OKUMADAN ADAM OLMAK. İşlevsel Okuryazarlığın Türk Kültüründeki Anlamı: Ücret Köyü örneği 1



Benzer belgeler
Yaşam Boyu Sosyalleşme

Siirt'te Örf ve Adetler

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir?

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

T.C. İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ MESLEK YÜKSEKOKULU AMELİYATHANE HİZMETLERİ PROGRAMI 2. SINIF 1. DÖNEM DERS İZLENCESİ

İLETİŞİM VE İLETİŞİM SÜRECİ PSİKOLOG PSİKOTERAPİST AİLE DANIŞMANI SİBEL CESUR AKYUNAK

kişinin örgütte kendini anlamlandırmasına fırsat veren ve onun inanış, düşünüş ve davranış biçimini belirleyen normlar ve değerler

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Metin Edebi Metin nedir?

Dil Gelişimi. temel dil gelişimi imi bilgileri

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

EĞİTİMİN SOSYAL TEMELLERİ TEMEL KAVRAMLAR. Doç. Dr. Adnan BOYACI

GELİŞİM DÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ

PEK OKULLARI 2A KASIM. İzimden gelin gençler! Bocalamadan, yorulmadan, sıkılmadan Tek çıkış yolunuz budur!

Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması

İletişimin Bileşenleri

İletişim kavramı ve tanımı

9.Sınıf Sağlık Hizmetlerinde İletişim. 3.Ünite Toplumsal İletişim GELENEK-GÖRENEKLER / DİNİ ve AHLAKİ KURALLAR 20. Hafta ( / 02 / 2014 )

TÜRKİYE NİN TOPLUMSAL YAPISI

Aile ve Birincil İlişkiler

KENDİMİZİ İFADE ETME YOLLARIMIZ

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABA ve ÇOCUK

ÖRGÜT SAĞLIĞI OKULDA SAĞLIK, İKLİM VE. Sağlıklı örgüt için gerekenler: Yrd. Doç. Dr. Çetin Erdoğan. Örgüt Sağlığı. Örgüt Sağlığı.

ÜNİTE:1. Kurallar, Devlet ve Hukuk ÜNİTE:2. Hukukun Uygulanması ÜNİTE:3. Hukuk Sistemleri ve Türk Hukuk Tarihi ÜNİTE:4. Yargı Örgütü ÜNİTE:5

SANAT EĞİTİMİ ÜZERİNE. Doç. Dr. Mutlu ERBAY

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABALAR ve ERGENLER

XV. BÖLÜM - SONUÇ VE ÖNERİLER 15. SONUÇ

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

SOSYOLOJİ DERSİ 2.ÜNİTE TOPLUMSAL YAPI

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

TOPLUMSAL KURUMLAR VE AİLE ÇIKMIŞ SINAV SORULARI MURAT YILMAZ EGE ANADOLU LİSESİ

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK

İletişimin Sınıflandırılması

Sosyal Etki Teorisi. Sunan: M.Benan YAZICIOĞLU Sunum Tarihi:

Zürih Kantonunda İlköğretim Okulu

İnsanlar, tarihin her döneminde olduğu gibi bundan sonra da varlıklarını sürdürmek, haberleşmek, paylaşmak, etkilemek, yönlendirmek, mutlu olmak gibi


Liselilerden Eğitim Sistemine Sert Eleştiri

225 ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ. Yrd. Doç. Dr. Dilek Sarıtaş-Atalar

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

İÇİNDEKİLER BÖLÜM I GİRİŞ

Gelişim Analizi P P P P P P P P P P P P P P P P P ÖZ BAKIM BECERİLERİ BİLİŞSEL GELİŞİM Ocak. Tehlikeli olan durumları söyler.

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

DEĞİŞEN ANNE BABA ROLLERİ

Ahlâk ve Etikle İlgili Temel Kavramlar

DİKTE METNİ 1 DİKTE METNİ 2

ARAMIZDA ÇOK FARKLAR VAR

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

ÖZEL EGEBERK ANAOKULU Sorgulama Programı. Kendimizi ifade etme yollarımız

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

10/22/2015. Kültürün Tanımı. Kültürel Ürünler, Kurallar ve Davranışları. Kültürün Tanımı

TOPLUM TANILAMA SÜRECİ. Prof. Dr. Ayfer TEZEL

2 Aile yapısı ve yaşam şekli, yaşam evresi merasimleri ve dini bayramlar. 5 Çocuk hakları ve aile rolü. 8 Demokrasi ve değerler

BURDUR İLİNDE SPORA KATILIMIN SOSYO EKONOMİK BOYUTUNUN ARAŞTIRILMASI

İLETİŞİM BECERİLERİ. Doç. Dr. Bahar Baştuğ

DİNİ VE MİLLİ BAYRAMLAR

Psikomotor Gelişim ve Oyun

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

II.Ünite: KLASİK MANTIK (ARİSTO MANTIĞI)

AİLE YAPILARI. Psikolog Psikoterapist Aile Danışmanı Sibel CESUR AKYUNAK

Mantıksal Operatörlerin Semantiği (Anlambilimi)

OYUN VE ÇOCUK. Oyunun Aşamaları:

3. SINIF II. SORGULAMA ÜNİTESİ BÜLTENİ

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

» Ben işlerimi zamanında yaparım. cümlesinde yapmak sözcüğü, bir yargı taşıdığı için yüklemdir.

YÖNETİM Sistem Yaklaşımı

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül :14

Düğün Hazırlık Listesi...

KURAMSALLAŞMANIN YÖNÜ İNCELEME DÜZEYİ

CP PT-COMENIUS-C21

AKTIF (ETKİN) ÖĞRENME

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

Değerler Ekim Page 2

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

VIII. BÖLÜM- DOĞUM. 8. Doğum

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (8 Eylül Ekim 2014 )

Funda Tirişoğlu Tomurcuk Çocuk Kulübü Çorlu/Tekirdağ Eğitim Koordinatörü/ Drama Lideri. Mine Türeli Bilim ve Sanat Merkezi Tekirdağ Resim Öğretmeni

DAVRANIŞ BİLİMLERİNE GİRİŞ

YAŞAM BOYU GELİŞİM Ergenlik-Yetişkinlik

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

İşte bu, kişileri birbirlerinden ayıran özelliklerin tümüne, kişinin Girişimcilik Profili diyoruz.

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

İKTİSAT YÜKSEK LİSANS PROGRAM BİLGİLERİ

SiSTEM ANALiZi ve TASARIMI

Gündelik Yaşamda Sosyal Etkileşim

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Dilin Tanımı DİLİN TANIMI, ÖZELLİKLERİ / DİL-MİLLET İLİŞKİSİ

TERAKKİ VAKFI ÖZEL ŞİŞLİ TERAKKİ ANAOKULU EĞİTİM YILI Bilgi Bülteni Sayı:7 4 5 YAŞ ÇOCUKLARININ GELİŞİM BASAMAKLARI

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ

Hukuk Sosyolojisi Açısından Hukuk

Transkript:

