DİL DÜŞÜNCE VE VARLIK İLİŞKİSİ



Benzer belgeler
FELSEFE BÖLÜMÜ SOFİSTLER DERSİ DERS NOTLARI (3)

II.Ünite: KLASİK MANTIK (ARİSTO MANTIĞI)

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T+U Kredisi Akts Felsefeye Giriş IV

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

DİL VE DİL-ANLAM İLİŞKİ

BİLGİ KURAMI DERS NOTLARI DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ, FELSEFE BÖLÜMÜ

Sanatsal Güzel, Estetik Yargı ve Toplumsal Geçerlilik Mersin Üniversitesi, Mart 2011

Mantıksal Operatörlerin Semantiği (Anlambilimi)

FELSEFİ PROBLEMLERE GENEL BAKIŞ

İÇİNDEKİLER. Yedinci Baskıya Önsöz 15 İkinci Baskıya Önsöz 16 Önsöz 17 GİRİŞ 19 I. BÖLÜM FELSEFE ÖĞRETİMİ 23

DOĞRU BİLGİNİN ÖLÇÜTÜ PROBLEMİ: Doğruluk Kuramları. Bütün dillerdeki bütün doğru lar ortak bir özü paylaşırlar mı?

Dil Gelişimi. temel dil gelişimi imi bilgileri

Süreklilik Göstergesi. Kavram Haritaları. Etkileşim Göstergesi. Problem/Çözüm Göstergesi Karşılaştırma Matrisi. (Anlam Çözümleme Tablosu)

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

Önermelerin doğru veya yanlış olabilmesine doğruluk değerleri denir.

Bilgisayar II, Bahar, Kültür Üniversitesi, İstanbul, Nisan

7.Ünite: ESTETİK ve SANAT FELSEFESİ

1.Tarih Felsefesi Nedir? 2.Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı. 3.Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri-I: Hıristiyan Ortaçağı ve Augustinus

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

VARLIKBİLİMSEL KANIT ÜZERİNE KANT IN DÜŞÜNCESİ

Nitel Araştırmada Geçerlik ve Güvenirlik

ESTETİK; Estetiğin konusu olarak güzel;

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF FELSEFE DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma

BİLİŞSEL PSİKOLOJİ VE BİLGİ İŞLEME MODELİ BİLGİ İŞLEME SÜREÇ VE YAKLAŞIMLARI

Düşünce,düşündüğü olgu durumunun olanağını içerir.düşünülebilir olan,olanaklıdır da.

GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ

ETKILI BIR FEN ÖĞRETMENI

4.HAFTA/KONU: IMMANUEL KANT IN ETİK GÖRÜŞÜ: İNSANIN DEĞERİ. Temel Kavramlar: Ahlak yasası, isteme, ödev, pratik akıl, maksim.

FELSEFİ ATOMCULUKTAN MANTIKSAL ATOMCULUĞA ANALİTİK FELSEFENİN KİMYASI. Arş. Gör. Kemal BAKIR

Fen - Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü

İLETİŞİM - 2 YRD.DOÇ.DR. ÖZGÜR GÜLDÜ

Felsefe Nedir OKG 1201 EĞİTİM FELSEFESİ. Felsefe: Bilgelik sevgisi Filozof: Bilgelik, hikmet yolunu arayan kişi

6 Sofistlerin O rtaya Ç ıkışın d a Etkili O lan Felsefe-D ışı N edenler ıo Felsefi N ed enler

Örnek...2 : Örnek...3 : Örnek...1 : MANTIK 1. p: Bir yıl 265 gün 6 saattir. w w w. m a t b a z. c o m ÖNERMELER- BİLEŞİK ÖNERMELER

FELSEFE BÖLÜMÜ LİSANS PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ I.YARIYIL DERSLERİ

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

Yaşam Boyu Sosyalleşme

FELSEFE BÖLÜMÜ SOFİSTLER DERSİ DERS NOTLARI

Matematik Ve Felsefe

kişinin örgütte kendini anlamlandırmasına fırsat veren ve onun inanış, düşünüş ve davranış biçimini belirleyen normlar ve değerler

Bilim, doğal dünyayla ilgili soruları cevaplamak üzere bilimsel araştırma yöntemlerini kullanarak herkesin irdelemesine açık geçerli ve güvenilir

6. SINIF TÜRKÇE DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Hegel, Tüze Felsefesi, 1821 HAK KAVRAMI Giriş

MATEMATİĞİ SEVİYORUM OKUL ÖNCESİNDE MATEMATİK

FARABİ DE BEŞ TÜMEL. Doktora Öğrencisi, Sakarya İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesi Bilim Dalı,

Değerler Ekim Page 2

12. SINIF MANTIK DERSİ SÖKE ANADOLU LİSESİ 1. ORTAK SINAVI KAZANIM TABLOSU (Sınav Tarihi: 4 Nisan 2017)

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI 12. SINIF VE MEZUN GRUP FELSEFE GRUBU DERSLERİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KONULARI VE TESTLERİ

Laboratuvara Giriş. Adnan Menderes Üniversitesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü TBT 109 Muavviz Ayvaz (Yrd. Doç. Dr.) 3. Hafta (03.10.

