GEÇİŞ DÖNEMİ SÖZLEŞMELERİ VE SERBEST PİYASA SİSTEMİNDE TETAŞ VE EÜAŞ Av. Mehtap POYRAZ Osmangazi EDAŞ ÖZET Elektriğin yapısal ve fonksiyonel özellikleri nedeniyle Kanunla getirilen düzenlemelerden bir tanesi Geçiş Dönemi Sözleşmeleri (GDS) olarak adlandırılan düzenleme ve bunları yönetecek olan TETAŞ ve EÜAŞ kamu tüzel kişilikleridir. TETAŞ bu düzenlemelerde kamu toptan satış şirketi olarak sınıflandırılmıştır. Konu ile ilgili temel düzenlemeler 4628 sayılı kanunun geçici 9, 10 ve 14. Maddelerinde yer almaktadır. Bu maddeler incelendiğinde Kanun Koyucunun temel endişesinin arz güvenliğinde yaşanabilecek sıkıntıları ve elektrik piyasasının oluşturulmasında yaşanabilecek adaptasyon zorluklarını aşmak olduğu görülmektedir. Hali hazırdaki 9. Madde düzenlemesine göre bu adaptasyon sürecinin onu 31.12.2012 olarak öngörülmüş bulunmaktadır. Geçici 10. Madde ile de enerji alım-satımlarında GDS lerin imzalanması yükümlülüğü getirilmiştir. Geçici 14. Madde ile; serbest piyasa sistemine geçişte çok önemli rol üstelenecek olan perakende satış lisansı sahibi dağıtım şirketleri belli oranlarda enerjiyi satın alam yükümlülüğü altına sokulmuşlardır. Uygulamaya akıldığında zorunlu tutulan bu alım miktarlarının oldukça yüksek miktarlara ulaştığı görülmektedir. Dolayısıyla burada; perakende satış lisansı sahibi dağıtım şirketleri için öngörülen yüksek oranlardaki enerji alımları ile piyasada rekabetin nasıl yaratılacağı endişesi ortaya çıkmaktadır. İlk etapta görülen bu olumsuzluğun yanı sıra bu tür bir yapının olumlu etkileri olabilir mi? Yani böyle bir düzenleme serbest piyasa sisteminin oluşturulmasında engel olarak görülmeli mi? İşte konu ile yapmaya çalışacağımız araştırma ile bu ve buna benzer sorular için cevap verilmeye çalışılacaktır.
1 GİRİŞ 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun (EPK) 3 Mart 2001 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte Ülkemiz elektrik sektöründe serbest piyasa mekanizmasının oluşturulmasında çok önemli bir sürece girilmiştir. Elektrik endüstrisinde serbestleşme ve dolayısıyla özelleştirme çalışmalarına her ne kadar 1980 li yıllarda başlanılmış ve çeşitli modeller denenmişse de, piyasayı rekabete dayalı bir yapıya kavuşturma çalışmalarına ilişkin ciddi olarak 4628 sayılı kanunla başlanıldığı kabul edilmektedir. Bilindiği üzere elektrik doğal tekel özelliklerine sahip mal özelliği arz etmektedir. Doğal tekel özelliği gösteren piyasalar ise kalıcı piyasa aksaklıklarına sahip bulunmaktadırlar. Yani bu tip piyasalar da tek başına rekabet piyasayı verimlilikten uzaklaştırırken, toplumsal refah kaybına neden olmaktadır. Dolayısıyla kalıcı piyasa aksaklıklarının yaşandığı diğer tüm piyasalar gibi elektrik piyasası da regülasyona yani devletin bu yapıya müdahalesini gerekli kılmaktadır. Zira her ne kadar serbestleşme ve özelleştirme hedefli politikalarda elektrik ticari bir mal olarak kabul edilse de bu malın kamusal niteliği göz ardı edilemeyecek derecede önem arz etmektedir. İşte elektriğin, kamusal özelliği de olan ticari bir mal olma özelliklerinin bir arada bulunması ve bu iki özelliğin dengelenmesi zorunluluğu nedeniyle, elektrik piyasası için diğer piyasa mallarından daha farklı çözüm bulunması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ülkemiz açısından bu çözüm arayışlarına ilişkin uygulamalardan birisi de geçiş dönemi uygulamaları ve bu uygulamaların bir kısmını oluşturan Geçiş Dönemi Sözleşmeleri (GDS) karşımıza çıkmaktadır. 