ORTAK DÜŞLER. ERİCH FROMM Kimileri eğitimleriyle aydınlanırlar Kimileri ise rüyalarıyla... SAYFA 4



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ÖZEL EGEBERK ANAOKULU Sorgulama Programı. Kendimizi ifade etme yollarımız

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Kuş Gözlemciliği. Süleyman Ekşioğlu Kuş Araştırmaları Derneği

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Düşüncelerimizi, duygularımızı ve kültürümüzü oyunlar aracılığı ile ifade ederiz.

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

AVCILIK. İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir.

MOTİVASYON. Nilüfer ALÇALAR. 24. Ulusal Böbrek Hastalıkları Diyaliz ve Transplantasyon Hemşireliği Kongresi Ekim 2014, Antalya

Mantıksal Operatörlerin Semantiği (Anlambilimi)

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

GÖKKUŞAĞI KOLEJİ PYP SORGULAMA PROGRAMI

9. Sigarayı bırakma zamanı

OYUN VE ÇOCUK. -Çocuğun iç dünyasını anlayabilmek. -Çocuğun olayları anlamasına yardım etmek. -Çocuğa olaylarla baş etme becerileri kazandırmak

3. Genelde kendimi başarısız bir kişi olarak görme eğilimindeyim. 4. Ben de diğer insanların birçoğunun yapabildiği kadar bir şeyler yapabilirim.

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Tüketici Satın Alma Davranışı Tüketici Davranışı Modeli

Aşkı Yorgunluktan Koruyan ve Taze Tutan 6 Kural - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

İletişimin Sınıflandırılması

3-6 YAŞ GELİŞİM ÖZELLİKLERİ

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TERAKKİ VAKFI ÖZEL ŞİŞLİ TERAKKİ ANAOKULU EĞİTİM YILI Bilgi Bülteni Sayı:7 4 5 YAŞ ÇOCUKLARININ GELİŞİM BASAMAKLARI

Doğum Yeri 2,2 4,4 2,2 4,4 4,4 2,2 2,2 2,2 28,8 2,2 6,6 17,7 4,4 4,4 2,2

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ REHBERLİK POSTASI 4

ÇOKLU ZEKA ÖZELLİKLERİ

Nasıl Bir Zekâya Sahipsiniz? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim. Ayın Testi

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem.

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Sevda Üzerine Mektup

Gök Mekaniği: Giriş ve Temel Kavramlar

D Kendiniz hakkındaki düşünceleriniz değişkenlik gösterir mi, yoksa her zaman aynı mıdır?

DUYGUSAL ZEKA. Birbirinden tamamen farklı bu iki kavrama tarzı, zihinsel yaşantımızı oluşturmak için etkileşim halindedirler.

Eğitim Öğretim Yılı Kütüphane Bülteni. Sayı:1 Nisan 2015

ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (19 Aralık Şubat 2017)

ÇOCUK VE OYUN 4.HAFTA

Hayatı ve Çalışmaları

1.Aşama (Cüzdanını doldurmaya başla) Para kazanmanın birçok yolu var. Bu yolların hepsi birer altın kaynağıdır ve işçiler bu kaynaktan

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

YARATICI ÖĞRENCİ GÜNLERİ Her Öğrenci Yaratıcıdır

Anksiyete ve gerginlik veya endişe. Eminim bunu son zamanlarda hepimiz yaşıyoruz.

Digital Age. Yeni Nesil Mutluluk Araştırması. Nisan, ZENNA Digital Age Yeni Nesil Mutluluk Araştırması Nisan, 2017

İçindekiler. Giriş. Bölüm 1: MINDFUCK ya da olasılıklarımız ve gerçek yaşamımız arasındaki boşluk 15

Öğrenciler 2 yıllık çalışma sürecinde;

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

KAYNAK: Birol, K. Bülent "Eğitimde Sanatın Önceliği." Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

Nükhet YILMAZ HAYAT BİLGİSİ Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası nı kutladık. Halk ekmek fabrikası gezisine katıldık. TÜRKÇE * Dilbilgisi:

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

fizik güncesi ALBERT EINSTEIN DAN 10 HAYAT DERSİ Haftalık E-bülten MARMARİS KAMPÜSÜ

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

Kahraman Kit Misafirlikte

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi


A2 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

BİRLİKTE YAŞAMA(KASIM-ARALIK)

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

DAVRANIŞ BİLİMLERİ DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN İNCELENDİĞİ SİSTEMLER

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

1. Soru. Aşağıdakilerden hangisi bu paragrafın sonuç cümlesi olabilir? olaylara farklı bakış açılarıyla bakalım. insanlarla iyi ilişkiler kuralım.

Çoklu Zekâ Teorisi Ek 2

TÜM BİLGİLER KESİNLİKLE GİZLİ TUTULACAKTIR. Anketi Nasıl Dolduracaksınız? LÜTFEN AŞAĞIDAKİ HİÇBİR İFADEYİ BOŞ BIRAKMAYINIZ. İsim:... Cinsiyet:...

Oyunun Adı: BARIS TOPU. Plastik top, Ek 1

OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

Kostüm Ve Aksesuarlar ÖĞR. GÖR. ÖZLEM BAĞCI

Neden Daha Fazla Satın Alalım?

Kahraman Kit Misafirlikte

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (8 Eylül Ekim 2014 )

ÖZEL VEGA ANAOKULU Öğretim Yılı 3 YAŞ KELEBEKLER SINIFI

Transkript:

KİTAPSANATFİLMTİYATROMÜZİKTARİHFELSEFEBİLİMYAZARDİZİEĞİTİMKİŞİVİDEOEKONOMİOYUNTEKNOLOJİSEYAHAT HABERSPORMEKANİLİŞKİLERSAĞLIKYAZILIMSİYASETSORUCEVAPETKİNLİKYEMEİÇMEÇEŞİTLİANKETYOUREADS YOUREADS K A N A L EDEBİYAT İNTERAKTİF KÜLTÜR DERGİSİ NİSAN 2015 ERİCH FROMM Kimileri eğitimleriyle aydınlanırlar Kimileri ise rüyalarıyla... SAYFA 4 SANAT ARTEMİSİA GENTİLESCHİ Avrupanın ilk kadın ressamı. SAYFA 26 YOUREADS MART-NİSAN SEÇKİSİ Yousers derlemeleri. SAYFA 7 interaktif kültür ağı YOUREADS.NET 1 BA Ş L A R K E N ORTAK DÜŞLER

EDITOR @töbe de @nuranyum TASARIM @queen YAZARLAR @murebbiye @captain kirk @nobody @nuranyum @martin eden @voltran @demeyy Her şeye rağmen Or neglected agreeable of discovery concluded oh it sportsman. Week to time in john. Son elegance use weddings separate. Ask too matter formed county wicket oppose talent. Kanal Dergisi, youreads yazarlarınca hazırlanan edebiyat, kültür, sanat dergisidir. Amatör bir ruhla girdiğimiz bu yolda bizlere destek veren tüm yazarlarımıza ve editörlerimize teşekkür ederiz. @koktenbilimci @abi @queen ÇIZER @sde KOORDINASYON Dergimiz bundan sonraki süreçte de yayın hayatına ücretsiz e-dergi olarak devam edecektir. Sizler de nihai amacı insanları yazmaya teşvik etmek olan dergimize edebi ve sanatsal çalışmalarınızı göndererek destek olabilirsiniz. mail: abi@youreads.net @abi

içindekiler 4 yazar aynası rüyalar masallar mitoslar - erich fromm 8 youreads seçkileri mart nisan seçkileri 10 iki kere iki beş bir ömür: ilk nefes piknik 16 iki kere iki dört evrim 18 elde var sıfır 36a 20 yirmi dokuz harf bir kar vakti hayali gök mavi adı yok page 10 kurt 28 fırça darbesi artemisia gentileschi 31 görseller kara kalem MARCH 2011 UNIVERSAL nisan 2015 youreads MAGAZINE kanal 3

yazar aynası @nuranyum erich fromm kimileri eğitimleriyle aydınlanır kimileri ise rüyalarıyla (bir sibylla özdeyişi) Rüyalar, Masallar, Mitoslar Erich Fromm 1951 yılında kitaplaştırdığı unutulan dil, rüyaların, masalların ve mitosların anlaşılmasına giriş adlı eserinde ilkin sembollerin dilini çözümlemeye çalışır, sonrasında rüya türleri ve özelliklerine değinir, ardından da yorumlama tekniklerini ele alır. s. freud ve c. g. jung dan eski yunan filozoflarına, aydınlanma devri filozoflarından çağdaş düşünürlere dek birçok yetkin kişinin rüyalar hakkındaki görüşlerinden faydalanarak kendi görüşünü dile getirir. gündelik hayatın sıradanlığı içinde insan sürekli hareket eden, gözlem yapan, yaşayan; mutlu olan, kızan, nefret eden, haz alan bir varlıktır. fromm rüyayı, insanın bu karmaşa ve koşuşturma içerisinde varlığından haberdar olmadığı tecrübe ve hatıralarının ortaya çıkması olarak yorumlar. insanlığın ortak ve en eski motifleri olan mitoslar ve günlük hayatımızda illa ki üzerinde düşündüğümüz rüyalar, ona göre esasında birbirlerine çok benzemektedirler. mitoslar ve masallar kendilerini insanlığın önce icat edip sonra unutulmaya terk ettiği sembol dili vasıtasıyla ifade eden geçmiş zaman bilgelik özdeyişleridir. masallar ve mitoslar gibi rüyalar da halkın sözlü anlatım geleneğinin sembollerden oluşan dilidir. bu dil, gündüz niyetine anlatılan düşlerden, geleceklerine dair işaret görmek için istiareye yatmaya, yüceliklerden geldiğine inanılan yol gösterme rüyalarına, ruhun uyku sırasında bedeni terk edip bilgiler eşliğinde geri döndüğüne inanılan mana rüyalarına kadar birbirinden farklı semboller üzerinden kendisini oluşturur. bu dilin anlaşılır şekilde tercümesine ise rüya yorumu denir. genelde islami kaynaklara başvurularak gerçekleştirilen bu yorumlar, sembol dilinin oluşturduğu geleneksel anlam bütünlüğünün yanısıra yorum yapacak kişinin ruhsal gelişmişliğine göre farklılıklar gösterir. kitabımıza dönersek, yazar bu kitabı sembol dilini anlayabilmek için bir giriş olarak yazdığını, bu dili yorumlamak yerine anlamak üzerine çalışılması gerektiğini önsözünde belirtmektedir. giriş kısmında rüya nedir? e açıklık getiren fromm, uyku anındaki yaratıcılığımızla ortaya çıkan rüyaların mitoslara çok benzediğine vurgu yapar. değişik insanların farklı rüyalar görmeleri ne kadar doğalsa değişik ülkelerin de farklı mitoslar yaratmaları o kadar doğaldır. sembol dilinin işleyişi kullandığımız dilin mantığından çok farklıdır. yazar açısından bu olgu tüm kültürler için aynıdır. freud un rüya ve mitos arasındaki ilişki hakkındaki yorumu da bu olguyu doğrular niteliktedir; rüyaların sırrını ne denli çözebilirsek, mitosların gizemine de o denli yaklaşmış oluruz. 4 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