HER CÜMLEDE ÜÇ ZAMAN VARDIR

BAYRAM DALKILIÇ, HÜSAMETTİN ERDEM,

Bilimsel Yasa Kavramı. Yrd.Doç.Dr. Hasan Said TORTOP Kdz.Ereğli-2014

BİLGİ EDİNME İHTİYACI İnsan; öğrenme içgüdüsünü gidermek, yaşamını sürdürebilmek, sayısız ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve geleceğini güvence altına a

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

B. ÇOK DEĞERLİ MANTIK

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ 8 YARIYILLIK (DÖRT YIL) DERS PROGRAMI (YENİ DÜZENLEME)

İÇİNDEKİLER. Gelişim Kuramları 22 Eylem Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık 28

Bilim ve Araştırma. ar Tonta. H.Ü. Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü

Uzaktan Eğitim. Doç.Dr. Ali Haydar ŞAR

ÜNİTE:1 Psikolojinin Tanımı ve Kapsamı. ÜNİTE:2 Psikolojide Araştırma Yöntemleri. ÜNİTE:3 Sinir Sisteminin Yapısı ve İşlevleri

Müze eğitiminin amaçları nelerdir?

Temel Kavramlar Bilgi :

ALGI BİLGİ İŞLEME SÜREÇ VE YAKLAŞIMLARI

BILGI FELSEFESI. Bilginin Doğruluk Ölçütleri

A Tüm S ler P dir. Tümel olumlu. E Hiçbir S, P değildir. Tümel olumsuz. I Bazı S ler P dir. Tikel olumlu. O Bazı S ler P değildir.

Türkçe. Cümlede Anlam Cümlenin Yorumu. Metinde Kazandıkları Anlamlara Göre Cümleler

FELSEFİ YAPIDA EĞİTİM MODELLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN FEL 402 Çağdaş Felsefe II Ders Notları

OKUL ÖNCESİNDE OYUN VE HAREKET ETKİNLİĞİ

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

MATEMATİĞİN ONTOLOJİSİ BAKIMINDAN KANT İLE FREGE KARŞILAŞTIRMASI. Yalçın Koç

OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK

Not. Aşağıdaki Kant la ilgili notlar Taylan Altuğ un Kant Estetiği (Payel Yayınları, 1989) başlıklı çalışması kullanılarak oluşturulmuştur.

Edebi metin, dilin estetik amaçla kullanıldığı metindir. Bir Metnin Edebi Oluşunu Şu Şekilde özetleyebiliriz:

YÖNLENDİRİLMİŞ ÇALIŞMA I DERS NOTLARI

KİTAP İNCELEMESİ SİSTEMATİK FELSEFE BAĞLAMINDA PLATON ARİSTOTELES KARŞILAŞTIRMASI. Prof. Dr. Arslan Topakkaya, İstanbul, Nobel Yay. 2013, 310 s.

Yapılandırmacı Yaklaşım

225 ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ. Yrd. Doç. Dr. Dilek Sarıtaş-Atalar

Aşk Her Yerde mi? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Kavram ortak özelliklere sahip birbirine benzeyen nesneleri ya da olayları bir araya getirerek bir ad altına toplamaktır.kavram;

İnsanlar, tarihin her döneminde olduğu gibi bundan sonra da varlıklarını sürdürmek, haberleşmek, paylaşmak, etkilemek, yönlendirmek, mutlu olmak gibi

1 Hipotez konusuna öncelikle yokluk hipoteziyle başlanılan yaklaşımda, araştırma hipotezleri ALTERNATİF HİPOTEZLER olarak adlandırılmaktadır.

İletişimin Sınıflandırılması

ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS

AÖF İLAHİYAT ÖNLİSANS PROGRAMI 1. KİTAP ÜNİTE 1. Okuma Parçası. Tercüme

DAVRANIŞ BİLİMLERİ DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN İNCELENDİĞİ SİSTEMLER

Bilimsel Araştırma Yöntemleri I

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

GÖRSEL SANATLAR DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI NIN GENEL AMAÇLARI

Yapılandırmacı anlayışta bilgi, sadece dış dünyanın bir kopyası ya da bir kişiden diğerine geçen edilgen bir emilim değildir.