OKUMADAN ADAM OLMAK İşlevsel Okuryazarlığın Türk Kültüründeki Anlamı: Ücret Köyü örneği 1 1.KURAM VE YÖNTEM Okuryazarlık modern Türkiye de hiç gündemden düşmeyen bir konudur ve günümüzde de tartışılmaya devam etmektedir. Ne var ki, başka birçok önemli ve kronik sorunda olduğu gibi, okuma alışkanlığının yetersizliği sorununa yaklaşımda da hem devletin hem bireylerin birbirine zıt tutumları bir arada sürdürdüğü gözlenmekte: Bir yandan kendisine sorulduğunda her birey okumanın önemine dair tespitlerde bulunup okumaya övgüler düzerken kitap alışveriş listesinin iki yüz yetmiş beşinci sırasında ancak yer bulabilmekte, devletin en üst makamları okuma alışkanlığını arttırmaya yönelik kampanyalar düzenlerken basılmamış kitaplara bile polis el koyabilmekte, başbakan bazı kitapların bombadan bile tehlikeli olabileceği konusunda toplumu uyarmaktadır. Yapılan araştırmalarda öğretmenler, öğretim elemanları veya öğrenciler gibi başlıca işlerinin okuma yazma olduğu düşünülen/öyle olması beklenen kişilerin de oldukça az okuduğu görülmektedir (okuyan kesimin okuduğu kitapların niteliği de ayrı bir tartışma konusudur). Dolayısıyla Türkiye de okuma alışkanlığının yetersizliğine dair tartışmalarda öne sürülen başlıca ve klasik gerekçelerin (matbaanın kullanılmasında geç kalınması, göçebelik veya köylülüğün kültürdeki baskınlığı, Farsça ve Arapça nın uzun yıllar hakimiyetinden sonra yazılı Türkçe nin cılız kalışı vs) ötesine geçmek, sorunun kaynağını toplumun okuryazarlığa bakışını şekillendiren, okuryazarlığa verilen değeri belirleyen anlamlandırma düzenine kısaca kültüre bakmak gerekmektedir. Böylesi bir çaba soruna antropolojik bir yaklaşımı gerektirir. Ankara nın Ücret Köyü nde yürütülen bir alan araştırması sonucunda 2007 yılında tamamlanan bir yüksek lisans tezine dayalı bu yazı, okuryazarlığın sözü edilen köydekilerce nasıl algılandığı, bir değerler ve anlamlar sistemi olarak köy kültüründe okuryazarlığa atfedilen değerin ne olduğunu anlama çabasının ürünüdür. Alan araştırmasında kültürü bir anlamlar ve değerler sistemi, insanı da anlam ağlarına asılı bir hayvan olarak kavramlaştıran simgesel/yorumsamacı yöntemin önemli temsilcisi Clifford Geertz in kuramsal ve yöntemsel perspektifinden yararlanılmıştır. Yorumsamacı yöntem ve kuramı 1 15 kasım 2013 eleştirel pedagoji dergisi

besleyen düşünürlerden Ernest Cassirer, insanın diğer hayvanlardan (nihayetinde doğadan) kopuş sürecini anlatırken şunları yazar: İnsanın işlevsel çevresi yalnız nicelik bakımından genişlemekle kalmaz aynı zamanda niteliksel bir değişmeye de uğrar. İnsan kendisini çevreye uydurmak için yeni bir yöntem bulmuştur. Hayvan türleri arasında rastlanan alıcı ve etkileyici dizgeler yanında, İnsanda simgesel dizge olarak betimleyebileceğimiz bir üçüncü halka buluyoruz. Bu yeni halka, İnsan yaşamının tümünü değiştirir. Öteki hayvanlarla karşılaştırıldığında İnsan yalnız daha geniş bir gerçeklik içinde değil, gerçekliğin yeni bir boyutu içinde yaşar [ ] İnsan artık yalnız bir fiziksel evrende değil bir simgesel evrende de yaşamaktadır. Dil, söylence (mitos), sanat ve din bu evrenin parçalarıdırlar. Onlar simgesel ağı dokuyan değişik iplikler, İnsan yaşantısının karmaşık dokularıdır.(cassirer 1980:33) Antik çağda sözlü telaffuz, akli bir açıklama ve diğer bir dilden tercüme anlamlarına gelen Tanrıların habercisi Hermes in adından türetilmiş- Yunanca hermeneuein fiili hermönitik yönteme de adını vermiştir. Hermönitik Orta Çağ dan beri teoloji, felsefe, edebiyat eleştirisi gibi alanlarda kullanıldıktan sonra antropolojiye Clifford Geertz tarafından uyarlanmıştır. Yorumsamacı antropoloji, kültürel göreceliğin hâkim olduğu Amerikan kültürel antropoloji okulunda başlıca sorunsal olan öteki kültürleri, yerlileri anlama ya nesnellik, evrensellik veya yansızlık iddialarını reddederek gözlemcinin statüsünü yorumculuğa indirir; antropologun işi yerlilerin kendileri hakkındaki yorumlarını yorumlamak, failleri ve onların eylemlerini anlamlandıran kültürel kodları çözümlemek ve bilim dünyasının diline, okurlara tercüme etmektir. Böyle bir yaklaşım üretilen bilginin farklı yorumlara açık olması anlamına gelir. Yorumsayıcı antropolojinin perspektifinden bilgi, düşünce, duygu ve algılar, ortak özneler arası bir dünyada inşa edilir ve simgeler dolayımıyla ifade edilir (A. Shutz, akt. Altuntek 2009:119). Bir toplumun içinde yaşadığı simgesel evren, dil başta olmak üzere, gelenek ve görenekler, eşyayı kullanma biçimi, sözlü metinler, din, törenler vb gibi her birinin iletişimsel işlevi ve değeri olan çeşitli unsurlarca oluşturulmuştur. O toplumu anlamayı amaçlayan araştırmacı, bireylerin birbirleriyle, kendileriyle, ötekilerle veya maddi evrenle ilişkilerine, iletişimlerine bakarak simgelerin anlamlarını yakalama yöntemini izlemelidir. Simgeler daima yoruma açıktır, anlamları mutlak değildir dolayısıyla ancak kültürün bütünü ve simgenin kullanıldığı bağlam içinde belirli anlamlar kazanırlar. Kültürleri birbirinden ayıran anlam ağlarının şekillendiricisi olan ve

aktörlerin iletişime geçmesini sağlayan simgelerin anlamı, kültürün maddi biçimleri aracılığıyla görünür ve anlaşılır. Bu noktada açıklama ve anlama arasındaki ayrım da yorumsamacı/simgesel yöntem için kritiktir: açıklama içinde yalnızca tek bir bilinç, tek bir özne barındırırken, anlama iki bilinç, iki özne içerir. Bu nedenle açıklama diyalojik bir boyut taşımaz, oysa anlama bir takım sınırlılıklar taşısa bile hep diyalojik olacaktır (Bakhtin, 2000. Akt: Pala, 2003). Bir ötekini anlama yöntemi olarak, Clifford Geertz in (1973) filozof Gilbert Ryle den ödünç alarak antropoloji literatürüne kazandırdığı yoğun betimleme (thick description), araştırmacının gözlemlediği eylemin, içinde vuku bulduğu/gerçekleştiği kültürel bağlam içinde yorumlanmasıdır. Geertz, Ryle dan alıntıladığı örneği ele alarak zayıf gözlem ve yoğun gözlem arasında bir ayrım yapar. Ona göre, zayıf gözlem tepkilerin olduğu/göründüğü gibi betimlenmesi, yoğun gözlem ise eylemin gerçekte ne anlama geldiğinin ortaya çıkarılmasıdır (Geertz, 1973, :6 7). Dolayısıyla, yazılı metinlerden çok sözlü iletişime, ilk ağızdan verilere ve aktörleri toplumsal ilişkileri ve eylemleri içinde gözlemlemeye dayanan bu araştırmada da yoğun betimleme yöntemine başvurulmuştur. Öte yandan, farklı kültürleri oluşturan tikel iletişim içeriklerine, zaman ve mekanda sürekli değişip yeni anlamlar kazanan simgelerin sunduğu kaygan zemine rağmen sorunun evrensel bir bağlamdan tümüyle kopuk olmadığını hatırlatalım. Bu noktada araştırma alanının özellikleri ve ele alınan sorun açısından alandaki failler arasındaki iletişimin biçiminin de dikkate alınması gerekmektedir. İletişim biçimiyle kastedilen sözlü veya yazılı iletişimdir ki, antropologlar okuryazarlık sorununa genellikle sözlü ve yazılı kültür kuramları çerçevesinden yaklaşırlar. Bu antropologların en iyi bilinenlerinden olan Jack Goody e (2001, :60 63) göre, [ ]kültür bir iletişimsel eylemler dizisidir Bunun yanı sıra iletişim biçimindeki farklılıklar çoğu kere üretim biçimindekiler kadar önemlidir. Çünkü bunların bilginin saklanması, çözümlenmesi ve yaratımındaki değişimlerle olduğu gibi İnsanların aralarında kurduğu iliksilerle de yakından ilgisi vardır. Yazımın, özellikle de alfabetik yazımın, sözlü iletişime yarı kalıcı bir biçim vererek, söylemin farklı bir yoldan incelenmesini sağladığı seklinde bir önerme vardır. Bu tür bir inceleme eleştirel etkinlik, dolayısıyla da rasyonellik, şüphecilik ve mantık alanındaki ilerlemeleri desteklerken, doğruluğu şüpheli o zıtlıkları yeniden canlandırmaktadır. Yazı, eleştiri potansiyelini arttırır çünkü söylemi farklı bir yoldan gözlerimizin önüne serer; aynı zamanda birikimsel bilgi potansiyelini özellikle de soyut türde bilgiyi arttırır, çünkü yüz yüze iletişimi asarak iletişimin doğasını aynı zamanda da bilginin depolanma sistemini değiştirir. Bu şekilde düşüncenin çok