sembol dilinin özellikleri bölümünde, semboller açıklayıcı örneklerle sınıflandırılarak gruplara ayrılır. sembol, başka bir şeyin yerine geçen, onu temsil edendir. semboller, her bir sembolün temsil ettiği fenomenle ilişkisine bakılarak 3 grupta ele alınabilir; geleneksel, evrensel ve rastlantısal semboller. geleneksel semboller, kişiye ya da belirli toplumlara özgüdür. rastlantısal semboller çok dar bir çevreye seslenmektedir ve onu sadece sembolün anlamını bilenler anlar. evrensel semboller ise beden, duygu ve ruh özellikleriyle ilgilidir ve tüm insanlar için geçerlidir, sınırlanamazlar. yine de bir sembol dili lehçesinden bahsetmek gerekir ki ayrı coğrafyalar için aynı sembol farklı manalara gelecektir. örneğin güneş, onu nadir bulabilen kuzey coğrafyaları için farklı, yakıcı etkilerine maruz kalan güney coğrafyaları için farklıdır. bu ve benzeri örneklerden yola çıkarak, sembollerin çok anlamlılığı hususuna değinir fromm. rüyaların özellikleri adlı üçüncü bölümde, öncelikle bu bağlamda farklı görüşlere yer verir. geleneksel yaklaşıma göre rüyalar, iyi yönlerin ortaya çıktığı tanrısal mesajlardır ya da kötü huylu cinlerce insana iletilen duygulardır; akıl dışı arzuların tatmin arayışı, en derin ve yüce hislerin açığa çıkmasıdır. sebebini de rüyada gereksiz bir şeyin görülemeyeceğine bağlar. fromm a göre rüya görmek, uykudayken, ruhun gösterdiği tüm faaliyetlerin, anlamlı ve özellikli bir biçimde yansıtılmasıdır. rüya, ne jung un tanımınca bir mitoloji imparatorluğu dur ne de freud un dediği gibi akıldışı ve cinsel isteklerin tatminidir. fromm rüyaları, düşünce ve duyguların yaptıklarımızdan etkilenmesi prensibiyle ele alır. rüyalarda toplum kurallarına karşı gelindiği, daha az itaatkâr ve bilinçli olunduğu bir gerçektir; fakat uyanık halimizden daha akıllı ve daha doğru kararlar alabilen bir tutum da izleriz ve bu da rüyaları bastırılmış güdülerin tatmini olarak açıklamayı çürütür niteliktir. insanlar uykuda bütün karmaşalarından, ailenin, çevrenin, geniş anlamda toplumun baskılarından kurtulur ve kişi rahatsız edilmeden kendini dinleme olanağı bulur. bu da kişinin en derin ve yüce duygularıyla baş başa kalabilmesi, onları rüyalarında gerçekleştirebilmesi anlamına gelmektedir. uyumanın kaçınılmaz iki yönlü işlevi vardır. ilki, toplumdan ve kültürel birikimden kopuşla birlikte rahatlıkla genel ahlak kurallarının dışına çıkılabiliyor oluşumuz, ikincisi, bilgi ve yüceliklerin engelsiz ve kısıtlamasız bir halde kendini gösterebiliyor oluşudur. rüyanın akıldışı arzuları mı yoksa akılcı duyguları mı öne çıkardığı genel olarak tüm insanlık için verilebilecek bir yargı değil, rüya sahibinin kişiliği temel alınarak açıklanabilecek bir durumdur. yorumlarda görülmüştür ki rüyaların çoğu akla dayanan ve bundan dolayı gerçekleşen bazı tahminlerdir. insanlar yeni tanıştıkları kişiler hakkındaki ilk izlenimlerinde çoğunlukla yanılmamaktadır; fakat o anki karmaşık ilişkiler ağı sebebiyle bu hislerinin farkına varamayabilirler. bu his, araştırmalarda görülmüştür ki rüyalarda kendini göstermekte ve gerçekleşmektedir. rüyalar sadece insan ilişkileri, değer yargıları ya da geleceğe yönelik tahminleri değil zihinsel ve entelektüel yetenekleri de geliştirici roller üstlenir. kekule nin kimyadaki benzol halkasının formulünü bulduğu ünlü rüyasını bu sava örnek verebiliriz. şüphesiz her rüya kişisel öğeler taşımaktadır ve bu nedenle sadece rüya sahibinin fikri yapısı, geçmişi ve duyguları ele alınarak yorumlanabilir. rüya yorumculuğu adlı dördüncü bölüme geçtiğimizde freud ve jung un, daha evvel değinilen düşüncelerinin genişletilmiş halini buluruz. freud un rüya hakkında vardığı sonuç akıldışı arzuların hayali olarak tatmin edilmesine yaradıkları ve işlevinin uykuya süreklilik kazandırdığıdır. bu akıldışı arzuların kökleri çocukluk yıllarına kadar iner. freud, gizli arzuların dillendiği rüyalara latent (gizli) rüyalar, sonradan hatırladığımız, karmaşık ve gizemli olanlarına manifest (açık ve anlaşılır) rüyalar der. rüya çalışması olarak adlandırdığı işlemlerin amacı gizli rüyaları anlaşılır rüya yapmaktır ve kullandığı yöntemler de yoğunlaştırma, kaydırma ve ikincil işlemdir. yoğunlaştırmada gizli rüyanın bazı unsurları atılmakta ve sonra bazı parçaları tekrar birleştirilerek açık rüyanın yeni bir unsuru haline getirilmektedir. kaydırma gizli rüyanın önemli bir unsurunun, açık rüyada önemsizmiş gibi görünen diğer bir unsur tarafından temsil edilmesi durumudur. ikincil işlemse değiştirme sürecini tamamlayan bir riya oluşumudur. açık rüyadaki boşluklar böylece dolar ve düzensizlikler ortadan kalkar. rüyanın anlaşılmasını güçleştiren bir başka özelliğe daha değinen freud, rüyaların gerçek hayatımızdaki unsurların tam tersini temsil edebildiği durumlardan söz eder. genelde her bireyin görebileceği bir rüya türü olan çıplaklık rüyaları da değinilen bir başka meseledir. bir evrensel sembol olan çıplaklık andersen masalları ndan kral çıplak ile ilişkilendirilir ve esas dayanağı bir cinsel yazar aynası dürtü değil otorite kral simgesine karşı gelen çocuk figüründe simgelenen hayret edebilme, kaybedilmeyen dürüstlük ve otorite karşıtlığıdır. freud a göre gün boyu yaşanan ve birbiriyle bağlantısız ve anlamsız gibi görünen olaylar rüyada bir bütün haline gelip düzen oluştururlar. fromm un açıklamasının aksine freud, masalların da rüyalar ve mitoslar gibi bastırılmış cinsel isteklerin ürünü olduğunu düşünür. rüyalarda olduğu gibi mitoslarda da ilkel dürtüler belirgin olarak ortaya çıkmaz ve freud a göre bunların da kaynağı çocukluktadır; hatta ensest arzusu, cinsel merak ve kısırlaştırılma korkusudur. bu nedenle, mitos ve masalları yorumlarken rüyalarda uyguladığı prensipleri kullanır. mitoslarda görülen semboller, insanlığın eski çağlarına ait duygulardan kaynaklanır. öyle ki, dar pencereden yorumlarsak ensest arzusuna oidipus u ve cinsel merakla ormanda yalnız yürüyen kırmızı başlıklı kızı, kısırlaştırılma korkusuna da kurdun karnını taşlarla doldurmayı verebiliriz. oysa bu tür kesin yargılar, arayışların önünü keserek semboller hakkında erişilebilecek muhtemel bilgilerden bizi mahrum bırakacaktır. freud un öğrencileri olan jung ve silberer, onun yorum yöntemlerinde bazı düzeltmelere gitmiştir. silberer, anagogik ve analitik rüya yorumlarını; jung da prospektif ve retrospektif ayrımlarını geliştirmiştir. jung geçmiş yılları ve arzuları temsil eden; fakat geleceğe de yönelerek kişinin hedef ve düşüncelerine ışık tutan rüyalar hakkında bilincin bir geçiş yeri olduğu ve her iki yöne doğru da açık olduğu fikrini geliştirir. jung a göre bilinç, bazen kendini aşan bir zekâ ve hedefe yönelme yeteneği göstermektedir. jung, rüyaları bir dinsel fenomen olarak görmektedir. ona göre insanlar kendi düşünceleriyle bir yere varamaz ve onları aşan ulu bilgiler ve göksel açıklamaların yardımına ihtiyaç duyar. buna karşın fromm a göre rüyalardaki düşünceler kişinin kendisine aittir ve uyanıkken içinde bulunulan dış etkenlerden sıyrılmakla, gerçek ve ulu ruhsal yapının açığa çıkışının temsilidirler. nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 5