V. Descartes ve Kartezyen Felsefe

BİLGİ KURAMINA GİRİŞ

KİMLİK, İDEOLOJİ VE ETİK Sevcan Yılmaz

İkinci Basımın Ön Sözü

CAL 2301 SOSYAL DÜŞÜNCELER TARİHİ. 9. Hafta Mikro Sosyoloji: Sembolik Etkileşimcilik, Fenomenoloji ve Etnometodoloji

Transkript:

DİL DÜŞÜNCE VE VARLIK İLİŞKİSİ Prof. Dr. Ali Osman GÜNDOĞAN * Dil, bir düşünme biçiminin dışa vurulduğu, o düşünme biçiminin somutlaştırıldığı, başka özneler için bir düşünme konusu haline getirildiği kültürel kalıptır. Bu bakımdan dil, bir düşünceyi ses ve yazıyla ifade eden bir form olduğu gibi, aynı zamanda mimikler, jestler, bazı davranış şekilleri de, bir düşüncenin ifadesi olduklarından dolayı, değişik bir tarzda dil olarak adlandırılabilirler. Ancak burada söz konusu olan dil, kavramsal düzeyde bir düşünmenin kavramlarla ifadesi olan dildir. Dil, mademki bir düşünme biçiminin ifadesidir ve her düşünce de bir şeyin düşüncesi ya da bir şeyin düşünülmesi olduğu için, dil hakkındaki her çalışma, bilhassa düşüncenin gerçekleştiği bir ontolojik zemini de dikkate almak zorundadır. Çünkü dil ile düşünce arasında uygunluk olduğu biçimindeki bir anlayış, ilk olarak Platon tarafından savunulmuş, günümüzde de bazı filozoflar tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. Her düşünme de, muhakkak surette bir şeyin düşünülmesi olduğu için, varlık ile düşünme arasında, daha açıkçası, varlık ile doğru düşünme arasında bir ilişkinin olduğu da ilk olarak Parmanides tarafından savunulmuştur. Parmanides e göre Varlık vardır, yokluk yoktur. Düşünmek, bir şeyi düşünmek olduğuna göre, ancak varolan düşünülebilir ve varolmayan düşünülemez. Düşünülen varolan ya da varolması mümkün olan bir şeydir. Varolması mümkün olmayanı, varolmayanı varolarak nitelemek, zihnin çelişkiye düşmesi anlamına gelir. Çünkü böyle bir durumda ortaya çıkan çelişki, yanlış düşündüğümün; varolmayanı, varolması mümkün olmayanı düşündüğümün bir ifadesidir. Parmanides in bu düşüncesini şöyle bir örnekle açıklamak mümkündür; Şu anda karşımda bir duvar bulunmaktadır biçimindeki önermede, bir şey hakkında bir yargıda bulunulmuştur. Bu yargı, zihinde ben ve duvar arasında ilişki kurulduğunu bildirmektedir. Eğer bu yargı doğruysa, bu yargının temsil ettiği düşünce de doğru ya da doğru olması muhtemel bir düşünce olacaktır. Hakkında konuşulan şey varsa bu yargı doğru, hakkında konuşulan şey yoksa ya da onun varolması bile mümkün değilse yanlıştır. Bu örnekte, karşımda bir duvar bulunduğu söylenmektedir ve hakkında konuşulan ben duvar ve ikisi arasındaki ilişki mevcut olduğu için bu yargı ve yargının ifadesi olan düşünce de doğru demektir. Şayet, şu anda karşımda bir duvar bulunmasaydı durum ne olacaktı? Sorun, duvarın şu anda karşımda bulunup bulunmamasından ziyade, duvarın karşımda bulunup bulunmamasının mümkün olup olmadığıdır. Çelişkili yani yanlış düşünmeye ilişkin olarak da şöyle bir örnek verilebilir. Ayağımın altındaki halı uçmaktadır. Bir düşüncenin ifadesi olan bu önermedeki yargı da yine bir şey üzerinedir. Ama yargı, yanlıştır. Çünkü ayağımın altındaki halı ve halının uçması hiçbir zaman bir arada bulunamazlar. Böyle bir ilişkinin varolması bile mümkün değildir. Burada, iki şey arasında varolmayan bir ilişki tasavvur edilmiştir. Varolmayan bir şeyin tasavvur edilmesi ise apaçık bir çelişkidir. Bu örnekler bize, düşüncenin sınırının varolanlar olduğunu göstermektedir. Çünkü düşünme fiili esnasında bir yönelim söz konusudur. Bu yönelim, zihinin düşünülene, kendisine düşünme objesi olarak aldığı şeye bir yönelimdir. Zihin, varolmayan bir şeye yönelebilir. Ancak, böyle bir yönelmenin ortaya çıkardığı düşüncenin doğru olup olmadığının garantisi yoktur. Bir bakıma, varlık ile düşünce arasında bir uygunluk olduğunu kabul eden bir anlayış, düşüncenin doğrulanabildiği takdirde doğru hatta anlamlı olduğu biçimindeki bir pozitivist varsayımdan hareket eder. * Muğla Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü.