daha geniş bir kapsamı okuyan halka ulaştırılabilir. Artık bilginin saklanması diye bir sorun, İnsanlığın entelektüel hayatına hâkim değildir; İnsan aklı, artık konuşmanın dinamiğine katılmanın getirdiği kısıtlamalar yerine durağan metni çalışmakta özgürdür Yazım, İnsanlığın iletişimine çok daha geniş bir zaman aralığından bakmasına sağlayarak, bir yandan eleştiri ve yorumu bir yandan da sürecin doğruluğunu teşvik eder (Goody 2001, :48 49). Yazının soyutlama, bireysellik, yaratıcılık, bellek ve tarih alanlarında yarattığı etkiyle bilişsel süreçleri dönüştürdüğü ve İnsanın düşünce biçimlerini etkilediği tezi tarih, sosyoloji, felsefe disiplinleri yanında geleneksel olarak yazısız toplumları konu edinmiş olan antropolojiyi de doğrudan etkilemiştir (Aydın ve Emiroğlu, 2003, :901) Postman a (1995, :25) göre okuma, gözlenmemiş ve soyut bilgi dünyasına girmeyi olanaklı kıldığından dolayı, okuyabilenler ve okuyamayanlar arasında bir ayrılık yaratmaktadır. Sanders (1999) ise İnsanı dış dünyaya ve topluma açık kılan ve birleştiren sözlü iletişime dayalı kültürün aksine, yazı ve bireyleştirici ve kişisel bir deneyim olan okumanın İnsanları toplumun geri kalanından yalıttığını öne sürer. Ona göre, insanın bu içe dönüklüğü ve yalıtılmışlığı yaşamımızı birçok bakımdan zenginleştiren bir etkendir (Sanders,1999. Aktaran: Özdemir, 2007:112). Walter J.Ong da (2003) bu görüşü desteklemektedir: tam olarak yaşamak ve anlamak için yaşanılana yakınlık kadar uzaklık da gereklidir ve insan bilinci bu mesafeyi en kolay yazı yardımıyla tanır yazı, bilinci keskinleştirmiştir (Ong, 2003:87 102). Bir toplumda okuryazarlığın işlevselleşmesinin başta okumaya-yazmaya atfedilen değer olmak üzere, eylemin içinde yer aldığı anlam ve değerlerle, bu değerler sisteminden bağımsız olmayan, evrenle kurulan özgül epistemolojik ilişkiyle bağlantılı olduğu açıktır. Sözlü ve yazılı kültüre özgü bilinç durumlarının, bu iki bilişsel sürecin işleyişindeki farklılıkların Ücret Köyü ndeki tezahürleri, okumaya atfedilen anlamlarla birlikte ele alınıp yorumsal/simgesel antropolojinin yöntemiyle çözümlemeye tabi tutulursa günümüzde de tartışılan okuma alışkanlığının yetersizliği sorunu biraz daha aydınlatılmış olacaktır.bu araştırmada, temelde simgesel antropoloji ve sözlü/yazılı kültür ikiliği ekseninde üretilen kuramsal perspektiften yararlanılarak, okuryazarlığın Ücret Köylüsü için ne anlam ifade ettiği; 1. Paylaşılan simgelerde kendini gösteren düşünce biçimleri ve bunların eyleme yansımaları,

2. Bilginin, topluluğun zihnindeki bazı kavramlarla ilişkisi: mekânın düzenlenişi, birey ve kişi kavramı, kişilerin aile, din, iş, kentle ilişkileri, kişilerin bilgi ya da beceriye sahip otoritelerle ilişkileri ki, bunların topluluğun yazıyla ilişkilerini biçimlendirdiği, yazılı kültürün yerleşmesinin önündeki kimi engellere de temel oldukları ileri sürülebilir- ele alınarak araştırılacaktır. Kültürün özünde var olan değişim, etkileşim ve akışkanlık niteliklerine rağmen bir kültürü ötekinden ayıran kimisi daha belirgin bir biçimde özgül ve merkezi olan unsurlar vardır. Bunları, kültür ve yazılı metin arasında bir analoji kuracak olursak, bir metnin ana fikri ve ana fikir etrafında oluşturulmuş temaları olarak düşünebiliriz. Böylece antropolog metni (kültürün simgelerini) okurken sürekli karşılaşacağı, altı failler tarafından çizilen, önemi ve ağırlığı ile diğer yan temaları, yardımcı fikirleri ve ilişkileri belirleyen öğeyi fark edecektir. Bu merkezi değerler başta kişi (birey)/ideal kişi kavramı olmak üzere toplumu bir arada tutan ortak iletişim ve anlamlandırma düzeneğinin parçalarını, örneğin iş bölümü, cinsiyetler arası ilişkiler, doğal olayların yorumu, ötekilerle ilişkiler, zamanla ilişkiler vs belirleyip yön verecektir. Türk ve Sünni İslâm inancına bağlı bir köy olan Ücret Köyü nün değerler sistemi, Türk kültüründe de merkezi bir öneme sahip olduğunu düşündüğümüz adam olmak kavramından başlayarak çözümlenebilir. İdeal bireyin tanımı ve algısını içeren adam olmak kavramı, din, gelenek, akrabalık, örf ve adetler gibi kalıplarla kültüre özgü yorumlar getirerek kişinin doğumdan ölüme kadar eylemlerine ve düşüncelerine yön verir; açık ve belirgin olmamakla birlikte ahlâki bir çerçeve çizer. Adama olmak kavramının ağırlığını doğumdan ölüme kadar süren, hatta ölümden sonra da bir süre devam eden, bireyin hayatının önemli aşamalarını işaretleyen ritüellerde izleyebiliriz. Öte yandan, okuma yazma eylemine verilen anlam ve değer söz konusu olduğunda adam olmak kavramının belirleyici etkisinin dışında olmayan, bu kavramdan türetilmiş ancak adam olmak a göre ikincil bir önem ve değer atfedilen okuyup adam olmak kavramıyla karşılaşmaktayız. Böylece bu makalede okuma alışkanlığının Ücret Köyü kültürü içinden anlaşılabilecek değeri ve anlamını bu iki kavramın yardımıyla açıklanabileceğini öne süreceğiz. 2. ADAM OLMAK Adam olmak kavramı ile okumaya verilen değer ve anlam arasındaki hat, yerel kültürde doğrunun ne olduğu, nasıl anlaşılabileceği kısaca epistemolojik anlayış ve yöntem arasında ilişki kurulması demektir. Bilgiyi öğrenecek olanın (bilenin) kim olduğu, doğrunun ne olduğu,

nerede ve nasıl (hangi yollarla) bulunabileceği yerel kültürün inançları, bilgi otoriteleri, bilgiden yararlanma, öğrenim yol ve yöntemlerinin anlaşılmasını gerektirir. Bunların dışında, faillerin anlamlandırma düzeneklerinin göz ardı edilemeyecek diğer unsurlarına, örneğin mekanların düzenlenişine mahremiyetin sınırlarına vs bakmayı gerektirir. Ataerkil değerlerin sürdürüldüğü bir geleneksel yapı ile senkretik bir dinin (Sünni İslâm ın) çerçevelediği sözlü kültürün sürdüğünü varsaydığımız Ücret Köyü nde ideal bireyi tarif eden adam olma kavramının anlaşılması için öncelikle baba nın değerler sistemi içindeki yerinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu noktada sözlü kültürlerde önemli veriler sunan isimler, törenler ve yerel bilgi otoritelerinin temsilcilerine bakmak yararlı olabilir. 2.1. İsimler Ataerkil bir yapı, toplumsal yasamın her alanında kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği de ima ettiği için, bu yapı içinde şekillenen toplum hakkında yargılar, genellemeler ve düşünceler ileri sürerken erkek ve kadınlar arasındaki hiyerarşik farklılığın göz ardı edilemeyeceği açıktır; dolayısıyla söz konuşu olan İnsanlar değil, kadınlar ve erkekler dir. Anne, baba, dede, ata, nine, soy vb kavramların her biri bir yığın değerler kümesini ve farklı anlam yüklerini de beraberinde taşımaktadırlar. Bu bağlamda araştırmaya konu olan bir toplumun gelenekleri, iletişim biçimleri, eyleme tarzları üzerine genellemelerin birçoğu, toplum içindeki birçok çelişkiyi örtbas etme ya da en azından görmezden gelme eğilimindedir. Oysa faillerin ne düşündüğüne bakmadan önce onların ne olduğu, dahası gerçek anlamda birer fail olup olmadıkları tartışılmalıdır. Hiyerarşik ve eşitsiz bir dizgede, bu dizgeyi oluşturan kişilerden, eşit düzeyde; özgür, sorumlu, saygı gören kişiler olarak, yani bireyler olarak söz edilemez. Wolf (2000, :160), köyde birey kavramının yerine aile/hane halkı kavramının koyulabileceğini yazar. Çünkü Köylü toplumları, ferdi birimler olan hane halkları arasındaki önemli fakat değişken ilişkilere dayanır (Wolf, 2000, :160). Cömert Köyü nde baba, toplumdaki en önemli figürdür. Gerçekte kendi gücünün sınırları içinde, özgür, sorumlulukları ve değerleri olan, karar vermeyi ve kararsızlığı yasayan, kendi kendini (ve aileyi) yöneten tek kişi ailenin reisi olan erkektir. Bunun açık göstergelerinden biri, aile sözcüğünün babaya ait olan kadın ve çocukları kapsamasıdır; Ücret Köyü nde erkek ailem dediğinde öncelikle karısını kasteder. Bu sözcük koca, yani erkek tarafından söyleniyorsa, aile ait olunan bir topluluk değil sahip olunan bir şeydir; aile babaya aittir. Yine aile kurmak deyimi, kadınlara değil erkeklere ait bir deyimdir.