yazar aynası psikolojik olmayan ilk rüya yorumlama deneyimleri rüyayı, bedenden ayrılan ruhun oluşturduğu ses ve görüntüler olarak düşünmekte ve onları tanrısal mesaj iletim yolları olarak görmekteydi. insan ötesi güçlerce bilgilendirilmek olarak bakılıyordu rüyaya. psikolojik yaklaşımlarda ise rüyanın, insan bilincinin ortaya çıkardığı görüntüler olarak ele alındığını görüyoruz. rüya yorumculuğunun tarihçesi bölümünde ise üç yöntemden bahsedilir. ilk yöntem freud a aittir: rüyalar akıl dışı ve asosyal insan doğasının ürünleridir. ikinci yöntem jung a aittir: rüyalar, bilinç dışımızdaki ulu bilgeliğin kendini ortaya koyuşudur. üçüncü yöntem de ise rüyalar ruhsal faaliyetlerin bir sonucudur ve dolayısıyla hem akıldışı hem de akılcı yönlerin, iyi ve kötünün dışa yansıtılma biçimidir. bazı rüyaların temelinde içsel, bazılarında ise dışsal etmenler yer alır. bunlar ruhsal ve bedensel kaynaklanmalar olarak kendi içlerinde ayrıca ikiye ayrılırlar. uyanıkken düşünüp gece hayallerimize girenler ve bedensel özelliklerimiz içsel, hava değişimi, gök cisimlerinin konumlarıysa dışsal etkilerdir. karakter ve rüya arasında da çok mühim bir ilişki vardır ve bu konuda emerson etkili yaklaşımlar geliştirmiştir. kısaca, rüyalarla ilgili görüşleri iki grupta toplamak mümkün diyor fromm. birincisi freud un da savunucusu olduğu, hayvani arzuların ürünü olduklarının düşünüldüğü görüş, delilik kapısı; ikincisiyse jung un da savunucusu olduğu, aklın en yüce yeteneklerinden doğduğunun savunulduğu görüş, gerçek kapısı. fromm ise hem akıldışı hem de akılcı yönlerin dışa vurumu olarak görür rüyaları. rüya yorumlama sanatı bölümündeyse ruh hali ve rüyalar arasında nasıl bir ilişki vardır, yaşantılar rüyayı nasıl etkiler gibi soruların cevapları aranmaktadır. kimi kez sorunlarımıza ışık tutan, farkındalığımızı artıran, akıldışı arzularımızı gerçekleştirebilmemize olanak sunan, ruhsal hastalıkların aşıldığını gösterebilmesiyle habercilik yapan rüyalar olduğu gibi korku dolu rüyalar da görürüz. kâbuslarımızın ardında acı çekmek ve kendimizi yok etmek arzuları vardır. bazen rüyada ortaya çıkan arzularımızı bastırmak bazen de kendimizi tehlikede hissettiğimiz ve gerçekten korktuğumuz için korku rüyaları görmemiz mümkündür. önemli bir olgu da, defalarca hatta yıllarca tekrarlanan rüyalardır. bu rüyalar kişiliğin ve nevrozların anahtarı gibidir, onlara tekrar rüyaları denir. mitoslar, masallar, merasimler ve rüyalarda kullanılan sembol dilleri bölümünde rüyaların da mitoslar gibi zaman ve mekan içinde gelişen bir tarihçeye sahip olduğuna değinilir. kullanılan sembolik dil, bize insanlığın milyonlarca yıldır edindiği felsefi ve dini görüşlerin anahtarı olarak sunulmaktadır. bachofen, mitosların dini ve felsefi anlamlarını ve tarih içindeki önemlerini ortaya koyarken, freud ise mitosları da rüyalar gibi akıldışı ve asosyal dürtülerin ortaya çıkışı olarak kabul etmiş, ikisi de mitosların önemine işaret etmiştir. bu bölümde, oidipus mitosu, yaratılış mitosu, kırmızı şapkalı kız masalı, şabat, kafka nın dava romanı birer örnek olarak incelenmektedir. fromm, bu eserinde mitoslardan yola çıkarak rüya ve masalların bilinçaltını onları üreten insan zihnine tanıtmış ve ortak paydanın insanın kendisi olduğunu hatırlatmıştır. 6 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

yazar aynası nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 7

youreads seçkileri mart - nisan özel görelilik özel görelilik yada daha bilinen adı ile izafiyet teorisi, albert einstein tarafından 1905 te yayınlanan bir makalesi ile açıklanan fizik kuramıdır. makaleye göre bütün var lıklar ve varlığın fizikî olayları izafidir.einstein ın teorisi gözlem yeteneğimiz yada sezgisel olarak anlaşılmayacak ancak deneysel olarak kanıtlanmış sonuçlara varmamızı sağlar. ünlü e=mc² formülü ile tanımlanır. teori kısaca uzay ve zamanın farklı algılanabileceğini açıklar.izafiyet teorisi kendi zamanına göre oldukça iddaalı önergelerde bulunmuştur. bunların başlıcaları; -cisimler hızlandıkça zaman cisim için daha yavaş akmaya başlayacaktır, ışık hızına ulaşıldığında zaman durmalıdır. -cisimler hızlandıkça kinetik enerjilerinin bir kısmı kütleye dönüşür, durağan kütleye sahip cisimler hiçbir zaman ışık hızına erişemeyeceklerdir. -cisimler hızlandıkça hareket doğrultusundaki boyları kısalmaya uğrayacaktır. olayın daha da içine girdikçe şanzıman dağıtma ihtimaliniz artar. -ışık hızında ilerlerken hiç bir ışık bize yetişemeyeceği için simsiyah bir düzlem demi ilerleriz? yoksa fotonların son halini göreceğimiz için tamamen hareketsiz bir evren mi görürüz? -ışık hızında giderken, gittiğimiz yere doğru bir el feneri açsak ne olur? -atom altı parçacıkların hızına ulaştığımızda zamanda yolculuk edebilir miyiz? -bir insan devamlı olarak ışık hızında ilerlerse dünya takvimine göre kaç yüz yıl yaşar? -zaman ve uzay göreceli ise algıladığımız zamanı hızlandırıp yavaşlatabilir miyiz? koktenbilimci 26 Mar 2015 21:18 faşizm 20. yüzyılın ilk yarısında avrupa yı felaketten felakete sürükleyen ideoloji. latince aslı olan fascismo veya ingilizce deki buna yakın olan fascism kelimesi üzerinden asıl mesajın ne olduğuna bakacak olursak, fasces bizdeki tek kalanın çabuk kırılması ama birlik olunduğu takdirde kimsenin kolay kolay zarar verememesi, birlikten güç doğması temalı aile hikayesinin tek kelimelik özeti gibidir. çubuk, sırık veya benzeri bir nesnenin* bir demet halinde bir arada olması hikayesi üzerinden birlikteliğe yapılan bir güzellemeyi temsil eder. sembolün ve kelimenin kökeni antik roma ya dayanır ki yine italya da ortaya çıkması bu yüzden tesadüf değildir. büyük buhran la başlayan 20. yüzyılın, dünya çapında yıkıcı etkilere sahip bir savaşla devam etmesi ve savaş sonrasında da artmaya devam eden ekonomik ve sosyal sıkıntılar, mevcut düzene ve işe yaramadığı düşünülen alternatiflerine (liberalizm, sosyalizm, vs.) karşı faşizmin doğmasına ön ayak olmuştur. ortak bir payda üzerinden (milliyet gibi kapsayıcı olanlar tercih sebebidir) toplumun büyük çoğunluğunu birleştirmesi ve bu çizilen çerçevenin dışında azınlık olarak kalanları düşman olarak belleyerek yok etmeye girişmesi, öne çıkan özellikleridir. konuyla ilgili ilk akla gelen örnek nazi almanya sında yahudilere, çingenelere, sol görüşlülere saldırılmasıdır. özellikle güncel siyasi tartışmalarda diktatörlükle sıkça karıştırılır, farkı ise işleyişinin bir liderin dayatması olmaması, aksine çoğunluk tarafından bizzat benimsenmiş, hatta bazen daha ileri seviyelere taşınabilir olmasıdır. faşizmin şiddetle birleştiği toplumda sıradan insanların bile nasıl acımasız katiller haline gelebildiğini, öldürmeye başladıktan sonra artık bu eylemi icra ederken zevk aldıklarını, ölümü ölmeden öğrenmenin yolunun öldürmek olduğunu düşünerek bu işi yaptığını söyleyenlerin var olduğunu öğrenebileceğimiz, bolca kaynak bulunmaktadır. mahkeme tutanaklarından alınan ve değiştirilmeden aktarılan tanık ve sanık ifadelerini içeren soruşturma peter weiss tavsiye edilir. songuncalisan 26 Mar 2015 19:41 youreads yalnızlığı kıymetli bir yalnızlık; kitapçıdaki gibi, sinemadaki gibi, o sadece sizin anlayabileceğinizi düşündüğünüz şarkıların çalındığı konserdeki gibi. okudukça boğazınıza gelip düğümlenen sözler, yazdıkça içinizi sarmalayan daha çok okuma isteği gibi. eskiden 19 mayıslarda çekirdek satardım ben. bir müşteriyle diğer müşteri arasında geçen o mutlu, dingin boşluk gibi. töbe de 06 Nis 2015 13:16 star wars george lucas ın yarattığı bir popüler kültür efsanesi. şu ana kadar altı tane filmi çekilmiştir bu serinin. ilk üç film orijinal üçlemeyi oluştururken, sonradan çekilen üç film bir çeşit prequel, yani ön seridir. orijinal üçleme: 1977 - star wars episode 4: a new hope - george lucas 1980 - star wars episode 5: the empire strikes back - irvin kershner 1983 - star wars episode 6: return of the jedi - richard marquand prequel üçleme: 1999 - star wars episode 1: the phantom menace - george lucas 2002 - star wars episode 2: attack of the clones - george lucas 2005 - star wars episode 3: revenge of the sith - george lucas 2008 yılında yayımlanan star wars: the clone wars* adında bir de animasyon filmi mevcuttur. bu film de george lucas tarafından finanse edilmesine karşın, serinin fanlarının birçoğu bu filmi serinin bir parçası olarak görmezler. aynı şekilde serinin 2003-2005 yılları arasında star wars: clone wars adıyla ve 2008-2014 yılları arasında star wars: the clone wars adıyla yayımlanan iki animasyon serisi de çekilmiştir. geçtiğimiz yıllarda lucas ın müjdesini verdiği üzere serinin devam filmlerinin çekimlerine başlanmıştı. yeni bir üçleme olması beklenen filmler, hikayenin kronolojik akışına göre episode 7, 8, 9 olarak adlandırılacak, yani hikaye 1983 yılında return of the jedi ın bıraktığı yerden devam edecek. hatta yeni üçlemenin 2015 sonunda yayımlanması beklenen ilk filminin adı da belli oldu: star wars episode 7: the force awakens*. filmi star trek filmlerinin de arkasındaki isim j.j. abrams yönetecek. serinin diğer filmlerinin kim tarafından yönetileceği, kimlerin oynayacağı, adlarının ne olacağı ve ne zaman yayımlanacağı ise henüz kesinleşmedi. ----- son olarak internette de sürekli tartışılan, seriyi izlemeye yeni başlayacak olanlar, hangi filmle başlamalı? sorusuna yanıt vermeye 8 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