Düşünceye bir sınır çizme girişiminin önemli bir örneği de Kant tır. Kant, Wittgenstein ın Tractatus ta dil için çizdiğe sınıra benzer bir sınırı, Teorik Aklın Eleştirisi adlı eserinde, bilgi kuramsal endişelerle, sentetik a priori önermelerinin imkânını meşrulaştırırken, fenomen ile numen arasında çizer. Parmanides te yanlış ya da çelişkili düşünme, varolmayanın düşünülmesi esnasında ortaya çıktığı halde, Kant ta ise zihin numen (kendinde-şey) konusunda düşünmeye başladığında ortaya çıkar. Kant a göre numen vardır ancak numene ilişkin olarak herhangi bir duyum söz konusu olmadığından orası bilinemez ve bir x olarak kalır. Bu, numenin düşünülemeyeceği anlamına da gelmez. Ancak numenin düşünülmesi, zihnin rasyonel teoloji, rasyonel kozmoloji ve rasyonel psikoloji olarak adlandırılan antinomilere düşmesi anlamına gelir. Çünkü numene ilişkin düşüncenin algısal bir içeriği yoktur. Oysa Kant a göre bir önermenin, sentetik a priori bir önerme olabilmesi için onun algısal bir içeriğe sahip olması gerekir. Kant ın Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kördür sözüyle ifade etmek istediği şey, doğru düşünmenin sınırını da çizer. Zaman ve mekân a priori formlarından geçip zihne gelen duyusal malzeme, zihnin a priori yapısı yani zihindeki kategoriler tarafından işlenerek bilimsel bilgi, sentetik a priori önerme haline dönüştürülür. Bu alan, fenomen alanıdır. Numen hakkındaki düşünme, diyalektik düşünme biçimidir ve böylesi bir düşünme de olumsuz olarak nitelendirilir. Pozitivizm, bilgi-kuramsal temellerini büyük oranda Kant ın bu düşüncesine dayandırır. Nitekim Kant ın düşünceye sınır çizme girişimine benzer bir çaba, Wittgenstein tarafından dile sınır çizme olarak gerçekleştirilmiştir. Düşünce ile varlık arasında uygunluk olduğu şeklinde bir varsayım, bir takım problemleri de içinde barındırır. Nitekim sırf düşünceden hareketle bir ontoloji kurma girişimi, idealist teorilere zemin oluşturur ve bu durum zamanla düşüncenin varlıktan bütünüyle uzaklaşmasına neden olur. Sadece düşünceye bakarak ontoloji oluşturulamaz. Bu, öznenin merkeze alınması ve varlık dünyasının öznenin etrafında oluşturulması anlamına gelir. Sözgelimi Alman idealistleri, özellikle Fichte nin; Beni kaldırınız, her şeyi kaldırmış olursunuz, sözü hem varlığın, hem de bilginin teminatı olarak özneyi gören bir düşünceyi içerir. Ayrıca Hegel in; Rasyonel olan gerçek, gerçek olan da rasyoneldir sözü, düşünce dünyası ile varlık dünyası arasında bir uygunluk vardır, bu uygunluktan ötürü de, sırf rasyonel bir dünyanın inşası mümkündür şeklinde anlaşılabilir. Oysa böylesi görüşler tek taraflı görüşlerdir ve metafizik kurgulara neden olmaktadırlar. İdealist görüşlerin dışında, yine aynı uygunluğu kabul eden ama bu uygunluktan ötürü düşüncenin sınırını belirleyen anlayışlar da, her türlü metafizik yapma imkânını ortadan kaldırmaktadırlar. Özellikle varolandan, duyusal dünyanın nesnelerini kabul eden aşırı pozitivist ve materyalist düşünceler, insan düşüncesinin somut olarak varolana tutuklu hale gelmesine neden olduklarından dolayı, düşüncenin otantikliğini ve yaratıcılığını yok etmektedirler. Düşünce ile varlık arasında uygunluk bulunduğu şeklindeki görüşe benzer bir anlayış, dil ile varlık arasında da kurulmaya çalışılmıştır. Burada, özellikle dil ile düşünce arasında uygunluk bulunduğu varsayımından faydalanılmıştır. Buradaki akıl yürütme şudur: Düşünce ile varlık arasında bir uygunluk varsa ve dil de düşünceyi yansıtıyorsa, dil ile varlık arasında bir uygunluğun olması doğaldır. Bu hususta Platon ve Aristoteles in düşünceleri önemli birer örnektir. Platon, Sofist adlı diyalogunda; doğru söz, varolanı olduğu gibi söyleyen, yanlış söz de, varolandan başka bir şey söyleyen sözdür, diyerek doğru söz ile yanlış söz arasında bir ayrım yapar. 1 Her söz, muhakkak surette bir şey hakkındadır. Bir şey hakkında olmayan söz olamaz. Çünkü Platon a göre; herhangi bir şey üzerine söylenmeyen bir söz olamaz. 2 Platon, Parmanides in düşünce ile varlık arasında kurduğu ilişkiye benzer bir ilişkiyi söz ile varlık arasında kurmakta, ama O, aynı zamanda 1 Platon, Sofist, çev., Mehmet KARASAN, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1988, s.100, 263-b. 2 A.g.e., s.101, 263-c