Öznenin kim olduğu, isim koyma adetine bakılarak da anlaşılabilir. İsimler, mübadele edilen simgeler olarak birer iletişim nesnesidirler. Siyasal bir figürün, bir dini liderin, tarihi bir kahramanın, bir futbol ya da sinema yıldızının ismi, o ismi tercih edenler hakkında bir takım gönderiler iletmektedir. Ad koyma gelenekleri de toplumların ortak simgelerini içinde barındıran kültürel havuzlardır. Lévi-Strauss un (2004, :226) modern toplumlarda var olan isim koyma âdeti olarak söz ettiği, dede/ninenin isminin toruna verilmesi âdeti, Türkiye deki birçok köy gibi, Ücret Köyü nde de yaygındır. Bu geleneğe göre evli bir erkek, oğluna, ailenin hâlâ reisi olan babasının adını vermektedir. Kızlara babaanne ya da anneannenin isminin verilmesi, dedenin isminin verilmesi kadar yaygın değildir. Görevlendirildiğim 2007 yılındaki nüfus sayımı sırasında, istisnasız her hanede dedenin ismini taşıyan bir erkek torun olduğunu gördüm. Konu hakkında konuştuğum kişilerin verdiği yanıtların hemen hepsi aynıydı: bu geleneği anne babaya duyulan saygı ve sevginin bir ifadesi olarak açıklamaktaydılar. Köylüler tarafından kullanılan bir kalıp söz ( isim arayıp duracağına babanın ismini koy ), babanın isminin oğula verilmesinin bir norm olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak isimle birlikte çocuk, eğer varsa, dedesinin/ninesinin unvanını da almış olur. Resmi belgelere bu unvan yazılmasa da çocuğu çağırırken ismin sonuna unvan da eklenir: Halil Ağa, Dursun Bey, Akkız Hanım vb Bu durum, Türkiye de geniş aile modelinde aile içi ilişkiler üzerine yazan birçok kaynakta da (örneğin, Duben, 2002; Delaney, 2001) tartışıldığı gibi, çocuğun sahibinin baba/anne değil, dede/babaanne olduğu anlayışının bir simgesidir de. Köyde çocukları okula kaydettirmek için dedeleri gelir; önemli ekonomik kararları çocukların dedeleri alır; çocukların konuşmalarında dede/babaanneler sıkça yer alır. Dedenin isminin verildiği çocuğun dedesi tarafından daha çok sevilmesi beklenir. İki oğlundan büyük olanına dedesinin ismi verilmiş olan bir anne, buna rağmen dedenin küçük torununu daha çok sevdiğini anlatırken Ali Rıza, onun ismi olduğu halde, küçüğüyle daha çok ilgilenir demiştir. Çocuklarından birine babasının adını veren bir kişiye (erkek) konu ile ilgili sorular sorarken orada bulunan genç bir kız (soruları yanıtlayan kişinin erkek kardeşinin kızı) bu geleneği çok saçma bulduğunu söyleyince, amcası sertçe çıkıştı: Neden saçma olsun? Sen anneni, babanı sevmiyor musun? Sevgi-saygı ilişkisi, büyükleri saymak, küçükleri sevmek biçiminde formüle edilmiştir. Okulda çocukların istisnasız hepsi, yas farkı ne kadar olursa olsun, büyüklere sınıflayıcı akrabalık terimleriyle (ağabey/abla) hitap ederler. Babanın bir akrabalık terimi olmanın ötesinde Cömert Köylüleri için ne denli derin anlamlar taşıdığı, birçok göstergeden

(örneğin, geçmişte belirsiz bir zamanı anlatmak için kullanılan ta babalarımızın, dedelerimizin zamanında/zamanından kalma kalıp sözü) anlaşılabilir. Buna ek olarak aşağıdaki iki örnek, adam olma-gelenekler-baba simgesi arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu gösteren metinlerdir. Bunlardan biri, Türkiye de başka yörelerde de bilinen, adam olma ve okuyup adam olma arasındaki ayrımın bir baba ve oğul arasındaki diyalog üzerinden anlatıldıgı çok bilindik bir hikâyedir. Diğer örnek, adı kurt baba olan bir çocuk oyunudur. Kurt Baba, Cömert Köyü nde en çok oynanan, oyunun kahramanları birçok oyuna benzese de, oyun içinde geçen terimleri ve kurgusu özgün nitelikler taşıyan bir çocuk oyunudur. Oyunda bir erkek kurt baba, bir kız anne ve diğer çocuklar yumurta rolündedirler. Oyuna baslarken kurt baba uzaklasır, anne rolündeki çocuk yumurtalarının her birinin kulagına ayrı bir renk 24 fısıldar. Cocuklar renklerini unutmamalıdır. Daha sonra kurt baba gelip kapıyı çalar. Anne kim o? diye sorar. Gelen kurt babadır. Ne istiyorsun? diye sorar anne, yumurta, ne renk? Kurt baba bir renk söyler, kendi rengi söylenen çocuk kaçmaya baslar. Kurt babaya yakalanmadan tekrar annenin ve diğer yumurtaların yanına d.nebilirse kurtulur. Kurt baba yakalarsa, yumurtayı alıp g.türür. Kaçan yumurtalar, kurt babaya yakalanmadan daha önce yakalanmıs olan yumurtalardan birine dokunarak onu kurtarabilir. Bu oyun oynanırken en çok istenen rol, kurt baba rolüdür. Ancak yalnızca erkekler bu rolü oynayabilir. Çoğunlukla grup içinde güçlü, liderlik özelliklerine sahip erkek çocuklar bu rolü kimseye bırakmazlar; rollerinin hakkını veremeyecek olanların kurt baba olmasına da zaten grup tarafından pek izin verilmez. Anne rolüyse kızlarındır. Kimi zaman kız.grenciler de çok istedikleri kurt baba rolünü oynamakta ısrar ederlerse de hemen itiraz gelir: ama sen baba olamazsın, kızsın. Kızlar ancak anne olabilir ve yumurtalarına (çocuklarına) sahip çıkmalıdır. Anne ve baba rollerinin erken yaslarda ve kalıcı bir biçimde.grenilmesini saglayan oyunun en ilginç tarafı, köydeki hikâyelerin