2 GEÇİŞ DÖNEMİ VE UYGULAMALARI Elektrik her ne kadar ticari bir mal olarak kabul edilse de, bu mal bünyesinde diğer ticari mallarda bulunmayan özellikleri barındırmaktadır. Örneğin: depolanamaması, anlık arz ve talep dengesinin sağlanması zorunluluğu ve dalgalı talep yapısı, bölgesel üretim yapılması gerekliliği, tüketicilerle direk bağlantılı olması, üretiminin toplumlar için temel ve zorunlu olması gibi. Piyasalarda tüm bu özelliklerin bir arada bulunduğu başka bir mal bulunma olasılığı çok ender rastlanılacak bir durumdur. Dolayısıyla böyle bir malın serbest piyasa ortamında işlem görebilmesi geçiş dönemi uygulamalarını zorunlu kılmaktadır. [1] Bu geçiş döneminde kısa ve orta vadeli yol haritalarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu yol haritalarından ilki 17.03.2004 tarihinde açıklanan Elektrik Enerjisi Sektörü Reformu ve Özelleştirme Strateji Belgesi, ikincisi 17.05.2009 da yürürlüğe konulan Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi dir. Strateji belgelerinin her ikisinde de öngörülen geçiş dönemi sonu, 4628 sayılı kanunda son yapılan değişiklikle 31.12.2012 olarak belirtilmiştir. Kısacası her platformda kabul edilen, elektrik piyasasının rekabetçi piyasa yapısına geçişi amacıyla yapılacak çalışmalarda başta arz güvenliğinin sağlanması olmak üzere geçiş döneminin zorunlu olduğudur. Bu dönem Kanunun Geçici 9. maddesi ile [1] 18.05.2009 Tarih ve 2009/11 Sayılı YPK Kararı: Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi, s.1
Ülkemiz açısından 31.12.2012 olarak kabul edilmiştir. [2] Serbest piyasa sistemine adaptasyon süreci olarak da tanımlayabileceğimiz bu dönemde piyasada rol alan/ alabilecek olan tüm kamu ve özel sektör katılımcılarının uyması gereken kurallar belirlenmiş ve piyasanın sağlıklı işleyebilmesi amacıyla bu kurallara uyma zorunluluğu getirilmiştir. Geçiş döneminde yapılması öngörülen uygulamalar ile ilgili eylem planını ilk defa 2004 yılı Strateji Belgesinde görmekteyiz. Bu belgede VII. GEÇİŞ DÖNEMİ UYGULAMALARI başlığı altında; a- Piyasa Uygulamaları b- Tarifeler c- Geçiş Dönemi Sözleşmeleri d- Mevzuat Çalışmaları, olarak dört bölümde düzenleme yapılmıştır. Geçiş döneminde yapılacağı belirtilen bu başlıklar altında olan düzenlemelere bakıldığında Kanun Koyucunun endişesinin hep arz güvenliği nin sağlanması temelinde yoğunlaştığı görülmektedir. Zira bu alanda yaşanabilecek herhangi bir sıkıntı tüm yapılmak istenenleri tehlikeye düşürebilecek boyutta önem arz etmektedir. Bu endişeye ikinci Strateji belgesinin Amaçlar başlığı altında Piyasa yapısı ve piyasa faaliyetlerinin, arz güvenliğini temin edecek şekilde oluşturulması ve sürdürülmesi diyerek de işaret edilmektedir. 2004 tarihli strateji belgesinde yapılan bu düzenlemenin benzeri 2009 yılı strateji belgesinde de bulunmaktadır. Her ne kadar burada açık bir şekilde Geçiş Dönemi Uygulamaları diye ayrı bir düzenleme bulunmasa da belgenin tamamına, arz güvenliğini sağlayacak şekilde serbest piyasa koşulları oluşturulurken nasıl bir uygulama bizi başarıya götürür düşüncesinin hakim olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu düşünceden hareketle bir geçiş döneminin kurgulandığı görülmektedir. Örneğin: Belgenin 3.1.6. maddesindeki geçiş dönemi sözleşmelerinin uygulanması ile ilgili düzenleme; 3.2. maddede ki tarifeler ve fiyatlandırmaya ait bölüm yine piyasa yapısının geliştirilmesi ile ilgili planlamalar gibi. 3 GEÇİŞ DÖNEMİ SÖZLEŞMELERİ ( GDS ) Temelde arz güvenliği endişesiyle getirilen ve uyulması gereken geçiş dönemi uygulamalarından birisi de GDS lerdir. Bu dönemde yapılacak enerji alım-satım sözleşmelerini yönetmek ve uygulamakla yükümlü iki piyasa oyuncusu bulunmaktadır: TETAŞ ve EÜAŞ. Bu iki oyuncudan TETAŞ 4628 sayılı kanunun 2. Maddesinin 4. fıkrasının (d) bendinde kamu toptan satış şirketi olarak tanımlanıp görevleri belirlenmiştir. Ardından gerek Kanunun geçici 10. Maddesi ile gerekse strateji belgeleri ile dağıtım şirketleri ile TETAŞ-EÜAŞ ve bağlı grupları arasında enerji alım-satımına ilişkin sözleşme [2] Süreler konusunda tebliğ hazırlanır iken var olan kanuni düzenlemeler dikkate alınmıştır. Her ne kadar ortada hazırlanmış bir kanun taslağı bulunsa da 2012 yılı içinde kanunlaşma konusu belirsizliğini korumaktadır.
yapma zorunluluğu getirilmiştir. Bu yükümlülüklere uyma zorunluluğu bakımından kamu ve özel sektör dağıtım şirketleri arasında fark gözetilmemiştir. 3.1 EÜAŞ IN SEKTÖRDEKİ YERİ Yapılan düzenlemelerle geçiş dönemi sözleşmeleri ile hem arz güvenliği hem de kamu kesiminin elinde bulunan üretimin, dağıtım şirketleri aracılığıyla piyasaya tahsisi öngörülmektedir. İşte bu noktada GDS lerin kamunun üretim kapasitesi ile olan bağlantıları dolayısıyla üretim sektörünün özelleştirilmesi gündeme gelmektedir. Dolayısıyla da bu sözleşmelerin varlık nedenlerinden birinin de devletin üretim sektöründe sahip olduğu pay ve üretim kapasitesi olduğu görülmektedir. Üretim sektörü ile ilgili siyasi iradeye baktığımızda, her iki strateji belgesinde de üretimin özelleştirilmek istendiğine dair açık bir irade beyanıyla karşılaşılmaktadır. Her iki belgede de ortak amaç; endüstrinin serbest piyasa koşullarına uyumunu sağlayarak üretimde güvenli bir yatırım ortamı sağlamak, kapasite artışını sağlamak yani özel sektör kaynaklarını harekete geçirmek planlanmaktadır. Bu amaçlar doğrultusunda 1. Strateji Belgesi eylem takvimine baktığımızda 2010 yılına kadar üretim özelleştirmelerinin yapılması ya da büyük oranda bitirilmesi hedeflenmekteydi. Oysa 2009 yılına gelindiğinde çıkartılan strateji belgesinde de aynı hedeflerin belirtildiği görülmektedir. Dolayısıyla bu hedefi gerçekleştirebilmek için EÜAŞ ın yeni yatırımlar ve yeni üretim tesisleri yapması, işletmesi ve kiralaması faaliyetleri askıya alınmış, görevi ağırlıklı olarak kamuya ait santrallerin işletilmesi, bakımı, onarımı ve rehabilitasyonları ile sınırlandırılmıştır. Bu doğrultuda baktığımızda, ilerleyen yıllar içerisinde özel sektörün elektrik piyasasında daha fazla pay sahibi olmasının istendiği planlanmaktadır. Fakat bugün gelinen nokta itibariyle planlanan hedeflerin çok gerisinde kalındığı görülmektedir. Piyasa yapısına baktığımızda, 2011 yılı itibariyle