söz ile düşüncenin de aynı olduğunu ifade etmektedir. Platon; ruhun kendi kendisiyle yaptığı içten ve sessiz konuşmaya düşünce, ruhtan ağız yoluyla ses olarak çıkan yayıma ise söz dendiğini belirtmektedir. 3 Doğru söz yanında, yanlış söz de olduğuna göre, doğru söz, doğru düşünceye, yanlış söz de, yanlış düşünceye karşılık gelmektedir. Acaba bu yanlış söz ve yanlış düşüncenin kaynağı nedir? Varolmayanın yani yokluğun düşünülmesi ve dile getirilmesi midir? Platon, bunun nedenini düşünce, kanaat ve hayalin birbiriyle karıştırılmasında bulur ve bu üç kavramı birbirinden ayırır. Böylece de Platon tarafından kanaat ve hayal, sözün akrabaları olarak nitelendirilir, kanaat ve hayalden, bazılarının, bazı kere yanlış olması gerekir. 4 Her söz, isim ve fiilden meydana gelir. Ne isimsiz, ne de fiilsiz söz olamaz. Gerçek anlamda söz, bir şey hakkında bir niteliğin tasdiki veya inkârıdır. Doğruluk ve yanlışlık nesnede değil, sözdedir. Nitekim taşın bizatihi kendisi ne doğrudur, ne de yanlıştır. Doğru sözden kasıt, bu niteliğin nesneye ilişkin olmasına bağlıdır. Eğer nitelik, hakkında konuşulan nesneyle ilgiliyse söz doğru, değilse söz yanlış olur. Kanaat ve hayale ilişkin sözlerde, niteliğin, hakkında konuşulan şeyle ilgisi olmayabilir. Bundan dolayı, düşüncede olduğu gibi, sözde de yanlışın nedeni varolmayanı düşünmek veya varolmayanı var diye söylemektir. Bütün bunlar şunu da ifade eder: Gerek düşünce gerekse söz, varlıktan daha geniş bir sınıra sahiptir. Ancak düşüncenin ya da sözün, varolanın dışında kalan kısmı, yanlış düşünce veya yanlış söz olma ihtimalini taşır. Bu anlayış, Wittgenstein tarafından olgusal dünyanın ötesi için kurulan önermeler söz konusu olduğunda, yanlış olarak değil de, anlamsız ve haklarında konuşulamaz diye nitelendirilecektir. Düşünce ile dil arasında uygunluk bulunduğu, dilin düşüncenin elbisesi veya formu olduğu anlayışı, Aristoteles tarafından savunulmuştur. Varlığın yasalarıyla düşüncenin yasaları aynı olduğundan, düşünce varlığı yansıtır ve dil de düşüncede yansıyan varlığı doğru bir biçimde dile getirir. Dile bakarak düşünceyi, varlığa bakarak yine düşünceyi çıkarmaya imkân tanıyan bu anlayış, dil-düşünce-varlık arasında bir uygunluk kurmuştur. Nitekim varlığa ait olan, anlatmak, söylemek, ifade etmek anlamlarına gelen kategoriler, dildeki belli kelime çeşitlerini de yansıtırlar ya da dildeki kelime çeşitleri varlığa ait kategorileri dile getirirler. Sözgelimi dildeki yüklemler, kategorilerden birisi olan varolandaki faaliyeti; sıfatlar, varolandaki nitelik ve nicelikleri dile getirirler. On kategori olduğuna göre, bir varlıkla ilgili olarak on yargıda bulunulur. Acaba, gerçekten dilin, tamamen varolana uygun olarak inşa edildiği doğru mudur? Yine dilin unsurları, yapısı, işleyişi ve düzeni ile varlığın yapısı, unsurları, işleyişi ve düzeni birbirine uygun mudur? Bunun yanında, dilin varlıktan bağımsız, hatta yerine göre varlığı bize keşfettiren değil de, varlığı inşa eden bir tarafı yok mudur? Bütün diller için ortak olan bir doğal varlık düzeni vardır, ama her dil, ortak olan bu doğal varlık düzenini aynı şekilde dile getirmemekte ve aynı şekilde tasvir etmemektedir. Eğer dil, varlık düzeninin bir temsili olmuş olsaydı, Wittgenstein in terimleriyle söylemek gerekirse; dil, dünyanın bir resminden ibaret olmuş olsaydı, dünya her yerde bir ve aynı olduğu için, dünyanın bütün dillerdeki resminin aynı olmuş olması gerekirdi. Oysa Aristotelesçi terminolojinin temsil ettiği dünya ile Galileocu terminolojinin temsil ettiği dünya birbirinden farklıdır. Çünkü dil, doğal bir varlık değil, tarihsel ve kültürel bir varlıktır. Rorty in de ifade ettiği gibi dil, olumsaldır ve hakikat keşfedilmekten ziyade yaratılır, çünkü yalnızca tümcelerin doğru olabileceği ve insanların içerisinde tümceler kurabilecekleri diller yaratmaları sayesinde hakikatler yarattıkları gerçeği göz ardı edilemez. 5 Dildeki her terim ve her cümle muhakkak surette varlık alanına ilişkin herhangi bir 3 A.g.e., s.101, 263-e 4 A.g.e., s.101, 264-b 5 Richard Rorty, Olumsallık, İroni ve Dayanışma, cev., Mehmet Küçük Alev Türker, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1995, s.33.