baslıca korku figürü olan kurt ile baba figürünün birlestirilmesidir. Böylece, oyunda baba ile - anneye ait olan- yumurtalar arasındaki ilişki, korkuyu da içeren bir boyut kazanır. Yavrular, annelerinden ayrılıp babanın hâkim olduğu dıs dünyaya atım atarlarken zorluklarla bas etmeyi, hayatta kalmayı ve tekrar yuvaya d.nmeyi.grenmelidirler. Kurt baba dısarıda ve etkin, anne ve yumurtalar içeride ve edilgindir. Sonuç olarak toplumsal kuralları ve ilişkileri yansıtan oyun, anne olmayı değil baba olmayı gerektirmektedir. Delaney in de ( 2001, :142) tespit ettiği gibi, yetişkin sayılabilmeleri için hem erkeklerin hem de kadınların evlenmeleri zorunludur. Ancak kişi sayılmanın toplumsal gerekleri kadın ve erkek için aynı olmadığı gibi evlilik de erkekler için adam olmanın tek sartı değildir. Kişi sayılmak, köydeki tabiriyle, adam olmak için bireylerin geçmeleri gereken ve her biri önemli birer törenle tamamlanan asamalar vardır. Adam olmak, en basta normlara uymayı, topluluğun değerlerine göre davranmayı içeren bir dizi doğruyu izlemektir. Bu süreç yol olarak adlandırılır ve normlara aykırı davrananlar için yoldan çıktı denir [yukarıdaki togru, bıçagın (hançerin, kılıcın) kesici parçasıyla kabzasını birbirine bağlayan düz ince demir açıklaması tekrar hatırlanmalıdır]. Yol, düzdür; bası ve sonu belirlenmistir. Anladıgım kadarıyla yoldan çıkmak daha çok genç yastakiler için olası olan bir durumdur ve normal sartlarda göz ardı edilebilen bazı ahlâki ihlallerin asırılıgına gönderme yapmaktadır. Bu tür konular konuşulunca genellikle Allah, bir İnsanı yoldan çıkartmasın; çıkarttı mıydı o artık iflah olmaz gibi bir duayla söze baslanır ya da konu bağlanır. 5.2.2. Törenler 5.2.2.1. Bayramlar ve bayramlasma Bayramlar en yoğun duyguların paylaşıldıgı, herkesin herkesle iletişime geçtigi, toplumsallıgın en üst düzeyde yasandıgı zamanlardır. Bayramlarda en önce dikkat çeken sey, bayram törenlerinin anlamının dinsel bir pratigi yerine getirmenin ötesine geçtigidir. Camiye sürekli devam edenler öncelikle yaslılar, sonra da evli ve orta yaslı erkeklerdir. Edindigim izlenim, Cuma 25

Namazı na katılım konuşunda da belirgin bir baskının olmadığı ancak vakit namazlarına göre daha kalabalık bir katılım olduğu y.nündedir; Cuma Namazı na katılım konuşunda bir toplumsal baskıdan değilse de bir beklentiden sözedilebilir. Bu durum, bayram günleri degismektedir. Cünkü bayram namazı sonrası bayramlasma toplu olarak yapılacaktır ve herkes camide bulunmak ister. Köy dışında, Ankara da bulunan çocuklar, akrabalar bir gün önceden köye gelir. Köyde bayramların önemli toplu törenlerinden olan mezarlık ziyareti de kentten köye gelenlerin sayısının artmasında etkili olur; Ayrıca Ankara ya yerleşmis olup köyde evleri olmayanlar, sırf mezarlık ziyareti için gelebilirler. Köy camisinin neden genişletilmesine ihtiyaç duyuldüğünu sordugumda (çünkü nüfus aslında giderek azalmıs, örneğin okulda öğrencisayısı 25 kişinin altına düsmüstür) bayram günleri gelenler, senlik zamanı [köy derneginin her yıl bahar ayında düzenledigi köydekilerle köy dışında yasayanları bulusturma ve dayanısma amaçlı toplu :len] gelenler, hac yemegine köy dışından çagrılanlarla birlikte cemaat sıgmıyor yanıtını aldım. Mezarlık ziyareti bayramdan bir gün önce,.gleden sonra yapılır. Imamla birlikte genç, çocuk, yaslı erkeklerden oluşan cemaat, köy mezarlıgına giderek hem bütün köyün.lüleri hem de kendi akrabaları için Kuran dan bazı ayetler ve dua okur. Bayram günü namazdan sonra, köyün erkekleri, imam.ncülügünde, o yıl.lenlerin evlerini ve akrabalarını sonra da hastaları ziyaret ederler. Daha sonra her sülale, sülalenin en yaslı erkeginden baslayarak bayramlasma törenini baslatır. Köyün en yaslısının bulundugu evde bayramlasma sırasında, konuklara hosaf, baklava gibi tatlılar ve yemek (etli pilav) ikram edilir. Bayramlasma basta dede, nine, baba, anne, kardesler ve diğer aile üyeleri, sonra akrabalar ve komsular olmak üzere tüm köylülerin.püsüp bayramın mübarek olsun sözünün karşılıklı söylenmesi ve konuklara daha önceden hazırlanan yemekler, kolonya ve seker ikram edilmesi eylemlerini içerir. Cocuklar da evlerde büyüklerin ellerini.perek bayramlasırlar. Büyükler çocuklara seker ve harçlık verir.

Kural olarak, küçükler büyükleri ziyaret ederek ellerini.per, büyükler ikramda bulunur. Sevgi-saygı ilişkişi bir kez daha nesnelerin degis tokusu ile ifade edilir: Hediye ya da harçlık verme (bir sevgi ifadesi), ayagına gitme ve el.pme (saygı ifadesi) ile degis tokus edilir. Kadınlara düsen evi bayramdan önce temizlemek ve düzenlemek, bayram günü gelecek konuklar için genellikle etli yemekler, pilav ve tatlı çesitleri hazırlamaktır. Genellikle ikinci ve sonraki günler, akraba ziyaretleri, aile gezintileri için köydeki komsulara ve köy dısına, kente gidilir. Bayramlarda en çok eglenen çocuklardır. Cocuklar, bayramın ilk günü ellerindeki küçük torbalarla evleri dolasarak seker toplarlar. Büyüklerin elleri.püldükten sonra seker, kolonya verilir, yemek ikram edilir ya da bir miktar para verilir. 5.2.2.2. Geçis Törenleri Tüm geçis ritlerinde ortak olan temel örüntüleri ilk isaret eden kişi olan Van Gennep (1908), herhangi bir toplumdaki bir bireyin yasamı, bir yastan diğerine geçisler dizisidir diye yazar (Aktaran: Morris 2004, :392). Cömert Köyü nde bir kişinin dogumdan ölüme uzanan yasam süresi içinde geçmesi gereken törenleri yaslar arası geçis değil de evreler arası geçis olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Her biri, bireyin yasamında önemli bir degisikligin, bir d.nüm noktasının, bir engelin asılmasının simgesel ifadeleri olan törenler sunlardır: Besik: Yeni doğan bebege yakın akrabaları tarafından çesitli hediyeler (genellikle giysiler) g.türülerek yerine getirilir. Bu tören, 26 bebegi görmeye gidenlerin arabalarla konvoy halinde, kornalar çalarak hatta tabancalarla havaya ates açılarak bütün köye duyurulur. Dis bulguru: Kadınlar arasında yapılır. Disi çıkan çocugun annesi bulguru haslayarak hazırladıgı yemegi, kutlama için gelen komsu kadınlara ikram eder. Evdeki küçük kutlama, bir gözün aydın olsun ziyaretidir. :nnet (erkekler için): Erkeklige ilk adım törenidir. Evlilikte olduğu gibi bir düğünle kutlanır. Yalnız, içki ikramı ve kadın oynatma adetleri uygulanmaz. Calgıcılar çagrılır, yemekler yenir, dans edilir; komsular, sünnet olan çocuga takı (altın) takar.

