-KULLANMA AMAÇLI YÖNETİLEBİLİNMESİNDE BİLİMSEL VE İDARİ YAKLAŞIMLAR



Benzer belgeler
SULAMA VE ÇEVRE. Küresel Su Bütçesi. PDF created with pdffactory trial version Yrd. Doç. Dr. Hakan BÜYÜKCANGAZ

DOĞA - İNSAN İLİŞKİLERİ VE ÇEVRE SORUNLARININ NEDENLERİ DERS 3

Su, evrende varolan canlı varlıkların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için gerekli olan en temel öğedir. İnsan kullanımı, ekosistem kullanımı,

Yıllar PROJE ADIMI - FAALİYET. Sorumlu Kurumlar. ÇOB, İÇOM, DSİ, TİM, Valilikler, Belediyeler ÇOB, İÇOM, Valilikler

SU KİRLİLİĞİ HİDROLOJİK DÖNGÜ. Bir damla suyun atmosfer ve litosfer arasındaki hareketi HİDROLOJİK DÖNGÜ

Tablo : Türkiye Su Kaynakları potansiyeli. Ortalama (aritmetik) Yıllık yağış 642,6 mm Ortalama yıllık yağış miktarı 501,0 km3

AVRUPA BİRLİĞİ SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ VE BU ALANDA TÜRKİYE DE YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR

LAND DEGRADATİON. Hanifi AVCI AGM Genel Müdür Yardımcısı

Su Yapıları I Su Kaynaklarının Geliştirilmesi

Resmî Gazete Sayı : 29361

TÜRKİYE SULAKALANLAR KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ Mayıs 2009 Eskikaraağaç Bursa

Dünyadaki toplam su potansiyeli. Dünyadaki toplam su miktarı : 1,4 milyar km 3 3/31

MARMARA BÖLGESİNDEKİ HAVZA KORUMA EYLEM PLANI

Doğal Su Ekosistemleri. Yapay Su Ekosistemleri

ÇAKÜ Orman Fakültesi Havza Yönetimi ABD 1

Biyoloji bilimi kısaca; canlıları, bu canlıların birbirleriyle ve çevreleri ile olan ilişkisini inceleyen temel yaşam bilimidir.

Yaşayan bir dünya için. Buket Bahar DıvrakD. 27 Mart 2008, İzmir

ULUSAL HAVZA YÖNETİM STRATEJİSİ

Entegre Su Havzaları Yönetimi

HAVZA KORUMA EYLEM PLANLARI EYLEMLERİ

BİR DOĞAL ALANIN DEĞERİ VE DOĞAYI KORUMANIN GEREKÇELERİ DERS 2

SU ÜRÜNLERİ VE KÜLTÜR BALIKÇILIĞI

KUZEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ TARIM SEKTÖRÜ GZFT ANALİZİ

Biyosistem mühendisi bir sistem mühendisidir. Sistem mühendisi, doğa ve

1. Nüfus değişimi ve göç

ORMANCILIK POLİTİKASI AMAÇ VE ARAÇLARI

3 Temmuz 2009 İngiltere Büyükelçiliği Konutu, Ankara Saat: 16:00. Çevre ve Orman Bakanlığı nın Saygıdeğer Müsteşar Yardımcısı,

PROJE KONUSU NASIL BULUNUR? Prof. Dr. Turan GÜVEN

Tarım Tarihi ve Deontolojisi Dersi 14.Hafta SÜRDÜRÜLEBİLİR TARIM VE GİRDİ KULLANIMI. Dr. Osman Orkan Özer

Sürdürülebilir Tarım Yöntemleri Prof.Dr.Emine Olhan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi

KUZEY DOĞU ANADOLU BÖLGESİ TARIM SEKTÖRÜ GZFT (SWOT) ANALİZİ(2012)

DÜNYA TARIMININ BAŞLICA SORUNLARI

Su ayak izi ve turizm sektöründe uygulaması. Prof.Dr.Bülent Topkaya Akdeniz Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü

SAMSUN ORGANİK TARIMDA ÖNCÜ KENT

Çevre İçin Tehlikeler

TEBLĐĞ Çevre ve Orman Bakanlığından: KENTSEL ATIKSU ARITIMI YÖNETMELĐĞĐ HASSAS VE AZ HASSAS SU ALANLARI TEBLĐĞĐ ĐKĐNCĐ BÖLÜM

PROJE - FAALİYET KISA VADE ORTA VADE UZUN VADE 1 HAVZA KORUMA EYLEM PLANI STRATEJİSİNİN OLUŞTURULMASI

GEDİZ HAVZASI Gediz Nehri nin uzunluğu 275 km 175 km si Manisa ili 40 km si Kütahya ili 25 km si Uşak 35 km si İzmir

TÜBİTAK MAM ÇEVRE ENSTİTÜSÜ ÖZEL HÜKÜM PROJELERİ

ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI 2023 YILI HEDEFLERİ

SU YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ KURAKLIK YÖNETİMİ İHTİSAS HEYETİ 2.TOPLANTISI

GÜNEY EGE BÖLGE PLANI

2018 / 2019 EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSLARI 11. SINIF COĞRAFYA DERSİ YILLIK PLAN ÖRNEĞİ

Toprak ve Su; en güvenilir iki liman

TARIM ve GIDA GÜVENLİĞİ ve GÜVENCESİ - 1. Prof. Dr. Hami Alpas ODTÜ- Gıda Mühendisliği Bölümü-Ankara

Hedef 1: KAPASİTE GELİŞTİRME

AĞ KAFESLERDE BALIK YETİŞTİRİCİLİĞİNİN SU

İçme Suyu kaynağı Olarak Sapanca Gölü nün Bütünleşik Yaklaşımlı Havza Yönetimi İle Korunması ve Güvenli Su Temini

T.C. BALIKESĠR ÜNĠVERSĠTESĠ FEN-EDEBĠYAT FAKÜLTESĠ COĞRAFYA BÖLÜMÜ HAVZA YÖNETĠMĠ DERSĠ. Dr. ġevki DANACIOĞLU

21. Yüzyıl İçin Planlama Seminerleri 2015 Sonbahar III. 21. Yüzyılda Toprak, Tarım ve Gıda. 1/3 Yücel ÇAĞLAR İletişim:

Eğitim / Danışmanlık Hizmetinin Tanımı

ADANA İLİ TARIM TOPRAKLARININ AMAÇ DIŞI KULLANIM DURUMU

Diyarbakır Ticaret Borsası Laboratuar Rapor No:002-08

1. DOĞAL ÜZERİNDEKİ ETKİLER. PDF created with pdffactory trial version

D- NASIL YAZMALI? ÖRNEKLER

ENERJİ YÖNETİMİ A.B.D. (İ.Ö.) TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI GENEL BİLGİLERİ

KENTLERDE SU YÖNETİMİ İLE UYUM POLİTİKALARI. Dr. Tuğba Ağaçayak

ÇEV 219 Biyoçeşitlilik. Ötrofikasyon. Ötrofikasyon

2013/101 (Y) BTYK nın 25. Toplantısı. Üstün Yetenekli Bireyler Stratejisi nin İzlenmesi [2013/101] KARAR

DİCLE ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ TARIMSAL YAPILAR VE SULAMA BÖLÜMÜ Bölüm, 2004 yılında Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü adı ile açılmıştır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Ülkesel Fizik Planı. Bölüm III. Vizyon, Amaç ve Hedefler (Tasarı)

MERİÇ NEHRİ TAŞKIN ERKEN UYARI SİSTEMİ

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI

AB Destekli Bölgesel Kalkınma Programları

KÜRESEL OTOMOTİV OEM BOYALARI PAZARI. Bosad Genel Sekreterliği

ÇYDD: su, değeri artan stratejik bir nitelik kazanacaktır.

ORGANİK TARIMDA ÖNCÜ KENT: İZMİR

BELEDİYELERCE BİLGİ SAĞLANACAK İDEP EYLEMLERİ

Biyosistem Mühendisliğine Giriş

Prof. Dr.Lütfi AKCA Müsteşar

Dr. Rüstem KELEŞ SASKİ Genel Müdürü ADASU Enerji AŞ. YK Başkanı

Arazi verimliliği artırılacak, Proje alanında yaşayan yöre halkının geçim şartları iyileştirilecek, Hane halkının geliri artırılacak, Tarımsal

CEV 314 Yağmursuyu ve Kanalizasyon. Türkiye deki Atıksu Altyapısı ve Atıksu Mevzuatı

İZMİR BÖLGE PLANI İLÇE LANSMAN SÜRECİ GAZİEMİR SONUÇ RAPORU

İSTANBUL UN ÇEVRE SORUNLARI

İzmir ve Ege Bölgesinde Kuraklık Alarmı. Şebnem BORAN. Küresel ısınma korkutmaya devam ediyor.

Ekosistem ve Özellikleri

TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ENERJİ VE ÇEVRE POLİTİKALARI AÇISINDAN RESLER VE KORUNAN ALANLAR. Osman İYİMAYA Genel Müdür

SYGM ÇEVRE MÜHENDİSİ SEMİH EMLEKÇİ

YGS-LYS ALAN SIRA DERS İÇERİK SINIF

SPORDA STRATEJİK YÖNETİM

GAP BÖLGESİ NDE TARIM VE TARIMA DAYALI SANAYİDE ENTEGRE KAYNAK VERİMLİLİĞİ PROJESİ

Balık Yemleri ve Teknolojisi Ders Notları

OECD TARIMSAL POLİTİKALAR VE PİYASALAR ÇALIŞMA GRUBU

Dünyada ve Türkiye de Organik Tarım

Düzenlenmesi. Mehmet TOPAY, Nurhan KOÇAN BARTIN.

Editör Doç.Dr.Hasan Genç ÇEVRE EĞİTİMİ

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ LİSANS PROGRAMI TÜRKİYE'DE ÇEVRE SORUNLARI DOÇ. DR.

Hidroelektrik Enerji. Enerji Kaynakları

TÜRKİYE DE SU KAYNAKLARI GELİŞTİRME POLİTİKALARINA YÖNELİK TESPİTLER VE ÖNERİLER

Marmara Kıyıları Hassas Alan Yönetimi

ÇEVRE YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ATIKSU YÖNETİMİ

BÜTÜNLEŞİK SU YÖNETİMİ İÇİN YEREL ÇERÇEVENİN PLANLANMASI PAYDAŞLAR ÇALIŞTAYI. GAP Tarımsal Sorunlar, Çözüm Önerileri ve GAP TEYAP

TÜRKİYE'DE HİDROELEKTRİK POTANSİYELİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

DÜZCE NİN ÇEVRE SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ÇALIŞTAYI 4 ARALIK 2012 I. OTURUM OTURUM BAŞKANI: PROF. DR. SÜLEYMAN AKBULUT

6.1. SU VE TOPRAK YÖNETİMİ İSTATİSTİKLERİ 2. Mevcut Durum

ÖDEMİŞ İLÇESİNDE PATATES ÜRETİMİ, KOŞULLAR ve SORUNLAR

Su Kaynakları Yönetimi ve Planlama Dursun YILDIZ DSİ Eski Yöneticisi İnş Müh. Su Politikaları Uzmanı. Kaynaklarımız ve Planlama 31 Mayıs 2013

TÜRKİYE Su Ürünleri Üretimi

Transkript:

DOĞAL VE YAPAY GÖLLERİMİZİN YAŞAM VE GELİŞME KAYNAĞI OLARAK KORUMA-KULLANMA AMAÇLI YÖNETİLEBİLİNMESİNDE BİLİMSEL VE İDARİ YAKLAŞIMLAR Mustafa Karabatak Prof. Dr. Limnolog (Göl Bilimci) İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi 1. GİRİŞ Bu konularda görüşlerimi açıklama ihtiyacını duymamın gerekçelerinden birini; Türkiye yi de ilgilendiren Birleşmiş Milletler Çevre Koruma (UNEP) Programı tarafından 2002 yılında yayınlanan Dünya Tatlı Su Kaynakları hakkındaki rapor ile AB Komisyonunun Türkiye için hazırladığı İlerleme Raporunda yer alan GAP Barajlarının yönetimine ve çevrenin korunmasına ilişkin öneriler teşkil etmiştir. Diğer önemi bir gerekçesi ise bu raporlarla da ilişkili olan su sahalarımızdaki ekolojik, su kalitesi ve yönetim sorunlarıdır. Bu nedenlerle öncelikle bu iki raporun bizi ilgilendiren en önemli kısımlarına kısaca değinmek istiyorum. UNEP bu raporunda(1): 1. Yeryüzündeki tatlısu kaynakları bir taraftan çevresel etkenlere bağlı olarak giderek tahrip edilirken, kirletilirken ve kaliteli su azalırken diğer taraftan da nüfus artışı, sürdürülen sulu tarımdaki gelişmeler ve sanayileşme nedeniyle kaliteli su ihtiyacı ve tüketiminin arttığı, 2025 li yıllarda bugünküne göre 4-5 kat kadar artış göstereceği, 2. Buna karşın hidrolojik çevrime ve meteorolojik şartlara bağlı olarak ta dünyada (ülkelerde) su miktarının artmadığı, bazı yıllarda ve bazı bölgelerde azalma olduğu, (Bu 2 maddede belirtilenlerin Türkiye içinde geçerli olduğunu ve yıllardan beri bilim adamları tarafından açıklandığını söylemek isterim.) 3. Birçok ülkenin yeterli suya sahip olmadığı, birçok ülkenin de su ve kuraklık sorunu yaşadığı, akarsuların kullanımıyla ilgili olarak komşu ülkeler arasında (Türkiye yi de kapsamaktadır.) sorunlar olduğu açıklanmıştır. 4. Tüm bu nedenlerle 21.yüzyılın en önemli sosyo-ekonomik ve stratejik sorunlarından birinin SU SORUNU olabileceği, - 266 -