nesne ya da olgu durumuna işaret etseydi, yani kelimeler şeylere bire bir göndermede bulunsaydı, bu Foucault ya göre yorumun ölümü olurdu. 6 Dil düşünce ve varlık üçlüsü arasında uygunluk olduğu anlayışına yapılan bu eleştiriden, dilin varlık dünyasından bütünüyle bağımsız, onunla hiçbir ilişkisi olmadığı anlaşılmamalıdır. Dil, varlık dünyasıyla ilişkilidir ama onun varlık dünyasını aşan tarafı vardır. Yapmış olduğumuz isim tamlamalarından bir örnek, bu düşüncemizi açıklamamıza yardımcı olabilir; X in kız kardeşi Y nin arkadaşı Z, biçimindeki bir tamlamada dil; X, Y ve Z adında üç varolandan hareket etmektedir. Aslında nesnel olarak varolan üç kişi olduğu halde, zihin bu üç kişi arasında ilişkiler kurarak, nesnel dünyayı düzenlemektedir. Zihin, varlıklar arasında ilişki kurmaya başladığında düşünmeye de başlar. Ne var ki, varlıkların kendilerinin zihinde bulunmaları mümkün değildir. Zihin, düşünme faaliyeti için varlıkların yerine geçecek sembollere ihtiyaç duyar. Düşünme, varlıkların yerine geçen semboller arasında ilişkiler kurularak gerçekleştirilir. Zihnin varlık dünyasına ilave ettiği ve o dünyayı kendi tarzında düzenlediği, işte bu ilişkilerdir. Kitap, masanın üzerindedir dediğimizde, varolan kitap ve masadır. İkisi arasında üzerinde ilişkisini kuran zihindir. Böyle bir ilişki varolmasaydı, zihin yine bu tarzda bir hüküm verebilir miydi? Buradaki sorun, zihnin böyle bir hüküm verip vermemesinden ziyade; zihnin niçin kitabın masanın üzerinde olduğunu dile getirip de masanın, kitabın altında olduğunu dile getirmemesidir. Çünkü masa ile kitap arasında, sadece kitabın masanın üzerinde olduğu ilişkisi olmadığı, ikisi arasında daha farklı ilişkilerin de bulunduğu gerçeği söz konusudur. Zihnin düşünürken kullandığı semboller, kavramlardır. Kavramlar ise zihnin, genellemeler ve soyutlamalar yapmak suretiyle ulaştığı tümellerdir. Ancak tümeller gerçekten varolan şeyler midir yoksa bizim uydurduğumuz, biri birine benzeyen nesnelere verdiğimiz ortak adlar mıdır? Onların gerçekten varolup olmadıkları kanıtlanamaz. Zihnin bu kavramları nasıl elde ettiğine bakılırsa, onların ortak adlar olduğu söylenebilir. Öyleyse onlar, gerçekten varolan şeyler değildir. Ancak onların gerçekten varolan şeyler olmaması, anlamsız oldukları anlamına gelmez. Bu demektir ki, zihin gerçekten varolmayan ama anlamlı olan bir takım kavramlarla düşünmekte ve böylece düşünme konusu olan varlık dünyasını anlamaya ve düzenlemeye çalışmaktadır. Bu durumda da, kavramların, yani dil dünyasının varlık dünyasını bire bir temsil ettiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü kavram, birbirine benzeyen nesnelere verilen ortak addır, söz konusu olan, birbirinin aynısı olan nesneler değildir. Ayrıca ne tarihsel /kültürel dünyada, ne de doğal dünyada birbirinin aynısı olan iki varolana rastlamak mümkün değildir. Dolayısıyla, kavramların birbirine benzeyen nesneleri aynı eşitlik içerisinde temsil etmeleri söz konusu olamaz. Terimler, kavramların dildeki karşılıklarıdır. Kavramlar arası ilişkiler kurularak gerçekleşen düşünce, terimler yoluyla ifade edilir. Zihin kavramların, dil de terimlerin yeridir. Zihin dünyayı kavramlarla görür, kavramlarla anlamlı hale getirir ve terimlerle de dile yansıtır. Bu açıdan dil, zihnin aynasıdır. Düşünce dilde yansır, dilde dile gelir. Kısacası dil ile düşünce karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler, geliştirirler. Dilin gelişmesi düşüncenin, düşüncenin gelişmesi de dilin gelişmesi demektir. Dili, düşünce yaratmış olmasına rağmen, dil olmadan düşüncenin gelişmesi, açık ve anlaşılır olması mümkün değildir. Varlığa kavramlarla bakar, varlığı kavramlarla görürüz. Kavram, terim ile aynı anlamda olduğu için, yani dilin unsuru olan terimin zihinsel karşılığı olduğu için, bu, varlığı dil ile görmek demektir. Varlığın dil yoluyla dilde görünmesi, onun dilde açığa çıkması, dilde dile gelmesi 6 Michel Foucault, Bu Bir Pipo Değildir, çev., Selahattin Hilav, İstanbul: YKY, 1995, s.15.