Askerlik (erkekler için, askere ugurlama ve asker karsılama): Yirmi yasına gelmis ve askere çagrılan genç erkekler toplu halde yemek davetlerine katılırlar. Asker adayları, köyden ayrılmadan bir gün önce toplu halde Yediler Tepesi ne çıkarak tepeye bayrak dikerler. Askere gidecekler davul ve zurna esliginde ugurlanırlar. Aileler hem gururu hem de ayrılıgın ve endisenin verdiği buruklugu yasarlar. Askere giden kişinin babası evin çatısına bayrak çeker. Bu bayrak askerden gelinceye kadar orada kalacaktır. Askerden d.neni karsılamak için, köylüler, arabalardan oluşan bir konvoyla, karsılanacak askerin otobüsten indigi yere giderler. Askerlik asamasını tamamlamıs olan erkek, yine davullar-zurnalar esliginde, tabancalar, havai fisekler ateslenerek coskuyla karsılanır. Göz aydınlığına (kutlama) gelenlere şeker vb. tatlı ikram edilir, çocuklara hediyeler dagıtılır. Evlilik/düğün: En önemli törenlerden biridir. Kız istemeyle baslayıp, evli çiftleri ziyaretle biten bir dizi törenden olusur. Evlilik genellikle ailelerin anlasması (görücü usulü) yoluyla olur. Kız çocukların erken yasta evlenmesi (ortalama 17 18 yas, fakat bu sınır 15 e kadar düşebilmektedir) âdeti de ebeveynlerin çiftlerin eş tercihlerinde etkili olmasını kolaylaştırmaktadır. Bununla birlikte, aileler, kızların görüslerini aldıklarını, onları istemedikleri biriyle evlenmeye zorlamadıklarını söylemektedirler. Bu durum, aslında ailelere göre farklılık göstermektedir. Bütün ailelerin uzlasacakları hayırlı bir kısmeti söyle tarif edebiliriz: Zenginlik, yakınlık/tanıdıklık ya da akrabalık, kentte oturuyor ve çalışıyor olma, kızın gidecegi ailenin iyi İnsanlar olması. Görüsme yaptığım kaynak kişiler, bu koşulların bir arada bulunma derecesine göre kıza evlenme konuşunda yapılacak baskının artacagı izlenimi vermektedirler. Genellikle on bes, on altısında evermeyiz, ama [yukarıdaki koşullar sayılır] o zaman eveririz. Evlilikten, evlenen erkegin babası ve ailesi tarafından gelin alma olarak sözedilir. Köyde yapılan evliliklerde yeni evli çift geniş aileye katılır. Kızların köy içinden evlilik yapmak istememelerinin bir sebebi de bu olabilir. özellikle okumus (bu sözcügün anlamı çok net değildir. Bazen, lise bitirmis, liseyi bırakmıs ya da ilköğretim mezunu) kızlar, köyden evlenmemektedirler. Evli bir

erkek bu durumu okuyan kızlar köyden evlenmiyorlar, okuyan kız sayısı da giderek artıyor. Artık evlenecek kız bulmak zor; ben bile neredeyse evlenemeyecektim! diye anlatmıstır. Görüstügüm kadın ve erkekler, kentteki ev kadınlıgını rahat, eli ayagı temiz, is yok güç yok sözleriyle tarif etmektedirler. Kastedilen, köyün hayvan bakımı, tarlada çalışma vb islerine göre kentteki ev içi islerin daha kolay ve istenir olduğudur. Kadınların kentte çalışmayacakları da ima edilmektedir. Bu anlayıs kız çocuklarının eğitimine/okutulmasıyla paralellik göstermektedir. Kaderleri, çogunlukla babalarının iki dudakları arasında olan kız çocukları, gerçekten de eğitimi köyden kurtulmanın bir yolu olarak görmektedirler. Cömert Köyü nde en uzun süren ve en çok önemverilen törenler, düğün törenleridir. Köylüler düğünlerde hiçbir masraftan 27 kaçınmazlar. Bir düğünün maliyetinin, yaklasık olarak, 30 40 milyar lira olduğunu söylemekteler. Kız istendikten ve aileler anlasıldıktan sonra, yalnızca yakın akrabalar arasında küçük söz denilen bir tören yapılır. Lokum, çikolata gibi yiyeceklerin ikram edildigi bu törene, agız tatlılıgı da denir. Küçük söz ile baslayan sözlülük süresi üç ila bes aydır. Bundan sonraki asama, büyük söz dür. Bu törene, köylüler davet edilir ve evlenecek çiftlere geleneksel olarak altın, para gibi hediyeler takılır. Bu törene yüzük de denir. Sonraki bir yıl içinde düğün ve nisan birlikte yapılır. Düğün üç gün sürer (genellikle Cuma-Pazar günleri arasında). Düğünden önceki gün kentten sazcılar getirilip oynanılır. Köy kahvesinin.nünde veya köy meydanında, davul zurna çalınarak, herkes çaya çagrılır; köylülere kına gecesi ve düğün duyurulmus olur. Gelenler, hayırlı olsun derler. Ertesi gün kına gecesi yapılır. Erkekler sinsin (aşağıda ayrıntılı olarak ele alınacaktır) oynarlar. Evlenen kız için bir veda gecesi de olan kına gecesi, özelliklekadınların eglenmesi içindir. Gelinin basına kırmızı pullu bir.rtü.rtülür. Kına konuluncaya kadar bu

.rtü açılmaz. Kadınlar türküler esliginde dans ederler. Oglan tarafı ve kız tarafı kendi yakınları arasında kına koyarlar. Kına koyulurken kınayı getir anê(anne) türküsü söylenerek halay çekilir. Kınayı erkekler değil kadınlar yakar. Eğlence sırasında kadınlar arasında bulunabilen tek erkek, o sırada kına yakılması için gelinin yanına getirilmis olan damattır. Kınave geline.rtülen kırmızı.rtü, köye özel olamayacak kadar çok b.lgede görülür. örneğin gelinler için kına ve kırmızı giysiler (sari), Hindistan da da kullanılmaktadır. Kına, (1) özel bir isaretleme nesnesi olarak geçis dönemini isaret eder (erkeklerin kullanmadıgı, kadınlara özgü bir süs nesnesidir). (2) düğün sözcügü gibi, iki seyi, iki İnsanı, iki aileyi birbirine bağlamanın simgelerinden (yüzük, kırmızı nisan kurdelesi gibi) biridir. Kına gecesinin bir veda gecesi ve kadınlara ait (kadınlar yalnızca bu gece oynayabilirler) bir gün olduğu, gelini düğüne hazırlama islemlerinin de kadınlarca yapıldıgı, ayrıca düğün yemeklerinin de kadınlar tarafından yapıldıgı dikkate alınırsa kadınların düğünlerdeki rolü esasen hazırlık yapmaktır. Ayrıca, düğünlerin kadınların dıslandıgı bir erkek eğlencesi olmasının, köyde eskiden var olan cümbüs (dansözoynatılarak yapılan içkili, yemekli eglenti) yapma geleneginden kaynaklandıgı söylenebilir. Bugün de düğünlerde oynatmak için kentteki eğlence mekânlarından profesyonel kadınlar getirtilmesi, düğünün bir erkek eğlencesi olduğunu gösterir. Düğünlerde en çok oynanan gösteri oyunu, Türkiye nin basta Iç Anadolu olmak üzere, birçok b.lgesinde oynanan sinsindir. Yalnızca erkekler tarafından oynanır. Gece, açık bir alanda, bir sacın üzerine ocak külünden elde edilen ates konulur. Bunun üzerine çalı çırpı konularak ates yakılır. Davul ve zurna esliginde oynanır. Calgıcılardan sinsin havasını çalmaları istenir. Oradakiler, atesin etrafında çember oluşturur. Erkeklerden biri çıkıp atesin etrafında dolasarak perdah atar. Bu hem meydan okuma hem de oyuna çagırma isaretidir. Sonra oyun baslar. Erkeklerden biri ortaya fırlar, atesin üzeriden atlar. Sonra hızla ileri

geri yer degistirdigi ayakları üzerinde sekerek ve sıkılı yumrugunu havaya kaldırıp, diğer kolunu arkasında tutarak atesin etrafında bir tur atar. Başka biri gelmeden yerine geçer. Başka bir erkek gelirse onun (atesin etrafında oynayanın) koluna yumrukla vurur; bu durumda karsılık verilmez. Bu durum heyecan yaratır; izleyen erkekleri güldürür. Oyun, erkeklerin atesin üzerinden 28 atlamalarıyla, kaçmalar ve kovalamalarla, türlü muzipliklerle sürer. Seyirciler çok eglenir, kenardan tezahürat yapılır, oynayanlar costurulur. Davulun ritmi giderek hızlanır, yanan ates yükseltilerek ates üzerinden atlamak daha da zorlastırılır. Böylece sürüp giden oyun, oynayanlar yorulana kadar sürer. Sonunda bir büyük, oyunu sonlandırır. Sonra oyuna katılanlar ve orada bulunan erkekler bir halay kurarlar. Davulcu, halay havası vurur. Orada bulunan ve oyuna katılan erkekler, bu kez el ele tutarak türkü söyler ve tören sonlanır. Halay müzigi, oyuncuların birbirinden bagımsız ve karşılıklı el/ayak hareketleriyle oynadıkları yaygın danstan farklı olarak daha yavas ve daha otantik ezgilerden olusur: en sık çalınan müzik k.prüden geçti gelin türküsüdür. Bu türküde dile getirilen, bir yandan zamanın geçisinin hatırlatılması ve bunun yaslı kişilere verdiği hüzün; öte yandan, k.prüden geçis ile düğün arasındaki, hayat ile yol arasındaki, evlenmek ile hedefler arasındaki derin anlamsal bağlardır. Oyunun ates etrafında oynanısı ve el-ayak hareketleri bu dansın bir Saman dansı olduğu izlenimi vermektedir. Ancak oyunun daha iyi anlasılması için daha sonra halk hekimliği uygulamalarında da üzerinde duracagımız önemli bir sözcüge ocak sözcügüne deginmemiz gerekmektedir. Antropoloji Sözlügü nde ocak ile ilgili su bilgiler yer almaktadır: Türkçede ocak sözcügünün tasıdıgı anlamların (bahçe ve bostanlarda cins bitki için ayrılmıs, çevresi yükseltilmis toprak parçası; tas ve maden çıkarılan yer; bir seyin en çok bulundugu veya yapıldıgı yer) ortaya koydugu gibi ocak aynı k.kten üremeyi de ifade eder. Atesin elde edilis biçimiyle bağlantılı olarak ocagın :ndürülmemesi veya simgesel olarak :nmemis kabul edilmesi, ocagın