akışı 1-2-3-4-5-6 şeklinde ilerliyor. ikinci şekilde izlemenin, hikayedeki boşlukları doldurmaya yaradığı söylenebilir. fakat hikayenin yazım aşaması da, çekim aşaması da 4-5-6-1-2-3 şeklinde ilerlediğinden bu şekilde izlemenin bir dezavantajı yok. hatta ilk üçleme (4-5-6) daha başarılı bulunduğu için, seriye daha çok sevilen filmlerle başlamak, seriye ısınabilmek açısından bence önemli. nitekim tüm serinin belki de en zayıf filmi episode 1 i izleyip, komple star wars tan soğumak da mümkün. ayrıca 1-2- 3 ü izledikten sonra 4-5-6 yı izleyip teknolojik gerilemeye şahit olmak da izleyicinin hoşuna gitmeyebilir. dolayısıyla en sağlıklısı 4-5-6-1-2-3 şeklinde izlemek gibi görünüyor. seçim yine de size kalmış tabii, episode 7 yi izlerken başın sonun neresi olduğunu hatırlayabildikten sonra sıkıntı yok. collons de deu 26 Mar 2015 19:39 özlemek erkekseniz ve karşınızdaki kişi nazım hikmet in tabiriyle hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin ayağını bastın odama, kırk yıllık beton çayır çimen şimdi dedirten türden ise tarifi imkansız bir boyutta olabilir. erkekler odundur ve de en iyi yandıkları durum budur herhalde alev alev. ve gözlerinizde tüter. cahit zarifoğlu da demiştir ya zaten öyle tütüyorsunuz ki gözümde hamdolsun hasret çekiyorum. özleyebilme şerefine nail olabilmek bile aşırı büyük mutluluk verici bir şeydir artık. aşırı sıcağın vücut tarafından soğuk olarak algılanması gibi bir şey olsa gerek. mimhmimd 17 Mar 2015 02:21 kuaförde bir gün - pervin ünalp devlet tiyatrolarında yer alan komedi oyunu. bir işçi, bir memur emeklisi ve bir işsiz. canlarına tak edince yokluk banka soymaya karar verirler ve bir kuaföre sığınırlar. sığındıkları kuaförde tanıştıkları insanlarla yaptıklarını ve hayatlarını tekrar gözden geçirirler. oyun komik yani baya eğlendiriyor. genelde abartılı tavırlar ve ifadelere başvurulsa da baya gülüyorsunuz. buna karşın bakın bunlar iyidir bunlar kötüdür tarzı didaktik anlatımı, ne bileyim, tamam kadına şiddete herkes karşı ama bunu salonda tempo tutulacak bir marşa çevirip konuyla ilgisiz olmasına rağmen araya sokması falan biraz sıkıyor. bir de oyunun başında uzun süre saklanacak bir yer arıyorlardı, ikinci yarıda süremiz azalıyor bir an önce gitmeliyiz e döndüler. polis karakterinden ötürü mü fikir değiştirdiler bilmem ama sanki iki perde arasında bir öyle bir böyle olunca o da battı bana biraz. saatler - micheal cunningham michael cunningham ın başyapıtı. micheal cunningham mrs. dalloway ve belki de daha çok virginia woolf ile uyum sağlayan bir roman yazıyor ve ne de iyi yapıyor. kitap üç kadını temel alır; intiharı öncesi virginia woolf, 90 lı yılların sonu kent yaşamında yaşayan, editör clarissa vaughan -ki kendisi mrs dalloway e tekabül eder- ve 1950 li yıllarda yirmili yaşlarının henüz başındaki kaliforniyalı ev kadını laura brown hikayeleriyle var oluyorlar. editör clarissa, yakın arkadaşı richard için parti hazırlar. bu parti telaşı süresince biz bir woolf un yaşamına bir de 50 li yıllardaki laura ya bulanırız. mutsuzluğun ve mutlu olmaya çabalamanın süreci dikkatlice çözülürken richard karakteri acımasızca okura çarpar. bu işi becerip beceremeyeceğimi bilmiyorum, diyor. biliyorsun işte. parti ve tören ve ondan sonraki saat ve ondan sonraki saat. partiye gitmen gerekmez. törene de gitmen gerekmez. hiçbir şey yapman gerekmez. ama yine de saatler var, öyle değil mi? bir saat, sonra bir saat daha var, o saati geride bıraktığında, ulu tanrım, arkasından bir başkası geliyor. öyle hastayım ki. robespierre 06 Nis 2015 22:22 fırsat olsa ölüm anında yazılabilecek bir kaç satır edebiyatımızda beşir fuad ın 5 şubat 1887 de bileklerine morfin enjekte edip damarlarını kesmesi suretiyle intihar ederken* arzu ettim ki, bir insanın öldüğünü ve ölürken neler duyup hissettiğini bildirmek suretiyle insanlığa bir faydam dokunsun dediği, damarlarından kanlar akan elinin tuttuğu kalem, kan ve mürekkep karışımı şu metni dökmüştür kağıda: suret-i varaka, ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. kan aktıkça biraz sızlıyor. kanım akarken baldızım aşağıya indi. yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. bereket versin içeri girmedi. bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım.baygınlık gelmeye başladı. canib-i zabıtadan gelecek tahkik memuruna size anlatmağa mecbur olmadığım bazı esbabdan dolayı terk-i hayata mecburiyet gördüm. kendi kendimi öldürdüm. benim yazım ve imzam alem-i matbuatta bulunan muharrirlerce malumdur. binaenaleyh beyhude işgüzarlık edeceğim diye zaten matem içinde bulunacak familyam azası hakkında bi-lüzum tahkikata girişip de onları iz ac etmeyiniz. şu itirafnamem intiharın vukusunu müsbittir. sizin vazifeniz kağıdı alıp bir jurnal ile makama takdim etmekten ibarettir. youreads seçkileri vücudumu teşhir olunmak üzere mekteb-i tıbbiyye ye teberrüan bahşettim. cenaze oraya naklolunmalıdır. beşir fuad nuranyum 14 Nis 2015 14:15 devlet nedir - cem eroğul hoca nın profesörlük tezidir. devlet e ilişkin kaba marksist yaklaşımlara önemli eleştiriler getirmektedir. hoca ya göre, gerekliliğinin ve güçlüğünün bilincinde olmasına karşın, marx hiçbir zaman bir devlet kuramı geliştirememiştir. gerçekte, marksist devlet kuramı, lenin in devlet ve devrim i ile gramsci nin katkılarından sonra bile, ilk adımlar düzeyinin ötesine geçememiştir. kitabın odağında marksizm değil, devletin temel doğasının açığa çıkarılması yer almaktadır. devlet toplum anlamında değil, aygıt anlamında kullanılmaktadır. inceleme konusu gerektirdiği ölçüde hoca, marksizmden ne anladığını da açıklamaktadır. hoca nın ifadesiyle bir toplumsal nesnenin doğasını tanımlayan şey; onun yaptığı iş, yerine getirdiği görev, oynadığı rol, kısacası onun işlevidir. devlet, esasen siyaset yapar. siyaset devletten eskidir ve kapsadığı alan devleti aşar. yine de siyaset iş bölümüne konu olduğunda beri siyasal uğraşın ağırlığı devletçe omuzlanmıştır. siyasetin tümü devlet eylemi olmasa da, devlet eyleminin tümü siyasettir. siyasal eylem, ister devlet tarafından ister onun dışında gerçekleştirilsin, daima devlete ilişkindir. üzerinde anlaşılmış bir tanımı olmasa da siyaset, belli bir üretimi biçiminin varlığı ve gelişimi için gerekli olan koşulları toplumsal çapta sağlama uğraşı olarak tarif edilebilir. siyasetin işlevi nedir? sorusunu yanıtlayabildiğimiz ölçüde devletin doğasına da yaklaşmış oluruz. siyasal uğraş, esasta devlet tarafından yerine getirilen, üç temel işlevden oluşur. bunlar, toplumun ortak çıkarına, egemen sınıf çıkarına ve devletin kendi çıkarına hizmettir. kitap bu işlevlerden her birini ayrı bölümler halinde ele almakta, sonrasında da devletin bu işlevlerce biçimlendirilen karmaşık doğasına ve geleceğine ilişkin çıkarımlar yapmaktadır. bence bu çalışma, marksizmin yerli yersiz kullanılan bir şablon gibi anlaşılmak yerine; bir analiz çerçevesi, yöntemi olarak kavranabileceğini, esaslı bir eleştiriye tabi tutarak geliştirebileceğini ortaya koymaktadır. mutlu 03 Nis 2015 11:32 nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 9