anlamına gelir. Heidegger in dediği gibi; Dil, varlığın meskenidir, yani varlık dilde gizlenir. Onun üstünü örten perdeleri kaldırmak, ona nüfuz etmek ancak dil aracılığıyla mümkün olur. Çünkü dil, varolan şeyleri adlandırarak, onların niteliklerinin bilinmesini sağlayarak kendisi ile diğer varlık alanları arasındaki ilişkileri kurar. 7 Dil ile dünya arasında ilişki olduğu ve dünyanın dili sınırladığı anlayışı, Wittgenstein tarafından savunulmuştur. Ona göre dil, dünyayı resmeder. Çünkü dünya, tüm gerçekliktir. Bu, dilin, tüm gerçekliği resmettiği anlamına gelir. Yani dil, tüm gerçekliğin bir taslağı olacaktır. Nasıl ki dünya olgulardan meydana geliyorsa, dil de cümlelerden meydana gelir. Her cümlede ise bir düşünce vardır. Bu durumda düşünce anlamlı tümcedir 8 ve her cümle bir olguya karşılık gelir. Çünkü tümce gerçekliğin, biz onu nasıl düşünüyorsak, öyle bir taslağıdır. 9 Demek ki düşünme, bir tür dildir. Cümlelerin anlamlı olup olmadığı, resmettiği dünyada karşılığının bulunup bulunmadığına bakılarak anlaşılabilir. Eğer cümle, bir olgusal durumu belirtiyorsa anlamlı, yoksa anlamsızdır. Olgusal durumu belirten bir cümle, dünyanın doğru bir resmi, tersi ise dünyanın yanlış bir resmi olacaktır. Dünyanın yanlış resmi anlamsız cümleler, dünyanın doğru resmi de anlamlı cümlelerdir. Dil, dünyanın sınırını aştığında anlamsız olmakta, olgusal bir duruma sahip olmayan alanlar söz konusu olduğunda susmak gerekmektedir. Çünkü dilin sınırı dünyanın sınırıdır. Bundan dolayı din, ahlak, estetik, metafizik alana ait cümlelerin hepsi anlamsızdır. Öyleyse o konularda susmak gerekmektedir. Wittgenstein in bu düşüncelerine göre gerçekliğin yapısı dilin yapısını belirler. Bu belirlemeye göre; gerçekliğin dışında ne düşünce, ne de dil vardır. Çünkü düşüncenin ve dilin sınırı, aynı zamanda gerçekliğin de sınırıdır. Wittgenstein, Tractatus ta ortaya koyduğu bu düşüncelerden, Felsefi Soruşturmalar da vazgeçer ve ilk dönemindeki iddialarının tersine, nesneleri dil yoluyla gördüğümüz için gerçekliği görüş biçimimizi de dil belirler 10 der. Dil ile varlık özdeşliğinin kabulü ve bütün diller için dilin dışında ortak olan nesnel bir dünya düzeninin varlığı, bütün dillerin yapısının ortak olması gerektiği düşüncesini beslemiştir. Oysa gerçekten bütün dillerin yapısal özellikleri ortak mıdır? İki dil arasında yapılacak olan kısacık bir karşılaştırma, dillerin yapısal özelliklerinin de birbirlerinden farklı olduğunu gösterir. Bunun nedeni, her dilin kendi içindeki dilsel dünya düzeninin diğer dillerin dilsel dünya düzeninden farklı ve dilsel dünya düzeninin her dilin kendisine mahsus oluşudur. 