tütmesi ile aynı ocagı paylaşanların k.ken birligini ve sürekliligini ifade eder olmustur. Atesle eve ve aile birliginin simgesel ifadesi haline gelen ocak, doğrudan ata ruhlarıyla ve özel ocak ruhlarıyla bağlantılandırılmıstır Ocak üstüne yemin ve dua etmek Orta Asya da yaygın olduğu gibi, ocak düğün törenlerinin de önemli.gelerindendir; gelin bir evçadıra ilk girdiginde ocaga selam verir. Anadolu da ocagın kutsallıgı daha çok beddualarla ortaya çıkar (ocagın :nmesini dilemek). Cin de, Aynularda özel ocak tanrıları bulundugu gibi, Hint-Avrupa mitolojisinde de ates tanrıları ile ocak ve ev-aile arasında kurulan bagıntı sözkonuşudur (Aydın ve Emiroğlu, 2003, :640 641), Tüm İnsanlık için ve tüm zamanlarda önemli olmus ates İnsanları bir araya toplayan niteliğiyle ev ve ailenin simgesidir; aynı zamanda soyun sürmesi düşüncesi, atesin :nmemesi, yanmaya devam etmesi ile simgelenmektedir. Her seyden önce oyunun merkezinde yer alan ates, köydeki gelenege göre, ocak közüyle yakılmak zorundadır. Düğün günü evin çatısına asılan bayragın rengi olan kırmızının da (hayatın kaynagı olan günesi temsil edebilecegi gibi) atesi simgeledigi düsünülebilir..n planda gelin ve damat bir araya gelirken arka planda soyun sürekliligini simgeleyen ates etrafında dans eden erkekler, töreni görsel.gelerle bütünleyerek düğünden topluluga gönderilen ana fikri, mesajı güçlü bir biçimde iletebilmektedir: Burada, bu anda yeni bir ocak (ev, aile) kurulmaktadır; soyun devamı güçlü erkekler aracılığıyla sürdürülecektir; zorlu yasam mücadelesi ocak çevresinde sürdürülecektir (yani en değerli olan, hayatın odagında olan, ailedir). Bir başka nokta, Durkheim ve Turner in bakış açısıyla, bu törenlerin olagan yasamın akısı içerisinde biriken erkekler arası gerilimi çözme islevidir. Günlük hayatta erkekler arası rekabetin bir parçası olan saldırganlık (birbirine vurma) bir kavga sebebi olabilecekken oyunun kurallarından biri haline getirilerek bu tür duyguların simgelerine d.nüstürülmüstür. Oyunun daima,

oyuncuların kol kola girerek oluşturdukları bir zincirle (halay) sonlanması, çatısmaların çözüm yeri ve biçimini göstermektedir: topluluk üyeleri birbirlerine kan bagı ile baglıdır; ates çevresindeki mücadele bir arada var olusun bir parçasıdır. Sonuçta yasamı 29 kuran ve sürdüren kurallar oyunun da kurallarıdır; yasamın merkezinde yer alan aile, ocak/ates simgesiyle oyunun da merkezindedir; en değerli sey olan ve sürekli beslenerek canlı tutulan hayat atesi, kadınları ve çocukları dıslayan bir erkek çemberi ile çevrelenmistir. Yasamın aktörleri olan erkekler, oyunun da aktörleridir. Düğün günü damat ve beraberindekiler gelini evden alır, davul ve zurna esliginde oglan evine g.türürler. Düğünler, genellikle yaz aylarında ve bahçede yapılır. Kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde toplanırlar. Erkekler sazdarbuka, davul-zurna ya da kentten getirilen küçük bir orkestra esliginde oynar, ayrıca oynatmak için dansözler kiralarlar; genellikle alkollü içki ikram edilir. Düğünde içki konuşunda sınır yoktur. Oysa köylüler gençlerimiz içkiye alısacak gerekçesiyle köy bakkalında içki satılmasına tepki göstermektedirler. Her zaman dindar bir yasam süren köylülere hem dini pratiklerin ihmal edilmemesinin hem de düğünde içki içilip kadın oynatılmasının nasıl bir arada var olabildigini sorudugumda, koyun, koyun bacagından, keçi, keçi bacagından asılır yanıtını verdiler. Sonra açıkladılar: Içki ikram etmezsen millet kabul etmez; bunu yapmak zorundasın. Bunu yapanlar da bilir günah olduğunu, ama yine de yapar. Gelin eve g.türülmeden düğün konvoyu köyde bir tur atar ve mezarlıga da ugrar. Mezarlık turu tamamlanıncaya kadar dua okunur. Böylece bayramlarda, zaman zaman yapılan anma törenlerinde, kentte yasayanlar köye geldiklerinde ziyaret edilen mezarlıklar, düğün törenlerinin de bir parçası olarak önemli mekânlar arasında yerini alır. Düğünden sonra, köylüler, oglan evine, gelin ve damada hediyeler g.türürler. Bunlar, küçük ev esyaları olduğu gibi, nohut, fasulye gibi yiyecekler de olabilir. G.türülen bu hediyelere astar kesmez, bu olaya da duvak denir. Astar kesmez terimi,

düğünlerde gelin ve damadın düğün hazırlıklarını yapanlara ve düğün sırasında bazı küçük isleri yerine getirenlere bahsis verilmesi gelenegi ile ilişkili bir terimdir. Bahsis genellikle istenmeden verilmez ve düğünü gerçeklestiren aile büyükleri tarafından verilir. Bahsis isteme, düğün sırasında görülebilecek birçok küçük tören ya da oyundan biridir. Düğün islerinden birini yapan (Örneğin, gelinin saçını yapan kuaför) yaptığı işi o anda yapamadığını bildirir; bu bahşiş istediği anlamına gelmektedir. Damadı tıraş eden berber makasın kesmediğini söyleyerek bahşiş isteyebilir. Bunun gibi astar kesmez ifadesi, gelini ziyarete giden kişilerin en azından geçmişte- en sık aldıkları hediye olan kumaş satın alınırken, kumaş satıcısına bir miktar bahsis ödendigini anlatır. Böylece sık sık tekrarlanan bu durum; zamanla, düğünden sonra gelini görmeye giderken götürülen tüm diğer hediyeleri içeren özel bir hediye sınıfının adı haline gelmiştir. Gidenler, gelini görürler. Gelini görmek, kendi deyimleriyle gelinin topal mı, çolak mı, kör mü, güzel mi, çirkin mi olduğuna bakmaktır. Gidenler, gelin ve damadı kutlarlar, iyi dileklerde bulunurlar, hediyelerini verirler; gelin de büyüklerin ellerinden öper. Böylece evli çiftlere simgesel olarak destek verilir; yalnız olmadıkları hatırlatılır; her zaman yaşanan paylaşım duygusu yeniden gösterilir. Bu, bir tür gelinin yeni katıldıgı aile üyeleri tarafından karsılanması törenidir. Evliliğin iki kişi arasında değil, iki aile, iki sülale arasında kurulan bir bağ olduğunun kanıtıdır. Burada köyde dinlenen (tüketilen) müziğe deginmek gerekmektedir. Düğünlerde genellikle saz (elektro-bağlama) ve darbuka çalınır; Ankara nın her yerinde yaygın olan Misket, Hüdayda, Yıldız, Name Gelin, Yandım Seker, Mor Koyun gibi sözlü ve sözsüz müzikler esliginde dans edilir. Ancak bunlar daha geleneksel müziklerdir. Şimdilerde Ankara nın geleneksel müziklerinin olduğu kadar yüksek kültürün de tam karşıtı olan, alt tabakanın eğlence tarzını yansıtan, tümüyle eğlendirmeyi amaçlayan müzikler popüler olmaya başlamıstır. Ankara nın yerel ritimleri üzerine kurulu, genellikle bilinen popüler sarkıların sözleri bozularak üretilen, bu anlamda bir tür arabesk metin olan bu müzik, geleneksel türkülerin yerini almaya başlamıstır. Bu tür şarkılar, hareketli yapısı ve gündelik dilin sıradan sözleriyle çocukların diline kolayca dolanabilmektedir. Çocuklar, onların öğretmenleri olarak, bu tür şarkıları dinlememeleri yönünde yaptığım uyarıya pekiyi, o zaman neyle oynayacagız? diye yanıt vermişlerdir.