iki kere iki beş @demeyy bir ömür: ilk nefes 1 zamansızdır insanın hayalleri. kimsenin seçemeyeceği kadar hür, her insanın acısına tahammül edemeyeceği kadar kırıklarla doludur. insan kurduğu hayalden sevdiklerine bahsederken, kırılacak eşya kolisine yapıştırdığımız ifadeyi koymak istiyor, dikkat edin kırılacak olan hayallerim kadar, benim!... 2 sıradan semt pazarı günlerinde; kapalı renkte bir pardösü üzerinde gök kuşağını andıran eşarp ile ruhsuz şekilde ucuza meyve-sebze almaya çalışan kadınları siz de görmüşsünüzdür... onlar ki bizim analarımız, onlar ki hayatlarında bütün hayallerden feragat etmiş yegâne kişiler. ama asıl değinmek istediğim konu biraz farklı, onların bizim yaşlarımızda yok muydu hayalleri? yok muydu kafalarında canlandırdıkları bir hayat şekli? hepsi bu monotonluğu isteyecek kadar kör olmuş olamazdı biz de aslında o günlere sürüklendiğimizin farkında değiliz, yanımız da olan eşimizin açtığı televizyon programını izlerken elimizdeki kabağın içini soyarak hayat geçirmekten farkımız nerede? biri bize nasıl yaşayacağımızı, diğeri neler yapıp yapamayacağımızı söylüyor... ancak hiç biri bizim ne şartlarda yaşadığımızı ve neler ile imtihan edildiğimizi merak etmiyor... sadece insanlar bize koydukları sınırları söylemek ile yetiniyor. bunun neresinde özgürlük, bunun neresinde hayalperestlik... kaybedilen bir nesil daha, nice milyon nesil gibi... 3 günümüz toplumunda; yaşadıklarından kazandığı (acı veya tatlı) tecrübeye rağmen, yaşama şeklini ve hayata olan duruşunu kaybetmeyecek kadar dik durmayı başaran insanlar görülmeye başlandı. zaman içerisinde toplum bu insanların yakınlarına baskı(norm ile) kurarak o kişilerin bundan etkilenerek değişebileceğini varsaydı. bu insanlar ahlaklarından başlayarak kültür, din, zevkler ve kişiliklerinden vazgeçen zorlu bir yolculuğa çıktı. her gün aynada farklı bir kişi ile ısmarlaşıp diğer insanların arasına karışmak onları bekleyen sürecin sonu oldu. 4 çok azımız iyi bir toplumsal statüde dünyaya gelmeyi başaracak kadar şanslı bireyler olabiliyoruz. geriye kalanlar ise her gün statüsünü yükseltmek veya daha iyi hayat şartlarında yaşamak için ter döküyor. bu ne kadar işe yarayacağı tartışılır. çünkü karl marx ın da belirttiği gibi kişinin kimliği toplumu oluşturmaz, toplum kişinin kimliğini oluşturur. yine de bazı insanlar doğuştan el gibidir. onlardaki direnç ve sabır demir de bile yoktur. o insanların duruşunu zaman veya tecrübe etkileyemez. ancak bir elin taşıyacak fikri olmadan işlevi olmadığı için bağlı oldukları statüden bir adım ötesine ya da gerisine ilerleyemezler. kimileri ise doğuştan güçlü fikirler inşa edecek alt yapıya sahip dünyaya gelmişlerdir. onlar hayal dünyalarında yarattıkları paralel gerçeklik ile yatıp kalkarlar. fakat maalesef onların da fikirleri inşa edecek el olmadan bir hiçtir. her yaşanana, her gelişmeye rağmen hayata karşı bakış açısını olumlu tutmaya çalışan kesim ise oldukça sınırlıdır. bu insanlar kalp gibidir, her topluma, her canlıya gereklidir. bu yüzden eller ve zihnin arabulucusu rolünü kalp üstlenir. 5 6 herkes bana neden bu kadar realist yaklaştığımı sorup durdu; bu kadar yaşanmışlığın arasında bir kez olsun suratımdan gülümsemeyi eksik görmediklerinden emin olmama rağmen düşündükçe fark ediyorum; o kadar uzun süre 10 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

iki kere iki beş maske takmışım ki insanların arasında, maskenin altındaki kişiliği unuttuğumu daha yeni hissedebiliyorum. içimde ne bir duygu, ne de hayal kuracak güç kaldı. her gün işe giden, çalışan, yemek yiyip hayatını idame ettirmeye çalışan kişi kim diye sorar durur oldum kendime. içimde kalan son bir ben ile yazabiliyorum bunu. gerçekten yaşamak bu muydu? yoksa bizim yaşamaktan beklentilerimizi yükseltmemizin sonucunda mı bu gerçeklik bize acı geliyordu? doğru ya; bir de ben vardı. sıradanlığına olağan üstü farklılık yüklemiş ben kimsenin benim kadar sevmemiş olduğunu iddia eden, kimsenin benim babam kadar güçlü olmadığını filmlerde gördüğü sahneleri babası yapmış gibi anlatan ben sahi ya, ne oldu o bana? bir gün gözümü açtığımda bu tanımadığım beni gördüm aynada. ne kalmak bildi, ne de gitmek bazen küçük mutluluklar hissettiğimde bile, bir gün bitip geri geleceğini bildiğim biriydi o! ve döndüğünde 7 çabuk inanan insanlara imrenmemek elde mi? sabah 8 de işe gidip, akşam 5 de çıkıp; makine düzeninde bir dişliyi aratmayacak şekilde monotonluğun esiri olmuş insanlar kredi kartı borçlarının, hayallerindeki arabanın, markası için para saydıkları kıyafetlerin içinde boğulmuş insanlar ben de isterdim bu düzenin bir parçası olmayı, ancak bu düzende kendime verebildiğim tek yer; cıvatası oynamış bir dişli veyahut da uyum sağlamayan bir parça. normal bir makine görevlisi bu durumda o parçayı değiştirir. ancak benim görevlim olduğunu düşünen ailem aynı lükse sahip olmadıklarını küçüklüğümden beri bilirlerdi. o yüzden sürekli garanti kapsamını bahane ederek teknik servise, yani psikiyatri servislerinde bu duruma çözüm aradılar. önce ilaç desteği ardından soyutlama çabaları, ardından isyan eden bir ruh ve bu durumu durdurmaya ve iyi olduğunu roller ile göstermeye çalıştığın bir aile cebinde taşıdığın maskeler kadar tanırsın insanları, ancak maskelerin sayısını arttırdıkça kendinden bir parçaları da harcaman gerektiğini fark eder ve bu gerçek ile yüz yüze yaşarsın 8 9 her kurduğu hayali elin de patlamış birini tanırdım; onunla yaptığımız uzun sohbetler de bana anlatacağı sürekli yeni hikâyeleri olması beni şaşırtırdı... biraz ondan bahsetmem gerekirse, yaşadıkları anlı-şanlı şeyler değildi, ama onu bitirmeye yetmişti. ailesi parçalanmış, çoğu arkadaşı tarafından terk edilmiş, sevgilisi cebindeki paranın gidişiyle birlikte yavaş yavaş kaybolmuştu... halen daha böyle insanlar maalesef var. kendi sessizliğime kaybolduğum samsun daki bir yaz günün de, tekrar karşıma çıktı. garsonun tam o geldiği sırada getirdiği bir bardak çayın güzel bir sohbetin habercisi olduğunu fark ettim... ona yönelir yönelmez, bana kim olduğumu sordu... böyle bir soruda biraz afalladım, ona beni tanıdığını anlatmaya çaba gösterdim ama yetmedi. tekrar sordu kim olduğunu biliyor musun?... denilecek bir şey kalmayıncaya dek kendimi ifade ettim. yetmedi... sen ne kadar sensin ki? ailenin seçtiği, onlarında ailelerinin seçtiği bir dine bağlısın... ahlakın mahalle de öğrendiğin kadar, kültürün televizyonda izlediğinle sınırlı... yasalardan korkmana bile gerek kalmıyor değil mi? ama korkuyorsun... çünkü için de bir de sen varsın... o seni hiç dinleyip kim olduğunu öğrenebildin mi? bu fedakârlığı hiç yapabildin mi?... bu kadar ağır bir cevabı siktir ettim, bu kadar olağan dışı bir konu beklemiyordum... ona biraz daha dikkatli baktığımda sarsılmış olduğunu görmüştüm, ne olduğunu sormama gerek yoktu, olanları biliyordum zaten. ama bu konu hakkında uzun vakittir düşündüğünü ve ilk üzerine konuştuğu kişinin ben olduğumu hissediyordum... söylediklerini düşünüp cevap vermem gerektiğinde haklı ya da haksız olduğunu düşünmeden birden kendimi savunmaya başladım... fikirlerim benim için özeldi, onlar alıntı değillerdi... ona bunu saatlerce anlatabilirdim ama bir kaç altın cümle ile onun kafasındaki soru işaretlerini kırabileceğimi fark ettim... çünkü diğer anlatacaklarıma vereceği cevaplar muhakkak vardı; dünya üzerinde bulunan insanların çoğu belirli bir dine mensup insanlar, yasalara göre yaşıyor ve olabildiğince standart ve normalleştirilmiş bir hayat tercih ediyorlar. insanlar neden mutlu olduklarında kendilerini sorgulasınlar ki?... beklediğim tepkiyi vermemişti, biraz durdu... önce biraz ufuğa doğru göz dikti, sonra sence bütün bu insanların kandırılmış olma olasılığı hiç mi yok? insanların mutluluğundan söz ettin, üzüntülerinin sebepleri de bunlar değil mi sence? savaşın, karşılıklı anlaşmazlığın başlıca sebepleri de bunlardan çıkmıyor mu? 10 gördüklerimize güveniyoruz, güvenmeliyiz de gözlerimizin bizi yanılttığı durumlar hiç mi olmadı peki? misal; her gece gökyüzüne baktığımızda, aslında milyonlarca yıl geçmişi seyrettiğimizin farkında bile değiliz o kadar anlam yüklediğimiz yıldızlardan belki de geriye kalan ışıkları seyrediyoruz ve buna onlarca, binlerce mana yüklüyoruz. gözler ruhun aynasıdır söylemini çoğu kişi savunur. fakat ruhun aynası olabilecek tek yer ellerdir. eller çeker her yaşanana rağmen yükü, gözler sürekli var olandan daha iyi bir yer aramak ile meşguldür. biz bu söylemin biz de bıraktığı etki ile hayatımızı sürdürürüz. bu bize var olan konumumuzdan bir adım ötesinde olmayı gerektirir. bu bir döngüdür, istediğin yeri görür ve ulaşırsın. sonra bunu tekrarlarsın. böylece hayatımız sürer ve biter. her yaşanana rağmen bize sahip çıkan ellerdir, bizi ayağa kaldıracak gücü ondan alırız. yaşadığımız ne olursa, olsun her zaman devam edecek delayed i ellerden alır ve gözlerimizin bize gösterdiği konum için tekrar, tekrar mücadele ederiz. sonuç ne olursa olsun; eller yorgun, gözler yine arayış içerisinde kalır. nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 11