11 Her dilin kendisine mahsus olan dilsel dünya düzeni; dili kullananların varlığı algılama, varlıklar arasındaki ilişkileri düzenleme biçimlerini belirler. Örnek vermek gerekirse; Kitap masanın üstündedir önermesi, Türkçe de düzenlenen algının, öncelikle kitap ve masa olmak üzere nesnelere, daha sonra da ilişkilere yöneldiğini gösterir. Fransızca da ise bu sıralanış, kitap-dır- üstünde- masanın biçiminde gerçekleşir. 12 Dil ile varlık arasında bir özdeşlik olsa bile, her dilin kendine özgü bir içyapısı ve düzeni olduğundan ötürü her dil, anlama, algılama, anlamlandırma ve düzenleme açılarından diğer dillerden ayrılır. Çünkü dillerin kendi iç düzenleri, bize bir düşünme ve varlığı görme biçimi sunar. Ayrıca her cümlenin algısal bir içeriğinin olmaması ya da algıyla doğrulanabilir olmasının zorunlu olmayışından ötürü, nesnel dünya düzeni, dilsel dünya düzeninde yansımaz. Algısal içeriği olmayan cümleler dahi dünyayı metaforik, ironik v.b. tarzlarda, ama anlamlı bir şekilde gören 7 Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1983, s.244. 8 Ludwig Wittgenstein, TLP, çev., Oruç Aruoba, İstanbul: YKY, 1996, s.43. 9 A.g.e., s.43. 10 David Pears, Wittgenstein, çev., Arda Denkel, İstanbul: Afa Yayınları, 1985, s.13. 11 Ömer Naci Soykan, Arayışlar Felsefe Konuşmaları-1, İstanbul: Küyerel Yayınları, 1998, s.114. 12 Diller arasındaki örneklere dayanılarak yapılmış karşılaştırmalar için bk. Ömer Naci Soykan, a.g.e.

cümlelerdir. Sözgelimi deve tellal iken pire berber iken cümlesinin algısal bir içeriği olmadığı halde, bu cümle anlamlıdır ve bize dünyaya ilişkin çok şeyler sunmaktadır. Bu türlü sözlerin anlamı, sözleri kullanan öznelere ve öznelerin uylaşımına bağlıdır. Bu uylaşımı sağlayan şey kültürdür. Kültür de, tarihsel süreç içerisinde vücut bulur. Belli bir dili konuşan bireyler, tıpkı kullandıkları dil gibi, kendileri de tarihselliğin bir ürünü oldukları için, ancak kendi ana dillerinde dünyayı anlama, anlamlandırma ve düzenleme faaliyetini gerçekleştirebilirler. Çünkü her birey, kendi anadilinin sunmuş olduğu düşünme biçimine göre düşünmeye ve varlığı görmeye alışmıştır. Düşünme biçimine alışık olmadığımız bir dil ile varlığı görmek ve dile getirmek mümkün değildir. Bundan dolayı birey, bilim ve felsefeyi ancak kendi anadiliyle yapabilir.