5. Bu bakımdan dünyanın (ülkelerin) önümüzdeki 10 yıl içinde su kaynaklarını nasıl yönetebileceği hakkında alacağı kararın ve yapacağı uygulamanın 21.yüzyılın gelişme eğilimini belirleyeceği önemle vurgulanmıştır. UNEP tarafından da 2003 yılı Uluslararası Tatlı Su Yılı olarak kabul ve ilan edilerek yıl boyunca dünyada bu konuların tartışılması, çözüm önerileri üretilmesi ve kaynakların nasıl yönetilebileceği hakkında kararlar alınması önerilmiş ve talep edilmiştir. Fakat Türkiye yi de ilgilendiren bu raporun ve su kaynaklarımızın yönetimi konularının yapılan birkaç sınırlı konuşma ve toplantı dışında katılımcı ve amaçlı bir yaklaşımla bilimsel ve idari bakımdan ele alınıp tartışıldığını ne yazık ki söyleyemeyiz. Fakat İlgili bakanlıklarımızın (Tarım, Çevre, Dışişleri ve DSİ) bu konularda gerekli çalışmaları yaptıklarını ümid etmekteyim. AB Komisyonu tarafından Türkiye için hazırlanan 6 Ekim 2004 tarihli İlerleme Raporunda da GAP bölgesindeki baraj göller sistemimizin yönetiminin uluslar arası bir yönetime verilmesi önerilmiştir. Kanada gölleri hariç Avrupa ve dünyanın başka ülkesinde böyle bir uygulama olmadığı ve gerekçesi hakkında da bilgi sahibi olmadığım için bu öneriyi anlamakta güçlük çektiğimi belirtmek isterim. Güney Kanada ve Kuzey Amerika (ABD) hudutları içinde yer alan Büyük Göllerin; korunması, ıslahı ve yönetimi Kanada ve Amerika hükümetleri tarafından birlikte yapılmaktadır. Fakat Avrupa da üç ülke hudutları içinde yer alan Konstans gölünün ve birçok ülke içinden geçen Karadeniz i kirleten Tuna nehrinin nasıl yönetildiğinin de bilinmesinde yarar gördüğümü belirtmek isterim. Eğer amaç çevre ve su kaynakları konularında bilimsel ve teknolojik işbirliği yapılması, mevzuat ve organizasyon bakımından uyumun sağlanabilmesi ise; Türkiye nin böyle bir yaklaşım içinde olduğu ve olacağı AB ülkeleri tarafından da bilinmektedir. Eğer Fırat ve Dicle nehirleriyle ilgili bir öneri ise, bu konunun Türkiye ve komşularını ilgilendirdiğini söylemek isterim. Bu nedenlerle AB ile müzakere sürecinde bu ve buna benzer önerilerin ve çevre konularının gündeme geleceğini dikkate alarak ilgili Bakanlıklarımızın ve müzakereleri yürütecek yetkililerin GAP bölgesi ve diğer su kaynaklarımız ile AB ve diğer ülke suları ve yapılan uygulamalar hakkında gerekli bilgilere sahip olmaları ve ilgili bilim adamlarımız ve uzmanlarımızla işbirliği yapmaları ve özellik gereken idari ve organizasyonla ilgili yapılanma hazırlıklarına başlamamız kanısında olduğumu belirtmek isterim. Sonuç olarak bizim için önemli olan bu iki raporu ve tatlısu sahalarımızda ortaya çıkan teknik ve idari sorunları dikkate aldığımızda; Türkiye nin su sahalarını havza bazında Koruma- Kullanma Amaçlı Yönetim stratejilerini ulusal ve bölgesel olarak belirlemesinin ve uygulamaları başlatmasının ülkemiz için sosyo-ekonomik ve uluslararası ilişkiler bakımından giderek önem kazandığını söyleyebiliriz. Bu nedenlerle bu konular dünyada olduğu gibi benimde 40 yıldan beri uzmanlık ve çalışma alanım olan temel ve uygulamalı Limnoloji (su ekolojisi, göl bilimi ve balıkçılığı) bilimi ile ilişkili olduğu ve akademisyen olarakta çeşitli ülkelerde göllerin korunması, ıslahı ve yönetimi konularında yapılan çalışmaları (2,3,4) takip edebildiğim için en büyük su potansiyelimizi oluşturan ve en çok yararlandığımız gölve barajlarımızın ekolojik ve idari bakımdan nasıl yönetilebileceği hakkındaki görüşlerimi yetkililer, bilim adamları, uzmanlar ve kamuoyumuzla paylaşma gereğini duyduğumu belirtmek istiyorum. Amacım bu konuların katılımcı, bilimsel, - 267 -

sosyo-ekonomik ve idari bir yaklaşımla tartışılabilmesine ve uygulanabilir kararlar oluşturulabilmesine katkı sağlayabilmektir. Göllerimizin (göl ve barajlar) havza bazında Koruma-Kullanma Amaçlı yönetilmesine niçin ihtiyacımız olduğunun? ve nasıl yönetilebileceğinin? ortaya konabilmesi ve anlaşılabilmesi için öncelikle onları hangi amaçlarla kullandığımızın, özellikle ekolojik yapılarının, sorunlarının ve nedenlerinin bilinmesi gerekmektedir. Bunlar bilinmeden veya dikkate alınmadan göllerimizin korunması ve yönetimi hakkında yararlanılabilir ve uygulanabilir doğru kararların oluşturulması pek mümkün değildir. Bu nedenle göl ve barajlarımızı mevcut bilgilerimize ve gözlemlerimize göre önce sosyo-ekonomik önemi, sorunları ve nedenleri bakımından ele alıp birlikte genel olarak tanıtma (Durum Tespiti) çalışalım. 1-Sosyo-Ekonomik Önemi ve Potansiyelimiz Dünyadaki tüm ülkeler gibi bizde doğal ve yapay göllerimizi bunların özelliklerine (Ekolojik yapılarına), havzasında yaşayanların ve ülkemizin ihtiyaçlarına bağlı olarak; (1)içme-evselsu, (2)tarımda sulama suyu, (3)sanayi kullanım suyu, (4)ticari ve sportif balıkçılık alanı, (5)rekreasyon, turizm, su sporları alanı, (6)hidroelektrik enerji üretimi, (7)tuz-çeşitli mineral madde üretim kaynağı olmak üzere; yaşamsal, sosyo-ekonomik kalkınma ve sanayileşme amacıyla kullanmaktayız.(5) En önemlisi de bu amaçlarla kullanmak zorunluluğundayız. Çünkü kalkınmamızın temel girdilerini teşkil eden en önemli doğal kaynaklarımızdandır. Bunların yanında göllerimiz biyolojik çeşitlilik ve kuş yaşam alanı bakımından da bilimsel ve kültürel zenginliklerimizi oluşturmaktadır. Bu kullanım amaçlarımız arasında toplumumuz ve özellikle göl havzalarında yaşayanlar için en önemlilerini içme, evsel su, balıkçılık, tarımda sulama suyu ve rekreasyon alan olarak kullanılması teşkil etmektedir. Balıkçılık ve tarımsal faaliyetlerle bir taraftan göl havzasında yaşayanlara beslenme, iş ve gelir imkanları sağlanırken diğer taraftanda Türkiye nin hayvansal ve bitkisel gıda ve sanayi ürünleri ihtiyacına ve ihracatına katkı sağlanmaktadır. Türkiye göllerinin ve barajlarının çoğunluğu da bu amaçlarla kullanılmaktadır. (GAP ve Hirfanlı barajı, Sapanca, Eğirdir, Beyşehir gölleri gibi). Son yıllarda Türkiye de göl ve doğa turizmine ilginin giderek artışına paralel olarak birçok gölümüzde rekreasyon amaçlı gelişmeler artış göstermekte ve önem kazanmaktadır. Bu da o göl havzasında yeni iş alanlarının açılmasına ve bölgenin sosyoekonomik gelişmesine katkı sağlamaktadır. (örneğin Sapanca, Mogan, Eğirdir, Hazer, Uzungöl, Van gölü, Hirfanlı barajı, GAP barajları gibi). Fakat daha sonra değinileceği gibi gerekli tedbirler alınmadığı takdirde bu amaçlı gelişmelerin göllere ve çevreye (doğaya) olumsuz etkileri de olmaktadır. Tüm bu nedenlerle bilim adamları tarafından açıklandığı(2) ve UNEP in raporunda(1) belirtildiği ve yaşamımızda da gördüğümüz gibi göllerimizin toplumumuzun yaşamının ve sosyo-ekonomik gelişiminin birincil halkasını teşkil ettiğini, su potansiyelimizin ve kalitesinin de sürdürülebilir gelişmemizin önemli bir indikatörü olduğunu söyleyebiliriz. Bu da bizi geleceğimiz bakımından göllerimizin korunması ve verimli işletilmesi, ekolojik yapısı ve su kalitesi bozulmuş göllerinde ıslah edilmesi gerçeği ile karşı karşıya getirmektedir. Böyle bir yaklaşımla doğal ve yapay göl potansiyelimizi ele aldığımızda; kalkınma sürecinde olan Türkiye nin mevcut istihdam sorunlarını ve nüfus artışından kaynaklanan talepleri de - 268 -

dikkate alarak yaşamsal ve sosyo-ekonomik amaçlarla yararlanabileceği ve değerlendirebileceği ve bu nedenlerle koruması verimli işletmesi gereken önemli bir su potansiyeline sahip olduğunu söyleyebiliriz. Toplam 1.400.000 hektarlık 240 kadar gölümüz, 215 barajımız ve 1000 den fazla göletimiz vardır. (Tablo 1). Bunların yanında 180.000 km. uzunluğunda 33 büyük nehire ve 12 km 3 hacminde yer altı su kaynağına sahibiz.(5) Dünyada 200 ülke arasında tatlı su potansiyeli büyüklüğü bakımından 45.inci sırada yer almaktayız. Birçok ülkenin yeterli suya sahip olmadığını, birçok ülkenin su ve kuraklık sorunu yaşadığı dünyamızda Türkiye nin şanslı bir ülke olduğunu söyleyebiliriz. Fakat su zengini bir ülkede değiliz. Doğal ve yapay göl sayısı ve toplam su potansiyeli bakımından Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer almaktayız. Bu ülkelere göre en büyük göl ve barajlar Türkiye de bulunmaktadır. GAP bölgesinde inşa edilen barajlarımızla birlikte Avrupa, Ortadoğu ve Avrasya nın en büyük Tatlısu Ekosistemi ne sahibiz. (toplam 250.000 ha) Bu vesileyle 19 ortadoğu ülkesinden 9 unun su yetersizliği ve sorunu olduğunu,bu nedenle GAP sularının stratejik önem taşıdığını belirtmek isterim.ayrıca Irakta Dicle ve Fırat üzerinde 15 kadar Baraj inşa edildiğini,bunların 5inin Kuzey Irakta bulunduğunu belirtmek isterim (1) Fakat bu büyük göl ve baraj potansiyelimizden çeşitli nedenlere bağlı olarak yeterince yararlanabildiğimizi, onları verimli işletebildiğimizi ve özellikle çevresel etkenlerden koruyabildiğimizi söyleyemeyiz. Bunda çok sayıda su kaynağımızın olmasının da olumsuz etkileri olduğunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü daha çok kaynağı, ekipmanı, teknik ve idari organizasyonu gerektirmektedir. Bunun sonuçları olarak yaşam ve sosyo-ekonomik gelişme kaynağı olarak yararlandığımız ve yararlanmak zorunluluğunda olduğumuz doğal ve yapay göllerimiz yıllardan beri önemli Balıkçılık, Ekolojik ve Kirlilik Sorunları ile karşı karşıya bulunmaktadır. 2-Göllerimizde Ortaya Çıkan Sorunlar 2.1-Balıkçılık Sorunları ve Nedenleri Su sahaları (tatlı ve deniz) insanın sağlıklı beslenmesi ve gelişmesi için gerekli olan hayvansal proteini en ucuz üreten (balık olarak) kaynaklardır(24). Aynı zamanda daha az yatırım ve masrafla balıkçılık alanında iş ve gelir imkanı sağlanmaktadır. Bu nedenle Göl balıkçılığı gelişmiş ülkelerden daha çok az gelişmiş ve bizim gibi gelişme sürecinde olan ülkeler için, özellikle kırsal bölgelerde yaşayanlar için önemlidir. Bu nedenle Türkiye nin de çeşitli doğal ve yapay göllerinde ve özellikle kırsal bölgelerde ticari amaçla balık avcılığı yapılmaktadır. (Gala, İznik, Manyas, Eğirdir, Beyşehir, Akşehir, Van göllerimiz; Hirfanlı, Sarıyar ve GAP barajları gibi). Göllerde yapılan balıkçılıkla aş, iş, gelir imkanı sağlandığı gibi bölge halkının ve diğer bölgelerde yaşayanların balıkla beslenmesine, bazı balık türlerinin de ihraç edilmesine katkı sağlanmaktadır. Göl balıkçılığının özellikle kırsal bölgelerde göl çevresinde yaşayanlar için aş ve iş kaynağı olarak önemli olmasına ve Türkiye nin de bu alanda yararlanabileceği çok sayıda göle ve baraja sahip olmasına rağmen çeşitli nedenlerle balıkçılığımızı bilimsel, teknolojik, idari ve organizasyon bakımından yurt çapında geliştirebildiğimizi ve yaygınlaştırabildiğimizi söyleyemeyiz. Bunun beklenen sonuçları olarak da birim alandan elde edilen yıllık toplam balık üretimimizi arttıramadığımız gibi, aksine 20 yıldan beri balıkçılık yapılan tüm göl ve barajlarımızda balık üretimi (avcılık yoluyla) giderek önemli miktarlarda azalmaktadır(5,6,7). - 269 -

Özellikle gıda ve ekonomik değeri yüksek olan yayın, turna, sudak ve sazan balıkları çok azalmıştır. Avrupa göllerinde hektar başına yılda ortalama olarak 100 kg. kadar balık üretilirken, bizim üretimimiz 25-30 kg/ha yıl dır. Macaristan ın Balaton gölünden yıllardan beri yılda 1000-1200 ton kadar üretim (avcılık) yapılırken, aynı büyüklükte (60.000 ha) ve sığlıkta (5-6 m) olan Eğridir gölümüzde 1970 li yıllarda 700 ton olan üretimimiz son yıllarda 60-70 tona düşmüştür. Örnek olarak Hirfanlı barajı ile Eğirdir, Beyşehir, Akşehir ve Manyas gölümüzü birlikte ele aldığımızda bu 5 gölden 1970 li yıllarda toplam 4000 ton kadar üretim yapılırken ve 3000 kadar balıkçı ailesi (12000 kişi) balıkçılıkla geçimini sağlarken, günümüzde toplam 1000 ton üretimin yapıldığını ve 400-500 kadar balıkçının avcılık yaptığını söyleyebiliriz. Göllerimizde üretimin azalması başta balık avcılarının olmak üzere zincirleme olarak av araç ve gereçleri üreticilerinin, nakliyecilerin, pazarlamacıların ve ihracatçıların önemli ekonomik kayıplarına neden olmuş ve olmaktadır. Ayrıca bölge halkının ucuz balıkla beslenmesi engellenmektedir. Para girişinin büyük oranda azalması nedeniyle de göl çevresindeki esnafta (alış-veriş sınırlandığı için) olumsuz olarak etkilenmektedir. Eğirdir ilçesi kıyısında olan Eğirdir gölünü örnek olarak verecek olursak; bugünkü balık satış fiyatlarına göre balık azalması sonucu yılda 6-7 Trilyon TL kadar kayıp meydana geldiğini söyleyebiliriz. Sonuç olarak üretimin azalmasına bağlı olarak geçimini balıkçılıkla sağlayan birçok insanımızın ekonomik sıkıntıyla karşılaştığını ve işsiz kaldığını, önemli istihdam ve fukaralık sorunlarıyla karşı karşıya olan Türkiye ye böylece az da olsa yeni işsiz ve fukaraların katıldığını belirtmek isterim. Fakat işsizliğin ve fukaralığın çözümünün başta insan olmak üzere tüm kaynakların iyi kullanılması ve küçük-büyük, az-çok demeden her alanda üretimin teşvik edilmesi ile mümkün olabileceği de bilinen bir gerçektir. Göl ve barajlarımızda su ürünleri üretiminin 20 yıldan beri giderek azalmasının önemli nedenlerinden birisi Tarım Bakanlığının ve DSİ nin denetim ve yönlendiricilik yetersizliğinin de payı olan Balıkçı Kooperatifleri tarafından küçük-büyük balık demeden, üreme zamanı dikkate alınmadan yapılan aşırı avcılıktır. Bunun yanında bazı göllere yeni balık türlerinin atılması, bazı göllerden ekolojik denge göz önünde tutulmadan ve gerekli önlemler alınmadan kanallarla sulama amaçlı su alınması (Örneğin Eğirdir, Beyşehir ve Akşehir gölleri gibi) ile çeşitli yollarla göllere giren evsel, tarımsal ve sanayi atıklarından kaynaklanan bozulma ve kirlilikte balık üretiminin azalmasını teşvik edici olmuştur(5,6,7). Göl balıkçılığımızın geleceği bakımından en önemli sorunu kirliliğin teşkil edebileceğini söyleyebiliriz. Çünkü yapılan yanlış ve aşırı avcılık sonucu göllerde meydana gelen üretim azalması, birkaç yıl kontrollu av yasağı uygulanması ve üretim tesislerinde yetiştirilerek göle yavru balık atılması (stoklanması) yoluyla 2-3 yıl içinde tekrar arttırılabilinir. Fakat ekolojik yapısı, su kalitesi bozulmuş ve kirlenmiş göllerde bu ancak maliyeti yüksek ve zaman alıcı ıslah çalışmaları yapılmak suretiyle mümkün olabilmektedir. Göllerimizde aşırı avcılık yapılmasının ve üretimin azalmasının, göllerimizin çevresel etkenlerden korunamamasının idari bakımdan en önemli nedeni 30 yıldan beri Tarım Bakanlığında (göller için) ve DSİ Genel Müdürlüğünde (barajlar için) bilimsel, teknolojik, ekipman, kaynak ve yasal bakımdan donanımlı yetkili ve etkili olabilecek nitelikte Göl Balıkçılığı Teşkilatının yeterince geliştirilememesidir. Bu nedenle 100 lerce gölümüzün balıkçılığı ve korunması Tarım Bakanlığında yetkisi ve imkanları sınırlı olan Şube Müdürlüğü düzeyindeki kuruluş ve buradaki 15-20 teknik eleman- tarafından yürütülmektedir. 100 den - 270 -

fazla baraj gölümüzde de benzer konulardaki çalışmalar DSİ Genel Müdürlüğünde yine yetkisi ve imkanları sınırlı olan Balıkçılık Fen Heyeti Müdürlüğündeki 10-15 kadar teknik eleman tarafından yapılmaktadır. Avrupa da ve bazı ülkelerde ise bu konular geliştirilmiş ve donatılmış Balıkçılık Bakanlıkları veya Balıkçılık Genel Müdürlükleri düzeyindeki teşkilatlar tarafından yürütülmektedir. Bunlar aynı zamanda ilgili bilimsel kuruluşlarla işbirliği yaparak balıkçılık çalışmalarını projeye dayalı olarak sürdürmektedirler. Macaristan Balaton gölünde (60.000 ha) 15-20 kadar bilim adamı ve uzmanın sürekli olarak çalışmasına karşın toplam 200.000 hektarlık GAP bölgesindeki 4-5 baraj gölümüzde ise 6-7 teknik elemanın zaman zaman çalıştığını örnek olarak vermek isterim. Bu nedenle Balaton gölünde yıllardan beri yılda 1200 ton kadar balık üretimi yapılırken (sayfa 6) GAP barajlarından toplam 1500 ton kadar yapılmaktadır. Aslında 4-5 bin ton kadar üretim yapılması ve 3000 ailenin balıkçılıkla geçimini sağlaması beklenmektedir. Üretimin azalmasını ve su sahalarımızda ortaya çıkan çevresel sorunları, diğer ülkelerdeki teşkilat yapılarını ve çalışmaları dikkate aldığımızda yetki ve imkanları sınırlı olan bu iki balıkçılık teşkilatımızın ve burada çalışan 15 er teknik personelimizin iyi niyetli ve özverili gayretlerinin artık yeterli olmadığı açık olarak ortaya çıkmakta ve anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle çeşitli ülkelerde ve özellikle AB deki örneklerden ve uygulamalardan yararlanılarak bilimsel, teknoloji, uzman, ekipman, yasal ve kaynak bakımından donanımlı yetkili ve etkili olabilecek düzeyde Göl Balıkçılığı Teşkilatının geliştirilmesi gerekmektedir. Bu ; balıkçılığımızın geliştirilmesi ve azalmış olan üretimin arttırılabilmesi için gerekli olduğu kadar göl ve barajlarımızın korunabilmesi ve diğer amaçlar için (evsel, sulama ve rekreasyon) kullanılabilmesi için de gereklidir. Çünkü Göl balıkçılığı çalışmaları bilimsel olarak dünyada uygulandığı gibi Biyoloji bilim dalının yan kolları olan Balıkçılık Biyolojisi ve Limnoloji (su ekolojisi, biyolojisi, su kalitesi) bilim dallarının faaliyet konuları ve ilgi alanı içindedir (8,9,10). Bu bilim dalları çerçevesinde yapılan ve yapılması gerekli olan Göl Balıkçılığı çalışmalarının başlıca amacını öncelikle; göllerin balıkların yaşam ve gelişme alanı olarak korunması olmak üzere, değerlendirilmesi, avcılığın düzenlenmesi ve balık stoklarının onları azaltmayacak şekilde verimli olarak işletilmesi teşkil etmektedir. Bu nedenle göldeki balıkların biyolojileri, bollukları, gelişme ve verimlilik durumu, azalıp azalmadığı,avcılığın uygun olup olmadığı incelenirken aynı zamanda gölün diğer biyolojik özellikleri ile fiziksel ve kimyasal özellikleri, su kalitesi ve su bütçesi incelenmektedir (11,12,14). Her gölde de bu çalışmaların izlemeye yönelik olarak sürekli yapılması gerekmektedir. Bu şekilde sürdürülen çalışmalarla gölün balıkçılık durumu ortaya konulurken aynı zamanda ekolojik yapısı suyun kalitesi ve kirlilik durumu izlenmiş, belirlenmiş olduğundan gölün çevresel etkenlerden korunması ile ilgili konularda bilgi elde edilmekte, gereken önlemlerde zamanında belirlenmiş olmaktadır. Bu nedenle salt balıkçılık amacıyla gölün korunmasıyla aynı zamanda evsel, sulama ve sanayi suyu, rekreasyon, su sporları alanı olarak korunmasına da katkı sağlanmaktadır. Göllerin su kalitesinin kontrolünde, izlenmesinde, ekolojik yapısı ve su kalitesi bozulmuş göllerin ıslahında da ABD ve Avrupa ülkelerinde balık türlerinden yararlanıldığını, bizimde yararlanmamız gerektiğini belirtmek isterim (3,13,17,18,19). Bu konulardaki çalışmaların başarılı yürütülebilmesi için de bu alanda eğitim almış, deneyim kazanmış ve uzmanlaşmış yeterli sayıda teknik elemana, (Biyolog, Balıkçılık Biyoloğu, Su Ürünleri Mühendisi) ekipmana ve bilimsel kuruluşlarla işbirliğine - 271 -

ihtiyaç vardır. Fakat en önemlisi yetkili ve etkili olabilecek nitelikte merkezi bir Balıkçılık yönetimine ve organizasyonuna ihtiyaç vardır. Bu bölümde açıkladığımız nedenlerle gerek göllerimizde azalmış olan balık üretimimizin arttırılabilmesi ve göl balıkçılığımızın, özellikle kırsal bölgelerde (Güneydoğu, Doğu, İç Anadolu) geliştirilebilmesi gerekse göllerimizin çevresel etkenlerden korunabilmesi ve ıslah edilebilmesi için Göl Balıkçılığı Yönetimi Teşkilatı nın geliştirilmesinin yaşamsal, sosyoekonomik bakımdan önemli olduğu kadar belli düzeyde AB ye uyum sağlayabilmek için de önemli olduğunu belirtmek isterim. Gerek organizasyonda gerekse uygulamalarda Bilimsel Kuruluşlarımızdan ve Balıkçılık Kooperatiflerinden de yararlanılmasının da yararlı olacağı kanısındayım. Türkiye böyle bir yapılanmayı ve organizasyonu sağlayabilecek ve Göl Balıkçılığı ile ilgili temel ve uygulamalı çalışmaları yapabilecek bilimsel potansiyele ve alt yapıya sahiptir. Halen 14 Su Ürünleri Fakültemiz ile birçok Biyoloji ve Çevre Bölümümüz vardır. Bunlarla amaçlı ve izlemeye yönelik bölgesel projeler geliştirilebilir. UNEP ve AB raporlarını, GAP barajlarındaki balıkçılık ve çevresel sorunları dikkate aldığımızda bu bölgede biran önce Balıkçılık ve Çevre Yönetimi veya Göl ve Çevre Yönetimi,daha kapsamlı ve amaçlı olarak Su Kaynakları şeklinde yetkili ve etkili olabilecek teşkilatlanmaya gidilmesinin önemli olduğunu GAP İdaresi Başkanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğünün bilgilerine sunmak isterim. 2.2-Göllerimizde Ekolojik ve Kirlilik Sorunları Dünyada olduğu gibi doğal ve yapay göllerimiz gerek gölün ve havzasının çeşitli sosyoekonomik amaçlarla kullanım şeklinden, gerekse sürdürülen kalkınma, sanayileşme ve kentleşme faaliyetlerinden kaynaklanan çeşitli çevresel etkenlerin baskısı altında bulunmaktadır. Çevresel etkenleri kapsam ve nedenleri bakımında ele alacak olursak; tüm su kaynaklarımızın insan aktivitelerinin doğrudan ve dolaylı etkileri altında olduğunu söyleyebiliriz. Bunların (1)nüfus artışı, (2)tarımsal gelişmeler, (3)sanayileşme, (4)kentleşme, (5)ormanların ve karaların yanlış kullanımı, ve tahribi, (6)ulaşım ağının artışı, (7)hava kirliliği, (8)sulamada ve balıkçılıkta yapılan yanlış uygulamalar olduğunu belirtmek isterim(2). Bunlar aynı zamanda başlıca küresel faktörleri ve nedenleri teşkil etmektedir. Bu çeşitli etken ve faktörler arasında en önemlisi ve diğer tüm etkenlerin ve faktörlerin de tetikleyicisi olanı ise insandır. Nüfus artışıdır. Nüfus artışı ile insanın temel yaşam gereksinimi olan başta suya, aşa, işe ve barınmaya olmak üzere, eşyaya çeşitli hizmetlere ve sosyo-ekonomik gelişmeye olan ihtiyaç ve talepleri arttırmaktadır. Bu da öncelikle sucul ve karasal (orman, toprak, arazi) kaynaklarını kullanılmasını, tarımda ve sanayide gelişmeleri, kentleşmeyi, ulaşım ağının artışını teşvik etmektedir. Bu nedenlerle bizler değinilen yaşamsal temel ihtiyaçlarımız, yaşam koşullarımızı iyileştirmek, sosyo-ekonomik gelişmemizi sağlayabilmek için tüm doğal kaynakları (su, toprak, orman) bunların tahrip olabileceğini düşünmeden, dikkate almadan ve önemsemeden teknolojinin ve sanayinin bütün imkanlarından ve her çeşit yasal ve denetim boşluklarından, fırsatlardan yararlanarak sorumsuz ve sınırsız bir şekilde kullanmaktayız. Bunda bireysel ve toplumsal yanlışlıklarımızın yanında sürdürülen kalkınma, sanayileşme ve kentleşme politikalarının yanlışlıklarının, eksikliklerinin, planlama ve denetim yetersizliklerinin de önemli payı vardır. Belirtilen etkenler ve nedenlerde zamanla su sahalarımızın ekolojik yapısının ve kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır. Değinilen tüm çevresel etkenler ve nedenler arasında su - 272 -

sahalarımız üzerinde en etkili olanlar ise alt yapı ve arıtma tesislerinin yetersizliği ve olmamasından kaynaklanan göl havzasından çeşitli yollarla göllere giren evsel, tarımsal ve sanayi atıkları ile sedimenttir. (Türkiye için en önemli ve maliyeti en yüksek sorunu alt yapı yetersizliği teşkil etmektedir. Yıllardan beri bu atıkların ve diğer çevresel etkenlerin baskısı altında bulunan göllerimizin çoğu günümüzde dünyada ilk kez 1970 li yıllarda Amerika, Kanada ve Avrupa göllerinde bilim adamları tarafından tespit (2, 3, 4, 18) edilen ve günümüze dek yeryüzünde giderek yaygınlaşan (1) ötrofikasyon, (2) siltleşme, (3) sığlaşma, (4) tuzlaşma, (5) kimyasal ve mikrobiyolojik kirlilik gibi önemli sosyo-ekonomik kayıplara neden olan Limnolojik ve Su Kalitesi problemleriyle karşı karşıya gelmiştir. (Örneğin; Gala, Küçükçekmece, Büyükçekmece, Sapanca, İznik, Manyas, Akşehir, Beyşehir, Eğirdir, Mogan, Van ve Tuz gölleri, Sarıyar, Hirfanlı, Kemer ve kısmen de GAP barajları gibi). Bunların yanında akarsularımızda kirlenme, siltleşme ve yataklarının bozulması giderek artmaktadır (5,15,16,24,26). Bu çeşitli problemler arasında ise yeryüzünde en yaygın ve en ciddi Limnolojik ve Su Kalitesi problemi ötrofikasyondur. (gölün gübreleşmesi, siltleşmesi, yosunlaşması, otlaşması, giderek küçülmesi, zamanla kimyasal, organik ve biyolojik kirlenmesidir). Türkiye de de en yaygın olanı bunlardır (Örneğin Gala, Küçükçekmece, Mogan, Akşehir, Beyşehir gölleri gibi). Bunu kimyasal, özellikle toksik (zehirli) kimyasal (civa, bakır, kurşun, çinko, arsenik, kadmiyum gibi) kirlilik takip etmektedir (Gala, Küçükçekmece, Sapanca, Akşehir gibi). Ötröfikasyonun oluşumunda göllere giren lağım suları (dışkı) ve bu sularla birlikte giren evlerde temizlik işlerinde kullanılan fosfatlı deterjanlar ile tarımsal alanlardan taşınan gübre, hayvansal ve bitkisel atıklar ve sediment başlıca etkendir. Göllerin kimyasal kirlenmesinde, özellikle toksik (zehirli) kimyasal maddelerle (civa, bakır, kurşun, çinko, arsenik, kadmiyum gibi) kirlenmesinde çeşitli sanayi atık suları başlıca etkendir. Aynı zamanda tarımda ve evlerde kullanılan ilaçlar da etkili olmaktadır. Siltleşmenin sebepleri ise tarım ve ormanlık alanlardan erozyonla taşınan sediment ile evsel ve sanayi katı atıklarıdır. Fakat siltleşmede en etkili olan sulu tarım arazilerinden, yangın ve çeşitli nedenlerle tahrip edilmiş ormanlık sahalardan erozyonla gelen sedimenttir. Dünyada da siltleşme en çok sulu tarımın yoğun yapıldığı ve ormanların tahrip edildiği bizim gibi ülkelerde daha yaygındır. Göllere giren sediment siltleşmeye neden olduğu gibi içindeki fosfat ve besin tuzları nedeniyle de ötrofikasyonun oluşumunu teşvik etmektedir. Dünyada yapılan çalışmalara göre tarımsal ve orman alanlarından yıllık olarak sulara giren fosfat miktarının dünyada yılda üretilen toplam fosfat miktarına hemen hemen eşdeğer olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca orman alanları yakıldıktan sonra sulara giren Azot ve Karbon (besin tuzu) miktarlarının önceki durumuna göre 50 kat kadar arttığı, bakır toprakların sulu tarıma açılmasıyla birlikte sulara taşınan sediment miktarının da 5 kat artış gösterdiği bilim adamları tarafından açıklanmaktadır (2). Bu nedenlerle özellikle kırsal bölgelerimizdeki baraj göllerimizin ve doğal göllerimizin yoğun erozyon ve siltleşme baskısı altında olduğunu ve DSİ ninde bunun farkında olduğunu söyleyebiliriz (Örneğin GAP barajları, Hirfanlı barajı, Akşehir, Beyşehir gölleri gibi). Siltleşmenin göl üzerindeki en önemli etkilerinden birisi de zamanla ömrünün kısalmasına neden olmasıdır. Örneğin yılda 80.000 ton kadar sedimentin girdiği Kaşmir de Dal gölünün alanı 40 yıl içinde 22 km 2 den 12 km 2 ye düşmüştür. Havzasındaki ormanların tahrip edilmesi - 273 -

sonucu erozyonla taşınan sedimentin artışına bağlı olarak Filipinlerdeki bir baraj gölünün de kullanım ömrü de 60 yıldan 30 yıla düşmüştür (2). Macaristan da Eğirdir gölümüz büyüklüğünde (60.000 ha) ve sığ olan; evselsu, balıkçılık, sulama suyu ve rekreasyon alanı olarak kullanılan Balaton gölüne yıllarca nehirler tarafından yılda 10.000 ton kadar taşınan sediment ile kanalizasyon ve arıtma tesisi yetersizliği sonucu giren evsel, tarımsal atıklar ve havzada rekreasyon amaçlı gelişmeler ve nüfus artışı sonucu bu göl Ötrofikasyon ve siltleşme sorunlarıyla karşılaşmıştır (Bizde benzer nedenlerle Eğirdir, Akşehir, Sapanca ve Mogan göllerimizde olduğu gibi). Fakat bu ülkede 1980 yılında başlatılan ve 5-6 yıl süren ıslah çalışmalarıyla bu sorunlar çözümlenmiş ve Havza Bazında Göl Yönetimi oluşturulmuştur. Bu göl yapılan ıslah çalışmaları ve uygulanan Göl Yönetimi bakımından başarılı bir örnek olarak gösterilmektedir (2,17). Türkiye nin en büyük tatlısu ekosistemi olan ve güneydoğunun kalkınmasında lokomotif görevi gören GAP bölgesi barajlar sistemimizin korunabilmesinde ve işletilebilmesinde (yönetiminde) yararlanılması gereken örnek göl olarak Kanada Büyük Göller Sistemini gösterebiliriz. Bu dünyanın en büyük tatlısu ekosistemidir. Çok büyük ve derin 5 doğal göl ve akarsulardan oluşmuştur. Bu göller bizim GAP taki barajlarımız gibi birbiriyle ilişkili olup; evsel, sulama, sanayi suyu, balıkçılık, rekreasyon alanı ve enerji üretim potansiyeli olarak kullanılmaktadır. Fakat havzalarında nüfus artışı, sanayi, tarımsal rekreasyon ve turizm alanındaki gelişmeler sonucu bu göllerde 1970 de Ötrofikasyon, toksik (zehirli) kimyasal kirlenme ve siltleşme belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Bu göllerin bir kısmı Kuzey Amerika hudutları içinde olduğundan ve her iki ülkede müşterek yararlandığından bu iki ülke 1972 yılında göllerin ıslahı ve korunması çalışmalarını başlatmışlar ve 7-8 yıl süren çalışmalar sonunda ıslah etmişler, havza bazında Göl Yönetimi birimi oluşturmuşlardır. Bu çalışmalar ve uygulanan Göl Yönetimi şekli de dünya literatürüne girmiş olup, örnek uygulamalar olarak gösterilmektedir (2, 18). Göllerimizin sığlaşmasında siltleşmenin rolü olduğu gibi özellikle ekolojik yaklaşım gösterilmeden ve su bütçesi yeterince dikkate alınmadan sulama amaçlı aşırı su alınmasının da önemli payı vardır (Örnek olarak Eğirdir, Beyşehir ve Akşehir göllerimizi gösterebiliriz). Büyük akarsularımızı (Dicle, Fırat, Yeşilırmak, Kızılırmak, Seyhan nehirleri gibi) ve beslediği barajlarımızı da ilgilendirdiği için aşırı sulama sonucu Aral gölünün (denizinin) başına gelenlere değinmek istiyorum. 1970 yılında alanı 65000 km 2 su hacmi 1000 km 3 dir. Toplam debisi 110 km 3 olan Amuderya ve Syrdarya nehirleri ile beslenmekteydi. Fakat bu 110 km 3 suyun 50 km 3 ü sulamada kullanılıyordu. 60 km 3 kadarı da Aral gölüne akmaktaydı. 1970 lerden itibaren nehir ve göl havzalarında yoğun sulu tarım büyük oranlarda artış gösterdi. Bu nedenle nehirlerden çok miktarda su alınarak sulamada kullanıldı. Sulama sistemleri uygun değildi, su kaybı çok oluyordu; sulama teknikleri yanlıştı. 1990 lı yıllarda bu iki nehirden Aral gölüne yılda ancak 10 km 3 kadar su girişi oldu. 20 yıl içinde gölün alanı %40 kadar küçüldü, derinliği 12 m. azaldı, gölün önemli bir kısmı açıkta kaldı (çünkü su çekilmiştir). Gölün tuzluluğu 10 gr. dan 22 gr. a yükselmişti. Önemli balık üretim alanı olan bu gölde balıkçılık hemen hemen son buldu. Göl suyunun çekilmesiyle açıkta kalan göl toprağı tuzlu olduğundan tarım yapılamadı. Aşırı ve yanlış sulama nedeniyle diğer tarım alanları da tuzlaştı. Sonuçta bu göl ve tarım arazileri tahrip edilmiş oldu. Bilim adamları bu olumsuzlukların nedeninin ekolojik yaklaşım gösterilmeden, su bütçesi dikkate alınmadan yapılan yanlış sulama olduğunu belirtmektedirler. Bu olayı da Ekolojik Felaket olarak adlandırmaktadırlar (2). Bu vesileyle sulama, tarım arazisi kazanma, taşkından korunma gibi çeşitli nedenlerle yaptığımız ekolojik - 274 -

yanlışlıklar sonucu son 50 yıl içinde toplam 200.000 hektarlık 30 kadar sulak alan ve gölümüzü (Amik, Suğla gibi) tahrip ettiğimizi ve kuruttuğumuzu özellikle ilgililerin dikkatine sunmak isterim. Verdiğimiz bu göl örnekleri gibi bizim göllerimiz de benzer etkenler ve nedenlere bağlı olarak benzer ekolojik, su kalitesi ve kirlilik sorunlarıyla (Ötrofikasyon, siltleşme, sığlaşma, tuzlaşma ve kirlilik gibi) karşı karşıya gelmiş(sayfa10) ve gelmektedir. Dünyada bu problemlerle karşılaşmış göllerde olduğu gibi bizim de bu durumdaki göllerimizden içme, evsel, sulama ve sanayi suyu, balıkçılık ve rekreasyon, yüzme alanı olarak yararlanmamız giderek azalmakta en önemlisi de bazı önemli sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Bu da başta gölden yararlananların olmak üzere havzasında yaşayanların, toplumumuzun ve ülkemizin önemli sosyo-ekonomik kayıplarına neden olmaktadır. Bu durumdaki göllerimizin suyunun arıtılmasının (işlenmesinin) maliyeti yüksek olduğu gibi, çok amaçlı kullanılması için ıslah edilmesinin de bilgi, deneyim ve teknoloji gerektirdiğini, zaman alıcı ve maliyetinin de yüksek olduğunu belirtmek isterim(3,4,18). Fakat gölü ve havzasını çeşitli amaçlarla kullananların ve toplumumuzun yaşamsal ve sosyo-ekonomik bakımdan göle (suya) ihtiyacı vardır. Bu da bizi ya yeni bir su kaynağı (gölet, baraj inşa etme gibi) bulmak, yada bu gölü ıslah etmek zorunluluğu ile karşı karşıya getirmektedir. Dünyada yapılan uygulamalara ve bilim adamlarına göre ekolojik ve ekonomik bakımdan en yararlı ve uygun olanı ise göllerin kullanım amaçlarına göre seçilecek en uygun teknik yöntemlerle ıslah edilmesidir.(3,4,18) Fakat Islah edilmesi gerekli ve önemli olduğu kadar, ıslah sonrası da bu gölün zamanla çevresel etkenlere bağlı olarak tekrar bozulmaması için de sürekli olarak izlenmesi, kontrol altında tutulması ve korunması gerekmektedir. Bu tüm tatlısu sahalarımız için de geçerli ve gereklidir.(14) Bir taraftan yaşamsal ve sosyo-ekonomik ihtiyaçlarımıza bağlı olarak kullandığımız göllerimizin ekolojik yapısının ve su kalitesinin bozulmasına, kirlenmesine ve kaliteli su miktarının azalmasına neden olurken, diğer taraftan da nüfus artışımızdan, sürdürülen sulu tarımdaki gelişmelerden, sanayileşmeden, kentleşmeden ve yaşam kalitesinin iyileşmesinden kaynaklanan kaliteli su ihtiyacımız ve tüketimimiz de artmaktadır. Buna paralel olarakta aynı zamanda kirletici madde üretimimizde (evsel, tarımsal, sanayi atıkları) giderek arttığından alt yapı yetersizliği nedeniyle de su sahalarımızda kirlilikte yaygınlaşmaktadır. Mevcut tatlısu potansiyelimizin büyük çoğunluğunun sulamada kullanıldığını bunu evsel ve sanayi suyu kullanımının takip ettiğini söyleyebiliriz. Türkiye de sulanabilir arazi alanı 25 milyon hektar kadar olup, bunun 9 milyon hektarı en önemli ve ekonomik sulanabilir arazi özelliğindedir. Fakat bunun da ancak 4-5 milyon hektar kadarı sulanabilmektedir. Bu da Türkiye nin zamanla sulama suyu ihtiyacının artacağını göstermektedir. Kirlenmiş sularla (Ergene, Menderes ve Sakarya nehirleri gibi) yapılan sulamanın üretimi azalttığı, ürünün ve toprağın kalitesini bozduğu özellikle Ziraat ve Gıda mühendislerimiz tarafından bilinmekte ve yıllardan beri bu konuyla ilgili görüşler açıklanmaktadır. Çeşitli nedenlere bağlı olarak nüfusumuzun ancak %30-50 kadarı temizkaliteli su kullanabilmektedir. Günlük fert başına düşen su tüketimimizde bölgelere göre değişmekte olup ortalama olarak 20-130 litre arasında değişmektedir. İstanbul da ise 100 litre kadardır. Kırsal bölgelerde su tüketimi ve temiz su bulma imkanı daha azdır. Gelişmiş - 275 -

ülkelerde ise fert başına düşen günlük su tüketimi 500-800 litre, gelişmekte olan ülkelerde ortalama olarak 30-150 litre arasında değişmektedir(1). İşte tüm bu nedenlerle yıllardan beri su kaynakları üzerinde çalışan bilim adamları (2,3,4) ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği tarafından (1) açıklandığı ve önerildiği gibi göllerimizin korunması, ekolojik olarak izlenmesi, ıslahı ve suyun en verimli bir şekilde kullanılması ve tüketilmesi gibi yaşamsal ve sosyo-ekonomik zorunlulukla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha önemle vurgulamak isterim. Yani su sahalarımızı sürdürülebilir yaşamsal ve sosyoekonomik amaç ve ihtiyaçlarımız için ekolojik bir yaklaşımla Havza Bazıda Koruma-Kullanma Amaçlı Yönetilmesi gerçeği ile yüz yüze bulunmaktayız. Çağımızda Türkiye gibi birçok ülke bu sorunlarla karşı karşıya gelmiş olup göllerini nasıl koruyabilecekleri, ıslah edebilecekleri ve özellikle nasıl yönetebilecekleri arayışı ve çabası içindedirler. Türkiye nin bilimsel ve diğer mevcut imkanlarını en verimli ve doğru bir şekilde kullanarak dünyada geliştirilen Göl Yönetimi ve Göl ıslahı ile ilgili bilimsel, teknolojik ve idari gelişmelerden, yapılan uygulamalardan yararlanarak politik kararlılık, kurumsal ve toplumsal destek ve yeniden yapılanma ve organizasyonla zaman içinde bu sorunları çözüme kavuşturabileceği, Ulusal merkezi bir Koruma-Kullanma Amaçlı Göl Yönetimi oluşturabileceği, uygulayabileceği ve göllerini ıslah edebileceği inancında olduğumu belirtmek isterim. Göl Yönetiminin Oluşumda Teknik ve İdari Yaklaşımlar Daha öncede değinildiği gibi Amerika, Kanada ve Avrupa göllerinde ekolojik ve kirlilik problemlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte çeşitli uluslararası kuruluşlar (OECD,UNEP) ve bilim adamları tarafından (özellikle Biyolog, Limnolog ve Ekolog) bu sorunların çözümüne yönelik 1970 lerde başlatılan ve halen de sürdürülen çalışmalar sonucunda Biyoloji, Limnoloji ve Ekoloji bilim dallarına dayalı Göllerin Islahı Teknik ve Yönetmeleri ile çeşitli kullanım amaçlarını da kapsayan Göllerin Yönetimi olmak üzere yeni bilim dalları teknikleri ve yöntemleri geliştirilmiştir. Bu bilim dalları ve tekniklerinden yararlanılarak günümüze dek başta Amerika, Kanada ve Avrupa olmak üzere, diğer bazı ülkelerde çok sayıda gölde ıslah çalışmaları yapılmış ve yapılmaktadır. Bazı göllerde Göl Yönetimi birimleri oluşturulmuştur(sayfa 11,12). Bu bilim dallarının ve yapılan uygulamaların yeni olmasına ve geliştirilmesine ihtiyaç duyulmasına rağmen insanoğlunun geleceği bakımından umut verici olduğunu söyleyebiliriz. En başarılı ıslah çalışmalarının yapıldığı ve göl yönetiminin oluşturulduğu ve uygulandığı, bizimde yararlanmamız gereken örnek göller olarak Kanada Büyük Göllerini, Macaristan da Balaton ve Velence, Isveç te Trummen, Japonya da Biwa, Israil de Kinneret ile Hollanda ve Danimarka daki göllerini gösterebiliriz. Bunların bir kısmı bizim göllerimiz ve barajlarımız gibi büyük ve derin, bir kısmı da büyük ve küçük fakat sığdır.(3,4,13,17,18,19,26) Göl Yönetimi ve Islahı bilim dallarının ve teknolojilerinin geliştirilmesinde ve uygulamalarında katkısı olan bilim adamları tarafından Göl Yönetiminin havza bazında (akarsuları, çevresini ve çevresel etkenleri kapsayan) entegre, çok amaçlı, ekolojik ve idari yaklaşımlı oluşturulması ve uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Böyle bir göl yönetiminin başlıca amacını ise, su sahalarının korunması, ekolojik olarak izlenmesi, ıslah edilmesi ve suyun (gölün) kullanıcılar tarafından dengeli bir şekilde sürdürülebilir olarak kullanılması - 276 -

(içme, evsel, sulama suyu, balıkçılık, rekreasyon gibi) teşkil etmektedir. Bu amaç ve işlevler içinde başlıca faaliyet alanını aşağıda belirtilen konuların kapsadığını söylemektedirler.(2) 1.Ekolojik yapısı, su kalitesi bozulmuş ve kirlenmiş göllerin kullanım ihtiyaç ve amaçları doğrultusunda ıslah edilmesi, iyileştirilmesi, 2.Gölün, ekolojik yapısının ve su kalitesinin bozulmasına ve kirlenmesine neden olan çevresel etkenlerden, özellikle evsel, tarımsal, sanayi atıklarından ve erozyondan korunması ve gerekli tüm önlemlerin alınması, gerek gölün ve havzanın çeşitli kullanım şeklinden ve bunlarda zamanla meydana gelen değişikliklerden, gerekse karaların ve çevresindeki ormanların kullanımından, nüfus artışından, sanayileşmeden, kentleşmeden ve rekreasyon alanı olarak kullanımından kaynaklanan tüm etkenlerin kontrol altında tutulması, yönlendirilmesi, bilimsel, teknolojik, ekonomik, yasal ve idari önlemlerin alınması, 3.Tarımda gübre ve ilaç kullanımının kontrol altına alınması, sınırlandırılması, tarımsal sulamanın denetlenmesi, suyun en ekonomik şekilde kullanılması, tarım arazilerinin ürün çeşidine göre planlanması, göl çevresindeki arazinin nüfus artışına, sosyo-ekonomik ihtiyaçlara göre kullanımının planlanması ve uygulanması. 4.Gölün balıkçılık ve yaban hayatı bakımından korunması ve geliştirilmesi, 5.Gölün ve göl suyunun tüm kullanıcılar tarafından dengeli ve verimli bir şekilde kullanılmasının ve yararlanılmasının sağlanması, 6.Gölün ve çevresinin ekolojik ve limnolojik olarak sürekli izlenmesi, bilgi toplanması, gerektiğinde ve zamanında gereken önlemlerin alınması, 7.İlgili kamu kurumlarındaki personelin, gölü kullananların, havzasında yaşayanların ve toplumun zaman zaman eğitilmesi, seminer ve kurslar düzenlenmesi. Bu yaklaşım ve görüşte olan bilim adamlarına göre de, bu konularda entegre, çok amaçlı ve ekolojik yaklaşımlı sürdürülebilinir Göl Yönetiminin oluşturulabilmesi ve hedeflerine ulaşabilmesi, başarılı olabilmesi için; çok kriterli ve disiplinler arası bir yaklaşım gösterilmesi ve gerekli koordinasyonun sağlanması gerekmektedir. Bu da çok boyutlu bir yaklaşım olup; teknik, ekonomik, yasal, kurumsal, politik, sektörel (kullanıcıların), sivil kuruluşlar ve toplumsal tüm destekleri kapsayan, aynı amaçta birleştiren, yönlendiren ve uygulanmasını sağlayan bir yaklaşımdır.böyle bir yaklaşımla herhangi bir gölde sürdürülebilir kullanım amaçlı Göl Yönetimi oluşturulabilmesi ve uygulanabilmesi için de (örneğin bizde GAP barajlarında, Sapanca ve Eğirdir gölleri gibi) öncelikle ulusal merkezi bir Göl Yönetimi oluşturulması, stratejilerinin ve planlarının belirlenmesi gerekmektedir. Bölgesel ve yerel Göl Yönetiminin oluşumu ve faaliyetlerinin de mutlaka ulusal Göl Yönetimi stratejilerinin ve planlamalarının içinde yer alması ve bunun bir uzantısı olması gerekir. Dünyada böyle yaklaşımlı ve amaçlı ulusal, bölgesel ve yerel Göl Yönetimi gölleri ve havzaları ile bunların sorunları ve nedenleri hakkında izlemeye yönelik Limnolojik ve Ekolojik bilgilere sahip olan bilimsel, teknolojik, ekonomik ve organizasyon bakımdan gelişmiş olan ABD, Kanada, Avrupa, Japonya ve İsrail gibi gelişmiş ülkeler ile birkaç gelişmekte olan ülkede oluşturulmuş ve uygulanmaktadır. Bu ülkelerde birçok göl ıslah edilmiş, koruma altına alınmış ve Göl Yönetimleri oluşturulmuştur. Fakat gölleriyle ilgili sorunlarını henüz yeterince çözdüklerini söyleyemeyiz. Bu konulardaki çalışmalarını sürdürmektedirler. Bununla beraber - 277 -

30 yıldan beri bu konularla çalıştıkları için bilimsel, teknolojik deneyim ve uygulama bakımından bizim gibi ülkelerin örnek olarak yararlanabileceği önemli gelişmeler sağlamışlardır. Bununla beraber bu çalışmalara başladıkları ilk yıllarda bazı yanlışlıkları yaptıklarını, bunu deneyimleriyle zamanla düzelttiklerini de belirtmek isterim. Bu gruptaki ülkelerin dışında dünyada az gelişmiş ve bizim gibi gelişme sürecinde olan ülkelerde tüm yetkililerin, gölleri kullananların, bilim adamlarının ve toplumun çeşitli kesimlerinin göllerin ıslahını, korunmasını, bilimsel bakımdan izlenmesini ve Göl Yönetimi oluşturulmasını istemelerine ve benimsemelerine rağmen henüz yeterince uygulamaya geçemedikleri bilim adamları tarafından tespit edilmiş ve açıklanmaktadır. Bilim adamlarının bu gruptaki ülkelerde yaptıkları gözlemlere göre bazı ufak farklılıklar olmakla beraber genel olarak bunun başlıca benzer temel nedenleri şunlardır: 1.Bilgi ve Finansman Yetersizliği Bu gruptaki ülkelerin çoğu gölleri ve havzalarının Limnolojik ve Ekolojik yapıları ile sorunları ve nedenleri hakkında izlemeye yönelik yeterli bilimsel ve teknik bilgilere sahip değildirler. Göllerini yeterince tanımamaktadırlar. (Türkiye bu konuda birçok ülkeye göre daha iyi durumdadır. Bazı eksikliklerimiz olmakla beraber birçok gölümüz ve sorunları hakkında genel olarak bilgi sahibiyiz.) Çünkü göllerin ve çevresinin Limnolojik ve Ekolojik özellikleri ve bunlardaki değişiklikler, sorunlar ve nedenleri hakkında yeterli ve güvenilir bilgilere sahip olunabilmesi için bilimsel ve teknik düzeyde Limnolojik ve Ekolojik araştırmaların yapılması gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi için de; öncelikle Biyoloji, Limnoloji, Ekoloji alanında eğitim görmüş, uzmanlaşmış elemanlara, bilim adamlarına, ekipmana ve finansmana ihtiyaç vardır. Bunlar bu gruptaki ülkelerin çoğunluğu için başlıca problemleri teşkil etmektedir. Özellikle Finansman, gelişmiş ülkeler için bile sorun yaratmakta, göllerin ve çevresinin korunması için alınması gereken önlemlerin gecikmesine neden olabilmektedir. Örneğin Avrupa ve İngiltere sanayiinden kaynaklanan hava kirliliğinin baskısı altında bulunan ve bunun sonuçları olarak da asit yağmurları nedeniyle Iskandinav ülkelerinde asitleşen 100.000 kadar gölcüğün ıslahı, maliyeti yüksek olduğundan 20 yıldan beri sürdürülmekte olup, henüz sonuçlanmamıştır. 1981-1985 yılları arasında bunlardan ancak 20.000 i kireçleme yöntemiyle ıslah edilebilmiştir. Amerika Kongresinin bir araştırma grubu olan TEKNOLOJİ İRDELEME OFİSİ tarafından 1985 yılında yaptırılan bir araştırmada Amerika da ülke çapında 400.000 kadar karasal ve sucul kirlenmiş ve temizlenmesi gereken bölge saptanmıştır. Bunlar arasında ise 10.000 bölgenin (yerin) öncelikle ele alınması gerektiği, bunun içinde 100 Milyar Dolara ihtiyaç olduğu belirtilmiştir. Fakat Amerika nın Çevre Koruma Teşkilatı (EPA) tarafından 1985 ten itibaren ancak 15-20 bölge temizlenebilmiştir. Bu örnekleri vermemizin nedeni çevrenin korunması ve iyileştirilmesi için finansmanın önemli olduğunu, bilimsel ve teknolojik imkanlara sahip olunmasının tek başına yeterli olmadığını gösteren tipik örnekleri teşkil etmeleridir. Bu nedenlerle suların ve karaların korunması amacıyla alınması gereken tüm önlemler ve uygulamalar için yapılması gereken masrafların, bunlar kirlendikten sonra ıslahı için yapılması gereken tüm masrafların ancak %30-50 kadarı olabileceği bilim adamları tarafından yıllardan beri sürekli olarak açıklanmaktadır. (Türkiye de bugün böyle bir durumla karşı karşıya bulunmaktadır.) Göllerin özellikleri, sorunları ve nedenleri hakkında araştırma sonuçlarına dayalı yeterli ve güvenilir bilgiler olmadan hükümette göllerle ilgili kurumlarda karar verici durumunda olan - 278 -

yetkililerin uygulanabilir ve yararlanıbilabilinir doğru kararları almalarıda beklenemez. Fakat bu ülkeler için en önemli bir sorun da karar veci durumunda olan yetkililerin bu konulara yaklaşımları, ilgileri, bilgi düzeyleri ve uzmanlık alanları teşkil etmektedir. Çünkü karar verici durumunda olan üst düzey yetkililerinin ve çalışan teknik elemanların çoğu Biyoloji, Limnoloji ve Ekoloji eğitiminin dışındaki diğer eğitim, uzmanlık ve meslek alanlarındandır. Bu durum gerek konuların anlaşılması, uygulanabilir kararların oluşturulabilmesi, göllerde bilimsel (bilgi olsa dahi bunların yorumlanması ve uygulamaların başlatılması bakımından kararsızlıklara, yanlışlıklara, gecikmelere neden olabilmektedir (Buna benzer bir durum Türkiye için de söz konusudur). 2.Hükümette Yanlış Yapılanma ve Çeşitli Kurumların Olması Bu gruptaki ülkelerin göllerini ıslah edememesi, koruyamaması ve özellikle Koruma-Kullanma Amaçlı Göl Yönetimi oluşturamaması, bu alanda uygulamaya geçememelerinin önemli diğer nedenleri ise; hükümetteki yanlış yapılanma ve çeşitli kurumların olmasıdır. Çünkü hükümette yasaların kendilerine verdiği yetki ve görevler nedeniyle kendi özel amaçları doğrultusunda göllerle ilgilenen çeşitli kamusal kuruluşlar bulunmaktadır. Bunlar yapıları, çalışan personelin uzmanlık alanları, ekipman durumu, faaliyet ve ilgi konuları yetki ve imkanları bakımından az çok farklılık göstermektedir (Bizde olduğu gibi). Bu da aynı göl için zaman zaman yanlış yönlendirmelerin yapılmasına, yanlış kararların alınmasına ve yanlış uygulamalara neden olabilmektedir. Özellikle önlemlerin alınmasının ve uygulamaların başlatılmasının gecikmesine sebep olabilmektedirler. Örneğin gölün Salt Balıkçılığından veya Korunmasından veya Rekreasyon veya Turizm faaliyetlerinden veya sulamadan sorumlu ve bu konularla ilgilenen farklı kurumların aynı gölün çeşitli amaçlarla kullanılması ve korunması yaklaşımları ve öncelikleri farklılık gösterebilmektedir. (Bizde olduğu gibi) Bu kurumlar ve farklı alanlardaki uzmanlar arasında zaman zaman bu konu benim kurumumun ve uzmanlık alanımın yetkisi içindedir, ben böyle istiyorum ben bilirim gibi nedenlerle sürtüşmeler meydana gelebilmektedir. Örneğin bizde 15 yıldan beri Mogan gölünün ıslahı için yürütülen çalışmaların sonuçları alınamamasının sebepleri budur. (Çevre Bakanlığı, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, DPT, Belediye ve Bilim adamları, uzmanlar ortak bir noktada anlaşamamaktadırlar. Hükümette çok sayıda kurumun olması yetki ve sorumluluğun dağılımına, hizmetin gecikmesine sonuçta gölün sahipsiz kalmasına neden olabilmektedir. Bu nedenlerle çok boyutlu, entegre ve amaçlı Göl İdaresinin oluşturulmasında hükümetteki kusurlu yapılanma ve farklı amaçlı çok sayıda kurumun olması en önemli problemi teşkil etmektedir. Özellikle bu kurumlarda karar verici durumundaki üst düzey yetkililerinin ve çalışanların eğitim, uzmanlık ve meslek alanları gereği olarak değinildiği gibi Limnoloji ve Ekoloji hakkındaki bilgi düzeylerinin yetersizliği önemli bir sorun teşkil etmektedir (Bizde olduğu gibi). Bizim için de dikkate alınması gereken bir örnek olduğu için bilim adamları tarafından yayınlanan kitaplarda ve yapılan konuşmalarda açıklanan bir uygulamaya burada değinmek istiyorum. 1970 li yıllarda Amerika, Kanada ve Avrupa göllerinde Limnolojik, Su Kalitesi ve Kirlilik problemleri ortaya çıkınca bu ülkeler bunlara çözüm arayışı içine girmişlerdir. Mühendislik alanı ve konularıyla ilgilenen kamu kuruluşları ve mühendisler ortaya çıkan bu sorunları çözebileceklerini belirtmişlerdir. Mühendislerin gölet, baraj, sulama kanalı, regülatör, kanalizasyon, arıtma tesisi, su ile ilişkili inşaat faaliyetlerini yürütmeleri nedeniyle bu - 279 -

hükümetlerin yetkilileri tarafından mühendislerin bu talebi uygun görülmüş ve göllerin ıslahı konularındaki çalışmalar mühendisler tarafından başlatılmıştır. Bu ülkelerde Biyoloji, Limnoloji ve Ekoloji alanında çalışan uzmanlar ve bilim adamları tarafından da bunun yanlış olduğu, bazı sorunlar yaratabileceği hükümet yetkililerine bildirilmiştir. Kurum yetkilileri ve Mühendislerde bu uyarıları dikkate almadan ve yürüttükleri çalışmalar sırasında bilim adamları ile görüşmeden bu çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Fakat bu çalışmaların başarısızlıkla sonuçlandığı hükümet yetkilileri, tüm ilgililer ve kamuoyu tarafından görülmüş ve anlaşılmıştır. İşte yapılan bu yanlış uygulamayla birlikte göllerin korunması, izlenmesi, ıslahı ve yönetimi konularının salt mühendislik yaklaşımıyla çözümlenemeyeceği, Biyolojik, Limnolojik ve Ekolojik yaklaşım gerektiği, bu alanlarda eğitim almış, uzmanlaşmış elemanlara ve bilim adamlarına ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır. Günümüzde gelişmiş ülkelerde ve dünyanın birçok ülkesinde bu konularda Biyologlar, Limnologlar ve Ekologlar ön planda görev yapmakta, yönetici olmaktadırlar. Fakat Türkiye de, bunun yeterince dikkate alındığını söyleyemeyiz. Çünkü göllerle, sularla ilgili konularda faaliyet gösteren kurumlarımızı da yetkili durumda olanların hemen hemen tamamının mesleği çeşitli mühendislik alanlarıdır. Türkiye nin yıllık tuz ihtiyacının %70 nin sağlandığı fakat kirlenmiş olan Tuz gölü ile Ankara için önemli rekreasyon alanı olan, fakat ötrofikasyon problemi ile karşı karşıya bulunan Mogan gölünün ıslahı için birçok çalışma yapılmış, raporlar hazırlanmış olunmasına rağmen 20 yıldan beri ıslah edilememesinin kaynak yetersizliğinden daha çok çeşitli kurumlar (Bakanlık ve Belediyeler) arasındaki yaklaşım farklılıkları ve bunların başındaki yöneticilerin bu konuları yeterince anlayamamasından kaynaklanan kararsızlıkları olduğunu bunları yaşayan bir kişi olarak mevcut belgelere göre burada özellikle belirtmek isterim. Ayrıca DSİ ile Tarım Bakanlığı arasında yeterli bir işbirliği ve karar oluşturulamamasından dolayı Eğirdir gölünden ve Eber gölünden gerekli önlemler alınmadan sulama amaçlı aşırı su alınması sonucunda Akşehir gölünün kurumaya yöneldiğini, Eğirdir gölünde de ekolojik sorunların ortaya çıktığını balıkların önemli miktarda azaldığını söyleyebilirim. Daha önce de belirttiğimiz gibi (sayfa 13) toplam 200.000 ha lık 30 kadar sulak alanımızın ortadan kalkmasının nedeninin ekolojik yaklaşım dışında salt mühendislik yaklaşımıyla ilgili olduğunu da söyleyebiliriz. Bilim adamlarına (2,3,4) göre; göllerin korunabilmesinde ve yönetiminde değinilen kurumsal faktörler ve etkenlerin yanında öncelikle gölü çeşitli amaçlarla (evsel, sulama, sanayi suyu ve balıkçılık, turizm-rekreasyon) kullananların ve toplumun bu konulardaki bilinç düzeyleri, ilgileri ve yaklaşımları da önemlidir. Fakat ne yazık ki çeşitli nedenlerle kullanıcılar gerekli ilgiyi göstermemekte zaman zaman da kullanım şekilleri ve menfaat farklılıkları nedeniyle kendi aralarında çatışmalara girmekte, yetkililere ve ilgililere menfaatleriyle nedeni yanıltıcı bilgiler vermekte, baskılar kurmakta, yerel yöneticileri ve politikacıları devreye sokmaktadırlar (Bizde de zaman zaman görüldüğü gibi). Bu gruptaki ülkelerde aynı zamanda çeşitli nedenlere bağlı olarak aynı konularda çalışan bilim adamları da kendi aralarında gereken iletişimi kuramadığı gibi, zaman zaman aynı gölün aynı problemi ve konusu için bilgi yetersizliği nedeniyle yetkililere farklı görüşler bildirmektedir. Yetkililerde Limnoloji, Ekoloji ve Göller hakkındaki bilgileri sınırlı olduğundan farklı görüşleri değerlendirmekte ve yorumlamakta güçlük çekmektedirler. Bu da zaman zaman yetkililerin yanlış kararlarına veya kararsızlıklarına neden olabilmektedir. - 280 -

Tüm bunların yanında yasaların, denetimin, uygulanan cezaların, hükümet politikalarının ve kaynak yetersizliği, özellikle çevre konularına gereken önemin verilmemesi gibi nedenlerde göllerin korunamamasında ve uygulamalara başlanamamasında önemli etkenlerdir. Türkiye ye Gelince; Durumumuz Nedir? Dünyada birçok ülke gibi entegre, çok kriterli amaçlı bilimsel ve idari yaklaşımlı hizmetlerin tek elden yürütülebileceği yetkili ve etkili olabilecek nitelikte Koruma-Kullanma Amaçlı Ulusal Göl Yönetimi veya Su Kaynakları İdaresi oluşturamadığımızı, gerekli stratejileri belirleyemediğimizi, organizasyonu sağlayamadığımızı, ıslah edilmesi gereken göllerimizde henüz ıslah çalışmalarına başlayamadığımızı söyleyebiliriz. Bunun genel olarak nedenleri diğer ülkelerde de olduğu gibi bilim adamları tarafından açıklanma ve 18. sayfadan 23. sayfaya kadarki kısmında belirtilendir. Çünkü yasalar gereği ülkemizde de doğal ve yapay göllerimizle farklı amaçlar ve konularla ilgilenen, farklı yapılanma gösteren ve farklı ekipman, kaynak ve imkanlara sahip olan çok sayıda devlet kuruluşumuz vardır. Bu bakımdan bu gruptaki ülkelerle aramızda az-çok benzerlik bulunmaktadır. Fakat göllerimizin Limnolojik, Ekolojik özellikleri ve balıkçılığı ile sorunları ve nedenleri hakkında bu gruptaki ülkelere göre daha çok bilimsel ve teknik bilgiye sahip olduğumuzu belirtmek isterim. Özellikle Biyoloji, Limnoloji, Ekoloji ve Çevre bilimleri bakımından Türkiye önemli bir bilgi potansiyeline, bilim adamına ve uzmana sahiptir. Türkiye nin en önemli sorunlasrından birisi insan kaynaklarını uzmanlıklarına göre kendi alanlarında yeterince kullanamaması ve mevcut bilimsel potansiyelinden de yeterince yararlanamamasıdır. Genellikle farklı meslek ve uzmanlıkta olan insanlar kendi meslek ve uzmanlık alanlarının dışında görev almakta veya bunlar görevlendirilmektedir. Bu nedenle bizim göllerimizle ilgili teknik ve idari bakımdan en önemli sorunumuz mevcut bilimsel ve teknik potansiyelden yararlanılabilecek nitelikte merkezi bir Ulusal Göl Yönetimi teşkilatımızın, otoritesinin olmaması, gereken bilimsel, politik ve sosyo-ekonomik stratejilerin belirlenememesi ve organizasyonun sağlanamaması ve uygulamaya başlanamamasıdır. Bilindiği gibi Türkiye de çeşitli tatlısu kaynaklarımızla değişik konularda ve amaçlarda; (1) Çevre, (2) Tarım, (3) Sağlık, (4) Turizm Bakanlıklarımız ile (5) DSİ, (6) Valilikler, (7) Belediyeler ilgilenmektedir. Bunlar arasında yasal olarak doğal ve yapay göllerimizin korunmasından, ıslahından, balıkçılığından Çevre, Tarım Bakanlıklarımız ile DSİ Genel Müdürlüğü diğerlerine göre daha sorumlu ve görevlidir. Çevre Bakanlığı: 1982 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanununa göre doğal göllerimizin ve akarsularımızın (denizlerde dahil) çevresel etkenlerden evsel ve sanayi atıklarından korunması, su kalitesinin ve biyolojik çeşitliliğinin tespiti ve izlenmesi ile ekolojik yapısı bozulmuş çevrenin ve göllerin ıslahı ile ilgili tüm faaliyetlerin yürütülmesinden gerekli koordinasyonun sağlanmasından Çevre Bakanlığı yetkili ve sorumludur. Tarım Bakanlığı: 1971 tarih ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununa göre de göllerimizin (ve denizlerimizin) balıkçılığı, korunması, su kalitesi ve ekolojisi, ıslahı ile ilgili yapılması gereken tüm faaliyetlerin yürütülmesinden Tarım Bakanlığı sorumlu ve yetkilidir. Bu durumda 300 kadar gölümüzün korunması ve ekolojik bakımdan bozulmuş olan göllerimizin ıslahından bu iki Bakanlığımız yetkili ve sorumludur. Fakat aralarında amaç bakımından ufak bir farklılıkları vardır. Tarım Bakanlığı göllerimizin balıkçığı ile de ilgilendiği için gölleri balıkçılık alanı olarak da koruma görevi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Çevre bakanlığının ise daha çok su kalitesi ve içindeki canlılar (biyolojik çeşitlilik) bakımından koruma görevi vardır. Fakat bu da - 281 -

sonuçta gölün çeşitli amaçlarla (içme, evsel, sulama, balıkçılık, rekreasyon ve biyolojik çeşitlilik bakımından) korunması demektir. (Bak sayfa 8) Fakat Göllerin su kalitesinin ve biyolojik özelliklerinin (biyolojik çeşitliliğinin) belirlenmesi ve izlenmesi göllerde yapılan ve yapılması gereken Balıkçılık ve Limnolojik çalışmaların kapsamında yer almaktadır. Bu nedenle başta göllerimizin korunması olmak üzere Limnolojisi, ekolojisi, su kalitesi ve biyolojik çeşitliliği gibi konularda her iki Bakanlığında çalıştıkları ve çalışma yapmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Fakat böyle olmakla veya böyle olması gerekmekle beraber doğal göllerimizi ve akarsularımızı çevresel etkenlerden koruyabildiğimiz ve onları yeterince verimli işletebildiğimizi söyleyemeyiz. Birçok gölümüzün ekolojik yapısının ve su kalitesinin giderek bozulduğu, ıslah edilmesini gerektiren problemlerle karşı karşıya geldiği (bak sayfa 10), balık üretimimizin azaldığı bu iki Bakanlığımız, bilim adamlarımız, gölleri çeşitli amaçlarla kullananlar ve toplumumuz tarafından da bilinen bir gerçektir. Bu durumun niçin ve nedenlerinin irdelenerek doğru cevaplarının ve çözüm önerilerinin bulunması gerekmektedir. Göllerimizin balıkçılığı konularında Tarım Bakanlığının ilgilenmesine karşın 215 kadar baraj gölümüzün balıkçılığı ve balıkçılık alanı olarak geliştirilmesi ve korunmasıyla ilgili tüm faaliyetlerde daha önce de değinildiği gibi DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Fakat doğal göllerimiz gibi barajlarımızı da yeterince çevresel etkenlerden yeterince koruyabildiğimizi ve barajlarımızı besleyen ve üzerine yeni barajların inşa edilmesi planlanan akarsularımızı da kirlilikten koruyabildiğimizi, balık üretimimizi arttırabildiğimizi söyleyemeyiz. Aksine tüm barajlarımızda balık üretimi giderek önemli miktarlarda azalmakta, Limnolojik, siltleşme ve su kalitesi problemleri meydana gelmektedir. Bu nedenle su sahalarımızın (göl ve baraj) korunamamasında ve balık üretiminin azalmasında bu üç kuruluşumuzun da payı olduğunu (Çevre, Tarım Bakanlığı ve DSİ) faaliyetlerinin yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Bunda bu kurumlarda çalışan teknik eleman (Biyolog, Limnolog, Su Ürünleri Mühendisi ve Çevreci) yetersizliğinin; karar verici durumunda olan yöneticilerin bu konuların dışında farklı mesleklerden olmalarının, çeşitli nedenlerle mevcut yasaların uygulanamamasının ve zamanında gerekli önlemlerinin alınamamasına ve kurumlar arasında iş birliğinin sağlanamamasına önemli payı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyon yetersizliği nedeniyle sınırlı sayıdaki teknik elemanla ve imkanlarla aynı gölde benzer konularda (örneğin göller bölgesindeki göllerde olduğu gibi) bir taraftan Tarım Bakanlığı diğer taraftan Çevre Bakanlığı tarafından çalışma yapılmaktadır. Baraj ve Göllerde ticari amaçla balıkçılık yapılmak üzere bunların kooperatiflere kiraya verilmesinde DSİ, Tarım Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı arasında zaman zaman sorunlar çıkmakta, Av yasaklarının hazırlanmasında, uygulanmasında ve denetiminde de balıkçı kooperatifleri ve bu kurumlar arasında görüş farklılıkları olmaktadır. Buda göllerde üretimi azaltacak bir avcılığın yapılmasını teşvik etmektedir. Kurumlardaki yetkililerin ve karar vericilerin bu konulardaki bilgi yetersizliği ve konuları anlamadaki kararsızlıkları nedeniyle 15 yıldan beri Mogan gölünün ıslahıyla ilgili olarak Çevre Bakanlığı, DPT, Ankara Belediyesi, Ankara Valiliği ve bazı bilim adamları arasında uygulanabilir bir görüş birliğine varılamamıştır. Mogan ve Tuz gölünde yıllardan beri farklı bilim adamlarına ve kuruluşlara etüdler yaptırılmakta ve halen de sürdürülmektedir. Fakat Türk bilim adamları ve yabancı bilim adamları, DSİ, ODTÜ tarafından bu gölün ıslah edilmesi gerektiği hakkında hazırlanmış çeşitli raporlar vardır. Çevre Bakanlığının Çevre Koruma Genel Müdürlüğü ile Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı arasında dahi Mogan gölü için görüş birliği sağlanamamaktadır.bu durum - 282 -

gölün ıslah maliyetini giderek artırmaktadır. Hiç şüphesiz ki su kaynaklarının korunabilmesi ve ıslahında finansman önemlidir.fakat finansmanın yaratılması ve amacı doğrultusunda kullanılabilmesi de kurumların bu konulardaki bilgi yaklaşım ve hizmet anlayışlarıyla da ilgilidir.bu bakımdan sorunların çözümlenememesinin önemli gerekçesi olarak finansman yetersizliğinin ve bulunamamasının gösterilmesinin yeterince inandırıcı olmadığı kanısındayım.tüm bunların kurumların yeterince teknik ve uzman kadrolarına sahip olmamaları, yapılarının ve amaçlarının farklılığı ve özellikle karar verici durumunda olan yöneticilerin Limnoloji, Ekoloji ve Balıkçılık konuları ile göl ıslahı yöntemleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları, yerli ve yabancı bilim adamlarının görüşlerini dikkate almamalarıyla ilgili olduğu düşüncesindeyim. Bu durumun özellikle Çevre ve Tarım Bakanlığının yapısında, yönetiminde ve kadrolarında zaman zaman yapılan değişikliklerin de hizmetlerin sürekliliğinin, bilgi birikimi ve akışını ve gelişmelerini olumsuz etkilediğini söylüyebiliriz. Örneğin 1978 yılında Başbakanlığa bağlı olarak ilk kez kurulan Çevre Genel Müdürlüğü, 1988 yılında Çevre Müsteşarlığı, 1991 yılında ise Çevre Bakanlığı na dönüştürülmüştür. Bu 10 yıllık süre içinde 6-7 Bakan ve bunlarla birlikte Genel Müdürler ve Daire Başkanları değişmiş ve bazı teknik elemanların servisleri değiştirilmiştir. 1991 yılından günümüze dek buna benzer değişimler de meydana gelmiş ve sürdürülmektedir. Bunun kurumun gelişimi ve teknik elemanın gelişimi, deneyim kazanması, hizmetin sürekliliği ve akışı üzerinde olumsuz etkileri olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen az sayıda teknik elemanın sınırlı imkanlara rağmen günümüze dek çevreyle ilgili ulusal ve uluslararası mevzuatların düzenlenmesinde ve birçok yönetmeliğin hazırlanmasında çok yoğun çalışmalar yaptıklarını ve önemli katkılar sağladıklarını söyleyebiliriz. Bu elemanlar bir taraftan bu çalışmalarını yürütürken ve günlük bürokratik işlerle uğraşırken bir taraftan da 300 gölümüz ile denizlerimizin, akarsularımızın su kalitesi, kirliliği ve biyolojik çeşitliliği gibi izlemeye ve korumaya yönelik saha ve laboratuar çalışmalarımı yürütmek sorumluluğu ile karşı karşıya kalmışlardır. Buna benzer bir durumda 1971 yılında çıkarılan 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununun uygulanması amacıyla 1972 yılında Tarım Bakanlığında kurulan, fakat 1982 yılında Tarım Bakanlığında yapılan reorganizasyonla Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün kaldırılarak tüm balıkçılıkla ilgili tüm faaliyetlerin bu Bakanlıkta oluşturulan 3 ayrı Genel Müdürlüğe dağıtılmasıdır.1972 yılında Su Ürünleri Genel Müdürlüğün kuruluşunda görev alan ve kuruluş sonrası çalışmalarına katkı sağlayan biri olarak gelişme eğilimi içinde olan ve çalışmalarını Su Ürünleri Kooperatifleri, bilim adamları ve sanayicilerle birlikte işbirliği içinde yürüten bu Genel Müdürlüğün kapatılmasının ne kadar yanlış olduğu bugün deniz ve göllerimizde ortaya çıkan balıkçılık ve kirlilik problemlerinden balıkçılık sektörümüzün karşılaştığı sorunlarından açık olarak görülmekte ve anlaşılmaktadır. Çünkü bu yapısal değişikliklerle bu alanda deneyim kazanmış birçok teknik elemanın ve yöneticinin görev alanları değiştirilmiş veya bazıları bu kurumdan ayrılmıştır. Bu nedenle tek bir merkezden ve bir bütünlük içinde yürütülmesi gereken Göl ve deniz Balıkçılığımızla ilgili faaliyetler 1982 yılından beri yetkisi ve imkanları sınırlı olan şube düzeyi seviyesinde çok az sayıda yetişmiş teknik eleman ve uzman tarafından yürütülmektedir. Daha önce de değinildiği gibi balıkçılık yapılan 100 den fazla gölümüzün balıkçılığı, korunması, ekolojik ve su kalitesinin izlenmesi Eğirdir deki Su Ürünleri Araştırma - 283 -

Enstitüsü ve burada çalışan 15-20 kadar teknik elemanın özverili gayretleriyle yürütülmeye çalışılmaktadır. Yıllardan beri bu üç kurumumuzun yapılarını, faaliyetlerini, çalışan teknik elemanlarını ve bunların çalışmalarını izleyen ve tanıyan birisi olarak bu bir avuç teknik elemanımızın sınırlı imkan ve yetkilere rağmen göllerimizde balıkçılığın yaygınlaşmasında, göllerimizin Limnolojik ve su kalitesi özellikleri ile, biyolojik çeşitliliği ve sorunları, nedenleri hakkında gerekli bilgilerin toplanmasında önemli katkıları ve hizmetleri olduğunu özellikle belirtmek isterim. En önemlisi de bu üç kurumumuzda da sayıları az olmakla beraber gelecekteki gelişmeler için deneyimli ve uzman çekirdek teknik kadrolar oluşmuştur. Belirtilen bu üç devlet kuruluşumuzun dışında Sağlık Bakanlığımız, çevre sağlığı üzerinde etkili gayri sıhhi müesseselere yer seçimi, tesis kurulması, açılma ruhsatlarının verilmesi, müesseselerin çevre sağlık şartlarına uygunluğunun denetlenmesi kapsamında çevre sağlığı bakımından göl ve akarsularla ilgilenmektedir. Turizm Bakanlığımızda göl ve barajlarımızın turizm ve su sporları bakımından kullanımı, geliştirilmesi ile ilgili faaliyetleri mevzuat bakımından destekleme, yönlendirme işlerini yürütmektedir. Fakat eğer yeterli alt yapı yoksa veya bunların yapılmasıyla ilgili tedbirler alınmazsa rekreasyon amaçlı kullanım ve gelişmeler de zamanla göller üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Bunu kim izleyecek? Turizm Bakanlığının bu konularda yeterli bir faaliyeti ve teknik imkanı yoktur. 3030 sayılı Belediyeler Kanununa göre de; çevre sağlığının korunması ile çeşitli çevresel kaynaklardan kaynaklanan su, hava, toprak ve gürültü kirliliklerine ilişkin çalışmalarının yanı sıra, gayri sıhhi müesseselerin açılışı ve ruhsatlandırma çalışmaları, dolayısıyla göllerin korunması Belediyeler tarafından yürütülmesi gerekmektedir. Fakat Belediyelerimizin çoğunda,kaynak yetersizliğinden dolayı kanalizasyon ve arıtma tesisi gibi altyapı yoktur. Bazılarında da yetersizdir. Göllerde kirliliğin ve çevresel etkenlerin izlenmesi ve gölün korunabilmesi için teknik elemanları yoktur ve bu konularda çalışmaların yaptırılması yaklaşımları da yetersizdir. Aynı zamanda çeşitli nedenlere bağlı olarakta Belediye başkanlarının görev süreleri içinde genellikle öncelikli konuları arasında yer almamaktadır. İşte göllerimizle farklı amaç ve konularda ilgilenen ve farklı yapılanma, teknik kadro ve kaynak imkanları bakımından da farklılık gösteren aralarında da yeterli işbirliği ve diyalog sağlanamayan çok sayıda kamusal kuruluşumuzun olması yetki, görev ve sorumluluğun dağılımına ve hizmetin aksamasına neden olmaktadır. Bu durum göllerimizin çok sahibi olduğunu, fakat aslında sahipsiz olduğunu göstermektedir. Bu nedenle doğal ve yapay göllerimizi yeterince koruyamamamızın, balıkçılık, ekolojik ve kirlilik sorunlarının meydana gelmesinin önemli sebeplerinden birinin finansman yetersizliğinden ziyade çok sahiplilikten kaynaklanan kurumsal faktörler olduğunu söyleyebiliriz. Bu faktörlerin yanında veya bunlarla birlikte hükümet politikalarının, kaynakların ve yasaların yetersizliği, çevre konularına gereken önemin verilmemesi önemli etkenlerdir. Kanalizasyon, arıtma tesisi yetersizliği, birçok yerde olmaması, gölü ve havzasını çeşitli amaçlarla kullananların ilgisizliği ve yaptıkları yanlışlıklar göllerin tahribinde etken olmaktadırlar. Kurumlarımızla ilgili genel olarak değindiklerimin kurumlarımızı, yöneticilerini ve buralarda çalışan teknik elemanları tenkit ettiğim manasında alınmaması gerektiğini özellikle belirtmek - 284 -

isterim. Amacım herkes tarafından bilinen, görülen ve zaman zaman kurum personeli tarafından da çeşitli toplantılarda dile getirilen kurumlarımızın ve göllerimizin durumunun, sorunlarının irdelenmesine ve çözüm üretilmesine katkı sağlayabilmektir. Ne Yapabiliriz?, Nasıl Yapmamız Gerekir? 1.Öncelikle Tatlı Su Kaynaklarımızı çok sahiplilikten kurtarıp tüm kullanım ihtiyaçlarımızı (içme, evsel, sulama, sanayi suyu, enerji üretimi, balıkçılık, regresyon ve turizm ) kapsayan faaliyetlerin bir tek elden (kurumdan) yürütülebilecek yetkililerle donatılmış Koruma - Kullanma amaçlı Tatlı Su Kaynakları İdaresi otoritesinin ve teşkilatlanmanın ve organizasyonun sağlanması 2.Bu teşkilatlanmanın ve organizasyonun da 15-18 sayfalarda belirttiğimiz bilim adamlarının önerileri ve dünyadaki örnekleri amacında ve kapsamında olması gerektiği, 3.Böyle bir oluşumda dünya da olduğu gibi öncelikle biyolog, ekolog, limnolog, çevreci ve balıkçılık uzmanları ile ilgili diğer uzmanlara yer verilmesi ve bunların kurumda yetkili ve karar verici kılınması 4.Su kaynaklarımızla ilgili olarak gerek su kaynaklarımızla gerekse dünyanın çeşitli ülkelerine ait su kaynakları hakkında yapılan uygulamaları ve çalışmaları kapsayan veri toplama merkezi ve web sayfası oluşturulası, 5.Bu 4 madde de belirtilen yapılanma,organizasyon ve hazırlıklar tamamlandıktan sonra: a. Türkiye su kaynaklarının uzun vadeli ve kullanım amaçlı Havza Bazında Koruma Kullanma Amaçlı Ulusal Bölgesel ve Yerel Stratejilerinin belirlenmesi planlanması ve uygulamaların başlatılması b. Temel ve Uygulamalı çalışmaların bilimsel, bilgi, insan,araç-gereç, laboratuar ve finansman kaynaklarımızın en verimli biçimde kullanılabilmesi ve başarılı sonuçlar elde edilebilmesi için ilgili üniversite bilimleri ile birlikte izlemeye korumaya, ıslaha ve yönetime yönelik olarak bölgesel ve yerel güdümlü projeler şeklinde sürdürülmesi gerektiği düşüncesinde olduğumu belirtmek isterim. Bu konuda sağlanacak olan gelişmeler ve yürütülecek faaliyetler aynı zamanda AB ile yapılacak müzakereler önemli katkı sağlayacaktır. 1. sayfada açıkladığımız gibi BM Genel Sekreterliğinin su kaynaklarının yönetilmesine ilişkin önerisine de bir yanıt teşkil edecektir. Belirtilen konu, amaç ve doğrultuda yeniden yapılanma ve organizasyon sağlanabilmesi için Çevre ve Tarım Bakanlıkları ile DSİ nin bugünkü imkanlarından yararlanılması gerektiği kanısındayım.bu üç kurumumuzun irdelenerek bunlardan en uygun olanından yeniden yapılanma ve oluşum sağlanabileceği düşüncesindeyim. Fakat yıllardan beri bu kuruluşlarımızın yapılarını izleyen bir kişi olarak böyle bir teşkilatlanmanın DSİ Genel Müdürlüğünde sağlanmasının ve geliştirilmesinin daha uygun olabileceği kanısındayım. Çünkü DSİ Genel Müdürlüğü yasaların verdiği görev ve yetkiler nedeniyle; tüm tatlısu kaynaklarımızın içme, evsel, sulama, enerji amaçlı kullanılması, bu amaçlarla akarsularda baraj, gölet inşa edilmesi, bu barajlardan ve göllerden sulama amaçlı su alınması, bunlarla ilgili sulama şebekelerinin ve kanallarının yapılması, göllere regülatör ve sedde yapılması, taşkından korunma, göllere akarsu bağlanma, dere yataklarının ıslahı gibi inşaatla ilgili tüm mekanik ve - 285 -