iki kere iki beş @abi irade ve özgürlük eğer dünyada sadece tek insan olsaydı çok yaşayamazdı. vahşi doğa tarafından katledilir bünyesine katılırdı. tek başına bir insan hayatta kalabilmek için avlanmak ya da toplayıcılık yapmak zorunda kalacaktı. bu sürece girdiği andan itibaren diğer yırtıcıların rakibi haline gelir, donanım eksikliği ile av olurdu. özetle tek başına insan güçsüz bir yırtıcıdır, düşünemez, üretemez, akıl yürütemez, savaşamaz. evrimsel olarak bakınca insanın hem yırtıcı(etçil) olması hem de donanım eksikliği farklı yönleden gelişmesine olanak sağlamış olabilir. yani zayıflığın aşırı telafisi olarak hayatta kalmak adına akıl yürütme ve birlik olma durumuna geçmiş olabilir. aynı zamanda tek değil iki insan olsaydı bu seferde birbirlerini rakip görebilirlerdi. zaten kısıtlı olan beslenme imkanlarını paylaşmak istememe durumuna girebilir, biri diğerini katledebilir sonra diğer yırtıcılar tarafında kendisi de öldürülebilirdi. elbette insan türü bir iki kişiden ibaret değildi, evrim de bir grubun temsilidir. insan belki de diğer yırtıcılardan farklı olarak en çok da kendi türünden bireyler tarafından risk altındaydı. fiziksel olarak kendine denk olan ve aynı yiyecekleri talep eden diğer insanlar ve dahi benzer yolda ilerleyen diğer yırtıcılar tarafından risk altındaydı. fiziksel olarak hayatta kalma imkanı yaratması hayli zordu. dolayısıyla insan türünün bu iki sorun için iki çözümü vardı. 1- diğer yırtıcılara karşı birlikte hareket etmek, avlanmak. 2- kendi aralarında hayatarını garanti altına alabilecekleri bir sözleşme imzalamak.(ahlak ve hukuk kuralları) insan asla sosyal bir varlık değildi, insan özgür ve tek başına yaşayacak bir varlıktı. dğer yırtıcılar gibi hayatta kalma ve üreme güdüsüyle var olma halindeydi. fakat bu şartlarda hayatta kalmak pek de mümkün görünmediği için ilk olarak özgürlüğünü bir topluma sattı. 12 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

iki kere iki beş komün ya da toplum oluşturarak hem kendi türüne karşı can güvenliğini sağlamış oldu hem de diğer yırtıcıların fiziksel üstünlüğüne karşı bir argüman ortaya koyarak avcılıkta öne geçme şansı yakaladı. toplumların dünyanın her yerinde genel geçer ilk kuralı topluma ait bir başka bireyi öldürmemektir. bu davranışın cezalandırılmasıdır. bu algılandığı gibi bir toplumun kuralı kaidesi değil bizzat toplumu oluşturan bireylerin hayatta kalma güdüsünün bir sonucudur. yani tek cümleyle özetlemek gerekirse doğuştan hayatta kalma ve üreme güdülerine sahip olan insan hayatta kalmak amacıyla özgürlüğünü topluma feda eder. dünyanın herhangi bir yerinde bir araya gelen insan topluluğu kendi türünü öldürmeyi yasaklar. toplumda yaşayan bir bireyi öldürmek suçtur, ahlaksızcadır ve böylece yanlış kavramı ilk defa karşımıza çıkar. doğanın aslında yanlış ya da doğru yoktur, bunlar hayatta kalma güdüsünün eserdir. ilk yanlış toplumu oluşturan bireylerden birini öldürmektir. ve her zaman yanlışlar bize doğrunun ne olduğunu gösterir. bir şeyin doğru olduğunu iddia etmek için yanlışı gösteririz, hiçbir şey tek başınayken yani ortada bir yanlış yokken doğru olarak tanıtılmaz. öldürmenin yanlış olmasının sebebi ise toplumun bir araya gelme amacıyla çelişmesidir. toplum bireylerin can güvenliği için oluşurken aynı toplum bir kişinin canını alırsa amaç birliği bozulur. toplum bir anlaşma bir taahhüttür. hayatta kalma koşullarına karşılık kendi türünden başka bir bireyi öldürmemeyi taahhüt etmektir. buradan yola çıkan topluluk, benzer şekilde ortak amacın ürettiği yanlışları ve doğruları ortaya koyar. ortak amaçlar hayatta kalmak mevzusunun dışına çıkar, çünkü asgari imkanlar sağlandığında mevzu avlanmaya, barınmaya ve üremeye dönüşür. her biri yeni yanlışları yeni doğruları ve yeni kuralları getirir. nihayet karmaşık düzende kendi türünün güçlenmesi gelişmesi için sistem dediğimiz ahlak, hukuk ve din kurallarıyla şekillenen oluşum meydana gelir. toplum ilk başta bireyin can güvenliğini sağlamış, kendi türünün saldırma riskini ortadan kaldırmış, sonrasında birlikte hareket ederek avlanmada diğer yırtıcılara üstünlük sağlamıştı. şimdi ise toplumu bekleyen şey avını ve mahsülünü paylaşmak olacaktır. çünkü yeni düzende biriken av ve mahsül için toplumda eni bir savaş meydana gelebilir. yeni bir anlaşma yeni bir sözleşme şart olmuştur. paylaşma kurallarını belirleyecek ve güvence altına alacak sisteme ihtiyaç doğmuştur. ikinci yanlış burada karşımıza çıkar. paylaşmamak yanlıştır. içinde bulunduğu topluma ürettiğini vermemek suçtur. her geçen gün bir araya gelen insan topluluğu yanlışları ve doğruları topluluğun ortak amaçları doğrultusunda sıralar. dolayısıyla yanlış ve doğruların en temel amacı bireyin hayatta kalmasıdır. kendi türünü öldürmemeyi taahhüt eden insan mahsülünü de paylaşmayı kabul ederek özgürlüğüne ikinci darbeyi indirir. sistem güçlenip büyüdükçe, insanlar hayatta kalma güdüsüyle bir araya geldiğini unuttukça, yanlışarın sayısı ve bununla birlikte cezalar, kurallar arttıkça insan amaçsızca topluma hizmet eder hale gelir. tüm bunlardan yola çıktığımızda doğru olanları seçmek bir tercih değil doğamızın bize mecburi kıldığı bir zorunluluktur., paylaşmak ve toplumda bir görev almak zorunluluktur.tüm tercihlerimizi hayatta kalabilmek uğruna yaparız ve hayatta kalabilmemizi sağlayacak olan seçenekler varken özgür bir seçim yaptığımız söylenemez. karmaşık düzen içinde sunulan binlerce tercih imkanı özünde birey olmanın gerektirdiği çok sayıda zorunlulukların listesidir. irade kavramı varlığını sürdürmek isteyen insanın yapmak zorunda olduğu binlerce seçenekten birini mecburen tercih etmesi noktasında ortaya çıkar ki bu tam anlamıyla irade değildir, sıtmaya razı olma halidir. ölüm riski düşük olduğunda bireyler mutluluk peşinde koşabilir. mutluluğu haz duygusunu tatmin ederek yaşama yoluna da gidebilir, daha komplike şekilde bilgi ve güç elde ederek lüks ve rahat bir hayat için de savaşabilir. çünkü ortada canını korumasını gerektirecek yüksek riskli olaylar yoktur. toplumun parçası olan birey doğrular olarak nitelenmiş işleri sırasıyla halletmek fikrinden yola çıkar. doğruları yapmak toplum düşüncesine göre mutluluğun kaynağıdır. (hatırlarsak doğru ve yanlışlar bireyin hayatta kalması için uydurulmuştu) yapmak zorunda olduğumuz iki şeyden birini seçmek ne denli irade göstergesiyse binlerce şeyden birini seçmek de aynı derecede irade göstergesidir. doğru denilen kavramların belli bir amacı olduğuna göre doğruları seçmek üzere kullanılan irade kukla değil de nedir? tek başına bir insanın doğruyu tanımlayacak kelimesi bile yoktur, konuşmaya ihtiyaç duymaz. doğru olanı toplum belirlerken bireylerin tercihlerinde doğruyu seçiyor olması sadece yanılsamadır. bireyin bu tür bir yetkinliği yoktur, ne doğru olanı bilebilir, ne de seçimini ona göre yapabilir. dolayısıyla irade gösterme hali değildir. birey var olma anından itibaren toplumun bir parçası, ve nihayetinde toplumun kölesidir, özgür değildir. özgürlük feda edilmiştir, irade toplumun bir kuklasıdır. nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 13