Sonuç olarak yukarıda anlatılan törenler, bebeklikten baş layarak cenaze törenine kadar geçilen her aşamadan/engelden sonra bir işaretleme, bir zafer kutlaması olarak değerlendirilebilir. Yapılan her bir törenin ayrı bir ö emi olduğu, törenlere katılım düzeyi ve biçimi, tören nesnelerinin seçimi, kutlama tarzı vb. ile gösterilmektedir. Adam olma yolunda küçüklükten büyük olmaya doğru ilerlerken, ataerkil hiyerarsideki yasa ve cinsiyete baglı olarak her bir törenin öneminin giderek arttıgı, böylece cenaze ve sonrasındaki törenlerde en üst düzeye çıktıgı asikârdır. Hangi törenin ne kadar önemli olduğu ve törene hangi anlamlar atfedildigi, törende kullanılan simgelerle gösterilir. Aileye bir ferdin daha katıldıgını ilan eden besik, yakın akrabalar arasındadır, eğlence yoktur. Adam olma yolunda ilk adım olan dis çıkarmayı basaran bir bebek için disler, İnsanların hangi yasta, hangi çagda olduğunun geleneksel göstergelerinden biridir- dis bulguru dagıtılması, kadınlar arasında sessizce yapılır. Sünnet erkeklikle ilgili önemli bir geçis evresi olduğu için eğlencenin dozu da katılımcıların sayısı da artar; ikram olarak, en önemli törenlerde olduğu gibi pilav dökülür. Askere gitme törenine bütün köy dâhil olur, gurur ve zafer bütün köyce paylaşılır ve önceki tüm törenlerde yer alan simgelere yemek, müzik, dans- bir yenisi eklenir: bayrak. Bayrak, en uzun ve kapsamlı, duyurusu köy dısına tasarak katılımcı sayısının en üst seviyeye çıktıgı düğünde de kullanılır. Hacca gitmede de pilav dökülmesi, köy dışından konukların çagrılması, herkese hediyelerin dağıtılması geleneği vardır. Ölüme ilişkin törenler ise üçüncü günden baslayarak ölüm sonrasında yıl dönümlerinde anma törenleriyle, mezarlık ziyaretleri ile kuşaktan kuşağa aktarılarak sürer. Köyde evlilik ve askere gitme törenlerinden başka yeni bir ev yapıldıgında da kullanılan bayrak simgesi üzerinde ayrıca durulmalıdır. Ilk bakışta açıkça görünen gerçek, bu üç törenin de erkekligin üç önemli asamasını sabitlemesidir: Askerlik, evlilik ve bir ev sahibi olma. Askerlikle evlilik yetiskinligin, toplum içinde saygın olmanın zorunlu iki asamasıdır ve ardısık iki dönemin adıdır: çünkü askerlikten gelince evlenilir. Dikilen bayrakların isaretledigi anlamlar başka bir biçimde dilde de ifadesini bulur. Yabancı bir erkeğe (örneğin bu satırların yazarına) sorulan ilk üç soru sunlardır: Nerelisin [evin, ailen, yurdun nerede?], askerligini yaptın mı?, evli misin?. Bireysel olarak birinin ne olduğu [kaç yasında olduğu, hangi yere/kültüre ait olduğu, statüsü} böylece anlaşılır hale gelecektir. Toplu olarak askere gidenleri duyurmak için köyün en önemli ortak mekânı, kimliğin sembolü olan Yediler Tepesi ne bayrak dikilerek bütün köy, askere giden erkegin evinde yasanan gururu paylaşır. Bu kez duyuru, köy dışından olanlara, yabancılara yapılır. Böylece erkekligin gücünü, gururunu, zafer duygusunu temsil eden bayrak yoluyla hem ev hem de köy, simgesel olarak erkekler tarafından temsil edilir.

Başlıca sınırları değerler sistemi içinde çizilmis olan, ideal bireyi tarif eden adam olma, öncelikle yasça olgunlugu ve erkekligi kapsamaktadır. Daha açık bir ifadeyle adam; askerligini yapmıs, evlenmis, ideal olarak çocuk sahibi, ekonomik sorumluluklarını yerine getirdiginden (bir evi geçindirdiginden) kusku duyulmayan erkek demektir. Bu noktada bir ev sahibi olmak önemlidir. Böylece adam olma hedefi sürecinde askerlik ve evlilikten sonra üçüncü önemli asama ev yapımıdır. Yeni bir ev (köylülerin ifadesiyle güzel bir ev ) insa edilip bitirildiginde evin çatısına bayrak çekilir. Ev sahibi de evi bitiren ustalara hatırı sayılır bir ikramda örneğin bir koyun- bulunur, yemek verir. Köylüler evi görmeye giderek, hediyeler g.türür. Ev yapımı yasamın daha ileriki asamalarında, bütün aile üyeleri ile birlikte (kardesler, çocuklar ve anne/baba) gerçeklestirilen, bütün ailenin ortak basarısıdır. Ancak evler, çatılarına dikilen bayraktan daha çok anlam barındırır, içlerinde yasayan İnsanlar hakkında fikir verme kapasitesine sahiptirler. Anlam haritalarını sınırlayan ve değerlerle sürekli bir diyalektik içinde sürekli yeniden üretilen bir unsur olarak mekân, bir yandan geleneksel anlamları barındıran örüntülerin somutlastıgı simgeleri, öte yandan kentlesme sürecinde yasanan degisimleri yansıtır. Evler, köyü çevreleyen belli mekânlar (Yediler Tepesi gibi mevkiler), toplumsal mekânlar (kahvehane, köy odası), kutsal mekânlar, resmi mekânlar, merkezde ve uzakta yer alan mekânlar Köyde, bu mekânlar, kente katılım sürecinin dinamizmini ve degisimi göstermektedir. Evler yıkılıp yeniden yapılmakta, cami büyütülerek modernize edilmekte, Yediler Tepesi agaçlandırılmakta, tarlalar sürekli hukuki ya da ticari davalara konu olmakta, okulun bahçesine çocuklar için bir oyun parkı eklenmektedir. Cömert Köyü değerler sisteminde evler, arabalar, traktör vb. araçlar ve görünür olan başka mallar saygınlık (prestij) nesneleridir. Ancak evleri bu mallar içinde alınıp satılan herhangi bir sey olarak görmek olanaksızdır. Köyde en önemli mekân, hem bir saygınlık göstergesi olabilen, hem yasam süresi içindeki en önemli törenlerin mekânı olan hem de en kıymetli yatırım anlamı taşıyan ev dir. Önemli bir iletişim nesnesi olan evlerin kentlesme sürecindeki toplumsal degisimin de ilk önce yansıtıldıgı mekânlar olması sasırtıcı değildir. Bu bakımdan evler, birçok yan anlamla yüklü olarak toplumsal anlamın ve değerlerin yeniden oluşturulma süreçlerinin izlenebilecegi önemli simgesel alanlardır. Yukarıda anlatılan bayrak dikme gelenegi her üç durumda da evde, evin çatısında gerçeklesmektedir. Bir Orta Anadolu köyünde iki yıllık bir alan araştırması yapmıs olan Delaney (2001), evlilikte ve yeni bir ev yapıldıgında bayrak dikme geleneginisöyle yorumlamıstır: