Aytül Gürsu Hariri 19. Anadolu Psikiyatri Günleri 16-19 Haziran 2010 /Eskişehir
insan ile nesnel gerçeklik arasındaki estetik ilişki Bu ilişkiyi insanoğlu ilk çağdan beri kurmaya çalışarak, sanat ile birlikte varlığını sürdürmüştür.
İlk insan mağara duvarına resim yaparken dış gerçekliği değiştirebileceğine inanıyordu Erişilmez, güçlü ve büyük olanı basite indirgeme arzusu kendini güçlü kılma
Eski Yunan da: Herçeşit olağandışı olay ve yaratıcılığın kutsal ilhamlardan kaynaklandığına inanılırdı Plato ya göre sanatçı: Tanrılar tarafından kutsal çılgınlık verilmiş kişi
20. yy da psikanaliz ekolü: Yaratıcılık, hemen her çeşit ruhsal bozukluğu atıp kurtulma çabası Freud a göre yaratıcılık: yasaklanmış seksüel ve saldırgan dürtülerin yüceltilmesi
1952 de Kris: Sanattaki regresyonun fallik fiksasyona bağlı olmayıp, geçici-dönüşümlükontrol edilebilir olduğunu ileri sürmüş Egonun hizmetinde regresyon
İlk insan ile günümüz sanatçıları arasındaki ortak yan, dış gerçekliğin kendi bedeninde ve iç dünyasında oluşturduğu öznel görüntüyü tekrar dışlaştırabilmeleridir
Rotenberg (1987): Sanatsal yaratıcılık kavramına benlik psikolojisi açısından yaklaşarak, yaratıcı sürecin ortaya çıkmasında benlik nesnelerinin gerekli olduğunu ileri sürer
Kohut (1977): Yaratılan sanatsal yapıtın bizzat kendisi ve varsayılan izleyicinin her ikisi de benlik nesnesi işlevi görürler Sanatsal aktivite sırasında benlik ve benlik nesnelerinin arasındaki ilişkiler sebebiyle sanatçının yaşantıları değişime uğrayarak sanatsal bir yapıta dönüşür
Maslow a göre yaratıcılık: Kişinin kendini gerçekleştirme biçimidir Kendini gerçekleştirme, insan gereksinimleri piramidinin en üst düzeyini oluşturur Yani sanat, kişinin kemale uğramasında önemli bir araçdır. Kendini gerçekleştirme Değer-saygı Ait olma ve sevgi Güven Fizyolojik
Kendini gerçekleştirme yolunda hem bilinç dışını hem de bilinç düzeyindeki duygu ve düşüncelerini dış dünyaya sunuş ve ifade ediş biçimidir. Aynı zamanda da iç ve dış gerçek arasında olup biteni kabullenişidir
Hasta ile sanatçı arasındaki farklar????
Terapi amacıyla sanatın kullanıldığı akıl hastaları ile gerçek bir sanatçı arasındaki fark ise, ruh hastalarının imgeleri dışlaştırırken, kollektif sanat dilini değil, doğrudan kendi iç gerçekliğini sembolize eden öznel dillerini kullanmalarıdır
Gerçeküstü teknikle çalışan sanatçılar için bilinç dışı ilham kaynaklarından yararlanmak, sağlıklı kişiler için oldukça zor olan bir regresyon sürecini gerektirir. Hastaların ise bu regresyona ulaşmaları, dolayısıyla alışılmadık tarzda eserler oluşturmaları ve bunu özgün bir dile dökmeleri daha kolaydır.
Frida Kahlo Vincent Van Gogh
18. Yy öncesi akıl hastalarının yaptıkları sanat eserleri hiç dikkate alınmamıştı. Gerçi bazı psikiyatristler kişisel merakları sebebiyle kendileri hastaların sanatsal çalışmalarını biriktirmişlerdi. İlk olarak Fransız psikiyatrlarından Tardieu 1872 de ve Simon 1876 da ruh hastalarının resimlerine tanısal açıdan dikkat ettiler ve hastaların resimleri ile hastalıkları arasındaki ilişkiyi görmeye çalıştılar. Reja, 1907 de Delilerin Sanatı adıyla bir kitap yayınlayarak, hastaların az ya da çok sanatsal değeri olan eserler yarattığını, bunların çocukların ya da ilkel toplumlarda yaşayanların yaptıkları resimlerde görülen özelliklere benzer olduğunu açıkladı. Struben 1991, Güney 2001
1922 de Ruh hastalarının resimleri adlı kitabı yazan ve hastalardan topladığı 5000 den fazla eser ile ünlü koleksiyonunu oluşturan Prinzhorn, günümüzdeki resimle tedavinin (Art therapy, maltherapie) öncüsü kabul edilebilir. Böylece, sanatı bir terapi biçimi olarak kullanma düşüncesi de, hem özellikle duygudurum bozukluğu ve şizofreni hastalarında ya da yakın akrabalarında sanatsal yaratıcılığın gözlenmesi hem de bir grup ünlü sanatçının yaşam öyküsünde psikiyatrik sorunların varlığının belirlenmesiyle ortaya çıkmıştır. Prinzhorn 1968, Güney 2001
Yaratıcılık ve duygulanım bozuklukları arasında bir ilişki olduğunu ileri süren araştırmalar yapılmış, hatta daha ileri gidilerek bu tür ruhsal rahatsızlıkların yaratıcılığı artırdığı, dahası sanatçı olabilmek için aynı zamanda çılgın olmak gerektiği iddia edilmiştir. Çünkü yaratıcılığın ve duygulanımın düzenlendiği beyin alanları birbirleri ile paralellik göstermektedir. Nörobiyolojik modele göre fikir üretme ve yaratıcı dürtülerin düzenlendiği 3 temel beyin alanı bulunmaktadır: Frontal lob, temboral lob ve mesolimbik sistem. Psikotik düşünce ve artmış duygudurum ile ilgili nörotranmisyonu sağlayan ise, özellikle de mesolimbik ve kortikal dopaminerjik sistemdir. Andreasen ve Glick 1988, Andreasen 2010
Ayrıca yapılan diğer bazı çalışmalarda da normal populasyona göre kıyaslandığında yazarlar ve artistler arasında bipolar duygulanım bozukluğu görülme oranı daha yüksek bulunmuş olup, yaratıcılığın psikoetyolojik komponentleri arasında bilişsel süreçlerin, duygulanımın, motivasyonun ve kişilik özelliklerinin bulunduğu belirlenmiştir. Jamison 1989, Canuto ve ark. 2008, Janka 2004,Janka 2006
Yine son dekadda genetik yatkınlık ile ilgili yapılan araştırmalarda yaratıcılığın ve bipolar bozukluğun ortak genetik geçiş gösterdiği ileri sürülmektedir. Rybakowsky ve ark. 2006 Böylece sanat, psikoterapi ve psikiyatrik hastalık birlikteliği günümüz psikiyatri pratiğinde genel tedavinin yaratıcı yönünden faydalanılmasında etkin olmuştur.
Çeşitli süzgeçlerden geçirilerek günümüze kadar gerek yorumlamalar gerek eleştirmeler sonucu birtakım değişikliklere uğratılan art terapi, hem konulan klinik tanının desteklenmesinde hem tedavi etkinliğinin artırılması ve sürecinin hızlandırılmasında hem de hastanın çevresiyle iletişimini sağlayan, yeti yitimini azaltan ve sosyabilitesini artıran bir çeşit rehabilitasyon yöntemi olarak son halini almıştır.
İnsan yaratma sürecinde iken bedensel ve ruhsal güçleri bir amaç uğruna işbirliği halindedir Bu işbirliği ile ortaya çıkan eser sembolik ifadeler içerir Sembolik ifade tarzını, bir çeşit sözel olmayan konuşma şeklinde tanımlayabiliriz
hastanın nonverbal iletişimine olanak tanıyarak, çeşitli sanat dallarını, bir nevi Geçiş Nesnesi olarak kullanan terapi biçimidir.
doğrudan duygu dışavurum ve katartik bir deneyim sağlamak, bu yolla egoyu güçlendirmek, iç ve dış uyumu ve dürtü kontrolünü arttırmak, iletişim ve ilişki sorunlarını çözmek, sanat ve yaratıcılığın iyileştirici gücünden faydalanmak olmuştur. Bu sonuncusu özellikle duygudurum bozukluğu hastalarında ayrı bir anlam taşımaktadır.
Yaratıcılık için ruhsal bir sorun olması şarttır. Bipolar bozukluk da yaratmak için ideal bir ruhsal bozukluktur. Oysa: Çeşitli sanat dallarından bipolar bozukluğu olan sanatçıların olduğu bilinmekteyse de, günümüzde bu kişilerin sanatsal değeri olan eserlerini ancak remisyona girdikleri dönemde oluşturabildikleri biliniyor. Yanlış kanıya neden olan ise, bu sanatçıların eserlerinde kullandıkları simge ve sembollerin ataklar dönemindeki yaşantılarından esinlenmeleridir.
Yaratıcı, sanat yeteneği kuvvetli ya da doğrudan sanatçı olan duygulanım bozukluğu hastalarını tedavi eden klinisyenlerin en çok karşılaştıkları sorun, hastanın yapılan medikal tedavi sonucunda yaratıcılığını kaybedeceği şeklindeki yanlış düşüncesi nedeniyle tedaviye uyum göstermemesidir. Andreasen 2010 İşte bu noktada art terapinin önemi daha çok ortaya çıkmaktadır: Uygulanan art terapi sürecinde kişinin kullandığı medikal tedaviye rağmen yaratıcılığında hem artış olduğunu gözlemlemesi hem de uygulanan diğer tedaviye ek katkısının olması sonucunda tedavi ekibine güveni ve tedaviye uyumu artmaktadır.
Hastalar servise ilk yattıklarında servisteki diğer kişilere ve tedavi ekibine karşı güvensiz bir tutum içindeyken, sanat çalışmaları sırasında tedavi ekibinin kendileriyle daha yakından ilgilenmeleri, yaptıkları eserlerin beğenilmesi, tartışılması ve üzerinde konuşulması sonucu: 1.Yaratıcılık duygularının artmasına, 2.Bir işe yaradıkları düşüncesinin gelişmesine, 3.Önemsendikleri doyumunu yaşamalarına, dolayısıyla ego gücünün ve çevreye güveninin artmasına, sonuç olarak: hem ortama ve kurallara hem de tedaviye uyum sağlamalarına yardımcı olmaktadır.
Art terapinin tedaviye katkısı-2 Ayrıca akut psikotik duygulanım ataklarında, servise yattıkları ilk günlerde uygulanan art terapi tekniklerinde spontaniteyi ön planda tutup, konu seçiminde hastayı serbest bırakmak yoluyla da: 1. rahatsızlık duymadan tamamen içinden geldiği gibi iç dünyasını yansıttığı eserleri oluşturmasına ve 2. tedirginlik duymaksızın bu eserin ne ifade ettiği üzerinde konuşabilmesine 3. dolayısıyla tedavi ekibinin hasta hakkında daha iyi bilgi edinebilmesine yardımcı olur.
Üstelik art terapi seansları sırasında hastaların, diğer hastalarla birlikte ortak bir görevi paylaşmaları, ilgi alanları ve duyguları açısından ortak noktalar bulmaları ve seans sırasında birbirleriyle daha anlamlı sohbet ortamı elde etmeleri de bir çeşit grup terapisi niteliğini oluşturmakta ve bu da sosyalleşmelerine katkıda bulunmaktadır.
29y bekar bayan BP hastası. Bilgisayar Müh. 10 yıllık hastalık öyküsü 2007 öncesi 2 depresyon ve 1 hipomanik atak nedeniyle BP II tanısı 2007 de yoga ve meditasyon yaparken aniden işini bırakıp, Tayland a inzivaya çekilmeye ve kendi iç dünyasını keşfetmeye karar veriyor İnzivada iken ilk manik atağın gelişmesi nedeniyle yurda dönüyor ve koruyucu tedaviye alınıyor
İnzivada iken kendi iç dünyasını keşfetme yolunda çeşitli farkındalıklarını yazmaya başlıyor. Giderek bu yazmalar denemeler halini alıyor. Son dönemde hikayelere dönüşüyor. Yazar olma kararı alıyor. Ekim 2009 dan beri yan etkileri nedeniyle ilaçları kendi kararı ile bırakıyor Halen sık kontrollar ile ilaçsız takip ediliyor. Bu noktada hastanın yazma becerisine ve yaratıcılığına eğilinerek, bu yetisinden tedavisinde faydalanabileceği konusunda destek verildi. Hasta Ekim 2009 dan beri ilaçsız olmasına karşın dalgalı gidiş dışında bir duygulanım atağı geçirmedi, duygulanımındaki değişiklikleri hızla farkederek kontrol altına almayı öğrendi.
İçsel duygularımı yazma başlangıçta içimdeki ve zihnimdeki aşırı enerjiyi dışarı vermemi ve bu yoğun enerjinin kendime ya da çevreme zarar verici niteliğini ortadan kaldırmamı sağladı. Derken bu patlama noktasına gelen enerji fazlalığımdan yararlanmayı keşfettim. Yani bu enerjim vasıtasıyla hikaye yazma konusunda gelişmeyi istedim ve kendi düşüncelerimi, duygularımı tahlil edip, kendimi tanımaya, yanlışlarımı görmeye başladım. Olumsuz bir moda geçtiğimde doğrudan farkedip kendimi toparladığımı gördüm ve bunun gerçekten bana bir terapi olduğunu farkettim.
Deli olduğumu söylediler. Ama deliliğin, zekanın en üst düzeydeki temsilcisi olup olmadığı, görkemli olan çoğu şeyin -ve derin olan herşeyin- hastalıklı düşüncelerden, sıradan aklı feda etmek pahasına yüceltilen ruh durumlarından fışkırarak çıkıp çıkmadığı sorusu hâlâ yanıtlanabilmiş değil. Edgar Allan Poe Eğer şu lanetli hastalık olmaksızın çalışabilseydim, kimbilir belki de başarabilirdim Vincent Van Gogh