iki kere iki beş @murebbiye piknik Madem ki yeme-içe konusunda bir şeyler yazmaya soyundum, o zaman bu yazının sonunda sizi mutfağa göndermem farzdır. Bu ilk yazımda hepimizin, özellikle, çocukluğunda ayrı bir yeri olan bir etkinlikten ve o etkinliğin asıl başrolünde olan gıda arkadaşlarımızdan bahsedeceğim. Bu arkadaşların bir çoğunu her yerde bulabilir, görebiliriz. Her zaman, günün her saatinde yiyebiliriz. Hepimizin evinde vardır. Çocukluğumuzun en temel gıdaları gibi bir şeydir bunlar. Ama bazıları da bu etkinlik gibi daha özel günlerde arz-ı endam eder. Ortamı şenlendirmek için yapılır, yeyilir. Kalabalık aileye sahip olanlar bana göre daha çok şanslıdırlar. Her zaman bir hareketlilik, hep bir aksiyon, yaramazlıklar, haşarılıklar... bitip tükenmez kalabalık ailelerin aksiyonu. Ve böyle ailelerde yapılan en ufak bir etkinlik, en ufak sıradan bir durum olay olur, efsane olur. İster kalabalık aile olsun ister çekirdek aile, bahar mevsiminde ve özellikle yaz mevsiminde yapılan bir etkinlik olan piknikler unutulmazdır. Çoluk cocuk, cümbür cemaat gidilir bu pikniklere. Havanın en güzel olduğu zaman ayarlanır bu piknik denilen tatlı hengame için. Ne sıcak ne soğuk olan bahar ayları en güzel zamanlar olsa da gölge bir yer bulunduğu takdirde yazın en sıcak günü bile gidilebilir. Ve elbetteki haftasonu olur. Pazar günleri bu iş için biçilmiş kaftandır. Çünkü babanın izinli olduğu gündür Pazar günü ve aile tüm bir hafta Pazar gününün gelmesini beklerler. Ve nihayet Pazar günü gelir çatar. Asıl iş annelerde, ablalarda, teyzelerdedir şimdi. Pikniğin kendisinden sonra en güzel yanı; yemekleridir tabi ki. Ve bu güzelliği bize sunacak olan kişiler de anneler, ablalar, teyzelerdir. Piknikte biti kanlı çocuklar deki gibi koşturur, enerjilerini atar, temiz hava alırlar. Anneler, ablalar, teyzeler gölgeye çekilip dinlenir, muhabbet eder, el işi yaparlar. Babalar, abiler ve amcalar da tavladır, okeydir, kağıt oyunlarıdır vs bunlarla oynarlar. Yani piknikte 7 den 77 ye herkes için ayrı bir güzeldir. Amaaa... bütün bunların güzel olmasının sebebi de, piknik yemekleridir tabi ki. Bir gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Birisi samaları yapar. Birisi, biber dolmasını. Birisi patates haşlar. Birisi sigara böreğini kızartır. Birisi sebzeleri ayarlar. Birisi peyniri, zeytini, domatesi, salatalığı, taze soğanı... hele bunlar kendi ürünleri ise tadından yenmez. taze ekmek arasına bunlar doldurulur ve çocukların eline tutuşturulur ara soğuk olarak. Önce onların biraz karnı doysun. Ekmeklerini ellerine alan çocuklar top peşine yeşilliğe koşmaya başlarlar. Bir ellerinde ekmek bir taraftan da koşar zıplarlar. Hallerinden gayet memnundurlar. Kim memnun olmaz ki bu durumdan değil mi? Ama o ekmekler yeter mi onlara? Tabi hayır. Bu sadece annenlerin vakit kazanma taktiğidir. Asıl yemekler hazırlanıp ziyafet sofrası kuruluncaya kadar çocukları uzak tutmak amacıyla yapılmış bir plandır. Bu arada da masa açılır ya da yere örtüler serilir ki en tatlısı yerde yemektir. Diz çökersin, bir süre sonra ayakların ağrısa da karıncalansa da umrunda olmaz. Yumulursun yemeklere. Çay mutlaka olacaktır tabi ki. Onsuz olmaz. Termoslarda çaylar sıcak sıcak bekler bizi. Belki kola ya da meyve suyu ile içeçek mönüsü çeşitlendirilebilir ama çay demirbaştır her zaman. Sofraya şöyle bir bakarsın ki gözlerin açılır, iştahın kabarır. Hepsi birer sanat eseri gibi durur bütün yemekler. Temiz hava, tüm aile, herkes halinden memnun ve mutlu, bir de yemekler şahane.. bütün kış özlemini çektiğimiz an işte bu andır. Hangi yemekten başlayacağına karar veremez insan. Çocuklar ise o yedikleri ekmek arasını çoktan eritmiştir bile. En önce onlar saldırır yemeklere. Tabağa koymak nerde görülmüş, kaplara saldır! 14 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

iki kere iki beş Açılış yaprak sarmasıyla olur. Limonlu ve zeytinyağlı... en çabuk o biter. Soğuk da güzel olduğu için çerez gibi yenir mübarek. Sigara tiryakileri nasıldır hani,bir sigara bitmeden diğerini yakarlar. İşte bu sarma da birisi ağızda bitmeden diğeri alınır ve ısırılır. Ama mideyi tıkamamak lazımdır. Sırada çok yemek var daha. Arada çaylardan da bir yudum alınır. Ohh yarasın. Sonra ileriden bir şey gözünüzü alır. Altın gibi bir şey parlar ordan. Sapsarı ve tek bir boy... işte sigara böreği de ordadır. Hiç malzemeden çalınmamış. Bol bol koyulmuş valla. İçi dolu en büyük sigara böreği alınır. Domatesle çok iyi gider bu, bir yudum da çay her ısırıktan sonra. Daha ne olsun ayol.. Börek faslı da bittikten sonra sırada ne var diye bakınırken biber dolmasına gözler ilişir. Yaprak sarmadan bambaşka olan bu güzide yemek de pikniklerin olmazsa olmazıdır. İkişer üçer tane yenir de bana mısın demez. Zaten temiz havada iştahlar da açılmıştır. Biber dolmaları da gitti mi mideye? Gitti.. mission completed! (ikişer üçer yediğimiz biber dolması arkadaşlarımız) Çaylar tazelenir bu arada. Birer yudum içilir ki mide rahatlasın biraz. Sonra yine sofra başına dönülür. Arada atıştırmalıkların da gönlünü almalı. Zeytinler, domatesler, salatalık, yeşil taze soğan... patates haşlaması orda boynunu bükmüş bakın. Nasıl da kalbi kırık, onu kimsenin sevmediğini düşünüyor. Olur mu hiç öyle şey canım deyip bir tane alırız elimize ve kocaman bir ısırık ile götürürüz mideye. Diğerleri de sevinir. Sıra onlara gelmiştir çünkü. Bu arada patates haşlaması kesinlikle ama kesinlikle domates ve zeytin ile yenir. Onlar ayrılmaz bir gruptur. Temiz hava iştahımızı açtı tabi. biraz ara verelim. Sıradaki yemekler için yer açılsın midemizde. Şimdi sıra top oynamaya geldi. Yakan top, istop... karınları şimdilik doyan çocuklar top oynamaya başlamıştır. çocukların oyunlarına karışıp itina ile oyunları bozulur ve başlanır cümbür cemaat top oynamaya. Yediklerimiz biraz erir belki oyun esnasında. Bir süre oyun oynanır, herkes mutlu ve memnundur hayatından mis gibi. Yakan top ya da istop farketmez. Önemli olan oyun oynamaktır. Baya bir koşturulur top peşinde, oynanır, terlenir ve birazcık da olsa yediklerimiz erir. Ve sonra sofra başına dönülür tekrar. Her şey bırakıldığı gibidir. Biri son kalan sarmaları götürür diğerlerinin onu ben alacaktım yaa! bakışlarına aldırmadan. Biri biber dolmasına razı gelir. Diğeri sahneye en son çıkan ve çok tüketilemeyen mercimek köftesine saldırır. Oyuna koşarken çocuların ağızlarına tıkıştırılamayan haşlanmış yumurtayı birisi yer yeşil taze soğan ile birlikte... derken sofra çekirge sürüsü geçmiş gibi bir hale gelir. Varsın olsun, ağzımızın tadı bozulmasın. Peki bitti miii?? Hayır tabi ki de. Sadece filmin ilk yarısı bitti. Çaylar doldurulur birer bardak daha. Sıra tatlılara gelir. Sanki hiç yemek yenmemiş gibi iştahlar kabarır tekrar. Kekler, kurabiyeler çıkar ortaya. Kakolu kekler, havuçlu kekler, ki bunu ben kendim için yaptım, kurabiyeler... hepsi de pastane ürünü gibi. Belki de yetişmedi de pastaneden alındı, çaktırma, yemene bak sen. Arada sohbet, muhabbet gülüşmeler, kahkalar gırla gider. Vee sıra meyvelere gelir. Mevsimine göre artık Allah ne verdiyse çıkar ortaya. Karpuz, kavun... bazen her ikisi de. Aslında sadece bir tanesi bile yeter. Ooo üzüm de varmış. Bu arada üzümle birlikte ekmek yemeyi denediniz mi? Denemediyseniz deneyin mutlaka. Pişman olmayacaksınız. Herşeyi tükettiğimizden emin miyiz? Bütün gıdalardan yendi mi? Tamam o zaman. İşte asıl şimdi mission completed! e zaten de Pazar gününün sonunda da geliyoruz. Ne gündü be!! Mideler tıka basa tok. Mutluluk yüzdesi full. Çocuklar bütün enerjilerini atmışlar. Anneler, ablalar, teyzeler bütün bir hafta evde olup ev işi yapmanın acısını çıkarmışlar... daha ne istenir ki başka? Toparlanma zamanı artık. Aman etrafta çöp bırakmayalım. İşte en sonunda geri dönüş yoluna çıkılır. Herkes yorgun ama mutludur. Eve kadar kimseden çıt çıkmaz. Artık evlere dağılma zamanı geldiğinde bunu tekrar yapalım temennileri yükselir. İlk fırsatta tekrar piknik planları kurulur. Bu piknik olayının başka bir çeşidi daha vardır aslında. O da mangallı olanıdır. Et, tavuk, köfte, mantar... artık ne istersek mangalda hazırlanır. Bunun tadı bambaşkadır. Kokusu zaten insanı önce bir mest eder ve ağızların suyu akmaya başlar kokusuyla birlikte. Kokusunu duyumsadınız mı mangalın? Ben duyumsadım valla Mangalı yapan kişi daha az yer, o kokusu ile doyar zaten. Hele bir de mangalla birlikte demleniyorsa deymeyin keyfine. Mangal yapmanın en keyifli yolu budur. Diğerleri mangaldaki gıdanın pişmesini beklerken mangalı yapan kişi ufaktan başlar demlenmeye... bütün dert, tasa, keder uçar gider mangalın dumanlarıyla birlikte. Bahar mevsimi de geliyorken, piknik planlarına başlasak mı ne dersiniz? nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 15