üretim sektörü enerji üretiminin yaklaşık %40-41 inin, kurulu gücün yaklaşık %45-46 sının kamu şirketlerinin kontrolünde olduğu görülmektedir. [3] Strateji belgelerine bakıldığında devletin bu sektörde kalmak istemesi ve/veya kalacaksa kalacak ise hangi payla kalmak istediğine dair net bir düzenleme görülmemekle birlikte 2009 yılı strateji belgesinin 4.2 maddesinin Üretim Tesislerinin Özelleştirilmesi başlığı altında Özelleştirilecek üretim tesislerinin belirlenmesinde ve portföy halinde gruplandırılmasında piyasada hakim güç oluşturmaması ve rekabetin sağlanması temel kriterler olarak alınacaktır düzenlemesini görmekteyiz.burada ise hakim durum oluşturmama tanımlamasıyla olaya açıklık getirilmediğini düşünüyoruz. Zira düzenleyici otoriteye göre hakim güç oluşturmamanın bir ölçüsü var mı, varsa hangi oran kast edilmektedir? Oysa yaşanan tecrübelerle bilinmektedir ki Kaliforniya krizinde olduğu gibi bazı durumlarda % 5-6 lık paylar dahi üretim sektöründe hakim güç konumuna gelebilmektedir. Bu açıdan belki 4628 sayılı kanunun 2. Maddesinin 4/a/2. bendindeki düzenleme hakim güç oranının tayininde uygulayıcılara ışık tutabilir. Zira burada kanun koyucu özel üretim şirketlerinin Türkiye elektrik enerjisi kurulu gücünün ancak %20 sine kadar sektörde pay sahibi olmalarına izin vermiştir. [3] www.enerji.gov.tr/yayınlar-raporlar, ziyaret tarihi 16.07.2012
Sonuç olarak her ne kadar bu konuya ilişkin direk bir irade beyanına rastlamasak ta uygulamaya bakıldığı zaman yani dolaylı olarak kamunun her zaman üretim sektöründe belli bir paya sahip olacağı sonucu çıkmaktadır. Örneğin: mülkiyet satışına Anayasa gereği izin verilememesinden dolayı hidrolik santraller nedeniyle sahip olunacak pay gibi. Ki 2009 tarihli strateji belgesinin yukarıda belirttiğimiz 4.2. madde düzenlemesi de bizce kamunun üretim sektöründe her zaman bir paya sahip olacağı kanaatini vermektedir. Üretim sektöründe kamu kesiminin sahip olduğu hisseleri diğer ülke verileri ile kıyaslayacak olursak; AB ülkelerine baktığımızda üretim sektöründe genelde tekelci bir yapının varlığı görülmektedir. Örneğin: Yunanistan da %92, Fransa da %87 lik bir payla tekelci bir yapı bulunmaktadır. Bu konuda en liberal yapıya sahip Polonya da dahi bu oran %18 ler civarındadır. Ülkemiz için EÜAŞ ın payı 2002 li yıllarda %60 lar civarında iken bu oran 2011 yılına gelindiğinde %40 lara inmiştir. Rakamsal bazda baktığımızda çok hızlı olmasa da üretim piyasasında ciddi bir liberalleşme görülmekle birlikte hali hazırdaki payıyla EÜAŞ sektörde bir süre daha lider konumda olmaya devam edecektir. 3.2 TETAŞ IN SEKTÖRDEKİ YERİ 2001 yılında 4628 sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle yeni bir iktisadi devlet teşekkülü ile karşılaşılmıştır: TETAŞ. TETAŞ ın bu yapıda temel görevi; kamu tarafından imzalanmış sözleşmeler, Yİ ve YİD modeli ile kurulmuş olan santraller ile İHD yoluyla özel sektöre devredilmiş olan santrallerle, 15-20 yıl gibi sürelerle verilen enerji alım taahhütlerini üstlenerek serbest piyasa koşullarına daha rahat bir geçişi sağlamak olarak belirtilmiştir. [4] Elektrik endüstrisine ilişkin yapılan çalışmaların başında TETAŞ geçiş dönemi yapılanmalarından biri olarak öngörüldüğü için lisansı2009 yılına kadar 7 yıl olarak verilmiş iken bu süre daha sonra 2012 yılına kadar uzatılmıştır. TETAŞ ın temel kurgulanmasında geçiş dönemine özgü olarak görüldüğü için bu döneme has başka sorumlulukların ve ihtiyaçların ortaya çıkması halinde bunları da üstlenmesi istenilmiştir. Örneğin: fiyat eşitleme mekanizmasının işletilmesi gibi. Kurulması düşünülen piyasa yapılanması gereği TETAŞ ında görevlerinin geçiş dönemi boyunca azaltılarak sonlandırılması düşünülmüştür. Fakat bugün itibariyle gelinen noktada kamuya ait dağıtım şirketlerinin yaklaşık %60 ı, özelleştirilen dağıtım şirketlerinin enerji alımlarının yaklaşık %40 ı TETAŞ la yapılmaktadır. Toplam tüketimde ise yaklaşık %35 lik paya sahip bulunmaktadır. TETAŞ ın kurulmasında gösterilen üstteki gerekçelere baktığımızda yani uzun vadeli enerji alım anlaşmaları, hükümetler arası yapılan anlaşmalarla öngörülen enerji ithalat ve ihracatı çerçevesinde TETAŞ ın görevini sürdüreceği sonucuna varılabilecektir. Ki Bakanlık sektör raporunda TETAŞ ın önümüzdeki 5 yıl içinde payının %30 larda olmasının hedeflendiği belirtilmiştir. Buna ilaveten nükleer enerji santrallerine verilen alım garantisi gereği bu işin TETAŞ aracılığıyla yapılması planlanmaktadır. Kısacası TETAŞ ın da EÜAŞ gibi sektörde sahip olduğu pay nedeniyle varlığının öngörüldüğü şekilde sonlandırılması zaman alacak gibi görünmektedir. [4] www.enerji.gov.tr/yayınlar-raporlar, ziyaret tarihi 17.07.2012
3.3 SÖZLEŞMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE PİYASAYA ETKİSİ TETAŞ ve EÜAŞ ın sektörde sahip oldukları pazar paylarına bakıldığında piyasada kamu kesiminin ağırlığını hissettirdiği görülmektedir. Geçiş dönemi uygulamaları nedeniyle dağıtım şirketleri ile TETAŞ ve EÜAŞ arasında enerji alım-satım anlaşmaları yapma zorunluluğu getirilmiş bulunmaktadır.2012 yılında bitmesi planlanan bu uygulama ile ilgili olarak dağıtım şirketlerinin enerji alış portföylerine bakıldığında bu sözleşmelerin yaklaşık %80-85 lere varan oranlara denk geldikleri görülmektedir. Üstelik getirilen düzenlemeler gereği GDS lerle alınan enerjinin dağıtım şirketleri tarafından serbest tüketicilere satışına izin verilmemektedir. Dağıtım şirketleri ancak GDS ler harici almış oldukları enerjiye ilişkin ikili anlaşmalarla satış yapma hakkına sahip bulunmaktadırlar Yukarıda belirtilen kısıtlar çerçevesinde sektörü değerlendirdiğimizde; ilk etapta bu koşulların serbest piyasa kurallarıyla bağdaşmadığı görülmektedir. Zira gerek 4628 sayılı kanun gerekse strateji belgelerinde varılmak istenen hedef, dengeleme ve uzlaştırma mekanizması ile birlikte temelde ikili anlaşmalara dayanan serbest piyasa yapısını kurmak olarak belirtilmiştir. Oysa var olan yapı ve uygulamalar ile kurulmak istenen yapı çelişki arz etmektedir. Fakat söz konusu olan elektrik gibi bir ticari mal olduğu zaman olayın başka boyutları ile birlikte ele alınarak piyasa sisteminin değerlendirilmesi zorunluluk arz etmektedir. Bu değerlendirmeyi olan yapı ve düzenlemeleri ele alarak yaptığımızda; Kanuna baktığımızda GDS lerle ilgili anlaşma yapma zorunluluğu 31.12.2012 tarihinde sona ermektedir. Yani dağıtım şirketlerinin 2013 yılında başlayacak yeni dönemde böyle bir yükümlülükleri olmayacaktır. Fakat bu yeni dönemde üretim özelleştirmeleri istenilen aşamada yapılamamış olacak ve dolayısıyla üretim sektöründeki kapasitenin %40 ı kurulu gücün ise yaklaşık %45 ine sahip bir piyasa oyuncusu rekabetçi sisteme giriş yapacaktır. Doğal olarak bu büyüklükte bir oyuncunun piyasaya girişi onu hakim güç pozisyonuna getirecektir. Oysa elektrik endüstrisi de dahil herhangi bir piyasada hakim durumda bulunma ve bunun getireceği sakıncalı uygulamalar açısından kamu ve özel sektör arasında temel davranışlar konusunda fark olmadığı kabul edilmektedir. Hakim gücünü kötüye kullanma kamu sektörüne ait kuruluşlarda da sık karşılaşılan bir eylem olmaktadır. Örneğin: Rekabet Kurulu 17.09.2003 tarih ve 03-61/748-352 karar sayılı kararında TC Devlet Demir Yolları İşletmesi ile HAT Denizcilik Ltd. Şti. arasında inceleme konusu olan bir olayda Demiryolları tarafından 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanununun ihlal edilip edilmediğini incelemiş ve KİT lerin bu kanun hükümleri ile bağlı oldukları sonucuna varmıştır. Yine Rekabet Kurulu 02.03.2012 tarih ve 12-09/287-85 Karar sayılı kararında Şişli Belediyesinin kamusal yetkisini kullandığı için teşebbüs kavramı içinde sayılamayacağına dolayısıyla 4054 sayılı kanun kapsamına girmeyeceğine karar vermişse de, Belediyenin sınırları dışından ekmek getirilmesine ilişkin yasağının rekabeti sınırlandırıcı olduğunun da tespitini yapmıştır. Hakim güç sahibi olunan durumda özellikle hakim durum pozisyonunda bulunan bir kamu şirketi ile özel sektöre ait bir şirketin davranışları saik açısından farklılık arz etmektedir. Zira özel sektör ağırlıklı olarak hakim durumda bulunan bir şirket ile kamusal yapılanmaya ait bir şirketin öncelikleri farklı olacaktır. Özel sektöre ait şirketlerin hakim durumlarını kötüye kullanmaları sonucunda elde edilen faydaya ilişkin en güzel örnek Kaliforniya Krizindeki şirketlerin davranışları gösterilebilir. Zira bu olay sonucu yaşana kar marjlarıyla şirketlerin ortaklarının Forbes in dünyanın en
zenginleri listesinde başlarda yer aldıkları görülmüştür. Kamusal yapıya ait şirketlerde ise en büyük endişe kaynağı, bu şirket yönetimlerinin siyasi iradeden ne derece bağımsız davranabilecekleri noktasında toplanmaktadır. Zira şirket yönetimlerinin oluşturulması, atanmaları dolaylı ya da dolaysız siyasi irade ile bağlantılı bulunmaktadır. Zira enerji ülkelerin ekonomik göstergelerinin belirlenmesinde oldukça önemli bir kalem olmaktadır. Dolayısıyla yapılacak herhangi bir müdahale piyasa şartlarından uzaklaşılarak gerçek maliyeti yansıtmayan seviyelerde fiyatların oluşmasına yol açacaktır. Ki her iki durumda da oluşturulan fiyatlar piyasanın işleyişini sıkıntıya sokacaktır. Örneğin: EÜAŞ ve TETAŞ ın tamamen serbest piyasa koşullarında ikili anlaşmalarla ve/veya havuz üzerinden enerji satışı yaptığını varsaydığımızda, bu şirketlerin kar yapmak amacıyla fiyat belirlemeleri halinde sonuç itibariyle tüketiciler maliyetlere katlanmak zorunda kalacakları için ekonomik göstergelerde sıçramalara neden olacağı gibi devletin sosyal devlet imajına da olumsuz katkı sağlayabileceğinden kabul gören bir politik tercih olmayacaktır. Fiyatların gerçek maliyetlerden daha düşük belirlenmesi durumunda ise diğer piyasa oyuncuları üzerinde baskı yaratacak ve onları piyasadan çekilmeye zorlayacaktır. Kısacası her iki yönlü davranışlarda enerji fiyatlarını marjinal maliyet seviyesinden uzaklaştırarak serbest piyasa koşullarıyla ulaşılmak istenen hedeften sapılmasına yol açacaktır. Ki pazarda bu büyüklükte paya sahip kamu şirketlerinin siyasi iradeden bağımsız hareket edebilecekleri ihtimali çok düşüktür. Bunun bir diğer nedeni de enerjide özellikle uzun vadeli politikaların belirlenmesi ve uygulanması sorumluluğunun ve arz güvenliğinin hükümetlerin sorumluluğunda kabul edilmesidir. Yine bu büyüklükteki şirketlerin spot piyasada işlem yapmaları ise sistemi daha da kırılgan hale getirebilecektir. İşte tüm bu olumsuzluklar kamu şirketlerinin payının azaltılmasını gerekli kılmaktadır. Bu konuda Strateji belgelerine bakıldığında hakim güç oluşturmama EÜAŞ ın payının belirlenmesinde ışık tutabilecek bir argüman iken, TETAŞ için öngörülen düzenlemeler bu yapılanmanın geçiciliğine işaret edilmektedir. Oysa uygulamada en azından nükleer santraller nedeniyle yapılan alım garantili sözleşmeler buna engel oluşturacak gibi durmaktadır. Hali hazırda gerek TETAŞ ın gerekse EÜAŞ ın sektörün yaklaşık yarısına yakın bir paya sahip bulunmaları nedeniyle bu durum diğer sektör oyuncularında çekincelere neden olmaktadır. Zira sektördeki pek çok oyuncu henüz kendi üretim kapasitesine sahip olmadığı gibi olanlarda bu iki büyük yapı ile başa çıkabilecek güce sahip bulunmamaktadırlar. Özellikle özelleştirilen dağıtım şirketleri birebir bu yapıyla ikili anlaşmalar zemininde bulunmakta çekincelere sahip bulunmaktadırlar. Ki anlaşma gerçekleşmediği taktirde tarafların spot piyasada işlem yapma olasılıkları her iki taraf içinde riskli görünmektedir. 4 SONUÇ Ülkemiz elektrik endüstrisi için gerek 4628 sayılı kanunda gerekse Strateji Belgelerinde belirlenen nihai hedef; daha fazla toplumsal refah amacıyla serbest piyasa koşullarının oluşturulmasıdır. Gelinen noktada bu hedefe ulaşabilmek için hala yapılması gerekenler olduğu görülmektedir. Örneğin, dağıtım özelleştirmelerinin tamamlanamaması, üretim endüstrisinde özel sektör ağırlıklı yapının kurulamaması, TETAŞ ve EÜAŞ ın paylarının azaltılamaması gibi. Fakat tüm bu uygulamaların detaylandırılmadan yapılmasının hiç yapılmamasından daha çok zarar vereceği kabul edildiği için geçiş dönemine ihtiyaç duyulmuş bulunmaktadır. İşte GDS lerde böyle bir endişenin sonucu uygulamaya konulmuş sözleşmelerdir. Gerek orta vadede
TETAŞ ın varlığını koruyacak olması, gerekse üretim özelleştirmelerinin daha yapılamamış olması GDS leri uygulanması gerekli kılmaktadır. Ki özellikle özel sektörün yeterli üretim kapasitesine henüz sahip olamaması da bu sözleşmelerin varlığını destekler görünmektedir. GDS ler ilk bakışta her ne kadar rekabetçi piyasaya geçişi engeller bir yapı arz etmekte ise de, piyasa yapısının tam oluşturulamadığı durumlarda tüm tarafları korumak adına bu tip sözleşmeler zorunluluk arz etmektedir. Dolayısıyla süresi 31.12.2012 biteceği kararlaştırılan bu sözleşmeler değerlendirilirken, arzu edilen piyasa yapısına ne derece yaklaşıldığı büyük önem arz etmekte ve ona göre değerlendirilmeyi gerekli kılmaktadır.