iki kere iki dört @koktenbilimci evrim evrim hakkında onlarca teori arasından benim aklıma en çok yatan şu ; tüm kozmoz evrim geçirir atomlar yapısı itibari ile değişmeye mahkumdurlar.evrim hakkında bu kadar çelişkide kalmamızın sebebi insanoğlunun tarihinin evrimi anlamasına yetmemektedir.zamanın göreceli olduğunu daha önce görmüştük,insan için ortalama ömür 80 yıl diyelim,insanoğlunu tarihi için (yamulmuyorsam) 200.000 yıl diyelim,samanyolu galaksisi 13,2 milyar yaşında... 13.2 milyar yılın sadece 200.000 yılı insanoğlu burada. toparlayacak olursak evrim vardır ve bize göre çok yavaş işler.bazı arkadaşlar 50-100 senelik bir periyot la incelemiş evrimi bu yanlış.burada ki anahtar ölçeği büyütmek,atomunun yapısını ve atom altı parçacıkları anlayabilmekten geçer. örnek verdiğin zürafayı atomlar oluşturur,charles darwin i atomlar oluşturur,seni beni atomlar...atomlar değişebiliyorsa onların oluşturduğu her şey iyi ya da kötü yönde değişebilir. atomların doğal yollarla değişerek bir şeyler oluşturması ise tamamen rastlantısaldır.13,2 milyar yıl atomların kanki olması için yeterli bir süredir. ortamında oluşan her türlü atom birlikteliği, yapısını ve kendisi korumak ister ama daha güçlüsüne karşı koyamaz.karmaşık bir sistem hali alan bu kankiler bir süre sonra (burada yazar yüz binlerce yıldan bahsediyor) yaşadıkları ortama daha uygun daha kompleks bir yapı içerisine girerler,bazıları bilinç kazanır (bkz: insan) rastlantısal olarak daha iyi bir kombinasyona sahip olmasından kaynaklı doğal seçilim mekanizması bozulmaya başladı,bozulmaya başladı demeyelim de bir süreliğine insan eli ile askıya alındı diyelim.artık insanoğlunun doğal seçilim yolu ile genlerini bir alt nesile aktarmıyordu.bir alt nesile tamamen keyfi olarak genlerini aktarmaya başladı.oluşmaması gereken kompleks yapılar ortaya çıkmaya başladı ve genetik / atom kankilerin de kusurlar vardı,fakat insanoğlu bunu görmezden gelerek üremeye devam etti,artık kompleks yapısındaki kusurları başka atom birliktelikleri ile kapatabiliyordu.atomlara bir yere kadar hükmedebiliyordu. (hastalanıp ölmemiz gerekirken kendi yaptığımız ilaçları/atom kullanarak yaşamaya devam etmek) (ormanda aslan tarafından öldürülecek iken kendi yaptığı tüfek /atom ile yaşamaya devam etmek) (volkanik zehirden ölecek iken kendi yaptığı gaz maskesi /atom ile yaşamaya devam etmek) şimdi evrim ve olan bitene kısaca baktığımıza göre gelelim insanoğlu / doğal seçilim paradoksuna... bu nokta dan sonra insanların (bkz: doğal seçilim) dediği ayrıştırma işlemi başlar.atom sayısı tirilyonlara ulaşan kompleks ve bilinç/içgüdü sahibi biyolojik yapılardan kusurlu olanlar elenerek,kusurlarını bir alt nesile / atom kompleksine aktarmaları engellenir.türler arasında bile doğal seçilim mekanizması acımasızdır. zihinsel/bedensel güçsüz olan (atomları yanlış kankiler ile oluşmuş) yok olur.dolayısı ile bir alt nesile sadece en iyi kombinasyona sahip türler geçebilirdi,200.000 yıl öncesine kadar böyleydi en azından... 200.000 yıl önce insanoğlunun diğer türlere göre 16 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

iki kere iki dört insanoğlu kısacık tarihinde atomlara o kadar fazla hükmetmeye değiştirmeye başladı ki,artık kozmoz da bize ayrılan minnacık bölüm bozulmaya başladı.milyarlarca yıldır iyi yönde giden kompleks yapı 200.000 bin yıldır kötüye gitmeye başladı.yukarı da şöyle bir cümle kurmuştuk; ortamında oluşan her türlü atom birlikteliği, yapısını ve kendisi korumak ister ama daha güçlüsüne karşı koyamaz. bu cümleye geri dönecek olursak, insanoğlu kısıtlı bilinci ve doğal seçilime karşı koymasından dolayı ortaya çıkan kusuru ego su yüzünden,milyarlarca yıldır kusursuzluğa ulaşan atomları kafasına göre değiştirmesinden, karşı koyamayacağı bir atom birlikteliğini gazabına çok yaklaştı. insanoğlunu oluşturan şartlar (atom birliktelikleri/kombinasyonlar) artık onu istemiyordu ve ondan çok daha güçlülerdi... doğal seçilim kozmoz un milyarlarca yılda ulaştığı bir kusursuzluk,200.000 yıllık götü boklu insanoğlu onu alt edemez.doğal seçilim her zaman çalışır,çünkü biz kusurluyuz ve yok edilmemiz gerekli. nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 17

elde var sıfır @voltran 1. yalan beş harfli gerçek altıda altı yalan üstü gerçek her şey ortada 2. uyanmak isterdim gözlerinle ki onlarda buldum sabahı 3. ellerin ellerime değsin gerek yok sevda sözlerine aşkını kelimeler değil avuçların söylesin 4. vapur sireni, deniz kokusu insanları korkutan ayrılık korkusu her vapur yanaştığında iskeleye ayrılıyoruz senle sen de aşinasın ayrılığa aşinayım ben de 18 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015

elde var sıfır 36-a siyah bir eteğin, bir kırmızı gömlek ve mavinin her tonu vardı gözlerinde seni otobüste gördüğümde otobüs yoldaki çukurlara düştüğünde dalgalanıyordu saçların açık camdan esen rüzgarın eşliğinde ineceğin durağa geldiğinde emindim kararlıydım basamak olurdum indiğin merdivende nisan 2015 youreads kanal MARCH 2011 UNIVERSAL MAGAZINE 19

yirmi dokuz harf @nuranyum bir kar vakti hayali Ülkelerin cetvelle çizilmişçesine dümdüz, insanın inanasının gelmediği sınırları vardı madem, o sınırları cetvelle çizen insanlar vardı, hem de dümdüz, inanır mısınız dünyanın orta yerinde cetvelle çizilmiş gibi dümdüz! insanın yok muydu? sınırları? insan ne kendi sınırını ne de toprakların sınırını kestiremedi hiçbir zaman aslında. mart ayında, tüm sene yağmayan karın beni alaya alırcasına sürü halinde açık perdemden el sallayarak yeryüzüne intihar ettiği bir akşamüstünde geçiyordu hikâye. sanki bu evrende her şey sürü halinde intihar ediyordu. yüzden fazla balinanın karaya vurması olayını hatırlayarak düşündü bunları. belki de o hayvanlar, onlar kadar olamayan insanların hastalıklı düşüncelerine katlanamadıklarından el sallayarak ve bizi alaya alırcasına sürü halinde karaya intihar ederek eylem yapıyorlardı. kar taneleri gibi saçılıyorlardı yeryüzüne, birer siyah benektiler göründükleri gökyüzünden onlara bakınca. oturduğu yatakta ışık, sadece perdenin açık bölümünden sızıyordu, yerini giderek akşamın karanlığına bırakarak. karı daha iyi görebilmek için ihtiyacı vardı buna ve belki de balinaları daha iyi anlayabilmek için. eski zamanların birinde bir rüya gördüğünü hatırladı. hep bir yerlere yetişmeye çalışır, bir şeylerden kaçar ya da bir şeyleri kurtarmaya çalışırdı; gecenin kuytu köşelerinde, onu kıstıran rüya kıskaçlarında. yine böyle bir karanlık kıskaçtaydı; her yer mavi, mor ve yeşilken; gökyüzü mavi, uçan bir balina mor ve uçan bir balina yeşilken.. onlar bu kez gökyüzünden bakıldığında karaya intihar etmiş, siyah siyah benekleri değilken yeryüzünün ve gökyüzünün, engin sularındaki birer mor ve yeşil benekken, benek olmaktan çok ve daha çok büyükken gördüğü bir rüyada, balinalar onu uyarmaya çalışıyordu hacivat ve karagöz ün tayfası olduğu gemisine yanaşarak, uzaylı istilasına karşı 20 UNIVERSAL MAGAZINE MARCH 2011 youreads kanal nisan 2015